TAHA

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Taha 20/1)
طٰهٰۜ
Tâ-Hâ[*]!

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.

Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.


(Taha 20/2)
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ
Bu Kur’an’ı sana, sıkıntıya girmen için indirmedik[*].

[*] A’raf 7/2.


(Taha 20/3)
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ
Sadece, (bizden) çekinene doğru bilgi vermek için (indirdik)[*].

[*] Kur’an, bütün insanlar için doğru bilgidir ama o bilgiden, sadece yanlışlardan sakınanlar yararlanırlar (Yasin 36/11, Kaf 50/45, Zariyat 51/55, Naziat 79/45).


(Taha 20/4)
تَنْز۪يلًا مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ
(Kur’an,) Yeri ve yüce gökleri yaratan tarafından indirilmiştir.


(Taha 20/5)
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى
Rahman /İyiliği sonsuz olan Allah, Arş’ın[*]/yönetimin başındadır.

[*] Kur’an, halkın diliyle inmiştir (İbrahim 14/4). Halk dilinde arş, “saltanat koltuğu”dur (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Arşa istiva ise “yönetimin başına geçme” anlamındadır. Türkçede de bu anlamda, “padişah tahta oturdu”, “falan kişi cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu” gibi ifadeler kullanılır. “Allah arşa istiva etti.” sözü de aynıdır. Kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder.


(Taha 20/6)
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى
Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve toprağın altında ne varsa hepsi onundur.


(Taha 20/7)
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى
Sözünü açıktan söylesen de (söylemesen de) Allah sırları da en gizlisini de bilir[*].

[*] Ra’d 13/10, Mülk 67/13-14.


(Taha 20/8)
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى
Allah, kendisinden başka ilah olmayandır. En güzel özellikler[*] onundur.

[*] “Özellik” diye meal verdiğimiz kelime “isim”dir. Çünkü Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). Türkçe’de isim, bu anlamı içermediği için meale “özellik” olarak yazdık (Bakara 2/31).


(Taha 20/9)
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ
Musa’nın haberi sana ulaştı değil mi!


(Taha 20/10)
اِذْ رَاٰ نَارًا فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَارًا لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى
(Tur Dağının eteklerinde) Bir ateş görmüştü de ailesine şöyle demişti: “Durun! Ben bir ateş farkettim. Belki ondan size bir kor getiririm ya da ateşin yanında yol gösterecek birini bulurum.”


(Taha 20/11)
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى
Oraya varınca şöyle seslenildi: “Ey Musa!


(Taha 20/12)
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ
Ben senin Rabbinim /Sahibinim. Ayakkabılarını çıkar! Çünkü sen, kutsal Tuva Vadisi’ndesin[*].

[*] Naziat 79/16. Bu olay. Tevrat'ın Mısır'dan Çıkış 3:5 pasajında da anlatılmaktadır.


(Taha 20/13)
وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحٰى
Ben seni seçtim. Öyleyse sana vahyedilecek şeyleri dinle[*]!

[*] Bu konuşma, Allah’ın Musa aleyhisselamı, nebi olarak görevlendirmesinden önce yapılmıştır (Şura 42/51).


(Taha 20/14)
اِنَّن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي
Ben Allah’ım, benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et ve beni zikir[*] için namazı düzgün ve sürekli kıl!

[*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder. (Ra’d 13/28) Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209). (Hicr 15/9)


(Taha 20/15)
اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَكَادُ اُخْف۪يهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى
O saat (mezardan kalkış saati), herkesin gösterdiği gayretin karşılığını görmesi için mutlaka gelecektir. Neredeyse onu saklı tutacaktım[*].

[*]  Bu saat, yeniden diriliş saatidir En’am 6/31, A’raf 7/187, Nahl 16/77, Hac 22/1-2, Hac 22/6-7, Rum 30/12-16, Rum 30/55, Lokman 31/34, Sebe 34/3, Zuhruf 43/66, Muhammed 47/18, Naziat 79/42-46.


(Taha 20/16)
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى
Ona inanmayan ve arzusuna uyan kişi sakın seni ondan (kıyamet saatine inanmaktan) engellemesin yoksa yıkılıp gidersin.


(Taha 20/17)
وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى
(Allah dedi ki:) “Sağ elindeki nedir, ey Musa[*]?”

[*] Soru bir şeyi, ya öğrenmek ya da kabul ettirmek için sorulur. Öğrenmek için sorulana tasavvur, diğerine tasdik sorusu denir. Mesela “Hasan mı geldi?” sorusu, gelenin kim olduğunu öğrenmek için sorulabileceği gibi Hasan’ın gelip gelmediğini onaylatmak için de sorulabilir. Daha farklı amaçlarla da soru sorulabilir. Bunların en yaygın olanları şunlardır: Bir şeyin varlığını pekiştirmek için soru (İstifham-ı takrîrî): Babanın oğluna, “Ben senin baban mıyım?” diye sorması böyledir. Bir şeyin yokluğunu pekiştirmek için soru (İstifham-ı inkârî):  Yabancı birine, “Ben senin baban mıyım?” diye sorulması böyledir. Bu ayetteki soru istifham-ı takriridir. Bu tarz bir sorunun amacı, bilmediğini öğrenmek değildir. Allah Musa aleyhisselamın elindekinin ne olduğunu elbette biliyordu. Ona bu soruyu sorması onun sıradan bir değnek olduğunu vurgulamak içindir. Allah bu soruyu sormadan direk değneğini yere at deseydi, onun yılana dönüşen ve vurulduğunda denizi ikiye bölen farklı bir değnek olduğu sanılır, Allah’ın bir mucizesi olarak algılanmayabilirdi.


(Taha 20/18)
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى
“O, değneğimdir.” dedi. “Ona dayanır, onunla koyun ve keçilerime yaprak silkelerim; başka işlerime de yarar.”


