İBRAHİM

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(İbrahim 14/1)
الٓرٰ۠ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ
Elif-Lâm-Râ[1*]! Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarman için indirdiğimiz bir kitaptır[2*]. Daima üstün olan ve her şeyi mükemmel yapanın yoluna...

[1*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur. 

[2*] Bakara 2/257, Maide 5/16, Hadid 57/9, Talak 65/11.


(İbrahim 14/2)
اَللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَوَيْلٌ لِلْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ شَد۪يدٍۙ
Göklerde ne var ve yerde ne varsa kendisine ait olan[1*] Allah’ın yoluna… Çetin[2*] bir azaptan dolayı kafirlerin vay haline[3*]!

[1*] Nisa 4/126, Nahl 16/52, Tâhâ 20/6, Hac 22/64, Şûrâ 42/4.

[2*] Çetin, ayetteki (شديد) şedîd’in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır (En'âm 6/160).

[3*] Fetih 48/13, Zariyat 51/60, Mücadele 58/5.


(İbrahim 14/3)
اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ
Onlar, dünya hayatını sevip Âhirete tercih eden[1*], (insanları) Allah’ın yolundan engelleyen ve o yolda bir eğrilik[2*] olmasını isteyen kimselerdir. Onlar derin bir sapkınlık içindedirler.

[1*] Yunus 10/7-8, Nahl 16/107.

[2*] İvec (عوج), çok dikkat etmedikçe anlaşılamayacak eğriliktir (Müfredat). Allah’ın yolunda böyle bir eğrilik isteyenler, yaptıkları yanlışlar kolaylıkla anlaşılmasın diye doğruya çok yakın görünecek çarpıtmalar yaparlar. Ayette sözü edilen kişilerin en çok istediği budur. Bu sebeple en tehlikeli yanlış, doğruya en çok benzeyendir (Âl-i İmran 3/99, A’raf 7/44-45, 86, Hud 11/18-19)


(İbrahim 14/4)
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ لِيُبَيِّنَ لَهُمْۜ فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Biz, her elçiyi /Kitabı [1*] ancak kendi halkının dili ile gönderdik ki (ayetleri) onlara açık açık göstersin. Bundan sonra Allah, (sapkınlığı) tercih edeni sapkın sayar, (doğru yolu) tercih edeni de yoluna kabul eder[2*]. O, daima üstün ve bütün kararları doğru olandır.

[1*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir.  (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen  Allah’ın resulü (رسول اللّه) ifadelerinde asıl vurgu ayetleredir. Muhammed aleyhisselam öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, sadece Kur’an’dır (Al-i İmrân 3/144). 

[2*]  Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

(İbrahim 14/5)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اَنْ اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
Musa’yı ayetlerimizle göndermiş, “Halkını karanlıklardan aydınlığa çıkar[1*] ve onları Allah’ın (toplumlara ödül veya ceza verdiği) günleri[2*] hakkında bilgilendir!” demiştik. Şüphesiz bunda, her durumda sabreden /duruşunu bozmayan ve daima şükreden /görevlerini yerine getiren herkes için ayetler /göstergeler vardır.

[1*] İbrahim 14/1. Ayette de Kur’an’ın insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarma özelliğine dikkat çekilmiştir.

[2*] Ayette geçen “günlerle” ilgili bazı bilgiler, bu ayetten sonraki ayetlerde verilmektedir. Allah böyle günleri kendisine inanıp güvenenleri bilmesi ve onlardan kimilerini şahit tutması için insanlar arasında döndürüp durur (Âl-i İmran 3/140).


(İbrahim 14/6)
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟
Bir gün Musa halkına şöyle demişti: “Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın[1*]; hani sizi Firavun hanedanından kurtarmıştı. Onlar size kötü bir azap vermek istiyor, oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı ise sağ bırakıyorlardı. Bunda, Rabbinizin yıpratıcı büyük bir imtihanı vardı[2*].

[1*] Maide 5/20.

[2*] Bakara 2/49, A’raf 7/127, 141, Kasas 28/4, Mümin 40/25.


