A'RAF
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.
Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.
[*] Veli, en yakın ve dost anlamına geldiği gibi bir işi üstlenen kişi anlamına da gelir (Müfredât). Allah, her müminin velisidir (Bakara 2/257, Al-i İmran 3/68). Allah ile araya konan velilere uymama emri, bilgisi ve konumu ne olursa olsun, hiç kimsenin sözünün Allah’ın kitabının önüne geçirilmemesi gerektiğini gösterir (Al-i İmran 3/79-80, Maide 5/48-50, Ahzab 33/37).
[*] Yunus 10/50
[*] Maide 5/109 vd.
[1*] Allah insanları ve cinleri imtihan için yaratmış (Zariyat 51/56, Mülk 67/2), ömür boyu neler yaptıklarını tespit edip (Bakara 2/155, Al-i İmran 3/142, Muhammed 47/31) kayda geçirtmiştir (Kaf 50/18). Sonuçları ahiret gününde açıklayacaktır.
[2*] Kehf 18/49, Zümer 39/69-70, Hakka 69/19-29, İnşikak 84/7-15.
[*] Zilzal 99/7-8.
[*] Yaptıklarına karşılık kendileri rehin alınacaktır (Müddessir 74/38).
[1*] “Savvarnâkum (صَوَّرْنَاكُمْ) size özel şekli belirledik” anlamındadır. Hiç kimse diğerinin tıpa tıp aynısı değildir (Al-i İmran 3/6, Mümin 40/64, Teğabun 64/3, Haşr 59/24).
[2*] Bakara 2/31.
[3*] Secdenin kök anlamı, eğilme ve boyun eğmedir (Müfredat). Güneş ay, gezegenler ve yıldızlar gibi gök cisimlerinin birbiri ile olan eğimleri (declination) secde olduğu (Hac 22/18) gibi gölgenin yere yapışması da secdedir (Nahl 16/48). Namaz kılarken yapılan secde, yere yapışmaya benzer şekildedir (Nisa 4/103).
[*] İblis, 1. kat semada görevli meleklerdendi. Allah’a baş kaldırınca kovuldu. Artık o da onu takip eden cinler de birinci kat semaya yaklaştırılmazlar (Hicr 15/16-18, Saffat 37/6-10).
[*] Ayetten anlaşılacağı üzere melekler (cinler) ölümlü varlıklardır. Öyle olmasaydı İblis, ömrünün uzatılmasını istemezdi. Bunların bazılarına ve İblis’e belli bir güne kadar süre tanınmıştır (Hicr 15/38, Sad 38/81). Bu, bütün canlıların öldüğü gündür.(Kasas 28/88. Rahman 55/26-27)
[*] Bu ayetten anlaşılacağı üzere İblis, kendini suça sevk edenin Allah olduğunu iddia etmektedir. Kadercilik anlayışının temelinde aynı mantık vardır. Kaderciler, her şeyi Allah’ın belirlediğini iddia ederek kendi hatalarını Allah’a mal ederler.
[*] Orası dünyadaki bir bahçedir. Arapçada bitkilerle örtülü bahçeye ‘cennet’ denir (Müfredat), (Ayrıca bkz. Bakara 2/266) Âdem, dünyada yaratıldı ve kendine dünyadaki varlıkların bilgisi öğretildi (Bakara 2/30-31). Onun, eşinin ve soyundan gelen bütün insanların yaşadığı ve kıyamet /mezardan kalkış günü yeniden diriltilecekleri yer burasıdır (A’râf 7/25, Kalem 68/17). Âdem ve eşinin girdikleri cennet /bahçe, ahiretteki cennet olamaz. Çünkü orası bir imtihan yeri değil, imtihanı kazananlara ödül olarak verilecek yerdir (Al-i İmran 3/15, Kalem 68/34, Beyyine 98/7-8).
[1*] Beden diye meal verdiğimiz Sev’e (سوأة) kelimesine, tefsir ve meallerde edep yeri anlamı verilir. Bu anlam, Kur’an bütünlüğüne uymaz. Çünkü elbise, Allah’ın ayetlerinden bir ayettir. İnsanı diğer canlılardan ayıran şeylerdendir (A’raf 7/26). Adem ile Havva elbiseyi, sırf edep yerlerini örtmek için değil, vücudu sıcaktan, soğuktan korumak ve güzel görünmek için giymişlerdir (A’raf 7/26, Nahl 16/81, Enbiya 21/80). Nitekim Maide 5/31 ve A’raf 7/27 ayetlerinde “sev’e” kelimesi tüm beden için kullanılmıştır.
[2*] Âdem aleyhisselam ve eşi bu bahçede bulundukları sürece ne sıkıntı ne açlık çekecekler ne de çıplak kalacaklardı. (Taha 20/118)
[3*] Elimizdeki Kur'ân nüshalarında melek olarak harekelenen kelime, melik şeklinde de okunmuştur (Keşşaf). Melik, en üst yetkili, sultan ve hükümdar demektir. Bu okuyuşu, Taha suresinin konuyla ilgili 120. ayeti de onayladığı için ayete yukarıdaki anlam verilmiştir. Tefsir ve meallerde ‘melek’ kelimesi tercih edilmiştir. Ama Âdem aleyhisselamın kendisine secde eden meleklere özenmesi çok uzak bir ihtimaldir.
[*] Taha 20/117.
[*] Önceki iki ayette zamirler, Arap dili açısından iki kişiyi, Âdem’i ve Havva’yı gösterecek şekilde kullanıldığı halde bu ayette ikiden fazla kişiyi gösterecek şekilde kullanılmıştır. O bahçede İblis de Âdem’i ve Havva’yı yoldan çıkarma suçu işlediğinden bu ifade tarzı onun da oradan çıkarıldığını gösterir. Bu nedenle meale “üçünüz de” sözü konmuştur (Bakara 2/38).
[1*] Elbisenin indirilmesi, onun oluşmasına sebep olan şeylerin indirilmesidir (Müfredat).