(Taha 20/19)
قَالَ اَلْقِهَا يَا مُوسٰى
Allah, “Onu yere at, Musa!” dedi.


(Taha 20/20)
فَاَلْقٰيهَا فَاِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعٰى
O da hemen attı. Bir de ne görsün! Değnek bir yılan olmuş, hızla hareket ediyor!


(Taha 20/21)
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ۠ سَنُع۪يدُهَا س۪يرَتَهَا الْاُولٰى
Allah, “Al onu, korkma! Onu ilk haline çevireceğiz.” dedi[*].

[*] Neml 27/10, Kasas 28/31.


(Taha 20/22)
وَاضْمُمْ يَدَكَ اِلٰى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ اٰيَةً اُخْرٰىۙ
“Şimdi de elini koynuna sok. Bir başka mucize olarak, elin lekesiz, bembeyaz bir şekilde çıksın[*].

[*] Neml 27/12, Kasas 28/32.


(Taha 20/23)
لِنُرِيَكَ مِنْ اٰيَاتِنَا الْكُبْرٰىۚ
Bunlar, en büyük mucizelerimizden bazısını sana gösterelim diyedir.


(Taha 20/24)
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟
Haydi, Firavun’a git; o taşkınlık etti[*]!”

[*] Naziat 79/17.


(Taha 20/25)
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ
Musa dedi ki: “Rabbim! İçimi ferahlat,


(Taha 20/26)
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ
İşimi kolaylaştır,


(Taha 20/27)
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ
Dilimdeki düğümü çöz.


(Taha 20/28)
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ
Çöz de sözlerimi iyi anlasınlar.


(Taha 20/29)
وَاجْعَلْ ل۪ي وَز۪يرًا مِنْ اَهْل۪يۙ
Ailemden birini de bana yardımcı eyle.


(Taha 20/30)
هٰرُونَ اَخ۪يۚ
Kardeşim Harun’u.


(Taha 20/31)
اُشْدُدْ بِه۪ٓ اَزْر۪يۙ
Onunla gücümü artır.


(Taha 20/32)
وَاَشْرِكْهُ ف۪ٓي اَمْر۪يۙ
Onu görevime ortak et[*].

[*] Şuara 26/13, Kasas 28/34.


(Taha 20/33)
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَث۪يرًاۙ
Böylece sana daha çok ibadet edelim.


(Taha 20/34)
وَنَذْكُرَكَ كَث۪يرًاۜ
Seni çokça zikredelim[*].

[*] Zikir için bkz. Taha 20/14. ayetin dipnotu.


(Taha 20/35)
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَص۪يرًا
Sen bizi elbette daima görmektesin.”


(Taha 20/36)
قَالَ قَدْ اُو۫ت۪يتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسٰى
Allah dedi ki: “Musa! İstediklerin verildi[*].

[*] Furkan 25/35.


(Taha 20/37)
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً اُخْرٰىۙ
Sana bir iyilik daha yapmıştık:


(Taha 20/38)
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ
Bir gün annene şunları vahyetmiştik[*]:

[*] Kasas 28/7. Bu ayette, Musa (a.s.)’ın annesine vahyedildiği bildirilmektedir. Buradaki vahiyle kastedilen, Allah’ın insanlarla konuşma yollarından biri olan ilhamdır (Şûrâ 42/51). Muhatabın algı ve yorumuyla ilgisi sebebiyle ilham, muhatapları için kesinlik taşımaz. Başkaları için bağlayıcı da değildir. Mûsâ (a.s.)’ın annesinin yaşadığı tereddütler bunu göstermektedir. Kendisine gelen ilham ile çocuğunu emziren ve suya bırakan anne (Kasas 28/7), daha sonra yaptığının doğru olup olmadığı hususunda şüpheler yaşamıştır. Yaptığını açık etmekten son anda yine kalbine doğan bir ilhamla kurtulmuştur (Kasas 28/10). Çocuğu suya bırakmakla ilgili ilhamın doğruluğunu çocuk kendisine döndükten sonra anlamıştır (Kasas 28/12-13). Detaylı açıklama için Nahl 16/68. ayetin dipnotuna bakınız.


(Taha 20/39)
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ
“Musa’yı şu sandığa koy da suya /Nil nehrine bırak, nehir onu kıyıya atsın, benim ve onun düşmanı olan biri onu alsın.” Seni sevimli bir çocuk kıldım ki gözümün önünde yetiştirilesin.


(Taha 20/40)
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى
Kız kardeşin de orada dolaşıyordu, (seni alanlara) şöyle demişti[1*]: “Buna bakacak birini size göstereyim mi?” Böylece seni tekrar annene kavuşturduk ki mutlu olsun, artık üzülmesin. (Bir gün) birini öldürmüştün[2*] de seni o tasadan da kurtarmıştık. Seni, çeşitli sıkıntılarla imtihan etmiştik. Yıllarca Medyen halkı arasında kalmıştın[3*]. Sonra bir plan dâhilinde buraya geldin, ey Musa!

[1*] Kasas 28/11-13.

[2*] Şuara 26/14-21, Kasas 28/15-16, 33.

[3*] Kasas 28/23-29.


(Taha 20/41)
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ
Seni kendim için yetiştirdim.


(Taha 20/42)
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ
Sen ve kardeşin, mucizelerimle gidin. Benim zikrim konusunda[*] gevşeklik etmeyin.

[*] Musa aleyhisselam Allah Teala’ya, Harun’u kendine yardımcı yapması halinde çokça zikir konusunda söz vermişti. Allah burada onun verdiği sözü hatırlattı (Taha 20/33-34).


(Taha 20/43)
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ
Haydi Firavun’a gidin; taşkınlık etti[*].