(İbrahim 14/7)
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ
Bir gün Rabbiniz şunu ilan etmişti: “Eğer şükrederseniz / görevlerinizi yerine getirirseniz size (olan ikramımı) kesinlikle artırırım. Ama eğer nankörlük ederseniz azabım elbette çetin olur[*].”

[*] Bunun somut örnekleri için bkz: Nahl 16/112, Sebe 34/15-17. Şükür ve nankörlük hakkında ayette söylenenler sadece Musa (as) ve kavmi için değil, her zaman ve herkes için geçerlidir (Bakara 2/152, Nisa 4/147, Neml 27/40, Lokman 31/12, Zümer 39/7).


(İbrahim 14/8)
وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۙ فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ
Musa dedi ki: “Siz ve yeryüzündeki herkes nankörlük etseniz bile (bilin ki) Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, yaptığını da mükemmel yapar[*].”

[*] Nisa 4/131.


(İbrahim 14/9)
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُ۬ا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ
Sizden öncekilerden Nuh halkının, Âd’ın, Semud’un ve onlardan sonrakilerin haberi size gelmedi mi[1*]? Onları Allah’tan başkası bilmez. Elçileri onlara açık belgelerle gelmişlerdi ama onlar, ellerini elçilerinin ağızlarına tıkayarak şöyle demişlerdi: “Biz sizinle gönderilen mesajı tanımıyoruz! Biz sizin bizi davet ettiğiniz şey konusunda tam bir ikilemde bırakan şüphe içindeyiz[2*].”

[1*] Tevbe 9/70, Necm 53/50-54, Teğabün 64/5.


(İbrahim 14/10)
قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ قَالُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ تُر۪يدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ
Elçileri şöyle dediler: “Gökleri ve yeri bölünme kanunuyla yaratan[1*] Allah hakkında şüphe mi olur[2*]! O, günahlarınızı bağışlamak ve belli bir süreye[3*] kadar yaşatmak için size davette bulunuyor.” Onlar ise “Siz de tıpkı bizim gibi bir beşersiniz[4*]. Atalarımızın kulluk ettiği şeylerden bizi uzaklaştırmak istiyorsunuz[5*], o halde bize boyun eğdirecek açık bir delil /mucize getirin!” demişlerdi.

[1*] Ayetteki “fâtır (فاطر)”, bir şeyi bölen anlamındadır (Lisan’ul-Arab). Allah, bütün varlıkları bölünme kanununa göre yaratmıştır (İsra 17/51, Rum 30/30, Şûrâ 42/11).

[2*] Kur’an’a göre Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan tek bir insan dahi yoktur (A’raf 7/172-173).

[3*] En’am 6/2, Nuh 71/4.

[4*] Hud 11/25-27, İsra 17/94, Mü’minun 23/23-25, 31-34, Kamer 54/23-24, Teğabün 64/5-6.

[5*] A’raf 7/70, Yunus 10/87, Hud 11/62, 87, Zuhruf 43/23.


(İbrahim 14/11)
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَمُنُّ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَمَا كَانَ لَنَٓا اَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Elçileri onlara dedi ki: “Doğru, biz de tıpkı sizin gibi bir beşeriz[1*]. Ama Allah, gerek gördüğü kullarına (elçilik vererek) iyilikte bulunur[2*]. Allah’ın izni olmadan size boyun eğdirecek bir delil / mucize getirmek bizim elimizde değildir[3*]. Müminler, yalnız Allah’a güvenip dayansınlar.

[1*] İsra 17/95.

[2*] Nahl 16/2, Hac 22/75, Mü’min 40/15, Şûrâ 42/13.

[3*] Ra’d 13/38, Mü’min 40/78.


(İbrahim 14/12)
وَمَا لَنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ۟
Hem bize yollarımızı göstermişken ne diye Allah’a güvenip dayanmayalım ki! Bize çektirdiğiniz eziyete de elbette sabrederiz[1*]. Birine dayanıp güvenecek olanlar yalnız Allah’a güvenip dayansınlar[2*].”

[1*] En’am 6/34.

[2*] Teğabün 64/13.


