HAŞR

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Haşr 59/1)
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Göklerde ne var yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder /ona boyun eğer[*]. O, daima üstün ve kararları doğru olandır.

[*] Gökler, yer ve onlarda bulunan her şey Allah’ın koyduğu kurallara gönüllü olarak boyun eğer (İsra 17/44, Nur 24/41, Fussilet 41/11, Hadid 57/1, Saf 61/1). İmtihan için yaratılan insanlar ve cinler (Hûd 11/7, Kehf 18/7, Zariyat 51/56, Mülk 67/2) ise imtihan konusu olan işlerde serbest bırakılmışlardır. Bunun dışındaki alanlarda; örneğin nefes alıp verme, yeme, içme, giyinme, barınma, dinlenme ve benzeri konularda; Allah’ın doğada koyduğu kanunlara boyun eğmeden yaşayamazlar.


(Haşr 59/2)
هُوَ الَّذ۪ٓي اَخْرَجَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ دِيَارِهِمْ لِاَوَّلِ الْحَشْرِۜ مَا ظَنَنْتُمْ اَنْ يَخْرُجُوا وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ حُصُونُهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَاَتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُمْ بِاَيْد۪يهِمْ وَاَيْدِي الْمُؤْمِن۪ينَ فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَارِ
Ehlikitaptan kâfirlik edenleri, ilk toplu terkleri sırasında[1*] yurtlarından çıkaran Allah’tır. Siz, çıkacaklarını düşünmemiştiniz, onlar ise kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını düşünmüşlerdi[2*]. Allah, onlara beklemedikleri yerden geldi de kalplerine korku saldı. Evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle boşaltıp terk ediyorlardı[3*]. Ey ileri görüşlüler; bundan ibret alın!

[1*] Nebimiz, hicretten kısa bir süre sonra, Medine’de yaşayan Yahudi ve Arap kabileleri ile Medîne Vesîkası  adı verilen bir antlaşma yaptı (DİA, Medine Vesikası). Benî Nadîr Yahudileri bu antlaşmaya aykırı davrandıkları için (Haşr 59/4) savaş sartları oluştu (Enfal 8/55-58); ancak Allah, Yahudilerle ilgili olarak şöyle bir ayet indirmişti: “Verdikleri sözden dönmelerinden dolayı onları lanetledik /dışladık, kalplerini katılaştırdık. Kelimelerin asıl anlamlarını tahrif ediyor /kaydırıyor, akıllarında tutmaları istenen bilgilerin bir kısmını unutuyorlardı. Pek azı dışında onlardan hep hainlik göreceksin. Sen onlara bakma ve yeni bir sayfa aç. Allah güzel davrananları sever.” (Maide 5/13). Bu sebeple nebimiz onlara savaş açmadı (Haşr 59/6). Allah onları dışlayıp kalplerine korku saldı ve onlara ait bazı hurma ağaçlarının kesilmesini istedi (Haşr 59/5). Bu korku ve dışlanma, onların Medine’yi toplu halde terk etmelerini sağladı. Benzer durumu, daha önce Benî Kaynuka Yahudileri yaşamıştı (Haşr 59/15). Benî Nadîr’in çıkışının “ilk toplu terk” olarak nitelenmesi, Benî Kaynuka’nın Medine’yi toplu halde değil de azar azar terk ettiklerini gösterir. Benî Kurayza Yahudileri ise antlaşmaya uymuş ve Hendek Savaşı’nda Müslümanların yanında yer almışlardı. Çatışma ortamına girince savaş meydanından çekilip anlaşmayı bozdular (Ahzab 33/12-15). Bununla da yetinmeyip düşman tarafına geçerek Müslümanlara savaş açmış oldular. Düşmana arka çıkmaarı yüzden Nebimiz, Hendek Savaşı’nda düşmanın çekilmesinin hemen arkasından onların kalelerini kuşatıp bir kısmını öldürdü, bir kısmını da esir aldı. Onların yeri, yurdu ve malları da ganimet olarak Müslümanlara kaldı (Ahzab 33/26-27). Bu ayetteki “ilk toplu terk” ifadesi, ikinci toplu terkin de yaşandığını gösterir. O zaman “ikinci toplu terk” Benî Kurayza esirlerinin hürriyetlerine kavuşturulmalarından sonra Medine’yi terk etmeleri olur. Çünkü esirler fidye karşılığı veya karşılıksız serbest bırakılırlar (Muhammed 47/4)

[2*] Antlaşmanın bozulması üzerine Müslümanlar Beni Nadir yahudilerinin kendilerine savaş açılmadan yurtlarından çıkmayacağını düşünüyor, onlar da kendilerine savaş açıldığında kalelerinin kendilerini koruyacağını düşünüyordu. Halbuki Allah onların hurma ağaçlarını kestirerek kalplerine korku salmış ve savaşa gerek kalmadan yurtlarından çıkmalarını sağlamıştır.