[*] Kasas 28/4.


(Taha 20/44)
فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَيِّنًا لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
Ona yumuşak bir dille hitap edin. Belki aklını başına alır veya çekinir[*].”

[*] Naziat 79/17-19.


(Taha 20/45)
قَالَا رَبَّنَٓا اِنَّنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى
Dediler ki: “Rabbimiz! Bize kötü davranmasından veya taşkınlık etmesinden korkuyoruz.”


(Taha 20/46)
قَالَ لَا تَخَافَٓا اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى
(Allah,) “Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; sizi duyarım ve görürüm” dedi[*].

[*] Şuara 26/15.


(Taha 20/47)
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰى
Haydi ona gidin de şöyle deyin: “Biz Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle gönder[*], onlara azab etme! Sana Rabbinden mucize de getirdik. Hidayete uyana selam olsun!

[*] Firavun İsrailoğullarını köleleştirmişti (Araf 7/105, Müminûn 23/45-48, Şuara 26/16-22).


(Taha 20/48)
اِنَّا قَدْ اُوحِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى
Bize şu vahyedildi: Azap, yalana sarılan ve (doğrulara) sırt çevirenleredir.”


(Taha 20/49)
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
“Siz ikinizin Rabbi kim Ey Musa?” dedi[*].

[*] Şuara 26/23-28.


(Taha 20/50)
قَالَ رَبُّنَا الَّذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى
Musa: “Bizim Rabbimiz her varlığa kendine has bir yapı veren, sonra da doğru yolu gösterendir[*].” dedi.

[*] Abese 80/17-20. A’la 87/2-3.


(Taha 20/51)
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُولٰى
Firavun dedi ki: “Peki, ya önceki nesillerin hali ne olacak?”


(Taha 20/52)
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪ي ف۪ي كِتَابٍۚ لَا يَضِلُّ رَبّ۪ي وَلَا يَنْسٰىۘ
Musa “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır[*]. Benim Rabbim ne yanlış yapar ne de unutur.” dedi.

[*] Kehf 18/49, Yasin 36/12, Kamer 54/52-53.


(Taha 20/53)
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلًا وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى
(Rabbimiz) Yeryüzünü sizin için bir beşik[1*] yapan, orada size yollar açan[2*], gökten su indiren ve onunla erkekli dişili, çeşit çeşit bitkiler[3*] çıkarandır[4*].

[1*] Zuhruf 43/10, Zariyat 51/48, Nebe 78/6. Dünyanın beşik olması iki yana eğilmesini gerektirir. Eğilme şekline göre ekvatorun bir tarafı güneşin karşısına geçerken diğer tarafı uzakta kalır. Güneş ışınlarının, yılın bir bölümünde dünyanın kuzeyine, bir bölümünde de güneyine daha dik gelmesi bundandır.

[2*] Nahl 16/15, Enbiya 21/31, Zuhruf 43/10, Nuh 71/19-20.

[3*] Ra’d 13/3, Nahl 16/15, Enbiya 21/31, Zariyat 51/49, Nuh 71/19-20.

[4*] Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki left (لفت) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır: ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.


(Taha 20/54)
كُلُوا وَارْعَوْا اَنْعَامَكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
Onlardan yiyin, en’am cinsi hayvanlarınızı otlatın[*]. Yanlışlardan engelleyen bir akla sahip olanlar için ayetler /göstergeler vardır."

[*] En’am, deve, sığır, koyun ve keçi cinsi hayvanlara verilen isimdir. (En’am 6/143-144, Nahl 16/5-6, Naziat 79/30-33, Abese 80/24-33)


(Taha 20/55)
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى
Sizi topraktan yarattık, ona iade edeceğiz ve bir kere daha sizi topraktan çıkaracağız[*].

[*] A’raf 7/25, Nuh 71/17-18.


(Taha 20/56)
وَلَقَدْ اَرَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَاَبٰى
(Musa’nin getirdiği) mucizelerimizin tümünü Firavun’a gösterdik ama o yalana sarıldı ve direndi[*].

[*] Yunus 10/75-76, Neml 27/13-14, Kasas 28/36.


(Taha 20/57)
قَالَ اَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ اَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسٰى
Dedi ki: “Musa! Sihrinle bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin[*]?

[*] A’raf 7/109-110, Şuara 26/33-34.


(Taha 20/58)
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِه۪ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَٓا اَنْتَ مَكَانًا سُوًى
Biz de sana, seninki gibi bir sihir getireceğiz. Şimdi aramızda, uygun bir yerde, senin de bizim de karşı çıkmayacağımız bir buluşma zamanı belirle."


(Taha 20/59)
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزّ۪ينَةِ وَاَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى
Musa dedi ki: “Buluşma zamanımız, süslenme günü, insanların toplanacağı kuşluk vakti olsun.”


(Taha 20/60)
فَتَوَلّٰى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ اَتٰى
Firavun döndü, oyun kuranlarını (sihirbazlarını) topladı[*] ve (buluşma yerine) geldi.

[*] A’raf 7/111, Şuara 26/36-38.


(Taha 20/61)
قَالَ لَهُمْ مُوسٰى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍۚ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرٰى
Musa onlara dedi ki: “Yazık size! Sakın bir yalanı Allah’a mâl etmeyin; yoksa Allah, azabı ile kökünüzü kazır. Allah’a iftira edenlerin hayalleri boşa çıkar.”


(Taha 20/62)
فَتَنَازَعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى
Gizlice fısıldaşarak ne yapacaklarını aralarında tartıştılar.


(Taha 20/63)
قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى
(Firavun ve adamları sihirbazlara) dediler ki: “Bu ikisi (Musa ile Harun) kesinlikle sihirbazdırlar. Sizi sihirleriyle yurdunuzdan çıkarmak ve örnek düzeninizi[*] ortadan kaldırmak istiyorlar.

