AHKAF

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Ahkaf 46/1)
حٰمٓ
Hâ-Mîm[*]!

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.
Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.


(Ahkaf 46/2)
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ
Bu kitabın indirilmesi, daima üstün ve kararları doğru olan Allah tarafındandır[*].

[*] Taha 20/4, Şuara 26/192-193, Secde 32/2, Zümer 39/1, Mü’min 40/2, Fussilet 41/2, 42, Casiye 45/2, Vakıa 56/80, Hakka 69/43.


(Ahkaf 46/3)
مَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَمَّٓا اُنْذِرُوا مُعْرِضُونَ
Gökleri, yeri ve ikisinin arasında olanları, sadece o gerçek için (sizleri imtihan için[*]) ve belli bir süreliğine yarattık. Kafirlik edenler, kendilerine yapılan uyarılardan yüz çevirenlerdir.

[*] Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları, insanları ve cinleri zorlu bir imtihandan geçirmek için yaratmıştır. Bunu Hud Suresinin 7. ayetinde açıklamış, diğer ayetlerde de “(بِالْحَقِّ) o gerçek için” ifadesiyle buna işarette bulunmuştur (En'am 6/73, Hud 11/7, İbrahim 14/19, Hicr 15/85, Nahl 16/3, Ankebut 29/44, Rum 30/8, Zümer 39/5, Duhan 44/39, Casiye 45/22, Teğabun 64/3).


(Ahkaf 46/4)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۜ ا۪يتُون۪ي بِكِتَابٍ مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا اَوْ اَثَارَةٍ مِنْ عِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
De ki: “Allah ile aranıza koyup yardıma çağırdıklarınıza hiç baktınız mı? Gösterin bana, onlar yer­yüzünde neyi yaratmışlar? Yoksa göklerde bir ortaklıkları mı var[*]? (Allah ile aranıza aracı koyma konusunda) Doğru söyleyenlerden iseniz bana bu Kitap’tan önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin.”

[*] A’raf 7/191, Ra’d 13/16, Nahl 16/20, 73, Hac 22/73, Furkan 25/3, Sebe 34/22, Fatır 35/13, 40, Yasin 36/74-75.


(Ahkaf 46/5)
وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَج۪يبُ لَهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ
Kendisine, kıyamete kadar cevap vere­meyecek kimseyi Allah ile arasına koyup yardıma çağırandan daha sapkın kim olabilir! Üstelik yardıma çağrılanlar, bunların çağrısından bile habersizdirler[*]!

[*] A’raf 7/194-195, Ra’d 13/14.


(Ahkaf 46/6)
وَاِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ اَعْدَٓاءً وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِر۪ينَ
İnsanlar (mahşer günü) bir araya getirildiğinde, onlar bunlara düşman olacaklar ve bunların kendilerine kulluk ettiklerini inkar edeceklerdir[*].

[*] Maide 5/116-117, Yunus 10/28-29, Meryem 19/81-82, Ankebut 29/25, Sebe 34/40-41, Fatır 35/14.


(Ahkaf 46/7)
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۜ
Ayetlerimiz onlara, birbirini açıklayacak şekilde bağlantılarıyla birlikte okununca, kendilerine gelen o gerçeği (Kur’an’ı) görmezlikten gelenler dediler ki: “Bu apaçık bir sihirdir[*]!”

[*] Sebe 34/43, Saffat 37/15, Sad 38/4-7, Müddessir 74/18-25.


(Ahkaf 46/8)
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ ل۪ي مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَا تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ كَفٰى بِه۪ شَه۪يدًا بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
Aslında onlar “Onu (Muhammed) uydurdu.” diyorlar. De ki: “Eğer onu ben uydurduysam bana Allah’tan gelecek hiçbir şeyi engellemeye gücünüz yetmez[1*]. Allah taşkınlık ettiğiniz şeyleri çok iyi bilir. Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter[2*]. O çok bağışlayan, ikramı bol olandır.”

[1*] Bakara 2/23, Yunus 10/38, Hud 11/13, 35, Secde 32/3, Tur 52/33-34.

