BAKARA

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Bakara 2/1 TEFSİR)
الٓمٓۚ
Elif-Lâm-Mîm[*]!

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.

Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından dolayı onların dikkatleri toplama görevi yaptığı söylenebilir.. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.  
 

(Bakara 2/2 TEFSİR)
ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ
İşte (beklenen) o Kitap![1*] Onda hiçbir şüphe yoktur.[2*] Müttakîler[3*] /yanlışlardan sakınanlar için bir rehberdir.[4*]

[1*] el-kitâb (ٱلْكِتَٰابُ), “o kitap” anlamındadır. Her nebiye kitap verilmiştir (Âl-i İmrân 3/81-82). Kur’an, Allah’ın, beklenen son kitabıdır (Bakara 2/40-41, 89,101, Şuara 26/196). Herkesin, önceki kitaplarla birlikte bu kitaba da inanma görevi vardır (Bakara 2/136-137, Âl-i İmran 3/84-85. Nisa 4/47, A’râf 7/157).

[2*] Bakara 2/23, Yunus 10/37-38Secde 32/1-2.

[3*] Müttakî, kendini koruyandır (Lisân’ül-Arab). Allah’ın dini fıtrat, tabiatta ve insanın hem fiziksel hem ruhsal yapısında geçerli kanun ve kurallar bütünü olduğu için (Rum 30/30) müttakî, fıtratını koruyan, yanlış yapmaktan sakınan kişidir. O, herhangi bir varlığı Allah’a denk tutmaz (Nisa 4/48, 116-121). Fıtratını koruyaan biri, Kur’an ile karşılaşınca onu kendine rehber edinir. Daima dürüst ve erdemli olmaya ve her türlü yanlıştan sakınmaya çalışır (Bakara 2/177, Zümer 39/32-33). Yalnızca şirk koşmaktan sakınmış kişiyi de Allah, bu yönüyle müttaki sayar. Günahı sevabından çok olursa cezasını çekmek üzere cehenneme sevk edilir ama cezasını çektikten sonra Allah onu, cehennemden kurtarır (Meryem 19/68-72, 86-87). 

[4*] Rehber diye çevirdiğimiz “hüdâ” kelimesi, hidâyet kökündendir. Hidâyet, nazikçe yol göstermektir (Müfredat). A’raf 7/52; Yunus 10/57; Nahl 16/64, 89, 102; Neml 27/12, 76-77; Lokman 31/1-3.

 


(Bakara 2/3 TEFSİR)
اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ
Allah’a içten[1*] inanan,[2*] namazı düzgün ve sürekli kılan,[3*] kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak eden /hayra harcayan,[4*]

[1*] Var olduğu halde duyu organlarından uzak olana veya kişinin bilmediği şeylere ‘gayb’ denir (Müfredat). İnsanın içi, Allah’tan başkası için gaybdır. İman, kalp ile tasdik şartına bağlandığından bir kişinin gerçekten inanıp inanmadığını Allah’tan başkası bilemez (Kasas 28/56, Kaf 50/16-18). Bu sebeple kimse, bir inancı kabule veya inkâra zorlanamaz (Bakara 2/256). İman, kesin bilgi sonucunda oluşur (Âl-i İmrân 3/86-89). Allah, hakkında bilgi sahibi olunmayan bir şeyin arkasına düşmeyi yasakladığı için (İsra 17/36) “gayba inanmak” diye bir şey olamaz. Ayette geçen el-ğayb (الغيب) kelimesindeki el (ال) takısı muzafunileyhten ıvaz olduğu için tamlayanın yerine geçer ve ona, “gayblarıyla (بغيبهم)” yani “içleriyle” anlamı kazandırır. Bu yüzden kelimeye “içten” anlamı verilmiştir. Allah Teala Mahşer Günü elçilerini topladığında onlara: “Size ne cevap verildi?” diye soracak, onlar da “Bizim bu konuda bir bilgimiz yok. Bütün gaybı bilen sensin!” diyeceklerdir (Mâide 5/109).

[2*] İnanmak, güvenmektir. Allah’ın varlığını herkes kabul eder; ama herkes yeterince güvenip teslim olamaz. İnsanı kâfir yapan, Allah’a tam güvenmemesidir. Allah’ın varlığını ve birliğini kabul ettiği halde ona tam güvenmeyenler, kendilerini bir şey sanarak kibirlenenlerdir(Bakara 2/34, Zümer 39/59).

[3*] Namaz diye anlam verdiğimiz es-salât (الصلاة)’ın kök anlamı, bir şeyi bırakmamak, sürekli arkasında olmaktır (Lisan'ul-Arab). Namaza salat denmesi, hiçbir şart altında terk edilemeyen ve her gün, belli vakitlerde yerine getirilmesi gereken tek ibadet olmasından dolayıdır. 

[4*] “Hayra harcama” olarak meal verilen infak kelimesinin Arapçadaki temel anlamı “ihraç” yani elden çıkarmadır (Mekâyis). Mal kelimesi ile birlikte kullanıldığında malı elden çıkarma yani onu harcama anlamına gelir (Mefâtih’ul-Ğayb). Kur’an’da her türlü harcama, hatta kafirlerin yaptığı harcamalar bile infak kelimesiyle ifade edilmiştir (Bakara 2/265, 274, Âl-i İmran 3/134, Nisa 4/38, Enfal 8/36). Sadaka ve zekat da infak kapsamına girer (Bakara 2/215, 219, 261-264, 267, Tevbe 9/34, 60, 103). Bu ayet ve benzerlerinde geçen “infak”, hayır için yapılan her türlü harcamadır (Enfal 8/3, Ra’d 13/22, İbrahim 14/31, Hac 22/35, Secde 32/16, Fatır 35/29, Şûrâ 42/38).

 


(Bakara 2/4)
وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ
sana indirilene de senden önce indirilenlere de inanıp güvenen[*] ve ahirete inançları kesin olanlar var ya,

[*] Bakara 2/136-137Al-i İmran 3/84-85, Nisa 4/150-151.


(Bakara 2/5 TEFSİR)
اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
işte onlar Rablerinden /Sahiplerinden[*] gelen rehbere uymuş olanlardır. Onlar, umduklarına kavuşacak olanlardır.

[*] Rab kelimesinin en uygun karşılığı “sahip”tir. Bkz. Fatiha 1/2‘nin dipnotu.

 

(Bakara 2/6 TEFSİR)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Kâfirlik edenleri /ayetleri görmezlikte direnenleri[1*] uyarsan da uyarmasan da onlar için fark etmez; inanıp güvenmezler.[2*]

[1*] Arapçada “küfr”, örtme; “kâfir”, örten anlamına gelir (Müfredât). Kur’an’da kâfirin ilk örneği İblis’tir (Bakara 2/34). Allah ona, Âdem’e secde etmesini emrettiği halde etmemiş, “Sana emrettiğimde secde etmemene yol açan engel neydi?” diye sorduğunda da “Ben ondan daha değerliyim. Beni ateşten yarattın ama onu balçıktan yarattın.” (A’râf 7/12) diyerek, sanki Allah ona, neden yaratıldığını sormuş gibi farklı bir cevapla, kendine verilen emrin üstünü örtmüş ve davranışında ısrarcı olmuştu. Bu sebeple kâfirlik kelimesini en iyi karşılayan ifade “görmemekte direnmek”tir. Bir kişi,  Allah’ın âyetlerine inandıktan sonra onlardan  bir tanesini dahi görmemekte direnirse üstünü örtmüş ve kâfir olmuş olur (Âl-i İmrân 3/86-90, 106, Neml 27/14). Bu kişi, direnmesine sebep olan şeyi Allah’ın seviyesine çıkardığı için de müşrik olur. Bundan dolayı her kâfir, müşrik; her müşrik de kâfirdir (Âl-i İmrân 3/151). 

[2*] Ayetleri görmezlikte direnenler için fark etmese de Müslümanların onları, uygun ortamlarda (A’lâ 87/9-12) uyarmaya devam etmesi gerekir (A’raf 7/163-166, Hicr 15/94, Yasin 36/10).

 

(Bakara 2/7 TEFSİR)
خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟
(Sanki) Allah kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerinin üzerine de perde inmiştir![*] Onlar için büyük bir azap vardır.

[*] Kâfirlerin ön yargıları, istiâre-i temsiliyye /alegori ile canlandırılmıştır (Keşşaf). İstiârede benzetme edatı gizlenir. Buradaki mecaz gerçek sanıldığı için benzetme edatı, tarafımızdan “sanki” sözüyle açığa çıkarılmıştır (Yasin 36/8-10, Lokman 31/6-7, Câsiye 45/6-7). “Sanki” edatı yazılmazsa Allah’ın kafirlere, tövbe kapısını kapattığını ve özgürce karar almalarını engellediği anlaşılabilir (Nisa 4/18). Oysa tövbe edildiği yani yanlıştan dönüldüğü takdirde (Bakara 2/160) affedilmeyecek bir günah yoktur (Bakara 2/159-160, Âl-i İmrân 3/86-89, Zümer 39/53). Ayetleri görmezlikte direnenler, gerçekleri görmek, duymak ve anlamak istemezler (Fussilet 41/5). Sanki Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine de perde inmiş gibi davranırlar. Ayrıca Allah, kâfirleri, en’âma yani koyun, keçi, sığır ve deveye benzetmiştir. Bunun sebebi de kalplerini, kulaklarını ve gözlerini bir insan gibi kullanmamalarıdır (A’raf 7/179, Furkan 25/43-44). Ayrıca bakınız: Nisâ 4/155, Mâide 5/13, En’âm 6/46, A’râf 7/100-101, Tevbe 9/87,93, Yunus 10/74, Nahl 16/106-108, Rûm 30/58-59, Mü’min 40/35, Câsiye 45/23, Muhammed 47/16, Sâff 61/5, Münafikûn 63/3, Mutaffifin 83/14.


(Bakara 2/8 TEFSİR)
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِن۪ينَۢ
İnsanlardan öylesi de vardır ki “Allah’a ve ahiret gününe inandık.” derler. Halbuki onlar inanıp güvenmiş değildirler.[*]

[*] Âl-i İmran 3/118-120, Nur 24/47-50, Ankebut 29/10-11.

 

(Bakara 2/9 TEFSİR)
يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَۜ
Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar.[1*] Onlar yalnızca kendilerini aldatırlar ama bunun bilincinde değillerdir![2*]

[1*] Ayette geçen hıda’ (الخداع)’nın anlamı, planlı bir şekilde yanıltma ve aldatmadır (Müfredât). Yeni bir nebi beklentisinde olan bazı Yahudilerin nebimize gösterdikleri tavır buna örnektir (Bakara 2/75-79, 90). Hesaplarına uymayan ayetlere farklı anlamlar verip yan çizen herkes bu kapsama girer. Allah münafıkların, kafirleri kendilerine müminlerden daha yakın gören kimseler olarak tanımlamış (Nisa 4/138-139) ve böyle bir davranış göstermemeleri konusunda müminleri uyarmıştır (Nisa 4/144).

[2*] Nisa 4/142, Münafikun 63/1-3.


(Bakara 2/10 TEFSİR)
ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Kalplerinde, (kâfirliklerinden dolayı) bir hastalık vardır; Allah onlara bir hastalık daha (münafıklık hastalığını da) ekler. Yalan söylemelerine karşılık onlara acıklı bir azap vardır.[*]

[*] Bunlar kâfirlik ve yalancılıklarının cezasını dünyada da ahirette de çekerler (Tevbe 9/101, 125). Kalplerinde hastalık olduğu bildirilen kişilerin davranışları ile ilgili diğer ayetler için bkz: Maide 5/52, Enfal 8/49, Ahzab 33/12, 60-61, Muhammed 47/20-29, Müddessir 74/31.

 

(Bakara 2/11 TEFSİR)
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِۙ قَالُٓوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ
Onlara: “Yeryüzünde düzeni bozmayın!”[*] denildiğinde “Biz sadece düzeni sağlayan kimseleriz.” derler.

[*] “Düzeni bozma” şeklinde tercüme ettiğimiz ifsad, fıtratı bozma gayretidir. Fıtrat ise, tabiatta ve insan vücudunda geçerli kanun ve kurallar bütünüdür. Allah’ın doğru saydığı din de fıtrattır (Rum 30/30). 


(Bakara 2/12 TEFSİR)
اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ
Dikkat edin! Gerçek anlamda düzen bozucular onlardır ama bunun bilincinde olmazlar.[*]

[*] Bakara 2/204-206.


(Bakara 2/13 TEFSİR)
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُۜ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَٓاءُ وَلٰكِنْ لَا يَعْلَمُونَ
Onlara: “O insanlar nasıl inanıyorsa siz de öyle inanın.” denildiğinde, “O akılsızların inandığı gibi mi inanalım!” derler. Dikkat edin! Asıl akılsızlar onlardır ama bunu bilmezler.[*]

[*] Bunun örneği, Kur’an’a inanmadığı halde Müslüman görünerek nebimizin arkasında namaz kılan Yahudi münafıklardır. Kıblenin Beytülmakdis’ten Kâbe’ye çevrilmesi, bu yüzden onları çok rahatsız etmişti (Bakara 2/142).

 

 


(Bakara 2/14 TEFSİR)
وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَوْا اِلٰى شَيَاط۪ينِهِمْۙ قَالُٓوا اِنَّا مَعَكُمْۙ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُ۫نَ
İnanıp güvenenlerle karşılaştıklarında “Biz de inanıp güvendik.” derler. Şeytanlarıyla[1*] başbaşa kalınca da “Biz, kesinlikle sizin yanınızdayız, biz onları, sadece hafife alıyoruz!”[2*] derler.[3*]

[1*] Şeytanlar, doğru yoldan çıkmış olan ama başkalarını da çıkarmak için doğru yolun üstünde oturan insanlar ve cinlerdir (En’âm 6/71, 112, A’raf 7/30, Şuara 26/221-223, Nas 114/1-6).

[2*] Ayetteki müstehzi (مُسْتَهْزِءُ)  kelimesi, gizlice dalga geçme anlamındaki hüz’ (هزء) kökündendir (Müfredat). Ona, yerine göre idare etme, göz yumma veya hafife alma şeklinde anlam verilmesi uygun düşmektedir. 

[3*] Bakara 2/76, Al-i İmran 3/119.

 

(Bakara 2/15 TEFSİR)
اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Taşkınlıkları içinde bocalayıp durmalarına fırsat vererek onları hafife alan Allah'tır.[*]

[*] Allah’ın verdiği ceza, işlenen suç ile orantılıdır (Şura 42/40). Bunlar müminleri hafife alıp kafirleri önemseyerek gizli işler çevirdikleri için Allah da onları hafife alıp bocalamalarına fırsat vererek (Nisa 4/142-143) yaptıklarına denk bir ceza ile cezalandırmış olur (Tevbe 9/64-65).

 

(Bakara 2/16 TEFSİR)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰىۖ فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ
Onlar, bu rehber /Kur’an karşılığında sapkınlığı satın almış kimselerdir. Yaptıkları alım satım bir kazanç sağlamamıştır. Onlar doğru yolda değillerdir.[*]

[*] Bakara 2/175, Âl-i İmran 3/177.


(Bakara 2/17 TEFSİR)
مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَارًاۚ فَلَمَّٓا اَضَٓاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ ف۪ي ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ
Onların durumu, ateş yakmaya çalışanın durumu gibidir: Ateş tam da o kişinin çevresindekileri aydınlattığı sırada Allah, onların ışığını söndürür ve onları hiçbir şey göremez halde karanlıklar içinde bırakır.[*]

[*] Buradan itibaren dört ayette, kâfirlerin ve münafıkların durumu, bir benzetme ile canlandırılmıştır. Bu ayete göre onlar başlangıçta, bir meşale ile yani Allah’ın kitabı ile aydınlanmak ve doğru yolda yürümek istiyorlardı. Ama önleri aydınlanıp o yolu gördükten sonra bazı şeyler hesaplarına gelmediği için körler gibi davranmaya başladılar (Nur 24/39-40, Münafikun 63/2-3). Mesela Yahudiler, son nebinin getireceği kitapla önlerinin açılacağını bekliyorlardı. Kur’an gelince onun Allah’ın kitabı olduğunu kesin olarak anladılar (En’am 6/20, 114). Ama daha sonra çoğunun davranışı değişti (Al-i İmran 3/110); bir kısmı kâfir (Bakara 2/89-92) bir kısmı da münafık oldu (Bakara 2/75-77).


(Bakara 2/18 TEFSİR)
صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَۙ
(Çünkü bunlar, ayetler karşısında) Sağır, dilsiz ve kör kesilirler; onlar yollarından dönmezler.[*]

[*] Bakara 2/171, En’am 6/39, Muhammed 47/23.


(Bakara 2/19 TEFSİR)
اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ ف۪يهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌۚ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِۜ وَاللّٰهُ مُح۪يطٌ بِالْكَافِر۪ينَ
Ya da onlar, gökten boşanan yağmura tutulmuş kişi gibidirler. Orada karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek vardır. Şiddetli gürültüden dolayı[1*] ölecekleri korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Allah o kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.[2*]

[1*] Savâ’ik (صواعق), sâ’ika (صاعقة)’nın çoğuludur. Sâ’ika; "şiddetli gök gürültüsü" demektir. Bu gürültünün etkisiyle azap veya ölüm oluşur (Müfredât). Allah, böyle bir gürültüyü, bazı toplumları cezalandırmak için kullanmıştır (Bakara 2/55, Nisa 4/153, Ra’d 13/13, Fussilet 41/13, 17; Zariyat 51/44). Mahşer günü herkes, buna benzer bir gürültü ile mezarından çıkacaktır (Zümer 39/68, Tur 52/45).

[2*] Münafık, kafir olduğu halde mümin olduğunu söyleyen yalancıdır. Gerçekleri görüp inandıktan sonra kafir olanı, Allah, melekler ve insanlar dışlarlar (Âl-i İmran 3/87-88). Onların kafirliklerine, yalancılıkları da eklenince kendilerini sanki şiddetli yağmura tutulup da önlerini bile göremez hale gelmiş gibi hisseder, ne yapacaklarını bilemezler (Nisa 4/142-143). Bazı ayetler bir şimşeğin ışığı gibi kısa süreliğine önlerini aydınlatır, bazıları ise onları, şiddetli bir gürültü kopmuş gibi etkiler ve korkutur. Bu yüzden kulaklarını tıkar ve o ayetleri duymak istemezler.

 


(Bakara 2/20 TEFSİR)
يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْۜ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا ف۪يهِۙ وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
O şimşek, neredeyse gözlerini çıkaracak gibi olur. Ne zaman önlerini aydınlatsa o aydınlıkta yürür,[1*] üzerlerine karanlık çökünce de kalakalırlar. Allah farklı bir tercihte bulunsaydı[2*] kesinlikle onların görme ve dinleme özelliklerini yok ederdi.[3*] Şüphesiz Allah, her şeye bir ölçü koyar.[4*]

[1*] Münafıklar, hesaplarına uyan ayetler arar, birçok ayeti bağlamından koparıp Müslümanları saptırmaya çalışırlar (Âl-i İmrân 3/7, 78-80Maide 5/41).  Bazılarının en büyük arzusu, nebimizin sözlerini, ayet seviyesine çıkarmaktır. Bunlar, nebi ve resul kelimelerinde anlam kayması yaparak Muhammed aleyhisselamın nebi sıfatıyla söylediği sözleri veya onun adına uydurulan rivayetleri resul sıfatıyla tebliğ ettiği ayetler seviyesine çıkarmış ve onu, Allah’ın yanında ikinci bir ilah saymışlardır. Bunları bilen Nebimiz, kendi sözlerinin yazılmasını yasaklamıştır (Müslim Adâb 32). Ebubekir ve Ömer (r.a.) döneminde yasak sürmüş ama daha sonra önleri açılmıştır.(Şura 42/52-53, En’am 6/122-123)

[2*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın bir şeyi yapması o şeyi var etmesi, insanın bir şeyi yapması da o şeyin oluşması için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “bir şeyi yaptı veya yarattı”, insan olursa “bir şeyi  yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır.

Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

[3*] Gözlerini ve kulaklarını doğrulara kapattıkları için bu ceza, suçlarına denk olur. Ama Allah, işlenen suçun cezasını hemen vermez, daha sonraya bırakır.(Nahl 16/61)

[4*] Ayetteki kadîr (قدير), “ölçü koyan” anlamındadır. Bu kelimeye “gücü yeten” anlamı verilir. Ölçüyü en güçlü olan koyar ama ayete “gücü yeten” anlamı verilince kelimenin ölçü ile ilişkisi kesilmiş olur.

 


(Bakara 2/21 TEFSİR)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ
Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki yanlışlardan sakınabilesiniz.[*]

[*] Yasin 36/60-61, En’am 6/102, Zariyat 51/56.


(Bakara 2/22 TEFSİR)
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءًۖ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْۚ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Yeryüzünü sizin için dayalı döşeli hale getiren, göğü de bina gibi yapılandıran odur.[1*] Gökten su indirir de onunla oluşan ürünlerden sizin için rızık çıkarır.[2*] Öyleyse bile bile,[3*] Allah’a benzer nitelikte varlıklar[4*] uydurmayın.

[1*] Mü’min 40/64, Zariyat 51/48.

 
[3*] Allah’ın varlığı ve birliği konusunda kimsenin şüphesi yoktur. İlah sayılanlar, Allah ile araya konan aracılardır. Heykellerin ilah olamayacağını herkes kolayca anlayacağından o suçu işleyen hiçkimse affedilmez. Ayette, “bile bile” ifadesinin kullanılması, bilmeden yapılan yanlışların affedileceğini gösterir (Bakara 2/286). Hiçbir Müslüman puta tapmaz ama onlar, Muhammed aleyhisselamın, ilim adamlarının ve din adamlarının ilah yapıldığının farkında değillerdir. Allah Teala Kur’an’ı sadece kendisinin açıkladığını, bunu bir ilme göre yaptığını (A’raf 7/52), bu açıklamalara, konuyu bilenlerden oluşan bir ekibin ulaşabileceğini (Fussilet 41/3) bildirmiş ve başkasının yapacağı açıklamayı kabul etmenin onu ilah saymak olduğunu açıkça ifade etmiştir (Hud 11/1). Ama geleneksel yapı, birçok ayeti gizlemiş, bir çoğuna da yanlış anlamlar vermiş ve Muhammed aleyhisselamın da ayetleri açıklama yetkisinin olduğunu, Müslümanlara kabul ettirmiştir. Kur’an’ı açıklama yetkisi alimlere de verilerek mezhepler oluşturulmuş ve bir ilahlar piramidi meydana getirilmiştir. Bu, kabul edilebilecek bir şey değildir (Bakara 2/103-105, 213, En’am 6/159, Şura 42/13-14). Bu yapıyı, bilmeden kabul edenlerin bir sorumluluğu olmaz (Bakara 2/22, 120, 145, 286). Ama bir çok ayeti gizleyip bir çoğunun da anlamını bozarak Müslümanları bu hale sokanlar, en ağır cezaya çarptırılacaklardır (Bakara 2/159-162, 174-176, A’raf 7/44-45).
 
[4*] Ayetteki endâd (أنداد) kelimesinin tekili nidd’dir (نِدٌّ). Nidd, “bir şeyin benzeri ve işlerinde ona muhalefeti olan varlık” anlamındadır (el-Ayn). Müşrikler, Allah ile ortak özelliklere sahip olduğuna inandıkları varlıkları araya koyarak isteklerini, onların aracılığı ile Allah’a kabul ettireceklerine inanırlar.(Bakara 2/165, İbrahim 14/30, Sebe 34/33, Zümer 39/8, Fussilet 41/9).
 

(Bakara 2/23 TEFSİR)
وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪ۖ وَادْعُوا شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Kulumuza indirdiğimizden (Kur’an’dan) şüpheniz varsa ondaki sûrelerden birine denk bir sûre getirin, Allah ile aranıza koyduğunuz[1*] bilgili kişilerinizi[2*] de çağırın. Doğru sözlü kimselerseniz (bunu yaparsınız).

[1*] Ayette geçen dûn (دون) kelimesi “yakınlaştırma, aşağı görme ve üstün zıddı” anlamlarına gelir (Tâcu’l-arûs). Müşrikler, kutsadıkları varlıkları, bir yönüyle Allah’a, bir yönüyle de insana benzeterek Allah ile insan arasında bir yere yerleştirir ve onların aracılığı ile Allah’a ulaşacaklarına inanırlar. Ayetlerdeki min dûnillâh (من دون الله)  ifadesi, daha çok bu anlamı ifade eder. Hristiyanlar İsa’yı Allah’ın oğlu; Mekkeli müşrikler, melekleri Allah’ın kızları; büyüklerini aracı koyanlar da onları Allah’ın dostu sayarak Allah ile aralarına koyarlar. Bu inanç, insana sinir uçlarından yakın olan Allah’ı (Kaf 50/16) ikinci sıraya koymaya sebep olur ve kişiyi müşrik yapar. Maalesef tefsirlerde kelimenin doğru anlamına rastlanmamaktadır. 

[2*] “Bilgili kişiler” diye anlam verdiğimiz ‘şuhedâ’nın tekili olan şehîd, bu ayette şâhit anlamındadır. Şahit, bir yerde bulunan, bilen ve bildiren anlamlarına gelir (Mekâyis). Kur’an’ı anlayarak okuyan herkes onun Allah’ın sözü olduğunu kesin olarak kavrar (Âl-i İmran 3/18, Maide 5/83-84, Yusuf 12/26). Bu ayet, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu kabul etmeyenlere karşı bir meydan okumadır (Yunus 10/37-38, Hud 11/13, İsra 17/88, Kasas 28/49, Tur 52/34).

 

 

(Bakara 2/24 TEFSİR)
فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُۚ اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ
Bunu yapmazsanız ki asla yapamazsınız,[1*] o zaman tutuşturucusu[2*] insanlar ve taşlar olan o ateşten/ cehennemden kendinizi koruyun.[3*] Orası kâfirler için hazırlanmıştır.[4*]

[1*] Hud 11/13-14.

[2*] Cehennem yaratılmış ama henüz tutuşturulmamıştır. Ahirette tutuşturulduktan sonra insanlar oraya atılacaktır (Tekvir 81/12). O ateş onların sadece derilerini yakacağından azabı tatmaları için sürekli derileri yenilenecektir  (Nisa 4/56). Onlar orada ölmeyecek, birbirleriyle (A’raf 7/38-39), görevli meleklerle (Mümin 40/49-50) ve Cennete gitmiş olanlarla konuşacaklardır (A’raf 7/48-51, Müddessir 74/40-47). Ayetlerdeki “vekud (وقود)” kelimesine “yakıt” anlamı verilir ama onlar, oranın yakıtı olsalar her tarafları yanar, kimseyle konuşamaz ve kısa sürede yok olup giderlerdi. Bütün bunlardan dolayı Cehennemle ilgili ayetlerdeki “vekud (وقود)” kelimesine “yakıt” değil mecazen ‘tutuşturucu” anlamı vermek uygun olur. 

 

(Bakara 2/25 TEFSİR)
وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًاۙ قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًاۜ وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlara şu müjdeyi ver:[1*] Onlar için, içlerinden ırmaklar akan cennetler/ bahçeler vardır. Her ne zaman o bahçelerin bir ürünü onlara rızık olarak sunulsa “Bundan bize daha önce de sunulmuştu.” diyeceklerdir. Aslında onlara öncekinin benzeri verilmiştir.[2*] Orada onlar için tertemiz eşler[3*] de vardır. Onlar orada ölümsüz olarak kalacaklardır.

[1*] Nisa 4/47, 122, Tevbe 9/20-22, İsra 17/9, Kehf 18/2-3, Şura 42/22-23.

[2*]  Cennette yedikleri her şey, bildikleri ve sevdikleri şeylerden olmakla birlikte her defasında farklı lezzette olacağından onlardan bıkmayacaklardır.

[3*] “Eş” diye tercüme ettiğimiz zevc (زوج) kelimesi Kur’an’da hem kadın hem de erkek için kullanılır. Cennete giden eşler, kusurlarından ve kötü huylarından arındırıldığı için, biri diğerinde herhangi bir eksik bulamayacaktır (Âl-i İmran 3/15, Nisa 4/57, A'râf 7/43). Cennetteki vildan ve huriler eş değil hizmetçidirler (Duhân 44/54, Vakıa 56/17-24, İnsan 76/19). ًGılman ise onların küçük yaşta ölmüş çocuklarıdır (Tûr 52/24).


(Bakara 2/26 TEFSİR)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۢ يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًاۜ وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَۙ
Allah herhangi bir şeyi, bir sivrisineği de onun üstünde olanı[1*] da örnek vermekten çekinmez.[2*] İnanıp güvenenler bilirler ki bu örnek, Rablerinden gelen bir gerçektir. Kâfirlik edenler ise şöyle diyeceklerdir: “Allah bunu örnek vererek neyi amaçlamış olabilir ki![3*]” Allah, bununla birçoğunun yoldan çıktığına, birçoğunun da yola geldiğine karar verir;[4*] yoldan çıktığına karar verdikleri sadece fâsıklardır.[5*]

[1*] Bir varlığın diğerinin “üstünde” sayılması, “büyüklük-küçüklük, fayda-zarar, karmaşıklık-basitlik” gibi farklı açılardan olabilir. Allah’ın verdiği örnekler için bu kelimeyi tercih etmesi, örneklerin çeşitliliğini vurgulaması bakımından önemlidir (İsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58, Zümer 39/27-28). Allah’a inanıp güvenen herkes, ondan gelen her şeye büyük değer verir. Sivrisineğin de küçümsenecek bir tarafı yoktur. Yapılan araştırmalara göre sivrisineğin 3500 farklı türü vardır. İnsan ve hayvanlardaki solunum, sindirim, dolaşım gibi biyolojik sistemlerin tamamı mikro düzeyde birkaç milimetrelik bir sivrisineğin vücuduna yerleştirilmiştir. Sivrisinekler, binlerce basit gözün bir araya gelmesiyle oluşmuş bir çift petek göze sahiptir. Memelilerin hiçbir kas veya ekleminin yapamayacağı güçle, saniyede 1000 kez kanat çırparak rüzgârsız havada saniyede bir metre yol katederler. Ayak uçlarındaki pulvillum adı verilen vantuz şeklindeki yapılar sayesinde duvarda ve tavanda yürüyebilirler. Dişi sivrisinekler, yumurtalarını geliştirebilmek amacıyla kan emerler. Antenlerindeki harekete, sese ve kokuya duyarlı küçük kıllar vasıtasıyla zifiri karanlıkta yayılan ısıyı; ter, karbondioksit ve nem kokularını kolaylıkla algılayıp tespit ettikleri insan ve hayvanlara konarlar. Sensörleri yardımıyla deri altındaki kılcal damarları tespit eder ve yedi parçalı ağız yapısıyla deriyi keserek doğrudan damar içerisine sondaj yaparlar. Kolayca kan emebilmek amacıyla tükürük salgısıyla ağrı oluşumunu ve kanın pıhtılaşmasını önlerler. Sivrisineğin üzerinde ve içinde barınma ve beslenme sağlayan daha küçük canlılar vardır. Onlara mikrobiyata denir. Yapılan araştırmalar özellikle bakteriyel mikrobiyatanın, sivrisineğin üreme yeteneğini, erkek veya dişi olmasını, larvadan ergine büyümesini, sindirimini, bağışıklığını ve hatta davranış özelliklerini bile önemli ölçüde etkilediğini ortaya koymuştur. Bunun dışında küçücük sivrisineğin üzerinde yaşayan akarlardan, kan emerek beslenen sinekler de vardır. (Mehmet Yaman, M. 2020. Veteriner Entomoloji Ders Notları, MKÜ, Vet. Fak.; Lin D ve ark, 2021. Bacterial composition of …, Parasit Vectors.; 14: 586.) http://www.parasitesandvectors.com/content/6/1/326.

[2*] Hac 22/73.
 

[4*] Her insan, Allah’ın varlığını, birliğini ve kendisinin sahibi olduğunu, ömür boyu yaptığı gözlemlerle, tekrar tekrar kavrar. (A’raf 7/172-173) Kendini yanlışlardan koruması gerektiğini de bilir. Ayetleri iyi anlayan herkes, onların Allah’a ait olduğu konusunda kesin bir kanaate varır (Fussilet 41/53-54) ve onlara uyma sözü verir (Maide 5/7). 

[5*] Âl-i İmran 3/81-82, Maide 5/47, Tevbe 9/67, Nur 24/55, Ahkaf 46/35, Hadid 57/16, Haşr 59/19, Saf 61/5.


(Bakara 2/27 TEFSİR)
اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ۖ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Fâsıklar; Allah’a verdikleri sözü sağlamlaştırdıktan sonra sözünden cayan, Allah’ın kurulmasını emrettiği bağı koparan[1*] ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlardır. Kaybedenler işte onlardır.[2*]

[1*] Burada verilen söz, Allah’ın tek ilah olduğu, onun bir ortağının olmadığı ve kulluğun sadece ona yapılacağı sözüdür (A’raf 7/172-173, Yasin 36/60-61). Verdiği bu sözün gereğini yerine getirmeyenler, sinir uçlarından da yakın olan Allah’ı (Kaf 50/16) uzakta sayıp araya koyduğu aracılarla ona ulaşmaya çalışarak (Zümer 39/3) veya Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelip onun yerine kendi sözünü (Kasas 28/50) yahut başkasının sözünü koyarak (Tevbe 9/31) kafir olmuş ve şirke düşmüş olurlar (Âl-i İmran 3/151). Böylece, Allah’la aralarına, kendi arzularını veya kutsal saydıkları şeyleri koyup aradaki bağı koparmış olurlar. İşte Allah’ın koparılmamasını istediği bağ budur (Ra’d 13/19-21). Buradaki yasağın, akrabalık bağı ile bir ilgisi yoktur.

[2*] Ra’d 13/25.


(Bakara 2/28 TEFSİR)
كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْۚ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Allah’a karşı nasıl kâfirlik edersiniz![1*] Siz cansız varlıklardınız,[2*] size o hayat verdi. Sonra sizin canınızı alacak ve daha sonra yeniden hayat verecektir. Sonunda onun huzuruna çıkarılacaksınız.[3*]

[1*] Âl-i İmran 3/101, Fussilet 41/9.

[2*] Allah insanı topraktan bir bitki gibi bitirmiştir (Nuh 71/17-18). Bitkiler topraktaki cansız /inorganik maddelerle beslenir ve büyürler. İnsanlar da topraktan yetişen bitkilerle, etçil veya otçul hayvanlarla beslenir. Demek ki bitkiler gibi, insanların da yapı taşlarını oluşturan temel maddeler en başta cansızdır. İnsan ölüp de toprağa karıştığında tekrar cansız /inorganik elementler haline gelir. Kıyamette de tıpkı ilk yaratılışı gibi topraktan yaratılacak, topraktaki elementler, onun oluşup gelişmesini sağlayacaktır (Rum 30/19, Zuhruf 43/11, Kaf 50/9-11).

[3*] Hac 22/66, Rum 30/40, Casiye 45/26.


(Bakara 2/29 TEFSİR)
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟
Yerde olan her şeyi sizin için yaratan odur.[1*] Aynı zamanda[2*] göğe yönelmiş ve onları yedi gök olarak düzenlemiştir.[3*] Her şeyi bilen odur.

[1*] Bakara 2/22, Lokman 31/20, İbrahim 14/32-33, Nahl 16/13, Hac 22/65, Casiye 45/12-13.

[2*] “Aynı zamanda” anlamı verdiğimiz kelime sümme (ثمَ) edatıdır. Bu edat, dört anlamda kullanılır. Bunlardan biri, sıralama veya öncelik-sonralık kastedilmeksizin mutlak beraberliği ifade eder (Mu’cemu'l-Lugati'l-Arabiyyeti'l-Muasıra, Ahmed Muhtar Ömer, Âlem-ül Kütüb, 2008, c. 1, s. 328). Ayrıca bkz. Yunus 10/103, Hud 11/3, 52; Beled 90/17.
 
[3*] Toplam yedi ayette gökler ile yerin altı günde yaratıldığı bildirilir. Yer, iki günde yaratılmış, gıda ölçülerinin tamamlanması için süre dört gün daha uzatılmıştır. Bu süre zarfında göklerin yaratılması da iki gün sürmüştür. (Fussilet 41/9-12). Allah katında bir gün bize göre bin yıl gibi (Secde 32/5, Hac 22/47) olduğundan, bu altı gün bize göre altı bin yıldır. Tabiata canlılık veren Güneş ışınları (duhâ) ortaya çıkıp karanlıklar ve aydınlık oluşunca (En’am 6/1) yer kabuğunun kaymaması için üstüne dağlar yerleştirilmiş; nehirler, vadiler ve yollar oluşturularak yeryüzü bitkiler ve canlılarla donatılmıştır (Naziat 79/27-33, Nahl 16/15, Enbiya 21/31, Lokman 31/10). Yıldızlarla birlikte hareket eden Dünya ile Güneş sistemi arasında beşik hareketine benzeyen (Taha 20/53, Nebe 78/6-7) bir eğim /deklinasyon oluşturulmuş ve mevsimlerin meydana gelmesine imkan veren bir denge kurulmuştur (Rahman 55/5-8). Bütün bunlar, insanların yararı için olduğundan (Casiye 45/13) insan, en son yaratılan varlıktır (İnsan 76/1-2). 

 


(Bakara 2/30 TEFSİR)
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Rabbin bir gün meleklere: “Yeryüzünde bir halife /muhalif varlık oluşturuyorum.” dedi. Melekler: “Orada düzeni bozacak ve kan dökecek birini mi oluşturuyorsun?[1*] Her şeyi mükemmel yaptığın için sana yine de boyun eğeriz. Senden dolayı onu kutsal sayarız.”[2*] dediler. Allah: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!” dedi.[3*]

[1*] Halife (خَلِيفَةً), "bir şeyin bir şeyden sonra gelip yerine geçmesi, öncekine muhalefet etme ve değişme anlamlarına gelen half (خلف) kökündendir (Mekâyîs). Feîl (فعيل) kalıbında olduğu için hem ism-i fâil /eylemi yapan hem de ism-i mef’ûl /eylemden etkilenen için kullanılır. Bu ayette kelimenin “muhalefet eden” anlamının kastedildiği, insanın yaratılışından gelen temel özelliğini anlatan şu âyetler okunduğunda açıkça ortaya çıkar: “Rabbin tercihini farklı yapsaydı elbette insanları tek bir ümmet /hep doğru davrananlar topluluğu yapardı. Ama onlar, muhalif olmayı sürdüreceklerdir. Rabbinin ikramda bulundukları /doğru yolda saydıkları bunun dışındadır. O, insanları bunun için yaratmıştır.” (Hûd 11/118-119). Burada melekler, muhalif yapıda yaratılan insanın düzeni bozup kan dökeceği ile ilgili endişelerini dile getirmişlerdir. Hayvanlar birbirlerinin kanını döktüğü için onların vücut yapısına benzer özellikte yaratılacak muhalif yapıdaki varlık düzeni bozabilir ve kan dökebilir. Allah bunu kabul etmekle birlikte Âdem’e öğreteceği ama meleklerin bilmediği bir şeye dikkat çekmiş ve onu, sonraki ayetlerde anlatmıştır.

[2*] Takdîs (تقديس), “mukaddes sayma” demektir. “Nukaddisu lek” sözü, nukaddisuhu lek (نُقَدِّسُه لَكَ) anlamındadır. Bu takdirin yapılması, nukaddisu fiilinin, gizli olan mef’ulünün açığa çıkarılması sebebiyledir. 

[3*] Allah bu haberi verdiği sırada Mele-i a’lâ’da yani meleklerin en üst seviyedeki topluluğu arasında çekişme çıktı (Sad 38/69-78). Allah’a olan bu itirazları, o çekişmenin bir yansımasıdır. Demek ki melekler de muhalif yapıda imişler. Bu ayetler ve ilgili diğer ayetler (A’raf 7/11-13) İblis’in de o zaman Mele-i a’lâ’da görevli olduğunun açık delilidir. Yahudilerin sözlü geleneğine ait Tevrat dışı eserlerde de Âdem’in yaratılışı ve meleklerin ona secde etmeleriyle ilgili anlatılar yer alır; meleklerin Âdem yaratılmadan önceki tartışmalarından ve bazı itirazlarından bahsedilir; İblis’in diğer bütün meleklerden daha üstün bir konumda olduğu anlatılır. Ancak Âdem’e secde etmeyi kabul etmediği için makamından kovulur ve yeryüzüne sürgün edilir [TB Sanhedrin 38a-38b; Midrash, Bereshit Rabbeti].

 


(Bakara 2/31 TEFSİR)
وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُ۫ن۪ي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Âdem’e bütün varlıkların isimlerini /özelliklerini[1*] öğretti,[2*] sonra onları[3*] meleklere gösterdi: “(Muhalif varlık konusunda) Doğru sözlü kimselerseniz bana şunların isimlerini /özelliklerini anlatın!” dedi.

[1*] Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat).

[2*] el-esmâ (الاسماء)’daki el (ال) takısı muzafun ileyhten ıvazdır yani isim tamlamasındaki tamlayanın yerine geçmiştir; esmâ’ul- mevcûdât = varlıkların isimleri anlamındadır. Allah  Âdem’e göklerde ve yerdeki (Bakara 2/33) varlıkların isimlerini, neye yaradıklarını ve onlardaki bilgileri öğretmiştir.