[*] Mümin 40/26


(Taha 20/64)
فَاَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفًّاۚ وَقَدْ اَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلٰى
Haydi oyun kuranlarınızı (sihirbazlarınızı) birleştirin ve tek saf olun. Bugün üstün gelen umduğuna kavuşacaktır[*].”

[*] A’raf 7/113-114, Şuara 26/41-42.


(Taha 20/65)
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى
(Sihirbazlar:) “Musa! (Değneğini) Sen mi atarsın, yoksa ilk atan biz mi olalım?” dediler.


(Taha 20/66)
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى
Musa dedi ki: “Yok, siz atın!” O da ne! Sihirlerinden dolayı ipleri ve değnekleri Musa’ya, koşuyor gibi göründü.


(Taha 20/67)
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى
Musa birden, içinde bir korku hissetti.


(Taha 20/68)
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى
Ona, “Korkma, üstün gelecek olan sensin!” dedik.


(Taha 20/69)
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى
Sağ elindeki değneği at da yaptıklarını yalayıp yutsun! Onların yaptıkları sadece bir sihirbaz oyunudur. Sihirbaz ne yaparsa yapsın, umduğuna kavuşamaz.”


(Taha 20/70)
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى
(Yaptıklarının yutulduğunu gören) Sihirbazlar bir anda kendilerini secdede buldular. “Bizler Harun’un ve Musa’nın Rabbine inandık.” dediler.


(Taha 20/71)
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّنَٓا اَشَدُّ عَذَابًا وَاَبْقٰى
Firavun: “Ben izin vermeden Musa’ya inandınız, öyle mi! Demek ki size sihri öğreten büyüğünüz oymuş. Öyleyse ben de ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi hurma ağaçlarına asacağım. Hangimizin azabının daha güçlü ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle öğreneceksiniz.”


(Taha 20/72)
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ
Dediler ki “Seni, ne bize gelen bu apaçık mucizelere ne de bizi yaratana tercih ederiz. Elinden geleni yap. Sen yapacağını sadece bu dünya hayatında yapabilirsin.


(Taha 20/73)
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
Biz Rabbimize inanıp güvendik ki hatalarımızı ve yapmaya zorladığın bu sihirden dolayı bizi bağışlasın. Allah’ın vereceği, daha iyi ve daha kalıcıdır[*].”

[*] A’raf 7/113-126, Yunus 10/80-82, Şuara 26/41-51.


(Taha 20/74)
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى
Rabbinin huzuruna suçlu olarak gelenin yeri cehennemdir. Orada ne ölür ne de yaşar.


(Taha 20/75)
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ
Onun huzuruna, iyi işler yapmış bir mümin olarak gelenlere ise yüksek dereceler vardır.


(Taha 20/76)
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟
Yani içinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada ölümsüz olacaklardır. İşte kendini arındırıp geliştirenlerin alacakları karşılık budur[*].

[*] A’la 87/14, Şems 91/9-10.


(Taha 20/77)
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًاۚ لَا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشٰى
Musa’ya şöyle vahyettik: “Geceleyin kullarımı en tepeye (dağa) çıkar[*]!. Sonra onlara denizin içinde kuru bir yol aç. Bunların seni yakalamalarından korkma ve kendini sıkıntıya sokma.”

[*] “İsrâ (إسراء) kelimesi, “seriy (سرِي)” kökünden türemiş sayılır ve ona “gece yürüyüşü” anlamı verilir. Oysa hem bu ayette hem de isrâ kökünden kelimelerin geçtiği ayetlerin hepsinde “gece (ليل)” kelimesi de vardır. Bu sebeple ona “gece yürüyüşü” anlamı verilemez. Kelime, “her şeyin en yükseği” anlamına gelen “serâh (سَرَاة)”dan türemiştir (Müfredat, (سرى) mad) Çünkü âyetlerdeki isrâ kökünden fiillerin tamamı, “en yükseğe çıkarma” anlamındadır. Musa aleyhisselamın, İsrailoğullarını çıkardığı dağ, Kızıldeniz’in kenarı ile Kahire arasında olan ve yüksekliği yer yer 2000 metreyi geçen sıra dağlar olmalıdır  (SUNA DOĞANER, Mısır, DİA). Çünkü o dağlar aşılmadan Kızıldeniz’e ulaşılamaz (Şuarâ 26/52, Duhan 44/23).


(Taha 20/78)
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ
(Musa yola çıkınca) Firavun, ordularıyla birlikte peşlerine düştü. Sonra deniz üstlerine kapanıp onları içine aldı.


(Taha 20/79)
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى
Firavun halkını yoldan çıkarmış, doğru yolu göstermemişti[*].

[*] Bakara 2/50, A’raf 7/136, Yunus 10/90-92, Şuara 26/52-66, Kasas 28/40, Duhan 44/23-29.


(Taha 20/80)
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى
Ey İsrailoğulları! Böylece sizi düşmanınızdan kurtarmış, Tur’un /Sina Dağı’nın sağ yanında sizinle sözleşmiş, üzerinize men /ekmek[*] ile bıldırcın indirmiştik.