[2*] İsra 17/96.


(Ahkaf 46/9)
قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعًا مِنَ الرُّسُلِ وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
De ki: Ben resullerin[1*] ilki değilim[2*]. Bana da size de ne yapılacağını bilmem[3*]. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım[4*].”

[1*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir.(Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır.

[2*] Al-i İmran 3/144, Nisa 4/163, Ra’d 13/38.

[3*] Allah’ın nebileri dahil herkes ancak iman ederek işlediği amellerinin karşılığında azaptan kurtulabilir. Bunun dışında kimseye ahiretteki azaptan korunma sözü verilmemiştir; çünkü her an yoldan çıkma olasılığı vardır. Yapılması gereken, son ana kadar Allah’a kulluk etmektir (Nisa 4/172, Hicr 15/99, Zümer 39/65-66, Mülk 67/16-17, Mearic 70/28). Nitekim Nebimiz, kızı Fatıma’ya şöyle demiştir: “Ey kızım Fatıma! Benim malımdan dilediğini iste; ama Allah’ın yanında sana faydam olmaz” (Buhari, Vesaya 11).

[4*] En’am 6/50, A’raf 7/188.

 


(Ahkaf 46/10)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَلٰى مِثْلِه۪ فَاٰمَنَ وَاسْتَكْبَرْتُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟
De ki: “Hiç düşündünüz mü; eğer bu, Allah katından ise ve siz de bunu görmezlikten geldiyseniz (haliniz ne olur[1*]?). Üstelik İsrailoğullarından (kendi kitaplarını iyi bilen) bir şahit de bunun, ellerindekinin dengi olduğuna şahitlik etti ve inandı[2*] ama siz kibirlendiniz.” Şurası bir gerçek ki Allah, yanlışlar içinde olan bir topluluğu yola getirmez.

[1*] Fussilet 41/52.

[2*] Bakara 2/121, Maide 5/83-84, Hud 11/17, Kasas 28/52-54, Ankebut 29/47.


(Ahkaf 46/11)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْرًا مَا سَبَقُونَٓا اِلَيْهِۜ وَاِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِه۪ فَسَيَقُولُونَ هٰذَٓا اِفْكٌ قَد۪يمٌ
Kâfirlik edenler, inanmış olanlar için şöyle dediler: “Kur’an iyi bir şey olsaydı ona uymakta bizi geçemezlerdi!” Onunla yola gelmedikleri için “Bu, eski bir düzmece!” diyeceklerdir[*].

[*] Furkan 25/4.


(Ahkaf 46/12)
وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَامًا وَرَحْمَةًۜ وَهٰذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَانًا عَرَبِيًّا لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ
Kur’an’dan önce hem bir kılavuz hem de bir ikram olarak Musa’nın kitabı vardı[1*]. Kur’an da yanlış yapanları uyarmak ve güzel davrananları müjdelemek için[2*] Arap dili ile[3*] ve onu tasdik eder özellikte[4*] (indirilmiş) bir kitaptır[5*].

[1*] Hud 11/17.

[2*] İsra 17/9-10, Kehf 18/1-2, Yasin 36/69-70.

[3*] Yusuf 12/2, Taha 20/113-114, Zümer 39/28, Fussilet 41/3, Zuhruf 43/3, Şura 42/7.

[4*] Kur’ân, bütün nebilere verilmiş kitapları hem tasdik eder hem de içeriklerini korur. Onlara yapılan ekleme ve çıkarmalar, ancak Kur’an ile kıyaslanarak tespit edilebilir (Mâide 5/48). Kur’an’ın önceki kitapları tasdik edici özelliğine dair ayetler için bkz: Bakara 2/41, 89, 91, 97, Al-i İmran 3/3, Nisa 4/47, En’am 6/92, Yunus 10/37, Yusuf 12/111, Fatır 35/31, Ahkaf 46/30.