[3*] “Bütün isimleri (الأَسْمَاء كُلَّهَا)” ifadesinde yer alan ve akılsız varlıklar için kullanılan hâ (ها) zamiri, “onları gösterdi (عَرَضَهُمْ)” ifadesinde, akıllı varlıklar için kullanılan hum (هُمْ) zamirine dönüşmüştür. Arapçada akıl, “aklı kullanarak yararlanılan bilgi” anlamına da gelir (Müfredat). Zamirlerdeki bu dönüşüm, Âdem aleyhisselama, varlıkların isimleri yanında aklı kullanarak elde edilecek bilgilerin de öğretildiğini gösterir. Bunlar, yaratılan ayetlerdeki bilgilerdir. İndirilen ayetlerdeki bilgilere de akıllı varlıklar için olan hum (هم) ile gönderme yapılmıştır (Bakara 2/136 ve Al-i İmran 3/84). Allah Âdem’e yazıyı da öğretmiş ve o bilgileri ona yazdırmıştır (Alak 96/4-5).


(Bakara 2/32 TEFSİR)
قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Melekler, “Biz sana boyun eğeriz, senin öğrettiğin dışında bir bilgimiz yoktur. Her şeyi bilen ve bütün kararları doğru olan sensin.” dediler.


(Bakara 2/33 TEFSİR)
قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۙ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ
Allah: “Âdem! Meleklere şunların isimlerini /özelliklerini anlat!” dedi. Âdem onlara o isimleri anlatınca, “Size dememiş miydim, ben göklerin ve yerin gaybını /gizlisini saklısını bilirim. Neyi açığa vurduğunuzu, (içinizde) neyi sakladığınızı[*] da bilirim.” dedi.

[*] Bu söz, meleklerin Âdem’i kıskandıklarını gösterdiğinden verilen secde emri ile zor bir imtihana sokulmuşlardı.


(Bakara 2/34 TEFSİR)
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
Meleklere “Âdem’e secde edin /onun karşısında saygıyla eğilin!”[1*] dediğimizde hepsi hemen secde etti, İblis hariç. O direndi, büyüklendi ve kâfirlerden[2*] oldu.[3*]

[1*] Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda, vücudumuz ayaklar, eller ve dizler üzerinde yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamındaki secdedir (Nisa 4/102-103).

[2*] Allah’ın imtihan için yarattığı varlıklar, insanlar ve cinlerdir (Zariyat 51/56). Melekler, cinlerin Allah tarafından görevlendirilmiş olanlarıdır. İblis de Allah’ın melek olarak görevlendirdiği cinlerdendir. Secde emri meleklere verildiği için İblis melek olmasaydı secdeden sorumlu tutulamazdı. Secde etmemesinin sebebi kendini büyük görüp direnmesidir. Bu suçu hangi melek işlese aynı duruma düşer (Nisa 4/172-173). “Kâfirlerden oldu” sözü, İblis’ten önce de kafir olanların varlığını gösterir. 

[3*] A’raf 7/11, Hicr 15/28-31, İsra 17/61, Kehf 18/50, Taha 20/116, Sad 38/71-74.

 

(Bakara 2/35 TEFSİR)
وَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ
Dedik ki: “Âdem! Sen ve eşin şu bahçeye[1*] yerleşin. İstediğiniz yerden bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa yanlış yapanlardan[2*] olursunuz.”[3*]

[1*] Adem ve eşinin  yerleştirildiği cennet, bir bahçedir. Arapçada gövdeli bitkilerle örtülü yere ‘cennet’ denir (Müfredat, Bakara 2/266). İnsanlar dünyada yaratılır, orada yaşar ve ölürler. Tekrar dirilme de orada olacağından bu bahçe, dünyadadır. (Bakara 2/30, A’râf  7/25). Arapçada insanın gece kalabileceği yere beyt denir (Müfredat). İnsanlar için kurulan ilk beyt, hac ibadetinin yapıldığı Arafat, Müzdelife, Mina, Kâbe, Safa ve Merve’yi içine alan Bekke’dedir (Âl-i İmrân 3/96-97). Arafat vakfesini tamamlayan hacılar Meş’ar-i Haram’a /Müzdelife’ye doğru sel gibi akarlar (Bakara 2/198) Müzdelife ile başlayıp Ka’be’ye kadar uzanan bölge, ekin bitmeyen bir vadidir (İbrâhîm 14/37) Bu sebeple Âdem ve eşinin yerleştirildiği cennet yani bahçe Arafat dışında bir yer olamaz. Hacca gidenlerin tamamını barındıracak büyüklükteki Arafat, bugün de bir bahçe konumundadır.

[2*] Arapçada “zulm (ظلم)” kelimesi, “Bir şeyi, olması gerekenden farklı bir yere koymak” anlamındadır (Lisan’ul Arab). Kur’an’da, işlenen büyük - küçük günahları (Bakara 2/254, Fatır 35/32) ve haksızlığı ifade etmek için kullanılmıştır. Bu kelime Türkçede: “Adâlete aykırı davranma, hak edene hakkını vermeme, haksızlık, adâletsizlik” anlamında kullanılır (Kubbealtı Lugatı). Bu anlam farkından dolayı kelime tarafımızdan, “zulüm” değil, bağlamına göre “yanlış yapmak” veya “haksızlık etmek” şeklinde tercüme edilmiştir.

 


(Bakara 2/36 TEFSİR)
فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ
Sonra o şeytan,[1*] o ağaç yüzünden ikisinin de ayaklarını kaydırdı ve onları bulundukları yerden çıkardı.[2*] (Üçüne birden) şöyle dedik: “Biriniz diğerine düşman olarak oradan inin![3*] Sizin için bu topraklarda yerleşecek yer ve bir süreye kadar geçiminizi sağlayacak şeyler de bulunacaktır.”[4*]

[1*] İblis, Allah’ın emrine uymamakta ısrar edince ‘şeytan’ olarak nitelendi. Çünkü şeytan, doğru yoldan uzaklaşan ve başkalarını da oradan uzaklaştırmaya çalışan insana ve cine denir (En’âm 6/112, Nas 114/1-6).

 
[3*] Düşman anlamı verdiğimiz kelimenin kökü olan adv (عدو), haddini aşmak ve uyumsuzluk anlamındadır (Müfredât). Âyetteki “inin (اهْبِطُواْ) emri çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü ifade ettiğinden buradaki üçüncü varlık İblis’tir. O, insana muhaliftir. Muhalefet eşler ve çocuklar arasında da olur (A’raf 7/24, Taha 20/123, Teğabun 64/14).
 
[4*] İnsan bu dünyada yaratılmıştır. Burada yaşayacak, burada ölecek ve yeniden burada dirilecektir (A’râf 7/25, Taha 20/55, Nuh 71/17-18, Mürselat 77/25-26). Meleklerin görev yaptıkları yer, birinci kat semadadır (Saffat 37/6-10). İblis secde etmeyince oradan uzaklaştırılmış (A’râf 7/13) ve cin şeytanlarının tamamınun birinci kat semaya çıkışları yasaklanmıştır (Mülk 67/5). Şeytan olmayan cinler birinci kat semaya çıkabilmektedir (Cin 72/8-11).

(Bakara 2/37 TEFSİR)
فَتَلَقّٰٓى اٰدَمُ مِنْ رَبِّه۪ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِۜ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Âdem Rabbinden uyarılar aldı (ve tövbe etti).[*] Rabbi de onun tövbesini kabul etti. Çünkü tövbeleri /dönüşleri çokça kabul eden ve ikramı bol olan odur.

[*] A’râf  7/22-23, Taha 20/122.


(Bakara 2/38 TEFSİR)
قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَم۪يعًاۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
(O üçüne) şunu da söyledik: “Oradan hep birlikte inin! Tarafımdan size bir rehber (kitap) gelir de rehberime kim uyarsa onların üzerinde ne bir korku olur ne de üzülürler.[*]

[*] Bu âyete göre Âdem o zaman nebî değildi. Allah onu seçip nebî yapınca (Al-i İmran 3/33) bir rehber verdi (Taha 20/122). Rehber anlamına gelen "hüdâ" kelimesi, bu surenin ikinci âyetinde Allah’ın kitabının ana özelliği sayıldığından bu ayetteki rehber, Âdem’e verilen kitaptır. O kitap, cinlerden olan İblis’i de bağlar. Çünkü cinler de insanlar gibi imtihan için yaratılmış (Zariyât 51/55-56) ve Allah’ın kitabından sorumlu tutulmuşlardır (Ahkaf 46/29-32). İblis, son insan ölünceye kadar yaşama garantisi aldığından (A’râf 7/14-15) tövbe /dönüş için vaktinin olduğunu düşünüyor olabilir; ama o saat, hiç beklemediği bir anda gelecektir (A’râf 7/187, Nahl 16/77, Zuhruf 43/66). Cehennem ile ilgili ayetlerde İblis ifadesi geçmez, sadece İblis’in ordusunun yani takipçilerinin oraya atılacağı ifade edilir (Şuara 26/91-95). Ama kâfir olarak ölen Firavun’un, ordusuyla beraber cehenneme atılacağı, açıkça ibildirilmiştir (Kasas 28/36-42). Şeytanlar, takipçileri ile birlikte cehenneme gireceklerdir (Meryem 19/68).İblis davasından dönmezse o da oraya girecektir (Sad 38/84-85) Şeytan, insandan da cinden de olur (En'am 6/112, Nas 114/1-6) Bütün bunlar, tevbe kapısının, diğer şeytanlar gibi İblis’e de açık olduğunu gösterir (Nisâ 4/17-18). Çünkü Allah, ahirette herkese yaptığının karşılığını verecek ve hiçbir kuluna haksızlık etmeyecektir (Fussilet 41/46).

 


(Bakara 2/39 TEFSİR)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
Ayetlerimizi görmezlikte direnen[1*] ve onlar karşısında yalana sarılanlar[2*] olursa işte onlar o ateşin /cehennemin[3*] ahalisidir. Onlar orada ölümsüz olarak kalacaklardır.”[4*]

[1*] Küfür, bir şeyi başka bir şey ile örtmektir (Müfredât). Kâfirler kendilerine tebliğ edilen âyetlerin, Allah’a ait olduğunu ve doğruları gösterdiğini anlayıp kavradıktan sonra menfaatlerine ters düştüğü için inançlarının üstünü örtüp inanmadıklarını söyleyerek yalana sarılırlar (Âl-i İmrân 3/86, Neml 27/14). Kur’an’da kâfirin ilk örneği İblis’tir (Bakara 2/34). Allah ona, Âdem’e secde etmesini emrettiği halde etmemiş, “Sana emrettiğimde secde etmemene yol açan engel neydi?” diye sorduğunda da “Ben ondan daha değerliyim. Beni ateşten yarattın ama onu balçıktan yarattın.” (A’râf 7/12) diyerek, sanki Allah ona, neden yaratıldığını sormuş gibi farklı bir cevapla, kendine verilen emrin üstünü örtmüş ve davranışında ısrarcı olmuştu. Bu sebeple kâfirlik kelimesini en iyi karşılayan ifade “görmemekte direnmek”tir. Âdem ve eşi ise Allah’ın emrini görmezden gelerek yasak ağaçtan yemişlerdi ama onlar, İblis gibi, Allah’ın emrini görmezlikte direnmeyip yaptıkları yanlışı kabul ettikleri için kâfir değil günahkar sayılmışlardır. 

[2*] Kezzebe (كذّب) fiili bazı ayetlerde geçişsiz /lâzım, bazılarında geçişli /müteaddî, bazılarında da bâ (ب) harf-i cerri ile geçişli kılınmıştır. Doğrudan geçişli olduğu yerlerde “yalanlama” harf-i cerr ile geçişli olanlarda “bir şey karşısında yalan söyleme” ve geçişsiz olanlarda da “çok yalan söyleme” anlamındadır.
 
 
 

(Bakara 2/40 TEFSİR)
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَوْفُوا بِعَهْد۪ٓي اُو۫فِ بِعَهْدِكُمْ وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ
Ey İsrailoğulları![1*] Size verdiğim nimeti[2*] hatırlayın! Bana verdiğiniz sözü yerine getirin[3*] ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim.[4*] Yalnız benden korkun.

[1*] İsrail, Yakup aleyhisselamın lakabıdır (Meryem 19/49-58). İsrailoğulları, Yakup aleyhisselamın soyundan gelenlerdir. Onun babası İshak, dedesi İbrahim aleyhisselam idi (Bakara 2/133, Hud 11/71).

[2*] Allah Teâlâ ’nın İsrailoğullarına yaptığı iyilik ve ikram, Yakup aleyhisselamdan Muhammed aleyhisselama kadar onların içinden nebîler çıkarmasıdır (Bakara 2/136, Maide 5/20). Yakup'un oğlu Yusuf aleyhisselam, köle olarak Mısır’a getirilip bir vezire satıldı. Vezirin eşinin ve daha birçok kadının birlikte olma isteğini kabul etmeyip hapsi tercih etti (Yusuf 12/20-33). Daha sonra hapisten çıkarıldı ve Mısır hazinelerinin başına geçirildi (Yusuf 12/55). Artık Mısır onun vatanıydı (Yusuf 12/56). Babası Yakup aleyhisselam, annesi ve 11 erkek kardeşi gelip oraya yerleştiler (Yusuf 12/99-100). Allah onu, Mısır’a elçi yaptı (Mümin 40/34). Aradan yıllar geçti, nüfusları arttı. Mısır krallarının sonuncusu olan Firavun, İsrailoğullarına zulmetmeye başladı. Allah onları Firavun’un zulmünden kurtarmak için İsrailoğullarından Musa aleyhisselamı ve Harun aleyhisselamı Mısır’a elçi /resul olarak gönderdi (Kasas 28/3-6). İsrail oğullarından gelen en son elçi İsa aleyhisselamdır (Saf 61/6). Muhammed aleyhisselam ise İsmail aleyhisselam soyundandır. Bütün dünyaya gönderilen son elçinin Muhammed aleyhisselam olduğunu İsrailoğulları bilir (Tesniye 18:18,19, Mezmurlar 118:22-26) ama bu nebi onların soyundan olmadığı için kabul etmek istemezler (Bakara 2/89-92). 

[3*] İsrailoğullarının Allah’a verdikleri söz, kendi kitaplarını tasdik eden yeni kitaba yani Kur’an’a ve onu getiren nebiye yani Muhammed aleyhisselama inanma sözüdür (Al-i İmran 3/81,84; A’raf 7/157).

[4*] Allah, İsrailoğullarına dünya hakimiyetini vaat etmiş (Enbiya 21/105) ve Tevrat’ta şöyle demiştir: “Bugün sana emretmekte olduğum Tanrın Rabbin bütün emirlerini tutup yapmak için, O’nun sözünü iyice dinlersen, Tanrın Rab dünyanın bütün milletlerine seni üstün kılacaktır.” (Yasa’nın Tekrarı 28:1). Muhammed aleyhisselamın nebi olarak görevlendirilmesinin sebeplerinden biri, bu hakimiyetin gerçekleşmesidir (Tevbe 9/33). İsrailoğulları Kur’an’a iman etmedikçe bu hakimiyetten yararlanamayacakları gibi (A’râf 7/156-157) Tevrat’ın şu vaadinin muhatabı da olacaklardır: “Fakat vaki olacak ki bugün sana emretmekte olduğum Tanrın Rabbin bütün emirlerini ve kanunlarını tutup yapmak üzere onun sözünü dinlemezsen, bütün şu lânetler senin üzerine gelecekler ve sana erişeceklerdir. Şehirde lânetli olacaksın ve kırda lânetli olacaksın.” (Yasa’nın Tekrarı 28:15-16). 


(Bakara 2/41 TEFSİR)
وَاٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُٓوا اَوَّلَ كَافِرٍ بِه۪ۖ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَنًا قَل۪يلًاۘ وَاِيَّايَ فَاتَّقُونِ
Yanınızda olanı (Tevrat’ı)[1*] tasdik edici özellikte indirdiğime (Kur’an’a) inanıp güvenin.[2*] Onu ilk görmezlik eden siz olmayın! Ayetlerimi geçici[3*] bir çıkara karşılık satmayın![4*] Bana karşı yanlış yapmaktan sakının!

[1*] Tevrat'taki ifade şöyledir: "Onlara kardeşleri (İsmailoğulları) arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek. Adımla konuşan bu peygamberin ilettiği sözleri dinlemeyeni ben cezalandıracağım." (Tesniye 18:18,19).

[2*] Kur’an, önceki kitapları tasdik etmeseydi onlara inananların Kur’an’a inanmaları gerekmezdi (Al-i İmran 3/81-82).

[3*] Kalîl (قليل), bir şeyin az olduğu veya kalıcı olmadığı anlamına gelir (Mekâyîs). 

[4*] Bakara 2/174, Maide 5/44.


(Bakara 2/42 TEFSİR)
وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Gerçekleri uydurma şeylerle karıştırmayın ve gerçekleri bile bile gizlemeyin![*]

[*] Bakara 2/146, 159, Al-i İmran 3/71, 187.


(Bakara 2/43 TEFSİR)
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِع۪ينَ
Namazı düzgün ve sürekli kılın,[1*] zekâtı verin;[2*] rükû edenlerle birlikte rükû edin![3*]

[1*] Âdem aleyhisselamdan Muhammed aleyhisselama kadar bütün nebiler namazı ve zekâtı emretmişlerdir (Beyyine 98/5). Namazı kılıp zekâtı vermek, nebilerin yolunda olmanın olmazsa olmaz göstergesidir. İsrailoğullarından da bu konuda söz alınmıştır (Bakara 2/83, Maide 5/12).

[2*] Zekât kelimesi, “gelişme” anlamına gelen z-k-v (زكو) kökünden türemiştir. Zekât, muhtaç kesimin ve kamunun (Tevbe 9/60) ihtiyacını giderip mal ve hizmet dolaşımının önündeki engelleri kaldırarak ekonomiyi geliştirir.
 
[3*] Bu ifade, namazı cemaatle kılmanın önemini gösterir.
 

(Bakara 2/44 TEFSİR)
اَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Kitabı /Tevrat’ı bağlantılarıyla[*] birlikte okuduğunuz halde, insanlara erdemli olmayı emredip kendinizi unutuyorsunuz, öyle mi? Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?

[*] Tilavet kelimesinin kökü olan t-l-v (تلو) "birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şeyin karışmayacağı şekilde peş peşe sıralanması” anlamındadır (Müfredât). Buna göre tilavet, birbiriyle bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır.

 

(Bakara 2/45 TEFSİR)
وَاسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ وَاِنَّهَا لَكَب۪يرَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِع۪ينَۙ
Sabırla[1*] /duruşunuzu bozmadan ve görevlerinizi aksatmadan[2*] (Allah’tan) yardım isteyin.[3*] Bu, (Allah’a) saygılı olanlardan başkasına gerçekten ağır gelir.

[1*] Sabır, aklın ve dinin gerektirdiği şekilde kendine hakim olmaktır (Müfredat). Bu şekilde davranan kişi, önüne çıkan engelleri aşarak yoluna devam eder. Dilimizde bunu en iyi ifade eden söz, “duruşunu bozmamak”tır. 

[2*] Ayette geçen es-salât (ٱلصَّلَوٰةِ)’ın kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır (Lisan’ul-Arab). Allah’ın yardımını hak edebilmek için sabırlı olunması ve başta namaz olmak üzere bütün görevlerin yerine getirilmesi gerekir (Bakara 2/155-157).
 
[3*] İsrailoğullarına verilen bu emrin aynısı tüm inananlar için de verilmiştir (Bakara 2/153).
 

 


(Bakara 2/46 TEFSİR)
اَلَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَاَنَّهُمْ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ۟
Saygılı olanlar, Rableriyle yüzleşeceklerini ve onun huzuruna varacaklarını anlayanlardır.[*]

[*] Ehlikitap yani kitaplarında uzman olanlar içinde doğru inanca sahip kişiler bugün de vardır (Âl-i İmran 3/113-115, 199).

 

(Bakara 2/47 TEFSİR)
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetleri ve sizi çağdaşlarınıza üstün kıldığımı[1*] hatırlayın![2*]

[1*] İsrailoğulları, içlerinden Allah’ın en çok nebi çıkardığı toplumdur. Bu da Allah’ın onlara büyük bir nimetidir (Maide 5/20). Kendilerine gönderilen nebinin yolundan giden her ümmet, yaşadığı dönemin en üstün toplumu olur (Âl-i İmran 3/139).

[2*] Bakara 2/40, 122.

 


(Bakara 2/48 TEFSİR)
وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
Kimsenin kimseden bir şeyi savamayacağı,[1*] kimsenin şefaatinin[2*] kabul edilmeyeceği, kimseden (kurtuluşu için) bir bedel alınmayacağı[3*] ve hiç kimseye yardım edilmeyeceği[4*] bir gün konusunda yanlış yapmaktan sakının!

[1*] Lokman 31/33.

[2*] Şefaat, birine yardımcı olmak veya birinden bir şey istemek için onunla bir araya gelmektir. Daha çok saygın ve üst derecede olan birinin alt derecede olan birini yanına alması anlamında kullanılır. İyi veya kötü bir işte bir başkasıyla yardımlaşmak da şefaat sayılır (Müfredat). Dünyada insanlar birbirlerine şefaat edebilir yani yardım edip destek olabilirler (Nisa 4/85). Ama mahşer günü kimse kimseye şefaat edemez (Bakara 2/123, 255, En’âm 6/51, Secde 32/4, İnfitar 82/17-19). 

[3*] Âl-i İmran 3/91, Mâide 5/36.

[4*] Bakara 2/123, Mearic 70/11-14, Abese 80/33-37, İnfitar 82/19.


(Bakara 2/49 TEFSİR)
وَاِذْ نَجَّيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ
Hani sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık. Onlar size kötü bir azap vermek istiyor, oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı ise sağ bırakıyorlardı. Bunda, Rabbinizin yıpratıcı büyük bir imtihanı vardı.[*]

[*] A’raf 7/127, 141, İbrahim 14/6, Kasas 28/4, Mü’min 40/25.


(Bakara 2/50 TEFSİR)
وَاِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَاَنْجَيْنَاكُمْ وَاَغْرَقْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ
Bir gün, sizin için denizi yarıp sizi kurtarmış, Firavun hanedanını boğmuştuk, siz de bakakalmıştınız.[*]

[*] A’raf 7/136, Enfal 8/54, Yunus 10/90, İsra 17/103, Taha 20/77-78, Şuara 26/63-66, Zuhruf 43/54-55, Zariyat 51/40.


(Bakara 2/51 TEFSİR)
وَاِذْ وٰعَدْنَا مُوسٰٓى اَرْبَع۪ينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ
Biz Musa ile kırk geceliğine sözleşmiştik.[1*] Siz ise onun arkasından hemen[2*] yanlışlara dalarak boğayı[3*] ilah edinmiştiniz.[4*]

[1*] A’raf 7/142.

[2*] “Hemen” anlamı verdiğimiz kelime sümme (ثمَ) edatıdır. Bu edat, sıralama veya öncelik-sonralık kastedilmeksizin mutlak beraberliği de ifade eder  (Mu’cemu'l-Lugati'l-Arabiyyeti'l-Muasıra, Ahmed Muhtar Ömer, Âlem-ül Kütüb, 2008, c. 1, s. 328).

[3*] Firavun hanedanı suda boğulunca onların bütün serveti İsrailoğullarına kaldı (Şuarâ 26/57-59, Duhan 44/25-28) Mısır’da tapılan en önemli ilahlardan biri, Apis adı verilen bir boğa idi. Boğa sevgisi İsrailoğullarının içlerine öylesine işlemişti ki Musa aleyhisselamın Tur’a gitmesini fırsat bildiler ve ellerindeki altınlardan bir Apis heykeli yapıp tapmaya başladılar (Taha 20/83-98). Tevrat'ta şu ifadeler  vardır: "Mısır'da bildirin, Migdol'da duyurun, Nof'ta, Tahpanhes'te duyurun: “Yerini al, hazırlan, çünkü çevrendekileri yiyip bitiriyor kılıç! İlahın Apis neden kaçtı? Boğan neden ayakta kalamadı? Çünkü Rab onu yere serdi." (Yeremya 46:14)

[4*] İttehaze (اتخذ) fiili iki mef’ûl alabilir. Kur'an'da açıkça "ilah edinme" şeklinde geçtiği yerlerin aksine, buzağı geçen hiçbir ayette ikinci mef’ul açık gelmemiştir. Bunun amacı, altından bir buzağı yapmanın ve onu ilah edinmenin Tevrat'a göre ayrı ayrı yasakların ihlali (Çıkış 20:4,5,23) olduğunun vurgulanması olabilir.

 


(Bakara 2/52 TEFSİR)
ثُمَّ عَفَوْنَا عَنْكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Şükredesiniz / görevlerinizi yerine getiresiniz diye[1*] daha sonra sizi affetmiştik.[2*]

[1*] Ayette “görevini yerine getirmek” şeklinde tercüme edilen “şükür”, yapılan iyiliğin değerini bilmek, yapanı övmek ve hak edilen karşılığı vermektir (Müfredât).

[2*] Bakara 2/92, Nisa 4/153, A’raf 7/148.


(Bakara 2/53 TEFSİR)
وَاِذْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَالْفُرْقَانَ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Bir de yola gelebilmeniz için Musa’ya o kitabı, o furkanı[1*] vermiştik.[2*]

[1*] Doğruyu yanlıştan ayıran şeye furkan denir. İlahi kitapların tamamı bu özelliktedir (Âl-i İmrân 3/4). 

[2*] En'am 6/87, 154, Hud 11/110, İsra 17/2, Enbiya 21/48, Mü'minun 23/49, Furkan 25/35, Kasas 28/43, Mü'min 40/53, Fussilet 41/45.


(Bakara 2/54 TEFSİR)
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ اَنْفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُٓوا اِلٰى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْۜ فَتَابَ عَلَيْكُمْۜ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Musa halkına şöyle demişti: “Ey halkım! Boğayı ilah edinmekle kendinize karşı yanlış yaptınız. Bu yüzden her birinizi farklı özelliklerde yaratana /Allah’a[1*] tövbe edin /dönüş yapın da nefislerinizi öldürün.[2*] Her birinizi farklı özelliklerde yaratanın katında iyi olan budur.” (Bunun üzerine tövbe etmiştiniz) Allah da tövbenizi kabul etmişti.[3*] Çünkü tövbeleri çokça kabul eden, ikramı bol olan odur.”

[1*] Bâri’ (بَارِئ) “yarattığının özünü ve şeklini farklı yaratan” demektir (Lisanu’l Arab).  İnsan insana, bitki bitkiye, hayvan hayvana benzer ama hepsi birbirinden farklıdır. Allah, her şeyi farklı yarattığı için el-Bâri’ onun isimlerindendir (Haşr 59/24).

[2*] Kur’an’da aynı olayın anlatıldığı ilgili diğer ayetler dikkate alınarak bu ayette geçen “nefisleri öldürmek” ifadesine gerçek değil mecaz anlam verilmiştir. Boğayı ilah edinmekle kendilerini kötü duruma düşürenler tevbe ederlerse, kabul edileceği bildirilmiştir. (Bakara 2/51-54, A’raf 7/152-153). Ayrıca Kur’an’da bir başka olay sebebiyle bu suçu işleyenlere daha sonraki bir zaman diliminde tekrar hitap edilmesi ve işledikleri bu suçun hatırlatılması, onların öldürülmediklerini gösterir (Bakara 2/93). Hatta bu olayın asıl aktörü Samiri dahi öldürülmemiş, dışlanmıştır (Taha 20/95-97). “Nefisleri öldürmek” ifadesi Kur’an’da herhangi bir karineye ihtiyaç duyulmayacak açıklıkta mecaz olarak da kullanılmıştır (Nisa 4/29, 66-69).

 

 


(Bakara 2/55 TEFSİR)
وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى نَرَى اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ
Bir gün, “Ey Musa! Allah’ı apaçık görene kadar sana asla inanmayacağız!” demiştiniz.[1*] Bunun üzerine, bakıp dururken sizi şiddetli gök gürültüsü yakalamıştı.[2*]

[1*] Muhammed aleyhisselamdan da benzer bir talepte bulunulmuştu (İsra 17/90-92)

[2*] Sâ’ika; "şiddetli gök gürültüsü" demektir. Onun etkisiyle ateş, azap veya ölüm oluşur (Müfredât). Nisa 4/153.

 


(Bakara 2/56 TEFSİR)
ثُمَّ بَعَثْنَاكُمْ مِنْ بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Şükredesiniz / görevlerinizi yerine getiresiniz diye ölümünüzün[*] ardından yine de sizi dirilttik.

[*] Tevrat’a göre Allah, halkın gözü önünde dağa tecelli edip İsrailoğullarına emirlerini vermek için üç günlük arınma süresi verir ve dağın etrafına halkın geçmeyeceği bir sınır çizilmesini ister. Bundan sonrası şöyle anlatılır: “Üçüncü günün sabahı gök gürledi, şimşekler çaktı. Dağın üzerinde koyu bir bulut vardı. Derken, çok güçlü bir boru sesi duyuldu. Yerleşim yerinde herkes titremeye başladı. Musa halkın Tanrı’yla görüşmek üzere yerleşkeden çıkmasına öncülük etti. Dağın eteğinde durdular. Sina Dağı’nın her yanından duman tütüyordu. Çünkü Rab dağın üstüne ateş içinde inmişti. Dağdan ocak dumanı gibi duman çıkıyor, bütün dağ şiddetle sarsılıyordu. Boru sesi gitgide yükselince, Musa konuştu ve Tanrı gök gürlemeleriyle onu yanıtladı. Rab, Sina Dağı’nın üzerine indi, Musa’yı dağın tepesine çağırdı.” (Çıkış 19:16-20). “Halk gök gürlemelerini, boru sesini duyup şimşekleri ve dağın başındaki dumanı görünce korkudan titremeye başladı. Uzakta durarak Musa’ya, “Bizimle sen konuş, dinleyelim” dediler, “Ama Tanrı konuşmasın, yoksa ölürüz”. Musa, “Korkmayın!” diye karşılık verdi, “Tanrı sizi denemek için geldi; Tanrı korkusu üzerinizde olsun, günah işlemeyesiniz diye. Halk uzakta durdu, fakat Musa, Tanrı’nın bulunduğu koyu bulut kümesine yaklaştı. Rab, Musa’ya şöyle dedi: “İsrailoğullarına diyeceksin ki: ‘Sizinle gökten konuştuğumu gördünüz. Altın, gümüş ilahlar yapıp onları benimle bir tutmayacaksınız...” (Çıkış 20:19-23). 


(Bakara 2/57 TEFSİR)
وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Bulutları üzerinize gölgelik yaptık, men /kudret helvası[1*] ve selva /bıldırcın indirdik, “Verdiğimiz rızıkların temiz ve lezzetli olanlarından yiyin.”[2*] dedik. Yanlışı bize değil, kendilerine yapıyorlardı.

[1*] “Kudret helvası” anlamı verilen “men” kelimesinin, Allah tarafından İsrailoğullarına indirilen tatlı bir yiyecek olduğu anlaşılmaktadır. Selva bıldırcın olduğu için onların, “Tek çeşit yemeğe katlanamayacağız” demeleri (Bakara 2/61) men’in ekmek gibi bir şey olmasını gerektirir. Nitekim Tevrat’ta “Menin kırağı şeklinde küçük ve yuvarlak, kişniş tohumu gibi beyaz ve ak günlük görünüşünde olduğu, lezzetinin ballı yufkaya benzediği belirtilir (Çıkış, 16/14, 31). Ayrıca Tevrat’ta şu ifadeler yer alır: “Rab Musa’ya, “Size gökten ekmek yağdıracağım” dedi, “Halk her gün gidip günlük ekmeğini toplayacak. Böylece onları sınayacağım: Benim yasama göre yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı, göreceğim” (Çıkış 16/4-5). “Men kişniş tohumuna benzerdi, görünüşü de reçine gibiydi. Halk çıkıp onu toplar, değirmende öğütür ya da havanda döverdi. Çömlekte haşlayıp pide yaparlardı. Tadı zeytinyağında pişirilmiş yiyeceklere benzerdi” (Çölde Sayım 11/7-8).

[2*] Allah onlara, bu konuda taşkınlık etmemelerini emretmişti (Taha 20/80-81). Yaptıkları taşkınlık, Tevrat’ta şu şekilde açıklanır: "RAB'bin buyruğu şudur: 'Herkes yiyeceği kadar toplasın. Çadırınızdaki her kişi için birer omer alın.'" İsrailoğulları söyleneni yaptılar. Kimi çok, kimi az topladı. Omerle ölçtüklerinde, çok toplayanın fazlası, az toplayanın da eksiği yoktu. Herkes yiyeceği kadar toplamıştı. Musa onlara, "Kimse sabaha bir parça bile bırakmasın" dedi. Ama bazıları ona aldırmayıp sabaha bıraktılar. Bıraktıkları kurtlanıp kokmaya başlayınca Musa onlara öfkelendi” (Mısır’dan Çıkış 16:16-20). 


(Bakara 2/58 TEFSİR)
وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْۜ وَسَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
Bir gün şöyle demiştik: “Şu kente girin; istediğiniz yerden bol bol yiyin. O kapıdan boyun eğerek girin[1*] ve 'Günah yükümüzü kaldır!’ deyin ki hatalarınızı bağışlayalım. Güzel davrananlara daha fazlasını vereceğiz.”[2*]

[1*] Ayetin bu bölümünün meali “secde ederek girin” şeklindedir. Arap dilinde secde, eğilme ve boyun eğmedir (Müfredat). Türkçede secde denildiğinde sadece namazda yapılan secde anlaşıldığı için “boyun eğerek girin” anlamı verilmiştir. 

 


(Bakara 2/59 TEFSİR)
فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا قَوْلًا غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَنْزَلْنَا عَلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رِجْزًا مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ۟
(İçlerinden) yanlış davrananlar, kendilerine söylenen sözü (verdiğimiz emri) başka bir sözle değiştirdiler.[1*] Biz de yoldan çıkmalarına karşılık, yanlış davrananların üzerine gökten bir afet indirdik.[2*]

[1*] Kendilerine verilen: “Oraya girin” emrini, sanki “onlarlarla şavaşın” denilmiş gibi değiştirerek emre karşı çıkmış  ve şöyle demişlerdi: “Ey Musa! Orada çok zorba bir halk var. Onlar çıkmadıkça biz asla oraya girmeyeceğiz. Eğer onlar çıkarlarsa o zaman gireriz.”(Maide 5/22) Ey Musa! Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, onlarla ikiniz savaşın! Biz burada oturacağız” (Maide 5/24).

[2*] Maide 5/26.


(Bakara 2/60 TEFSİR)
وَاِذِ اسْتَسْقٰى مُوسٰى لِقَوْمِه۪ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۜ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًاۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Yine bir gün Musa, halkı için su talebinde bulundu. Biz de ”Değneğinle şu taşa vur!” dedik. Hemen oradan on iki pınar kaynadı. Her bir bölük, su içeceği yeri öğrendi. (Onlara) “Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için ama bozgunculuk yaparak ortalığı birbirine katmayın.” dedik.[*]

[*] A’raf 7/160.


(Bakara 2/61 TEFSİR)
وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْرًا فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟
Hani siz şöyle demiştiniz: “Ey Musa! Biz tek çeşit yemeğe katlanamayacağız; Rabbine bizim için dua et de bize toprak ürünlerinden sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan bitirsin!” O da “Üstün olanı düşük seviyede olanla mı değiştirmek istiyorsunuz?[1*] İnin bir şehre, istediğiniz şeyler orada var!” dedi. Onlara alçaklık damgası vuruldu, üzerlerine çaresizlik çöktü ve tekrar Allah’ın öfkesini hak ettiler. Bu ceza, Allah’ın ayetlerini görmezlikte direnmeleri ve haklı bir gerekçeye dayanmadan nebilerini[2*] öldürmeleri /itibarsızlaştırmaları sebebiyledir. Bu ceza, isyan etmelerine ve aşırı gitmelerine karşılıktır.

[1*] “Üstün olanı düşük seviyede olanla değiştirme”, Allah’tan istedikleri yiyeceklerle ilgili değildir. Öyle olsaydı,  “İnin bir şehre, istediğiniz şeyler orada var!” denilmezdi. Firavun'un bütün serveti bunlara kaldığı için (Şuara 26/57-59) istedikleri her şeyi, rahatça satın alabilirlerdi. Onlar, Mısır’dan çıkıp vadedilen geniş ve verimli topraklara, süt ve bal akan ülkeye (Tevrat / Çıkış 3:8) kadar geldikten sonra yanlışları yüzünden (Bakara 2/58-59) oraya girmekten men edilmiş ve kırk yıl çölde dolaşmaya mahkum edilmişlerdi. Çölde Allah onları men ve selvayla beslediği halde bu kez de eskiden Mısır’da yedikleri ürünleri yetiştirmek istemişlerdi (Çölde Sayım 11:4-6). Onları yetiştirebilmeleri için çölün bir yerinde yerleşerek tarım yapmaları gerekirdi. Bunu yapınca, oraya bağımlı hale gelecek ve Allah’ın vaad ettiği yere gitmekten vazgeçerek düşük seviyedeki bir yeri, süt ve bal akan ülkeye tercih etmiş olacaklardı. 

[2*] Nebi, kendisine kitap ve hikmet verilen kişidir (Âl-i İmrân 3/81-82, En’âm 6/83-90). Resul (رسول), “gönderilen”dir. Bu kelime, “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi o sözü tebliğ için gönderilen elçi anlamına da gelir (Müfredat). Nebi, Allah’ın ayetlerini tebliğ ile görevli olduğu için o, aynı zamanda resuldür. Bir ayet şöyledir: “Bu kitapta İsmail’i de an, o sözünde durmuştu; nebi olan resul idi.” (Meryem 19/54) Nebi olmayan resuller de vardır. Onlar, inandıkları nebiye inen kitabı insanlara tebliğ eden kişilerdir. Nitekim Lut aleyhisselama iki kızı dışında inanan kimse olmadığı halde Allah onlar için şöyle demiştir: “Lut kavmi resullerini yalanladı.” (Şuara 26/160) Arap dilinde çoğul, en az üçü gösterdiği için Lut aleyhisselam dışındaki resuller onun iki kızından başkası olamaz. 

 


(Bakara 2/62 TEFSİR)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِـ۪ٔينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
İnananlar ile Yahudi,[1*] Hristiyan[2*] ve Sâbiîler[3*] var ya! (Onlardan) her kim Allah’a ve ahiret gününe inanıp güvenir ve iyi işler yaparsa[4*] ödülleri Rableri katındadır. Onların üzerinde ne bir korku olur ne de üzülürler.[5*]

[1*] "Yahudi" kavramı Davud aleyhisselamın krallığından sonra ortaya çıkmıştır. Davud aleyhisselam, Yakub aleyhisselamın oğullarından Yahuda’nın soyundan gelir. Bundan dolayı onun krallığına "Yahuda Krallığı" denmiştir. "Yahudi" kavramı başlarda "Yahuda krallığına mensup kişi" manasında kullanıyordu. Yahuda krallığı, Babil istilasında yıkılınca bu kavram İsrailoğullarının dini-etnik kimliklerini ifade için kullanılmaya başlandı. Kur'an'ın indiği dönemde de "Yahudilik" doğru veya yanlış İsrailoğullarının tüm dini geleneğini (Torah, Talmud, Midraşîm vs.) ifade etmekteydi.

[2*] Bir ayette, Hristiyan anlamında "Nasrânî", on dört ayette de onun çoğulu olan "Nasâra" kullanılır. Kelimenin, Îsâ aleyhisselamın yardım talebine havârilerin olumlu cevap vermeleri sebebiyle (Al-i İmrân 3/52; es-Saf 61/14), “yardım etme” anlamındaki nasr kökünden (Müfredat) veya İsa'nın memleketi olan Nâsıra kelimesinden türetildiği söylenir.

[3*] Sâbiîler, Yahya aleyhisselamın ümmeti olmalıdır. Çünkü Allah Teala, her nebi gibi (Al-i İmran 3/81) Yahya aleyhisselama da kitap ve hikmet vermiştir (Meryem 19/12, En’âm 6/84-89). Sabiîlerin temel kitapları Ginza, Draşya d Yahya ve Kolasta’dır. (Şinasi Gündüz, Sâbiîlik, DİA)

[4*] Kur’an tebliğ edilmemişse kendi kitaplarına uymaları yeterli olur (Al-i İmrân 3/81, A’râf  7/157). Ama Kur’an tebliğ edilmişse artık Kur’an’a uymak zorundadırlar Bakara 2/136-137, Âl-i İmran 3/84-85, Nisâ 4/161-162, Maide 5/67-68).

[5*] Mâide 5/69, Hac 22/17. Kendisine bir elçinin tebliği ulaşmayan kimse, sadece bile bile şirk koşmaktan (Bakara 2/22) ve bildiği doğrulardan sorumlu tutulur.

 


(Bakara 2/63 TEFSİR)
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Birgün Tur’u /Sina Dağı’nı tepenize kaldırarak sizden kesin söz almıştık: “Size verdiğimize (Musa’nın kitabına)[1*] sıkı sarılın, ondaki bilgileri aklınızda tutun; belki yanlışlardan sakınırsınız!” demiştik.[2*]

[1*] Musa aleyhisselama indirilen kitap, Tevrat’ın bir bölümüdür. Çünkü Tevrat, Musa’dan İsa’ya kadar İsrailoğullarının nebilerine verilen kitapların toplamından ibarettir. 

[2*] Bakara 2/93, Nisa 4/154, A’râf 7/171. 


(Bakara 2/64 TEFSİR)
ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۚ فَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Buna rağmen daha sonra yüz çevirmiştiniz.[*] Eğer Allah’ın size lütfu ve ikramı olmasaydı kesinlikle kaybedenlerden olurdunuz.