[*] Tevrat’ta “men” ile ilgili şu ifadeler vardır: “Rab Musa’ya, “Size gökten ekmek yağdıracağım” dedi, “Halk her gün gidip günlük ekmeğini toplayacak. Böylece onları sınayacağım: Benim yasama göre yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı, göreceğim.” (Çıkış 16/4-5)

“Akşam bıldırcınlar geldi, ordugahı sardı. Sabah ordugahın çevresini çiy kaplamıştı. Çiy eriyince, toprakta, çölün yüzeyinde kırağıya benzer ince pulcuklar göründü. Bunu görünce İsrailliler birbirlerine, “Bu da ne?” diye sordular. Çünkü ne olduğunu anlayamamışlardı. Musa, “Rabbin size yemek için verdiği ekmektir bu.” dedi” (Çıkış 16/13-15).
İsrailoğulları, Allah’ın men ve selva ikramı için “Tek çeşit yemeğe katlanamayacağız” diye yakınmışlardı (Bakara 2/61). Buna göre men ve selvâ bir arada tek çeşit yemek sayılmaktadır. Bu da men için Tevrat’ta geçen “ekmek” tanımının uygun düştüğünü gösterir. Nitekim men ile ilgili şu bilgiler de mevcuttur: “Menin kırağı şeklinde küçük ve yuvarlak, kişniş tohumu gibi beyaz ve ak günnük görünüşünde olduğu, lezzetinin ballı yufkaya benzediği belirtilmektedir (Çıkış, 16/14, 31). Men hiçbir işleme tâbi tutulmaksızın tabii haliyle yenebildiği gibi ondan çeşitli yiyecekler de yapılıyordu. İsrâiloğulları men’i toplar, değirmende öğütür veya havanda döverek tencerede haşlar, pide yaparlardı ve bu taze yağ tadında olurdu (Sayılar, 11/8).” (DİA) (Bakara 2/57, A’râf 7/160).

(Taha 20/81)
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى
Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin. Sakın bu konuda taşkınlık etmeyin![*] Yoksa öfkem üzerinize çöker. Öfkem kimin üzerine çökerse o mahvolur gider.

[*] Maide 5/87-88.


(Taha 20/82)
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدٰى
Şurası kesindir ki tevbe eden /dönüş yapan, inanıp güvenen, iyi iş yapan ve bundan sonra da doğru yolda gideni ben mutlaka bağışlarım[*].

[*] Furkan 25/68-71.


(Taha 20/83)
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى
(Allah Tur’da /Sina Dağı’nda Musa’ya[*] şöyle dedi:) “Ey Musa! Seni halkından ayırıp vaktinden önce buraya getiren neydi?”

[*] A’râf 7/142.


(Taha 20/84)
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى
“Onlar benim yolumdalar. Rabbim! Sen hoşnut olasın diye huzuruna erken geldim.” dedi.


(Taha 20/85)
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ
Allah dedi ki: “Ama senden sonra halkını ağır bir imtihana soktuk. Samiri onları yoldan çıkardı.”


(Taha 20/86)
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفًاۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًاۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي
Musa öfkeli ve üzüntülü bir şekilde halkına döndü[*]. Dedi ki: “Ey halkım! Rabbiniz size güzel bir söz vermedi mi? O sözün üzerinden çok mu zaman geçti? Yoksa Rabbinizin öfkesinin üzerinize çökmesini istediniz de onun için mi bana verdiğiniz sözden döndünüz?”

[*] A’raf 7/150.


(Taha 20/87)
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْنَٓا اَوْزَارًا مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ
Dediler ki: “Sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Üzerimize Firavun halkından kalan ziynet eşyaları yüklendi. Onları (eritmek için ateşe[*]) attık. Samiri de aynı şekilde attı.”

[*] İsrailoğulları Mısır’dan çıkarken, Allah onlara, Mısırlı komşularından altın ve gümüş süslerini/eşyalarını istemelerini emretmiştir. Mısırlılar, İsrailoğullarından ve onlar yüzünden başlarına gelen afetlerden kurtulmak için bunları vermiş, İsrailoğulları da yanlarında bu ziynetlerle yola çıkmıştır (Tevrat/Mısır’dan Çıkış 12:29-37).


(Taha 20/88)
فَاَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هٰذَٓا اِلٰهُكُمْ وَاِلٰهُ مُوسٰى فَنَسِيَۜ
Böylece Samiri onlara böğürebilen bir boğa heykeli çıkardı[1*]. (Samiri ve taraftarları[2*]) “Bu sizin ilahınızdır, Musa’nın da ilahıdır ama o, onu unuttu.” dediler[3*].

[1*] Bakara 2/51 ve 92, A’râf 7/148.

[2*] Tevrat/Mısır’dan Çıkış 12:38. 

[3*] Ahzab 33/69, Saf 61/5.


(Taha 20/89)
اَفَلَا يَرَوْنَ اَلَّا يَرْجِعُ اِلَيْهِمْ قَوْلًاۙ وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا۟
Tek bir sözle olsun, kendilerine karşılık veremediğini görmüyorlar mıydı? Onlara ne bir zarar verebilirdi ne de bir fayda!


(Taha 20/90)
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي
Harun onlara daha önce şöyle demişti: “Ey halkım! Bununla sadece ağır bir imtihandan geçiriliyorsunuz. Sizin Rabbiniz, Rahman /iyiliği sonsuz olandır. Siz bana uyun ve emrime itaat edin.”


(Taha 20/91)
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِف۪ينَ حَتّٰى يَرْجِعَ اِلَيْنَا مُوسٰى
Onlar ise “Musa dönüp gelene kadar boğa heykelinin karşısında saygıyla durmaktan vazgeçmeyeceğiz” demişlerdi[*].

[*] Bakara 2/93.


(Taha 20/92)
قَالَ يَا هٰرُونُ مَا مَنَعَكَ اِذْ رَاَيْتَهُمْ ضَلُّواۙ
Musa (dönünce) dedi ki: “Harun! Onların sapıttığını gördüğünde sana ne engel oldu ki[*]

[*] A’râf 7/142.


(Taha 20/93)
اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي
bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?”