[5*] Kur’an’ın önceki kitapları Arap dili ile tasdik ediyor olması bir zorunluluktur. Çünkü o kitaplar son nebinin İsmail aleyhisselamın soyundan olacağını (Tevrat /Tesniye 18:18-19, İncil /Elçilerin İşleri 3:21-23) ve Mekke’den çıkacağını bildirir (Tevrat /Tesniye 18:18-19, Mezmurlar 84:5-6, 118:22-26; İncil /Matta 21:42-44). Ayrıca bkz; A’raf 7/157-158.


(Ahkaf 46/13)
اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
“Rabbimiz Allah’tır.” deyip de dosdoğru olanların üzerinde ne bir korku olur ne de onlar üzülürler.[*]

[*] Bakara 2/112, Fussilet 41/30.


(Ahkaf 46/14)
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
İşte onlar Cennet ahalisidir, yaptıkları işlere karşılık orada ölümsüz olarak kalacaklardır[*].

[*] Bakara 2/82, A’raf 7/42, Yunus 10/26, Hud 11/23, Secde 32/17.


(Ahkaf 46/15)
وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ اِحْسَانًاۜ حَمَلَتْهُ اُمُّهُ كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًاۜ وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلٰثُونَ شَهْرًاۜ حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ اَشُدَّهُ وَبَلَغَ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۙ قَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰيهُ وَاَصْلِحْ ل۪ي ف۪ي ذُرِّيَّت۪يۚ اِنّ۪ي تُبْتُ اِلَيْكَ وَاِنّ۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
Biz insana, anne ve babasına iyi davranma görevi yükledik. Annesi onu zorlukla taşımış ve zorlukla doğurmuştur[1*]. Onu karnında zorlukla taşıması ve sütten kesmesi otuz ay sürer[2*]. Olgunluğa erişip kırk yaşına vardığında şöyle der: “Rabbim! Bana destek ver ki hem bana hem anneme-babama verdiğin nimetlere şükredeyim hem de senin razı olacağın iyi işler yapayım. Soyumdan gelenleri de benim için iyi evlatlar eyle. Ben sana yöneldim, ben sana teslim olanlardanım[3*].”

[1*] Nisa 4/36, İsra 17/23-24, Ankebut 29/8, Lokman 31/14-15.

[2*] Burada ifade edilen 30 aylık sürenin 24 ayı, çocuğun azami süt emme süresidir (Bakara 2/233). Bunu 30 aydan çıkarınca geriye altı ay kalır. Bu süre, ceninin ana rahminde insanlık vasfını kazanmasından yani ona ruhun üflenmesinden sonraki süredir (Müminun 23/14, Secde 32/7-9). Kur'an'da kameri yıl esas alınır (Tevbe 9/36). Bir kameri yıl 354 gün olduğu için 30 ay yani iki buçuk yıl 885 gün eder. Bundan azami süt emme süresi olan iki yılı yani 708 günü çıkarırsak geriye 177 gün kalır. Çocuğun ana rahminde toplam 280 gün kaldığı kabul edildiği için 280-177=103 eder. Sonuç olarak ruhun 103. gün üflendiği ortaya çıkar. Kameri aylar bazen 29 bazen 30 gün çektiği için bu süre 3,5 aya tekabül eder.

[3*] Benzer bir dua için bkz: Neml 27/19.


(Ahkaf 46/16)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَنَتَجَاوَزُ عَنْ سَيِّـَٔاتِهِمْ ف۪ٓي اَصْحَابِ الْجَنَّةِۜ وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ
İşte bunlar; amellerini, en güzelini (esas alarak[1*]) kabul edeceğimiz, kötülüklerine bakmayacağımız ve Cennet ahalisi içine alacağımız kimselerdir. Bu, kendilerine yapılan doğru vaadin gereğidir[2*].

[1*] Yunus 10/26, Nahl 16/96-97, Enbiya 21/101, Nur 24/38, Ankebut 29/7, Zümer 39/33-35.

[2*] Nisa 4/31,122, Furkan 25/15-16, Lokman 31/8-9, Zümer 39/20.