(İbrahim 14/13)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ اَرْضِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِم۪ينَۙ
Kâfirlik edenler, resullerine şunu söylediler: “Ya bizim dini yaşama biçimimize dönersiniz ya da sizi kesinlikle yurdumuzdan çıkarırız[*]!” Bunun üzerine Allah da elçilerine şöyle vahyetti: “Yanlışa dalan o kimseleri kesinlikle helak edeceğiz.

[*] Bunun bir örneği için bkz: A’raf 7/88-89.


(İbrahim 14/14)
وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَام۪ي وَخَافَ وَع۪يدِ
Onların ardından o topraklara kesinlikle sizi yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkanlar içindir[*].”

[*] Enbiya 21/105, Nur 24/55.


(İbrahim 14/15)
وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍۙ
Elçiler önlerinin açılmasını istediler[1*]. İnatçı zorbalardan hepsinin hayalleri boşa çıktı[2*].

[1*] Bakara 2/214.

[2*] Yunus 10/13, Hud 11/59-60, Muhammed 47/10.


(İbrahim 14/16)
مِنْ وَرَٓائِه۪ جَهَنَّمُ وَيُسْقٰى مِنْ مَٓاءٍ صَد۪يدٍۙ
Her birinin önünde Cehennem vardır[1*]. Her birine irinli sudan içirilecek[2*].

[1*] Casiye 45/10.

[2*] Yunus 10/4, Kehf 18/29, Saffat 37/67, Muhammed 47/15, Vakıa 56/54-55, Nebe 78/24-25, Ğaşiye 88/5.


(İbrahim 14/17)
يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُس۪يغُهُ وَيَأْت۪يهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍۜ وَمِنْ وَرَٓائِه۪ عَذَابٌ غَل۪يظٌ
Onu yutmaya çalışacak; ama boğazından geçiremeyecek. Her yanını ölüm saracak ama o ölmeyecek[1*]; ardından (daha) ağır bir azap gelecek[2*].

[1*] Taha 20/74, Fatır 35/36, A’lâ 87/12-13.

[2*] Sâd 38/56-58.


(İbrahim 14/18)
مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ
Rablerine karşı kafirlik edenlerin örneği şudur: Onların amelleri, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler[*]. İşte bu, derin bir sapkınlıktır.

[*] Bakara 2/264, Âl-i İmran 3/117, Hud 11/15-16, Kehf 18/103-105, Nur 24/39, Furkan 25/22-23.


(İbrahim 14/19)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۙ
Allah’ın, gökleri ve yeri o gerçek için (sizleri imtihan için[1*]) yarattığını görmedin mi? O, gerek görürse[2*] sizi yok eder ve yerinize yeni bir halk getirir[3*].

[1*] Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları, insanları ve cinleri zorlu bir imtihandan geçirmek için yaratmıştır. Bunu Hud Suresinin 7. ayetinde açıklamış, diğer ayetlerde de “(بِالْحَقِّ) o gerçek için” ifadesiyle buna işarette bulunmuştur (En'am 6/73, Hud 11/7, İbrahim 14/19, Hicr 15/85, Nahl 16/3, Ankebut 29/44, Rum 30/8, Zümer 39/5, Duhan 44/39, Casiye 45/22, Ahkaf 46/3).

[2*] Şâe (شاء) ile ilgili olarak bkz İbrahim 14/4. ayetin dipnotu.


(İbrahim 14/20)
وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ
Bu, Allah için güç değildir[*].

[*] Fatır 35/17.


(İbrahim 14/21)
وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعًا فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟
(Ahirette) hepsi Allah’ın huzuruna çıkarlar. Güçsüzler, büyüklük taslamış olanlara şöyle derler: “Biz hep sizin takipçiniz olduk. Şimdi siz de Allah’ın azabının birazını olsun bizden savabilir misiniz?” Onlar da şöyle derler: “Allah bizi yola getirseydi elbette biz de sizi yola getirirdik. Artık sızlansak da bir, katlansak da... Bizim için kaçıp sığınılacak hiçbir yer yok[*]!”

[*] Bakara 2/166-167, Sebe 34/31-33, Mü’min 40/47-48, Saffat 37/27-32, Sad 38/59-64.