[2*] "Sizi koruyan elbise" diye meal verdiğimiz tamlama, libas'ut-takva yani takva elbisesidir. Takva, korunma demektir. Takva elbisesi, vücudu sıcaktan, soğuktan ve kötü bakışlardan koruyan elbisedir. İnsandan başka elbise giyen canlı yoktur. Bu özelliğinden dolayı insan, dünyanın her yerinde ve her koşulda yaşayabilmektedir (Nahl 16/81, Enbiya 21/80).
[3*] Allah’ın ayetleri ikiye ayrılır: İlki yaratılmış ayetlerdir, bunlar kainattaki tüm varlıklardır. İkincisi indirilmiş ayetlerdir ki onlar ilahi kitaplardadır (Fussilet 41/52-53, Şûra 42/13-14). Yaratılmış ayetler, indirilmiş ayetlerin doğruluğunun göstergesidir; çünkü hem kainatı yaratan hem de onunla ilgili en doğru bilgileri veren Allah’tır. İndirilmiş ve yaratılmış ayetler arasında çelişki olmaz, aksine kopmaz bir bağ vardır. Bilimin kaynağı Allah’ın yarattığı ayetlerdir. Bu sahada Allah’ın indirdiği ayetlerden de yararlanılırsa bilimde, hayallerin ötesinde bir gelişme yaşanacaktır.
[1*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf 7/155), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.
[2*] Cinlerden olduğu gibi insanlardan da şeytanlar vardır (Nas 114/1-6). İnsan ve cin şeytanlarından her biri diğerini etkiler (En’am 6/128-131).
[1*] Zümer 39/2-3.
[2*] Âdem aleyhisselam ve Havva’yı nasıl yarattıysa insanların sonraki yaratılışları da aynı şekilde topraktan olacaktır.
[*] Ayetin bu bölümüne “şeytanları evliya edindiler” şeklinde de meal verilebilir. Evliyâ, velinin çoğuludur. Burada veli, bir çocuğa veli olmak veya bir vilayete vali olmak gibi başkasını bağlayıcı söz söyleme yetkisine sahip olmak anlamındadır. Bu ayete göre, Allah’tan başka kayıtsız şartsız emrine uyulan her varlık, Allah ile araya konulmuş şeytan konumundadır. Sapıtanlar da bu şeytanların emrine girenlerdir. Bunlar, Allah’ı ikinci sıraya koydukları için müşrik olurlar. Her müşrik de kafirdir (Al-i İmran 3/ 151).
[1*] Evlat diye anlam verdiğimiz kelimenin kök anlamı “bir şeyden doğan şey” olan ibn (إبن)’in çoğulu benîn (بنين)’dir (Mekâyîs). Kelime daha çok erkek evlat anlamında kullanılırsa da burada uygun olan erkek ve kız evlat anlamında olmasıdır. Bu sebeple oğullar yerine “evlat” anlamı tercih edilmiştir.
[2*] Bu ayette “süs” diye meal verdiğimiz ziynet (الزينة) kelimesi, A’raf 26. ayette “güzel gösteren” anlamındaki “رِيش” kelimesi ile ifade edilmiştir. Elbise, hem kadının hem erkeğin ziynetidir. Onları güzel gösterir.
[3*] İsraf, sınırı aşmaktır (Müfredat). İsraf ile aynı kökten fiiller Kur’an’da, sınırı aşan her türlü davranış (Al-i İmran 3/147, Nisa 4/6) ve harcama anlamında kullanılır. Ayrıca Allah’ın ayetlerine aykırı olarak yapılan her davranış için de kullanılmaktadır (Taha 20/127. Zümer 39/53).
[*] Dünya’daki süsler ve temiz rızıklar aslında Allah’a inanıp güvenenler (müminler) içindir ancak Allah zorlayıcı düzen kurmadığı için tüm insanlar istifade ederler. Ahirette ise sadece cennet ahalisi bu imkanları kullanabilecektir (Hac 22/23, Fatır 35/33). Bu ayet ayrıca İslam’da “bir lokma bir hırka” düşüncesinin olmadığının delilidir. (Kasas 28/77)
[1*] Fuhuş çeşitleri diye meal verdiğimiz fevahiş kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Bunlardan zina (İsra 17/32) ile erkek erkeğe ilişki (Araf 7/80, Ankebut 29/28) Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Üçüncüsü de kadın kadına ilişki olur.
[2*] ‘Günah’ anlamı verdiğimiz ism (إِثْمَ), kişiyi sevaptan yani iyiliklerden uzaklaştıran davranış anlamındadır (Müfredât). Kur’an’da ism olarak nitelenen davranışların tamamı haram kapsamına girer.
[3*] Allah’ın, haklarında kesin delil indirdikleri onun elçileridir. Allah’ın elçisi, sadece Allah'ın sözlerini tebliğ eder ve insanları sadece onun emirlerine uymaya çağırır (Al-i İmran 3/21, Maide 5/92, 99, Ra’d 13/40, Nahl 16/35, 82, Nur 24/54, Ankebut 29/18, Yasin 36/16-17, Şura 42/48, Teğabun 64/12). Bu sebeple onların Allah’a ortak koşulması mümkün değildir. Ama insanlar, Allah’ın kitabındaki ayetleri çarpıtarak ve kelimelerin anlamıyla oynayarak onlara da yetkiler verir ve Allah’a ortak koşarlar (Al-i İmran 3/78-80).