(Ahkaf 46/17)
وَالَّذ۪ي قَالَ لِوَالِدَيْهِ اُفٍّ لَكُمَٓا اَتَعِدَانِن۪ٓي اَنْ اُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتِ الْقُرُونُ مِنْ قَبْل۪ي وَهُمَا يَسْتَغ۪يثَانِ اللّٰهَ وَيْلَكَ اٰمِنْۗ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّۚ فَيَقُولُ مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Bir de anne ve babasına şöyle diyen vardır: “Bıktım sizden![1*] Siz beni (yeniden diriltilip) topraktan çıkarılmakla mı tehdit ediyorsunuz? Halbuki benden önce nice nesiller gelip geçti.[2*]” Annesi ve babası da Allah’tan yardım ister ve şöyle derler: “Yazık sana, iman et! Allah’ın vaadi gerçektir.” O ise şöyle der: “Bu öncekilerin yazılarından[3*] başka ne ki!”

[1*] İsra 17/23.

[2*] Bu tür düşünce sahiplerine dair diğer ayetler için bkz: En’am 6/29, Mü’minun 23/37, Duhan 44/34-36, Casiye 45/24.

[3*] Ayette geçen esâtîr (أَسَاطِيرُ) kelimesi, “bir şeye hiza vermek, saf tutturmak” anlamına gelen satr (سطر) kökünden türemiş olan ustûre (اسطورة) kelimesinin çoğuludur (Müfredat). Satara (سَطَرَ) fiilinin “yazı yazmak” anlamına gelmesi, harflerin hizaya sokulması, anlamlı bir şekilde sıralanması sebebiyledir. Dokuz yerde geçen esâtîru’l-evvelîn (أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ) ifadesi, Kur’an’da anlatılanların yeni olmadığını, önceki ilahi kitaplarda, diğer kitaplarda, yazıtlarda ya da anlatılarda zaten var olduğunu belirtmek için ayetleri görmezden gelenler tarafından kullanılan alaycı bir ifadedir. Bunu söyleyerek Kur’an’ın önceki ilahi kitapları tasdik etmesini de istismar etmişlerdir (En’am 6/25, Enfal 8/31, Nahl 16/24, Müminun 23/83, Furkan 25/5, Neml 27/68, Kalem 68/15, Mutaffifin 83/13).


(Ahkaf 46/18)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۜ اِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِر۪ينَ
Kendilerinden önce gelip geçmiş cin ve insan toplumları hakkında gerçekleşmiş olan o söz /cezalandırma sözü, bunlar için de gerçekleşecek. Çünkü bunlar hüsrana uğrayanlardır[*]."

[*] Fussilet 41/25.


(Ahkaf 46/19)
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۚ وَلِيُوَفِّيَهُمْ اَعْمَالَهُمْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Herkesin yaptığı işe göre dereceleri vardır[*]. Bu, (Allah’ın) onlara, yaptıklarının karşılığını tam olarak vermesi içindir. Onlara haksızlık yapılmayacaktır.

[*] En’am 6/132.


(Ahkaf 46/20)
وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ ف۪ي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُمْ بِهَاۚ فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَفْسُقُونَ۟
Kâfirlik edenler ateşin karşısına getirildikleri gün[1*], onlara şöyle denir: “Siz güzel şeylerinizi (ahireti hesaba katmadan) dünyadaki hayatınızda tükettiniz. Onların keyfini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklenmenize ve yoldan çıkmanıza karşılık alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız[2*].”

[1*] Şûrâ 42/45, Ahkaf 46/34.

[2*] En’am 6/93.


(Ahkaf 46/21)
وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ اِذْ اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ٓ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Âd halkının kardeşlerini /Hûd’u anlat[1*]; Ahkaf’ta[2*] kavmini uyardı. Ondan önce de sonra da nice uyarıcılar gelip geçti. (Hûd) şöyle dedi: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size, azametli bir günün azabının gelmesinden korkuyorum.”

[1*] Hud kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/65-72, Hud 11/51-60, Şuara 26/124-140, Fussilet 41/15-16, Kamer 54/18-21, Zariyat 51/41-42, Hâkka 69/6-8, Fecr 89/6-8.