 

(İbrahim 14/22)
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْۜ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّٓا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ ل۪يۚ فَلَا تَلُومُون۪ي وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ مَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ اِنّ۪ي كَفَرْتُ بِمَٓا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Yargılama tamamlanınca Şeytan der ki: “Allah size hep gerçekleri vaat etti. Ben de size vaatte bulundum; ama sözümde durmadım. Zaten size boyun eğdirecek bir gücüm de yoktu[1*]. Ben sizi sadece davet ettim; siz de hemen davetimi kabul ettiniz. Artık beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Beni (Allah’a) ortak koşmanızı daha önce de reddetmiştim[2*].” Yanlışa dalanlar için acıklı bir azap vardır.

[1*] Hicr 15/42, Nahl 16/99, İsra 17/65, Sebe 34/21.

[2*] Haşr 59/16.


(İbrahim 14/23)
وَاُدْخِلَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۜ تَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌ
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlar ise Rablerinin izniyle ölümsüz olarak kalmak üzere içlerinden ırmaklar akan cennetlere konulurlar[1*]. Orada, onların (birbirlerine) iyilik dilekleri “selam” sözü ile olur[2*].

[1*] Hac 22/14, 23, Muhammed 47/12.

 


(İbrahim 14/24)
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ
Allah’ın nasıl bir örnek verdiğini gözünde canlandırmaz mısın? Hoş bir söz; kökü sabit, dalları göğe uzanmış güzel bir ağaç gibidir[*].

[*] Fatır 35/10.


(İbrahim 14/25)
تُؤْت۪ٓي اُكُلَهَا كُلَّ ح۪ينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَاۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Rabbinin izniyle her zaman ürününü verir. Allah insanlara örnekler veriyor, belki doğru bilgilerini kullanırlar[*].

[*] İsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58, Zümer 39/27, Haşr 59/21.


(İbrahim 14/26)
وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَب۪يثَةٍۨ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ
Çirkin bir söz de topraktan sökülmüş, hiçbir yerde sabit kalamayan çürük bir ağaca benzer[*].

[*] Maide 5/100, A’raf 7/58.


(İbrahim 14/27)
يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِم۪ينَ وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ۟
Allah, inanıp güvenmiş kimseleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit /doğruluğu tartışılmaz bir sözle sağlamlaştırır[*]. Yanlışa dalanları da sapkın sayar. Allah yaptığını kurduğu düzene göre yapar.

[*] Doğruluğu tartışılmaz söz, kişinin doğal yapısına ve onu temel alan Allah’ın dinine uygun sözdür (Rum 30/30). Allah’ın kitabı ile muhatap olanlar bu sözlere Allah’ın kitabından, diğerleri de kendi doğal yapılarında ve tabiatta yaptıkları  gözlemler ile  ulaşırlar (Fussilet 41/53). Ayrıca bkz: Bakara 2/256, Al-i İmran 3/103, Lokman 31/22, Zuhruf 43/43.


(İbrahim 14/28)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْرًا وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِۙ
Allah’ın nimetini nankörlükle değiştiren ve toplumlarını helak yurduna sürükleyenleri görmedin mi[*]?

[*] Bu ayette kast edilenler, Kureyş 106/1-4. Ayetlerde belirtildiği şekilde kendilerine birçok nimet verilen Mekkeliler olabileceği gibi Kur’an’da örneği verilen önceki kavimler de olabilir: Bakara 2/211, Nahl 16/112, Sebe 34/15-17.


(İbrahim 14/29)
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۜ وَبِئْسَ الْقَرَارُ
Cehenneme... Oraya girip kalacaklar. Kalınacak ne kötü yerdir o[*]!

[*] Sad 38/56.


(İbrahim 14/30)
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعُوا فَاِنَّ مَص۪يرَكُمْ اِلَى النَّارِ
(İnsanları) Allah’ın yolundan saptırmak için Allah’a benzer nitelikte varlıklar[1*] oluşturdular. De ki: “(Elde ettiklerinizle) az bir süre daha oyalanın; dönüşünüz kesinlikle ateşedir[2*].”