[*] Nisa 4/155.

 

(Bakara 2/65 TEFSİR)
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذ۪ينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ
İçinizden cumartesi yasağını /Şabat’ı[1*] çiğneyenleri elbette bilirsiniz. Onlara “Aşağılık maymunlar gibi olun!”[2*] demiştik.

[1*] Nisa 4/47, 154-155, A’raf 7/163, Nahl 16/124. Cumartesi yasağıyla ilgili Tevrat’taki hüküm şöyledir: “Tanrın Rabb’in buyruğu uyarınca Şabat (Cumartesi) Günü’nü tut ve kutsal say. Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın Rabb’e Şabat Günü olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, öküzün, eşeğin ya da herhangi bir hayvanın, aranızdaki yabancılar dahil, hiçbir iş yapmayacaksınız. Öyle ki, senin gibi erkek ve kadın kölelerin de dinlensinler.” (Tesniye 5:12-14).

[2*] Cumartesi yasağını çiğneyenler maymunlar gibi olmuşlardı. Bu, onlara has fiziksel dönüşüm değil, benzer davranışları gösteren herkese uygulanan bir dışlama biçimidir (Nisâ 4/47, Maide 5/60). Ayette geçen (خاسئين) kelimesi, cemi müzekker kalıbında geldiği için maymunların değil insanların sıfatı ve kâne (كان)’nin ikinci haberidir. Eğer maymunların sıfatı olsaydı, kelime hâsie (خاسئة) şeklinde olurdu (Lisan’ul-arab “قرد”). Hase’ (خسأ) ve la’n (لعن) kelimeleri aynı anlamdadır. (Lisan’ul-arab). Şu ayet de bu manayı doğrulamaktadır: “Ey kendilerine kitap verilenler! Sizin yanınızda olanı tasdik edici olarak indirdiğimize (bu kitaba) inanıp güvenin. Bunu, itibarınızı yok edip sizi yüzünüze bakılmaz hale getirmeden veya cumartesi yasağını çiğneyen ahaliyi lanetlediğimiz /dışladığımız gibi sizi de lanetlemeden önce yapın. Allah'ın emri daima yerine gelir.” (Nisa 4/47) Dolayısıyla âyetin bu bölümü için uygun olan “maymunlara, dışlanmışlara dönüşün” anlamıdır. Nitekim Medine’deki Yahudiler, Allah’ın ayetleri kendilerine tebliğ edildikten ve Muhammed aleyhisselamın Allah’ın elçisi olduğuna kesin olarak inandıktan sonra Kur’an’ı görmezlikten geldikleri için lanetlenmişlerdi (Al-i İmran /86-90). Bütün bunlar, maymuna dönüşümün fiziksel dönüşüm olmadığını, lanetlenme yani dışlanma anlamında olduğunu ispatlar (Nisâ 4/47, Maide 5/59-60, A’râf 7/163-166).

(Bakara 2/66 TEFSİR)
فَجَعَلْنَاهَا نَكَالًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ
Bunu, o gün yaşayanlara ve arkadan gelenlere caydırıcı bir ders[*] ve yanlışlardan sakınanlara öğüt olsun diye yapmıştık.

[*] “Caydırıcı ders” anlamındaki (نَكَٰلًا) kelimesi, Nâziat 79/25. ayette de geçmekte ve Firavun’un, kendi zamanında yaşayan ve sonradan gelenler için caydırıcı bir ders olduğu bildirilmektedir. 


(Bakara 2/67 TEFSİR)
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ٓ اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةًۜ قَالُٓوا اَتَتَّخِذُنَا هُزُوًاۜ قَالَ اَعُوذُ بِاللّٰهِ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Bir gün Musa halkına: “Allah bir sığır kesmenizi emrediyor!” dedi[1*].“Sen bizi hafife mi alıyorsun!” dediler. O da “Cahillik eden biri[2*] olmaktan Allah’a sığınırım!” dedi.

[1*] Eski Mısır’da Apis denen boğaya ve Hator (Hathor) denen ineğe tapılırdı (Ömer Faruk Harman, TEŞBİH, DİA). Apis daha değerliydi (Tevrat/Yeremya 46:14-15). Musa aleyhisselam “Allah bir sığır kesmenizi emrediyor” dediğinde bir inek kesebilirlerdi. Ama o inanç içlerine öylesine işlemişti ki (Bakara 2/93) inek bile kesmek istemezken sonunda emre uyup Apis özelliğinde bir boğa kesmek zorunda kaldılar.

[2*] Kendini bilmez diye tercüme ettiğimiz “cahil”, “bilmeyen” anlamına geldiği gibi “olması gerekenin aksine davranan” (Müfredât) ve “kendine hakim olamayan (Yusuf 12/33)” anlamlarına da gelir.

 

 


(Bakara 2/68 TEFSİR)
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۜ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا فَارِضٌ وَلَا بِكْرٌۜ عَوَانٌ بَيْنَ ذٰلِكَۜ فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ
“Bizim için Rabbine sor da onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın!” dediler. Dedi ki: “Rabbim, onun ne yaşlı ne körpe, ikisinin ortası bir sığır olduğunu söylüyor. Haydi, size verilen emri yerine getirin!”


(Bakara 2/69 TEFSİR)
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا لَوْنُهَاۜ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَٓاءُۙ فَاقِعٌ لَوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِر۪ينَ
“Bizim için Rabbine sor da renginin ne olduğunu da açıklasın!” dediler. Musa dedi ki: “Rabbim onun sapsarı, parlak renkte, görenlere zevk veren bir sığır olduğunu söylüyor.”


(Bakara 2/70 TEFSİR)
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۙ اِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَاۜ وَاِنَّٓا اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَمُهْتَدُونَ
“Bizim için Rabbine bir daha sor, onun nasıl bir şey olduğunu iyice açıklasın! Çünkü bu (özelliklerdeki) sığır bize bir şeyi çağrıştırdı.[*] Allah nasip ederse mutlaka doğruyu buluruz!” dediler.

[*] Bu ayette “bu özelliklerdeki sığır” diye meal verilen el-bakar (ٱلْبَقَرَ) kelimesinin başındaki belirlilik takısı belli bir sığır cinsini gösterir. “Çağrıştırma” anlamı verdiğimiz kelime ise iki şey arasındaki benzerliği ifade eden “teşabüh”tür. Bu ayet, Musa aleyhisselamın yaptığı tanımlamaların onların zihninde Mısırlıların tanrısı Apis boğasını canlandırdığını ortaya koyar. 


(Bakara 2/71 TEFSİR)
قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا ذَلُولٌ تُث۪يرُ الْاَرْضَ وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَۚ مُسَلَّمَةٌ لَا شِيَةَ ف۪يهَاۜ قَالُوا الْـٰٔنَ جِئْتَ بِالْحَقِّۜ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُوا يَفْعَلُونَ۟
Musa dedi ki: “Rabbim şöyle diyor: ‘O öyle bir sığırdır ki ne koşulup toprağı sürmüş ne de ekin sulamıştır. Salmadır,[*] alacası da yoktur.” Onlar da “İşte bütün gerçeği şimdi bildirdin!” dediler ve onu kestiler. Az kalsın (emredileni) yapmayacaklardı.

[*] Bakara (بقَرةَ) , bakar (بقَر) yani sığır cinsinden bir adet hayvan demektir. Tarlayı sürebilecek özellikte olduğu halde sürmemiş, serbest bırakılmış olması onun bir boğa olduğunu gösterir. Ayetteki fiillerin müennes /dişil olması, sadece “bakara” kelimesinin lafzî müennes olmasından dolayıdır.

 

 


(Bakara 2/72 TEFSİR)
وَاِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا فَادّٰرَءْتُمْ ف۪يهَاۜ وَاللّٰهُ مُخْرِجٌ مَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَۚ
Bir gün bir kişiyi öldürmüş, suçu birbirinize atmıştınız. Halbuki Allah gizlemiş olduğunuz şeyi ortaya çıkaracaktı.


(Bakara 2/73 TEFSİR)
فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَاۜ كَذٰلِكَ يُحْيِ اللّٰهُ الْمَوْتٰى وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
“Öldürülene bedeninin (kopan) parçasını[1*] yerleştirin!”[2*] dedik. Allah ölülere, bu şekilde (parçalarını bütünleştirerek) can verir.[3*] O size ayetlerini böyle gösteriyor. Belki aklınızı kullanırsınız /doğru bağlantılar kurarsınız.

[1*] Ayetin bu bölümüne meal ve tefsirlerde “sığırın bir parçasıyla ölüye vurun” şeklinde anlam verilerek “o” manasına gelen ha (هَا) zamiri daha önce geçen sığırla ilişkilendirilir. Halbuki bu ayette, öncekinden farklı bir olaydan söz edildiği için kurulan ilişki yanlıştır. Zaten Allah ahirette hiçbir ölüyü, sığırın bir parçası ile vurarak diriltmeyecektir. Buradaki zamir, öldürülen kişinin nefsini yani bedenini gösterir.

[2*] Darb (ضرب)’ın kök anlamı, bir şeyi bir şeyin üstüne vurma veya sabitlemedir (Müfredat). Arapçada pek çok iş için kullanılabilen bu fiilin anlamı, vurulan veya sabitlenen şeye göre değişir (el-Ayn).

[3*] Ölüden ayrılan parçanın onun bedeniyle birleştirilmesi emredilmektedir. Yeniden dirilme, tekrar yaratılan kemiklerin bütünleştirilip onlara et giydirilmesi şeklinde olacaktır (Bakara 2/259-260, Müminun 23/14-16).

 

(Bakara 2/74)
ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةًۜ وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُۜ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُۜ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Bütün bunların ardından yine de kalpleriniz katılaştı; artık onlar taş gibi, hatta daha da katıdır. Öyle taşlar var ki içlerinden ırmaklar fışkırır. Çatlayıp içinden su çıkan hatta Allah korkusundan aşağı yuvarlanan taşlar da vardır.[*] Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

[*] Bu ve benzeri ayetlere göre maddenin de bir dili ve anlama kabiliyeti vardır. Gökler ve yer, insan davranışından etkilenir (Meryem 19/88-91, Duhan 44/17-29). Allah Teâlâ göklere ve yere; “İsteyerek veya istemeyerek gelin” demişti, ikisi de “İsteyerek geldik” diye cevap vermişlerdi” (Fussilet 41/9–12). Nuh Tufanında “Ey yer, suyunu yut! Ey gök suyunu tut!” denildiğinde sular çekilmişti” (Hud 11/44). İbrahim aleyhisselam ateşe atılınca Allah “Ey Ateş! İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol.” demiş, o da öyle olmuştu (Enbiya 21/69-71). Canlı cansız bütün varlıklar Allah’ı tesbih ederler (İsra 17/44; Nur 24/41). Ahirette yeryüzü konuşacak ve kendindeki bilgileri verecektir (Zilzâl 99/1-5). Kur’ân’da eşyanın dilini ve anlama kabiliyetini gösteren çok sayıda ayet vardır (Haşr 59/21).


(Bakara 2/75 TEFSİR)
اَفَتَطْمَعُونَ اَنْ يُؤْمِنُوا لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِنْ بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Şimdi bunların (bu Yahudilerin) size inanıp güvenmelerini mi bekliyorsunuz? Onların bir takımı Allah’ın sözünü /Kur’an’ı dinler,(Tevrat ile) bağlantısını kurduktan[1*] sonra onu tahrif ederler /anlamını kaydırırlar.[2*] Bunu bile bile yaparlar.

[1*] “Akl” kelimesi “bağlamak yoluyla alıkoymak” anlamında mastardır. Devenin iki ayağını birbirine bağlamak anlamında “عقلت البعير” denir. Böylelikle devenin hareketi, yürüyüp gitmesi engellenmiş olur. Nitekim devenin iki ayağını birbirine bağlayan bağ ya da zincire de “العقال” denir. Akıl insana nispet edildiğinde kendine hakim olan ve istediği şeyi yapmaktan kendini engelleyen (Lisan’ul-Arab) anlamı öne çıkar. Kelimenin Kur’ân’daki tüm kullanımları fiil şeklindedir. Bu, aklın başlı başına bir cevher değil, işlev olduğunu gösterir. Nitekim Kur’ân’da “akıl” anlamı verilen ve isim formunda kullanılan “اللُّبُّ”, “الحِجْر”, “النُّهى” gibi kelimeler bulunur. Yukarıdaki ayette “مِنْ بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ” ifadesi geçmektedir. Yani doğru bağlantıyı kurduktan sonra tahrife kalkıştıkları haber veriliyor. Bağlantıyı doğru kurmak, bu ayette olduğu gibi her zaman doğru davranışı yapmakla sonuçlanmaz. Ayette sözü edilen Yahudiler, Kur’an’ı dinlemişler, kurmaları gereken bağlantıyı kurmuşlar ama işlerine gelmediği için bu bağlantıları gölgelemek amacıyla tahrife kalkışmışlar.

[2*] “Uç” anlamındaki harf (حرف) kökünden türemiş olan tahrif, iki uca çekilebilecek sözü bir tarafa çekmektir (Müfredât). Bu ayette sözü edilen tahrif, Kur’an’ın ellerindeki Tevrat’ı tasdik ettiğini gören ve gerçeği anlayan Yahudilerin tasdik konusunu, bile bile saptırmalarıdır. Dini bozmak için yapılan tahrif de ayete bağlamına uygun olmayan anlamı verme şeklinde yapılır (Nisa 4/46, Maide 5/41). Tahrif metinde değil anlamda yapıldığı için Kur’an, önceki kitapların ana metinlerini tasdik eder. Ama tahrif kelimesi de tahrif edilip ona “tebdil” yani metni değiştirme anlamı verildiğinden (Muharref DİA) hem Kur’an’ın önceki kitapları tasdik ettiği unutturulmuş hem de ayetlerde yapılan anlam kaydırmalarının üstü örtülmüştür. En fazla tahrif, Yahudi ve Hristiyanları rahatsız eden ayetlerde yapılmıştır. Ayetlerin anlamları üzerinde yapılan tahrif, günümüzde de devam etmektedir.

 

(Bakara 2/76 TEFSİR)
وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ قَالُٓوا اَتُحَدِّثُونَهُمْ بِمَا فَتَحَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَٓاجُّوكُمْ بِه۪ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Allah’ın kitabına inanıp güvenenlerle karşılaşınca “Biz de ona inanıp güvendik!” der,[1*] birbirleriyle baş başa kalınca da şöyle derler: “Allah’ın size gösterdiği şeyi (Kur’an’ın Tevrat’ı tasdik ettiği gerçeğini)[2*] Rabbinizin katında size karşı delil olarak kullansınlar diye mi onlara söylüyorsunuz? Bu bağı kuramıyor musunuz?”

[1*] Maide 5/61.

[2*] Çünkü bunlar, ellerindeki Tevrat’ı tasdik eden Kur’an’a inanmak ve onu getiren resule destek vermek zorundadırlar (Bakara 2/41, Al-i İmran 3/3, 81, A’raf 7/157).


(Bakara 2/77 TEFSİR)
اَوَلَا يَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
Bunlar bilmezler mi ki Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir.[*]

[*] Âl-i İmran 3/29, En’am 6/3, Nahl 16/19, 23, Hac 22/70, Mücadele 58/7, Teğabün 64/4, Mülk 67/13-14.  Yahudiler içinde münafıklık yapanlarla ilgili olarak Tevrat'ta şöyle bir ifade vardır: “Tasarılarını Rab’den gizlemeye uğraşanların vay haline! Karanlıkta iş gören bu adamlar, “Bizi kim görecek, kim tanıyacak?” diye düşünürler.” (Yeşeya 29/15).

 

(Bakara 2/78 TEFSİR)
وَمِنْهُمْ اُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ اِلَّٓا اَمَانِيَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ
Onların bir kısmı ümmîdir;[1*] kitabı bilmez, kendilerini beklentilere sokan kurguları bilirler.[2*] Onlar sadece zanna dayanırlar.

[1*] Bu ayette geçen “ümmiler” ifadesi, inandığı ilahi kitabın içeriğini bilmeyenler anlamındadır. Kur’an’da ümmi kelimesi “kendine kitap verilmemiş olan” (Al-i İmran 3/20) ve Mekkeli anlamında da kullanılmıştır (Al-i İmran 3/75, Cum’a 62/2). Nebimiz daha önce ilahî kitap bilgisine sahip değildi (Ankebut 29/47-48, Şûrâ 42/52-53) ama Kur’an’da ona, bundan dolayı ümmî denilmemiştir. Son nebinin Mekke’den çıkacağı Tevrat ve İncil’de yazılı olduğundan (A’raf 7/157-158) Kur’an’da onunla ilgili olarak kullanılan ümmî kavramı, Mekkeli anlamındadır. Arapçada anasından doğduğu gibi kalıp okuma yazma bilmeyen kişiye de ümmi denir (Lisan’ul-Arab). Mekkeli müşrikler, Kur’an’ın Muhammed aleyhisselama birileri tarafından yazdırıldığını iddia ederler (Furkan 25/5). Eğer o, okuma yazma bilmeseydi onu yakından tanıyan Mekkeliler, böyle bir iddiada bulunamazdı.

[2*] “Kurgular” diye anlam verdiğimiz emânî (أَمَانِى), ‘ümniyye’nin çoğuludur. Burada bu kelime, kitabı anlamadan okuma manasındadır. Bu okuyuş kişiyi, hayale dayalı beklentilere sokar (Müfredât). Bakara 2/111.

 


(Bakara 2/79 TEFSİR)
فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِاَيْد۪يهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هٰذَا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ لِيَشْتَرُوا بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ فَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا كَتَبَتْ اَيْد۪يهِمْ وَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا يَكْسِبُونَ
Fakat elleriyle kitap yazan, sonra onunla geçici[*] bir çıkar sağlamak için “Bu Allah katındandır!” diyenlerin çekeceği var. Hem yazdıklarından dolayı çekecekleri var hem de kazandıklarından dolayı çekecekleri var!

[*] Kalîl (قليل) , bir şeyin az veya geçici olduğu anlamına gelir (Mekâyîs). 

 

 

 


(Bakara 2/80 TEFSİR)
وَقَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا مَعْدُودَةًۜ قُلْ اَتَّخَذْتُمْ عِنْدَ اللّٰهِ عَهْدًا فَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ عَهْدَهُٓ اَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Onlar: “O ateş bize, sayılı birkaç günden fazla dokunmaz!” derler. De ki: “Allah katından söz mü aldınız? Eğer öyleyse Allah sözünden dönmez. Yoksa (O’na ait olduğunu) bilmediğiniz şeyleri Allah’a mı mal ediyorsunuz?”[*]

[*] Yahudilerin sözlü Tevrat dedikleri Talmud’da şu ifadeler geçer: “Kötülerin cehennemdeki cezası on iki ay sürer. Bu süre içinde günahlarının keffareti ödenmiş olur.” (Shabbat 33b). Allah Teâlâ  bu sözlerin yalan ve iftira olduğunu bildirmektedir (Âl-i İmran 3/24-25).

 

(Bakara 2/81 TEFSİR)
بَلٰى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَاَحَاطَتْ بِه۪ خَط۪ٓيـَٔتُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Hayır! Kötülük yapan ve günaha iyice batanlar[1*] o ateşin ahalisidir. Onlar orada ölümsüz olarak kalırlar.[2*]

[*] Günaha batanlar iki türlüdür, biri şirk günahına batanlardır. Her kafir, aynı zamanda müşrik olduğu için (Âl-i İmrân 3/151) bunlar ölmeden önce tevbe etmemişlerse cehennemden çıkamazlar (Nisa 4/48, 116). Diğeri de şirk dışındaki günahları batanlardır. Bunların günahları sevaplarından fazla ise cehenneme giderler (A’raf 7/9, Meryem 19/71-72, 86-87, Müminun 23/103-104, Karia 101/8-11). Cezalarını çektikten sonra cennetteki yakınlarının yanına yerleştirilirler (Tûr 52/21). Şirkten uzak kalan ve büyük günahlardan kaçınan (Nisa 4/31, Necm 53/31-32) veya günah işledikten sonra tövbe edip kendilerini düzeltenler (Furkan 25/68-71) ile sevapları günahlarından fazla olanlar doğrudan cennete gider, cehennemin hışırtısını bile duymazlar (Enbiya 21/101-102). 


(Bakara 2/82 TEFSİR)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlar ise cennet ahalisidir. Onlar da orada ölümsüz olarak kalırlar.[*]

[*] Nisa 4/122, Yunus 10/9, Ra’d 13/29, Kehf 18/30-31, 107-108, Hac 22/50, Ankebut 29/58.


(Bakara 2/83 TEFSİR)
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا قَل۪يلًا مِنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُعْرِضُونَ
Bir gün İsrailoğullarından şöyle söz almıştık: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, ana ve babanıza, yakınlarınıza, yetimlere ve miskinlere /çaresizlere[1*] güzel davranacaksınız. İnsanlarla güzel konuşacak, namazı düzgün ve sürekli kılacak, zekâtı da vereceksiniz”. (Ey İsrailoğulları!) Pek azınız hariç, yüz çevirip sözünüzden dönmüştünüz.[2*]

[1*] Miskin; geliri açlık sınırı altında, çaresiz durumda kalmış ve ihtiyaçlı olduğu her halinden belli olan kişidir. Oruç tutabilenlerin Ramazan bayramında vermesi gereken fitre /fidyenin en düşük ölçüsü miskin yiyeceği (Bakara 2/184) olduğundan, miskinlerin ihtiyaç sahipleri içinde en düşük seviyedeki kesim olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar temel ihtiyaçlarını karşılayamadıkları için doyurulması gereken (Kalem 68/24), bir hatanın keffareti olarak “yedirilmesi veya giydirilmesi” emredilen (Maide 5/89-95, Mücadele 58/4), Müslümanların mallarında hakkı olan (İsra 17/26, Rum 30/38), mirastan yararlandırılan (Nisa 4/8), kendilerine ihsanda bulunulması istenen (Nisa 4/36) dolayısıyla gönüllü veya zorunlu harcama  kalemlerinin hepsinde yer alan kişilerdir (Bakara 2/177,215, Tevbe 9/60, İnsan 76/8).

[2*] Maide 5/12.

 


(Bakara 2/84 TEFSİR)
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُونَ دِمَٓاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ اَنْفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ ثُمَّ اَقْرَرْتُمْ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ
“Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, sizden olanları yurdunuzdan çıkarmayacaksınız!” diye de söz almıştık. Bunu da kabul etmiştiniz. Siz bunu (Tevrat’ta)[*] görüyorsunuz.

[*] Tevrat’ın ifadeleri şöyledir: "Rab diyor ki, İsrailli kardeşlerinize saldırmayın, onlarla savaşmayın." (I. Krallar 12:24). "Egemen Rab şöyle diyor: Yeter artık, ey İsrail önderleri! Zorbalığı, baskıyı bırakın. Adil ve doğru olanı yapın. Halkımı kendi topraklarından kovmayın." (Hezekiel 45:9).

 

(Bakara 2/85 TEFSİR)
ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَر۪يقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْۘ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۜ وَاِنْ يَأْتُوكُمْ اُسَارٰى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍۚ فَمَا جَزَٓاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَابِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Artık siz öyle bir haldesiniz ki birbirinizi öldürüyor, içinizden birtakım insanları yurtlarından çıkarıyor, onlara karşı günah[1*] ve düşmanlık konusunda birbirinize destek veriyorsunuz. Esir olarak geldiklerinde de fidye verip kurtarıyorsunuz. Oysa onları çıkarmanız size zaten yasaktır. Şimdi siz, o kitabın (Tevrat’ın) bir bölümüne inanıyor, bir bölümünü görmezlikte direniyor musunuz? İçinizden bunu yapanın hak ettiği, dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir? Böyleleri kıyamet /mezardan kalkış günü de azabın en çetinine[2*] çarptırılırlar. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir

[1*] ‘Günah’ anlamı verdiğimiz ism (إِثْمَ), kişiyi sevaptan yani iyiliklerden uzaklaştıran davranış anlamındadır (Müfredât). Allah, ‘ism’ olarak tanımladığı her davranışı, haram saymıştır (A’raf 7/33).

[2*] “En çetin” diye anlam verdiğimiz eşedd (أَشَدِّ) kelimesi, “en üst seviyede bağlantılı” anlamındadır (Müfredat). Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır(En'âm 6/160).


(Bakara 2/86 TEFSİR)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۘ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ۟
İşte bunlar, ahiretleri karşılığında dünya hayatını satın almış kimselerdir. Onların azapları hafifletilmez, yardım da görmezler.[*]

[*] Bakara 2/174-175.


(Bakara 2/87 TEFSİR)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِه۪ بِالرُّسُلِ وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ اَفَكُلَّمَا جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْۚ فَفَر۪يقًا كَذَّبْتُمْۘ وَفَر۪يقًا تَقْتُلُونَ
Şurası kesin ki Musa’ya kitabı vermiş,[1*] arkasından elçilerimizi art arda göndermiştik. Meryemoğlu İsa’ya da açık belgeler (mucizeler) vermiş, onu Kutsal Ruh (Cebrail) ile desteklemiştik.[2*] Hoşunuza gitmeyen bir şeyle gelen her resule karşı büyüklenmeli miydiniz! Kimini yalanlayıp, kimini de öldürmeli /itibarsızlaştırmalı mıydınız![3*]

[1*] Bakara 2/53.

[2*] Bakara 2/253, Maide 5/110.

[3*] Yahudiler, Tevrat’ı adeta yok sayar ve M.Ö. 200 ile M.S 500'lü yıllar arasında yazıya geçirilmiş olan Talmud’u onun yerine koyarlar (Yusuf Basalel, Yahudi Ansiklopedisi, c.III, s.696, Gözlem Yay. 2002) (Bakara 2/79, Maide 5/70). İsa aleyhisselama indirilen İncil’e de havariler dışında inanan olmamıştı (Âl-i İmrân 3/52-53). Bunlar, benzer davranışı Kur’an’a da yaptılar (Bakara 2/89-91, 101, 146-147, En’am 6/19-21, 114). Çünkü daima, Allah’ın nurunu yani kitabını söndürmeye çalışırlar (Tevbe 9/30-32). Bütün bunlar, Allah’ın elçilerini itibarsızlaştırıp kendilerini onların yerine koyma çalışmalarıdır.

 

(Bakara 2/88 TEFSİR)
وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ بَلْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَقَل۪يلًا مَا يُؤْمِنُونَ
“Bizim kalplerimiz kapalı!”[1*] dediler. Hayır, ayetleri görmezlikte direnmeleri sebebiyle Allah onları dışladı.[2*] Artık pek azı inanır.

[1*] Biz her şeyi biliyoruz, yeni bir bilgiye ihtiyacımız yok (Nisa 4/155).

[2*] “Dışlama” anlamı verilen kelime, kızıp kovma ve uzaklaştırma anlamındaki lanettir (Müfredat).


(Bakara 2/89 TEFSİR)
وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْۙ وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِه۪ۘ فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ
Nihayet Allah katından, yanlarında olanı tasdik eden bir kitap geldi. Önceleri kâfirlere karşı önlerinin (bu kitapla) açılmasını bekliyorlardı.[1*] Ama tanıdıkları kitap gelince onu görmezlikte direndiler.[2*] Allah’ın laneti /dışlaması o kâfirleredir.[3*]

[1*] Bakara 2/40-41.

[2*] Geleceğini bildikleri ve kendi kitaplarındaki bilgilerden yola çıkarak çok iyi tanıdıkları elçi, o kitap ile gelince (A’raf 7/157) onu bilmiyormuş gibi davranıp kafir oldular (Bakara 2/101).
 
[3*] Kur’an’a inandıktan sonra onun bir ayetini bile görmezlikten gelen aynı lanete uğrar (Bakara 2/159-162)
 

 


(Bakara 2/90 TEFSİR)
بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْ اَنْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بَغْيًا اَنْ يُنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۚ فَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ عَلٰى غَضَبٍۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ
Allah’ın, tercih ettiği[1*] bir kuluna iyilik edip kitap indirmesini kıskanarak Allah’ın indirdiğini görmezlikte direnmekle, kendilerini ne kötü sattılar! Başlarına gazap üstüne gazap geldi. Kafirler için alçaltıcı bir azap vardır.[2*]

[1*] Şâe (شاء) fiilinin kökü, “bir şeyi yapma, var etme” anlamında olan şey (شيء)'dir. (Müfredât). Burada Allah’ın yaptığı, bir kulunu tercih ederek ona kitap indirmesidir. Ayrıca bkz Bakara 2/20. ayetin dipnotu.

[2*] Bu azap, Muhammed aleyhisselamın elçiliğini öldürme çabalarının cezasıdır.


(Bakara 2/91 TEFSİR)
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا نُؤْمِنُ بِمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرُونَ بِمَا وَرَٓاءَهُ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَهُمْۜ قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ اَنْبِيَٓاءَ اللّٰهِ مِنْ قَبْلُ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Onlara, “Allah’ın indirdiğine inanıp güvenin!” denince, “Biz, bize indirilene inanıp güveniriz!” der, ardından geleni (Kur’an’ı) görmezlikte direnirler. Hâlbuki o, yanlarındakini tasdik edici[1*] özelliği olan bir gerçektir. De ki: “İnanıp güvenen kimselerseniz neden Allah’ın bundan önceki nebilerini /onların nebiliklerini öldürüyorsunuz?”[2*]

[1*] Bakara 2/41, Al-i İmran 3/3.

[2*] Bkz. Bakara 2/61’in son dipnotu.  

 

(Bakara 2/92 TEFSİR)
وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ
Şurası kesin ki Musa size, apaçık belgelerle (mucizelerle) gelmişti. Yanınızdan ayrılmasının ardından yanlışlara dalarak boğayı ilah edinmiştiniz.[*]

[*] Bakara 2/51, Nisa 4/153, A’raf 7/148. Bunlar, boğayı ilah edinmekle kalmamış “Bu, Musa’nın ilahıdır, onu unuttu!” diyerek onun da puta tapan biri olduğunu söylemiş (Taha 20/88) ve nebiliğini öldürmüşlerdi.


(Bakara 2/93 TEFSİR)
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواۜ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْۜ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Bir gün Tûr’u /Sina Dağı’nı tepenize kaldırarak[1*] sizden kesin söz almış, “Size verdiğimize sıkı sarılın ve dinleyin!” demiştik. Siz de “Dinledik ve sıkı sarıldık!”[2*] demiştiniz.[3*] Oysa (kitabı) görmezlikte direnmeniz yüzünden boğa tutkusu içinize işlemişti.[4*] De ki: “Eğer inanıp güvenen kişilerseniz inancınız sizden ne kötü şey istiyor!”[5*]

[1*] A’râf  7/171.

[2*] Gelenekte buraya “dinledik ve isyan ettik” anlamı verilir ama “isyan ettik” diyenler Allah’a söz vermiş olamazlar. Asâ (عصى)’nın “değneğe sarılır gibi sarılma” (Lisân’ul-Arab) anlamı da olduğundan “asaynâ”ya “sıkı sarıldık” anlamını vermek gerekir (Bkz. Nisa 46’nın dipnotu). Tevrat’ın ilgili bölümü şöyledir: “(Musa) antlaşma kitabını alıp halka okudu. Halk, ‘Şama’nû ve asînû = Rabb’in her söylediğini yapacağız, Onu dinleyeceğiz’ dedi.” (Çıkış 24/3-7) 

[3*] Bu ayette iltifat sanatı kullanılmıştır. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki left (لفت) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır; ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.

[4*] Bakara 2/51.

[5*] Hem “dinledik ve sıkı sarıldık” diyorsunuz hem de boğa tutkusundan vazgeçmiyorsunuz.


(Bakara 2/94 TEFSİR)
قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
De ki: “Ahiret yurdu, Allah katında başka insanlara değil de sadece size aitse ve siz de doğru sözlü kişilerseniz ölümü dileyin bakalım!”[*]

[*] Cuma 62/6.


(Bakara 2/95 TEFSİR)
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
Elleriyle yaptıkları yüzünden ölümü asla dileyemezler. Allah yanlışa dalanları iyi bilir.[*]

[*] Cuma 62/7.

 

(Bakara 2/96 TEFSİR)
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِه۪ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟
Şunu kesin olarak göreceksin; onlar, insanların yaşamaya en düşkün olanlarıdır hatta müşriklerden bile düşkündürler! Onlardan her biri şunu çok ister: Keşke ömrü bin seneye çıkarılsa! Ama bu, onları azaptan uzaklaştıracak değildir. Allah yaptıkları şeyi daima görmektedir.


(Bakara 2/97 TEFSİR)
قُلْ مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِجِبْر۪يلَ فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
De ki: “Kim Cebrail’e düşman olursa bilsin ki bu kitabı, öncekileri tasdik edici özellikte, inanıp güvenenlere bir rehber ve bir müjde olarak, Allah’ın onayıyla senin kalbine o indirmiştir.[*]

[*] Şuara 26/192-194, Hakka 69/40, Tekvir 81/19-21.


(Bakara 2/98 TEFSİR)
مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ
Kim Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cebrail’e ve Mikail’e[1*] düşman olursa[2*] (bilsin ki) Allah da o kâfirlerin düşmanıdır.[3*]

[1*] Kur’an’da ve Kitab-ı Mukaddes’te bu iki melek dışında adı geçen melek yoktur. Bir kısmının da sadece görevlerinden söz edilir. Vahiy meleği Cebrail, Cibrîl şeklinde, Mikâil de Mîkâl şeklinde geçer. Kitab-ı Mukaddes’te Cebrail ismi beş defa geçer. Bunlardan üçü Eski Ahit’te, ikisi Yeni Ahit’tedir. İlgili bölümlere bakıldığında Cebrail’in Allah’tan aldığı haberleri ve vahiyleri insanlara ulaştırmakla görevli olduğu anlaşılmaktadır (Daniel 9:21-23). İncillerde, Meryem validemize çocuk müjdesi getiren meleğin Cebrail olduğu bilgisi yer alır (Luka 1:19). Mikâil de Kitab-ı Mukaddes’te beş defa geçer. Bunlardan üçü Eski Ahit’te (Daniel, 10:13, 21; 12:1), ikisi de Yeni Ahit’te yer alır (Yahuda 1:9; Vahiy, 12:7).
 
[2*] Bunlar, Kur’an’ın, kendilerinden olmayan birine indirilmesini çekemeyip Muhammed aleyhisselama düşmanlık eden Yahudilerdir (Bakara 2/89-90). İsa aleyhiselam döneminde de Musa’ya verilen kitaptan başkasına inanmadıklarını söyleyen ve Saduki denen Yahudiler vardı. Onlar, Musa’nın kitabında bulunmasına rağmen meleklere (Tevrat/ Yaratılış 32:1), cinlere, ruha ve yeniden dirilişe inanmazlardı (İncil /Elçilerin İşleri 23:8). Mikail ve Cebrail'in de uydurma olduğunu söylüyorlardı. Onlara Kur'an'ın indiği dönemde Karaim Yahudileri deniyordu.
 

(Bakara 2/99 TEFSİR)
وَلَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۚ وَمَا يَكْفُرُ بِهَٓا اِلَّا الْفَاسِقُونَ
Şurası kesin ki sana açık ayetler[1*] indirdik. Yoldan çıkmışlar dışında hiç kimse onları görmezlikte direnmez.[2*]

[1*] Kur’an ayetleri, birbirini açıklar (Âl-i İmrân 3/7, Hûd 11/1).

 

(Bakara 2/100 TEFSİR)
اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْدًا نَبَذَهُ فَر۪يقٌ مِنْهُمْۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Bunlar ne zaman (Allah’a) bir söz verseler onların bir takımı onu kaldırıp atmadı mı?[*] Aslında bunların çoğu inanıp güvenmezler.

[*] Âl-i İmran 3/187.


(Bakara 2/101 TEFSİR)
وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَر۪يقٌ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَۗ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Allah katından, yanlarında olanı tasdik eden bir resul[*] gelince, kitap verilenlerden bir kısmı Allah’ın kitabını, sanki hiç bilmiyorlarmış gibi sırtlarının arkasına attılar.

[*] Ayette geçen Resul (رسول), Kur’an’dır. Çünkü ayetin devamı, onların kulak ardı ettikleri ‘resul’ün, Allah’ın kitabı olduğunu açıkça ifade etmektedir. Zaten resul, hem birine gönderilen söz hem de o sözü ileten elçi anlamındadır (Müfredat). Bu ayetteki “yanlarında olanı tasdik eden bir resul” ifadesinin bir benzeri Âl-i İmran 3/81’de “yanınızda olanı tasdik eden bir resul” şeklinde geçer. Bu benzerlik, o ayette geçen resul kelimesinin de kitap anlamında olduğunun delilidir. 


(Bakara 2/102 TEFSİR)
وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاط۪ينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَۚ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيَاط۪ينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَۗ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُولَٓا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْۜ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِه۪ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِه۪ۜ وَمَا هُمْ بِضَٓارّ۪ينَ بِه۪ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْۜ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرٰيهُ مَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ۠ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Onlar, şeytanların[1*] Süleyman’ın iktidarı aleyhinde oluşturdukları düzmecelere[2*] uydular. Süleyman kâfir olmamıştı ama insanlara sihri[3*] ve Bâbil’de o iki melikin, Hârût ile Mârût’un[4*] başına getirilenleri[5*] öğreten şeytanlar kâfir olmuşlardı.[6*] Hâlbuki o ikisi, “Biz büyük bir belaya düşürüldük,[7*] sakın bunu göz ardı etme!” demeden kimseye bir şey öğretmezlerdi. Ama bunlar,[8*] o ikisinden, kişi ile eşinin arasını ayıracak şeyler (entrikalar) öğreniyorlardı. Oysa öğrendikleri ile kimseye zarar verebilecek değillerdi; Allah’ın onayı olursa başka. Bunlar, işlerine yaramayan, sadece zararı olan şeyleri öğreniyorlardı. İyi biliyorlardı ki (Allah’ın kitabını sırtlarının arkasına atıp) bunları satın alanların ahirette ellerine bir şey geçmez. Kendilerini ne kötü satıyorlar! Keşke bunu bilseler!

[1*] Şeytanlar, doğru yoldan çıkmış olan ama başkalarını da çıkarmak için doğru yolun üstünde oturan insanlar ve cinlerdir (En’âm 6/71, 112, A’raf 7/30, Şuara 26/221-223, Nas 114/1-6).

[2*] “oluşturdukları düzmeceler” diye meal verdiğimiz ifadenin tam karşılığı “tilavet ettikleri”dir. Tilavet, "birden çok şeyin, aralarına farklı türden bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanması” anlamındadır (Müfredât). Şeytanların yapacakları tilavet, uydurdukları yalanları peşpeşe, ustaca sıralamalarıdır. Bu şekilde sıralanmış yalanlar için “düzmece” kelimesi uygun düşmektedir.
 
[3*] Sihir, bir şeyi olduğundan farklı gösterme, aldatma, oyalama ve hiledir (Lisânü’l-Arab). Kur’an, sihrin tam bir oyun ve aldatma olduğunu bildirir (A’raf 7/103-120, Yunus 10/81). Bu sebeple insanlar arasındaki bağları koparmak için konuşup duranların şerrinden Allah’a sığınmamız emredilmiştir (Felak 113/4). 

[4*] Elimizdeki mushaflarda Hârût ile Mârût’u anlatan kelime “melekeyn : iki melek” şeklinde okunur. Allah, “Melekleri sadece gerçek bir iş için indiririz.” (Hicr 15/8) dediğinden onlar sihir öğretemezler.  Çünkü sihir gerçek dışı yani batıldır (A'raf 7/116-119, Yunus 81). Bu kelimeyi, Abdullah b. Abbas, İbn-i Ebzâ, Dahhâk ve Hasan Basrî, “el-melikeyn: iki melik” şeklinde okumuşlardır (Kurtûbî). Yönetimde olana melik dendiği gibi yönetime gelme gücü olana da melik denir (Müfredât). Ayetin bağlamına ve Kuran bütünlüğüne göre Hârût ile Mârût, çeşitli oyunlarla iktidardan uzaklaştırılan şehzadelerdir. Onlar, kendilerine oynanan oyunları, kötüye kullanılmaması şartıyla insanlara anlatmışlardır.

[5*] (نزل) fiili, başa gelen kötülüğü ifade için de kullanılır. (el-Mu’cem’ul-vasît).
 
[6*] Elimizdeki Tevrat çevirilerine göre Süleyman aleyhisselam, hayatının son dönemlerinde putperestliğe bulaşmış ve kafir olmuştur. İlgili bölüm şöyledir: “Ve Yeroboama dedi: Kendine on parça al, çünkü İsrail’in Allah’ı Rab şöyle diyor: İşte, ben Süleyman’ın elinden krallığı çekip alacağım ve on sıptı sana vereceğim... çünkü beni bıraktılar ve Saydalıların ilahesi Astartiye, Moab ilahı Kemoşa ve Ammonoğullarının ilahı Milkom’a tapındılar...” (1 Krallar 11.31-33). Bu iftiraların sebebi, Süleyman’dan sonra tahta geçen oğlu Rehavam’ın elinden krallığı almaktı (1 Krallar 11. 43). Yahudi yorumcular bu pasajlarda Süleyman'ın putperestliğinden bahsedilmediğini, Süleyman'ın asla kafir olmadığını, bu bölümlerle ilgili özellikle erken dönem Yunanca çevirilerde kasıtlı bazı çarpıtmalar olduğunu savunurlar (Talmud, Sabbath 56b). Bu çarpıtmalar, özellikle Tevrat'ın Yunanca çevirisini esas alan Hristiyanların, Kitab-ı Mukaddes’i diğer dillere tercüme hareketiyle iyice yayılmıştır. Bakara Sûresi 102. ayet de Tevrat'taki bu pasajlarla ilgili şeytanların bazı tahrifler yaptığına dikkat çekmiştir.

