AHZAB
[*] “Eşim anam olsun” deyip eşi ile onu boşamadan ayrılmak, karı koca ilişkisine son vererek eşini cezalandırmaya kalkmak
[1*] Muhacir: Göçmen. Din ve yaşam konularında baskıya uğradığı için Allah'ın kanunu(Nisa 4/97, Nisa 4/100) gereği yaşadığı yeri terk etmek, göç etmek zorunda kalan topluluk.
[2*] Bkz. Nisa 4/11. âyet.
[3*] Bkz. Nisa 4/8. ayet. Bu ayete genellikle şöyle anlam verilir: “... Soy hısımları miras hususunda, Allah'ın Kitap'ında birbirlerine müminler ve muhacirlerden daha yakındırlar. Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır. Bu Kitap'ta yazılı bulunmaktadır.”
Bize göre bu anlam yanlıştır. Çünkü Nisa 4/11,Nisa 4/12 ve Nisa 4/176. ayette soy hısımlarının öncelik sırası hükme bağlanmış, Nisa 4/9. ayette de miras paylaşılırken hazır bulunan yakınlar, yetimler ve çaresizlere de bir şeyler verilmesi emredilmiştir. Bunlar dışında bu ayetle ilgili olabilecek bir ayet yoktur. Bu sebeple meali farklı verme gereği duyduk. Vasiyet konusunda da Bakara 2/180. ayetin dipnotuna bakılabilir.
[*] Arap edebiyatında iltifat sanatı vardır. Anlatımı canlı tutmak ve konunun önemini vurgulamak için sözün akışı beklenmedik bir şekilde değiştirilerek üçüncü şahıstan birinci şahsa, ikinci şahıstan birinci veya üçüncü şahsa, birinci şahıstan ikinci veya üçüncü şahsa geçilir. Geçmiş zamandan şimdiki veya gelecek zamana; gelecek zamandan geçmiş zamana ya da geçmiş zamandan emir kipine geçiş yapılabilir. Türkçede bu sanat olmadığından bu gibi ifadeler bir Türk'ü şaşırtır. Bu sebeple burada bu sanat dikkate alınmamıştır. Önceki âyetin devamı olan bu âyette birinci şahıstan üçüncü şahsa geçildiğinden meal, bu geçiş yok sayılarak verilmiştir.
[*] Yesrip Medine’nin eski adıdır.
[1*] Münafıklar
[2*] Yahudiler
[*] Bir şeyi bağlantıları ile birlikte düşünerek öğrenmeye marifet, o marifeti koruyup kullanıma hazır tutmaya veya dil ile söylemeye de zikir denir. (Müfredat عرف ve ذكر md.).
Zikrin ilk kaynağı doğadır. İnsan, doğada yaptığı gözlemlerle elde ettiği bilgi parçaları arasında bağlantılar kurar ve zikre ulaşır. Doğa, Allah’ın yarattığı kitap, Kur’ân da indirdiği kitaptır. İndirilen Kitab’ın tamamı zikirden yani doğru bilgilerden oluşur. Bu sebeple Allah, Kur’an’a “zikir” adını vermiş ve şöyle demiştir:“Sana da bu zikri indirdik ki kendilerine ne indirildiğini insanlara bildiresin; belki düşünürler.” (Nahl 16/44) Zikir; kişiyi meşgul eden soruları cevapladığı için Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bilin ki, kalpler ancak Allah'ın zikri ile yatışır.” (Ra’d 13/28) Doğrular yerine kendi menfaatlerini öne alanların en çok rahatsız olduğu kitap Kur’an’dır. Bu yüzden Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sen sadece bu zikre uyanları uyarabilirsin…” (Yasin 36/11) Ona uymak için bizden ne istediğini bilmek gerekir. Anlamını kavramadan gece gündüz Kur’an okumakla ona uyulamayacağı için o okuyuş “zikir” olmaz.
Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulü sıfatıyla bize Kitab’ı ve Hikmet’i öğretmiştir (Bakara 2/151). Bu âyet de onun her konuda bize örnek olduğunu bildirmektedir. Onu örnek alanlar, âyetleri nasıl uyguladığını ve Kur'an'dan nasıl hikmet çıkardığını anlamaya çalışanlardır. Bunlar da ancak Allah'tan ve ahiret gününden umudu olan, Allah'ı, Allah’ın kitabını anlayarak çokça okuyan kişiler olabilir.