(Taha 20/94)
قَالَ يَبْنَؤُ۬مَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَت۪ي وَلَا بِرَأْس۪يۚ اِنّ۪ي خَش۪يتُ اَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْل۪ي
Harun dedi ki: “Ey anamın oğlu! Saçıma sakalıma yapışma! Ben senin ‘İsrailoğullarını böldün; sözümü de dinlemedin’ demenden korktum[*] .”

[*] A’râf 7/150.


(Taha 20/95)
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ
Musa, Samiri’ye: “Ey Samiri! Senin hedefin ne idi?” dedi.


(Taha 20/96)
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه۪ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي
Samiri dedi ki: “Ben onların göremediklerini gördüm de Resulün yolundan /şeriatından[1*] bir kısmını çıkarıp attım[2*]. Canım böyle istedi.”

[1*] Musa aleyhisselam,  bu surenin 84. ayetinde kavminin kendi yolunda olduğunu söylediğinde “yolum” anlamında “eserî (أثري)” kelimesini kullanmıştır. Burada da aynı yol “eseri-r Rasul (أَثَرِ الرَّسُولِ)” tamlamasıyla “Resulün yolu” şeklinde ifade edilmiştir.

[2*] Samiri bu ifadesiyle, Musa aleyhisselamın yolunun tevhid yani Allah’tan başka ilah olmadığı ile ilgili kısmını kabul etmediğini söylemiştir.


(Taha 20/97)
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِي الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَۖ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَنْ تُخْلَفَهُۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذ۪ي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًاۜ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا
Musa: “Defol![*]” dedi. “Artık bu hayatta sana düşen: 'Kimse kimseye dokunmasın!' demendir. Ayrıca senin için kaçılamayacak bir gün de var. Şimdi, karşısında saygıyla durmaya devam ettiğin ilahına bak! Onu, kesinlikle yakıp eritecek, sonra denize savuracağız.

[*] Samiri, bu sözleriyle dinden döndügünü açıkça ifade etmiştir. Böylelerinin hak ettiği ceza, lanetlenme yani dışlanmadır (Bakara 2/159-162, Al-i İmran 3/86-91).


(Taha 20/98)
اِنَّمَٓا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا
Sizin ilahınız, sadece, kendinden başka ilah olmayan Allah’tır. O, bilgisiyle her şeyi kuşatmıştır.”


(Taha 20/99)
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْرًاۚ
Sana katımızdan bir zikir[1*] /kitap vererek eskilerin haberlerinden böyle bölümler aktarıyoruz[2*].

[1*] Zikir kavramı için bkz Taha 20/14. ayetin dipnotu.

[2*] A’raf 7/101, Hud 11/120.


(Taha 20/100)
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْرًاۙ
Bu zikirden yüz çevirenler, kıyamet /mezardan kalkış günü ağır bir günah yüklenecek,


(Taha 20/101)
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلًاۙ
o yükün altında ölümsüzleşeceklerdir. Kıyamet günündeki yükleri ne kötüdür[*]!

[*] En’am 6/31.


(Taha 20/102)
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًاۚ
(Bunlar) Sura üflendiği gün olacaktır. O gün suçluları gözleri donuklaşmış bir halde toplayacağız.


(Taha 20/103)
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْرًا
Aralarında, “Dünyada sadece on gün kaldınız.” diye sessiz sessiz konuşurlar.


(Taha 20/104)
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْمًا۟
Kendilerince görüşü en isabetli olanı “Sadece bir gün kaldınız[*]” derken, onların ne konuşacaklarını en iyi biz biliriz.

[*] Yunus 10/45, İsra 17/52, Müminun 23/112-114, Rum 30/55, Ahkaf 46/35, Naziat 79/46.


(Taha 20/105)
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفًاۙ
Sana dağları soruyorlar. De ki: “Rabbim onları un ufak edip savuracak.


(Taha 20/106)
فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًاۙ

(Taha 20/107)
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجًا وَلَٓا اَمْتًا
Orada herhangi bir çukur da bir tümsek de göremeyeceksin!”


(Taha 20/108)
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْسًا
O gün, kendilerini çağırana hiçbir tarafa sapmadan uyacaklar[*]. Sesler Rahman için kısılmış olacak, fısıltıdan başka bir şey duyamayacaksın.

[*] İsra 17/52, 71; Kamer 54/6-8.


(Taha 20/109)
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا
O gün[1*] şefaat, Rahman’ın onay verdiği ve lehine söz söylenmesine razı olduğu kişilerden başkasına fayda sağlamaz[2*].

[1*] O gün, yeniden dirilme ile başlayıp sonsuza kadar devam edecek olan Kıyamet /mezardan kalkış günüdür (Araf 7/32).

[2*] Allah’tan başkasının şefaat yetkisi olmadığı için (En’âm 6/51, Secde 32/4, Zümer, 39/43-44) şefaati ancak onun yetki vereceği kişiler yapabilirler. Ahirette kimileri doğrudan cennete gideceklerdir. Bunlar, büyük günah işlemedikleri (Nisa 4/31, Necm 53/31-32) veya sevapları günahlarından fazla olduğu için (A’raf 7/8, Karia 101/6-7). cehennemin hışırtısını dahi duymayacaklardır (Enbiya 21/101-103). Bilerek şirk günahı işlemediği halde (Al-i İmran 3/105-106, Nisa 4/115-116) günahı sevabından fazla olanlar ise cehennemde cezalarını çektikten sonra (Karia 101/8-11) cennete gireceklerdir (Meryem 19/68-72). Cennet ile cehennem arasında bir sur olacaktır (Hadid 57/12-15). Surun yüksek yerleri A’raf’tır (Fahrettin er-Razi). Cennete gidenler oradan cehenneme bakabileceklerdir (Saffat 37/50-59). A’raf üzerinde, herkesi yüzlerinden tanıyan değerli şahsiyetler olacaktır (A’raf 7/46). Çünkü o gün kafirlerin yüzü kara, müminlerininki ak olur (Al-i İmran 3/106-107). Allah’ın şefaatten yararlanma hakkı verdikleri, yüzleri ak olanlardır (Meryem 19/87). Onlara kimin şefaat edeceğini de Allah belirleyecektir (Taha 20/109, Sebe 34/23). Bunlar, şefaatten sonra cennete girecekler (A’raf 7/46-49) ve oradaki yakınlarının yanlarına yerleştirileceklerdir (Tur 52/21).