[1*] Ayetteki endâd (أنداد) kelimesinin tekili nidd’dir (نِدٌّ). Nidd, “bir şeyin benzeri ve işlerinde ona muhalefeti olan varlık” anlamındadır (el-Ayn). Müşrikler, Allah ile ortak özelliklere sahip olduğuna inandıkları varlıkları araya koyarak isteklerini, onların aracılığı ile Allah’a kabul ettireceklerine inanırlar. (Bakara 2/22, 165, Sebe 34/33, Fussilet 41/9).

[2*] Hicr 15/3, Zümer 39/8, Mürselat 77/46-47.


(İbrahim 14/31)
قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ
İnanıp güvenen kullarıma söyle; namazı düzgün ve sürekli kılsınlar[1*]. Herhangi bir alışveriş ve dostluğun olmayacağı bir gün gelmeden önce[2*] kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak etsinler /hayra harcasınlar[3*].

[1*] En’am 6/72.

[2*] Bakara 2/254, Şûrâ 42/47, Münafikun 63/10.

[3*] Bakara 2/274, Ra’d 13/22, Fatır 35/29-30

 

(İbrahim 14/32)
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْاَنْهَارَۚ
Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip size rızık olsun diye onunla yerden ürünler çıkaran[1*], koyduğu kanuna göre denizde yüzüp gitmesi için gemileri hizmetinize verendir. Irmakları da hizmetinize vermiştir[2*].

[1*] Bakara 2/22, En’am 6/99, Lokman 31/10.

[2*] Bakara 2/164, Nahl 16/14, İsra 17/66, Hac 22/65, Lokman 31/31, Casiye 45/12.


(İbrahim 14/33)
وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَٓائِبَيْنِۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۚ
(Yörüngelerinde) hiç durmadan hareket eden güneşi ve ayı hizmetinize vermiştir. Geceyi ve gündüzü de hizmetinize vermiştir[*].

[*] A’raf 7/54, Ra’d 13/2, Nahl 16/12, Lokman 31/29, Fatır 35/13, Yasin 36/38-40, Zümer 39/5.


(İbrahim 14/34)
وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟
Size isteyebileceğiniz[1*] her şeyden vermiştir[2*]. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız bitiremezsiniz[3*]. İnsan gerçekten sürekli yanlış yapar, çok da nankördür.

[1*] Kur’an’da, kesinlik ifade etsin diye ahiretle ilgili fiillerin bir çoğu geçmiş zaman kipi ile ifade edilir. Türkçe açısından yanlış anlaşılmasın diye geçmiş zaman kipine gelecek zaman anlamı verilmiştir. 

[2*] Bakara 2/29, Casiye 45/13.

 


(İbrahim 14/35)
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا الْبَلَدَ اٰمِنًا وَاجْنُبْن۪ي وَبَنِيَّ اَنْ نَعْبُدَ الْاَصْنَامَۜ
Bir gün İbrahim şöyle demişti: “Rabbim! Bu şehri (Mekke’yi) güvenli kıl[*]. Beni ve evladımı putlara tapmaktan uzak eyle!

[*] Bakara 2/126, Ankebut 29/67, Tin 95/3, Kureyş 106/1-4.


(İbrahim 14/36)
رَبِّ اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِۚ فَمَنْ تَبِعَن۪ي فَاِنَّهُ مِنّ۪يۚ وَمَنْ عَصَان۪ي فَاِنَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Rabbim! O putlar insanların birçoğunun sapmasına sebep oldu[1*]. Bundan böyle bana uyan bendendir. Bana karşı gelen olursa da şüphesiz sen çok bağışlayan, ikramı bol olansın[2*].

[1*] “O putlar” diye tercüme edilen ifade, bir önceki ayette bahsedilen putları gösteren ve akıllı dişil çoğul varlıkları işaret etmek için kullanılan “onlar” zamiridir. Kur’an’da, müşriklerin meleklere dişi isimler verdiği ve onları Allah’ın kızları diye nitelendirip aracı koyarak taptıkları bildirilmektedir (Nisa 4/117, Necm 53/19-21, 27). Bu ayete göre, İbrahim (a.s.) döneminde var olan putlar da benzer düşünceyle oluşturulmuş olmalıdır (En’am 6/74, Şuara 26/70-71, Ankebut 29/17).