[2*] Ahkaf, sözlükte “eğri büğrü kum tepeleri” demektir. Âd kavminin, Hûd tarafından imana davet edildikleri sırada yaşadıkları yerin adıdır (DİA, Ahkaf).


(Ahkaf 46/22)
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ اٰلِهَتِنَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Onlar şöyle dediler: “Sen bizi ilahlarımızdan vazgeçirmek için mi geldin? Doğru söyleyenlerden isen haydi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir[*]!”

[*] A’raf 7/70, Hûd 11/53.


(Ahkaf 46/23)
قَالَ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۘ وَاُبَلِّغُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ
O da şöyle dedi: “Onun bilgisi yalnız Allah'ın katındadır. Ben size, benimle gönderilen mesajı tebliğ ediyorum[*]. Ama ben sizi, cahilce davranan bir halk olarak görüyorum.”

[*] A’raf 7/68, Hud 11/57.


(Ahkaf 46/24)
فَلَمَّا رَاَوْهُ عَارِضًا مُسْتَقْبِلَ اَوْدِيَتِهِمْۙ قَالُوا هٰذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَاۜ بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُمْ بِه۪ۜ ر۪يحٌ ف۪يهَا عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ
O azabı, vadilerine doğru yönelmiş bulut kütlesi halinde görünce şöyle dediler: “Bu, bize yağmur yağdıracak bir bulut kütlesi!” (Hûd dedi ki:) “Hayır! O, hemen gelmesini istediğiniz şey, içinde acıklı bir azap olan rüzgardır.


(Ahkaf 46/25)
تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِاَمْرِ رَبِّهَا فَاَصْبَحُوا لَا يُرٰٓى اِلَّا مَسَاكِنُهُمْۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ
O rüzgar, Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir edecektir.” Sonunda öyle bir hale geldiler ki evlerinden başka görülebilecek bir şey kalmadı. Biz suçlular topluluğunu işte böyle cezalandırırız[*].

[*] Fussilet 41/16, Kamer 54/19-20, Zariyat 51/41-42, Hakka 69/6-7.


(Ahkaf 46/26)
وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ ف۪يمَٓا اِنْ مَكَّنَّاكُمْ ف۪يهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَاَبْصَارًا وَاَفْـِٔدَةًۘ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَٓا اَبْصَارُهُمْ وَلَٓا اَفْـِٔدَتُهُمْ مِنْ شَيْءٍ اِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Onlara, size vermediğimiz imkanlar vermiştik[1*]. Onlar için de dinleme yeteneği, basiret /ileri görüşlü olma özelliği ve gönüller oluşturmuştuk[2*] ama ayetlerimizi bile bile inkar ettikleri için dinleme yetenekleri, basiretleri ve gönülleri bir işe yaramadı. Hafife aldıkları şey /o azap onları kuşattı[3*].

[1*] Bu imkanları anlatan ayetler için bkz: A'raf 7/69, Hud 11/52, Şuara 26/132-134, Fussilet 41/15.

[2*] Dinleme, basiret ve gönül, ruhun üflenmesi ile kazanılan özelliklerdir (Secde 32/9). Ruh, bilgisayarın işletim sistemine benzetilebilir. O sistem, bilgisayarın yapımı tamamlandıktan sonra yüklenir. Ruh da vücuda, yapısının tamamlanmasından sonra yüklenir ve kişide gönül, dinleme, basiret sahibi olma özellikleri oluşturur. Kişi, o andan itibaren diğer canlılardan farklı hale gelir (Müminûn 23/12-14). Gönül, ruhun kalbi; kişinin ana kumanda merkezidir. Akıl, doğru bilgilere uyulmasını ister. Gönül ise menfaatleriyle doğrular arasında git-geller yaşar. Kararını menfaatlerine göre verirse kendini bazı doğrulara kapatır, onları yok sayar. Bu da kişiyi, insanlara karşı nankör, Allah’a karşı kâfir yapar. Kafir, Allah’ın ayetlerini görür, doğru olduklarına inanır ama menfaatlerine ters düştüğü için görmezden gelir. Bu sebeple kafirlik, bilinçli bir eylemdir (Al-i İmran 3/106, Tevbe 9/66, Nahl 16/106, Neml 27/14, Ankebut 29/47, Lokman 31/32). Bu eylemi yapanlar, Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lanetini hak ederler. Tevbe etmezlerse dünyalarını da ahiretlerini de kaybederler (Al-i İmran 3/89-91). Ad kavmi de Hud aleyhisselamı dinlemeyerek kâfir olmuş ve cezayı hak etmiştir (Hud 11/59, Fussilet 41/15). Zaten Allah, elçi gönderip gerekli uyarıları yapmadan, hiçbir toplumu helak etmez (İsra 17/15, Rum 30/9).