[7*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf  7/155), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/217) anlamlarında kullanılmıştır. Burada şehzadeler, kötü duruma düşürüldüklerini anlattıkları için kelimeye “büyük bir bela” anlamı verilmiştir. 

[8*] Bu şeytanlar, amaçları ibret almak değil taktik öğrenmek ve o taktiği kötüye kullanmak olan insanlardır.


(Bakara 2/103 TEFSİR)
وَلَوْ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَمَثُوبَةٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ خَيْرٌۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟
Bunlar /bu Yahudiler (kitaplarını tasdik eden Kur'an'a) inanıp güvenseler ve kendilerini yanlışlardan korusalar Allah katından alacakları karşılık elbette çok iyi olur. Keşke bunu bilseler![*]

[*] Maide 5/65.


(Bakara 2/104 TEFSİR)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُواۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Ey inanıp güvenenler! “Birbirimizi gözetelim!” demeyin, “Bizi gözet!”[*] deyin ve dinleyin. Kafirlik edenler için acıklı bir azap vardır.

[*] “Birbirimizi gözetelim” anlamı verilen kelime râinâ (رَاعـِنَا)’dır. Ona, “bizi gözet” anlamı da verilebilir. Ancak kelime, bir işin birden çok özne tarafından ortaklaşa yapıldığını gösteren mufâale (مفاعلة) kalıbında olduğu için, akla ilk gelen “birbirimizi gözetelim” anlamıdır (Tehzîb’ul-luğa). Allah’ın dininde, herhangi bir taviz söz konusu olamayacağından dinle ilgili bir konuda bu yola girenler, doğru yoldan çıkmış olurlar (İsra 17/73-75, Kalem 68/9). Dolayısıyla iki şekilde anlaşılma ihtimali olmayan “bize bak /bizi gözet” anlamına gelen unzurnâ (ٱنظُرْنَا) denilmesi emredilmiştir. İşte böyle iki anlama gelecek bir kelimeyi dinle ilgili bir konuda kullanmak dinde tavize yol açacağı için yasaklanmıştır (Nisa 4/46).


(Bakara 2/105 TEFSİR)
مَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْكُمْ مِنْ خَيْرٍ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاللّٰهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
Kafirlik[1*] eden ehlikitap /kitaplarında uzman olanlar ve müşrikler size rabbinizden bir hayır indirilmesini hiç istemezler. Allah, tercih ettiği[2*] kişilere özel ikramda bulunur. Allah büyük lütuf sahibidir.

[1*] Arapçada “küfr”, örtme; “kâfir”, örten anlamına gelir (Müfredât). Kur’an’da “ehlikitap” ifadesiyle elindeki ilahi kitap konusunda uzman olanlar kastedilir.  Ehlikitaptan iman edenler bulunduğu için (Âl-i İmran 3/113, 199) bu ayette onların kafir olanlarından bahsedilmiştir. Ayette sözü edilen müşrikler ise elinde kitap olmadığı halde Allah’a ortak koşan gruba verilen addır. Ehlikitaptan ve bu müşriklerden kâfir olanlar, Allah’ın ayetlerini anlayıp kavradıktan sonra onları görmezden gelip örtenlerdir (Al-i İmran 3/86, 106, Maide 5/15, En’am 6/91). Kâfirler bu davranışlarıyla kendilerini veya bir başkasını Allah’ın seviyesine çıkardıkları için müşrik olarak da nitelenirler (Âl-i İmrân 3/151). Dolayısıyla her kafir müşriktir ve Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez (Nisa 4/48, 116). Ancak bir müşrik herhangi bir ayeti bilmeden örtüp görmezden gelmişse kâfir sayılmaz (Bakara 2/22).

[2*] Şâe (شاء) fiilinin kökü, “bir şeyi yapma, var etme” anlamında olan şey (شيء)'dir (Müfredât). Burada Allah’ın yaptığı şey, bazı kullarını tercih ederek onlara ikramda bulunmasıdır. Ayrıca bkz Bakara 2/20. ayetin dipnotu.

(Bakara 2/106 TEFSİR)
مَا نَنْسَخْ مِنْ اٰيَةٍ اَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَٓا اَوْ مِثْلِهَاۜ اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Biz bir ayeti nesh eder[1*] veya unutturursak[2*] yerine daha hayırlısını ya da dengini getiririz. Allah’ın her şeye bir ölçü koyduğunu bilmez misin!

[1*] Nesh, bir kitaptaki yazıyı diğer kitaba aktarmaktır (el- Ayn). Nesih ya dengiyle ya da daha iyisiyle olur. Allah, önceki kitaplardaki hükümlerin çoğunu son kitabına alarak misliyle yani dengiyle nesih yapmış (Nisa 4/163, Nahl 16/101, Şûrâ 42/13), bazılarını ise daha iyisi ile değiştirmiştir. Mesela Müslümanlar ilk başta orucu, önceki ümmetler gibi tutarken (Bakara 2/183) daha sonra bazı hafifletmeler yapılmıştır (Bakara 2/187).

[2*] Unutturulan ayetler, önceki kitaplarda olduğu halde insanlardan gizlenen ayetlerin bir kısmının son kitaba alınmamasıdır (Maide 5/15). Çünkü Allah gizlenen ayetlerin bir kısmını aynen bir kısmını da daha iyisi ile Kur’an’a almış bazılarını ise almamıştır. Mesela Tevrat’ta erkeklerin sünnet edilmesi ile ilgili hükümler olduğu halde (Tekvîn, 17/9-27) onlar Kur’an’a alınmayarak yürürlükten kaldırılmıştır. 
 

(Bakara 2/107 TEFSİR)
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ
Bilmez misin ki göklerde ve yerde tüm yetkiler Allah’ındır! Allah ile aranıza girecek hiçbir veliniz /yakınınız[1*] ve yardımcınız yoktur![2*]

[1*] Aralarına başka bir şey girmeyecek şekilde birbirine yakın olan iki kişi veya şeyden her birine veli denir. Buradan hareketle akrabalık, dostluk, yardım ve inanç bakımından doğan yakınlık da mecazen bu kelimeyle ifade edilir (Müfredât). İnsana sinir uçlarından daha yakın olan Allah, onun velisi ve en yakınıdır (Kaf 50/16). Ayetler gayet açık olduğu halde tasavvufta bir velayet makamı oluşturulur, o makama veli veya evliya diye nitelenen kişiler yerleştirilerek onlar birer vesile/ aracı konumuna getirilir.  Böylece bunlar Allah’ın seviyesine çıkarılır ve tevbe edilmediği taktirde asla affedilmeyecek şirk günahına girilmiş olur (Bakara 2/257, Nisa 4/48, 116, A’raf 7/3, 30, Secde 32/4, Ahkaf 46/4-6).

[2*] Âl-i İmran 3/189, Maide 5/40, 120, Tevbe 9/116, Nur 24/42, Furkan 25/2, Zümer 39/44, Şûrâ 42/49, Zuhruf 43/85, Casiye 45/27, Fetih 48/14, Hadid 57/2, 5, Buruc 85/9.

 

(Bakara 2/108 TEFSİR)
اَمْ تُر۪يدُونَ اَنْ تَسْـَٔلُوا رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ
Yoksa size gelen elçiden, daha önce Musa’dan talep edilene benzer bir talepte bulunmak mı istiyorsunuz?[*] Kim imanını kâfirlikle değiştirirse doğru yoldan çıkmış olur.

[*] Bakara 2/55, Nisa 4/153.


(Bakara 2/109 TEFSİR)
وَدَّ كَث۪يرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِكُمْ كُفَّارًاۚ حَسَدًا مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Ehl-i kitabın /kitaplarında uzman olanların çoğu, inanıp güvenmenizden sonra sizi kâfirler haline getirmeyi çok ister.[1*] Bunu, gerçekler onlar için bütün açıklığı ile ortaya çıktıktan sonra, kendilerinde oluşan kıskançlıktan dolayı yaparlar. Allah emrini verinceye kadar onlara göz yumun ve yeni bir sayfa açın.[2*] Şüphesiz Allah her şeye bir ölçü koyar.

[1*] Âl-i İmran 3/69, 99-100.

[2*] Âl-i İmran 3/186, Maide 5/13. Kur’ân-ı Kerîm’de suçların bağışlanması anlamında afv (عفو), safh (صفح) ve mağfiret (مغفرة) olmak üzere üç ayrı kelime kullanılır. Bunlardan afv (عفو) kelimesinin sözlükteki temel iki anlamından biri, bir şeyi terk etmektir (Mekâyisü’l-lüğa). Bu anlamdan ve ilgili ayetlerden hareketle “afv”, yapılan kötü işleri görmezlikten gelmektir. Bir kişinin günahından yüz çevirme anlamına gelen safh da (Sıhah) yeni bir sayfa açmak anlamındadır. Mağfiretin anlamı ise örtmektir (Sıhah, Mekâyisü’l-lüğa). Dolayısıyla ilgili ayetlerde geçen suç ve günahları mağfiret etmek, onları örtüp bağışlamak anlamındadır.

 

(Bakara 2/110 TEFSİR)
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Namazı düzgün ve sürekli kılın, zekâtı da verin.[1*] Kendiniz için şimdiden her ne hayır yaparsanız onu Allah katında bulursunuz.[2*] Şüphesiz Allah, yaptığınız her şeyi daima görür.

[1*] Nur 24/56, İbrahim 14/31, Hac 22/78.

[2*] Âl-i İmran 3/30, Zilzal 99/7.


(Bakara 2/111 TEFSİR)
وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ اِلَّا مَنْ كَانَ هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ تِلْكَ اَمَانِيُّهُمْۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
(Ehl-i kitap /kitaplarında uzman olanlar) dediler ki: “Yahudi veya Hristiyan olanlardan başkası cennete giremez.” Bu, kendilerini beklentiye sokan kurgularıdır. De ki: “Eğer doğru sözlü kimselerseniz kanıtınızı getirin!”[*]

[*] Bakara 2/135, Nisa 4/123.


(Bakara 2/112 TEFSİR)
بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟
Hayır! Kim güzel davranarak kendini Allah’a tam teslim ederse alacağı ödül Rabbinin katındadır.[*] Onların üzerinde ne bir korku olur ne de üzülürler.

[*] Nisa 4/124-125, Lokman 31/22.

 

(Bakara 2/113 TEFSİR)
وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Yahudiler, “Hıristiyanların bir temeli yoktur” dediler; Hıristiyanlar da “Yahudilerin bir temeli yoktur” dediler. Halbuki onlar, kitaplarını bağlantılarıyla birlikte okurlar. (Kitab’ı) Bilmeyenler[1*] de bunların sözlerine denk şeyler söylediler. Allah kıyamet /mezardan kalkış günü, ihtilafa düştükleri konu hakkında aralarında hüküm verecektir.[2*]

[1*] Bakara 2/78.

[2*] Casiye 45/17.

 

(Bakara 2/114 TEFSİR)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Allah’ın mescitlerinde, onun adının anılmasını engelleyen ve oraları harap etmeye çalışanın yaptığından daha büyük yanlışı kim yapabilir?[*] Onlar korkuya kapılmadan oralara giremezler. Onların hak ettiği, bu dünyada rezil olmak, ahirette ise büyük bir azaptır.

[*] Bakara 2/217, Hac 22/25.

 

(Bakara 2/115 TEFSİR)
وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Doğu da batı da Allah’ındır. Ne tarafa yönelirseniz yönelin, Allah oradadır.[*] Allah, imkânları geniş olan ve daima bilendir.

[*] Bakara 2/142, Müzzemmil 73/9.


(Bakara 2/116 TEFSİR)
وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًاۙ سُبْحَانَهُۜ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ
“Allah çocuk edindi!” dediler. Bu ona yakıştırılamaz![*] Göklerde ve yerde olan her şey zaten onundur, hepsi ona içtenlikle boyun eğer.


(Bakara 2/117 TEFSİR)
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir şeyin olmasına karar verdi mi onun için sadece “Ol!” der, o şey oluşur.[*]

[*] Nahl 16/40, Yasin 36/82, Mü’min 40/68. Bu ayete, “ol der, hemen olur” şeklinde meâl verilir. Allah her şeyi bir ölçüye göre yarattığından (Kamer 54/49) o emirle sadece oluşum başlar. Mesela Allah, bir çocuğun olmasını murad ettiğinde emri, döllenme öncesinde verir ve çocuk oluşmaya başlar (Al-i İmran 3/59, Meryem 19/35, İnsan 76/1-2).

 

(Bakara 2/118 TEFSİR)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ اَوْ تَأْت۪ينَٓا اٰيَةٌۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْۜ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۜ قَدْ بَيَّنَّا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
(Kitab’ı) Bilmeyenler: “Allah bizimle de konuşsa veya bize de bir ayet gelse ya!” dediler.[*] Onlardan öncekiler de onların sözlerine denk şeyler söylediler. Kalpleri birbirine benzedi. Biz ayetleri, inancı kesin olan bir toplum için açık açık anlattık.

[*] En’am 6/124.

 

(Bakara 2/119 TEFSİR)
اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۙ وَلَا تُسْـَٔلُ عَنْ اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ
Biz seni, bu gerçekle (Kur’an ile) müjdeleyen ve uyaran bir elçi olarak gönderdik.[1*] Sen yakıcı ateşin ahalisinden sorumlu tutulmayacaksın.[2*]

[1*] Hud 11/1-2, Sebe 34/28, Fatır 35/24.

[2*] Yunus 10/41, Sebe 34/25.

 

(Bakara 2/120 TEFSİR)
وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ
Dini yaşama biçimlerine[1*] uymadıkça Yahudisi de Hristiyanı da senden asla razı olmaz. De ki: “Doğru yol Allah’ın gösterdiği yoldur.”[2*] Sana bu bilgi geldikten sonra tutar da onların arzularına uyarsan Allah senin velin/ yakının da olmaz yardımcın da.[3*]

[1*] ‘“Dini yaşama biçimi” anlamı verdiğimiz “millet (ملة)” kelimesine genellikle ‘din’ anlamı verilir. Halbuki Kur’an’da “Allah’ın dini” ifadesi olduğu halde “Allah’ın milleti” ifadesi yoktur. Bu kelime İbrahim, İshak ve Yakup aleyhisselama nispetle kullanıldığı gibi (Bakara 2/130, Yusuf 12/38) kâfirlere nispetle de kullanılmıştır (Yusuf 12/37). Muhammed aleyhisselam dahil bütün müminlere verilen, “İbrahim’in milletine uyma” emri, bu kelimenin, “din” değil “dini yaşama biçimi” anlamında olduğunun en açık delilidir (Nisa 4/125, Nahl 16/123). 

[2*] Âl-i İmran 3/73, En’am 6/71.

[3*] Bakara 2/145, Ra’d 13/37.

 

(Bakara 2/121 TEFSİR)
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
Kendilerine kitap verdiklerimizden, kitaplarını (Kur’an ile) bağlantı kurarak gerektiği gibi okuyanlar[1*] var ya, işte onlar, Kur’an’a da inanıp güvenirler.[2*] Kim onu görmezlikte direnirse işte onlar kaybedenlerdir.

[1*] Tilavet, birden çok şeyin, aralarına farklı türden bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanmasıdır (Müfredât). “Gerektiği gibi tilavet” ise kitabı doğru anlamak için bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır. Kur’an ayetlerini bağlantılarıyla okumak tilavet olduğu gibi onları, Allah’ın diğer kitaplarındaki ayetlerle bağlantılı olarak okumak da tilavettir. Bu metoda göre okuma yapan ehlikitap da gelecek son kitaba inanma yükümlülüğünü kendi elindeki kitapta bulur ve Kur’an ile ilişkisini kurarak onun da Allah’ın ayetlerinden oluştuğunu anlar.

 


(Bakara 2/122 TEFSİR)
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetleri ve sizi çağdaşlarınıza üstün kıldığımı hatırlayın![*]

[*] Bakara 2/40, 47; Casiye 45/16-17.


(Bakara 2/123 TEFSİR)
وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
Kimsenin kimseden bir şeyi savamayacağı, kimseden bir bedelin kabul edilmeyeceği, şefaatin kimseye fayda vermeyeceği ve hiç kimseye yardım edilmeyeceği bir gün konusunda yanlış yapmaktan sakının![*]

[*] Bakara 2/48.


(Bakara 2/124 TEFSİR)
وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّۜ قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَامًاۜ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۜ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِم۪ينَ
Bir zamanlar Rabbi, İbrahim’i birtakım yükümlülüklerle[1*] yıpratıcı imtihanlardan geçirmiş, o da onları tam olarak başarmıştı. Rabbi ona: “Ben seni insanlara önder yapacağım!” dedi. O “Soyumdan da olsun!”[2*] deyince, “(Olur, ama) yanlış yapanlar, sözümün kapsamına girmez.” dedi.[3*]

[1*] Kur’an’da geçen “kelime” ve “kelimat” ifadeleri bir cümleyi (Tevbe 9/74, Kehf 18/5, Mu’minûn 23/100) veya vahyi (En’am 6/150, A’raf 7/158, Kehf 18/27) gösterir. Allah’ın nebilere ulaştırdığı sözler,  ancak onlara yaptığı vahiy olduğu için (Şura 42/51) İbrahim aleyhisselamı imtihan ettigi kelimeler, ona verdiği emir ve yasakları içeren vahiylerdir (Nahl 16/121, Saffat 37/102-106).

[2*] Her müslüman, kendinin ve evladının, müttakilere imam yani önder olması için dua etmelidir (Furkan 25/74). Bunun için dua yetmez, gereğini yapmak da icab eder (Bakara 2/200-202).

[3*] Maide 5/45, Saffat 37/113, Hadid 57/26.


(Bakara 2/125 TEFSİR)
وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْنًاۜ وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّىۜ وَعَهِدْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْعَاكِف۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
O Beyt’i[1*] insanların sevap kazanacağı ve güvende olacağı bir yer yaptık. Siz makam-ı İbrahim’i /İbrahim’in ibadet için bulunduğu yerleri,[2*] ibadet yeri edinin. İbrahim ile İsmail’e “tavaf[3*] edenler, itikâfta[4*] bulunanlar, rükû ve secde edenler /namaz kılanlar için Beyt’imi tertemiz tutun!” diye sorumluluk yükledik.[5*]

[1*] Arap dilinde beyt, gece kalınabilecek yerdir (Müfredât). “İnsanlar için kurulan ilk Beyt, Bekke’dedir” (Al-i İmran 3/96). “Bir yolunu bulanların o Beyt’te hac yapması, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır.” (Al-i İmran 3/97). Bekke, ekin bitmeyen bir vadidir (İbrâhîm 14/37) Tevrat’ta oraya Bekke Vadisi denir (Mezmurlar 84:4-7).Bekke Vadisini içinde barındıran şehrin adı Mekke’dir. Batı sınırı, 17 km uzağındaki Hudeybiye’ye kadar uzanır (Fetih 48/24). Mekke için Mescid-i Haram ifadesi de kullanılır (Tevbe 9/7). Kâbe’ye de beyt denir (Bakara 2/127, Maide 5/2, 97). Mekke, Allah tarafından güvenli hale getirilmiş ve dünyanın her yerinden her türlü ürünün insanlara ulaştırılabileceği özellikte kılınmıştır (Bakara 2/125-126).  İbrahim aleyhisselam, oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’yi, eski temelleri üzerine yeniden bina ettikten sonra Allah ona, hac ve umre ibadetlerinin yapıldığı yerleri göstermiş (Bakara 2/128, 158, 196) ve o yerlere Makam-ı İbrahim adını vermiştir (Âl-i İmran 3/97). Hac ibadeti Arafat, Müzdelife, Mina, Kâbe, Safa ve Merve’de yapılır. 

[2*] Makam (مقام) kelimesine, yerine göre tekil yerine göre çoğul anlam verilir. İbrahim aleyhisselam: “(Rabbimiz) Bize hac ve umre ibadetlerini yapacağımız yerleri göster” (Bakara 2/128) diye dua etmiş ve ibadetini, gösterilen yerlerde yapmıştı. Öyleyse ‘Makam-ı İbrahim, hac ibadetinin yapıldığı Arafat, Müzdelife, Şeytan taşlama yerleri, Safa, Merve ve Kâbe’dir (Hac 22/27-30).

[3*] Tavaf, bir şeyin çevresini dolaşmaktır (Müfredat). İbrahim aleyhisselamın ibadetini yaptığı yerlerdeki tavaf, Kâbe’yi tavaf ile birlikte hac ve umre ibadetleri sırasında dolaşılması gereken bütün yerleri kapsar (Bakara 2/158, Âl-i İmran 3/96-97).

[4*] Bakara 2/187. İtikâf, Allah’a yakın olma niyetiyle kendini bir mescide /camiye kapama anlamına gelir (Müfredat).

[5*] Hac 22/26.

 


(Bakara 2/126 TEFSİR)
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا بَلَدًا اٰمِنًا وَارْزُقْ اَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَاُمَتِّعُهُ قَل۪يلًا ثُمَّ اَضْطَرُّهُٓ اِلٰى عَذَابِ النَّارِۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Bir gün İbrahim şöyle dedi: “Rabbim, burayı güvenli bir belde yap! Buranın halkından Allah’a ve ahiret gününe inananları her üründen rızıklandır!”[1*] Allah ise şöyle dedi: “Kafirlik edeni de az bir süre nimetlerden yararlandırırım ama daha sonra onu ateş azabına mahkûm ederim.[2*] Ne kötü hale gelmektir o!”

[1*] İbrahim 14/35-37.

[2*] Âl-i İmran 3/178, Lokman 31/24.


(Bakara 2/127 TEFSİR)
وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرٰه۪يمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمٰع۪يلُۜ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّاۜ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
İbrahim ile İsmail, Kâbe’nin temellerini[*] yükselttikleri sırada şöyle yalvardılar: “Rabbimiz, bunu bizden kabul et, daima dinleyen ve her şeyi bilen sensin!”

[*] Hac 22/26.

 

(Bakara 2/128 TEFSİR)
رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَۖ وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
“Rabbimiz! İkimizi de sana teslim olmuş kişiler yap, soyumuzdan gelenlerden de sana teslim olmuş bir topluluk oluştur![1*] Bize menâsikimizi/ hac ve umre ibadetlerini yapacağımız yerleri göster[2*] ve tövbemizi /dönüşümüzü kabul et! Tövbeleri çokça kabul eden ve ikramı bol olan sensin!”

[1*] İbrahim 14/40, Furkan 25/74.

[2*] İbrahim aleyhisselamın “menâsikimizi bize göster” sözünden, hac ve umre ibadetinin yapıldığı yerlerin daha önce bilindiği ama kaybolduğu anlaşılır. Kaybolma Nuh tufanında olmalıdır. (Bkz. Taberî, Âl-i İmran 3/96 ile ilgili açıklama.) 

 

(Bakara 2/129 TEFSİR)
رَبَّنَا وَابْعَثْ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّ۪يهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟
“Rabbimiz! Onlara (Mekkelilere) kendi içlerinden bir elçi çıkar[1*] da senin ayetlerini onlara, bağlantılarıyla birlikte[2*] okusun, kitabı ve hikmeti[3*] öğretsin ve onları geliştirsin. Daima üstün olan ve bütün kararları doğru olan sensin!”

[1*] İbrahim aleyhisselamın oğlu İsmail aleyhisselamın soyundan gelen tek nebi, Muhammed aleyhisselamdır (Bakara 2/151, Âl- İmran 3/164, Cuma 62/2).

[2*] Tilavet için bkz. Bakara 2/44 dipnotu. 

[3*] Hikmet, doğru hükümdür. Allah’ın indirdiği ve yarattığı ayetlerden hareketle doğru hükme ulaşma yöntemine de hikmet denir. Allah’ın kitabındaki hikmete ulaşma yöntemi, o kitabın içinde anlatılmıştır (Bakara 2/169, Âl-i İmran 3/7, A’raf 7/52, Hûd 11/1-2, Zümer 39/23, Fussilet 41/3).Bu ayet, hikmetin öğrenilebilen bir şey olduğunu göstermektedir. Kur’ân’dan doğru hükümler çıkarma yöntemini Nebîmiz’e Allah öğretmiş (Nisa 4/113), o da ümmetine, uygulamalı olarak göstermiştir. 

 

(Bakara 2/130 TEFSİR)
وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ مِلَّةِ اِبْرٰه۪يمَ اِلَّا مَنْ سَفِهَ نَفْسَهُۜ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَاۚ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ
Kendini küçük düşürenden başka kim, İbrahim’in dini yaşama biçimine[1*] kayıtsız kalabilir! Biz onu dünyada seçkin kıldık. O, ahirette de iyiler arasında olacaktır.[2*]

[1*] ‘Millet’ kelimesine “dini yaşama biçimi” anlamı verilmesi ile ilgili olarak Bakara 2/120. âyetin dipnotuna bkz.

[2*] Nahl 16/122, Ankebut 29/27.


(Bakara 2/131 TEFSİR)
اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُٓ اَسْلِمْۙ قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Rabbi ona “Teslim ol!” demiş, o da “Varlıkların Rabbine teslim oldum!” demişti.[*]

[*] En’am 6/79, Nahl 16/120-123.

 

(Bakara 2/132 TEFSİR)
وَوَصّٰى بِهَٓا اِبْرٰه۪يمُ بَن۪يهِ وَيَعْقُوبُۜ يَا بَنِيَّ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدّ۪ينَ فَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَۜ
İbrahim bunu evlatlarına da vasiyet etti. Yakup da öyle yaptı. Şöyle dediler: “Evlatlarım! Allah sizin için bu dini seçti.[1*] Son nefesinize kadar Allah’a teslim olarak yaşayın!”[2*]

 
[2*] İnsan ne zaman öleceğini bilemeyeceği için sürekli müslüman olarak yani Allah’a tam teslim olmuş halde yaşamalıdır (Âl-i İmran 3/102, Yusuf 12/101).
 

 


(Bakara 2/133 TEFSİR)
اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ اِذْ قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪يۜ قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهًا وَاحِدًاۚ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Yoksa siz Yakup ölmek üzere iken orada mıydınız! O sırada evlatlarına, “Benim arkamdan kime kulluk edeceksiniz?” diye sordu. Onlar, “Senin ilahına, ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahına yani tek ilaha kulluk edeceğiz. Biz, ona teslim olmuş kimseleriz!” dediler.[*]

[*] Yusuf 12/38, Enbiya 21/72-73.


(Bakara 2/134 TEFSİR)
تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Onlar gelip geçmiş bir topluluktur. Onların kazandıkları onlara, sizin kazandıklarınız size! Onların yaptıkları işler size sorulmayacaktır.[*]

[*] Bakara 2/141.


(Bakara 2/135 TEFSİR)
وَقَالُوا كُونُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰى تَهْتَدُواۜ قُلْ بَلْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
Dediler ki: “Yahudi veya Hristiyan olun ki doğru yolda olasınız”.[1*] De ki: “Hayır, İbrahim’in dini dosdoğru yaşama biçimine uyun! O, hiç müşriklerden olmadı.”[2*]

[1*] Yahudiler, İsa'ya inanmayarak Tevrat’taki şu ayete uymamış ve müşrik olmuşlardır: "Bundan ötürü Rabbin kendisi size bir işaret verecek: İşte, bakire kız gebe kalıp bir oğul doğuracak; adı "Emanuel /Allah bizimledir" olacak." (Yeşeya 7:14). Hristiyanlar da Tevrat'ın "Benden başka ilahın olmayacak" (Çıkış 20:3) emrine rağmen İsa'yı ilahlaştırarak müşrik olmuşlardır. İncil’de de şöyle bir ifade vardır:  “En önemli (emir) şudur: ‘Dinle, ey İsrail! İlahımız Rab tek Rabdir. İlahın olan Rabbi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle seveceksin’.” (Markos 12:29-30).

[2*] Âl-i İmran 3/67, Nisa 4/125, Nahl 16/120, 123.

 

(Bakara 2/136 TEFSİR)
قُولُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَمَٓا اُو۫تِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۚ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Şöyle deyin: Biz Allah’a inanıp güvendik; bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a[1*] ve torunlarına[2*] indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilmiş olana, Rableri tarafından bütün nebilere verilenlere[3*] inandık. Onlardan birini diğerinden ayırmayız.[4*] Biz sadece Allah’a teslim olmuş kimseleriz.

[1*] Ayette geçen “İbrahim, İsmail, İshak ve Yakup” ifadeleri, Kur’an’ın Tevrat’ı tasdiki açısından önemlidir; çünkü Allah Musa aleyhisselama şu emri vermiştir: "İsrailliler'e de ki, 'Beni size atalarınız İbrahim'in, İshak'ın, Yakup'un Tanrısı gönderdi” (Çıkış 3:15). Tevrat’ta, İsmail ifadesinin geçmemesi ise İsmail’in onların değil Muhammed aleyhisselamın atası olmasından dolayıdır. 

[2*] Yakup aleyhisselamın on iki oğluna ve onların soyundan gelenlere esbât denir. Ayetlere göre esbât içinden nebi olanlara da kitap indirilmiştir (Bakara 2/136,140; Âl-i İmrân 3/84; Nisâ 4/163). Bunlardan İsa aleyhisselama İncil verildiği için (Mâide 5/46) Tevrat, Musa’dan İsa’ya kadar İsrailoğullarının nebilerine verilmiş kitapların toplamından ibarettir. O nebiler, Tevrat ile hüküm verirlerdi (Mâide 5/44). 

[3*] Bütün nebilere, kitap ile birlikte hikmet de verilmiştir (Âl-i İmran 3/81, En’âm 6/89). 

[4*] Ayette geçen “Onlardan hiçbirini diğerinden ayırmayız” ifadesi, ayrım yapmaksızın tüm nebilere ve onlara indirilen /verilen tüm kitaplara inanmayı gerektirir. Onlardan bazısına inanıp bazısına inanmamak Allah’ın istediği şekilde bir iman olmaz (Nisâ 4/150-152). Hem bu ayete hem de Bakara 213,  Âl-i İmrân 81, 84 ve En’âm 6/83-89. ayetlerde tüm nebilere kitap verildiği bildirilmiştir.

(Bakara 2/137 TEFSİR)
فَاِنْ اٰمَنُوا بِمِثْلِ مَٓا اٰمَنْتُمْ بِه۪ فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍۚ فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ
Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yola girmiş olurlar. Ama yüz çevirirlerse kesinlikle ayrı yoldadırlar.[1*] Onlara karşı Allah sana yetecektir.[2*] O, daima dinleyen ve her şeyi bilendir.

[1*] Şikak (شقاق) kelimesi, bir şeyde oluşan yarık ve bir şeyi yarma anlamındaki şakk (شَقّ) kökünden türemiştir; kişinin, arkadaşının durduğu taraftan farklı bir tarafta durmasını ifade eder (Mekayis, Müfredat, Lisan’ul Arab). Bu kökten türeyen kelimeler Kur'an’da, daha çok, inanç farklılığı (Bakara 2/137, Hûd 11/89), haktan uzaklaşma (Bakara 2/176, Hac 22/53, Sad 38/2, Fussilet 41/52) ve Allah’ın gösterdiği yoldan başka bir yola girme anlamında kullanılmıştır (Nisa 4/115; Enfâl 8/13). 

[2*] Hicr 15/95, Zümer 39/36.

 

 


(Bakara 2/138 TEFSİR)
صِبْغَةَ اللّٰهِۚ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ صِبْغَةًۘ وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ
“Siz, Allah’ın boyası ile boyanın![*] Kimin boyası Allah’ın boyasından daha güzel olabilir! (Şöyle deyin:) Biz yalnız ona kulluk edenleriz.”

[*] Allah’ın boyası, yarattığı her şeyi güzel ve değerli kılan kanun ve kurallar bütünüdür. Bunlara fıtrat denir. Rum 30/30’a göre din fıtrattır. Bu dine giren, Allah'ın boyasıyla boyanmış ve rengini belli etmiş olur. Bu boya insanı hem güzelleştirir hem de koruma altına alır (Âl-i İmran 3/83, Nisa 4/125).


(Bakara 2/139 TEFSİR)
قُلْ اَتُحَٓاجُّونَنَا فِي اللّٰهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۚ وَلَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۚ وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَۙ
De ki: “Bizimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz?[1*] Oysa o, bizim Rabbimiz olduğu gibi sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da sizedir.[2*] Biz ona içten bağlı kimseleriz.”

[1*] Âl-i İmran 3/20, Şûrâ 42/15-16.

[2*] Yunus 10/41, Kasas 28/55.

 

(Bakara 2/140 TEFSİR)
اَمْ تَقُولُونَ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُۜ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarının Yahudi veya Hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?[1*] De ki: “Siz mi iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah’tan gelen bir bilgiye şahit olup da onu gizleyenden daha büyük yanlışı yapan kimdir?[2*] Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

[1*] Âl-i İmran 3/65-67Enbiya 21/72-73.

[2*] Yahudi ve Hristiyanların gizlediği bilgiler, Tevrat’ta ve İncil’de olanlardır (Bakara 2/159-162, Maide 5/15).
 

 


(Bakara 2/141 TEFSİR)
تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟
Onlar gelip geçmiş bir topluluktur. Onların kazandıkları onlara, sizin kazandıklarınız size! Onların yaptıkları işler size sorulmayacaktır.[*]

[*] Bakara 2/134.


(Bakara 2/142 TEFSİR)
سَيَقُولُ السُّفَهَٓاءُ مِنَ النَّاسِ مَا وَلّٰيهُمْ عَنْ قِبْلَتِهِمُ الَّت۪ي كَانُوا عَلَيْهَاۜ قُلْ لِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُۜ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Bu insanlardan akılsızlık edenler[1*] şöyle diyeceklerdir: “Bunları yönelmekte oldukları kıbleden (Kudüs’ten) çeviren nedir ki!” De ki: “Doğu da Allah’ındır, batı da![2*] O, gereğini yapanı doğru bir yola yöneltir”[3*]

[1*] “Akılsızlar” diye meal verdiğimiz “es-süfehâ” Bakara 2/13’te münafıkların özelliği olarak anlatılmaktadır. Bakara 2/75-76'da kimi Yahudilerin, Kur'an ayetlerini anladıktan sonra onları tahrif etmek için münafıklık yaptıkları ifade edildiğinden "süfehâ" kelimesi, kıble değişiminden rahatsız olan kesimin Yahudi münafıklar olduğunu gösterir. Bakara 2/145’e göre buna Hristiyanlar da dahildir.

 
[3*] Şâe (شاء) fiilinin kökü, “bir şeyi yapma, var etme” anlamında olan şey (شيء)’dir. (Müfredât). Allah’ın doğru yola yönelttikleri, görevlerini yerine getiren yani gereğini yapan kişilerdir. Ayrıca bkz: Bakara 2/20. ayetin dipnotu.
 

(Bakara 2/143)
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّت۪ي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِۜ وَاِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً اِلَّا عَلَى الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Böylece, sizi merkez topluluk yaptık ki insanlara örnek[1*] olasınız, bu resul[2*] de size örnek olsun.[3*] Yönelmekte olduğun kıbleyi (Kudüs’ü),[4*] sırf bu resule uyanla gerisin geri döneni bilelim diye kıble yaptık.[5*] Bu, Allah’ın doğru yolda olduklarını onayladığı kişilerin dışındakilere kesinlikle ağır gelir. Allah, (Kâbe’nin tekrar kıble olacağına dair) inancınızı boşa çıkaracak değildir.[6*] Allah, insanlara karşı pek şefkatli ve ikramı bol olandır.

[1*] Her insanın uyması gereken din İslam dini olduğundan (Âl-i İmran 3/85), bu dine inananların örnek konumda olmaları gerekir (Âl-i İmran 3/110). 

[2*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir.(Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen Allah’ın resulü (رسول اللّه) ifadelerinde asıl vurgu ayetleredir. Muhammed aleyhisselam öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, sadece Kur’an’dır (Âl-i İmrân 3/144). 

[3*] Ayetteki şehid kelimesine, meşhûd anlamı verilmiştir. Çünkü bu kalıpta olan bir kelimeye hem ism-i fail  (eylemi yapan) hem de ism-i mef’ul (eyleme konu olan) anlamı verilebilir. Müslümanların, insanlara örnek olmaları (Âl-i İmran 3/110), Muhammed aleyhisselamı da kendilerine örnek almaları gerektiği için (Ahzâb 33/21) burada uygun olan kelimeye “örnek” anlamının verilmesidir. 

[4*]  Önceki ayette, “Bunları yönelmekte oldukları kıbleden (Kudüs’ten) çeviren nedir ki!” ifadesi geçmektedir. İki ayeti birlikte düşününce kıble değişikliğinin, Yahudileri çok rahatsız ettiği anlaşılır. 

[5*] İlk kıble, Mekke’deki Mescid-i Haram’dır (Âl-i İmran 3/96). Kıblenin Kudüs’te bulunan Beytülmakdis’e çevrilmesi, Süleyman aleyhisselam zamanında olmuştur (Tevrat / I Krallar 8:28-30, II Tarihler 6/19-21). Bu âyet, oranın, Yahudileri ve Hristiyanları imtihan için geçici bir süreliğine kıble yapıldığını bildirmektedir. 

[6*] Mescid-i Haram’ın tekrar kıble olacağını bilen Yahudi ve Hristiyanlar (Bakara 2/144-146) bunu Mekke’de ve Medine’de yaşayan Araplara haber vermiş olmalıdırlar. 

 


(Bakara 2/144 TEFSİR)
قَدْ نَرٰى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَٓاءِۚ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضٰيهَاۖ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
(Ya Muhammed!) Yüzünün sık sık göğe yöneldiğini görmekteyiz. Razı olacağın kıbleye seni mutlaka çevireceğiz. Haydi şimdi yüzünü Mescid-i Haram yönüne[1*] çevir! (Müminler! Siz de) Nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü onun bulunduğu yöne çevirin! Kendilerine kitap verilenler iyi bilirler ki bu, Rablerinden gelen gerçek hükümdür.[2*] Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

[1*] Namazda Mescid-i Haram’ın kendisine dönmek gerekmez. Onun bulunduğu tarafa dönmek yeterlidir (Bakara 2/149-150). 

[2*] Bakara 2/146. Nebimiz, kıblenin değişeceğine dair bilgiyi Yahudi ve Hristiyanlardan öğrenmiş olmalıdır. İncil’de şu ifadeler geçer: Kadın (İsa’ya), “Efendim, anlıyorum, sen bir peygambersin” dedi. “Atalarımız bu dağda tapındılar, ama sizler tapınılması gereken yerin Yeruşalim’de (Kudüs’te) olduğunu söylüyorsunuz.” İsa ona şöyle dedi: “Kadın, bana inan, öyle bir saat geliyor ki, Baba’ya ne bu dağda, ne de Yeruşalim’de tapınacaksınız!” (Yuhanna 4:19-21) 

 

(Bakara 2/145 TEFSİR)
وَلَئِنْ اَتَيْتَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ اٰيَةٍ مَا تَبِعُوا قِبْلَتَكَۚ وَمَٓا اَنْتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْۚ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ اِنَّكَ اِذًا لَمِنَ الظَّالِم۪ينَۢ
Kendilerine kitap verilenlere (kitaplarındaki) bütün ayetleri getirsen bile senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar.[1*] Sana gelen bu bilgiden sonra tutar da onların arzularına uyarsan sen de yanlışa dalanlardan olursun.[2*]

[1*] Yahudiler Kudüs’teki Süleyman Mabedi’ne yani Beytülmakdis’e, Hristiyanlar da doğuya yönelirler.

[2*] Bakara 2/120, Maide 5/48-49.

 

(Bakara 2/146 TEFSİR)
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ وَاِنَّ فَر۪يقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Kendilerine Kitap verdiklerimiz onu (Kâbe’nin tekrar kıble olacağını), kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ama onların bir takımı bu gerçeği bile bile gizler.[*]

[*] En’am 6/20.

 

(Bakara 2/147 TEFSİR)
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ۟
Gerçek, senin Rabbinden gelendir. Sakın tereddüt edenlerden olma![*]

[*] Âl-i İmran 3/60, En’am 6/114, Yunus 10/94.


(Bakara 2/148 TEFSİR)
وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلّ۪يهَا فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اَيْنَ مَا تَكُونُوا يَأْتِ بِكُمُ اللّٰهُ جَم۪يعًاۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Herkesin yöneldiği bir hedefi vardır. Siz, hayırlı işlerde yarışın.[1*] Nerede olursanız olun, Allah hepinizi bir araya getirecektir.[2*] Allah her şeye bir ölçü koyar.

[1*] Âl-i İmran 3/114, Maide 5/48, İsra 17/84, Hadid 57/21.

[2*] Nisa 4/87.

 

(Bakara 2/149 TEFSİR)
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَاِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
(Namaza) kalktığın her yerde yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Bu, kesinlikle Rabbinden gelen bir gerçektir.[*] Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

[*] Bakara 2/144, 150.

 

(Bakara 2/150 TEFSİR)
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُۙ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌۗ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْن۪ي وَلِاُتِمَّ نِعْمَت۪ي عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ
Nerede (namaza) kalkarsan yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü onun bulunduğu yöne çevirin ki bu insanların size karşı bir delili kalmasın;[1*] onların yanlış yapanları başka! Onlardan çekinmeyin, benden çekinin. Bu, size olan nimetimi tamamlamam ve sizin de doğru yolda olmanız içindir.[2*]

[1*] Yahudi ve Hristiyanlar Kâbe’nin tekrar kıble olacağını kitaplarından bildikleri için, kıble değişmeseydi bunu Müslümanlara karşı kullanırlardı (Bakara 2/144, 149).