[*] Nebinin eşine cezayı iki kat vermekte bir sakınca görmez.
[1*] Bu ayet, Nebimizin evlerine gelenlere karşı, eşlerinin gösterecekleri tavırla ilgilidir. Evlerine gelen müslümanların davranışları ile ilgili olarak da bkz. Ahzab 33/53.
[2*] Nebinin ailesi.
[1*] Resul (رسول), “gönderilen”demektir. Bir bilgiyi iletmek için gönderilen elçiye resul dendiği gibi onunla gönderilen bilgiye de resul denir (Müfredat). Kur’an’daki resul kelimeleri ya elçi ya da Allah’ın Kitabı anlamındadır. Elçi ölümlü, Kitap kalıcıdır. Uhud savaşında Nebîmiz’in öldüğüne dair haberlerin yayılması üzerine Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Muhammed sadece elçidir. Ondan önce de elçiler geldi. O ölse veya öldürülse, gerisin geri mi döneceksiniz?” (Al-i İmran 3/144) Aramızda sürekli kalacak olan resul, Kur’an olduğu için bu âyetteki resule başka anlam verilemez.
[*] Zeyd eşini boşar da Allah.evlatlıkların boşadığı eşler konusunda örnek yapmak için beni Zeynep ile evlendirirse halkın içine nasıl çıkarım diye korkuyordun.
[2*]أَحَقُّ kelimesine sıfat-ı müşebbehe anlamı verilmiştir. Çünkü 39. âyette şöyle buyrulmaktadır: “Allah'ın emirlerini tebliğ edenler, Allah’tan korkar, başka kimseden korkmazlar.”
[*] Âyetin metninde geçen yusallûne =يُصَلُّونَ ‘nin türediği es-salât = الصَّلَاة kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır. (Lisan’ul-Arab) Bu ayet, Allah’ın müminleri, melekleriyle sürekli desteklediğini gösterir.
[1*] Fey, savaşmadan elde edilen, ganimet ise savaş sonucu elde edilen şeylere denir. Fey ile ilgili âyet şudur: “Allah'ın, o kentlerin halkından alıp Elçisine fey olarak verdiği şeyler; Allah için, elçisi ve yakınları için, yetimler, çaresizler ve yolda kalmışlar içindir. Böylece onlar, içinizden zenginler arasında dolaşan bir servet haline gelmez.” (Haşr 59/7)
Ganimetlerle ilgili âyet de şudur: “Eğer Allah’a inanıp güveniyor, doğru ile yanlışın ayrıldığı o gün, yani o iki ordunun çarpıştığı gün, kulumuza indirdiğimize de inanıyorsanız, bilin ki aldığınız her ganimetin beşte biri Allah’ın, elçisinin, elçinin en yakınlarının, yetimlerin, çaresizlerin ve yolcunundur. Her şeye bir ölçü koyan Allah’tır.” (Enfal 8/41)
Ganimetin 4/5’i savaşçılara verilir ama feyde savaşçıların payı yoktur. Bu. âyet, Bizans’ın Mısır genel valisi.Mukavkıs tarafından Nebîmize hediye edilen Mâriye’nin ona helal olduğunu bildirmektedir. Bu hüküm ona özeldir, diğer müminlerin böyle bir hakkı yoktur.
Savaş sonucu elde edilen esir kadınlarla nikahsız birliktelik mümkün değildir (Nur 24/32-33). Esirler ya fidye karşılığı veya karşılıksız serbest bırakılırlar (Muhammed 47/4) Gelenekte fey’e ganimet anlamı verilerek bir çarpıtma yapılmış ve bu âyet, cariyelerin cinselliğinden yararlanma suçuna alet edilmiştir. Bu, ne büyük bir iftiradır!
[3*] Bu âyette iltifat vardır, Meal, bu sanat yok sayılarak verilmiştir. Ayrıntı için bkz. 8. âyetin dipnotu.
