MAİDE

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Maide 5/1)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ
Ey inanıp güvenenler! Sözleşmelerinizin gereğini yerine getirin[1*]. Durumu daha sonra bildirilecek[2*] olanlar hariç, en’âm cinsi hayvanlar /koyun, keçi, sığır ve deve[3*] size helal kılınmıştır[4*]. İhramlı iken avlanmayı[5*] helâl saymayın. Allah istediği hükmü verir.

[1*] “Sözleşme” şeklinde tercüme edilen sözcük “akit”tir. Müminlerin asıl sözleşmeleri Allah iledir. Bu şekilde oluşturdukları bağa itikat denir. Helallar ve haramlar, bu itikadın gereklerindendir. Haram olmayan konularda, insanlarla yaptıkları sözleşmelere de uymak zorundadırlar.

[2*] Bunlar, bu surenin üçüncü ayetinde belirtilen hallerdeki hayvanlardır.

[3*] En’am 6/143-144.

[4*] Av hayvanlarının “behimet’ül- en’am’dan / en’am cinsi evcil hayvanlar”dan istisna edilmesi, ayette bunların yabanilerinin kastedildiğini gösterir. Çünkü evcil hayvanlar avlanmaz. Bunlar yaban öküzü, yaban ineği, geyik, yaban keçisi gibi en’am benzeri av hayvanlarının da en’am kapsamında olduğunu gösterir.

[5*] İhramlı iken kara avı haram olduğu gibi başkası tarafından avlanan kara hayvanlarından yemek de haramdır ama deniz avı helaldir (Mâide 5/95-96).


(Maide 5/2)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًاۜ وَاِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواۜ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُواۢ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Ey inanıp güvenenler! Allah’a kulluğun simgelerine[1*], haram aylara, hacıların yanlarında getirdikleri kurbanlık hayvanlara, onlara takılan gerdanlıklara[2*], Rablerinin ikramını ve rızasını elde etmek için Kâbe’ye yönelenlere saygısızlık etmeyin[3*]. İhramdan çıktığınızda avlanabilirsiniz. Mescid-i Haram’a girmenizi engellediler[4*] diye bir topluluğa olan nefretiniz, sizi aşırılığa sürüklemesin. Erdemli olma ve takva /yanlışlardan korunma konusunda birbirinizle yardımlaşın ama günah ve taşkınlık konusunda yardımlaşmayın. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Allah’ın cezalandırması çetindir[5*].

[1*] Şeâir; Allah’a kulluk etmeye vesile olan, saygı gösterilmesi ve korunması gereken belli işaret ve semboller anlamına gelir. Burada her ne kadar hac menasiki denen ve hac ibadetinin yapıldığı yerler olan Ka’be, Safa ile Merve, Arafat, Mina ve Müzdelife kast edilmiş olsa da aslında bunlar, ezan, Kur’an, mescitler vs gibi İslam dininin tüm simgelerini ve kutsallarını da kapsar. Çünkü Safa ile Merve’nin ve kurbanlık hayvanların da şeâirullâhtan olduğu beyan edilmiştir (Bakara 2/158, Hac 22/36). Başka bir ayette ise Allah Teâlâ, şeâirullâha yani kendi koyduğu simgelere saygı gösterilmesinin, kalplerin takvasına bağlı olduğunu bildirmiştir (Hac 22/32).

[2*] Harem bölgesinde kesilmek üzere götürülen hayvanlar “hedy” diye adlandırılır (Mâide 5/95, Fetih 48/25). Bu ayetteki (الْقَلآئِدَ = el-kalâid) ise gerdanlıklar anlamındadır. Hedy kelimesinden hemen sonra gelmesi sebebiyle, tanınıp saygı gösterilsin diye o kurbanlıkların boynuna takılan özel süsler demektir.

[3*] “Saygısızlık etmeyin” şeklinde tercüme edilen ibare (لاَ تُحِلُّواْ= helal saymayın)'dır. Helal; mübah olan bir şey veya kişinin yapıp yapmamakta serbest olduğu eylemdir. Bu ayet, Safa ile Merve arasında say, hacıların kurban bayramında kesmek üzere getirdikleri kurbanlıklar (Hac 2/28) gibi Allah’a kulluğun sembollerinden olan şeylere  saygısızlığı yasaklamaktadır (Bakara 2/158,196, Hac 22/32, 36). Haram aylar helal sayılamayacağı gibi herhangi bir zamanda ibadet için Mekke’ye gelenler de helal yani dokunulabilir sayılamaz.

[4*] Fetih 48/25

[5*] Ayetteki (شديد =şedîd), sıkı bağ kuran veya sıkıca bağlı demektir. Allah’ın ödülü veya cezası, kulun fiiline bağlıdır (En'âm 6/160).