[2*] Maide 5/3, 44.


(Bakara 2/151 TEFSİR)
كَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَۜ
Nitekim içinizden birini size elçi olarak gönderdik. O size, ayetlerimizi bağlantılarıyla okuyor, sizi geliştiriyor, kitabı ve hikmeti öğretiyor. O size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.[*]

[*] Bu ayet, İbrahim aleyhisselam ve İsmail aleyhisselamın dualarının kabul edildiğini gösterir (Bakara 2/129, Âl-i İmran 3/164, Cuma 62/2).

 


(Bakara 2/152 TEFSİR)
فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟
Öyleyse siz beni zikredin /aklınızda tutun[1*] ben de sizi zikredeyim! Bana karşı görevinizi yerine getirin, nankörlük etmeyin![2*]

[1*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Zikretmek, o bilgiyi dikkate alıp kullanmaktır. Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (En’âm 6/80, Enbiya 21/24). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; ona, kitabına ve yarattığı ayetlere odaklanmak, onlardan elde edilen bilgileri akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir (Tevbe 9/67, Ahzab 33/41, Haşr 59/19). İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/286).

[2*] Nisa 4/147, İbrahim 14/7, Neml 27/40, Lokman 31/12, Zümer 39/7.

 

(Bakara 2/153 TEFSİR)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
Ey inanıp güvenenler! Sabırla /duruşunuzu bozmadan ve görevlerinizi aksatmadan[1*] (Allah’tan) yardım isteyin! Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.[2*]

[1*] Ayette geçen es-salât (ٱلصَّلَوٰةِ)’ın kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır (Lisan’ul-Arab). Allah’ın yardımını hak edebilmek için sabırlı olunması ve başta namaz olmak üzere bütün görevlerin yerine getirilmesi gerekir (Bakara 2/45).

[2*] Nahl 16/128.

 

(Bakara 2/154)
وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ
Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin! Aslında onlar diridirler, fakat siz anlayamazsınız.[*]

[*] Allah yolunda öldürülenlerin diriliği, bizim anlayabileceğimiz bir dirilik değildir (Âl-i İmran 3/169).


(Bakara 2/155 TEFSİR)
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ
Sizi mutlaka bir şeyle; korku, açlık, can, mal ve ürün noksanlığı ile yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz.[*] Sen sabredenlere /duruşunu bozmayanlara müjde ver.

[*] Bakara 2/214, Al-i İmran 3/186, Enbiya 21/35, Ankebut 29/2-3, Muhammed 47/31.


(Bakara 2/156 TEFSİR)
اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ
Onlar, başlarına bir musibet gelince şöyle diyenlerdir: “Biz zaten Allah’a aidiz. Biz onun huzuruna çıkacağız”.[*]

[*] Bakara 2/46, A’raf 7/124-126, Mü’minun 23/60, Şuara 26/49-51.


(Bakara 2/157 TEFSİR)
اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ
Rablerinin sürekli desteği ve ikramı onlaradır.[*] İşte onlar, doğru yolda olanlardır.

[*] Allah Teâlâ , yapılan iyi davranışları, daha iyisiyle ödüllendirir (Nahl 16/96-97). Allah'ın yaptığı imtihanı, büyük bir sabırla kazanmaya odaklanan kişi, onun sürekli desteğini ve yardımını hak eder. 


(Bakara 2/158 TEFSİR)
اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَاۜ وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًاۙ فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَل۪يمٌ
Safâ ile Merve (tepeleri), Allah’a kulluğun simgelerindendir.[1*] Kim o Beyt’te[2*] hac veya umre yaparsa o ikisini sa’y etmesinde[3*] bir günah yoktur.[4*] Kim bir iyiliği fazlasıyla yaparsa[5*] bilsin ki Allah, her iyiliğin karşılığını veren ve daima bilendir.

[1*] Maide 5/2, Hac 22/32.

[2*] Bakara 2/125’in dipnotuna bkz.

[3*] Sa’y, hac veya umre yapan kişilerin Safa ile Merve tepelerine gidip gelerek yaptıkları ibadettir.

[4*] Cahiliye Arapları, Safa ile Merve tepelerine İsaf ve Naile adında iki put koymuştu. Müslümanlar sa’yin, onlar için yapıldığını sanarak sa’yi terk ettiler (İbn-i Hacer el-Askalânî, Feth’ul-Bârî Şerhu Sahîh’il- Buhârî). Bu ayet, Safa ile Merve’nin, Allah’a kulluğun bir simgesi olduğunu ve hac ve umre yapanların say’ etmesinin günah olmadığını bildirir. Daha sonra inen “Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın” (Bakara 2/196) emri de bu iki ibadette eksik bırakılan şeyin sa’y olduğunu ve bu eksikliğin mutlaka tamamlanması gerektiğini ifade eder. Bu da hac ve umre yapanların, safa ile merve arasında sa’y etmelerinin farzı olduğunu gösterir.

[5*] Buradaki ‘fazlasıyla iyilik’, Safa ile Merve arasında nafile sa’y yapmaktır.


(Bakara 2/159 TEFSİR)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَۙ
İndirdiğimiz açıklayıcı ve yol gösterici ayetleri, insanlar için Kitap’ta açıkça ortaya koymamızdan sonra gizleyenler var ya! Allah, işte onları lanetler /dışlar. Lanet edecek olanlar da onları lanetlerler.[*]

[*] Bakara 2/89, 161, 174; Âl-i İmran 3/187.


(Bakara 2/160 TEFSİR)
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُو۬لٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Fakat tövbe eden /dönüş yapan, kendini düzelten ve (gizledikleri ayetleri) açıklayanlar başka. İşte onların tövbesini/ dönüşünü kabul ederim. Ben, tövbeleri çokça kabul eden ve ikramı bol olanım.[*]

[*] Âl-i İmran 3/89, Nisa 4/17, En’am 6/54, Nahl 16/119.


(Bakara 2/161)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ
(Ayetleri) örten ve onları örtmüş olarak ölenler ise, işte onların üzerinde Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti olur[*].

[*] Âl-i İmran 3/90-91, Nisa 4/51-52.

 


(Bakara 2/162 TEFSİR)
خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
Onlar sürekli lanet içinde kalırlar. Ne azapları hafifletilir ne de yüzlerine bakılır.[*]

[*] Âl-i İmrân 3/88, Ahzab 33/64.


(Bakara 2/163 TEFSİR)
وَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟
İlâhınız, bir tek ilâhtır. Ondan başka ilâh yoktur. O, iyiliği sonsuz, ikramı bol olandır.[*]

[*] Nahl 16/22, Enbiya 21/108, Haşr 59/22.

 

(Bakara 2/164 TEFSİR)
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّت۪ي تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍۖ وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelmesinde, insanlara yararlı şeyleri denizde taşıyıp götüren gemilerde, Allah’ın gökten indirdiği ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra canlandırdığı suda, orada yaydığı her hareketli canlıda, rüzgârları farklı yönlerden ve farklı özelliklerde estirmesinde,[1*] gök ile yer arasında boyun eğdirilmiş yağmur bulutlarında, aklını kullanan /doğru bağlantılar kuran bir toplum için kesinlikle ayetler /göstergeler[2*] vardır.

[1*] Casiye 45/5.  

[2*] Allah’ın ayetleri ikiye ayrılır: İlki yaratılmış ayetlerdir, bunlar kainattaki tüm varlıklardır (Casiye 45/3-6). İkincisi indirilmiş ayetlerdir ki onlar ilahi kitaplardadır (Fussilet 41/39, Şûra 42/13-14). Yaratılmış ayetler, indirilmiş ayetlerin doğruluğunun göstergesidir; çünkü hem kainatı yaratan hem de onunla ilgili en doğru bilgileri veren Allah’tır. İndirilmiş ve yaratılmış ayetler arasında çelişki olmaz, aksine kopmaz bir bağ vardır. Bilimin uğraş alanı Allah’ın yarattığı ayetlerdir. Bu sahada Allah’ın indirdiği ayetlerden de yararlanılırsa bilimde hayallerin ötesinde bir gelişme yaşanacaktır (Âl-i İmran 3/190-191, Yusuf 12/105, Zariyat 51/20-21).


(Bakara 2/165 TEFSİR)
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعًاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعَذَابِ
İnsanlardan kimileri, Allah’a benzer nitelikler yükleyip onu sever gibi sevdikleri varlıkları[1*] Allah ile aralarına koyarlar.[2*] İnanıp güvenenlerin Allah’a olan sevgisi çok daha güçlüdür.[3*] Bu yanlışı yapanlar keşke şunu anlasalar: Azabı görecekleri gün, bütün güç Allah’ın elindedir ve Allah’ın cezalandırması çetindir.[4*]

[1*] Endad için bkz. Bakara 2/22’nin dipnotu. 

[2*] Müşrik, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eder ama kendini Allah’a daha çok yaklaştırsın diye araya aracılar koyarak onlara kayıtsız şartsız boyun eğer (Zümer 39/3). Böylece onları da ilah yapmış olur. 

[3*] “Daha güçlü” anlamına gelen eşed (أَشَدُّ) kelimesinin kökü olan şedd (شد), güçlü bağ anlamındadır (Müfredât). Mümin, araya bir aracı koymayıp doğrudan ona bağlandığı için onun Allah ile olan bağı çok güçlüdür. Müşrik ise araya aracı koyarak Allah’a daha çok yaklaşmayı beklerken ondan uzaklaşır. Böylece Allah ile bağını zayıflatır ve aracının kulu-kölesi olur.

[4*] “Çetin”, ayetteki “şedîd (شديد)”in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır (Müfredat). Allah, cezayı, işlenen suça bağlamış (En'âm 6/160) ve şöyle demiştir: “Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür.” (Şurâ 42/40) size kim saldırırsa ona, size yaptığı saldırıya denk bir saldırı ile karşılık verin (Bakara 2/194) Buna göre cezanın, işlenen suça denk olması gerekir bu da ancak suçun iki katı ile olur. Birincisi ile verdiği zarar giderilir, ikincisi ile de o zarara denk bir zarara sokulur.. Bu ceza prensibi, cehennemde de uygulanır (A’raf 7/38, Furkan 25/68-69).


(Bakara 2/166 TEFSİR)
اِذْ تَبَرَّاَ الَّذ۪ينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا وَرَاَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْاَسْبَابُ
Arkasından gidilen kişiler o gün, kendilerini takip edenlerden uzak dururlar. Artık azabı görmüşler ve aralarındaki bütün bağlar kopmuştur.[*]

[*] En’am 6/22-24, 94, A’raf 7/37, Yunus 10/28-30, Kehf 18/52-53, Kasas 28/62-64, Mü’min 40/73-74, Fussilet 41/48.

 

(Bakara 2/167 TEFSİR)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا لَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّاَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُ۫ا مِنَّاۜ كَذٰلِكَ يُر۪يهِمُ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْۜ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنَ النَّارِ۟
Onları takip edenler şöyle derler: “Keşke elimizde bir fırsat olsa da (hep birlikte dünyaya dönsek) burada bunların bizden uzak durdukları gibi biz de onlardan uzak dursak!” Allah yaptıklarını onlara, içlerini yakacak şekilde gösterecektir.[1*] Artık o ateşten çıkacak da değillerdir.[2*]

[1*] İbrahim 14/21, Sebe 34/31-33, Mü’min 40/47-48, Saffat 37/27-32, Sâd 38/59-64.

[2*] İnfitar 82/16.

 

(Bakara 2/168 TEFSİR)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًاۘ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
Ey insanlar! Yeryüzündekilerden helal, temiz ve lezzetli[1*] olanları yiyin![2*] Şeytanın izinden gitmeyin! Çünkü o sizin için açık bir düşmandır.[3*]

[1*] Temiz anlamı verdiğimiz tayyib (طيب) kelimesinin kök anlamı vücudun ve duyu organlarının lezzet aldığı temiz şeydir. (Müfredat)

[2*] Nahl 16/114.

[3*] En’am 6/142.

 

(Bakara 2/169 TEFSİR)
اِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّٓوءِ وَالْفَحْشَٓاءِ وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Şeytan sizden kötülükler ve çirkin işler yapmanızı, bir de (O’na ait olduğunu) bilmediğiniz şeyleri Allah’a mal etmenizi ister.[*]

[*] Bakara 2/268. Allah’ın kitabında olmayan bir şeyi Allah’a mal etmek en büyük günahtır (Bakara 2/80, A’raf 7/28, 33, Yunus 10/68-70). Şeytan bu konuda Allah’ın nebilerini ve onun kitabını tebliğ eden kişileri bile saptırmaya çalışır. Ama Allah, insan ve cin şeytanlarına uymayıp duruşunu bozmayanlara destek verir  (İsra 17/73-75, Hac 22/52-53, Nur 24/21). 

 

(Bakara 2/170 TEFSİR)
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ
Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır! Biz atalarımızdan ne görmüşsek ona uyarız!” derler. Ataları akıllarını bir şeye çalıştırmamış ve doğru yola girmemiş olsalar da mı (uyacaklar)?[*]

[*] Maide 5/104, A’raf 7/28, Lokman 31/21, Zuhruf 43/22-24.


(Bakara 2/171 TEFSİR)
وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذ۪ي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَٓاءًۜ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
Kâfirlik eden bu kimselerin durumu, duyduğu şeyi, sadece bağırıp çağırma olarak algılayıp öten karganın[1*] durumu gibidir. Sağır, dilsiz ve kör kesilirler. Onlar akıllarını kullanmazlar /doğru bağlantı kurmazlar.[2*]

[1*] Ayette geçen yen’iqu (يَنْعِقُ) fiilinin kökü karganın ötmesi anlamına da gelen na’q (نعق)’tır (Lisân’ül -Arab). Onun için anlam bu şekilde verilmiştir.

[2*] Bakara 2/18, En’am 6/39, A’raf 7/179, Enfal 8/22, Muhammed 47/23.

 

 


(Bakara 2/172 TEFSİR)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
Ey inanıp güvenenler! Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve lezzetli olanlarından yiyin! Yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız ona karşı görevinizi yerine getirin![*]

[*] Maide 5/87-88, A’raf 7/31, Mü’minun 23/51, Mülk 67/15.


(Bakara 2/173 TEFSİR)
اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ بِه۪ لِغَيْرِ اللّٰهِۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Allah size sadece (kesilmeden) ölmüş hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkasının adı anılarak kesilmiş olanı haram kılmıştır.[1*] Fakat kim çaresiz kalır da birinin hakkına saldırmadan ve ihtiyaç sınırını da aşmadan bunlardan yerse ona bir günah[2*] yoktur. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[1*] Allah’tan başkası adına kesildiği, net olarak bilinmedikçe, Müslüman olmayanların kestiği veya besmelesiz kesilen hayvanın eti haram değildir. Aksini gösteren ne bir ayet ne de hadis vardır((Bkz. En’âm 6/145 ve Maide 5/3, Nahl 16/115).

[2*] ‘Günah’ anlamı verdiğimiz ism (إِثْمَ), kişiyi sevaptan yani iyiliklerden uzaklaştıran davranış anlamındadır (Müfredât). Allah, ‘ism’ olarak tanımladığı her davranışı, haram saymıştır (A’raf 7/33).

 


(Bakara 2/174 TEFSİR)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۙ اُو۬لٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Allah’ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyen ve karşılığında geçici[1*] bir çıkar elde edenler, karınlarına sadece ateş doldurmuş olurlar. Allah, kıyamet /mezardan kalkış günü onlarla konuşmaz ve onları temize çıkarmaz. Hak ettikleri acıklı bir azaptır.[2*]

[1*] Kalîl (قليل) , bir şeyin az olduğu veya geçici olduğu anlamına gelir (Mekâyîs).

[2*] Bakara 2/89-90, 159, Âl-i İmran 3/187.

 

(Bakara 2/175 TEFSİR)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِۚ فَمَٓا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ
Onlar bu rehber /Kur’an karşılığında sapkınlığı,[1*] bağışlanma karşılığında azâbı satın almış kimselerdir. Ateşe ne kadar da dayanıklılarmış![2*]

[1*]Hidayet; doğru yola girme, doğru bir yola rehberlik etme ve o yolu kabul etme anlamlarındadır. Dalalet ise kasıtlı veya kasıtsız olarak yoldan çıkma, hedeften sapma, kaybolma, bir şeyi kaybetme vs. anlamlara gelir.

[2*] Bakara 2/85-86, Nisa 4/44.

 

(Bakara 2/176 TEFSİR)
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا فِي الْكِتَابِ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ۟
Bütün bunların sebebi, gerçekleri içeren kitabı Allah’ın indirmiş olmasıdır.[1*] Kitaba ters düşenler ise derin bir ayrılık içine girmiş olurlar.[2*]

[1*] Şûrâ 42/17.

[2*] Bakara 2/137.

 

(Bakara 2/177 TEFSİR)
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Erdemli[1*] olmak, yüzünüzü doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir.[2*] Erdemli olmak; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve nebilere inanıp güvenen[3*] bir kişi olmaktır.[4*] Böyle bir kişi, sevmesine rağmen malını, kendine yakınlığı olanlara, yetimlere, çaresizlere, yolculara ve isteyenlere verir, bir de boyunduruk altındakiler için harcar.[5*] Namazı düzgün ve sürekli kılar, zekâtı da verir. Bunlar anlaşma yaptıkları zaman yükümlülüklerini yerine getirirler. Maddi sıkıntılara ve bedensel sıkıntılara karşı bir de ani baskınlarda sabırlı olur /duruşlarını bozmazlar. İşte bunlar doğru sözlü olanlardır. İşte bunlar, yanlışlardan sakınanlardır.[6*]

[1*] Erdem Türkçede iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk, fazilet vb. niteliklerin genel adıdır (Bakara 2/189, Âl-i İmran 3/92). 

[2*] Bu ifade, önemli olanın Allah’ın emrine uymak olduğunu vurgular. Müslümanların Mescid-i Haram yönüne dönerek namaz kılmaları da Allah’ın emri olduğu için önemlidir (Bakara 2/115, 149-150). 

[3*] Allah’ın her nebisi aynı zamanda onun resulüdür. Bu yüzden Bakara 2/285 ve Nisa 4/136’da “resullere iman”dan bahsedilir; ama her resul nebi değildir (Yusuf 12/50).

[4*] Bu ayette ve Nisa 136’da, gelenekte imanın şartları olarak bilinen altı şarttan beşi sayılmış ama altıncısı olduğu söylenen “kadere iman”a yer verilmemiştir. Çünkü  geleneksel anlamda kadere imanın yani her şeyin ezelde yazıldığına dair inancın Kur’an’da yeri yoktur. Kur’an’da geçen kader, Allah Teâlâ ’nın varlıklara istediği gücü verip sınırlar koymasıdır (Mekâyîs). Çünkü Allah, her şeyi bir ölçüye göre yaratır (Kamer 54/49). O, iyiliğin de kötülüğün de ölçüsünü koymuştur. İyi davrananlar imtihanı kazanırlar, kötü davrananlar da kaybederler (Câsiye 45/15). Kur’an’da anlatılan bu ölçülerin varlığına inanmak, diğer tüm ayetlere inanmak gibi mecburidir.    

[5*] Ayetteki rikab (الرِّقاَبِ), rakabe’nin çoğuludur. Türkçede buna “boyunduruk altında olanlar” denir (Tevbe 9/60).

[6*] Zümer 39/33.


(Bakara 2/178 TEFSİR)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Ey inanıp güvenenler! Kısas[1*] size, öldürülenler konusunda farz kılındı. Hür (olanı öldüren o) hüre karşılık, esir[2*] (olanı öldüren o) esire karşılık, kadın (öldüren de o) kadına karşılık (kısas edilir).[3*] Kimin lehine kardeşi[4*] tarafından (kısası düşürecek) bir bağışlanma olursa marufa uysun[5*] ve (diyeti)[6*] ona güzelce ödesin. Bu, Rabbiniz tarafından yapılmış bir hafifletme ve bir iyiliktir.[7*] Kim bundan sonra da düşmanlığı sürdürürse ona acı bir azap vardır.

[1*] Kısas, suç ile verilen ceza arasındaki denkliği ifade eder. Katilin suçu sabit olduktan sonra, mahkemenin verdiği yetkiyle katil, öldürülen kişinin velisi tarafından öldürülebilir (İsra 17/33) ki bu kısastır. Veli isterse katili affetme hakkına da sahiptir. Affetmesi, bu ayetle teşvik edilmiştir.

[2*] Abd (العبد) kelimesine köle değil de esir anlamı vermemizin sebebi, İslamın köleliği kaldırmış olmasıdır. Savaş esirlerine yapılacak tek muamele, onları, karşılıksız veya fidye karşılığı serberst bırakmaktır (Muhammed 47/4). 

[3*] Ayette hür (الحر), esir (العبد) ve kadın (الأنثى) kelimelerinden her biri, elif lamlı (ال) olarak, arka arkaya iki kere tekrarlanır. Arap dilinde, bu şekilde tekrarlanan kelimelerden birincisi cins, ikincisi de ahd ifade eder ve aynı şeyi gösterir. Bu sebeple takdirin şöyle yapılması zorunludur: (قاتل الحر بالحر المقتول وقاتل العبد بالعبد المقتول وقاتل الأنثى بالأنثى المقتولة)

Hürü öldüren, öldürdüğü hüre karşılık, esiri öldüren, öldürdüğü esire karşılık, kadını öldüren, öldürdüğü kadına karşılık kısas edilir. Takdir yani cümleye, sözün akışına uygun kelime yerleştirme, Arap dilinin olmazsa olmazıdır. Takdir işlemi, hem ayetin iç bütünlüğüne hem de Kur’an bütünlüğüne uygun olmak zorundadır. Bu ayetin iç bütünlüğünü sağlayan ana kelime, işlenen suç ile verilen cezanın denkliğini ifade eden kısas (القصاص) kelimesidir. Kısasda, öldürülenin hür, esir, kadın veya erkek olması fark etmez (İsra 17/33). Hür ve esir kapsamına kadın da girdiği halde ondan ayrıca söz edilmesi, kadın haklarına dikkat çekildiğini gösterir. Zaten Kur’an’da kadın için, müslüman kafir, hür esir ayrımı yapılmaksızın muhsana (محصنة) yani korunmuş sıfatı kullanılır (Nisa 4/24-25, Maide 5/5, Nur 24/4). Savaş esirlerinin öldürülmesi veya köleleştirilmesi diye bir şey de yoktur. Esirlere yapılabilecek tek muamele, onları karşılıksız veya fidye karşılığı serberst bırakmaktır (Muhammed 47/4). Bu sebeple onlar da can güvenliği hakkına sahiptirler. Sonuç olarak kısasta öldürülenin kimliğine bakılmaz (İsra 17/33). 

[4*]  Buradaki “kardeş” ifadesi, öldürülen kişinin yakınlarını gösterir. Katilin bağışlanması halinde katil kendisini bağışlayanları kardeş gibi göreceğinden bu ifade “katilin kardeşi” olarak da anlaşılabilir. 

[5*] Maruf, aklın veya dinin doğru saydığı her şeydir. Zıttı ‘münker’dir (Müfredat). Her toplumda oluşmuş maruflar vardır. Kur’an’a aykırı olmadığı müddetçe, onlara uyulur.

[6*] Bu bedel hakkında Nebîmiz şöyle bilgi vermiştir: “Kim bir mümini kasten öldürürse o kişi öldürülenin velilerine teslim edilir. İsterlerse onu öldürürler, isterlerse diyetini alırlar. Diyet otuz hıkka yani dört yaşına girmiş dişi deve, otuz cezea yani beş yaşına girmiş dişi deve ve kırk halifa yani hamile devedir. Bu, kasten öldürmenin diyetidir. Taraflar karşılıklı olarak bir şey üzerinde de anlaşabilirler. Bu (100 deve) (100 deve), diyet-i muğallazadır.” (Ahmed b. Hanbel, 2/217). Diyet-i muğallaza, ağırlaştırılmış diyet demektir. 

[7*] “Bu, Rabbiniz tarafından yapılmış bir hafifletme ve bir iyiliktir” ifadesi, kısas konusunda daha hayırlısı ile bir neshin yapıldığını bildirir. Çünkü Maide 5/45. ayette bildirildiğine göre Tevrat’ta kısas; cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralamaya karşılık yaralama şeklindedir. Kur’an’da ise kısas, sadece adam öldürmelerde farz kılınarak Allah tarafından daha hayırlısı ile bir nesih yapılmıştır (Bakara 2/106).


(Bakara 2/179 TEFSİR)
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Ey aklıselim sahibi olanlar![1*] Kısasta sizin için hayat vardır; belki yanlışlardan sakınırsınız.[2*]

[1*] “Aklıselim” anlamı verdiğimiz elbâb (ألباب)ın tekili olan lubb (لب) kelimesi, mastar olarak kullanıldığında, bir yerde sürekli durma, durduğu yerden ayrılmama, saf olma ve kaliteli olma anlamlarına gelir. İsim olarak kullanıldığında da her şeyin katkısız olanı anlamını ifade eder. Bu anlamlardan yola çıkılarak sağlam ve güçlü akla "lub" denir (Mekayıs, Muhtaru's-Sıhah, Umdetu'l-Huffaz, Tacû'l-Arûs). "Kalp ile birleşen akıl"  anlamına geldiğini söyleyenler de vardır (Kitabu'l-Ayn, Lisanu'l-Arap, Tacu'l-Arûs) Bu kelime Kuran’da, 16 yerde “ul’ul-elbab (أولوا الألباب) lub sahipleri” şeklinde geçer ve genel olarak şu dört mana ile bağlantılı olur: 1- Takva (Bakara 2/179, 197; Mâide 5/100; Talak 65/10). 2- Tezekkür ve Tedebbür (Bakara 2/269; Âl-i İmrân 3/7; Ra'd 13/19; İbrahim 14/52; Sad 38/29, 43; Zümer 39/9, 21; Mü’min 40/54). 3- Tefekkür ve ibret alma (Âl-i İmran 3/190; Yusuf 12/111). 4- Allah'ın kitabına en güzel şekilde uyma (Zümer 39/18). Akıl manasına delalet eden diğer kelimeler ile "Lubb"ün farkı şöyle özetlenebilir: "Nuhâ" ve "hicr" (Taha 20/54, 124; Fecr 89/5) ile a-k-l kökünden türeyen elli civarındaki kelime, düşünme ile ilgilidir. Ancak "ulu'l-elbab"ın, yukarıdaki dört manadan birine bağlı olarak  gelmesi gösteriyor ki, akıl sadece düşünmeye, doğru ile yanlışı ayırt etmeye yarar, "Lubb" ise düşünüp tespit ettikten sonra doğruyu yapmayı ve hakka tabi olmayı ifade eder. Çünkü yukarıdaki dört mananın her biri birer doğru eylemdir, doğru eylem doğru karardan sonra yapılır. Öyle ise "el-lubb" sağlıklı düşünen akıl, yani akl-ı selim olur.

[2*] Bakara 2/178.


(Bakara 2/180 TEFSİR)
كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًاۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ
Birinize ölüm gelmiş de geriye mal bırakmışsa, ana-baba ve en yakınlara karşı size yüklenen o vasiyeti (mirası paylaştırma görevini)[*] marufa /belirlenmiş paylara göre yerine getirmeniz size farz kılınmıştır. Bu, yanlışlardan sakınanların boynuna borçtur.

[*] “O vasiyet” diye anlam verdiğimiz “el-vasiyye (الوصية)” Allah’ın yüklediği mirası paylaştırma görevidir. Çünkü mirasla ilgili olan Nisa 4/11. âyet, “Allah size vasiyet eder (يُوصِيكُمُ اللَّهُ) = görev yükler” diye başlar. Nisa 4/12. âyet de “Allah tarafından yapılan vasiyet /verilen görev (وَصِيَّةً مِنَ اللَّه)” diye biter. Bu ayetteki “maruf (ٱلْمَعْرُوفِ)” ise mirasla ilgili ayetlerde belirlenmiş payları gösterir (Nisa 4/11-12, 33, 176).


(Bakara 2/181 TEFSİR)
فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۜ
Bu emri duyduktan sonra kim onu (belirlenmiş payları) değiştirirse günahı değiştirenin boynunadır.[*] Daima dinleyen ve bilen Allah’tır.

[*] Nisa 4/13-14.

 

(Bakara 2/182 TEFSİR)
فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفًا اَوْ اِثْمًا فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Mirası paylaştırma görevini yapan kişi,[1*] bir tarafa meyletmekten veya günaha girmekten korkar da mirasçıları uzlaştırırsa[2*] ona bir günah olmaz. Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[1*] “Mirası paylaştıran” diye tercüme ettiğimiz “mûsin (موص)” kelimesinin kök anlamı, “bir şeyi bir şeye ulaştırma”dır (Mekâyîs). 

[2*] Miras paylaşımında, malların değerini belirlemek zordur. Bu durumda yapılabilecek en iyi iş, tarafları uzlaştırıp aralarında kin ve düşmanlığın çıkmasını engellemektir.

 

(Bakara 2/183 TEFSİR)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ
Ey inanıp güvenenler! Oruç,[1*] sizden öncekilere farz kılındığı şekliyle[2*] size de farz kılındı ki yanlışlardan sakınabilesiniz.

[1*] Ayet metninde yer alan “es-sıyâm (الصِّيَامُ)” kelimesinin başındaki elif-lâm (harf-ı ta’rîf) takısı, Arapçada belirlilik (ma’rifelik) ifade ettiği için manası “o oruç” olur. Bu da bize farz kılınan orucun bizden önceki ümmetlere farz kılınanla aynı olduğunu gösterir.

[2*] Bu ayet gereği oruç, ilk başlarda eski ümmetlerde nasılsa o şekilde tutulmuştur. Fakat Bakara 2/187. ayetin inişi ile birlikte bu hüküm hayırlısı ile neshedilmiş (Bakara 2/106) ve Ümmet-i Muhammed’e bazı kolaylıklar getirilmiştir.

 

(Bakara 2/184 TEFSİR)
اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
(Orucu) Sayılı günlerde (tutun).[1*] Sizden kim hasta veya yolculuk halinde olursa tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Oruca takatı olanların /gücü yetenlerin[2*] bir miskini doyuracak kadar fidye[3*] (fitre) verme görevi vardır. Kim (fitre dahil) bir iyiliği fazlasıyla yaparsa onun için daha iyi olur. Bilseniz (hasta veya yolcu iken de) oruç tutmanız sizin için daha iyidir.

[1*] “Sayılı günler” ifadesi Bakara 2/185. ayette Ramazan ayı olarak açıklanmıştır.

[2*] Tâkat (الطاقة) kelimesi, kişinin gücü dahilinde olan şey için kullanılır (Lisan’ul-arab). Allah bu dinde kimseye bir zorluk yüklemediği için (Hac 22/78) hasta ve yolculara oruç tutmama ruhsatı vermiş ve şöyle demiştir: “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” Bu ayette, hasta ve yolcular için “Bilseniz oruç tutmanız sizin için daha iyidir.” denmesi bu kişiler zorlansa da oruca güçlerinin yetmesi sebebiyledir. Çünkü takat kelimesi  hem kolaylıkla hem de zorlukla yapılabilecek şeyler için kullanılan bir ifadedir. Buna göre, Ramazan’da oruç tutmaya gücü yetmeyenlerin, oruçlarını kaza etmeleri gerekmediği gibi tutamadıkları günler için fidye vermeleri de gerekmez. Onlara fidye görevi yükleyenler, ayetteki “Oruca gücü yetenler” ifadesini “gücü yetmeyenler” şekline çevirerek anlamı bozmuşlar ve Kur’an’a aykırı bir yola girmişlerdir. 

[3*] Fidye, kişinin sıkıntıdan korunmak için ödediği bedeldir (Müfredât). Bu ayet, Ramazan orucunu vaktinde tutana da hasta veya yolcu olduğu için Ramazanda tutmayıp daha sonra kaza edene de fidye yani fitre verme sorumluluğu yüklemiştir.  Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: “Allah’ın Elçisi, fıtır veya Ramazan sadakasını, erkeğe, kadına, hüre ve esire, hurmadan bir sa’ (3920 gr) veya arpadan bir sa’ olarak farz kıldı. İnsanlar bunu yarım sa’ buğdayla denkleştirdi” (Buharî, Zekât 77). Muhammed aleyhisselam, Resul sıfatıyla, Kur’an ayetlerini tebliğ ile görevli olduğu için (Maide 5/67)  fitreyi farz kılan o değil, Allah’tır.


(Bakara 2/185 TEFSİR)
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
(Sayılı günler)[1*] hem insanlara bir rehber hem de o rehberin ve hakla batılı ayırmanın açık belgeleri olan Kur'an'ın[2*] indirildiği Ramazan ayıdır. Sizden kim o aya ulaşırsa onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta yahut yolculuk halinde olursa (tutmadığı) o günlerin sayısı kadar diğer günlerde oruç tutsun.[3*] Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bunlar, sayıyı tamamlamanız, (orucun bittiği gün) sizi doğruya yöneltmesine karşılık Allah’ı tekbirlerle anmanız (bayram namazı kılmanız)[4*] ve ona karşı görevinizi yerine getirmeniz içindir.

[1*] Burada, Bakara 2/184. ayette geçen “sayılı günler”i gösteren gizli bir mübteda vardır. (هي شهر رمضان) takdirindedir.

[2*] Kur'ân, toplama ve birleştirme anlamına gelen kar’ (القَرْء) kökünden türetilmiştir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). “Okumak” anlamına gelen “kıraat (اَلْقِرَاءَة)” de bu anlamdadır. Okuma, harflerin ve kelimelerin bir araya getirilmesi ile olur. Sabah namazının vaktini gösteren fecr ışıklarının toplanma anı da “kur’ân” kelimesi ile ifade edilmiştir (İsra 17/78). Alak suresinin ilk ayetleri Ramazan ayında, kadir gecesinde (Kadr 97/1) indirilmiştir. İlk inen ayetler, besmele ile beraber altı ayet olduğu halde Bakara 2/185. âyette onlara Kur’an denmesi ve Kadir Suresinde o ayetlere tekil zamir ile gönderme yapılması, o gece inen ayetlerin Kur’an’ın tamamı değil ilk ayetler kümesi olduğunu gösterir. Çünkü Allah’ın, âyetler kümesi şeklinde düzenlediği (İsra 17/106) bu Kitab’ın tamamı, yirmi yılı aşkın bir süre içinde inmiştir. Her kümenin ayetleri Kitabın içerisinde dağınık halde bulunabileceğinden, âyetler arasında muhkem, müteşabih ve mesâni ilişkisi kurularak bağlantılı ayetleri bir araya getirmek suretiyle anlam kümelerine ulaşmamıza imkan verilmiştir (Âl-i İmrân 3/7; Zümer 39/23). Her konuyla ilgili en ince ayrıntılara, ancak bu yolla ulaşılabilir.

[3*] Oruç tutmama ruhsatı, sadece hasta ve yolcular içindir (Bakara 2/184). Bu ikisi dışında oruç tutmayan veya tuttuğu orucu kasten bozanların kaza veya keffaret orucu tutmaları gerekmez. Bu kişilerin yapacağı tek şey, tövbe edip bir daha bu yanlışa dönmemektir. Nebimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Kim Ramazan günü bir özrü ve hastalığı olmadan yiyip içerse bütün zamanlarını oruçlu geçirse bile o günün eksiğini kapatamaz.” (‏Buhârî, Savm, 29; Tirmizî, Savm, 27; İbn Mâce, Sıyâm, 14; Dârimî, Savm, 18; Ahmed b. Hanbel, 2/458, 470.)

[4*] Tekbir, Allah’ın yüceliğini dile getirmek yani “Allahu Ekber” diyerek onu zikretmektir. Allah Teala zikir için namaz kılmayı emrettiğinden (Taha 20/14) buradaki tekbir emri, ancak namazla yerine gelir. Namazın en azı iki rekattır. Bu da bayram günü iki rekat namaz kılmanın farz olduğunu gösterir. Gün, güneşin doğmasıyla başladığı için namaz kılmanın caiz olduğu ilk vakit olan kuşluk vaktinde bayram namazı kılınır. Nebimiz, Ramazan ve Kurban Bayramlarında, eşlerini ve kızlarını namaz kılınan yere çıkarır, bütün kadınların gelmelerini de emrederdi (Buhari, lydeyn 15, 20, Hayz 23, Salât 2, Hacc 81; Müslim, Iydeyn 10-890). Bayram namazında diğer namazlardan farklı olarak her rekatta tekbir getirilmesi, ayetteki “tekbir getiresiniz” ifadesinin gereğidir. (Hac 22/37).

 


(Bakara 2/186 TEFSİR)
وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
Kullarım sana beni sorduklarında (de ki) ben onlara yakınım.[1*] Bana dua ettiğinde dua edenin duasına karşılık veririm.[2*] Onlar da bana (benim çağrıma) karşılık versinler ve bana inanıp güvensinler ki olgunlaşabilsinler.[3*]

[1*] Kaf 50/16.

[2*] Mü’min 40/60, Şûra 42/26.

[3*] Enfal 8/24, Ra’d 13/18, Şûrâ 42/47.

 
 

(Bakara 2/187 TEFSİR)
اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَٓائِكُمْۜ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِۚ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَۙ فِي الْمَسَاجِدِۜ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Oruç gecelerinde kadınlarınızla cinsel ilişkide bulunmanız size helal kılındı.[1*] Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz. Allah kendinize ihanet ettiğinizi bildi de tövbenizi /dönüşünüzü kabul etti[2*] ve sizi affetti. Artık onlarla birleşebilirsiniz. Allah’ın sizin için yazacağını (çocuk sahibi olmayı) isteyin.[3*] Fecirden[4*]/ilk ışıkların kümeleşmesinden oluşan beyaz çizgi, siyah çizgiden size göre net olarak ayrılıncaya kadar yiyin, için; sonra orucu geceye[5*] kadar tamamlayın. Mescitlerde itikâf[6*] halinde iken kadınlarınızla birleşmeyin. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; bunlara yaklaşmayın. Allah ayetlerini insanlara böyle açıklar ki kendilerini yanlışlardan korusunlar.

[1*] Arap dilinde geçmiş zaman kipi, gelecek zaman için  de kullanılır. Allah, doğacak çocuğu, döllenme sırasında belirlediğinden geçmiş zaman kalıbındaki ketebe (كتب) kelimesine, “yazacağı” anlamı verilmiştir (Al-i İmran 3/6, İnsan 75/1-2, Abese 80/19).

[2*] Bakara 2/222-223, Şura 42/49-50.

[3*] Fecr, genişçe yarılma anlamındadır (Müfredat). Yarılma, doğu ufkunun üst tarafında hafif bir aydınlıkla başlar ve oradaki zayıf ışıklı yıldızlar gözükmez olur. Astronomlar bu saatte yıldız gözlemeyi bıraktıklarından buna astronomik tan (Astronomical Twilight) denir. Daha sonra gözle görülebilen aydınlık başlar. Bu aydınlığı görenler sabah namazı vaktinin girdiğini sandıkları için bu vakte fecr-i kazib (yalancı fecr) denir. Bu sırada tabiat uyanır, vücut ısısı artar, seher ve sahur vakti başlar. Giderek artan ışıklar, bir kubbe görüntüsü oluşturur. Güneş ufka -10 derece yaklaştığında doğu ufku, siyah bir çizgi şeklinde net olarak gözükür. Denizciler yollarını daha çok bu saatte belirledikleri için ona rasat tanı (observation twilight) denir. Daha sonra bu siyah çizginin üst tarafında, ona paralel beyaz bir çizgi ve bu iki çizgi arasında bir kızıllık oluşur. Kutuplarda, güneşin hiç batmadığı zamanlarda bu kızıllık gözükmez. Kur’an’ın bu kızıllıktan söz etmemesinin sebebi bu olabilir. Doğu ufku boyunca birbirine paralel olarak uzayan siyah ve beyaz çizgiler, çıplak gözle, net olarak görülünce imsak yani oruca başlama ve sabah namazı vakti girer. Bu vakte fecr-i sadık denir. Bu sırada Güneşin ufka yakınlığı -9 derecenin altına inmiş olur.

[4*] Arapçada “leyl (لِيل)” yani gece, güneşin batmasıyla başlar (Lisan’ul-arab). Türkçede bu vakte “akşam” denir. Ayette orucu Güneş batıncaya kadar değil de “geceye kadar tamamlayın” denilmesi, kutup bölgesinde güneşsiz gündüzlerin veya beyaz gecelerin olduğu zamanlarda oruç tutmayı mümkün hale getirir. Güneşin batmadığı zamanlarda gecenin başlangıç ve bitişi gözlemlenebildiği için “beyaz geceler” ifadesi kullanılır. Güneşin hiç doğmadığı zamanlarda da gecenin başlangıç ve bitişi gözlemlenmektedir.

[5*] İtikâf, Allah’a yakın olma niyetiyle kendini bir mescide /camiye kapama anlamına gelir (Müfredat). (Bakara 2/125). Nebimiz Ramazan’ın son on gününü itikâfla geçirirdi.

[6*] “Allah’ın koyduğu sınırlar” ifadesi; bu ayet dışında, boşanma (Bakara 2/229-230, Talak 65/1), miras (Nisa 4/13-14) ve zıhar (Mücadele 58/5) konuları ile ilgili olarak da geçer. Bir Müslümanın, hayatını kendi arzularına veya başkalarının isteklerine göre değil, Allah’ın koyduğu hükümlere göre yaşaması gerekir (En’am 6/57, Yusuf 12/40). Aksi takdirde ilahi cezayı hak etmiş olur; çünkü Allah’ın hükümlerine uymayanlar kafir (Maide 5/44), zalim (Maide 5/45),  fasık (Maide 5/47) ve açık bir şekilde sapmış (Ahzab 33/36) olarak nitelendirilmiştir.


