FETİH
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[1*] Bu surenin 28. ayetinde İslam’ın bütün dinlere hakim olacağı bildirildiği için Hudeybiye antlaşmasıyla başlayan bu hakimiyet, Mekke’nin fethi ile güçlenecek ve devam edecektir (Tevbe 9/32-33, Saf 61/8-9).
[2*] Nebimiz, Mekke’den ayrılmak zorunda bırakıldığı sırada inen ayetlerde, ona baskı yapan müşriklerin Mekke’de fazla kalamayacakları bildirilmiş (İsra 17/76-77) ve Bedir savaşında Mekke’yi fethin şartları oluşturulmuştu (Enfal 8/5-8). Ancak bir sonraki ayette işaret edilen suçların işlenmesi sebebi ile Mekke’nin fethi gecikmişti.
[*] Yüce Allah, savaş sırasında düşmanı etkisiz hale getirmeden esir almayı (Muhammed 47/4) ve savaşı bırakıp geri çekilmeyi yasaklamıştı (Enfal 8/15-16). Nebimiz Bedir savaşında bu emirlere aykırı davranıp esir almış ve savaşı bırakmıştı. Eğer Allah, Mekke'de Müslümanlara o gün için zafer sözü vermeseydi (Rum 30/1-6) büyük bir yenilgiye uğrayacaklardı (Enfal 8/67-68). Bu ayette, o suçların bağışlanmasının Mekke’nin fethiyle mümkün olacağı bildirilmiş, fetih gerçekleştikten sonra da Nebimize, bağışlanma talep etmesi emredilmiştir (Nasr 110/1-3). Böylece o, her konuda olduğu gibi tövbe ve istiğfar konusunda da bize örnek kılınmıştır.
[*] Fetih 48/7.
[1*] Bu ifade, sahabenin de günah işlediğini göstermektedir. Nitekim onlar, Bedir’de Muhammed aleyhisselamın işlediği iki günaha ses çıkarmayarak onun günahına ortak olmuşlardı (Enfal 8/5-8, 67-68).
[2*] Tevbe 9/72.
[1*] Bu münafıklar Hendek savaşında, savaş meydanından çekilmiş olanlardır (Ahzab 33/12-17, Fetih 48/16). Müşrikler ise o günkü Mekkelilerdir.
[2*] Fetih 48/12.
[3*] Tevbe 9/68, 98.
[*] Fetih 48/4.
[1*] Resul (رسول), “birine iletmek için üstlenilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmeyi üstlenen kişi” anlamına da gelir (Müfredat). Bu sebeple Kur’an’da geçen resul (رسول) kelimesi, bazen tebliğ edilen sözü, bazen de o sözü getiren kişiyi ifade eder. Allah’ın resulleri, onun sözlerini tebliğ ile görevli oldukları için “Allah’ın resulü” kelimesinin geçtiği yerlerde vurgu Allah’ın kitabınadır (Maide 5/67, 99). Mealde “resul /elçinin getirdiği” ifadesi bu nedenle yazılmıştır.
[2*] Buradaki tesbih emri kuşluk, öğle ve ikindide kılınan nafile namazlara işaret eder. Ayrıntı için bkz. A’raf 7/205 ve dipnotları, Taha 20/130, Ahzab 33/41-42, İnsan 76/25.
[1*] “Geride kalan” anlamı verilen kelime, ismi meful kalıbında olan ve “geride bırakılan” anlamına gelen “muhallef”tir. Bu münafıkları geride bırakan şey, Allah’a olan güvensizlikleri ve Müslümanlarla ilgili kötü düşünceleriydi (Fetih 48/12). Zaten bunlar, onlarla birlikte gitselerdi fitne çıkararak sıkıntıya sebep olurlardı (Tevbe 9/47, 90-101).
[2*] Tevbe 9/80.
[3*] Ahzab 33/17.
[*] Bunların bu kötü zanları, Allah’ın müminleri korumayacağı şeklindeydi (Fetih 48/6).
[*] İnsan 76/4.
[1*] Bakara 2/107, Al-i İmran 3/189, Maide 5/40, 120, Tevbe 9/116, Nur 24/42, Furkan 25/2, Zümer 39/44, Şûrâ 42/49, Zuhruf 43/85, Casiye 45/27, Hadid 57/2, 5, Buruc 85/9.