[*] Ecel bir şey için belirlenen süredir. Kur’an’da gökler ve yerler için bir ecelden bahsedilirken (Ahkaf 46/3) insanlar için iki ecelden bahsedilir (En’am 6/2). Bunlardan birincisi kişinin vücudunun dayanma süresidir (ecel-i tabii). Doktorlar hastalarına buna göre ömür biçebilirler. İkincisi ise ecel-i müsemma yani Allah tarafından belirlenmiş yaşama süresidir. Bunu ondan başkası bilemez. Bu süre, kişinin vücut sağlığına bakmaz, çok sağlıklı birisi dahi ecel-i müsemması geldiği için ölebilir (Mü’min 40/67). İnsanın ömrü ecel-i müsemmasını geçemez ama bunun altına inebilir (Ra’d 13/38-39, Fatır 35/11). Bu, kişinin kendini Allah yolunda feda etmesi, bir başkası tarafından öldürülmesi veya yaptığı yanlışlarla kendi ömrünü kısaltmasıyla gerçekleşir. Ecelin kısalmasıyla yeni ecel Allah katında yazılır ve kişi buna göre ölür (Al-i İmran 3/145).Yanlış yapan kişi yanlışlarından dönerse ömrünün tekrar uzamasını sağlayabilir. Örneğin, tabii eceli 90 sene olan birinin ecel-i müsemması 80 sene ise, bu kişi en fazla 80 yaşına kadar yaşayabilir. Aynı kişi sağlığını bozarsa, Allah da onun ömrünü kısaltır. Eğer bu kişi sağlığına dikkat eder, tedavi görürse zamanla hastalıklardan arınacağı için ömrü ecel-i müsemmasına kadar uzayabilir ama ecel-i müsemmasını geçemez.Toplumların ve devletlerin de eceli vardır (Araf 7/34, Yunus 10/49). Bu ecel de kısalabilir. Kur’an’da bunun örneği Yunus’un (a.s.) kavmidir. Allah, herhangi bir konudaki cezalandırmayı bu sürenin dolmasına kadar ertelediğini bildirir (Ankebut 29/53, Nahl 16/61). Yunus (a.s.), tövbe ederek /dönüş yaparak kendisini düzeltmesiyle hem kendinin hem de kavminin kısalmış olan ecelini geri uzatabilmiş (Enbiya 21/87-88), böylece cezadan kurtulmuştur. Eğer bu süre dolduğu zaman tövbe etseydi tövbesinin bir faydası olmazdı ve cezayı çekerdi (Hud 11/3, İbrahim 14/10, Nahl 16/61).
[*] En’am 6/130.
[*] Bakara 2/136, 213, Al-i İmran 3/84.
[1*] Ahzab 33/66-68, İbrahim 14/21.
[2*] Furkan 25/68-69.
[1*] Mearic 70/4.
[2*] "Yine şunu söyleyeyim ki, devenin iğne deliğinden geçmesi, (infak etmeyen) zenginin Tanrı egemenliğine girmesinden daha kolaydır." Matta 19:24 Ayrıca: Markos 10:25; Luka 18:25.
[1*] Hamd, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Her şeyi mükemmel yapmak Allah’a özgüdür” demek, en üstün övgüdür. Övgünün bir diğer çeşidi olan “şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için ‘güzel’ yerine ‘mükemmel’ kelimesini kullandık.
[1*] Bakara 2/79-80, Al-i İmran 3/23-24.
[2*] İvec (عوج), çok dikkat etmedikçe anlaşılamayacak eğriliktir (Müfredat). Allah’ın yolunda böyle bir eğrilik isteyenler, yaptıkları yanlışlar kolaylıkla anlaşılmasın diye doğruya çok yakın görünecek çarpıtmalar yaparlar. Ayette sözü edilen kişilerin en çok istediği budur. Bu sebeple en tehlikeli yanlış, doğruya en çok benzeyendir.
[3*] Cehennemden çıkmayacak olanlar bunlardır (Meryem 19/72).
[1*] Enbiya 21/101-103.
[2*] Bunlar, henüz cehennemde olup Allah’ın sözü gereği ebedi cehennem cezası almamış olanlardır. O söz Allah’ın şirk günahı dışında kalanları bağışlayacağı sözüdür (Nisa 4/48).
[*] Bunlar yüzlerinden tanındıklarına göre kendi toplumlarının ve çağdaşlarının meşhur kimseleri, büyük kitleleri yanlış yola sürükleyen kimseler, tağutlar olmalıdır.
[*] Araf 7/32
[*] En’am 6/70
[1*] Bu surenin 41. ayetinden buraya kadar, cennetliklerin cennetteki, cehennemliklerin de cehennemdeki durumu anlatıldıktan sonra Allah’ın onlara, bir ilme göre açıkladığı bir kitap indirdiğinden söz edilmesi, onun her bir nebiye verilen kitap ve hikmet olduğunu (Âl-i İmrân 3/81) gösterir. Bu durumda Nebilere, kitap ile birlikte verilen hikmetin, o kitaptan, Allah’ın belirlediği yöntemle doğru hüküm çıkarma ilmi olduğu dışında bir şey olmaz. Nitekim Nebimiz Muhammed aleyhisselam da kendine indirilen ve öğretilen kitap ve hikmeti (Nisa 4/113) ümmetine öğretmiş ve Kur’an’dan doğru hüküm çıkarmanın yollarını göstererek onları geliştirmiştir (Bakara 2/151, Âl-i İmran 3/164).
[2*] Bu ilim (bilgi, yöntem), ayetlerin ayetler ile açıklandığı Kur’an yöntemidir. Daha detaylı bilgi için bkz. Âl-i İmran 3/7, Hud 11/1,2 ve dipnotları.
[1*] Taha 20/124-126, Zuhruf 43/36-37.
[2*] Şefaat, birini kendi gibisiyle eşleştirmek, birinden eşlik etmesini istemek, eşlik etmek veya arka çıkmaktır (El-Ayn, Müfredât). Bkz Bakara 2/48 ve dipnotu.
[1*] Yer ve göklerin toplam altı günde yaratıldığını gösteren ayetler şunlardır: Yunus 10/3, Hud 11/7, Furkan 25/59, Secde 32/4-5, Fussilet 41/9-12, Kaf 50/38, Hadid 57/4. Allah katındaki bir gün bize göre bin yıl kadar olduğu için (Hac 22/47) bu ayetteki altı gün altı bin yıla denk gelir.
[2*] Kur’an, halkın diliyle inmiştir (İbrahim 14/4). Halk dilinde arş, “saltanat koltuğu”dur (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Arşa istiva ise “yönetimin başına geçme” anlamındadır. Türkçede de bu anlamda, “padişah tahta çıktı”, “falan kişi cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu” gibi ifadeler kullanılır. Dolayısıyla “Allah arşa istiva etti.” sözü de kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder (Yunus 10/3, Ra’d 13/2, Taha 20/5, Furkan 25/59, Secde 32/4, Hadid 57/4).
[3*] Rad 13/2, İbrahim 14/33, Nahl 16/12, Ankebut 29/61, Lokman 31/29, Fatır 35/13, Yasin 36/37-40, Zümer 39/5, Leyl 92/1-2.