(Bakara 2/188 TEFSİR)
وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَٓا اِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَر۪يقًا مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟
Mallarınızı aranızda bâtıl /Kur’an’a aykırı yollarla yemeyin.[1*] Ayrıca, insanların mallarının bir kısmını yemek için, bile bile günaha girerek onu yetkililere (rüşvet olarak) vermeyin![2*]

[1*] Batıl yolla mal yemek şu şekillerde olur: Ölçüde ve tartıda eksiltme yapmak (Mutaffifin 83/1-3, İsra 17/35), faiz yemek (Bakara 2/275, 278-279, Âl-i İmran 3/130), kumar ve şans oyunları (Bakara 2/219, Maide 5/90-91), gasp (Kehf 18/79), hırsızlık (Maide 5/38), yetim malı yemek (Nisa 4/2, 6,10), boşadığı hanıma verdiği bir şeyi geri almak (Bakara 2/229, Nisa 4/20-21), başkasının malını yemek için yetkililere rüşvet vermek, ayetleri gizlemek (Bakara 2/174) ve din istismarı (Tevbe 9/34). (Nisa 4/29).

[2*] Bu ayet, rüşvetin haram olduğunu bildirmektedir. Rüşvet, başkasının malını bile bile haksız yere yemek için yetkililere mal vermektir. Kişi, kendi meşru hakkını almak için yetkililere mal vermek zorunda kalırsa bu, verene değil, alana haram olur.

 

(Bakara 2/189 TEFSİR)
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِۜ قُلْ هِيَ مَوَاق۪يتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّۜ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَاۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Sana hilâlleri[1*] soruyorlar. De ki: “Onlar insanlar ve hac için vakit ölçüleridir. Erdemli olmak, evleri arkalarından dolaşmanız değildir.[2*] Erdemli olmak, yanlışlardan sakınan kişi olmaktır.[3*] Evlere kapılarından girin. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ki umduğunuza kavuşasınız.

[1*] Kameri ayların başı ve sonu, hesap ile belirlenir. (En’âm 6/96, Yunus 10/5, İsra 17/12, Yasin 36/39, Rahman 55/5). Nebîmizin yanında bu hesabı yapabilecek bir kimse olmadığı için şöyle demişti: “Biz ümmi bir toplumuz; bu konuda yazı yazamaz, hesap yapamayız. Hilali görünce oruç tutun, tekrar görünce orucu bırakın, hava bulutluysa ayı otuza tamamlayın.” (Müslim, Sıyâm, 1080, 1081). Artık çevremizde bu hesabı bilen uzman bilim adamları olduğu için kamerî ayların başlangıç ve bitişlerinin hesapla tespiti gerekir. 

[2*] Nebimize sorulan bu soru, kameri ayların hesabı ile ilgili olmalıdır. Nebimiz aralarında bu hesabı bilen birinin olmadığını açıkça ifade ettiği halde (Müslim, Sıyâm, 1080, 1081) ona böyle bir soru sormak, evi arkadan dolaşmak gibi gereksiz bir davranıştır. 

[3*] Bakara 2/177, Âl-i İmran 3/92.

 

(Bakara 2/190 TEFSİR)
وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ
Size savaş açanlara karşı siz, Allah yolunda savaşın ama haksız saldırı yapmayın.[*] Allah, haksız saldırı yapanları sevmez.

[*] Müslümanların savaşabilecekleri durumlar sadece şunlardır: Kendileriyle din sebebiyle savaşılması, yurtlarından çıkarılmaları veya çıkarılmalarına destek verilmesi (Tevbe 9/13, Hac 22/39, Mümtahine 60/8-9), ezilen toplumların çağrısı (Nisa 4/75), barış antlaşması yapılmış bir toplumun antlaşmayı bozacaklarından delile dayalı olarak endişe edilmesi (Enfal 8/58) ve barış antlaşmasının bozulması (Tevbe 9/13), savaşan iki mümin grubun aralarının düzeltilmesine rağmen birinin saldırılara devam etmesi (Hucûrat 49/9).


(Bakara 2/191 TEFSİR)
وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَاَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ اَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِۚ وَلَا تُقَاتِلُوهُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتّٰى يُقَاتِلُوكُمْ ف۪يهِۚ فَاِنْ قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْۜ كَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ
Onları tespit ettiğiniz yerde öldürün.[1*] Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.[2*] Bu fitne (savaş ateşi), adam öldürmekten beterdir.[3*] Onlar sizinle Mescid-i Haram[4*] yanında savaşmadıkça onlarla orada savaşmayın. Eğer savaşırlarsa onları öldürün.[5*] O kâfirlerin cezası işte böyledir.

[1*] Nisa 4/91.

[2*] Nebimiz Mekke’yi fethetmeden önce Hudeybiye’de Mekkeli müşriklerle bir antlaşma yapmıştı. Onlardan antlaşmaya sadık kalanlar olduğu gibi bozanlar da vardı (Tevbe 9/7). Nebimiz, onlara karşı gösterilecek tavrın ne olacağını açıklayan Tevbe suresinin ilk ayetleri ininceye kadar kimseye dokunmadı. 

[3*] Bakara 2/217.

[4*] Mescid-i Haram, Mekke’de Kâbe’nin de bulunduğu geniş alanın adıdır. Geniş bilgi için Bakara 2/125. âyetin dipnotuna bkz.

[5*] Savaş hukukunu anlatan bu ayetin, Tevbe 9/5. ayetle nesh edildiği iddia edilir (Kurtubî, Bakara 2/191’in tefsiri) ancak o ayetin, savaş hukuku ile ilgili bir ayeti yürürlükten kaldırması mümkün değildir. Çünkü orada savaştan değil, müslümanları Mekke’den çıkaran, Bedir, Uhud ve Hendek’te onlara karşı savaşan, ayrıca Hudeybiye Antlaşmasını da bozanlara uygulanacak cezadan söz edilir. 


(Bakara 2/192 TEFSİR)
فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Savaşmayı bırakırlarsa (onlara ilişmeyin).[*] Şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[*] Enfâl 8/60-61.

 

(Bakara 2/193 TEFSİR)
وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ لِلّٰهِۜ فَاِنِ انْتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ اِلَّا عَلَى الظَّالِم۪ينَ
Onlarla savaşın ki fitne (savaş ateşi)[1*] yok olsun ve Allah’ın dini hâkim olsun.[2*] Savaşmayı bırakırlarsa yanlış yapanlardan[3*] başkasına düşmanlık edilmez.[4*]

[1*] Fitne için bkz Bakara 2/102’nin dipnotu. 

[2*] Dinde zorlama olamayacağı için (Bakara 2/256) Allah’ın dininin hakim olması, herkesin Müslüman olması değil (Yunus 10/99), Allah’ın koyduğu kuralların hâkim olmasıdır (Fetih 48/28). O da herkesin hürriyet içinde yaşayacağı bir ortamın oluşması demektir (Kehf 18/29).

[3*] “Yanlış yapan” anlamı verilen kelime “zalim” kelimesidir. Bu ayette sözü edilen zalimler, savaş bittikten sonra da çatışmaya devam eden (Enfal 8/61-62) veya antlaşmayı bozanlardır (Enfal 8/58). 

[4*] Enfal 8/39.


(Bakara 2/194 TEFSİR)
اَلشَّهْرُ الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ وَالْحُرُمَاتُ قِصَاصٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدٰى عَلَيْكُمْۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ
Haram aya saygı, haram aya saygı duyanlar içindir; yasaklara uyma karşılıklı olur.[1*] O halde (haram ayda) size kim saldırırsa ona, size yaptığı saldırıya denk bir saldırı ile karşılık verin. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Bilin ki Allah, yanlışlardan sakınanlarla beraberdir.[2*]

[1*] Haram aylar, Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarıdır. Haram ayda savaş yasağı, o yasağa saygı gösterenlere karşı uygulanır (Maide 5/2, 97; Tevbe 9/36). 

[2*] Bakara 2/217, Nahl 16/126, Hac 22/60.

 

(Bakara 2/195 TEFSİR)
وَاَنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا تُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِۚۛ وَاَحْسِنُواۚۛ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ
Allah yolunda harcama yapın. Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın.[1*] Güzel davranın. Allah güzel davrananları sever.[2*]

[1*] Allah yolunda harcama, öncelikle savaşa hazırlıklı olmak için yapılır (Enfal 8/60, Tevbe 9/60, Muhammed 47/38). 

[2*] Âl-i İmran 3/134.

 

(Bakara 2/196 TEFSİR)
وَاَتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّٰهِۜ فَاِنْ اُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِۚ وَلَا تَحْلِقُوا رُؤُ۫سَكُمْ حَتّٰى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ بِه۪ٓ اَذًى مِنْ رَأْسِه۪ فَفِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ اَوْ صَدَقَةٍ اَوْ نُسُكٍۚ فَاِذَٓا اَمِنْتُمْ۠ فَمَنْ تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ اِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ اِذَا رَجَعْتُمْۜ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌۜ ذٰلِكَ لِمَنْ لَمْ يَكُنْ اَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın.[1*] Eğer (hac görevini yapmaktan) engellenirseniz kolayınıza gelen (yanınızda olan) kurbanı kesin. Kurbanın kesilme zamanı[2*] gelinceye kadar da başlarınızı tıraş etmeyin.[3*] İçinizden biri hasta olur veya başında bir sıkıntı[4*] bulunursa fidye olarak ya oruç tutması ya sadaka vermesi ya da bir kurban[4*] kesmesi gerekir. Güven içinde olduğunuzda, hacca kadar umreden yararlanan kişi kolayına gelen bir kurban kessin. Kim (kurban) bulamazsa üç gün hacda, yedi gün de geri döndüğünüzde oruç tutsun. Bu oruçlar, tam on gündür. Bu, ailesi Mescid-i Haram bölgesinde oturmayanlar içindir. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının! Allah’ın cezalandırmasının çetin olduğunu da bilin.

[1*] Bu ayet indiğinde hac ve umre yapanların eksik bıraktıkları görev sa’y idi. Burada emredilen, o görevin mutlaka yerine getirilmesidir. Bkz. Bakara 2/158. ayet ve dipnotu. 

[2*] Buradaki “hedy”, hacıların harem bölgesinde kesilmek üzere götürdükleri kurban bayramı kurbanıdır. Mahill, kesim vakti veya kesim yeri demektir. Hedyin kesim yeri harem bölgesi, kesim vakti de kurban bayramı günleridir (Hac 22/28). Harem bölgesine girmek için bir engel çıkarsa yanında kurbanı olanlar, onları harem dışında kesebilirler ama kesme zamanını beklemek zorundadırlar. Nitekim Mekke’ye girmesi engellenen Nebimiz ve yanında kurban olan ashabı, kesme zamanı gelince kurbanını Hudeybiye’de kesmişlerdi (Fetih 48/25). Yanında kurbanı olmayanların kurban kesme görevi yoktur. 

[3*] Saçı tıraş etme işi, hac ibadetinde Arafat’tan inip bayramın birinci günü büyük şeytan taşlandıktan sonra olur ve daha sonra farz tavaf için Kabe’ye gidilir (Hac 22/29). Umrede ise Kabe tavaf edilip sa’y yapıldıktan sonra saç kesilir veya kısaltılır (Fetih 48/27).

 

(Bakara 2/197 TEFSİR)
اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ فَمَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ وَاتَّقُونِ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ
Hac bilinen aylardadır.[1*] Kim o aylarda hacca başlarsa (ihrama girerse) cinsel ilişkide bulunamaz, yasakları çiğneyemez[2*] ve kavga edemez. İyilik olarak ne yaparsanız Allah onu bilir. Yanınıza yolluğunuzu alın. En iyi yolluk kendinizi koruyacak kadar olandır. Ey aklıselim sahibi olanlar,[3*] bana karşı yanlış yapmaktan sakının!

[1*] “Aylar” anlamı verilen “eşhur (أَشْهُرٌ)” kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Bunlar, öteden beri, hac ayları olarak bilinen Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’dir. Bunların üçü de can ve mal güvenliğinin sağlandığı haram aylardandır (Tevbe 9/36). “Haccı içinde barındıran” anlamına gelen Zilhicce, bu üç ayın ortasındadır. Mekke, İbrahim aleyhisselamdan beri dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden olduğu için  hacca gelenler orada alım satım yaparlar (Bakara 2/126). Zilhicce ayının 9. gününde hac ibadeti için Arafat’a çıkılır, dönüşte Müzdelife vakfesi yapılır ve sonra hacılar Mina’ya doğru sel gibi akarlar. Zilhicce’nin 10. gününden 13. gününe kadar süren 4 gün, Kurban Bayramı günleridir. Bu günlerde Kabe tavaf edilir ve isteyen hacılar, kurban bayramı kurbanı keserler (Bakara 2/198, Hac 22/28-29). Bu dört günde şeytan taşlaması da yapılarak hac ibadeti tamamlanır (Bakara 2/203). 

[2*] Ayet metnindeki füsuk (فُسُوقَ) şeriatın belirlediği sınırları aşmaktır (Müfredat). Hac ibadetini yapan kişinin sınırları aşması, yapması gerekeni yapmaması veya yapmaması gerekenleri yapmasıdır (Bakara 2/196, Maide 5/1-2, 94-96).

[3*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.

 

(Bakara 2/198 TEFSİR)
لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَبْتَغُوا فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْۜ فَاِذَٓا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِۖ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدٰيكُمْۚ وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ
(Hac aylarında) Rabbinizin bir lütfunun (bir kazancın) peşinde olmanızın size bir günahı olmaz.[1*] Arafat’tan sel gibi aktığınız zaman Meş’ar-i Haram’da (Müzdelife’de) Allah’ı anın[2*] (namaz kılın). Size nasıl gösterdiyse onu öyle anın. Doğrusu bundan önce, gerçekten yanlış yolda olanlardandınız.[3*]

[1*] Eskiden hac aylarında panayırlar kurulurdu. Ayete göre hacılar, kazanç amacıyla panayırlara, ticari faaliyetlere katılabilir, alım satım yapabilirler. (Hac 22/27-28).

[2*] Tâhâ 20/14. ayette “beni zikir için namaz kıl” emri verildiği için vaktinde yetişenler, Müzdelife’de akşam ve yatsı namazlarını kılarlar. Oraya, yatsı vaktinden sonra gidenler de sabah namazını beklerler. Rivayete göre Tay kabilesinden Urve b. Mudarris şöyle demiştir: Resulullah aleyhisselama geldim, Cem’de (Müzdelife’de) vakfe yerindeydi. Dedim ki, “Ey Allah’ın Elçisi, Tay dağından geldim. Bineğim perişan oldu, kendimi de yordum. Vallahi üzerinde beklemediğim bir kum tepesi olmadı, ben hacı olabilir miyim? Resulullah aleyhisselam dedi ki “Kim bizimle birlikte şu namazı kılar ve daha önce gece veya gündüz Arafat’a gelmiş olursa haccını tamamlamış, tefesini /her iki vakfeyi (Hac 22/29) yerine getirmiş olur.” (Ebû Davûd, Menâsik, 69; Tirmizî, Hac, 57; Nesâî, Menâsik, 211; İbn Mâce, Menâsik, 57; Ahmed b. Hanbel 4/ 261).

[3*] Cahiliye döneminde Kureyşlilere ve çevrelerindeki bazı kabilelere hums denirdi. Hums  dinlerine bağlı, karşı konulamayacak güçte kahraman anlamına gelir (el-Ayn). Bunlar kendilerini “ehlullah /Allah’ın yakını” gördüklerinden, Harem bölgesi dışında kaldığı için hac sırasında Arafat’a çıkmazlardı (Taberi Bakara 189’un tefsiri). Bu ayet onların bu davranışını yoldan çıkma olarak nitelemektedir.


(Bakara 2/199 TEFSİR)
ثُمَّ اَف۪يضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sonra insanların sel gibi aktıkları yerden (Müzdelife’den Mina’ya doğru) akın.[*] Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[*] Hac 22/28-29.


(Bakara 2/200 TEFSİR)
فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْرًاۜ فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ
Hacda yapılması gereken ibadetleri[1*] yerine getirirken[2*] Allah’ı, babalarınızdan öğrendiğiniz gibi,[3*] hatta daha güçlü dualarla anın. İnsanlardan kimi der ki: “Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver!” Ahirette onun eline bir şey geçmez.

[1*] Ayetteki menâsik kelimesi, hac sırasında yapılan ibadetler, o ibadetlerin yapıldıkları yer ve zamanlar anlamındadır. İbrahim aleyhisselam, Nuh tufanında yıkılan Kâbe’yi eski temelleri üzerine yeniden inşa edince: “(Rabbimiz) Bize menâsikimizi göster” (Bakara 2/127-128) diye dua etmiş ve o ibadetleri oralarda yapmıştı. O yerler Arafat, Müzdelife, Cemerât, Safa, Merve ve Kâbe’dir. Buralara makam-ı İbrahim de denir (Bakara 2/125).

[2*] (Kaza = قضي) kelimesi bir işi tam ve sağlam yapma ve hedefine ulaştırma anlamındadır (Mekâyîs).

[3*]Gelenekte bu ayete şöyle anlam verilir: “Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın.” Bu anlam yanlıştır. Çünkü hac ibadeti bittikten sonra yapılacak böyle bir görev yoktur. Ayrıca Allah’ı anma ile babaları anma arasında bir kıyaslama da kabul edilemez. Mekkelilerin babaları İbrahim ve İsmail aleyhisselam ve onların orada yaptığı dualarla ilgili ayetler şunlardır: Bakara 2/125, 127-128. Doğru olan, ayetin şu şekilde anlaşılmasıdır: “(فَٱذْكُرُوا۟ ٱللَّهَ كَذِكْرِكُمْ ءَابَآءَكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا) Allah’ı babalarınızdan öğrendiğiniz gibi hatta daha güçlü anın.”


(Bakara 2/201 TEFSİR)
وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Kimileri de şöyle der: “Rabbimiz! Bize bu dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi o ateşin azabından koru!”[*]

[*] Âl-i İmran 3/145, Nisa 4/134, İsra 17/19, Şûrâ 42/20.


(Bakara 2/202 TEFSİR)
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Her iki tarafa da kazandıklarından bir pay vardır.[*] Allah hesabı çabuk görür.

[*] Nahl 16/97, İsra 17/20, Necm 53/39-41.

 

(Bakara 2/203 TEFSİR)
وَاذْكُرُوا اللّٰهَ ف۪ٓي اَيَّامٍ مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ تَعَجَّلَ ف۪ي يَوْمَيْنِ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۚ وَمَنْ تَاَخَّرَ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۙ لِمَنِ اتَّقٰىۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Allah’ı bir de (bayramın birinci gününe) eklenen günlerde anın[1*] (şeytan taşlama ibadetini yapın). Kim acele eder (şeytan taşlamayı eklenen) iki gün içinde tamamlarsa ona bir günah yoktur.[2*] Kim bir gün daha kalırsa (eklenen üçüncü günde de taşlarsa) ona da bir günah yoktur. Bu, yanlışlardan sakınanlar içindir. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve onun huzurunda toplanacağınızı bilin.

[1*] Ma’dûdât (معدودات), ma’dûde’nin (معدودة) çoğuludur, “sayılan” ve “birbirine eklenmiş” anlamlarına gelir (Müfredat). Bunlar, Kurban Bayramının birinci gününe eklenen ve eyyam-ı teşrik olarak bilinen üç gündür. Bu günlere özel zikir, şeytan taşlama sırasında yapılan dualardır. Şeytan taşlama Kurban Bayramının birinci gününde de yapıldığı için toplam dört gün sürer.

[2*] Bakara 2/196-197.


(Bakara 2/204 TEFSİR)
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللّٰهَ عَلٰى مَا ف۪ي قَلْبِه۪ۙ وَهُوَ اَلَدُّ الْخِصَامِ
İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatıyla ilgili sözleri seni hayran bırakır. Kalbinde olana da Allah’ı şahit tutar. Aslında o, en azılı düşmandır.[*]

[*] Tevbe 9/101, Münafikun 63/4.


(Bakara 2/205 TEFSİR)
وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ
Yanından ayrılınca[1*] yeryüzündeki düzeni bozmaya, kaynakları[2*] ve nesli yok etmeye çalışır. Allah düzenin[3*] bozulmasını istemez.

[1*] Ayette geçen tevellâ (تَوَلَّىٰ), velayeti üstlenme, yönetimin başına geçme anlamına da gelir (Müfredat).

[2*] Ayetteki hars (حرث) kelimesi, toprağa tohum atma, tarım ürünü elde etme ve mal kazanma anlamlarına gelir (el-Ayn). Bu gibi kişiler, insanların kazanç kapılarını kapatacak işler yaparlar.  
 

(Bakara 2/206 TEFSİR)
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُ اتَّقِ اللّٰهَ اَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْاِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُۜ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ
Ona: "Allah'a karşı yanlış yapmaktan sakın!" denince de günahıyla üstünlük taslar.[1*] Onun hakkından cehennem gelir. Orası gerçekten ne kötü bir istirahat yeridir![2*]

[1*] Bakara 2/11-12.

[2*] Sâd 38/55-56.

 

(Bakara 2/207 TEFSİR)
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْر۪ي نَفْسَهُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ
İnsanlardan öylesi de var ki Allah’ın rızasını kazanmak için canını verir.[*] Allah böyle kullarına karşı çok şefkatlidir.

[*] Nisa 4/74, Tevbe 9/111.

 

(Bakara 2/208 TEFSİR)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَٓافَّةًۖ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
Ey inanıp güvenenler! (Rabbinize karşı) tam bir teslimiyet içinde olun![*] Şeytanın izinden gitmeyin! Çünkü o, sizin için açık bir düşmandır.

[*] Âl-i İmran 3/102, Zümer 39/54.

 

(Bakara 2/209 TEFSİR)
فَاِنْ زَلَلْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Açık ayetler size geldikten sonra ayağınız kayarsa bilin ki Allah daima üstün olan ve bütün kararları doğru olandır.[*]

[*] Âl-i İmran 3/105.

 

(Bakara 2/210 TEFSİR)
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَأْتِيَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَقُضِيَ الْاَمْرُۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟
Onlar (sözleriyle seni hayran bırakan fesatçılar), Allah’ın ve meleklerin bulut gölgeleri içinde gelmesi ve işlerinin bitirilmesi dışında bir şey mi bekliyorlar.[*] Bütün işler Allah’a arz edilir.

[*] En’am 6/8, 158; Nahl 16/33. Allah’ın bulut gölgeleri içinde gelmesi olayı, İsrailoğulları’na on emir verilmeden önce Sina Dağı’nda gerçekleşmiş ve Tevrat’ın Çıkış 19. bölümünde anlatılmıştır: “Rab Musa’ya, “Sana koyu bir bulut içinde geleceğim” dedi, “Öyle ki, seninle konuşurken halk işitsin ve her zaman sana güvensin.” (Çıkış 19:9)


(Bakara 2/211 TEFSİR)
سَلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ كَمْ اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ اٰيَةٍ بَيِّنَةٍۜ وَمَنْ يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
İsrailoğullarına bir sor,[1*] onlara nice açık ayetler /mucizeler verdik. Kim kendisine Allah’ın nimeti geldikten sonra onu başka bir şeyle değiştirirse bilsin ki Allah’ın cezalandırması çetindir.[2*]

[1*] Kur’an birkaç ayette daha Resulullah’ın bazı konularda ehlikitaba sormasını emretmiştir. Bu ayetler için bkz: A’raf 7/163, Yunus 10/94, İsra 17/101, Zuhruf 43/45.

[2*] İbrahim 14/28-29.


(Bakara 2/212 TEFSİR)
زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Dünya hayatı, kafirlik edenlere süslü gösterilir, onlar inananlarla alay ederler.[1*] Ama müttakîler /kendini yanlışlardan koruyanlar[2*] kıyamet /mezardan kalkış günü kâfirlerden üstün durumda olurlar.[3*] Allah, tercih ettiği kişiye hesapsız rızık verir.

[1*] Tevbe 9/79, Mü’minun 23/110, Mearic 70/36, Mutaffifin 83/29-30.

[2*] Nisa 4/131.

[3*] Secde 32/18-20, Mutaffifin 83/34-36.


(Bakara 2/213 TEFSİR)
كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۚ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
İnsanlar tek bir ümmet /toplumdu.[1*] Sonra Allah nebileri, müjde veren ve uyarılarda bulunan kişiler olarak görevlendirdi. İhtilafa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetsin diye nebilere gerçekleri içeren kitap da indirdi.[2*] O gerçekler konusunda ihtilafa düşenler, sadece kendilerine kitap verilenler oldu. Bu da açık ayetler geldikten sonra birbirlerine üstünlük kurma gayretlerinden kaynaklandı.[3*] Sonra Allah, ihtilafa düştükleri gerçekler konusunda, inanıp güvenenleri, kendi onayıyla doğruya yöneltti.[4*] Allah, gereğini yapanı doğru yola yöneltir.

[1*] Yunus 10/19.

[2*] Ayete göre Âdem aleyhisselamdan Muhammed aleyhisselama kadar tüm nebilere kitap verilmiştir (Bakara 2/136Âl-i İmrân 3/81, 84, En’âm 6/82-90).

[3*] Âl-i İmran 3/19, Şûrâ 42/14, Casiye 45/17, Beyyine 98/1-4.

[4*] Âl-i İmran 3/101, Hac 22/24.

 

(Bakara 2/214 TEFSİR)
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ
Yoksa siz, öncekilerin başlarına gelenlerin bir benzeri sizin başınıza da gelmeden cennete gireceğinizi mi hesap ediyorsunuz?[1*] Onlar maddi sıkıntılara, bedensel sıkıntılara uğramış ve öylesine sarsılmışlardı ki Allah’ın onlara gönderdiği elçi ve beraberindeki müminler “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek hale gelmişlerdi.[2*] Bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.[3*]

[1*] Bakara 2/155, Al-i İmran 3/142, Tevbe 9/16, Nur 24/47-50, Ankebut 29/2, Kıyamet 75/36.

[2*] En’am 6/34, Yusuf 12/109-110, İbrahim 14/13-15, Ahzab 33/9-11.

[3*] Hac 22/40, Rum 30/47, Mü’min 40/51, Saf 61/10-13.

 

(Bakara 2/215 TEFSİR)
يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلْ مَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ
Sana hayra neyi harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız; ana-baba, en yakınlar, yetimler, çaresizler ve yolcular için olsun.”[1*] Hayır olarak ne yaparsanız Allah onu bilir.[2*]

[1*] Burada neyin infak edileceği sorusuna karşılık kimlere infak edileceğinin bildirilmesi, yapılan harcamanın ne olduğundan ziyade kimlere yapılması gerektiğinin daha önemli olduğuna dikkat çekmektedir (Nisa 4/36, Tevbe 9/60, Nahl 16/90, İsra 17/26, Rum 30/38, Zariyat 51/19, Mearic 70/24-25). Neyi harcayacaklarının cevabı ise Bakara 2/219. ayettedir. 

[2*] Bakara 2/272-273.


(Bakara 2/216 TEFSİR)
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـًٔا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟
Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için iyi olabilir. Hoşunuza giden şey de sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.[*]

[*] Bakara 2/190-193, 244; Nisa 4/75-76, 84; Enfal 8/39, 65; Tevbe 9/13, 29, 36, 38-39, 111, 123; Hac 22/39-40.

 

(Bakara 2/217 TEFSİR)
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ ف۪يهِۜ قُلْ قِتَالٌ ف۪يهِ كَب۪يرٌۜ وَصَدٌّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَكُفْرٌ بِه۪ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِه۪ مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّٰهِۚ وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِۜ وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتّٰى يَرُدُّوكُمْ عَنْ د۪ينِكُمْ اِنِ اسْتَطَاعُواۜ وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Sana haram aylarını,[1*] o aylarda savaş yapmayı soruyorlar. De ki: O aylarda savaş büyük günahtır. Ama (insanları) Allah’ın yolundan engellemek, Allah’ı ve Mescid-i Haram’ı görmezlikte direnmek ve halkını oradan (Mekke’den) çıkarmak Allah katında daha büyük günahtır. O fitne (savaş ateşi) adam öldürmekten beterdir.[2*] Güçleri yetse sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşı sürdürürler. Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse yaptıkları şeyler dünyada da ahirette de boşa gider.[3*] Onlar cehennem ahalisidir, orada ölümsüz olarak kalacaklardır.[4*]

[1*] Bakara 2/194. 

[2*] Bakara 2/191.

[3*] Kafir olarak ölenlerin geride bıraktıkları eserlerin olumlu etkileri kendilerine bir fayda sağlamaz (Yasin 36/12).

[4*] Âl-i İmran 3/86-91, Maide 5/54, Nahl 16/106, Muhammed 47/25.

 

(Bakara 2/218 TEFSİR)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İnanıp güvenen ve Allah yolunda hicret edip[1*] cihad edenlere /ellerinden geleni yapanlara gelince,[2*] işte onlar Allah’ın ikramını bekleyebilirler. Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.[3*]

[1*] Hicret sözlükte, kişinin bir şeyden bedeniyle, diliyle veya kalbiyle uzaklaşmasıdır (Müfredat). İlgili ayetler için bkz. Nisa 4/97-100, Enfal 8/72-75, Meryem 19/46, Furkan 25/30, Mümtehine 60/10, Müzzemmil 73/10, Müddessir 74/5.

[2*] Cihad (جهاد), düşmanın, şeytanın veya arzuların baskısına karşı Allah’ın emrine uymak için verilen her türlü mücadeledir (Müfredat). Allah yolunda savaş, cihadın en önemli bir parçasıdır. 

[3*] Âl-i İmran 3/195, Nisa 4/100, Enfal 8/72, 74, Tevbe 9/20, Nahl 16/41, 110, Hac 22/58.

 

(Bakara 2/219 TEFSİR)
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِۜ قُلْ ف۪يهِمَٓا اِثْمٌ كَب۪يرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِۘ وَاِثْمُهُمَٓا اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَاۜ وَيَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلِ الْعَفْوَۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَۙ
Sana içki ve uyuşturucu çeşitleri[1*] ile kumar çeşitlerini[2*] soruyorlar. De ki: İkisinde de büyük günah[3*] ve insanlar için (bazı) yararlar vardır;[4*] ama ikisinin de günahı yararlarından büyüktür. Hayra neyi harcayacaklarını da soruyorlar.[5*] De ki: (ihtiyaçtan) Artan ve artma özelliği olanı![6*] Allah ayetlerini size böyle açıklar ki düşünesiniz.

[1*] “İçki ve uyuşturucu çeşitleri” anlamını verdiğimiz kelime, “bir şeyi örten” anlamına gelen “hamr (خمر)”dır. İçki ve uyuşturucu çeşitleri insanı sarhoş ettiğinden dolayı bu anlam verilmiştir. Nitekim nebimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Sarhoşluk veren her şey hamrdır. Sarhoş eden her şey haramdır.” (Müslim, Eşribe,73; Ebû Dâvûd, Eşribe, 5)

[2*] Ayet metninde geçen “meysir (ميسر)”, “yüsr (يسر)” yani kolaylık kökünden gelmektedir. Meysir, iki ayette daha “hamr” ile birlikte zikredilir (Mâide 5/90-91). Kolayca mala kavuşmayı amaçlayan ve aynı zamanda malı kolayca kaybetmeye sebep olan piyango, toto, loto ve tombala gibi bütün şans oyunları; poker, rulet, kollu kumar makineleri gibi tüm kumar çeşitleri; iddaa, at yarışı, horoz dövüştürme vb. her türlü bahis bu kapsama girer. Kaybedenin hesabı ödemesi şartıyla oynanan tüm oyunlar da meysir kapsamında olduğu için bu tür oyunları oynamak haramdır.

[3*]  Günah’ anlamı verdiğimiz ism (إِثْمَ), kişiyi sevaptan yani iyiliklerden uzaklaştıran davranış anlamındadır (Müfredât). Allah, ‘ism’ olarak tanımladığı her davranışı, haram saymıştır (A’raf 7/33). Bu sebeple içki, uyuşturucu ve kumar, büyük günahlardandır.

[4*] İçki, uyuşturucu maddeler ve kumardan bazı menfaatler elde edilebilir. Ancak bunların zararı menfaatlerinden fazladır. Bu özellik, bütün haramlarda vardır. Nefislerinin esiri olanlar, bu menfaatleri öne alarak kendilerini haklı göstermeye çalışırlar. Allah’a inanıp güvenenler ise onun emrine uyarlar.

[5*] Bakara 2/215.

[6*] “el-afv (العفو)” sözünün infak edilebilecek mallarla ilgili anlamları, “temel ihtiyaçtan artan” (es-Sıhah) ve “çoğalan”dır (Mekâyîs). A’râf 7/95. ayette de aynı kökten gelen “afev (عَفَواْ)” fiili, “çoğaldılar” anlamında kullanılmıştır. Kişinin evi, ev eşyası, kendisinin ve bakmakla sorumlu olduğu kişilerin yiyeceği, bineği, işyeri, araç ve gereçler vs. temel ihtiyaçlarıdır. Bunlar, “artan” kavramına girmediği için bunlardan sadaka /vergi alınmaz. “el-afv (العفو)” sözü zekat kelimesinin anlamı olan “çoğalma, artma” anlamıyla örtüştüğünden zekat /sadaka mallarının özelliğini de belirtmektedir. Dolayısıyla artan ve artma özelliği olan mallardan zekat /sadaka alınır. Temel ihtiyaçları ve borçları çıkarıldıktan sonra şer’an kişiyi zengin yani ihtiyaçsız kılacak miktarda (nisap miktarı) malı olan kişi zekat /sadaka vermekle sorumludur. En’âm 6/160. ayet gereği, bir ton ceviz üreten biri, onun öşrünü yani yüz kilosunu sadaka /vergi olarak verirse tamamını vermiş gibi olur. Tarım ürünlerinin sadakası /vergisi hasat günü tarlada alınacağından (En’âm 6/141) üretici onun nakliyesinden ve korumasından sorumlu olmaz. Alım satımını yapanlar ise nakliye, depolama, pazarlama ve satış sonrası doğacak sıkıntılara gireceğinden bu işlemlerin her biri sadaka /vergi oranını azaltır ve o, malının kırkta birini verince tamamını vermiş gibi olur. Altın, gümüş, para ve ticaret mallarından kırkta bir oranında zekat alınır. 


(Bakara 2/220 TEFSİR)
فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْيَتَامٰىۜ قُلْ اِصْلَاحٌ لَهُمْ خَيْرٌۜ وَاِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَاِخْوَانُكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَعْنَتَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
(Allah ayetlerini böyle açıklar ki) hem dünya hem ahiret hakkında (düşünesiniz). Sana yetimleri de soruyorlar. De ki: Onların durumunu iyileştirmek en iyisidir. Eğer onlarla bir arada (aile gibi) yaşarsanız bilin ki onlar (evladınız değil sadece) kardeşlerinizdir.[1*] Allah, (onların durumunu) bozanı, iyileştirenden ayırmasını bilir.[2*] Allah farklı bir tercihte bulunsaydı sizi kesinlikle sıkıntıya sokardı.[3*] Allah daima üstün olan ve bütün kararları doğru olandır.

[1*] Kur’an, evlatlıkların hiçbir yönüyle öz evlat sayılamayacağını bildirir (Ahzab 33/4-5). Allah nebîmizi, evlatlığı Zeyd’in boşadığı Zeynep ile evlendirdi ki evlatlığın kişinin kendi evladı konumunda olmadığı zihinlere yerleşsin(Ahzab 33/37-38).

[2*] Nisa 4/236, 10.

[3*] Birçok ayette yetimlere iyi davranmak, onları gözetmek ve ikramda bulunmak emredilmiş, bu emri yerine getiren kullar övülmüştür (Bakara 2/83, 177, 215, Nisa 4/8, 36; İnsan 76/8; Beled 90/15). Ancak bu gözetimin mutlaka müminlerin kendi evlerinde yapılmasını şart koşmaz. Yine de bir yetimi kendi evinde gözetimi altına alan kişi, onu din kardeşi olarak görecek, gerçek evladı gibi kabul etmeyecektir. Bunun sonucu olarak bir müminin evinde korumaya alınan yetimlere, miras hakkı ve evlenme yasağı gibi hukuki sonuçlar doğuracak evlatlık statüsü verilemez. Ancak mirastan biraz yararlandırılır (Nisa 4/8). Yetimlerin mallarını yönetenler, ihtiyaçlı iseler o mallardan yararlanabilirler (Nisa 4/6). Tüm bunlar yetimler hususunda müminleri sıkıntıya sokmayan ilahi ölçülerdir.

 


(Bakara 2/221 TEFSİR)
وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّۜ وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْۚ وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَتّٰى يُؤْمِنُواۜ وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ اَعْجَبَكُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه۪ۚ وَيُبَيِّنُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ۟
Mümin oluncaya kadar müşrik kadınlarla evlenmeyin. Müşrik bir kadını çok beğenmiş olsanız bile, mümin bir kadın köle[1*] ondan daha hayırlıdır. Mümin oluncaya kadar müşrik erkekleri (kızlarınızla) evlendirmeyin.[2*] Müşrik bir erkeği çok beğenmiş olsanız bile, mümin bir köle ondan daha hayırlıdır.[3*] Onlar sizi ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle Cennet’e ve (günahlarınızı) bağışlamaya çağırır. Allah ayetlerini insanlara açıklar ki bilgilerini kullansınlar.[4*]

[1*] Hür olmayan kadına eme (الأمة), erkeğe abd (عبد) denir (Sıhah). Bunların Türkçe karşılığı köle ve cariyedir.

[2*] “Kız vermeyin” ifadesi, velilere yapılan tavsiyedir. Eğer kız evlenmekte kararlı ise Bakara 2/232 ve Nur 24/33’e göre onlara baskı yapılamayacağından evlenmelerine engel olunamaz.

[3*] Nisa 4/22’den 24’e kadar, din farkına yer verilmeden evlenilmesi haram olan kadınlar sayılmış, 25. ayette ise namuslu mümin kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyenlerin namuslu mümin esir kadınlarla evlenebileceği ama onlarla evlenmeyip sabretmelerinin daha hayırlı olacağı bildirilmiştir. Tevbe 9/31’de bugünkü Yahudi ve Hıristiyanların müşrik oldukları açıkça ifade edildiği halde Maide 5/5’te onların namuslu kadınları ile evlenmenin helal olduğu hükme bağlanmıştır. Hepsinin özeti olan bu ayete göre evlilikte ilk tercih edilecek kadınlar, namuslu mümin hür olanlar, ikinci tercih namuslu mümin esir kadınlar, son tercih de namuslu müşrik kadınlardır. Kur’an’da her şeyin bir örneği vardır (İsra 17/89, Kehf 18/54). Nuh ve Lut aleyhisselamın eşlerinin kafir olması, Firavun’un eşinin de mümin olması, bunun örneğidir (Tahrim 66/10-11). Nebimizin Cüveyriye ile evlenmek için Müslüman olmasını şart koşmaması da onun örnekliğidir (Ahzab 33/21). Nebimizin kızı Zeyneb’in eşi Ebü’l-Âs b. er-Rebî hicretin 6. yılına kadar Müslüman olmadığı halde, evlilikleri devam etmiştir.

[4*] “Zikir” hakkında bilgi için bkz. Bakara 2/152. âyetin dipnotu. Tezkîr, zikri karşı tarafa ulaştırmak (Ğaşiye 88/21); tezekkür ise o zikri kullanmaktır (Kasas 28/51-52, Zümer 33/9).


(Bakara 2/222 TEFSİR)
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَح۪يضِۜ قُلْ هُوَ اَذًىۙ فَاعْتَزِلُوا النِّسَٓاءَ فِي الْمَح۪يضِۙ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتّٰى يَطْهُرْنَۚ فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ
Sana âdet ve lohusalık hallerini[1*] soruyorlar. De ki: “O haller bir sıkıntıdır, âdet ve lohusalık süresince karılarınızı rahat bırakın. (Kandan) arınıncaya kadar (cinsel ilişki için) onlara yaklaşmayın. İyice arındıklarında onlara Allah’ın emrettiği yerden yaklaşabilirsiniz.[2*] Allah tövbe edenleri /dönüş yapanları sever, iyice temizlenenleri de sever.”

[1*] Arap dilinde doğum yapmış kadına da hayızlı dendiği için (Mekâyîs) “el-mahîd (المحيض)” kelimesi, hem adet hem lohusalık anlamına gelir. Bir rivayette Ümmü Seleme validemiz, Muhammed aleyhisselam ile birlikte ince bir örtünün altında yattığından söz ederken şu ifadeleri kullanmıştır: “(O anda) Birden hayız olduğumu fark ettim. Hemen yataktan sıyrılıp hayız elbisemi aldım ve giyindim. Resulullah (s.a.v.) ‘Nifas mı oldun? (أنَفِسْتِ)’ dedi. Ben de ‘Evet!’ dedim. Beni çağırdı ve (tekrar) örtünün altında beraber yattık.” (Buhârî, Hayz, 4) Rivayette de görüldüğü gibi âdet anlamına gelen hayız ile lohusalık anlamına gelen nifas kelimeleri birbirlerinin yerine kullanılmaktadır.