[2*] İsa Aleyhisselam da ahirette benzer şeyleri söyleyecektir (Maide 5/118).

(İbrahim 14/37)
رَبَّنَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِۙ رَبَّنَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْو۪ٓي اِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ
Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını senin dokunulmazlığı olan Beyt’inin[1*] yanında, ekin bitmez, çorak bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz namazı düzgün ve sürekli kılsınlar diye (bunu yaptım). Sen de insanlardan kiminin gönlünü onlara meylettir ve onları birtakım ürünlerle rızıklandır[2*]. Belki bu sayede şükrederler /görevlerini yerine getirirler.

[1*] Arap dilinde beyt, gece kalınabilecek yere denir (Müfredât). “İnsanlar için kurulan ilk Beyt, Bekke’dedir” (Âl-i İmran 3/96). “Bir yolunu bulanların o Beyt’te hac yapması, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır.” (Âl-i İmran 3/97). Bekke, ekin bitmeyen bir vadidir (İbrâhîm 14/37) ama orası Allah tarafından güvenli hale getirilmiş ve dünyanın her yerinden her türlü ürünün insanlara ulaştırılabileceği özellikte kılınmıştır (Bakara 2/125-126). Tevrat’ta oraya Bekke Vadisi denir (Mezmurlar 84:4-7). İbrahim aleyhisselam, oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’yi, eski temelleri üzerine yeniden bina ettikten sonra Allah ona, hac ve umre ibadetlerinin yapıldığı yerleri göstermiş (Bakara 2/128, 158, 196) ve o yerlere Makam-ı İbrahim adını vermiştir (Âl-i İmran 3/97). Oraya Bekke denmesi,  birbirini ezecek şekilde oluşan kalabalıktan (التباك = tebâkk) dolayıdır (Müfredât). Hac ibadeti sırasında bu kalabalık Arafat, Müzdelife, Mina, Kâbe, Safa ve Merve’de oluşur. Bekke Vadisini içinde barındıran şehrin adı Mekke’dir. Batı sınırı, 17 km uzağındaki Hudeybiye’ye kadar uzanır (Fetih 48/24). Mekke için Mescid-i Haram ifadesi de kullanılır (Tevbe 9/7). Kâbe’ye de beyt denir (Bakara 2/127, Maide 5/2, 97).

[2*] Bakara 2/126, Ankebut 29/67.


(İbrahim 14/38)
رَبَّنَٓا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْف۪ي وَمَا نُعْلِنُۜ وَمَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ
Rabbimiz! Muhakkak ki Sen bizim gizlediklerimizi de açığa vurduklarımızı da bilirsin. (Çünkü) Yerde de gökte de hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz[*].

[*] Âl-i İmrân 3/5, 29.


(İbrahim 14/39)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي وَهَبَ ل۪ي عَلَى الْكِبَرِ اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَسَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
Her şeyi mükemmel yapmak[1*], yaşlı olmama rağmen bana İsmail ile İshak’ı ihsan eden[2*] Allah’a özgüdür. Benim Rabbim elbette duaları işitendir.

[1*] “Hamd”, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için “güzel” yerine “mükemmel” kelimesini kullandık.

[2*] Hud 11/71-72, Hicr 15/52-55, Zariyat 51/28-30.


(İbrahim 14/40)
رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ
Rabbim! Beni ve soyumdan gelenleri namazı düzgün ve sürekli kılanlardan eyle! Rabbimiz, duamı kabul et[*]!

[*] Meryem 19/54-55, Enbiya 21/72-73.


(İbrahim 14/41)
رَبَّنَا اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ۟
Rabbimiz! Hesap görüleceği gün beni, anamı-babamı[*] ve inanıp güvenenleri bağışla!”

[*] Tevbe 9/114, Meryem 19/47, Şuara 26/86, Mümtahine 60/4.


(İbrahim 14/42)
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَۜ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ ف۪يهِ الْاَبْصَارُۙ
Sakın Allah’ı, yanlışa dalan o kimselerin yaptıklarından habersiz sanma! O sadece, onları gözlerin yuvalarından fırlayacağı bir güne kadar ertelemektedir[*].