[4*] Yunus 10/3, 31, Hud 11/123, Rad 13/31, Yasin 36/82
[1*] Rum 30/46, Furkan 25/48, Neml 27/63.
[2*] Fatır 35/9.
[*] Nuh kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Yunus 10/71-73, Hud 11/25-48, Mu’minun 23/23-30, Şuara 26/105-122, Saffat 37/75-82, Kamer 54/9-16, Nuh 71/1-28.
[*] Hud kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Hud 11/51-60, Şuara 26/124-140, Fussilet 41/15-16, Ahkaf 46/21-25, Kamer 54/18-21, Zariyat 51/41-42, Hâkka 69/6-8, Fecr 89/6-8.
[*] Salih Aleyhisselamın kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Hud 11/61-68, Hicr 15/80-84, Şuara 26/141-159, Neml 27/45-53, Fussilet 41/17-18, Zariyat 51/43-45, Kamer 54/23-31, Hakka 69/4-5, Şems 91/11-15.
[*] Hud 11/64-67, Şuara 26/142-159.
[*] Elçiler toplumlarının içinde iken Allah onlara azap etmez (Enfal 8/33)
[1*] Eşcinsellik diye meal verdiğimiz kelime, fuhuş anlamında olan (el-fahişe = الْفَاحِشَةَ)’dir. Türkçede para karşılığı yapılan cinsel ilişkiye fuhuş dendiği için, yanlış anlamaya yol açmasın diye bu anlam verilmiştir. Kur’an’a göre, erkek erkeğe, kadın kadına ve nikahsız olarak kadınla erkek arasındaki ilişkilere fuhuş denir. Ayrıntılar için bkz. Nisa 4/15-16 ve dipnotları.
[2*] Lut kavmi, eşcinselliği ulu orta, zor kullanarak ve örgütlü bir şekilde yapıyordu (Hud 11/78-79, Hicr 15/67-70, Neml 27/54, Ankebut 29/29, Kamer 54/37). Bu konuda onları geçen hiçbir toplum olmamıştı.
[*] “(Bedeninin) Kalıntısı kalanlardan” anlamı verdiğimiz kelime ğâbir (غابر)’dir (Lisan’ul-Arab). Bu kelime sadece, İnanmadıkları için yanardağ patlaması sonucu lav külleri altında kalan Lut aleyhisselamın eşi ve diğerleri ile ilgili olarak bu ayetle birlikte tam yedi ayette geçer (Hicr 15/60, Şuara 26/171, Neml 27/57, Ankebut 29/32-33, Saffat 37/135).Kur’an’da yanardağ patlaması ile helak olduğu bildirilen diğer topluluk Ashab-ı Fil’dir. Orada ğabir kelimesi “içi yenmiş bitki kabuğu gibi” sözü ile örneklendirilir (Fil 105/5). Demek ki yanardağ külleri altında kalan cesetlerin içi yok olur ama dışında bir şeyler kalır. Saffat 37/137-138
[*] Hicr 15/74.
[*] İvec (عوج), çok dikkat etmedikçe anlaşılamayacak eğriliktir (Müfredat). Allah’ın yolunda böyle bir eğrilik isteyenler, yaptıkları yanlışlar kolaylıkla anlaşılmasın diye doğruya çok yakın görünecek çarpıtmalar yaparlar. Ayette sözü edilen kişilerin en çok istediği budur. Bu sebeple en tehlikeli yanlış, doğruya en çok benzeyendir.
[*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:
http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[*] Hud 11/94, Şuara 26/189.
[*] Duha kelimesi, günün bir bölümüne karşılık kullanıldığında kuşluk vaktini (Taha 20/59), yani güneşin yükselmeye başladığı vakti; geceye karşılık kullanıldığında da gündüz vaktini ifade eden kelimelerle tercüme edilmiştir.
[*] Ta-Ha 20/128.
[*] Firavun İsrailoğullarını köleleştirmişti (Taha 20/47, Müminûn 23/45-48, Şuara 26/16-22).
[*] “Uydurma” anlamı verilen kelime “ifk =إفك” kökündendir. İfk, yalan ve asılsız şeylerle birini bir şeyden çevirmektir. (el-Ayn). Sihirbazların kurdukları düzenekler ve aldatmacalar bu kelimeyle ifade edilmektedir.
[*] Nisa 4/78, Şûrâ 42/30-31.
[1*] Yarım kanatlılardan, sap, çiçek, yaprak ve başakları emerek veya yiyerek ekin hastalığına yol açan, vücudu kalkana benzeyen zararlı bir böcek.
[2*] Kan afetinin ayrıntıları Tevrat’ta anlatılmaktadır: "Sonra RAB Musa'ya şöyle buyurdu: “Harun'a de ki, ‘Değneğini al ve elini Mısır'ın suları üzerine –ırmakları, kanalları, havuzları, bütün su birikintileri üzerine– uzat, hepsi kana dönsün. Bütün Mısır'da tahta ve taş kaplardaki sular bile kana dönecek.’ ”Musa’yla Harun RAB’bin buyurduğu gibi yaptılar. Harun firavunla görevlilerinin gözü önünde değneğini kaldırıp ırmağın sularına vurdu. Bütün sular kana dönüştü. Irmaktaki balıklar öldü, ırmak kokmaya başladı. Mısırlılar ırmağın suyunu içemez oldular. Mısır’ın her yerinde kan vardı. (Mısır’dan Çıkış 7:19-21)
[*] Bakara 2/50, Enfal 8/54, İsra 17/103, Taha 20/78, Şuara 26/66, Zuhruf 43/54-55, Zariyat 51/40.
[*] A’raf 7/128-129, Şuara 26/57-59, Kasas 28/5, Duhan 44/25-28.
[*] İlk fırsatta yoldan çıktılar. A’raf 7/129, Yunus 10/12-14, Taha 20/85-97, 115-122, Alak 96/6-7.
[*] Bakara 2/49.
[*] Bakara 2/51.
[*] Nisa 4/164.
[*] En’am 6/154.
[*] Ta-Ha 20/88
[1*] Allah Musa’ya, halkının yoldan çıktığını daha önce söylemişti. Bkz. Taha 83 vd.