[2*] Bu ayet, adetli veya lohusa olan kadının namaz kılamayacağının delili sayılır. Halbuki buradaki yasak, sadece evli kadınların kocalarına konan cinsel ilişki yasağıdır. Dolayısı ile bu ayet, adetli veya lohusa olan kadının namaz kılamayacağının delili olamaz. Abdesti bozan şey, tuvalette yapılanlar olduğu için (Maide 5/6) adet ve lohusalık kanı abdesti de bozmaz. Elbiseye veya namaz kılınan yere bulaşan kanın namaza mani olacağının bir delili olmadığından böyle bir kadın, o kanın bulaştığı yeri temizlemeden namazını kılabilir. 

 

(Bakara 2/223 TEFSİR)
نِسَٓاؤُ۬كُمْ حَرْثٌ لَكُمْۖ فَأْتُوا حَرْثَكُمْ اَنّٰى شِئْتُمْۘ وَقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ مُلَاقُوهُۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Kadınlarınız sizin için bir ekim yeridir. Ekim yerinize istediğiniz şekilde yaklaşabilirsiniz,[1*] kendiniz için ön hazırlık yapın.[2*] Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve onun huzuruna varacağınızı bilin. Bunu inananlara müjdele.[3*]

[1*] Ekim yeri, ürün alınan yer yani döl yatağıdır. Kadının ürünü, doğuracağı çocuktur. Döl yatağından olmak şartıyla eşi onunla ilişkiye girilebilir.

[2*] Kadınlar, talep edilen konumdadır (Âl-i İmrân 3/14). Karı-koca ilişkileri ile ilgili ayetlerde emrin kocaya verilmesi (Bakara 2/187, Nisa 4/19), kocanın  karısını cinsel ilişkiyi talep eder hale getirmesi gerektiğini gösterir.  Bunu göremeyen erkekler, eşlerinin kendilerine soğuk davrandığından şikayet ederler.

[3*] Güncel Tevrat meallerine göre adetli ve lohusa kadın kirlidir, kanaması bitip üzerinden yedi gün geçmedikçe dokunduğu ve üstüne oturduğu her şey kirlenir. Ona veya onun dokunduğu şeylere dokunan da akşama kadar kirli kalır. O kadınla cinsel ilişki haramdır (Levililer 15/19-33). Bir üst ayetteki soru, bundan dolayı sorulmuş olmalıdır. Bu ayetler inince nebimiz şöyle demiştir: “Cinsel ilişki dışında her şeyi yapabilirsiniz.” (Müslim, Hayz, 16-302, Ebu Davud Tahâret, 258). Adet ve lohusalık, namaza ve oruca engel değildir. Çünkü yeme içme ve cinsel ilişki dışında orucu bozan bir şey yoktur (Bakara 2/187). Adet bunlardan hiçbirine girmez. Kur’an’ın namazla ilgili emirlerinde de kadın erkek ayrımı yoktur. Abdest, kişinin kendini rahat hissettiği bir yerde ön ve arka bölgeden çıkan; idrar, büyük abdest ve yellenme ile bir de cünüplükle bozulur (Maide 5/6). Adet veya lohusalığın bunlarla bir ilgisi yoktur. Adet ve lohusalık kanının abdesti bozduğunu gösteren bir ayet veya sahih bir hadis de yoktur. Adeti ve lohusalığı biten kadının yıkanmasına dair bir emir de bulunmamaktadır. Bu ayetin sonundaki ‘Allah tövbe edenleri sever, iyice temizlenenleri de sever’ ifadesi, hem erkek hem de kadına hitap ettiği için adet veya lohusalık döneminde karı-koca ilişkisi olmuşsa her ikisi de tövbe edip manevi yönden temizlenmelidirler. Dolayısıyla ayetin “temizlenenleri sever” bölümü de adetli kadının ibadet için adet kanından temiz olması gerektiğine delil getirilemez. Bir de öncesinde tövbeden bahsedildiği için buradaki temizliğin günahtan temizlenme olduğu açıktır. Ayrıca bu ayet, sadece evli olanlara hitap eder. Halbuki bekar ve dul kadınlar da adet görürler. 


(Bakara 2/224 TEFSİR)
وَلَا تَجْعَلُوا اللّٰهَ عُرْضَةً لِاَيْمَانِكُمْ اَنْ تَبَرُّوا وَتَتَّقُوا وَتُصْلِحُوا بَيْنَ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Yeminlerinizde Allah’ı, erdemli davranmanıza, yanlışlardan sakınmanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel yapmayın.[*] Allah daima dinleyen ve bilendir.

[*] Allah, yeminlere uymayı emretmiş ama yeminin erdemli davranmaya, yanlışlardan sakınmaya ve insanların arasını düzeltmeye engel kılınmasını yasaklamıştır (Nahl 16/91-94). Allah, Nebimizin yaptığı böyle bir yemini bozmasını emretmiştir (Tahrim 66/1-2). Nebimizin şöyle dediği rivayet edilir: “Günaha yemin edenin yemini, yemin değildir. Akraba ile ilişkiyi kesmeye yemin edenin yemini de yemin değildir.” (Ebû Dâvûd, Talak 7). “Bir konuda yemin eder, sonra başkasını hayırlı görürsen, yeminini boz, keffaretini ver ve hayırlı gördüğüne yönel.” (Buhârî, Eymân, 1). Yeminini bozan kişinin keffareti de Maide 5/89’da anlatılmıştır. 

 

 


(Bakara 2/225 TEFSİR)
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ
Allah, kasıtsız olarak ettiğiniz yeminlerden sizi sorumlu tutmaz; ama kalpten, kasıtlı olarak ettiğiniz yeminlerden sorumlu tutar.[*] Allah çok bağışlayan ve pek yumuşak davranandır.

[*] Maide 5/89, Nahl 16/91.

 

(Bakara 2/226 TEFSİR)
لِلَّذ۪ينَ يُؤْلُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ تَرَبُّصُ اَرْبَعَةِ اَشْهُرٍۚ فَاِنْ فَٓاؤُ۫ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İlâ yapan /karılarından uzak durmaya karar veren kocaların, dört ay bekleme hakkı vardır.[*] (Bu süre içinde eşlerine) dönerlerse Allah çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[*] Ayette geçen yu’lune (يُؤْلُونَ) kelimesi îlâ (إيلاء) kökünden olup, “tembellik etmek, çaba göstermek, direnmek, kararlılık göstermek, men etmek ve güç yetirmek” anlamlarına gelir (Lisanu’l-arap, alâ (ألا), Mu´cemü’l-iştikaki, alv (ألو). Araplar, erkeğin eşinden cinsel ilişkiyi kestiğini bildiren herhangi bir sözü için “îlâ yaptı” der ve onu yemin sayarlar (Zerkânî, Şerhu’l-müvetta,3/224). Bir gün Nebimiz, “Mariye’yi kendime haram kıldım” deyince Allah bu sözü yemin saydı ve şu ayeti indirdi: “Allah’ın sana helal kıldığını niçin kendine haram kılıyorsun. Allah, (bu tür) yeminlerinizi bozmayı size farz kılmıştır” (Tahrim 66/1-2) Bunun üzerine Nebimiz, yeminini bozdu ve Mariye ile evliliğini, eskisi gibi sürdürdü. (Nesâî, sünen, “kitabu Aşretü’n-nisâ, 4 (3959); Hakim, Müstedrek, 2/535 (3824); Dâre Kutnî, Sünen,4/41-42; İbn Kesir 8/158-159). Buradaki yemin, Allah’ın nikah ile helal kıldığı eşiyle ilişkiyi haram kılma yeminidir. Bu maksatla yapılan tüm yeminler îlâ sayılır (Ebu Şîbe, Müsennef, 18859-60). Bu yüzden Zihar da bir tür îlâdır. Îlâ veya Zihar yapmış olan, yemin keffareti ödeyerek eşine dönmelidir. Ancak zihar yapan, eşini annesi gibi sayarak çirkin ve yalan bir söz söylemiş olduğu için daha ağır bir keffaret ödemek zorundadır (Mücadele 58/2-3). Bu ayete göre, ilâ veya zihar yaparak eşinden ayrı kalmaya karar veren kişi, ondan ancak dört ay ayrı kalabilir. Süre bitene kadar eşine dönmezse talak gerçekleşir ve kadın, iddet beklemeye başlar (Bakara 2/228, Talak 65/4).


(Bakara 2/227 TEFSİR)
وَاِنْ عَزَمُوا الطَّلَاقَ فَاِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Ama boşamaya karar vermişlerse (iddet süreci başlar) Allah daima dinleyen ve bilendir.


(Bakara 2/228 TEFSİR)
وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحًاۜ وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
Boşanmış kadınlar[1*] kendi başlarına üç temizlik dönemi[2*] beklerler. Allah’a ve ahiret gününe inanmışlarsa Allah’ın, rahimlerinde yarattığını gizlemeleri[3*] onlara helâl değildir. Eğer kocaları[4*] arayı düzeltmek isterlerse bu süre içinde karılarına geri dönme hakları vardır.[5*] Marufa /Kur’ân’daki hükümlere göre kadınların erkekler üzerindeki hakkı, erkeklerin kadınlar üzerindeki hakkına denktir. Erkeklerin (boşama konusunda) onlara karşı bir derece farkları vardır.[6*] Allah daima üstün olan ve bütün kararları doğru olandır.

[1*] Bu ayeti, önceki âyet ile birlikte düşününce, dört aylık ilâ süresi bittiği halde kocası kendine dönmemiş kadınların da boşanmış sayılacağı açıkça görülür.

[2*] Bir erkek eşini ancak iddeti içinde boşayabilir. Bu süre içinde kadın evden çıkarılamayacağı için (Talak 65/1) ayetteki “kendi başına bekleme” ifadesi, eşiyle ilişkiye girmemesi anlamındadır. Adetli iken ilişkiye girmesi yasak olduğundan (Bakara 2/222) ayette geçen üç kur’, ifadesi üç temizlik dönemi dışında bir şey olmaz.

[3*] İddeti hesaplama görevi erkeğe verildiğinden (Talak 65/1) kadın, âdeti ile ilgili doğru bilgi vermezse günaha girer. “Rahimlerinde olan” ifadesiyle kast edilen, çocuk da olabilir. Yani bu durumdaki kadınlar hamile olduklarını da gizleyemezler. Onların iddeti doğum ile birlikte biter (Talak 65/4).

[4*] Ayette “kocalar” şeklinde tercüme edilen “buûl (بُعُول)” kelimesi, Nur 24/31’de de kadınların yanlarında ziynetlerini açabilecekleri kocalarını ifade etmek için kullanılır. Demek ki boşanmış kadın, iddeti boyunca da evli sayılır ve kocasının yanında açılabilir. Ancak erkek, boşanmaktan vazgeçip eşine dönmedikçe onunla cinsel ilişkiye giremez (Talak 65/1). 
 
[5*] Erkek iyi niyetli olmak şartıyla, iddet bitmeden eşine dönebilir. İlgili ayetler dikkatle düşünülürse talakın her safhasının şahitlerle tespitinin şart olduğu ortaya çıkar. Bunlardan ilki, boşamanın gerçekleştiği andır. Boşamanın şahitlerle tespiti halinde Müslümanlar durumdan haberdar olup arayı düzeltmek için harekete geçerler; yoksa bu görevi yerine getirmeleri zorlaşır. Erkeğin iddet içinde eşine dönmesi arayı düzeltme şartına bağlandığından, bu konuda erkeğin niyetinin sorgulanmasına ve durumun tespitine ihtiyaç olur. Kötü niyetli olduğu anlaşılırsa dönmesine imkân verilmez. Onun için bu safhanın da şahitlerle tespiti gerekir. Süre sonunda dönme de iyi niyet şartına bağlanmıştır (Bakara 2/231). Bu da ancak şahitlerle tespit edilebilir. Demek ki talakın her safhasının şahitlerle tespiti şarttır (Talak 65/2-3).
 
[6*] Erkeğin bir derece farkı, boşama kararını tek başına uygulamaya geçirmesidir. Ama kadının boşanma kararının uygulamaya geçmesi için hakemlerin devreye girmesi gerekir (Nisa 4/19-21, 35). Bu sebeple erkeğin boşanmasına, evlilik düğümünü çözme anlamına gelen talak, kadının boşamasına da fidye vererek kendini kurtarma anlamına gelen iftida denir (Bakara 2/229). 

 


(Bakara 2/229 TEFSİR)
اَلطَّلَاقُ مَرَّتَانِۖ فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْر۪يحٌ بِاِحْسَانٍۜ وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَأْخُذُوا مِمَّٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ شَيْـًٔا اِلَّٓا اَنْ يَخَافَٓا اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۙ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا ف۪يمَا افْتَدَتْ بِه۪ۜ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَعْتَدُوهَاۚ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
O talak (geri dönülebilir talak)[1*] iki defa olur. Her birinden sonra kadını ya marufa /Kur’an’daki hükümlere göre tutmak ya da güzellikle bırakmak gerekir. (Ey kocalar!) Karılarınıza verdiklerinizden bir şey almanız size helâl değildir.[2*] Bunun tek istisnası, karı kocanın Allah’ın koyduğu sınırları koruyamamaktan korkmalarıdır. (Ey müminler!) Karı-kocanın, Allah’ın koyduğu sınırları koruyamayacaklarından siz de korkarsanız kadının (boşanmak için kocasına) fidye[3*] vermesinde her ikisi için de günah yoktur.[4*] Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, onları aşmayın.[5*] Her kim Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa işte onlar yanlış yapan kimselerdir.

[1*] “Geri dönülebilir talak” diye anlam verdiğimiz  et-talak (الطلاق) taki elif-lam takısı ahd içindir yani bilinen talakı gösterir. Bu da Talak suresinde anlatılan talak biçimidir (Talak 65/1-7).

[2*]  Eşini boşayan bir koca, eşine verdiği mehir ve hediyeleri geri isteyemez (Nisa 4/19-21).

[3*]  Fidye, kişinin sıkıntıdan korunmak için ödediği bedeldir (Müfredat). Buradaki fidye, kocasından boşanmak isteyen kadının, ondan aldıklarının tamamı veya bir kısmıdır.

[4*] Kadın ayrılmak isterse, biri kadının ailesinden diğeri erkeğin ailesinden olmak üzere iki hakem görevlendirilir (Nisa 4/35). Karı-koca anlaşamazsa kadın, eşinden aldığı mehir ve hediyeleri geri verir ve kendi hür kararıyla eşinden ayrılır. Erkeğin, eşini iftidaya zorlamak için baskı yaptığı tespit edilirse kadın, küçük bir şey verip ayrılabilir. Ancak Nisâ 20 ve 21. âyetlere göre böyle bir kocanın, o küçük şeyi almaya bile hakkı yoktur.

[5*] “Allah’ın koyduğu sınırlar” ifadesi; bu ve bir sonraki ayet ile Talak 65/1’de boşanma, bunların dışında da oruç (Bakara 2/187), miras (Nisa 4/13-14), zıhar (Mücadele 58/3-5) konuları ile ilgili olarak geçer. Bir müslümanın, hayatını kendi arzularına veya başkalarının isteklerine göre değil, Allah’ın koyduğu hükümlere göre yaşaması gerekir (En’am 6/57, Yusuf 12/40). Aksi takdirde Allah’ın emirlerine uymayanlar yoldan çıkmış (Ahzab 33/36) ve ilahi cezayı hak etmiş olur; çünkü Allah’ın hükümlerine uymayanlar kafir (Maide 5/44), zalim (Maide 5/45) ve fasık (Maide 5/47) olarak nitelendirilmişlerdir. 


(Bakara 2/230 TEFSİR)
فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتّٰى تَنْكِحَ زَوْجًا غَيْرَهُۜ فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يَتَرَاجَعَٓا اِنْ ظَنَّٓا اَنْ يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ يُبَيِّنُهَا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Erkek karısını tekrar (üçüncü defa) boşarsa kadın bir başka eşle evleninceye kadar ona helal olmaz.[1*] O eşi de onu boşarsa o zaman Allah’ın koyduğu sınırlarda duracakları kanaatine varırlarsa tekrar birbirlerine dönmelerinde bir günah olmaz. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Allah bunları, bilen bir toplum için açıklamaktadır.[2*]

[1*] Erkek üçüncü ve son boşama hakkını da kullanmış olur.

[2*] Kur’an’ı Allah açıklamış (Hûd 11/1-2) ve açıklamayı bir ilme göre yapmıştır (A’râf 7/52). O ilmin bütün ayrıntılarını Kur’an’a yerleştirmiştir. Allah’ın yaptığı açıklamaya ancak bu ilmi bilenlerden oluşan bir topluluk ulaşabilir (Fussilet 41/3 Âl-i İmran 3/7).

 

(Bakara 2/231 TEFSİR)
وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍۖ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَارًا لِتَعْتَدُواۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ وَلَا تَتَّخِذُٓوا اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُوًاۘ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَمَٓا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟
Kadınlarınızı boşadığınızda bekleme sürelerinin sonuna varırlarsa onları ya marufa /Kur’an hükümlerine göre tutun ya da marufa göre bırakın.[1*] Haklarına girip onlara zarar vermek için onları (nikahınızda) tutmayın.[2*] Şurası kesin ki bunu yapan yanlışı, kesinlikle kendine yapmış olur. Allah’ın ayetlerini hafife almayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini daima aklınızda tutun. O, indirdiği kitap ve (ondan çıkarılan) hikmet ile size öğüt vermektedir.[3*] Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Bilin ki her şeyi bilen Allah’tır.

[1*] Talak 65/2.

[2*] Birlikte olmayı istemediğiniz halde, serbest kalmalarını engellemek ya da mallarına konmak için nikahınızda tutmayın (Nisa 4/19). 

[3*] Bu ayette Kitap ve Hikmet sözcüklerinin ikisine işaret eden zamir tesniye /ikil değil, müfred /tekil yapıdadır. Bu zamir (وَمَآ أَنزَلَ) ifadesindeki ma ismi mevsulune gittiği için tekil olarak gelmekte ve hem kitabı hem de hikmeti içermektedir. Bu da Kitap ile Hikmet’in birbirinden ayrı olmadığını gösterir.

 

(Bakara 2/232 TEFSİR)
وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ اِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ ذٰلِكَ يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكُمْ اَزْكٰى لَكُمْ وَاَطْهَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Kadınlarınızı boşadığınızda bekleme sürelerinin sonuna varırlarsa koca adaylarıyla[1*] marufa uygun olarak anlaştıkları takdirde evlenmelerine engel olmayın![2*] Bu, içinizden Allah'a ve ahiret gününe inananlara verilen öğüttür. Sizi daha geliştirecek ve daha da arındıracak olan budur. Bunları Allah bilir ama siz bilemezsiniz.

[1*] Kadın kocasıyla zaten evli olacağı için ayetteki “eşleri” ifadesi mecazdır, “koca adayları” anlamındadır.

[2*] Kadın eşini kendi seçer. Hem bu ayette hem de Bakara 2/230, ayette geçen nikah fillerinin faili kadındır. Yaptığı seçim sadece marufa yani Kur’an’a uygunluk açısından denetlenir.


(Bakara 2/233 TEFSİR)
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ فَاِنْ اَرَادَا فِصَالًا عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاۜ وَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Anneler çocuklarını tam iki (kamerî)[1*] yıl emzirirler.[2*] Bu, emzirmeyi tamamlamak isteyen içindir. Annelerin yiyeceğini ve giyeceğini marufa uygun olarak karşılamak babaların görevidir. Kimseye gücünün üstünde yük yüklenmez.[3*] Çocuğu yüzünden ne anne zarara sokulur ne de baba. Mirasçının[4*] sorumluluğu da aynıdır. Anne ve baba, birbirlerine danışıp anlaşarak çocuğu sütten kesmek isterlerse ikisi için de günah olmaz.[5*] Çocuklarınıza sütanne tutmak isterseniz ücretini marufa uygun olarak ödedikten sonra bunun da size bir günahı olmaz. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Bilin ki Allah, yaptığınız her şeyi daima görür.

[1*] Allah katında yıl hesabı, kameri aylara göredir Tevbe 9/36.

[2*] Lokman 31/14, Ahkaf 46/15.

[3*] Bu ayet boşanmış annenin çocuğunu emzirmesi konusunu da düzenlemektedir Talak 65/6-7.

[4*] Baba vefat etmişse emziren annenin masraflarını, babanın mirasçıları karşılar Bakara 2/240.

[5*] Eşlerin karşılıklı anlaşmalarıyla iki yıl dolmadan, çocuk sütten kesilebilir.

 

 


(Bakara 2/234 TEFSİR)
وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْرًاۚ فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
İçinizden vefat eden kocaların geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına /evlenmeden dört ay on gün beklerler.[1*] Sürelerinin sonuna vardıklarında kendileri hakkında marufa uygun olarak yaptıkları şeyin size bir günahı olmaz.[2*] Allah, yaptığınız her şeyin iç yüzünden haberdardır.

[1*] Buradaki bekleme süresi, kadının evlenmesi ile ilgilidir. Yoksa kadının evden dışarı çıkıp çıkmamasıyla ilgili değildir (Bakara 2/240).

[2*] Kocası ölen kadın, iddeti bitince istediği kişiyle evlenebilir. Evliliği sadece Kur’an’a uygunluk açısından denetlenir.  

 

(Bakara 2/235 TEFSİR)
وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا عَرَّضْتُمْ بِه۪ مِنْ خِطْبَةِ النِّسَٓاءِ اَوْ اَكْنَنْتُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْۜ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ وَلٰكِنْ لَا تُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا اِلَّٓا اَنْ تَقُولُوا قَوْلًا مَعْرُوفًاۜ وَلَا تَعْزِمُوا عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتّٰى يَبْلُغَ الْكِتَابُ اَجَلَهُۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَل۪يمٌ۟
(İddet beklemekte olan) kadınlara üstü kapalı evlenme teklifi yapmanız veya niyetinizi içinizde saklamanız günah değildir. Allah bunu onlara açacağınızı biliyor; ama siz (şimdiden) birbirinize gizlice söz vermeyin. Sadece marufa uygun konuşmalar yapabilirsiniz. Belirlenmiş bekleme süresi sona erinceye kadar,[1*] nikah akdi yapma kararı almayın. Bilin ki Allah içinizde olanı bilir.[2*] Öyleyse O’na karşı dikkatli davranın. Bilin ki Allah çok bağışlar, pek yumuşak davranır.

[1*] Bakara 2/234.

[2*] Âl-i İmran 3/29, En’am 6/3, Nahl 16/19, Hac 22/70, Ahzab 33/54, Mücadele 58/7, Teğabün 64/4, Mülk 67/13-14.

 

(Bakara 2/236 TEFSİR)
لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ اَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَر۪يضَةًۚ وَمَتِّعُوهُنَّۚ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُۚ مَتَاعًا بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ
Henüz mehirlerini kesinleştirmediğiniz[1*] kadınları, el sürmeden boşarsanız size bir günahı olmaz. Onlara; imkânı olan gücü ölçüsünde, darlık içinde olan da gücü ölçüsünde marufa uygun bir ödeme yapsın.[2*] Bu, güzel davrananların boynuna borçtur.[3*]

[1*] Mehir, evlenen erkeğin eşine vermek zorunda olduğu maldır. Miktarını eşler, karşılıklı anlaşma ile belirlerler (Nisa 4/4, 20-21, 24). Ayetteki “ev tefridû (أَوْ تَفْرِضُوا۟)” ifadesinin başındaki “ev (أَوْ)” edatına “veya” anlamı yerine “henüz” anlamı vermemiz, burada “ilâ en (إلى أن)” anlamında olması sebebiyledir (Muhyiddin Derviş, İ’rab’ul Kur’an). Bir sonraki ayette kendilerine el sürülmemiş ama mehri belirlenmiş kadınlardan bahsedildiği için bu ayet, kendilerine el sürülmemiş ve mehirleri belirlenmemiş kadınların durumunu anlatır.

[2*] Bakara 2/237’de kesinleşmiş mehrin yarısının verilmesi emredildiğine göre, “marufa uygun” yararlandırma, erkeğin imkânları dikkate alınarak belirlenen mehrin yarısı olur. Çünkü Allah, kimseye gücünün üstünde yük yüklemez (Bakara 2/233).

[3*] Bakara 2/241, Ahzab 33/49.

 

(Bakara 2/237 TEFSİR)
وَاِنْ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَر۪يضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ اِلَّٓا اَنْ يَعْفُونَ اَوْ يَعْفُوَا الَّذ۪ي بِيَدِه۪ عُقْدَةُ النِّكَاحِۜ وَاَنْ تَعْفُٓوا اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۜ وَلَا تَنْسَوُا الْفَضْلَ بَيْنَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Mehirlerini kesinleştirdiğiniz kadınları, el sürmeden önce[1*] boşarsanız kesinleştirdiğiniz mehrin yarısını vermeniz gerekir. Kadınlar veya nikâh düğümü elinde olan kişi /koca,[2*] hakkından vazgeçerse başka. (Ey erkekler!) Sizin vazgeçmeniz[3*] yanlışlardan sakınma açısından daha uygundur. Aranızdaki farkı[4*] unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı daima görür.

[1*] Kadınlara el sürülmüş sayılması için cinsel ilişki şart değildir. İlişkiye imkan veren bir alanda kocasıyla baş başa kalmış olması yeterlidir (Nisa 4/20-21). Buna fıkıhta halvet-i sahiha denir. Kendilerine dokunulmadan boşanan kadınların iddet beklemesi gerekmez (Ahzab 33/49). 

[2*] Erkeğin boşamasına talak denir. Talak sözlükte düğümü çözmektir. Bu yüzden nikâh düğümü erkeğin elindedir. Kadının da boşanma hakkı vardır. O bu hakkını, araya hakemlerin girmesinden sonra eşinden aldığı şeylerin tamamını veya bir kısmını vererek gerçekleştirebileceği için ona iftida denir (Bakara 2/229). Kadın bu iftida hakkını hakemlerin araya girmesinden sonra kullanabildiğinden, nikah düğümü onun elinde sayılmaz.

[3*] Bu ifadeyle kastedilen, mehrin yarısını alma hakkı bulunan erkeğin bu hakkından vazgeçip tamamını eşine bırakmasıdır.

[4*] Erkekler kadınları koruyup kollamakla görevli olduklarından bu davranış onlar için daha iyi olur (Nisa 4/34).

 

(Bakara 2/238)
حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلٰوةِ الْوُسْطٰى وَقُومُوا لِلّٰهِ قَانِت۪ينَ
Namazlara ve en orta namaza[*] özen gösterin ve Allah’a içten boyun eğerek dik durun.

[*] “Namazlar” diye anlam verdiğimiz kelime ‘salavât’tır. Arapçada çoğul, en az üçü gösterir. “Namazlar” ifadesinin arkasından “ve en orta namaz” sözünün gelmesi, namaz sayısını en az dörde çıkarır. Ancak dördün ortası yoktur. Üçten sonra ortası olan ilk rakam beş olduğu için bu ayet, namazın beş vakit olmasını zorunlu kılar. Bu durumda her namaz orta namaz olabilir. Çünkü her birinin öncesinde ve sonrasında 2 namaz bulunur. Mesela sabah namazı akşam ve yatsı ile öğle ve ikindi namazlarının ortasında yer alır. Ancak ayette, “orta” değil “en orta” anlamına gelen “el-vustâ (الْوُسْطَىٰ)" kelimesi kullanılmıştır. Bu durumda “en orta namaz” sadece akşam namazı olabilir. Zira akşam namazı her yönden orta olma özelliğine sahiptir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

a- Gün; gündüz ve geceden oluşur. Önce gündüz, sonra gece gelir (Yasin 36/40). Günü ikiye bölen şey, akşam vaktinin girmesidir. Bu yüzden bu vakitte kılınan namaz, vakit açısından "orta namaz" olur.
b- Gün güneşin doğması ile başladığından günün ilk namazı öğlen namazıdır (İsrâ 17/78, Hud 11/114). Bu sebeple akşam namazının öncesinde gündüz kılınan öğle ve ikindi, sonrasında da gece kılınan yatsı ve sabah namazları vardır. Bu bakımdan da akşam namazı tam ortada yer alır. 
c- Akşam namazı üç rekât kılınan tek namazdır. Üçün ortası olduğu halde iki ve dört rekat olarak kılınan diğer namazların ortası yoktur. 
Ayette geçen “namazlar” ifadesinden sonra “en orta namaz”a dikkat çekilmesi, namazlara özen göstermenin yanı sıra akşam namazının rekat sayısının değişmemesi gerektiğini de gösterir. Bu sebeple yolculukta, öğle, ikindi ve yatsı namazlarının rekat sayısı ikiye indiği halde akşam namazı üç rekat olmaya devam eder. Sabah namazının iki rekattan bir rekata düşmemesinin sebebi ise tek rekatlık namazın sadece yolculukta düşmanın saldırma korkusunun ortaya çıkması durumunda kılınabilmesinden dolayıdır (Nisa 4/101-103)

(Bakara 2/239 TEFSİR)
فَاِنْ خِفْتُمْ فَرِجَالًا اَوْ رُكْبَانًاۚ فَاِذَٓا اَمِنْتُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَمَا عَلَّمَكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ
Eğer korkarsanız[1*] (namazı) yürüyerek yahut binekte iken kılın. Güvene kavuşunca da bilmediğiniz şeyi /namazın nasıl kılınacağını size öğrettiği gibi[2*] Allah’ı zikredin /namazı kılın.[3*]

[1*] Buradaki korku, namazı vaktinde kılamama korkusudur. Çünkü hiçbir namaz, vaktinin dışında kılınamaz (Nisa 4/103) Kişi, içinde bulunduğu şartlardan dolayı namazı, rükünlerine riayet ederek vaktinde kılamamaktan korkarsa onu, yürüyerek veya binili olarak kılabilir. Nisa 4/101- 102. ayetlerde ise yolculukta düşman korkusunun ortama çıkması halinde namazın rekat sayısının azaltılabileceği  anlatılmıştır.  

[2*] Nisa 4/103.

[3*] Namaz, Allah’ı zikir için yani onun öğrettiği bilgileri kafaya yerleştirmek için kılınır (Taha 20/14).
 

(Bakara 2/240 TEFSİR)
وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًاۚ وَصِيَّةً لِاَزْوَاجِهِمْ مَتَاعًا اِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ اِخْرَاجٍۚ فَاِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪ي مَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
İçinizden vefat eden kocaların geride bıraktıkları eşleriyle ilgili olarak size yüklenen görev, onları (oturdukları evlerden) çıkarmadan, bir yıla kadar geçimlerini sağlamaktır.[*] Eğer onlar çıkarlarsa kendileri hakkında yaptıkları marufa uygun şeylerden dolayı size bir günah olmaz. Allah daima üstün ve bütün kararları doğru olandır.

[*] Ayette geçen “vasiyyet (وَصِيَّة)” kelimesi, birine yüklenen belli bir görev anlamındadır (Lisân). Ölmüş kişi bir vasiyette bulunamayacağından buradaki vasiyet, Nisa 4/11 ve 12. ayetlerde olduğu gibi Allah’ın mirasçılara yüklediği görevdir. Eşi ölmüş bir kadın, kendini açıkta kalmış gibi hissedeceği için evinden çıkarılmadan bir yıl süre ile geçindirilmesi onu, biraz rahatlatır (Nisa 4/8). Bu ayetin, Bakara 2/234. ayet ile nesh edildiği iddia edilir. Halbuki Bakara 2/234’te sadece kadının yeni bir evlilik yapabilmesi için beklemesi gereken süre anlatılır. Burada ise ölenin mirasçılarına yüklenen görevden söz edilir. Hem görev yüklenen kişilerin hem de yüklenen görevlerin farklı olması sebebiyle bu iki ayet arasında bir nesih ilişkisi olamaz.

 

(Bakara 2/241 TEFSİR)
وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِۜ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَ
Kocaları tarafından boşanma süreci başlatılmış kadınların da marufa göre geçindirilme hakları[*] vardır. Bu, yanlışlardan sakınanların boynuna borçtur.

[*] Boşanmış kadınların kocaları tarafından geçindirilme hakkı, iddet süresinin sonunda biter (Talak 65/1, 6-7).

 

(Bakara 2/242 TEFSİR)
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ۟
Allah size ayetlerini böyle açıklar; umulur ki doğru bağlantı kurarsınız.[*]

[*] Nûr 24/18.


(Bakara 2/243)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ اُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِۖ فَقَالَ لَهُمُ اللّٰهُ مُوتُوا ثُمَّ اَحْيَاهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
Ölüm korkusuyla yurtlarından çıkmış binlerce kişiyi gözünde canlandırmaz mısın? Allah onlara: “Ölün!” demiş sonra onları tekrar diriltmişti.[1*] Allah insanlara karşı, kesinlikle çok lütufkardır ama insanların çoğu görevini yerine getirmez.[2*]

[1*] Allah’ın öldürdükten sonra dirilttiği kişi, geçen süreyi göz açıp kapama gibi hisseder (Nahl 16/77). Çünkü ölüm uyku gibidir (Zümer 39/42). Bu ayette sözü edilenler, düşman korkusundan ülkelerini terk etmiş olabilirler. Allah onları öldürüp yeniden diriltince hepsi kendini, tatlı bir uykudan uyanmış gibi hissedeceğinden bu, onlar için büyük bir lütuf olur. Düşman tehlikesinin geçtiğini de öğrenince mutlu bir şekilde ülkelerine dönerler. 

[2*] Neml 27/73.


(Bakara 2/244)
وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Siz Allah yolunda savaşın.[*] Bilin ki Allah, daima dinleyen ve bilendir.

[*] Bakara 2/190, 216.

 

(Bakara 2/245)
مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُٓ اَضْعَافًا كَث۪يرَةًۜ وَاللّٰهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُۣطُۖ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Kim Allah’a güzel bir ödünç verirse[*] Allah da ona kat kat fazlasını verir. Allah daraltır da genişletir de. (Sonunda) onun huzuruna çıkarılacaksınız.

[*] “Ödünç” anlamına gelen kard (قرض) kelimesinin mastar anlamı “kesmek”tir. Allah’a verilen güzel ödünç de kişinin Allah rızası için kendi malından ayırıp verdiği yani infak ettiği şeydir. Bir önceki ayette savaştan söz edildiği için savaşa hazırlık amacıyla yapılan harcamalar da bu kapsama girer (Enfal 8/60). Allah, karşılık beklemeksizin kendi yolunda yapılan harcamaları kendisine verilen borç olarak kabul eder ve karşılığını ona kat kat fazlasıyla verir (Bakara 2/261, Hadid 57/11, 18, Teğabun 64/17, Müzzemmil 73/20). Karz-ı hasen yani “güzel ödünç” faizsiz borç anlamında da kullanılır. Çünkü faizsiz borç verme işlemi, Allah rızası için faizden vazgeçmektir. Allah bunun karşılığı kat kat verir. 


(Bakara 2/246 TEFSİR)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الْمَلَاِ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰىۢ اِذْ قَالُوا لِنَبِيٍّ لَهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكًا نُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ اِنْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ اَلَّا تُقَاتِلُواۜ قَالُوا وَمَا لَنَٓا اَلَّا نُقَاتِلَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَقَدْ اُخْرِجْنَا مِنْ دِيَارِنَا وَاَبْنَٓائِنَاۜ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْا اِلَّا قَل۪يلًا مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
Musa’dan sonra, İsrailoğullarının önde gelenlerini gözünde canlandırmaz mısın? Bir gün nebilerine:[1*] “Bize bir kral görevlendir de Allah yolunda savaşalım!” demişlerdi. O da: “Ya savaş emredilir de savaşmazsanız?” dedi. Onlar: “Hem yurtlarımızdan hem çocuklarımızdan ayrı düşürülmüşken ne diye Allah yolunda savaşmayalım!” dediler. Ne zaman ki savaş onlara farz kılındı, pek azı dışında hepsi vazgeçti.[2*] Allah o zalimleri iyi bilir.

[1*] Tevrat’ta, burada sözü geçen nebinin Samuel, kral olarak atanan kişinin de Saul olduğu ifade edilir. (Bkz 1. Samuel 9:15-17 ve 1.Samuel 8-9 babları).

[2*] Nisa 4/75, Tevbe 9/38-39.


(Bakara 2/247 TEFSİR)
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اللّٰهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًاۜ قَالُٓوا اَنّٰى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ اَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنَ الْمَالِۜ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِۜ وَاللّٰهُ يُؤْت۪ي مُلْكَهُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Nebileri onlara “Allah, size kral olarak Tâlût’u görevlendirdi” dedi. Onlar da: “O bize nasıl kral olabilir! Krallık ondan çok bizim hakkımızdır. Ona fazla bir mal verilmiş de değil!” dediler.[1*] Nebileri ise şöyle dedi: “Onu başınıza Allah seçti. Ona, bilgi ve vücut bakımından üstünlük de verdi. Allah yetkiyi, tercih ettiğine verir.[2*] Allah, imkânları geniş olan ve daima bilendir.”

[1*] Tevrat / 1. Samuel 10/27.

[2*] Âl-i İmran 3/26.

 

(Bakara 2/248 TEFSİR)
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ اَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ اٰلُ مُوسٰى وَاٰلُ هٰرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ۟
Nebileri onlara dedi ki: “Ona krallık verildiğinin belgesi, size o sandığın[1*] gelmesidir. İçinde Rabbinizden sizi rahatlatacak bir şey, bir de Musa ve Harun ailelerinin bıraktığı hatıralar[2*] olacak ve onu melekler taşıyacaktır. Eğer inanıyorsanız bunda sizin için gerçek bir ayet /gösterge vardır.”

[1*] O sandık, on emrin yazılı olduğu levhaların (A’raf 7/145, 150, 154) muhafaza edildiği Ahid Sandığıdır. Bu sandık ile ilgili olarak Tevrat’ta Allah’ın Musa aleyhisselama verdiği şu emirler yer alır: “Akasya ağacından bir sandık yapsınlar. Boyu iki buçuk, eni ve yüksekliği birer buçuk arşın olsun.  İçini de dışını da saf altınla kapla. Çevresine altın pervaz yap.  Dört altın halka döküp dört ayağına tak. İkisi bir yanda, ikisi öbür yanda olacak. Akasya ağacından sırıklar yapıp altınla kapla. Sandığın taşınması için sırıkları yanlardaki halkalara geçir. Sırıklar sandığın halkalarında kalacak, çıkarılmayacak. Antlaşmanın taş levhalarını sana vereceğim. Onları sandığın içine koy.” (Tevrat, Mısır’dan Çıkış 25:10-16). 

[2*] Sandığın içinde ne olduğu Tevratta, İbraniler 9:3-4 bölümünde anlatılmaktadır. 
 

 


(Bakara 2/249 TEFSİR)
فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلًا مِنْهُمْۜ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
Tâlût askerleriyle birlikte ayrılınca dedi ki: “Allah sizi bir ırmakla yıpratıcı bir imtihandan geçirecektir. Kim o ırmaktan içerse benden değildir, kim de yiyeceğine bile katmazsa bendendir; ama eliyle bir avuç alan alabilir.”[1*] Sonra pek azı dışında hepsi ondan içtiler. O ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçtiklerinde şöyle dediler: “Bugün Câlût’a ve askerlerine karşı koymaya gücümüz yok.” Allah’la yüzleşeceklerini düşünenler ise şöyle dediler: “Nice küçük birlikler, Allah’ın izniyle, büyük birliklere üstün gelmiştir. Allah sabredenlerle /duruşunu bozmayanlarla beraberdir.”[2*]

[1*] Bir komutan Allah adına konuşamayacağı için söylediği bu sözlerin, Allah tarafından  beraberlerindeki Nebi’ye yapılan vahiy olması gerekir. 

[2*] Âl-i İmran 3/173, Enfal 8/19, 46.


(Bakara 2/250 TEFSİR)
وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ قَالُوا رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَۜ
Câlût ve ordusunun karşısına çıktıklarında şöyle dua ettiler: “Rabbimiz! Sabrımızı /direnme gücümüzü artırdıkça artır! Ayaklarımızı sabit kıl! Kâfirler toplumuna karşı bize yardım et!”[*]

[*] Âl-i İmran 3/146-147.


(Bakara 2/251 TEFSİR)
فَهَزَمُوهُمْ بِاِذْنِ اللّٰهِۙ وَقَتَلَ دَاوُ۫دُ جَالُوتَ وَاٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَٓاءُۜ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
Sonra Allah’ın izniyle onları yenilgiye uğrattılar. Davut, Câlût’u öldürdü.[1*] Allah ona krallık ve hikmet verdi, gerekli gördüğü her şeyi öğretti.[2*] Allah insanların bir kısmıyla diğerlerini engellemezse kesinlikle yeryüzünde düzen bozulur.[3*] Fakat Allah, bütün varlıklara karşı lütufkardır.

[1*] Bu olaylar, Tevrat’ın 1. Samuel kitabında anlatılır. Tâlût'un ismi “Saul”, Câlût'unki ise “Golyat” şeklinde geçmektedir. Samuel aleyhisselam nebi iken Allah’ın emriyle Tâlût'u İsraililerin kralı olarak atadı (1.Samuel 9-16 babları ve 1.Samuel 17:8-11 pasajları). Tâlût ve Câlût'un orduları karşı karşıya geldiğinde Dâvûd aleyhisselam, Câlût'un meydan okumasına cevap verip onu öldürmüş, Tâlût da bundan dolayı  Dâvûd'a orduda yüksek rütbe vermiştir (1.Samuel 18:5). Sonrasında da Dâvûd'a krallık (2. Samuel 5:1-4) ve nebilik verilmiştir.

[2*] Sâd 38/17-20.

[3*] Hac 22/40.