[1*] Hudeybiye antlaşması sonucu Mekkelilerin desteğini yitiren Hayber Yahudileri, büsbütün korumasız kalmışlardı. Onlarla yapılacak savaşın kazananı belli olduğu için bu ganimetler, onlardan alınacak ganimetlerdi.
[2*] Bunlar, münafıklıklarından dolayı Allah’ın geride bıraktığı kimselerdir. Allah Nebimize, asıl düşmanın onlar olduğunu bildirmiş ve onlardan uzak durmasını emretmiştir (Münafikun 63/4).
[1*] Nisa 4/90-91, 94; Enfal 8/61; Muhammed 47/35.
[2*] Bu münafıklar Hendek savaşında, savaş meydanından çekilmiş ve müşriklerin önünü açmışlardı (Ahzab 33/12-17).
[3*] Tevbe 9/38-39.
[1*] Nisa 4/69, Nur 24/52.
[2*] Tevbe 9/74.
[*] Bu ayet, Resulüllah ile bey’at eden müminlerin, sözlerine bağlı kaldıklarının delilidir (Fetih 48/10).
[*] 18. ayette geçen fetih, Hayber’in fethi, buradaki ganimetler de Hayber ganimetleridir. Çünkü 15. ayete göre bütün bunlar, Hudeybiye’ye gelmeyenlere yasaklanmıştır.
[1*] Hudeybiye antlaşmasından sonra müminlerin önü açıldı, önce Hayber sonra Mekke, Taif ve Suriye’ye kadar bir çok yer fethedildi ve müslümanlar büyük ganimetler elde ettiler.
[2*] Hudeybiye antlaşması, Hendek savaşında, Yahudilerle tam bir ittifak içinde olan Mekkelilerin, çıkabilecek bir müslüman-yahudi savaşında tarafsız kalmalarını sağlamıştı. Bundan dolayı Mekkeliler, Hayber'in fethi sırasında Yahudilere destek veremediler.
[*] Âl-i İmran 3/110-111, Haşr 59/11-14.
[*] Hudeybiye’de müslümanların galip geleceği bir savaş ortamı doğmuşken Allah, savaşa izin vermedi.
[*] Bakara 2/196.
[*] Fetih 48/18.
[1*] “Rüya” kelimesi, “resul” kelimesinin bedel-i ba’z’ı sayılarak ayete meal verilmiştir. Burada Muhammed a.s. için nebi değil resul yani elçi kelimesinin kullanılması, bu rüyanın Allah’ın bir mesajı olduğunu gösterir.
[2*] Şâe = شاء fiili ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Fetih 48/14. ayetin dipnotu.
[3*] Buradaki saçı kısaltma veya kazıtma işi, hac ibadetinde Arafat’tan inip büyük şeytan taşlandıktan sonra olur ve daha sonra farz tavaf için Ka’be’ye gidilir. Umrede ise Ka’be tavaf edilip sa’y yapıldıktan sonra saçlar kesilir veya kısaltılır. Dolayısıyla bu ayet, Müslümanların Hudeybiye’ye, umre için değil hac için gittiklerinin açık delilidir.
[4*] Bu bilgi, Mekkelilerin Hudeybiye antlaşmasını bozacakları bilgisidir (Tevbe 9/1-4).
[1*] Her insan kendini dindar saydığı için (A’raf 7/30) herkesin bir dini vardır. Bu sebeple hak din, insanların yaşadığı her yere hakim olacaktır. (Fetih 48/28, Saf 61/9) Nebimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Gece ve gündüzün ulaştığı her yere bu din ulaşacak; İster kentlerde, isterse kırsalda olsun, Allah, bu dini ulaştırmadığı hiçbir ev bırakmayacaktır. Bu (kimi için) öyle bir izzet (kimi için de) öyle bir zillet olacaktır ki! Bu şekilde Allah, İslâm’ı güçlü ve şerefli kılacak, küfrü ise zelil ve hakir edecektir.” (Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 103)
[2*] Mevsuf, sıfatına izafe edilmiştir, ed-dîn’ul-hak (الدين الحق) demektir. Hak din, Allah’ın kitaplarında beyan ettiği tek din olan İslam dinidir (Âl-i İmran 3/19, Zümer 39/2-3). Bunun dışında kalanlar batıl dinlerdir (Âl-i İmran 3/85).