[2*] Taha 20/86.
[3*] Bu olay Tevrat’ta şu şekilde anlatılmaktadır: “Musa ordugaha yaklaşınca, buzağıyı ve oynayan insanları gördü; çok öfkelendi. Elindeki taş levhaları fırlatıp dağın eteğinde parçaladı.” (Tevrat /Mısır’dan Çıkış 32:19).
[*] Allah’a iftira ederek boğanın aracı tanrı (ilah) olduğunu iddia etmişlerdi.
[*] Fitne için bkz. A’raf 7/27. ayetin dipnotu.
[1*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz Araf 7/89. ayetin dipnotu.
[2*] Bakara 2/3- 5, 177.
[1*] Kur’an’da ümmînin üç anlamı vardır: Biri, kendisine kitap verilmemiş olan (Al-i İmran 3/20), ikincisi inandığı kitabın içeriğini bilmeyen (Bakara 2/78), üçüncüsü de Mekkeli (Cum’a 62/2) anlamındadır. Nebimiz de daha önce ilahî kitap bilgisine sahip değildi (Şûrâ 42/52-53, Ankebut 29/47-48). Son nebinin İsmail aleyhisselamın soyundan geleceği ve Mekke’den çıkacağı Tevrat ve İncil’de yazılı olduğundan (A’raf 7/157-158), (Tevrat /Tesniye 18:18,19, Mezmurlar 84:6, 118:22-26), (İncil /Matta 21:42-44) Kur’an’da onunla ilgili olarak kullanılan ümmî kavramı, Mekkeli anlamındadır.
[2*] Tevrat'taki ifade şöyledir: "‘Onlara kardeşleri (İsmailoğulları) arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek. Adımla konuşan bu peygamberin ilettiği sözleri dinlemeyeni ben cezalandıracağım." (Tesniye 18:18,19). Yuhanna İncil'inde de şu ifadeler yer alır: "Şimdiyse beni gönderenin yanına gidiyorum. Ne var ki, içinizden hiçbiri bana, ‘Nereye gidiyorsun?’ diye sormuyor. Ama bunları söylediğim için yüreğiniz kederle doldu. Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, Paraklit size gelmez." (Yuhanna 16:5-7). "Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu (Paraklit) gelince, sizi tüm gerçeğe yöneltecek. Çünkü kendiliğinden konuşmayacak, yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. O beni yüceltecek. Çünkü benim olandan alıp size bildirecek. Baba’nın nesi varsa benimdir. ‘Benim olandan alıp size bildirecek’ dememin nedeni budur." (Yuhanna 16:12-15).
[3*] Fıkıh geleneğinde bu ayete dayanılarak Muhammed aleyhisselâma haram koyma yetkisinin verildiği ve onun bu yetkiyle Kur’an’da bulunmayan bazı haramlar koyduğu kabul edilir. Hâlbuki Allah’ın elçisinin iyiliği emredip kötülüğü yasaklaması, tayyibâtı (iyi ve temiz şeyleri) helal, habâisi (kötü ve pis şeyleri) haram kılması, insanların üzerlerindeki ‘ısr’ı yani yeni gelecek resûle inanmak gibi ağır bir yükü kaldırıp zincirleri kırması, esasında Kur’an’da var olanı bildirmesidir. Bu fiillerin Resûlullâh’a izafe edilmesi, onun resûl /elçi olması sebebiyledir. Allah’ın elçileri, Allah’ın kitabındaki emir ve yasakları, hiçbir ilave veya eksiltme yapmaksızın olduğu gibi tebliğ ederler. Pek çok ayette Allah’ın, tayyibâtı helal, habâisi haram kıldığı bildirildiğine göre (Bakara 2/168; Mâide 5/88; Nahl 16/114-115) aynı fiillerin Resûlullâh’a nispet edilmiş olması, onun, yalnızca kitapta yani Kur’an’da bulunan hükümleri tebliğ etmesi anlamına gelir, ona kendiliğinden hüküm koyma yetkisi vermez. Bu sebeple Nebîmiz, Allah’ın helal kıldığı bir şeyi kendisine haram kıldığı için uyarılmıştı (Tahrîm 66/1). Bu, onun “nebî” vasfıyla yaptığı kişisel bir tercihi idi. Eğer bir şeyi haram kılma yetkisi olsaydı böyle bir uyarı yapılmazdı.
[4*] Bu, önceki ümmetlere yüklenen, gelecek nebiye inanma ve ona destek olma sorumluluğudur. (Bkz. Bakara 2/286 ve dipnotu).
[5*] Yaptıkları hatalar yüzünden İsrailoğullarına ağır sorumluluklar yüklenmişti. Tevrat'ta da bu durum benzer bir şekilde "zincir" kavramıyla mecazileştirilmiştir. "Alay etmeyin artık, yoksa zincirleriniz daha da kalınlaşır. Çünkü bütün ülkenin kesin bir yıkıma uğrayacağını Rab’den, Her Şeye Egemen Rab'den duydum." (Yeşaya 28:22)
[1*] Tevrat’ta “men” ile ilgili şu ifadeler vardır: “Rab Musa’ya, “Size gökten ekmek yağdıracağım.” dedi, “Halk her gün gidip günlük ekmeğini toplayacak. Böylece onları sınayacağım: Benim yasama göre yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı, göreceğim.” (Çıkış 16/4-5)
“Akşam bıldırcınlar geldi, ordugahı sardı. Sabah ordugahın çevresini çiy kaplamıştı. Çiy eriyince, toprakta, çölün yüzeyinde kırağıya benzer ince pulcuklar göründü. Bunu görünce İsrailliler birbirlerine, “Bu da ne?” diye sordular. Çünkü ne olduğunu anlayamamışlardı. Musa, “Rabbin size yemek için verdiği ekmektir bu.” dedi” (Çıkış 16/13-15).