(Bakara 2/252 TEFSİR)
تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَاِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
Bunlar Allah’ın ayetleridir. Bunları sana tüm gerçekleri içerecek şekilde sıralıyoruz.[1*] Sen kesinlikle onun elçilerindensin.[2*]

[1*] Âl- İmran 3/108.

[2*] Yasin 36/3.

 

(Bakara 2/253 TEFSİR)
تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍۜ وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلٰكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ۟
İşte elçilerimiz! Onlardan kimini kimine üstün kıldık.[1*] Allah kimiyle konuştu, kimini birkaç basamak yükseltti.[2*] Meryem’in oğlu İsa’ya da açık belgeler verdik ve onu Kutsal Ruh ile destekledik.[3*] Allah, tercihi (insanlara bırakmayıp) kendi yapsaydı sonrakiler o açık belgeler geldikten sonra birbirleriyle savaşamazlardı. Ama ihtilafa düştüler; kimi inanıp güvendi, kimi de kâfir oldu. Evet, tercihi Allah yapsaydı birbirleriyle savaşamazlardı ama Allah dilediğini yapar.[4*]

[1*] Allah, nebilerinden kimini kimine üstün kılmış (İsra 17/55) ama müminlere, bir ayrım yapmadan, bütün nebilere inanma görevi yüklemiştir. (Bakara 2/136, 285; Âl-i İmran 3/84).
 
 

[4*] Burada Allah’ın iradesi ile meşieti arasındaki fark gösterilmiştir. Allah’ın iradesi, bir şeyin olmasını istemesi, meşieti ise iradesinin arkasından “ol” emrini vererek o şeyi oluşturmasıdır (Yasin 36/82). “Ol” emrini vermemişse iradesi gerçekleşmeyebilir (Nisa 4/26-27). Allah insanları imtihan için yarattığından Allah’ın imtihanla ilgili konulardaki iradesi, kulun da o şeyi irade edip yapması ile meşiete dönüşür ve oluşum gerçekleşir(Tekvîr 81/26-29).

 

 


(Bakara 2/254 TEFSİR)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌۜ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Ey inanıp güvenenler! Alışverişin, dostluğun ve şefaatin[1*] olmayacağı gün gelmeden önce size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin /hayra harcayın.[2*] Kafirler, zalimlerin /yanlışlar içinde olanların ta kendileridir.

[1*] Şefaat, birine yardımcı olmak veya birinden bir şey istemek için onunla bir araya gelmektir. Daha çok saygın ve üst derecede olan birinin, alt derecede olan birini yanına alması anlamında kullanılır. İyi veya kötü bir işte bir başkasıyla yardımlaşmak da şefaat sayılır (Müfredat). Dünyada insanlar birbirlerine şefaat edebilir yani yardım edip destek olabilirler (Nisa 4/85). Ama mahşer günü, nebiler dahil kimse kimseye şefaat edemez (Bakara 2/48, 123, En’âm 6/51, Secde 32/4, İnfitar 82/17-19). 

[2*] İbrahim 14/31, Münafikun 63/10.


(Bakara 2/255 TEFSİR)
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ
Allah, kendisinden başka ilah olmayandır. Daima diridir, her şey gözetimi altındadır.[1*] Onu ne uyuklama ne de uyku tutar. Göklerde ve yerde olan her şey onundur. Ondan izinsiz, onun katında kim birine şefaat edebilir![2*] O, onların önlerinde olanı da arkalarında kalanı da bilir. Ama onlardan hiçbiri, onun bilgisinden onun gerekli gördüğü kadarı dışında bir şey kavrayamaz. Hâkimiyeti, gökleri de kapsar yeri de. Bu ikisini korumak ona zor gelmez.[3*] O yücedir, büyüktür.

[1*] Âl-i İmran 3/2, Nisa 4/87, Taha 20/8, Neml 27/26, Kasas 28/70, Mü’min 40/65, Rahman 55/29, Haşr 59/22-24, Teğabün 64/13.

[2*] Cennete gitmiş biri, bilerek işlediği şirk günahı ile değil de (Bakara 2/22) diğer günahlarından dolayı cehenneme girip cezasını çekmiş bir yakınına, Allah’ın onayıyla şefaat edebilir yani onu yanına alabilir (A’raf 7/46-49, Meryem 19/86-87, Tur 52/21). Çünkü Allah’ın onayı olmadan şefaat olmaz (Taha 20/109, Sebe 34/23).  
 

 


(Bakara 2/256 TEFSİR)
لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Bu dinde hiçbir zorlama olamaz;[1*] doğrular, yanlış kurgulardan kesin olarak ayrılıp ortaya çıkmıştır. Artık kim tağutları[2*] /haddini aşanları tanımaz da Allah'a inanıp güvenirse en sağlam kulpa yapışmış olur. Allah daima dinleyen ve bilendir.

[1*] İmanın temeli kalp ile tasdiktir. Orası insanın en hür olduğu yerdir. Bu sebeple hiç kimse bir inancı kabule zorlanamaz (En’am 6/35, Yunus 10/99, Kaf 50/45, Ğaşiye 88/21-26). Kalpten yapılmayan niyet geçersiz olduğundan, zorla ibadet de olmaz (Nahl 16/106).

[2*] Tağut, haddini aşmakta ileri giden insan ve cin şeytanlarıdır. Bunlar, yoldan çıkmakla kalmaz ayetleri ya yok sayarak ya da anlamlarını bozarak başkalarının da haddini aşmasına ve yoldan çıkmasına sebep olurlar (Bakara 2/257; Nisa 4/51, 60, 76; Maide 5/60; Nahl 16/36; Zümer 39/17).


(Bakara 2/257 TEFSİR)
اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
Allah, inanıp güvenenlerin velisi /en yakınıdır.[1*] Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlik edenlerin velileri /en yakınları ise tağutlardır;[2*] onlar da aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. Onlar o ateşin ahalisidir, orada ölümsüz olarak kalacaklardır.

[1*] Aralarına başka bir şey girmeyecek şekilde birbirine yakın olan iki kişi veya şeyden her birine veli denir. Buradan hareketle akrabalık, dostluk, yardım ve inanç bakımından doğan yakınlık da mecazen bu kelimeyle ifade edilir (Müfredât). İnsana sinir uçlarından daha yakın olan Allah, onun velisi ve en yakınıdır (Kaf 50/16). Ayetler gayet açık olduğu halde tasavvufta bir velayet makamı oluşturulur, o makama veli veya evliya diye nitelenen kişiler yerleştirilerek onlar birer vesile /aracı konumuna getirilir. Böylece onlar, Allah’ın seviyesine çıkarılmış ve tevbe edilmediği takdirde asla affedilmeyecek şirk günahına girilmiş olur (Âl-i İmran 3/68, Nisa 4/48, 116, A’raf 7/3, 30, Secde 32/4, Şûrâ 42/9, Casiye 45/19, Ahkaf 46/4-6, Muhammed 47/11)

[2*] Allah, insana sinir uçlarından daha yakındır (Kaf 50/16), ama kafirler tağutları kendilerine daha yakın görürler. Bunu bir mümin yapsa münafık gibi olur (Nisa 4/138-139, 144). Tağut için ayrıca bkz. Bakara 2/256. ayetin dipnotu.

 

(Bakara 2/258 TEFSİR)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ي حَٓاجَّ اِبْرٰه۪يمَ ف۪ي رَبِّه۪ٓ اَنْ اٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَۢ اِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّيَ الَّذ۪ي يُحْي۪ وَيُم۪يتُۙ قَالَ اَنَا۬ اُحْي۪ وَاُم۪يتُۜ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ فَاِنَّ اللّٰهَ يَأْت۪ي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذ۪ي كَفَرَۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۚ
Allah kendisine bir hükümdarlık vermiş diye,[1*] Rabbi hakkında İbrahim ile tartışan kişiyi gözünde canlandırmaz mısın?[2*] İbrahim, “Benim Rabbim hem hayat veren hem de öldürendir!” dediğinde o, “Ben de hayat verir, ben de öldürürüm!” demişti. İbrahim, “Allah, Güneşi doğudan getirir, hadi sen de batıdan getir!”[3*] deyince kâfirlik eden o kişi şaşkına dönmüştü. Allah, yanlışlar içinde olan bir toplumu yola getirmez.

[1*] Alak 96/6-7.

[2*] İbrahim Aleyhisselam sadece burada bahsi geçen kişiyle değil kavmi ile de benzer tartışmalar yaşamıştır (En’am 6/80-82).

[3*] Nahl 16/120.

 
 

(Bakara 2/259)
اَوْ كَالَّذ۪ي مَرَّ عَلٰى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَاۚ قَالَ اَنّٰى يُحْي۪ هٰذِهِ اللّٰهُ بَعْدَ مَوْتِهَاۚ فَاَمَاتَهُ اللّٰهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُۜ قَالَ كَمْ لَبِثْتَۜ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ اِلٰى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْۚ وَانْظُرْ اِلٰى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًاۜ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۙ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Şu kişiyi de gözünde canlandırmaz mısın? Tavanlarının üstüne çökmüş bir kente uğramıştı da “Allah burayı ölümünden sonra nasıl canlandıracak?” demişti. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl süreyle öldürdü, sonra diriltti. “Ne kadar kaldın?” diye sordu. “Bir gün kaldım, belki bir günden de az!” dedi. Allah dedi ki: “Yok, yüz yıl kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak, hiç bozulmamış! Bir de eşeğine bak! Bu, seni insanlara bir ayet /bir mucize yapmamız içindir.[*] Şimdi de (eşeğinden kalma) kemiklere bak, yerden nasıl kaldıracağımızı, sonra nasıl ete büründüreceğimizi gör!” Bunlar bütün açıklığı ile ortaya çıkınca şöyle dedi: “Biliyorum ki Allah her şeye bir ölçü koyar.”

[*] Bu kent, Buhtunnasr (Nebukadnezzar) tarafından yıkılan Kudüs’tür. Beyt-i makdis, surlar ve saraylar yıkılmış, halk kılıçtan geçirilmiş (Tevrat, Yeremyâ 18:15-23) ve sağ kalan 10.000 kişi de köle olarak Babil’e götürülmüştü (2. Krallar 24:12-16). Bu ayet ve ilgili diğer âyeler (Tevbe 9/30, İsra 17/4-5)  Tevrat’ın Babil sürgününü anlatan bölümleriyle beraber bir anlam bütünlüğü içinde okunup sıralanınca bu ayette sözü edilen kişinin, Perslerin Bâbil’i fethetmesinden sonra, Kudüs’ün yeniden inşası için gönderilen ilk kafilenin başındaki Ezra yani Üzeyir aleyhisselam olduğu görülür. M.Ö. 538’de Kudüs’e gönderilen ve tamamı erkeklerden oluşan bu kafilede, İsrail'in ileri gelenleri ve daha bir çok kişi vardı (Tevrat, Ezra 7/27-28). Bu ayete göre Kudüs’ü perişan halde gören Ezra şöyle dedi: “Allah burayı ölümünden sonra nasıl canlandıracak?” Dört gün sonra ortadan kayboldu (Tevrat, Ezra 8/31-33) ve tam 100 sene sonra, Artahşasta’nın krallığının yedinci yılında yani M.Ö. 437’de tekrar Kudüs’e geldi (Ezra 7:8). Bu ayete göre Allah onunla konuştu ve onu, İsa aleyhisselam gibi insanlar için bir ayet /bir mucize yaptı (Meryem 19/1). O da yıkım sırasında kaybolan Tevrat’ı getirip insanlara okuyunca büyük bir ilgiyle dinlendi (Tevrat, Nehemya 8/1-18). Mucizevi kişiliğinden dolayı Hristiyanlar nasıl İsa aleyhisselama Allah’ın oğlu dedilerse Yahudiler de Ezra’ya yani Üzeyir aleyhisselama Allah’ın oğlu dediler (Tevbe 9/30). 


(Bakara 2/260 TEFSİR)
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ي كَيْفَ تُحْيِ الْمَوْتٰىۜ قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪يۜ قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْت۪ينَكَ سَعْيًاۜ وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
Bir gün İbrahim dedi ki: “Rabbim! Ölüleri nasıl canlandıracağını bana göster!” Allah “Yoksa (yeniden dirilişe) inanmadın mı?” dedi. (İbrahim) “Hayır, inandım fakat kalbimin tatmin olması için!” dedi. “Öyleyse dört kuş tut, kendine alıştır, sonra her dağın üstüne onların her birinden bir parça koy.[*] Daha sonra onları çağır, koşarak sana geleceklerdir. Şunu bil ki Allah daima üstün olan ve bütün kararları doğru olandır.” dedi.

[*] Allah burada; “Kuşlardan her birini bir dağın üstüne koy!” demedi. ”Her dağın üstüne onların her birinden bir parça koy” dedi. Bu emir, İbrahim aleyhisselamın kuşları öldürüp parçalamasını gerektirir. Kuşları çağırdığında bütün parçaları birleşmiş olarak gelmeleri, ölülerin nasıl diriltildiğinin bir örneği olmuştur. Nitekim Allah, Üzeyir aleyhisselamın eşeğini (Bakara 2/259) ve öldürülen bir kişiyi de (Bakara 2/72-73) aynı şekilde yeniden diriltmiştir. 

 

(Bakara 2/261 TEFSİR)
مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Mallarını Allah yolunda infak edenlerin /harcayanların durumu,[1*] yedi başak bitiren bir tohumun durumu gibidir. Her başağında yüz tohum oluşur. Gereğini yapana Allah, bunun kat kat fazlasını verir.[2*] Allah, imkânları geniş olan ve daima bilendir.

[1*] Arapçada tünele “nafak” denir. “İnfak”, bir şeyi tünelden geçirmek gibidir. Damarları tünele benzetirsek infak; kanın, gıda ve oksijeni hücrelere götürüp onların ürettiklerini ilgili yerlere taşımasına benzer. Dolayısıyla infak, mal ve paranın ihtiyaçlılara ulaşmasını sağlar. Bu yüzden Kur’an daima infakı emreder. Allah rızası için infak, doğrudan ihtiyaçlıya ulaştığı için derhal tüketilir ve yeni üretime yol açar. Mal, uzun süre saklanamaz ama para saklanabilir. Paranın esası altın ve gümüştür. Allah Teâlâ, altın ve gümüşü yani parayı kasalara koyup dolaşımına engel olanları ağır bir şekilde tehdit etmiştir (Tevbe 9/34-35).

[2*] Bakara 2/245, 265, 276, Nisa 4/40, Sebe 34/39, Hadid 57/7.


(Bakara 2/262 TEFSİR)
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَنًّا وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da yaptıkları iyiliği başa kakmayan ve incitmeyenler[*] var ya onlara Rableri katında ödül vardır. Onların üzerinde ne bir korku olur ne de üzülürler.

[*] Müddessir 74/6.

 

(Bakara 2/263 TEFSİR)
قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَٓا اَذًىۜ وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَل۪يمٌ
Güzel bir söz ve bir hata örtme, arkasından incitme gelen bir yardımdan daha iyidir.[*] Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve pek yumuşak davranandır.

[*] Bakara 2/264, İbrahim 14/24-25, İsra 17/53, Ahzab 33/70-71.

 

(Bakara 2/264 TEFSİR)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًاۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
Ey inanıp güvenenler! Başa kakarak ve inciterek sadakalarınızı geçersiz kılmayın![1*] Malını, insanlara gösteriş olsun diye harcayan, Allah’a da ahiret gününe de inanıp güvenmeyen kişi gibi davranmayın![2*] Onun durumu, üzerinde toprak olan kayaya benzer. Bol yağmur yağar ve orayı çıplak bırakır. Böyleleri çalışmalarından hiçbir şey elde edemezler.[3*] Allah, kâfirler toplumunu yola getirmez.

[1*] Bakara 2/262.

[2*] Nisa 4/38.
 

 

 

 


(Bakara 2/265 TEFSİR)
وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَتَثْب۪يتًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَاٰتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِۚ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Allah’ın rızasını kazanmak ve kendi duruşlarını sağlamlaştırmak için mallarını harcayanların durumu,[*] yüksek yere kurulu bir bahçenin durumu gibidir. Oraya bol yağmur yağarsa iki kat ürün verir. Yağmur yağmasa bile (ürün vermeye yetecek kadar) çiğ düşer. Allah yaptığınız her şeyi daima görür.

[*] Bakara 2/272, Mü’minun 23/60-61, İnsan 76/8-9, Leyl 92/18-21.

 

(Bakara 2/266 TEFSİR)
اَيَوَدُّ اَحَدُكُمْ اَنْ تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ لَهُ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۙ وَاَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَٓاءُۖ فَاَصَابَهَٓا اِعْصَارٌ ف۪يهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ۟
Hanginiz ister ki içinden sular akan hurma ve üzüm bahçeleri olsun, orada her türlü üründen bulunsun; ama kendisine ihtiyarlık gelip çatmış, çocukları da korunmaya muhtaç durumda olsun. Derken bahçeyi ateşli bir kasırga vursun ve onu yakıp kavursun.[*] Allah, ayetlerini size böyle açıklar ki iyice düşünesiniz.

[*] Yunus 10/24.

 

(Bakara 2/267 TEFSİR)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّٓا اَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِۖ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَب۪يثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِاٰخِذ۪يهِ اِلَّٓا اَنْ تُغْمِضُوا ف۪يهِۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ
Ey inanıp güvenenler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardıklarımızın iyi olanlarından hayra harcayın![1*] Gözünüzü yummadan almayacağınız kötü şeylerden vermeye kalkmayın![2*] Bilin ki Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ne yaparsa güzelini yapar.

[1*] En’am 6/141.

 

[2*] Bakara 2/177, Âl-i İmrân 3/92, İnsan 76/8.

 

(Bakara 2/268 TEFSİR)
اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَٓاءِۚ وَاللّٰهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلًاۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ
Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve çirkin işler yapmanızı ister.[1*] Allah ise suçunuzu bağışlama ve lütufta bulunma sözü verir.[2*] Allah, imkânları geniş olan ve daima bilendir.

[1*] Bakara 2/169, Nisa 4/120, İsra 17/64.

[2*] Bakara 2/261, Sebe 34/39, 

 

(Bakara 2/269 TEFSİR)
يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْرًا كَث۪يرًاۜ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Allah, hikmeti gereğini yapana verir.[1*] Kime hikmet verilirse ona çok hayırlı bir şey verilmiş olur. Bu bilgiye (hikmete) aklıselim sahibi olanlardan[2*] başkası ulaşamaz.

[1*] Hikmet, doğru hükümdür. Allah’ın indirdiği ve yarattığı ayetlerden hareketle doğru hükme ulaşma metoduna da hikmet denir. Allah bu metodu, indirdiği bütün kitaplarında anlatmış (Âl-i İmran 3/81, En’am 6/89, A’râf 7/52), Muhammed aleyhisselam da Kur’an’daki hikmeti ümmetine uygulamalı olarak öğretmiştir. Yaratılan ayetlerde yani tabiatta olan doğru bilgiye ulaşma metodu da onların üzerinde yapılacak dikkatli ve sabırlı bir çalışma ile ortaya çıkar. Her iki metotla doğru bilgiye ulaşmak için, yeterli gayreti göstermek gerekir (Bakara 2/129, 151; Al-i İmran 3/7; A’raf 7/52; Hûd 11/1-2; Zümer 39/23; Fussilet 41/3, Müzzemmil 73/1-20).

[2*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.


(Bakara 2/270 TEFSİR)
وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ نَفَقَةٍ اَوْ نَذَرْتُمْ مِنْ نَذْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
Ne tür bir harcama yaparsanız veya nasıl bir adak adarsanız[1*] Allah onu muhakkak bilir.[2*] Yanlış yapanların yardımcıları olmaz.

[1*] Nezir (الَّنذْر), kişinin görevi olmayan bir şeyi, karşılık beklemeden kendine görev yapmasıdır (Lisân’ul-Arab). (Âl-i İmrân 3/35, İnsan 76/67).

[2*] Bakara 2/215.

 

(Bakara 2/271 TEFSİR)
اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَۚ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَٓاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّـَٔاتِكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
O sadakaları /zekatı[1*] açıktan verirseniz ne güzel olur! Ama fakirlere verirken gizlerseniz[2*] sizin için daha iyi olur. O, bir kısım kötülüklerinizi örter. Allah, yaptığınız her şeyin iç yüzünden haberdardır.[3*]

[1*] “Sadaka (صدقة)” kelimesi “doğru söylemek, sözünü yerine getirmek” anlamına gelen “sıdk (صدق)” kökünden türemiş bir isimdir (Kitâbu’l-Ayn). Bu kelime hem nafile hem de farz olan yardımlar için kullanılır. Tevbe 9/60. ayette olduğu gibi bu ayette de belirli ve çoğul formunda gelen “O sadakalar (ٱلصَّدَقَٰتِ)” ifadesi, zekat anlamındadır. Farz olan zekâta sadaka denilmesinin sebebi, kişinin sözünün doğruluğunu fiiliyle ispatlamasıdır (Müfredât). Kur’ân’da zekâtın devlet eliyle toplanıp dağıtılmasından bahseden âyetlerde de devlete olan sadakati bildiren sadaka kelimesi kullanılmıştır (Tevbe 9/60,103). Yine zekâtın faizle karşılaştırılması (Bakara 2/276) ve borcun zekâta sayılabilmesi (Bakara 2/280) ile ilgili âyetlerde de bu kökten gelen kelimeler kullanılmıştır.

[2*] Fakir “geliri açlık sınırının üstünde, temel ihtiyaçlarını karşılayabilen ancak fazla malı olmadığı için zengin sayılmayan kişi”dir.  Bir kimsenin temel ihtiyaçlardan olan evi, eşyası ve borcuna denk parası bulunsa da fakir sayılır. Diğer bir deyişle kişinin temel ihtiyaçlarının giderilmesi onu fakir olmaktan çıkarıp zengin yapmaz. Harcama kalemleri içinde fakirlerin miskinlerden önce gelmesi onların miskinlerden daha zor durumda olduğuna değil, desteklendikleri takdirde kısa sürede zengin hale gelip zekât verebilecek pozisyona ulaşacaklarına işaret etmektedir. Kur’an’da geçen özelliklerine göre fakirler; ihtiyaç sahibi olma (Kasas 28/24) noktasında miskinlerden farklı olarak, gelir elde edecek iş yapma imkanı bulamadığı için temel ihtiyacını karşılamada zorlanan (Bakara 2/273, Haşr 59/8, Hac 22/8), ya da çalışsın çalışmasın ihtiyaçlarını karşılayabilse de fazla malı olmadığından ötürü (Bakara 2/268) zengin sayılmayan (Al-i İmran 3/181, Nisa 4/6,135, Nur 24/32, Fâtır 35/15, Muhammed 47/38), sadece fey ve sadakalarda /zekatta hakkı bulunan (Tevbe 9/60, Haşr 59/7), istemekten çekindikleri ve zengin zannedildikleri için de kendilerine sadakanın gizlice  verilmesi daha uygun olan  kişilerdir (Bakara 2/271). 

[3*] Sadakalar yani zekat sekiz sınıfa verildiğinden (Tevbe 9/60) ayetteki (وَتُؤْتُوهَا ٱلْفُقَرَآءَ) cümlesi, (وَتُؤْتُونهَا ٱلْفُقَرَآءَ) takdirinde birinci cümlenin hali olur. Yoksa sadakaların sadece fakirlere verilmesinin daha iyi olacağı gibi Kur’an’a ters bir anlam çıkar.


(Bakara 2/272 TEFSİR)
لَيْسَ عَلَيْكَ هُدٰيهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَا تُنْفِقُونَ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ اللّٰهِۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ
Onları doğru yola getirmek senin görevin değildir[1*] ama Allah, gereğini yapanı doğru yola getirir. Hayra yapacağınız her harcama kendi lehinizedir. Harcamayı, sırf Allah’ın beğenisini kazanmak amacıyla yapmalısınız.[2*] Hayra yapacağınız her harcamanın karşılığı size tam olarak verilir ve haksızlık görmezsiniz.[3*]

[1*] Yardım ettiğimiz kişinin doğru yolda olup olmaması yani dini kimliği önemli değildir. Muhtaç olan herkese yardım etmek gerekir (Rum 30/38, Kasas 28/56). 

[2*] Bakara 2/265, Mü’minun 23/60, İnsan 76/8-9, Leyl 98/18-21.

[3*] Enfal 8/60.


(Bakara 2/273 TEFSİR)
لِلْفُقَرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ضَرْبًا فِي الْاَرْضِۘ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَٓاءَ مِنَ التَّعَفُّفِۚ تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ لَا يَسْـَٔلُونَ النَّاسَ اِلْحَافًاۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ۟
Harcamayı özellikle, Allah yoluna adanan fakirler için yapın.[1*] Onlar (para kazanmak için) yeryüzünde gezip dolaşamazlar. Onurlu oldukları için de durumlarını bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan ısrarla bir şey istemezler. Hayır olarak ne harcarsanız Allah onu bilir.[2*]

[1*] Bakara 2/271, Âl-i İmran 3/104.

[2*] Bakara 2/270.


(Bakara 2/274 TEFSİR)
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Mallarını gece gündüz, gizli ve açık infak eden /hayra harcayanların ödülü, Rableri katındadır. Onların üzerinde ne bir korku olur ne de üzülürler.[*]

[*] İbrahim 14/31, Ra’d 13/22, Fatır 35/29.

 

(Bakara 2/275 TEFSİR)
اَلَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذ۪ي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه۪ فَانْتَهٰى فَلَهُ مَا سَلَفَۜ وَاَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ وَمَنْ عَادَ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Faiz yiyenler, sadece şeytanın dürtüp aklını çeldiği kimselerin duruşu gibi bir duruş sergilerler.[1*] Bu, onların: “Alım-satım, tıpkı faizli işlem[2*] gibidir” demeleri sebebiyledir. Halbuki Allah alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faizli işlemi) bırakırsa önceden aldıkları kendine aittir.[3*] Onun işi Allah’a kalmıştır. Kim de tekrar (faizli işleme) dönerse onlar o ateşin ahalisidir, orada ölümsüz olarak kalacaklardır.

[1*] Şeytanın yaptığı, insanın yanlış işlerini güzel göstermektir (En’am 6/43, Enfal 8/48). Yanlışlardan sakınanlar, Şeytanın bir vesvesesini fark edince doğru bilgileri (ayetleri) hatırlar ve hemen gerçeği görürler (A’raf 7/201). 

[2*] “Faizli işlem” anlamı verdiğimiz kelime er-riba (الربوا)’dır. Mastar olarak ‘artma ve çoğalma’; isim olarak ‘artan’ yani ‘faiz’ veya ‘artmaya sebep olan eylem’ yani ‘faizli işlem’ anlamındadır. Ayette riba, kâr ile değil, alım-satım ile karşılaştırıldığı için burada riba, ‘faizli işlem’ anlamındadır.

[3*] O ana kadar aldıkları kendine kalır ama tahsil etmediği faiz alacaklarını alamaz (Bakara 2/278).

 


(Bakara 2/276 TEFSİR)
يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَث۪يمٍ
Allah, faizli işleri daraltır,[1*] sadakaları /zekatları ise artırır (büyüme ve gelişme aracı yapar).[2*] Allah, gerçekleri görmezlikte direnip duran hiçbir günahkarı sevmez.

[1*] “Daraltır” anlamı verilen kelimenin kökü olan mahk (مَحْق), bir şeyin hayrının, bereketinin gitmesi ve azalması anlamındadır. Gökteki hilalin, kamerî ayın sonunda kaybolup görünmez hale gelmesine de mehak (محاق) denir (el- Ayn). Çünkü dolunay, günden güne küçülür ve tamamen kaybolur. Faizli işler, başlangıçta dolunay gibi cazip gözükür ama gün geçtikçe daralma olur ve sonunda büyük bir sıkıntı ortaya çıkar.

[2*] Faiz ekonomiyi daraltır ama zekât geliştirir (Rum 30/39). Sadaka ile ilgili olarak şu ayetlere de bakılabilir: Bakara 2/261-274, Hadid 57/18.


(Bakara 2/277 TEFSİR)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
İnanıp güvenen, iyi işler yapan, namazı düzgün ve sürekli kılan ve zekâtı verenlerin ödülleri, Rableri katındadır. Onların üzerinde ne bir korku olur ne de üzülürler.[*]

[*] Bakara 2/112, 274, Enfal 8/2-4, Tevbe 9/71, Yunus 10/62-64, Ahkaf 46/13-14.


(Bakara 2/278 TEFSİR)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبٰٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Ey inanıp güvenenler! Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının! Ona gerçekten inanıp güveniyorsanız kalan faiz alacaklarınızdan vazgeçin![*]

[*] Bakara 2/275-276, Nisa 4/29.


(Bakara 2/279 TEFSİR)
فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُ۫سُ اَمْوَالِكُمْۚ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ
Eğer bunu yapmazsanız Allah ve resulü tarafından açılmış bir savaşın içinde olduğunuzu bilin.[1*] Tövbe ederseniz /dönüş yaparsanız ana mallarınız sizindir;[2*] ne haksızlık eder ne de haksızlığa uğrarsınız.

[1*] Faizli borç vermekten vazgeçmeyenler, Allah ve resulüne karşı savaşmalarının ve ekonomiyi çökerterek (Bakara 2/276) fesat çıkarmalarının cezası olarak sürgün cezasına çarptırılabilirler (Maide 5/33).

[2*] Ana malın yani borç olarak verilen şeyin üstündeki her fazlalık faizdir; ancak kağıt para ve dijital para sisteminde paranın gerçek değeri olmadığı için satın alma gücü esas alınır. Ayetin devamındaki “haksızlık etmemek” ve “haksızlığa uğramamak” ifadelerine bakıldığında, satın alma gücündeki değişikliğin dikkate alınması, yani borcu öderken enflasyon farkına dikkat edilmesi gereği ortaya çıkar. 

 

(Bakara 2/280 TEFSİR)
وَاِنْ كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ اِلٰى مَيْسَرَةٍۜ وَاَنْ تَصَدَّقُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Borçlu darlık içindeyse rahata çıkıncaya kadar beklemek gerekir. Alacağınızı sadakaya /zekâta[*] saymanız, sizin için daha hayırlıdır. Bunu bir bilseydiniz!

[*] Borçlular, sadaka yani zekat verilen sekiz sınıfın içinde olduğu için (Tevbe 9/60) bu ayet, zor durumda olan borçlunun borcunun sadakaya yani zekata sayılabileceğini gösterir.


(Bakara 2/281 TEFSİR)
وَاتَّقُوا يَوْمًا تُرْجَعُونَ ف۪يهِ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ۟
Allah’ın huzuruna çıkarılacağınız günden önce yanlış yapmaktan sakının![1*] Sonra herkese kazandığı tam olarak verilecek ve kimseye haksızlık yapılmayacaktır.[2*]

[1*] Bakara 2/48, 123, Lokman 31/33.

[2*] Nahl 16/111, Yasin 36/54, Mü’min 40/17.


(Bakara 2/282 TEFSİR)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُۜ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِۖ وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّٰهُ فَلْيَكْتُبْۚ وَلْيُمْلِلِ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْـًٔاۜ فَاِنْ كَانَ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَف۪يهًا اَوْ ضَع۪يفًا اَوْ لَا يَسْتَط۪يعُ اَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِۜ وَاسْتَشْهِدُوا شَه۪يدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْۚ فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَٓاءِ اَنْ تَضِلَّ اِحْدٰيهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْدٰيهُمَا الْاُخْرٰىۜ وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَٓاءُ اِذَا مَا دُعُواۜ وَلَا تَسْـَٔمُٓوا اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغ۪يرًا اَوْ كَب۪يرًا اِلٰٓى اَجَلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَاَدْنٰٓى اَلَّا تَرْتَابُٓوا اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُد۪يرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَلَّا تَكْتُبُوهَاۜ وَاَشْهِدُٓوا اِذَا تَبَايَعْتُمْۖ وَلَا يُضَٓارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَه۪يدٌۜ وَاِنْ تَفْعَلُوا فَاِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ey inanıp güvenenler! Birbirinize belli bir vadeye kadar borçlandığınızda borcu yazın. Bir yazıcı onu, aranızda adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın (bu ayette) öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Onu, borçlu olan taraf yazdırsın.[1*] Rabbi olan Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakınsın da borçtan bir şeyi eksiltmesin. Borçlu; sefih,[2*] güçsüz[3*] veya yazdıracak durumda değilse onun velisi borcu adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun. İki erkek yoksa şahitliğini kabul edeceğiniz kişilerden[4*] bir erkek ile iki kadın da olur. Kadınlardan biri yanılırsa diğeri ona hatırlatır. Şahitler çağrıldıklarında (şahitlik yapmaktan) kaçınmasınlar. Borç, ister büyük ister küçük olsun onu vadesi ile birlikte yazmaya üşenmeyin. Allah katında böylesi daha düzgün, şahitlik için daha sağlam,[5*] şüpheye düşmemeniz için daha uygundur.[6*] Ama aranızda yaptığınız ticaret peşin olursa onu yazmamanızın size bir günahı olmaz. Alım satım yaptığınızda şahit tutun.[7*] Yazıcı da şahit de bir zarara uğratılmasın. Onlara zarar vermeniz, yoldan çıkmanız olur. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Bunları size Allah öğretiyor. Allah her şeyi bilir.

[1*] Borcu borçlunun yazdırması itiraf, alacaklının yazdırması iddia olur. İtiraf şahitler huzurunda yapılırsa, borcun başka şekilde ispat edilmesine ihtiyaç kalmaz. 

[2*] Sefih, malının değerini bilmeyip, gereksiz harcama yapan kişidir. 

[3*] Bununla kastedilen güçsüzler, çocuklar veya çok yaşlı kimselerdir.

[4*] Bunlar güvenilir kişiler olmalıdır (Maide 5/106 -108, Talak 65/2).

[5*] Bu ayet, kadının şahitliğinin erkeğinkine denk olmadığına delil getirilir ama ayette geçen “böylesi şahitlik için daha sağlamdır” ifadesi, bir erkek ile bir kadının veya iki kadının şahitliğinin de “sağlam” olduğunu gösterir. Nitekim ölmek üzere olan bir kişinin borçlarının ödenmesi için yaptığı vasiyete şahit tutması ile ilgili âyetlerde (Maide 5/106-108), kadın erkek ayrımı olmaksızın güvenilir iki Müslüman şahit öngörülür. Ölmek üzere olan kişi, borcunun ödenmesi ile ilgili vasiyetini yolculukta yaparsa Müslüman olmayan iki kişi de şahit olabilir. Şahitlerin, yanlış ifade verip günaha girdikleri fark edilirse ölenin hak sahibi iki yakını, onların şahitliğini hükümsüz kılacak şekilde şahitlikte bulunur. Ölenin yakınları kadın da olabilir. Bu konuda delil alınacak cümle şudur: “Böylesi, şahitliği gereği gibi yapmalarının en alt seviyesidir” (Maide 5/108). Bu cümleyi, bu ayetteki “Böylesi, şahitlik için daha sağlamıdır” cümlesi ile karşılaştırınca, şahitlerin iki erkek veya bir erkek ile iki kadın ya da müslüman olmalarının şart değil tavsiye olduğu ortaya çıkar. Zinaya ve boşanmaya şahitlik konularında ise şahitlerin cinsiyeti hususunda hiçbir ayrım yapılmamıştır (Nisa 4/15; Nur 24/4, 6-8, 13; Talak 65/2).

[6*] “Daha doğru” ile başlayan ifadeler ve bir sonraki ayet, borcu yazmanın farz olmadığını, bunun tavsiye niteliğinde olduğunu gösterir.

[7*] Şahitlik ya bir şeyi görüp duyarak ya da bilgi ve tecrübeyle tespit ederek yapılır. Şahit tutma ifadesinin kapsamına yazıyla kayıt altına alma da girer. Bugün yapılan alışverişlerde düzenlenen fatura satıcının, senet ise alıcının itirafı sayılır. Bu sebeple bir ihtilaf durumunda fatura alıcı lehine, senet ise satıcı lehine şahitlik eder. Eğer belge noterde veya tapuda düzenleniyorsa şahit şartı zaten yerine gelmektedir. Bu ayet baştan sona dikkatli bir şekilde okunursa yazıyla kayıt altına almaya öncelik verildiği görülecektir. Bundan sonraki ayet ise yolculuk halinde yazıcı bulamazsanız diye başlamaktadır. Demek ki ilk yapılması gereken borç ya da alışverişin kayda geçirilmesidir. Ayrıca şahitlik, sadece gözle görmek değil onu kesin bir şekilde bilmektir. Yusuf aleyhisselamın gömleğinin kim tarafından yırtıldığı meselesinde bir kişi olayı görmediği halde suç biliminde uzman olması sebebiyle şahit olarak adlandırılmıştır (Yusuf 12/26-27). Ehlikitap /kitaplarının içeriğini bilenler de Kur’an’ı Tevrat ile karşılaştırınca onun Allah’ın ayetlerinden ibaret olduğuna şahit olurlar (Al-i İmran 3/70). Kur’an’ın ayetlerini doğru anlayan herkes, onun Allah’ın kitabı olduğuna, onu getirenin de Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik eder (Bakara 2/23-24, Âl-i İmran 3/86-89). Dolayısıyla kesin bilgiye ulaşmayı sağlayan her türlü kanıt, şahitlik kapsamına girmektedir. 


(Bakara 2/283 TEFSİR)
وَاِنْ كُنْتُمْ عَلٰى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِبًا فَرِهَانٌ مَقْبُوضَةٌۜ فَاِنْ اَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُۜ وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَۜ وَمَنْ يَكْتُمْهَا فَاِنَّهُٓ اٰثِمٌ قَلْبُهُۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ۟
Yolculukta olur da yazacak birini bulamazsanız[1*] alınan rehinler yeterlidir. Biriniz diğerine güvenir (rehin almaz) ise kendine güvenilen kişi Rabbi olan Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakınsın da borcunu ödesin.[2*] (Böyle bir duruma şahit olursanız) şahitliği gizlemeyin. Kim gizlerse kalbi günah içinde olur. Allah ne yaptığınızı bilir.

[1*] Maide 5/106.

[2*] Bu ayete göre birbirine güvenenler, borçları yazmayabilir, rehin almayabilir ve şahit de tutmayabilirler. 

 

(Bakara 2/284 TEFSİR)
لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِنْ تُبْدُوا مَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُمْ بِهِ اللّٰهُۜ فَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır.[1*] İçinizde olanı açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çeker.[2*] Bağışlanmayı hak edeni bağışlar, azabı hak edene azap eder. Allah her şeye ölçü koyar.

[1*] Âl-i İmran 3/109, 129, Nisa 4/126, 131-132, Yunus 10/55, Nur 24/64, Lokman 31/26, Necm 53/31.

[2*] İnsanlar içlerinden geçen vesvese, hayal, anlık duygular gibi şeylerden değil içlerine yerleştirdikleri iman, küfür gibi şeylerden sorumludur (Âl-i İmran 3/29, Nur 24/64, Ahzab 33/54).

 


(Bakara 2/285 TEFSİR)
اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه۪ وَالْمُؤْمِنُونَۜ كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ۜ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِه۪۠ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ
Bu elçi, Rabbinden kendisine indirilen her şeye inanıp güvenir, müminler de öyle! Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inanıp güvenir. “O'nun elçileri arasında ayırım yapmayız.”[1*] derler. Şunu da derler: “Dinledik ve gönülden boyun eğdik![2*] Bağışla bizi ey Rabbimiz! Dönüp varılacak yer, senin huzurundur.”

[1*] Bakara 2/136, Âl-i İmran 3/84, Nisa 4/136, 152.

[2*] Nur 24/51.
 

(Bakara 2/286 TEFSİR)
لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاۜ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠ اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemez.[1*] Kişinin kimi kazancı lehine, kimi kazancı da aleyhinedir.[2*] (Siz şöyle deyin:) “Rabbimiz! Eğer unutur veya hata edersek bizi sorumlu tutma! Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin ısrı /ağır yükü[3*] bize yükleme! Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükü de bize yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla![4*] Bize ikramda bulun! Sen bizim mevlâmız /en yakınımızsın.[5*] Kâfirler toplumuna karşı bize yardım et!”

[1*] En’am 6/152, A’raf 7/42, Mü’minun 23/62.

[2*] Fussilet 41/46.

[3*] Üstlenilen ağır bir görev anlamındaki ‘ısr’ (Lisan’ul-arab), gelecek yeni resule /kitaba inanma görevidir. (Âl-i İmrân 3/81)  Kur’an’ın inmesi ile birlikte ısr yükü kalkmıştır (A’raf 7/157). O yükün artık bulunmadığı, buradaki dua cümlesi ile müminlerin zihinlerinde canlı tutulmaktadır. 

[4*] Kur’ân-ı Kerîm’de suçların bağışlanması anlamında afv (عفو), safh (صفح) ve mağfiret (مغفرة) olmak üzere üç ayrı kelime kullanılır. Bunlardan afv (عفو) kelimesinin sözlükteki temel iki anlamından biri, bir şeyi terk etmektir (Mekâyisü’l-lüğa). Bu anlamdan ve ilgili ayetlerden hareketle “afv”, yapılan kötü işleri görmezlikten gelmektir. Sözlükte bir kişinin günahından yüz çevirme anlamına gelen safh da (Sıhah) yeni bir sayfa açmak anlamındadır. Mağfiretin sözlükteki anlamı ise örtmektir (Sıhah, Mekâyisü’l-lüğa). Dolayısıyla ilgili ayetlerde geçen suç ve günahları mağfiret etmek, onları örtüp bağışlamak anlamındadır.

[5*] Bkz. Bakara 2/107. ayetin dipnotu.