[1*] Ahzab 33/40.
[2*] Ayette, sarsılmaz diye anlam verdiğimiz eşidda’ şedîd’in (شديد)’in çoğuludur. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır (Müfredat). Müslümanlar, kafirlere karşı herhangi bir haksızlığa meyl etmeden tavizsiz bir duruş sergilemelidirler (Bakara 2/190). Birçok mealde bu kavrama verilen "sert ve şiddetli" gibi anlamlar, kafirlere karşı aşırı davranışlara yol açmaktadır. Sarsılmaz bir davranış göstermemiz gerekenler, bizimle savaşan, bizi ülkemizden çıkarmaya çalışan ve çıkaranlara destek verenlerdir (Mümtahine 60/8-9).
[3*] Maide 5/54.
[4*] Kur’an’a göre, "Muhammed'le beraber olanlar", Allah'a inanıp güvenen, Allah'tan korkan, kendilerine gönderilen nebiye destek veren kimselerdir. “Bu kimselerin örneği” demekle yalnızca sahabenin veya Muhammed (a.s.) zamanındaki inananların özellikleri değil, mü’min olarak tanımlanan insanların her dönemdeki özellikleri kastedilmektedir. İncil'de geçen açık örnek de Tevrat'ta geçen örnek de böyledir. Tevrat'ta mü'minlerin yüzlerindeki belirtiyi anlatan örnek, Mısır’dan Çıkış 20 babındadır. Musa aleyhisselam on emri almak için Sina Dağı’na çağrılmıştı. Bu sırada bir boru sesi duyulmakta, gök gürlemekte, şimşekler çakmaktaydı: "Boru sesi gitgide yükselince, Musa konuştu ve Tanrı gök gürlemeleriyle onu yanıtladı. RAB Sina Dağı’nın üzerine indi, Musa’yı dağın tepesine çağırdı. Musa tepeye çıktı." (Mısır’dan Çıkış 19:19-20) Bu sırada dağın tepesini bulutlar kaplamıştı ve aşağıdan gök gürültüleri duyuluyordu. Dağın eteğinde toplanmış olan İsrailoğulları bu manzara karşısında çok korkmuştu: “Halk gök gürlemelerini, boru sesini duyup şimşekleri ve dağın başındaki dumanı görünce korkudan titremeye başladı. Uzakta durarak Musa’ya, “Bizimle sen konuş, dinleyelim” dediler, “Ama Tanrı konuşmasın, yoksa ölürüz.” Musa, “Korkmayın!” diye karşılık verdi, “Tanrı sizi denemek için geldi; Tanrı korkusu üzerinizde olsun, günah işlemeyesiniz diye”” (Mısır’dan Çıkış 20:18-20). Bu pasajlardan 20:20’de “Tanrı korkusu üzerinizde olsun” şeklinde tercüme edilen kısmın İbranicesi araştırıldığında, “üzerinizde” anlamı verilen “al- pə·nê·ḵem (עַל־ פְּנֵיכֶ֖ם)” ifadesinin asıl anlamının Tevrat’ta Malachi 2:3 pasajında olduğu gibi “yüzlerinizde” olduğu ve tıpkı Arapçadaki “vech (وجه)” yani “yüz” kelimesi gibi, yüzü söyleyerek kişiyi kastettiği ortaya çıkar. Pasaja göre Allah bu manzarayı İsrailoğullarına, kendisinden korkan insanların yüzünde bunu gösteren bir belirti bulunması için yaşatmıştır. Bu olayın ardından Musa (a.s.) dağdan iner ve İsrailoğullarına on emri iletir. Onlar da bu emir ve yasakları dinleyeceklerine dair antlaşma yaparlar (Mısır’dan Çıkış 24:3). Allah’ın onlardan aldığı bu söz, Bakara Suresi 2/40. ayetinde Allah’tan korkma emriyle birlikte hatırlatılır. Özetle, bu ayetteki “Onları tanıtan belirtiler, Allah’a boyun eğmelerinin etkisinden dolayı yüzlerindedir.” ifadesiyle, Allah korkusu taşıdığı için ona boyun eğen ve yüzünden bu korkunun anlaşıldığı mümin kimseler tanıtılmaktadır.
[5*] Matta 13:1-23, Luka 8:4-15.
[6*] Maide 5/9.