[3*] “boşaltıp terk etme” anlamı verilen kelimenin kökü “harab (خراب)” dır, canlılığın kaybolması anlamındadır (Müfredat). 


(Haşr 59/3)
وَلَوْلَٓا اَنْ كَتَبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمُ الْجَلَٓاءَ لَعَذَّبَهُمْ فِي الدُّنْيَاۜ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابُ النَّارِ
Allah, orayı terk etmelerini yazmış olmasaydı[1*] dünyada onlara kesinlikle (başka şekilde) azap ederdi[2*]. Onlara Ahirette de ateş azabı vardır[3*].

[1*] Allah bunu ezelde değil, onların antlaşmayı bozmaları üzerine yazmıştır (Hadid 57/22-23). Nitekim, İsrailoğullarının, Allah’ın emirlerini yerine getirmemeleri durumunda yurtlarından çıkarılacakları ve uluslar arasında dağıtılacakları Tevrat ve İncil’de de yazılıdır (Levililer 26: 14-38, Hezekiel 20:23-24, 1 Peter 1:1, Elçilerin İşleri 8:1,4). 

[2*] Beni Nadir Yahudilerinin Medine’den çıkarılması, Maide 5/33. ayetin gereğidir. Bu suçu işleyenlere uygulanacak diğer cezalar da aynı ayette anlatılmaktadır.

[3*] Ra’d 13/34.


(Haşr 59/4)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَٓاقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ وَمَنْ يُشَٓاقِّ اللّٰهَ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Çünkü onlar, Allah’ın ve elçisinin karşısında yer aldılar. Kim Allah’ın karşısında yer alırsa (bilsin ki) Allah’ın cezalandırması çetindir[*].

[*] Nisa 4/115, Enfal 8/13-14, Muhammed 47/32.


(Haşr 59/5)
مَا قَطَعْتُمْ مِنْ ل۪ينَةٍ اَوْ تَرَكْتُمُوهَا قَٓائِمَةً عَلٰٓى اُصُولِهَا فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِق۪ينَ
(Onlara ait) Hurma ağaçlarından herhangi birini kesmeniz veya (kesmeyip) kökleri üzerinde bırakmanız[1*], Allah'ın onayı ile olmuştur[2*]. Bu, Allah’ın, fasıkları[3*] rezil etmesi içindir.

[1*] Başkalarına ait ağaçlar, sahiplerinin izni olmadan kesilemez. Buradaki ağaç kesimi, antlaşmayı bozmaları sebebiyle Beni Nadîr Yahudilerine göz dağı vermek için Allah’ın onayı ile yapılmış, istisnai bir durumdur.

[2*] Teğabün 64/11, İnsan 76/30, Tekvir 81/29.

[3*] Fâsıklar; Allah’a verdikleri sözden sonra taahhütlerini bozanlar, Allah’ın kurulmasını emrettiği bağı koparan, ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlardır (Bakara 2/27). Bunlar, Medine’de, son nebinin gelmesini bekliyorlardı. Onun geldiği gördüler ve inandılar, onunla antlaşma yaptılar ama kıskançlıklarından dolayı kafir oldular (Bakara 2/76-79, 89-92). Bu halleri ile onlar,  Allah’a ve resulüne karşı savaş açmış ve yeryüzünde bozgunculuk yapmış oldukları için cezaları; öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi yahut bulundukları yerden sürgün edilmeleri idi. (Maide 5/33). Ancak müslümanlar, onlara karşı müsamahalı davranma emri aldıkları için (Maide 5/13) Allah, kalplerine korku salarak onlara Medine’yi terk ettirmişti. Medine’yi terk etmeleri sağlanmasaydı, Maide 5/33’teki cezalardan bir başkası uygulanacaktı. 


(Haşr 59/6)
وَمَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْهُمْ فَمَٓا اَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلَا رِكَابٍ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Allah'ın, elçisine fey[1*] olarak verdiği şeyler için siz ne at sürdünüz ne deve[2*]. Ama Allah, elçilerini tercih ettiği kimselerin üzerine hakim kılar. Allah, her şeye bir ölçü koyandır.