(Taha 20/110)
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْمًا
Allah, önlerinde[1*] olan ve arkalarında kalan ne varsa hepsini bilir. Ama onlar bilgileriyle Allah’ı kavrayamazlar[2*].

[1*] Önlerinde olan, o anda var olandır. Arkalarında kalan daha önceden yapıp ettikleridir. (Sebe 34/9, Yasin 36/9, Hadid 57/12).

[2*] En’am 6/103, Şura 42/11.


(Taha 20/111)
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا
Bütün başlar, daima diri ve sürekli işinin başında olan Allah için saygıyla eğilmiş, yanlışları yüklenenlerin[1*] hayalleri ise boşa çıkmıştır[2*].

[1*] Lokman 31/13.

[2*] Bakara 2/80-81, Al-i İmran 3/23-25. A’raf 7/45.


(Taha 20/112)
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا
İnanıp güvenerek iyi işler yapan, kendine haksızlık edilmesinden de hakkının yenmesinden de korkmaz[*].

[*] Nisa 4/124, Enbiya 21/94.


(Taha 20/113)
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا
Böylece bunu /Kur’an’ı, Arapça kur'ânlar /ayet kümeleri[*] halinde indirdik. Tehditleri de onun içinde, değişik biçimlerde anlattık ki yanlışlardan sakınsınlar ya da Kur’an onlar için bir bilgi oluştursun.

[*] Kur'ân, karaa (قرأ) fiilinin mastarı olan kur (القُرْء) veya kar (القَرْء)’dan türetilmiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab).  Arapçada Kur’ân (قُرْآنً)’ın çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن) kelimesine, bağlamına göre, kur’ânlar diye de anlam verilebilir.


(Taha 20/114)
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْمًا
Gerçek hükümdar olan Allah pek yücedir. Kur'an’ın /ilgili ayet kümelerinin sana vahyedilmesi tamamlanmadan (hüküm vermekte) acele etme[*]. De ki: “Rabbim ilmimi artır!”

[*] İsra 17/106, Kıyamet 75/16-19.


(Taha 20/115)
وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا۟
Daha önce Âdem’e bir emir vermiştik ama onu aklından çıkardı. Onda bir kararlılık görmedik.


(Taha 20/116)
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى
Bir gün meleklere “Âdem’e secde edin /onun karşısında saygıyla eğilin![*]” dedik; İblis hariç hemen secde ettiler ama İblis direndi.

[*] Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda, vücudumuz ayaklar, eller ve dizler üzerinde yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamındaki secdedir (Nisa 4/102-103).

 

(Taha 20/117)
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى
Dedik ki: “Ey Âdem! Bu sana da eşine de düşmandır. Sakın sizi bu bahçeden çıkarmasın yoksa sıkıntıya girersin[*].

[*] Bakara 2/36.


(Taha 20/118)
اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ
Burada ne açlık çekersin ne de çıplak kalırsın.


(Taha 20/119)
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى
Burada susuzluk çekmez, güneş altında da kalmazsın.”


(Taha 20/120)
فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى
Sonra Şeytan ona fısıldadı. “Bak Âdem! Sana ölümsüzlük ağacını ve yıpranmayacak bir saltanatı göstereyim mi?” dedi.


(Taha 20/121)
فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ
İkisi de o ağaçtan yediler, bunun üzerine bedenleri kendilerine göründü. Bahçenin yapraklarını üst üste koyup örtünmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yanlış kurgulara kapıldı[*].

[*] Ğayy (غَيّ) yanlış yola girmek ve isteğine kavuşamamaktır (Sıhah).


(Taha 20/122)
ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى
Sonra Rabbi onu tekrar seçti[*], tövbesini /dönüşünü kabul etti ve doğru yolu gösterdi

[*] Bu ayet Âdem’in (a.s.) nebî olduğuna delil alınabilir (Al-i İmran 3/33). Bakara 2/38-39 ile Tâhâ 20/123-126’da da rehberle ilgili genel kurallar ortaya konuyor.


(Taha 20/123)
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعًا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى
(Allah, Âdem ile Havvâ’ya) dedi ki: “İkiniz birlikte o bahçeden inin. Herbiriniz diğerine düşmandır[1*]! Tarafımdan bir rehber /Kitap gelir de kim rehberime uyarsa ne yanlış yola girer ne de mutsuz olur[2*].”

[1*] Düşman anlamı verdiğimiz kelimenin kökü olan adv (عدو), haddini aşmak ve uyumsuzluk anlamındadır (Müfredât). Burada ikil zamirden çoğul zamire geçilmiştir. Arapçada çoğul en az üçü ifade ettiğinden buradaki üçüncü varlık İblis’tir. Şeytan insana muhaliftir. Muhalefet eşler ve çocuklar arasında da olur (Teğabun 64/14).

[2*] Bakara 2/34-39, A’raf 7/11-25, Hicr 15/28-43, İsra 17/61-65, Kehf 18/50, Sad 38/71-85.


(Taha 20/124)
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى
Kim de zikrimden[*] /Kitabımdan yüz çevirirse sıkıntılı bir hayatı olur. Onu kıyamet /mezardan kalkış günü mahşer yerine kör olarak getiririz.”