İsrailoğulları, Allah’ın men ve selva ikramı için “Tek çeşit yemeğe katlanamayacağız.” diye yakınmışlardı (Bakara 2/61). Buna göre men ve selvâ bir arada tek çeşit yemek sayılmaktadır. Bu da men için Tevrat’ta geçen “ekmek” tanımının uygun düştüğünü gösterir. Nitekim men ile ilgili şu bilgiler de mevcuttur: “Menin kırağı şeklinde küçük ve yuvarlak, kişniş tohumu gibi beyaz ve ak günnük görünüşünde olduğu, lezzetinin ballı yufkaya benzediği belirtilmektedir (Çıkış, 16/14, 31). Men hiçbir işleme tâbi tutulmaksızın tabii haliyle yenebildiği gibi ondan çeşitli yiyecekler de yapılıyordu. İsrâiloğulları men’i toplar, değirmende öğütür veya havanda döverek tencerede haşlar, pide yaparlardı ve bu taze yağ tadında olurdu (Sayılar, 11/8).” (DİA)
[2*] Bakara 2/60.
[*] Maide 5/20-26, Bakara 2/57-61.
[1*] Oraya girme emrine karşı çıkanlar, sanki Allah, o yerin halkı ile savaşmalarını emretmiş gibi şu sözü söylediler: “Bak Musa! Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, onlarla ikiniz savaşın! Biz işte şurada oturup bekleyeceğiz.” (Maide 5/22-24).
Tevrat’ta da o bölgeye hiç savaşmadan girecekleri bildirilir:
“Rab Musa’ya, “Buradan git” dedi, “Sen ve Mısır’dan çıkardığın halk İbrahim’e, İshak’a, Yakup’a, ‘Orayı senin soyuna vereceğim’ diye ant içtiğim topraklara gidin. Süt ve bal akan ülkeye senden önce bir melek gönderecek, Kenan, Amor, Hitit, Periz, Hiv ve Yevus halklarını oradan kovacağım…” (Mısır’dan Çıkış 33:1-3).
“Tanrınız Rab mülk edinmek üzere gideceğiniz ülkeye sizi götürdüğünde, birçok ulusu –Hititler’i, Girgaşlılar’ı, Amorlular’ı, Kenanlılar’ı, Perizliler’i, Hivliler’i, Yevuslular’ı- sizden daha büyük ve daha güçlü yedi ulusu sizin önünüzden kovacak.” (Yasanın Tekrarı 7:1).
[2*] Bakara 2/59.
[*] Cumartesi yasağıyla ilgili Tevrat’taki hüküm şöyledir: “Tanrın Rabbin buyruğu uyarınca Şabat Günü’nü tut ve kutsal say. Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın Rabbe Şabat Günü olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, öküzün, eşeğin ya da herhangi bir hayvanın, aranızdaki yabancılar dahil, hiçbir iş yapmayacaksınız. Öyle ki, senin gibi erkek ve kadın kölelerin de dinlensinler.” (Tesniye 5:12-14).
[1*] Çetin, ayetteki (شديد = şedîd)’in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır (En'âm 6/160).
[2*] Bu ayet, her müminin çevresindeki olaylara karşı duyarlı olması ve yanlış yapanlara en azından öğüt vererek müdahale etmesi gerektiğinin delilidir. Etrafımızda gelişen yanlışlara, aşırılıklara ve çirkinliklere karşı ilgisiz veya içe kapanık kalma durumumuzun mazeret olamayacağı ayetin açık hükmü kapsamındadır.
[*] Bu, onlara has fiziksel dönüşüm değil, benzer davranışları gösteren herkese uygulanan bir dışlama biçimidir (Bakara 2/65, Nisa 4/47).
[*] Bakara 2/80, Al-i İmrân 3/24.
[*] Kehf 18/30.
[*] Bakara 2/63, 93, Nisa 4/154.
[*] Âyetteki “Âdemoğulları” kelimesi, hem kadını hem de erkeği ifade eder. Çocuğu kadın doğurur ama o, arka tarafından değil rahminden çıkarak dünyaya gelir. İnsan neslinin devamı ile ilgili olarak Âdemoğullarının arka tarafından çıkan tek şey, bel kemiği ile leğen kemikleri arasından çıkan yumurta ve spermdir (Tarık 86/7). İnsan, bu iki maddenin, rahim girişinde birleşip yumurtanın oluşumu ve kendine has özelliklerin belirlenmesi ile birlikte oluşmaya başlar (Âl-i İmran 3/6, Mürselat 77/20-23). Bu sebeple ayetteki, Âdemoğullarının nesillerinin arka taraflarından ilk alınma anı, doğum anını değil, kadının ve erkeğin büluğa erdikleri ilk anı ifade eden mecaz kullanımdır. Bu andan itibaren sorumluluklar başlar. Zaten yeni doğan çocukta bir bilgi olmaz (Nahl 16/78). Ama o, doğumdan itibaren kendini ve çevresini izlemeye ve belli bir aşamaya gelince sorular sormaya başlar. Çünkü ana rahminde vücut yapısının tamamlanmasından sonra üflenen ruh sayesinde insan, bilgi öğrenme ve öğrendiği bilgiyi değerlendirerek yeni bilgilere ulaşma kabiliyetine kavuşur (Müminûn 23/14, Secde 32/7-9). Sonunda Allah’ın tek Rab yani kendinin ve tüm varlıkların sahibi ve yöneticisi olduğunu kesin olarak anlar. Allah, içsel olarak onlara: ‘elestu bi Rabbikum = ben sizin Rabbiniz /sahibiniz değil miyim’ diye sorar, onlar da içten tam bir kararlılıkla “bela = elbette Rabbimizsin!” der. Kur’an’da her şeyin örneği vardır (İsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58, Zümer 39/27). Bunun örneği de İbrahim aleyhisselamdır. Onun ailesi ve toplumu ile yaptığı mücadele, gözlemlerini tamamlayıp kesin kanaate varmasından sonra, delikanlılığının ilk günlerinde, henüz nebi olmamışken başladı (En’am 6/ 74-81, Enbiya 21/51-70). Onunla bu konuda tartışan halkına: "Benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz?" demesi, bu bilgiye onların da ulaşmış olduğunu gösterir (En’am 6/80). Yoksa onlar, “Allah da kim?” diye sorarlardı.
[*] Kendilerine elçi gelmeyen toplumlar, sadece şirkten ve evrensel doğrulardan sorumlu olurlar. Çünkü Allah’ın bir ortağının olamayacağını ve evrensel doğruları kendi gözlemleriyle öğrenmiş olurlar.