[3*] En’am 6/6.


(Ahkaf 46/27)
وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُمْ مِنَ الْقُرٰى وَصَرَّفْنَا الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Çevrenizdeki nice kentleri de helak ettik[*]. Belki yanlışlarından dönerler diye onlara da ayetlerimizi değişik biçimlerde anlatmıştık.

[*] Taha 20/128, Kasas 28/58, Secde 32/26, Zuhruf 43/8.


(Ahkaf 46/28)
فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ قُرْبَانًا اٰلِهَةًۜ بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْۚ وَذٰلِكَ اِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Allah’a yaklaşmak için[1*] Allah ile kendi aralarına koydukları ilahlar onlara yardım etseydi ya[2*]! Aksine o ilahlar, yanlarından /zihinlerinden kaybolup gittiler[3*]. Zaten bu iş, kendi düzmeceleri ve uydurup durdukları şeydi[4*].

[1*] Zümer 39/3.

[2*] Muhammed 47/13.

[3*] İsra 17/67.

[4*] Yusuf 12/40.


(Ahkaf 46/29)
وَاِذْ صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَرًا مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُٓوا اَنْصِتُواۚ فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ
Bir gün, Kur’an’ı dinlemeye hazır bir grup cini sana yönlendirmiştik[*]. Yanına vardıklarında birbirlerine “Susun!” dediler. Dinlemeleri tamamlanınca birer uyarıcı olarak toplumlarına döndüler.

[*] Allah, cinleri de insanlar gibi imtihan için yaratmış ve aynı görevlerle yükümlü tutmuştur (Nisa 4/172-173 Zariyat 51/56). Tevrat ve İncil’e inanan insanlar yeni bir nebi beklentisi içinde idiler. (Bakara 2/121, Maide 5/83-84, Hud 11/17, Kasas 28/52-54, Ankebut 29/47). Yukarıdaki ayetler, cinlerin bir kısmının da Tevrat’a inandıklarını ve aynı beklenti içinde olduklarını gösterir. Nitekim Tevrat’tan haberi olmayan cinler de vardı. Onların içinden de Nebimizi dinlemek için gelenler olmuştu (Cin 72/1-15).


(Ahkaf 46/30)
قَالُوا يَا قَوْمَنَٓا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ
Onlara dediler ki: “Ey halkımız! Musa’dan sonra indirilmiş[*], kendinden önceki kitapları tasdik eden, gerçeğe ve dosdoğru yola yönelten bir kitap dinledik.