[*] Zikir kavramı için bkz Taha 20/14. ayetin dipnotu.


(Taha 20/125)
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يرًا
“Rabbim, beni mahşer yerine neden kör olarak getirdin? Halbuki ben gören biriydim[*]” der.

[*] İsra 17/72.


(Taha 20/126)
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى
Allah der ki: “Öyle ama ayetlerimiz sana geldi, sen de onları unuttun /aklından çıkardın. Bugün de sen, aynı şekilde unutulacaksın[*].”

[*] A’raf 7/51, Casiye 45/34, Secde 32/14.


(Taha 20/127)
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى
Aşırı giden ve Rabbinin ayetlerine güvenmeyenleri işte böyle cezalandırırız[1*]. Şüphesiz ki ahiretteki azap en çetin[2*] ve en kalıcı olandır.

[1*] Nisa 4/123

[2*] Çetin, ayetteki (’شديد) ‘şedîd’in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır (En'âm 6/160).


(Taha 20/128)
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
Kendilerinden önce nice nesilleri yok etmiş olmamız, onları yola getirmedi mi? Üstelik bunlar, onların yaşadığı yerlerde dolaşmaktadır. Yanlışlardan engelleyen bir akla sahip olanlar için bunda ayetler /göstergeler vardır[*].

[*] En’am 6/6, Secde 32/26.


(Taha 20/129)
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ
Rabbin tarafından evvelce verilmiş bir söz[1*] ve belirlenmiş bir ecel[2*] olmasaydı gereken mutlaka yapılırdı.

[1*] Nahl 16/61, Ankebut 29/53, Fatır 35/45 Şûrâ 42/14, Haşr 59/3.

[2*] Bkz. En’am 6/2 ve dipnotu


(Taha 20/130)
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى
Onların söylediklerine sabret /duruşunu bozma. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de her şeyi güzel yapmasına karşılık Rabbine ibadet et[1*]. Gece saatlerinde[2*] ve gündüzün bölümlerinde[3*] de ibadet et ki memnun kalasın[4*].

[1*] Güneşin doğmasından önce akşam, yatsı ve sabah namazları, batmasından önce de öğle ve ikindi namazları kılınır.

[2*] Gece, 3 ana bölümden oluşur. Eşite yakın uzunlukta olan birinci ve üçüncü bölümü alacakaranlık, ikisinin arası ve en uzun bölümü, gecenin ortasıdır (Müzzemmil 73/20). Akşamın alaca karanlığı iki bölümden oluşur. Birinci bölümü akşam namazı, ikincisi yatsı namazı vaktidir. Sabahın alaca karanlığı da ikiye ayrılır, birinci bölümü fecr-i kazib yani seher ve sahur vakti, ikincisi de fecr-i sadık yani sabah namazı vaktidir. Yatsının sonundan sabah namazı vaktine kadar olan kısım teheccüd namazı vaktidir (İsra 17/79). O vakitte farz namaz kılınmaz.

[3*] “Gündüzün bölümleri” anlamı verilen etraf’en-nehar (أطراف النهار) ifadesindeki etraf kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterdiğinden ayetin bu bölümü gündüz kılınacak nafile namazların en az üç vakitte olacağını gösterir. Bunlar kuşluk namazı ile öğle ve ikindinin sünnetleridir.

[4*] Farz namazların vakitlerini gösteren iki ayet “Namazı kıl!” emriyle başlar (Hud 11/114, İsra 17/78). Farz ve nafile namazların vakitlerini birlikte ifade eden ayetlerde ise “tesbih et” ifadesi kullanılır (Rum 30/17-18, Kaf 50/39-40, Tur 52/48-49,, İnsan 76/26). Türkçede tesbih etme fiili yalnızca belli sözlerin tekrar tekrar söylenmesi şeklinde anlaşıldığı için bu sözcük yerine “ibadet et” fiili kullanılmıştır.


(Taha 20/131)
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
İmtihan edelim diye, onlardan bazı kesimleri kat kat yararlandırdığımız dünya hayatının süslerine gözünü dikme. Rabbinin verdiği rızık daha hayırlı ve kalıcıdır[*].

[*] Tevbe 9/55, 85, Hicr 15/88.


(Taha 20/132)
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقًاۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى
Ailene namazı emret, sen de onu sebatla kıl[*]. Senden bir rızık istemeyiz, sana rızık veren biziz. Mutlu son, kendini yanlışlardan koruyan içindir.

[*] Ayetin metninde geçen es-salât (الصَّلَاة) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır. (Lisan’ul-Arab) Burada verilen emir, Allah'ın verdiği görevleri, onun rızası için sürekli yapmaktır. Her Müslüman’ın hiç aksatmadan yapması gereken tek ibadet namaz olduğu için ona da salat denmiştir.


(Taha 20/133)
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُولٰى
Dediler ki: “Bize Rabbinden bir mucize getirseydi ya[*]?” Önceki kitaplarda olanların açık belgesi (Kur’an) onlara gelmedi mi?

[*] Yunus 10/20, Ra’d 13/7, İsrâ 17/59, Ankebût 29/50-52.


(Taha 20/134)
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى
Kur’an gelmeden önce onları bir azap ile yok etseydik[*], derlerdi ki: “Rabbimiz! Böyle rezil hale düşüp sürünmeden önce keşke bize bir elçi gönderseydin de senin ayetlerine uysaydık.”

[*] İsra 17/15, Kasas 28/59, Zümer 39/71.

 


(Taha 20/135)
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى
De ki: “Herkes beklemektedir, siz de bekleyin. Yolu düzgün olanların kimler olduğunu, kimlerin doğru yola geldiğini yakında öğreneceksiniz[*].”

[*] En’âm 6/117, Kasas 28/85, Kalem 68/7.