[1*] Buradaki “fey”, düşmanın, savaşmadan çekilip terk ettiği yerler ve içindeki mallardır. Savaş meydanında ele geçirilen mal ve esirlere ganimet, savaş sonucu veya savaşsız ele geçen kamu mallarına da enfal denir (Enfal 8/1).  

[2*] Müslümanların Beni Nadîr Yahudilerine karşı at ve deve sürmemiş olmaları, siyer kitaplarında yazılı olanın aksine, onlara karşı savaş açmadıklarını ve kalelerini kuşatmadıklarını gösterir. 
 

(Haşr 59/7)
مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ
O yerleşim yerlerinin halkından (kalan mallardan) Allah'ın, elçisine fey olarak verdiği şeyler; Allah’ın, elçisinin[1*], elçinin en yakınlarının, yetimlerin[2*], miskinlerin ve yolcularındır[3*]. Bu (paylaşım) o malların, içinizden zenginler arasında dolaşan bir servet haline gelmemesi içindir[4*]. Elçi size neyi verirse onu alın ve size neyi yasaklarsa ondan vazgeçin[5*]. Allah'a karşı yanlış yapmaktan sakının. Allah’ın cezalandırması çetindir.

[1*] Fey olarak alınan malların bir kısmının, Allah ve resulüne ait olması, onların kamu yararına kullanılacağını gösterir. Benî Nadîr Yahudilerinden kalan bazı mallar bu şekilde kullanılmış olmalıdır. 

[2*] Türkçede yetim, babası olmayan çocuğa; öksüz ise annesi veya hem annesi hem babası olmayan çocuğa denir. Kur’an’da bunların tamamına yetim denir. Bunun bir örneği Nisa 4/6. ayettir. Orada sözü edilen yetimler kapsamına, bunların hepsi girer.

[3*] Bu ayet, feyin tamamının, savaş sonucu elde edilen ganimetlerin beşte biri gibi dağıtılacağını hükme bağlamıştır (Enfal 8/41).

[4*] Feyin, zenginler arasında dolaşan bir servet haline gelmemesi şartından dolayı, kendine feyden pay verilecek kişilerin zengin olmamaları gerekir.

[5*] Ayetin metninde geçen kelime “resul”dür. Resul, Allah tarafından kendisine vahyedileni olduğu gibi tebliğ eder. Ayrıca resul kelimesi risaletin bizzat kendisini yani Kitabı da ifade eder (Müfredat). Bu ayette, “resulün verdiği ve yasakladığı” ile kastedilen, “fey”in paylaştırılması ile ilgili hükümlerdir. Muhammed aleyhisselam, resul olarak bu ayetteki hükümleri uygulamıştır. Resulün emretmesi ve yasaklaması konusunda A’raf 7/157 ayetinin ilgili dipnotuna bakınız.


(Haşr 59/8)
لِلْفُقَرَٓاءِ الْمُهَاجِر۪ينَ الَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًا وَيَنْصُرُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَۚ
(O mallar, Resulullah’ın yakınları ve hemşehrileri olan) hicret etmiş fakirler içindir ki onlar yurtlarından çıkarılıp mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’ın lütfunu ve rızasını arayan, Allah’a ve elçisine yardım eden kimselerdir[1*]. İşte onlar doğru sözlü kimselerdir[2*].

[1*] Feyin dağıtılacağı yerler 7. ayette tam olarak anlatıldığından burada sözü edilen hicret etmiş fakirler, ayrı bir sınıfı teşkil etmez. Bu sebeple “hicret etmiş fakirler için (لِلْفُقَرَاء الْمُهَاجِرِينَ)” ifadesi, Arap dili açısından, zorunlu olarak önceki ayette yer alan “elçinin en yakınları (ذِي الْقُرْبَى)” ifadesinin bedeli olur. O zaman “elçinin en yakınları” ifadesi Resulullah'ın, hem hicret etmiş olan fakir akrabalarını hem de fakir hemşehrilerini kapsar. 

[2*] Tevbe 9/20.


(Haşr 59/9)
وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ
Onlardan önce bu yurda /Medine'ye yerleşmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olanlar (ensar), kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara (feyden) verilen şeylere karşı içlerinde bir istek duymazlar[1*]. Zor durumda olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin doyumsuzluğundan korunursa işte onlar umduklarına kavuşacak olanlardır[2*].