[*] Zuhruf 43/36-37.
[1*] Kehf 18/7.
[2*] ٍİsra 17/18-21.
[3*] Köpekte ter bezi yoktur, dolayısıyla sıcak havalarda vücut ısısını dengelemek için dilini çıkarıp solur. Bu şekilde fazla ısıyı dışarı verir. Dinden dönenin durumu da köpek gibidir. Nasıl ki köpek, üzerine varsan da kendi haline bıraksan da sürekli dilini çıkarır, durumunu değiştirmezse, dinden dönen kişi de kendi haline bıraksan da, üzerine gitsen de durumunu değiştirmez. Vicdanının verdiği huzursuzluktan kurtulmak için ayetler hakkında yalan söylemeden duramaz.
[1*] Allah, insanları ve cinleri kendisine kulluk etsinler diye yarattığı halde (Zariyat 51/56) onların çoğu kendi iradeleri ile isyan etmiş ve bu hale düşmüşlerdir. Bu durumda hakiki anlamı vermek mümkün olmayacağı için meale “sanki” ifadesi konmuştur.
[2*] Allah Zariyat Suresinde:“Cinleri ve insanları, kulluğu sadece bana yapsınlar diye yarattım.” (Zariyat 51/56) dediği halde gelenekte bu ayete, “İnsanların ve cinlerin çoğunu cehennem için yarattık” şeklinde anlam verilir. Zariyat 56’da (haleka) خلق fiili kullanıldığı halde bu ayette zerae (ذرأ) fiili kullanılmıştır. Zerae, yetiştirme anlamındadır (En’âm 6/136, Nuh 71/17, Müminûn 23/79).
[3*] “İlerisini görmek” diye tercüme ettiğimiz kelime “basiret”tir. Küçük ve büyük baş hayvanların da gözleri vardır ama basiretleri yoktur.
[4*] Sem’ /dinleme, basar /basiret ve kalp /gönül kabiliyetleri, insana ruhun üflenmesiyle birlikte oluşan üç kabiliyettir (Secde 32/9). Ayette bu kabiliyetlerin cinlerde de olduğunun bildirilmesi onlara da ruh üflendiğinin delilidir. Ruh, bilgisayarın işletim sistemine benzer. O sistem bilgisayara, yapımı tamamlandıktan sonra yüklenir. Ruh da vücuda, yapısının tamamlanmasından sonra yüklenir ve kişinin ikinci vücudu olur. Kişi, o andan itibaren diğer canlılardan farklı hale gelir (Müminûn 23/12-14). Kalp, kişinin gönlü, ana kumanda merkezidir. Vücut, doğru bilgilere uyulmasını ister. Gönül ise menfaatleriyle doğrular arasında git-geller yaşar. Kararını menfaatlerine göre verirse kendini bazı doğrulara kapatır ve onları yok sayar. Bu da kişiyi, nankör ve kâfir yapar. Kâfir, Allah’ın ayetlerini görür, doğru olduklarına inanır ama menfaatlerine ters düştüğü için görmezden gelir. Bu sebeple kafirlik, bilinçli bir eylemdir (Al-i İmran 3/106, Tevbe 9/66, Nahl 16/106, Neml 27/14, Ankebut 29/47, Lokman 31/32). Bu eylemi yapanlar, Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lanetini hak ederler. Tevbe etmezlerse dünyalarını da ahiretlerini de kaybederler (Al-i İmran 3/89-91). Bazıları da ikili oynar. Kötü bir görünüm vermemek için, doğruları kabul ettiğini söyler. Menfaatlerine ters düşen ayetlerin anlamlarıyla oynayarak kâfirlerden de kötü duruma düşer. Bunlar, insanlara karşı ikiyüzlülük, Allah’a karşı münafıklık edenlerdir. (Bakara 2/8-16, 75-79) Bütün bu bilgiler ışığında insan ve cin: “Duyu organlarıyla elde ettiği bilgileri gönlüne göre değerlendirip davranışlarını değiştirebilen canlı” şeklinde tarif edilebilir. Bu özellikler onları, Allah’a karşı sorumlu hale getirmiştir (En’am 6/128-132, Zümer 39/42, Ahkaf 46/18-19, 29-32, Cin 72/14-15).
[5*] En’am 6/143-144.
[6*] Bakara 2/171.
[1*] Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). En güzel isimlerin Allah’a ait olması onun en güzel özelliklere sahip olduğunu ifade eder.
[2*] İsra 17/110-111, Taha 20/8, Haşr 59/24.
[*] Bakara 2/15.
[*] Sebe 34/46, Kalem 68/2
[*] Onlar yola gelmeden Allah onları yola gelmiş saymaz (Kasas 28/56).
[1*] Gök de yer de yok olmuş ve ilk haline dönmüş olacak (İbrahim 14/48, Enbiya 21/104, Nebe 78/28-30, İnfitar 82/1-3).
[2*] Nahl 16/77, Kamer 54/50.
[3*] Lokman 31/34, Naziat 79/42-44.
[1*] Nefis kelimesi, hem beden hem de ruh anlamına gelir (Zümer 39/42). Bu ayetteki nefis, bedenin özelliklerini içeren döllenmiş yumurtadır. Nefsin oluşumu, üç karanlık bölgede tamamlanır (Zümer 39/6). Bunlar yumurtalık /karar-ı mekîn (Müminûn 23/13, Mürselat 77/21), yumurtalıkla rahim arasındaki kanal /müstekar ve rahim /müstevda’dır (En’âm 6/98).
[2*] Zevc /eş kelimesinin müennesi /dişili olan “zevce” kelimesi Kur’an’da ve fasih Arapçada kullanılmaz. Kadın erkeğin zevci /eşi, erkek de kadının zevci /eşidir.
[3*] Rum 30/21.
[*] Evlatlarının iyi olmasını Allah’a değil, ortak koştuklarına bağlamaya başlarlar.
[*] En’am 6/68-69.
[*] Fatır 35/14, Ahkaf 46/4-6.
[1*] Örf ve ma’ruf, güzelliği akıl ve din yoluyla bilinen şeydir.