[*] Ayette Kur’an’ın Musa’dan (a.s.) sonra indirildiğine ve kendinden öncekileri tasdik eder özellikte olduğuna dikkat çekilmektedir. Oysa herkesin bildiği gibi Kur’an, İsa’dan (a.s.) sonra indirilmiştir. Musa’ya dikkat çekilme nedeni, Kur’an’dan önceki şeriatın temelinin Musa’ya verilen emirler olmasıdır. Musa’dan sonra İsrailoğullarına pek çok nebi gelmiştir (Bakara 2/87). Bunlar, Musa’ya verilen şeriattan sorumludur. İsa’ya (a.s.) da bu nedenle hem Tevrat hem İncil öğretilmiştir (Al-i İmran 3/48, Maide 5/110). Onlara verilen kitaplar bazı hatırlatmalar, hafifletmeler ve yeni gelecek nebiye dair müjdeleyici bilgiler içerir. Tevrat’ta, son nebinin Musa gibi bir nebi olacağı bildirilmiştir (Yasa’nın Tekrarı 18:18). İsa aleyhisselamın da yasayı yani Musa’ya verilen şeriatı geçersiz kılmak için değil yerine getirmek için geldiği İncil’de yazar (Matta 5:17-19). Musa’dan sonra yeni şeriat getiren ilk nebi Muhammed (a.s.), yeni yasa da Kur’an olduğu için, ayette Kur’an’ın bu özelliği öne çıkarılmıştır.


(Ahkaf 46/31)
يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ
Ey halkımız! Allah’a çağırana olumlu cevap verin ve ona inanıp güvenin ki (Allah) hem günahlarınızı bağışlasın hem de sizi acıklı bir azaptan korusun[*].

[*] Cin 72/13.


(Ahkaf 46/32)
وَمَنْ لَا يُجِبْ دَاعِيَ اللّٰهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْاَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءُۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Kim Allah’a çağırana olumlu cevap vermezse (bilsin ki) yeryüzünde Allah’ı aciz bırakacak değildir. Onun, Allah ile arasına girecek yakınları da olmayacaktır[*]. Böyleleri açık bir sapkınlık içindedirler.”

[*] Nur 24/57, Ankebut 29/22, Şûrâ 42/31. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan kimse yoktur. Ama Allah’a güveni olmayanlar araya, kendilerini koruyacaklarını sandıkları aracılar koyarak Allah’ı ikinci sıraya atmış ve müşrik olmuş olurlar.


(Ahkaf 46/33)
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰىۜ بَلٰٓى اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Gökleri ve yeri yaratan, onları yaratırken acizlik göstermeyen Allah’ın, ölülere yeniden hayat vermenin ölçüsünü de koyduğunu görmediler mi[*]? Evet o, her şeye bir ölçü koyandır.

[*] Rum 30/19, 50, Fussilet 41/39, Zuhruf 43/11, Kaf 50/9-11, 38, Kıyamet 75/37-40.

 

(Ahkaf 46/34)
وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
Kâfirlik edenler ateşin karşısına getirildikleri gün[1*], onlara “Bu gerçekmiş, değil mi?” denir. Onlar “Evet, Rabbimize yemin olsun ki gerçekmiş.” derler. Rableri de onlara “Öyleyse kâfirlik etmenize karşılık tadın bu azabı!” der[2*].

[1*] Ahkaf 46/20.

[2*] En’am 6/30.


(Ahkaf 46/35)
فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَۙ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ بَلَاغٌۚ فَهَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ
Elçilerden kararlılık sahibi olanlar[1*] nasıl sabrettilerse /duruşlarını bozmadılarsa sen de onlar gibi sabret! Kâfirler için aceleci olma[2*]! Onlar; tehdit edildikleri azabı görecekleri gün, dünyada gündüzün kısa bir süresi kadar kalmış gibi olacaklar[3*]. Bu, bir bildiridir. Hiç, yoldan çıkmış bir topluluktan başkası helak edilir mi[4*]?

[1*] “Ülü’l-azm” olarak nitelendirilen  elçiler Nuh, İbrahim, Musa ve İsa aleyhisselam olmalıdır. Çünkü bunlar şu iki ayette de birlikte zikredilmiştir (Ahzab 33/7, Şûrâ 42/13).

[2*] Yunus 10/109, Nahl 16/127, Rum 30/60, Mü’min 40/55, 77, Tur 52/48, Kalem 68/48, Müzzemmil 73/10, Müddessir 74/7, İnsan 76/24.

[3*] Yunus 10/45, İsra 17/52, Taha 20/103-104, Mü’minun 23/112-114, Rum 30/55, Naziat 79/46.

[4*] En’am 6/47.