[1*] Enfal 8/72-75, Tevbe 9/100.

[2*] Teğâbün 64/16.


(Haşr 59/10)
وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟
Onlardan sonra gelenler şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman ile gelip geçmiş kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı bir çekememezlik oluşturma. Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatli ve ikramı bol olansın[*]."

[*] Bu özellikteki müminlerin diğer duaları için bkz: Âl-i İmran 3/16-17, 147, 193-194, Mü’minun 23/109.


(Haşr 59/11)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نَافَقُوا يَقُولُونَ لِاِخْوَانِهِمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَئِنْ اُخْرِجْتُمْ لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ وَلَا نُط۪يعُ ف۪يكُمْ اَحَدًا اَبَدًاۙ وَاِنْ قُوتِلْتُمْ لَنَنْصُرَنَّكُمْۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
(Ey Muhammed!) Münafıklık /ikiyüzlülük edenleri görmedin mi! Ehlikitaptan kafirlik eden kardeşlerine şöyle diyorlar: "Siz buradan (Medine’den) çıkarılırsanız kesinlikle biz de sizinle beraber çıkarız; sizin karşınızda yer alan kimseye, hiçbir zaman boyun eğmeyiz. Sizinle savaşılırsa kesinlikle size yardım ederiz[1*]." Allah şahittir ki bunlar kesinlikle yalancı kimselerdir[2*].

[1*] Maide 5/52-53.

[2*] Münafikun 63/1.


(Haşr 59/12)
لَئِنْ اُخْرِجُوا لَا يَخْرُجُونَ مَعَهُمْۚ وَلَئِنْ قُوتِلُوا لَا يَنْصُرُونَهُمْۚ وَلَئِنْ نَصَرُوهُمْ لَيُوَلُّنَّ الْاَدْبَارَ۠ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ
Onlar çıkarılırlarsa bunlar (münafıklar) kesinlikle onlarla beraber çıkmazlar. Onlarla savaşılırsa asla yardım etmezler. Yardım edecek olsalar bile kesinlikle sırtlarını dönüp kaçarlar. Sonra kendileri de yardım görmezler[*].

[*] Nisa 4/141-143.


(Haşr 59/13)
لَاَنْتُمْ اَشَدُّ رَهْبَةً ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
Onların size karşı içlerinde taşıdıkları korku, Allah korkusundan çok daha güçlüdür. Bu, onların kavrayışsız bir topluluk olmaları sebebiyledir[*].

[*] Nisa 4/77, Münafikun 63/3.

 

(Haşr 59/14)
لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعًا اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعًا وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ
Onlar, korunaklı yerleşim yerlerinde veya duvarların arkasında olmadıkça size karşı toplu halde savaşmazlar[*]. Kendi aralarındaki çatışmaları pek şiddetlidir. Onları birlik içinde sanırsın ama kalpleri farklı farklıdır. Bu onların, doğru bağlantı kurmayan bir topluluk olmalarından dolayıdır.

[*] Âl-i İmran 3/110-112.

 

(Haşr 59/15)
كَمَثَلِ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَر۪يبًا ذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۚ
Onların (Beni Nadîr Yahudilerinin) durumu, kendilerinden kısa bir süre önce yaptıklarının cezasını tadanların (Beni Kaynuka Yahudilerinin) durumu gibidir[*]. Onlar için acıklı bir azap oldu.

[*] Bunlar Medine’yi ilk terk eden Beni Kaynuka Yahudileridir. Benî Nadîr’den önce  “Medine Sözleşmesi” adı verilen antlaşmayı bozdukları için orayı terk etmek zorunda kalmış ve bundan dolayı sıkıntıya girmişlerdir (Haşr 59/2).


(Haşr 59/16)
كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ اِذْ قَالَ لِلْاِنْسَانِ اكْفُرْۚ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
(Onların durumu) Şeytanın durumuna da benzer. Şeytan insana: "Kafirlik et /Görmezlikten gel!” der, kafirlik ettiğinde ise şöyle der: "Ben senden uzağım; çünkü ben, varlıkların Rabbi / Sahibi olan Allah'tan korkarım[*]!"

[*] Enfal 8/48.


(Haşr 59/17)
فَكَانَ عَاقِبَتَهُمَٓا اَنَّهُمَا فِي النَّارِ خَالِدَيْنِ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَ۟
Artık ikisinin de sonu, ölümsüz olarak kalmak üzere ateşte olmalarıdır. İşte bu, yanlış yapanların cezasıdır[*].