[2*] “Cahilce davranan” olarak meal verdiğimiz “cahil (جاهل) kelimesi, bilmeyen anlamına geldiği gibi, bilinen ama olması gerekenin aksine davranan anlamına da gelir (Müfredât). Ayette örfe, yani herkesin doğru olduğunu bildiği şeye uymayan kişiden söz edildiği için bu kişiye cahil değil, “cahilce davranan” denir. Çünkü böyle bir kişi, doğruyu bildiği halde bilmiyormuş gibi davranır.
[1*] Nahl 16/103
[*] Namazda imamın Kur’an’ı sesli okuduğu rekatlarda, onu duyan cemaatin susup dinlemesi gerekir. İmamı duyamayan, Fatiha ve zamm-ı sureyi kendi başına okur.
[1*] Öğle ve ikindi namazlarında kıraatin yüksek sesle olmamasının delili bu ayettir. Ayetteki “el-ğuduvv (الْغُدُوِّ)” ve “el-âsâl (الْآَصَالِ)” kelimeleri öğle ve ikindi vakitlerini ifade eder. Başka bir ayette Allah Teâlâ bu kelimeleri şöyle açıklamıştır:
“Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de el-ğuduvv ve el-âsâl vakitlerinde ister istemez sadece Allah’a secde ederler.” (Ra’d 13/15)
Ayette işaret edilen iki vakitte gölgelerin secde ettiğinin bildirilmiş olması, bu iki vaktin, güneşin bulunduğu zaman dilimleri olduğunu göstermektedir. Zira Allah Teâlâ, güneşi gölgenin göstergesi yaptığını belirtmiştir: “Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmüyor musun? Eğer farklı bir kural koysaydı onu hareketsiz /sabit kılardı. Biz güneşi gölgenin göstergesi kıldık.” (Furkân 25/45)
Dolayısıyla ğuduvv ve âsâl, güneş ışıklarının bulunduğu gündüz vakitleridir. Gündüz kılınan farz namazlar da öğle ve ikindi namazlarıdır. Ayete sabah-akşam değil de öğle-ikindi şeklinde mana vermemiz bundandır. Bu vakitlerle ilgili olarak başka ayetler de vardır:
“(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Oralarda, “el-ğuduvv ” ve el-âsâl” vakitlerinde Onun şanını yücelterek tenzih eden öyle yiğitler vardır ki ne ticaret ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, namazı hakkıyla ifa etmekten, zekâtı vermekten alıkoyar. Onlar kalplerin ve gözlerin dehşetten halden hale döneceği, alt üst olacağı bir günden endişe ederler.” (Nûr 24/36-37)
Bu ayete göre “el-ğuduvv” ve “el-âsâl”, pazarların kurulup alışverişin kızıştığı zaman dilimlerini gösterir. Cuma namazının farziyetini bildiren aşağıdaki ayet de cumanın vaktinin alışverişin kızıştığı vakitte yani öğle vakti olduğuna işaret etmektedir. Çünkü pazarlar kurulduktan sonra alışverişin kızıştığı vakitlerin başlangıcı “genelde” öğle vaktine denk gelir. Ayet şöyledir:
“Ey inananlar! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah'ı anmaya koşun, alım satımı bırakın. Bilseniz bu sizin için daha iyidir.” (Cuma 62/9).
“El-ğuduvv” ile aynı kökten gelen “el-ğadâ (غَدَاءَ)” kelimesi de bunun bir başka delilidir. İlgili ayet şöyledir: “(Buluşma yerlerini) geçip gittiklerinde Musa genç adamına “Öğle yemeğimizi (غَدَاءَنَا) getir bize. Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi.” dedi.” (Kehf 18/62)
Bu ayete göre “ğadâ (غَدَاءَ)” kelimesi, sabah kalkıp yorulana kadar yol yürüdükten sonra yenilen yemeğe denir. Bir kişinin gece dinlendikten sonra sabah kalkıp yorulana kadar yürümesi yaklaşık olarak öğle vaktine denk gelir. “Ğadâ” kelimesinin öğle vakti olduğunun başka bir delili de “el-âsâl” kelimesidir. Çünkü bu kelimenin müfredi/tekili olan “asîl (أَصِيلً)” Kur’an-ı Kerim’de “bükraten (بُكْرَةً)” kelimesinin zıddı olarak gelmektedir (Furkân 25/5, Ahzâb 33/42, Fetih 48/9, İnsân 76/25). “Bükraten (بُكْرَةً)” kelimesi, güneş ışıklarının yayılmaya başlamasından öğlene kadar olan zaman dilimini ifade eder. Buna göre “asîl (أَصِيلً)”, güneş ışıklarının zayıflamasıyla güneşin batışı arasındaki zamanı gösterir ki bu ikindi namazının vaktidir. “el-ğuduvv (الْغُدُوِّ)” vakti “asîl (أَصِيلً)” vaktinden önce olduğuna ve “asîl (أَصِيلً)” de ikindi manasına geldiğine göre ayetlerdeki “el-ğuduvv (الْغُدُوِّ)” öğle vaktini gösterir.
[2*] Bu ayetteki “öğle ve ikindi” ifadeleri, Allah’ı anmanın (zikir) ve bir önceki ayetteki Kur’an okumanın (kıraat) namazda olan ameller olduğunu gösterir. Buna göre, gündüz kılınan öğle ve ikindi namazlarında kıraat yüksek sesle olmaz, gece namazlarının (akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekâtı ve sabah namazı) kıraati sesli olur. Cemaatle namaz kılınırken sabah namazında, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekâtlarında -ki buna Cuma ve bayram namazlarının iki rekâtı da dâhildir- imam açıktan okurken cemaat susup imamı dinlemeli; imamın sessiz okuduğu diğer namazlarda (öğle ve ikindi namazlarının bütün rekâtlarında, akşamın üçüncü, yatsının üç ve dördüncü rekâtlarında) ve imamın sesinin duyulmadığı durumlarda ise cemaat de içinden kıraatte bulunmalıdır (A’raf 7/204).
[3*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât ذكر md.). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder. (Ra’d 13/28) Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209).
[*] Nisa 4/172-173, Fussilet 41/37-38.