[*] Âl-i İmran 3/178, 188, Yunus 10/11, Nahl 16/61, Kehf 18/58, Nur 24/57, Fatır 35/45.


(İbrahim 14/43)
مُهْطِع۪ينَ مُقْنِع۪ي رُؤُ۫سِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْۚ وَاَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌۜ
O gün başları dik, gözleri fal taşı gibi açık ve gönülleri /içleri bomboş bir halde koşarlar[*].

[*] Tâhâ 20/108, Enbiya 21/97, Yasin 36/51, Kamer 54/7-8, Mearic 70/43.


(İbrahim 14/44)
وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَۜ اَوَلَمْ تَكُونُٓوا اَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍۙ
İnsanları, azabın onlara geleceği günle ilgili olarak uyar. Yanlışlara dalan kimseler şöyle derler: “Rabbimiz! Bizi / ölümümüzü kısa bir süre geciktirsen de çağrına olumlu karşılık versek ve elçilerine uysak[*].” (Onlara şöyle denir:) “Daha önce sizin için hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair yeminler etmemiş miydiniz!

[*] En’am 6/27-28, A’raf 7/53, Mü’minun 23/99-100, Secde 32/12, Fatır 35/36-37, Zümer 39/58-59.

 

(İbrahim 14/45)
وَسَكَنْتُمْ ف۪ي مَسَاكِنِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْاَمْثَالَ
Kendilerine karşı yanlış yapanların yaşadığı yerlere siz yerleşmiştiniz[1*]. Onlara nasıl davrandığımız da sizin için ayan beyan ortaya çıkmıştı. Size nice örnekler de vermiştik[2*].”

[1*] Tâhâ 20/128, Secde 32/26.

[2*] Kasas 28/58, Ankebut 29/38, Rum 30/58, Zümer 39/27.


(İbrahim 14/46)
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْۜ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ
Onlar planlarını kurdular[*] ama planları Allah’ın gözlemi altındadır. Kurdukları planlar isterse dağların yerinden oynaması için olsun.

[*] Âl-i İmran 3/54, En’am 6/123, Nahl 16/26-27, Neml 27/50, Fatır 35/43, Nuh 71/22.


(İbrahim 14/47)
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍۜ
Sakın Allah’ın, elçilerine verdiği sözden cayacağını sanma! Allah daima üstündür, hak edildiği kadar ceza verir[*].

[*] Yunus 10/103, Hac 22/40, Rum 30/47, Mü’min 40/51.


(İbrahim 14/48)
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
(O ceza) Yerin farklı bir yere, göklerin de farklı göklere dönüştürüleceği[1*], herkesin, tek ve her şeyi emri altına almış olan Allah’ın huzuruna çıkacağı gün verilecektir[2*].

[1*] Enbiya 21/104, Zümer 39/67, Nebe 78/18-20.

[2*] Mü’min 40/16.


(İbrahim 14/49)
وَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِۚ
O gün, suçluları, zincirlere vurulmuş olarak göreceksin[*].

[*] Furkan 25/13, Mü’min 40/70-71, Hâkka 69/30-32.

 

(İbrahim 14/50)
سَرَاب۪يلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُۙ
Elbiseleri katrandan olacak, yüzlerini de o ateş bürüyecektir[*].

[*] Hac 22/19, Enbiya 21/39, Mü’minun 23/104, Ankebut 29/55, Kamer 54/48.

 

(İbrahim 14/51)
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ كُلَّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Bu, Allah’ın, herkese kazandığının karşılığını vermesi içindir[*]. Allah hesabı çabuk görür.

[*] Mü’min 40/17, Necm 53/31.


(İbrahim 14/52)
هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه۪ وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Bu (Kur’an), insanlar için bir tebliğ /bildiridir. Onunla uyarılsınlar, Allah’ın tek bir ilah olduğunu bilsinler ve aklıselim sahibi olanlar doğru bilgilerini kullansınlar (diye indirilmiştir)[*].

[*] En’am 6/19, 92, A’raf 7/2, Meryem 19/97, Enbiya 21/45, Sad 38/87, Şûrâ 42/7, Kâf 50/45.