[*] İbrahim 14/22, Mücadele 58/19.

 

(Haşr 59/18)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Ey inanıp güvenenler! Allah'a karşı yanlış yapmaktan sakının. Herkes yarın için ne hazırladığına baksın[*]. Allah'a karşı yanlış yapmaktan sakının, çünkü Allah yaptıklarınızın iç yüzünden haberdardır.

[*] Bakara 2/110, Âl-i İmran 3/102, Nebe 78/40.

 

(Haşr 59/19)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Allah'ı unutan, bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! Onlar yoldan çıkmış olanlardır[*].

[*] Bu kapsama kafirler girdiği gibi münafıklar da girer (Tevbe 9/67).  Allah’ı unutanlar, çeşitli ruhsal ve bedensel sorunlar yaşarlar. Bu sorunları örtmek için sürekli kendilerinden kaçar ve yaptıkları yanlışları artırırlar (En’am 6/125, Taha 20/124-127, Mücadele 58/19).


(Haşr 59/20)
لَا يَسْتَو۪ٓي اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ الْجَنَّةِۜ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
Cehennem ahalisi ile cennet ahalisi bir değildir. Cennet ahalisi başarılı olmuş kimselerdir[*].

[*] Secde 32/18-20, Zümer 39/9, Mü'min 40/58, Casiye 45/21-22.


(Haşr 59/21)
لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Biz bu Kur'ân’ı bir dağa indirmiş olsaydık kesinlikle onun, Allah korkusundan başını eğip paramparça olduğunu görürdün[1*]. İşte bu örnekleri insanlar için veriyoruz; belki düşünürler[2*].

[1*] Ahzab 33/72.

[2*] İsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58, Zümer 39/27.

 

(Haşr 59/22)
هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۚ هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ
O, Allah’tır, kendisinden başka ilah olmayandır[1*]. Gaybı /algılanamayanı da şehadeti /algılanabileni de bilendir[2*]. O, iyiliği sonsuz ve ikramı bol olandır[3*].

[1*] Bakara 2/255, Âl-i İmran 3/2, Neml 27/26, Kasas 28/70.

[2*] En’am 6/73, Ra’d 13/9, Secde 32/6, Teğabün 64/18.

[3*] Fatiha 1/3, Bakara 2/163.


(Haşr 59/23)
هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
O, Allah’tır, kendisinden başka ilah olmayandır. Mutlak hükümdar, tertemiz olan, esenlik veren, güvenlik veren, koruyup kollayan, daima üstün olan[1*], buyruğunu her şeye geçiren, büyüklükte eşsiz olandır[2*]. Allah onların ortak koştuklarından uzaktır[3*].

[1*] Taha 20/114, Mü’minun 23/116, Cuma 62/1.

[2*] Casiye 45/37, Hadid 57/1-5.

[3*] Tûr 52/43.


(Haşr 59/24)
هُوَ اللّٰهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۜ يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
O Allah; yaratan[1*], her yarattığını farklı yaratan[2*] ve kendine özgü şeklini belirleyendir[3*]. En güzel özellikler[4*] onundur[5*]. Göklerde ve yerde ne varsa onu tesbih etmekte /ona boyun eğmektedir[6*]. O, daima üstün ve bütün kararları doğru olandır.

[1*] En’am 6/102, Zümer 39/62, Mü’min 40/62.

[2*] Ber’ (برأ) kökünden türeyen bir kelime Allah için kullanılınca “bir şeyin özünü ve şeklini diğer varlıklardan farklı yaratma” anlamında olur (Lisanu’l Arab). Allah’ın isimlerinden olan el-Bâri’ bu yönüyle el-Hâlık’tan farklıdır. İnsan insana, bitki bitkiye, hayvan hayvana benzer ama hepsi de birbirinden farklı yaratılmıştır (Bakara 2/54, Hadid 57/22).

[3*] El-Musavvir (المصور) özel şekli belirleyen yani özgünleştiren anlamındadır. Bu özel şekil, herkesin anlayabileceği biçimde olabileceği gibi belli kişilerin anlayabileceği biçimde de olabilir (Müfredat). Âl-i İmran 3/6.

[4*] “Özellik” diye meal verdiğimiz kelime “isim”dir. Çünkü Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). Türkçe’de isim, bu anlamı içermediği için meale “özellik” olarak yazdık (Bakara 2/31). 

[5*] A’raf 7/180, İsra 17/110-111, Taha 20/8.

[6*] Haşr 59/1.