[4*] Mehir almadan evlenmek isteyen kadın da sadece Nebîmize helaldir. Bir mümin erkek, bir kadınla mehirsiz evlense evlilik geçerli olur ama ona denk bir kadının mehri kadar mehir vermesi gerekir. Böyle bir eşi, ilişkiye girmeden boşayan da ona mal vermek zorundadır (Bkz. Bakara 236).
[*] Bkz Nisa 4/29
[*] Bkz. Ahzab 33/50
[1*] Âyetin metninde geçen yusallûne =يُصَلُّونَ ‘nin türediği es-salât = الصَّلَاة kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır. (Lisan’ul-Arab) Bu ayet Allah’ın Nebî'mizin arkasında olduğunu ve onu melekleriyle sürekli desteklediğini gösterir. Her müslümanın hiç aksatmadan yapması gereken tek ibadet namaz olduğu için ona da salat denmiştir. Burada Müslümanlara verilen emir, sürekli onun arkasında olmaları ve samimi davranmalarıdır.
[2*] Nebîmizin Kur'an'ı tebliğ etmek, onu ve ondaki hikmeti öğretmektir (Bakara 2/151 Âl-i İmran 3/164) Bir âyet şöyledir: "Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Bunu yapmazsan, elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan koruyacaktır. Allah, ayetleri görmezlikte direnen topluluğu yola getirmez." (Mâide 5/67)
[3*] Ayetin son bölümüne verdiğimiz bu anlamın sebebi, sonu aynı kelimelerile biten şu âyettir: "Hayır, hayır! Rabbine yemin olsun! Bunlar anlaşamadıkları konularda seni hakem yapıp verdiğin karardan dolayı içlerinde en küçük bir sıkıntı duymaksızın tam teslim olmadıkça inanıp güvenmiş sayılmazlar." (Nisa 4/65)
[*] Lanetlemek, dışlamaktır.
[*] Cilbab, dış giysiden küçük, başörtüsünden büyük örtüdür. Kadın onunla başını ve göğüs bölgesini örter. (Lisan’ul-arab) Kelime dış giysi anlamında da kullanılır ama burada ona büyük başörtü dışında anlam verilemez. Çünkü dış elbiseyi vücuda yaklaştırma diye bir şey olmaz. Ama büyük başörtü vücuda yapıştırılmazsa açılır, göğüs, boyun ve saçlar ortaya çıkar. Âyetteki “daha uygun= أَدْنَى ifadesi de başörtüsü (hımar) ile cilbabı karşılaştırmaktadır. Yakaları kapatacak şekilde örtülen başörtüsü, kötü niyetli erkeklerin rahatsız edici davranışlarını engeller. Ama hem başı hem de göğüs bölgesini örten bir örtü onların beklentilerini büsbütün ortadan kaldırır.
[*]
Doğrulara kendini kapatanlar sizinle savaşsalar dönüp kaçarlar. Sonra kendileri için ne bir dost ne de yardımcı bulabilirler.
سُنَّةَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلُ وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا 223}
Bu, Allah’ın daha öncekilere de uyguladığı kanunudur. Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın.
وَهُوَ الَّذِي كَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ عَنْهُم بِبَطْنِ مَكَّةَ مِن بَعْدِ أَنْ أَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًا {23}
[*] Metin “büyük bir dışlanmışlıkla dışla” şeklindedir. Türkçe’de böyle bir ifade tarzı olmadığı için bu anlam verilmiştir.
[1*] Burada emanet, Allah’ın kitaplarına uyma zorunluluğudur. Onların bunu yapacak güçte olmadıklarını şu âyetten öğreniyoruz: “Biz bu Kur'ân’ı bir dağa indirseydik Allah korkusundan başını eğerek parça parça olduğunu görürdün…” (Haşr 59/21)
[2*] Bu ayetteki nakıs fiil olan كان ‘ye صار = dönüştü; anlamı verilmiştir.
[3*] Emanet
حم (1) عسق (2)
كَذَلِكَ يُوحِي إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (3)
لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ (4)
تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْأَرْضِ أَلَا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ [الشورى : 1 –
لَوْ أَنْزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ [الحشر : 21]
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَرِينَ [الدخان : 29]
5]