 


(Maide 5/3)
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ اَلْيَوْمَ يَئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ölmüş hayvan, kan, domuz eti ve Allah’tan başkasının adı anılarak kesilenler size haram kılınmıştır. Ölmeden önce yetişip kestikleriniz hariç; boğularak, darbe alarak[1*], düşerek, boynuz darbesi yiyerek ve yırtıcılar tarafından parçalanarak ölenler de haramdır. Sunaklar[2*] üzerinde kesilenler ve (etleri) aranızda şans oyunuyla paylaşmanız da[3*] haram kılınmıştır. Bunların hepsi fısktır[4*]. Bugün ayetleri görmezlikte direnenlerin dininizden bir umutları kalmamıştır. Onlardan çekinmeyin, benden çekinin. Bugün dininizi, sizin için mükemmel hale getirdim[5*], size olan nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâm’ı uygun gördüm. Kim açlık içinde çaresiz kalır da günah eğilimi olmadan (yasak yiyeceklerden) yerse şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[1*] Sopa ve taş gibi sert bir cisimle başına veya vücudunun herhangi bir yerine vurularak öldürülen hayvanlar.

[2*] Tapınaklarda, üzerinde kurban kesilen, günlük yakılan, dinî tören yapılan taş masa (Türk Dil Kurumu).

[3*] Cahiliye devrinde en çok yedi kişiden oluşan bir topluluğun satın aldığı bir deve kesilerek butlar, uyluklar, ön ve arka bacaklar ve omuzlar olmak üzere on parçaya bölüştürülürdü. Devenin kafasını ve ayaklarını hayvanı kesen kişi alır, geri kalan küçük parçalar ise önceki on parçaya eşit şekilde paylaştırılırdı. Bu oyuna katılan oyuncular çekilişten önce birden yediye kadar hisseleri ve risk değerleri üzerlerinde işaretli oklar arasından maddî güçlerine ve sosyal konumlarına uygun olanı seçerlerdi. Bu okların hisse toplamı yirmi sekiz olduğundan çekilişte ilk çıkan ve on hisseye kadar olan okların  sahipleri kazanmış, diğerleri kaybetmiş sayılırdı. Kaybedenler yani çekilişe konu deveden pay almaya hak kazanamayanların o devenin etinden yemeleri ayıp sayılırdı. (DİA, “Meysir”). Ayet bunu kumar saymış ve etlerin bu şekilde paylaştırılmasını yasaklamıştır.

[4*] Fısk, doğru yoldan çıkma anlamında mastardır. Bu ayette, helal olmadığı anlatılan şeylerin ortak özelliğini gösteren isim olarak kullanılmıştır (En’âm, 6/121 ve 145).

[5*] Mükemmel olan şeye ilave veya çıkarma yapılamaz. Kur’an’da olan dine yapılan her türlü ilave ve çıkarma kişiyi bu dinden çıkarır ve müşrik yapar (Bakara 2/136-138, Al-i İmran 3/85, En’am 6/14, Hud 11/1-2).

 


(Maide 5/4)
يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَٓا اُحِلَّ لَهُمْۜ قُلْ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۙ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنَ الْجَوَارِحِ مُكَلِّب۪ينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمُ اللّٰهُۘ فَكُلُوا مِمَّٓا اَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: Size, temiz olan her şey helal kılındı[1*]. Kendinize alıştırarak eğittiğiniz, Allah’ın verdiği bilgi ile yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını, üzerine Allah’ın adını anarak yiyin. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Allah hesabı çabuk görür[2*].

[1*] Eti helal olan hayvanlar, en’am ile sınırlı değildir. Temiz olanların hepsi helaldir. Bir şeyin temiz olması, insan fıtratına ters olan pisliklerden arınmış olmasıdır.

[2*] Bir önceki ayette “ölmüş”, “darbe almış” ve “yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmış” hayvanların haram olduğu bildirilmişti. Bu ifadelerden sonra avlanan hayvanların yenilip yenilmeyeceği sorusu akla gelir. Çünkü gerek av hayvanı ile gerekse av silahı ile avlanan hayvanların ölü olarak ele geçirilme ihtimali yüksektir. İşte bu ayette Allah Teâlâ  “avcı hayvanların, sizin için tuttuklarını “Bismillah /Allah'ın adıyla” diyerek yiyin.” buyurmuş, böylece avlanma yolu ile öldürülen hayvanların da helal olduğunu bildirmiştir.


(Maide 5/5)
اَلْيَوْمَ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۜ وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْۖ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْۘ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَ وَلَا مُتَّخِذ۪ٓي اَخْدَانٍۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُۘ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ۟
Bugün size, temiz olan her şey helâl kılındı. Kendilerine kitap verilmiş olanların yiyeceği size helâl[1*], sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. İffetli mümin kadınlar ile sizden önce kitap verilmiş olanlardan iffetli olan kadınlar; mehirlerini vermeniz, sizin de iffetli olmanız, zinadan uzak durmanız ve onları gizli dost edinmemeniz şartıyla size helâl kılınmıştır[2*]. Kim bu imanı /Kur’an’ı görmezden gelirse yaptığı boşa gider ve ahirette kaybedenlerden olur[3*].

[1*] Öncekilerde helal olup da Kur'an'da haram kılınan bir yiyecek yoktur. Zira Kur'an kendisinden öncesini misliyle veya hayırlısı ile neshetmiştir (Bakara 2/106). Bize helal kılınanlar Kur'an'ın son vahiy olmasından dolayı onlara da helal kılınmıştır. Bu sebeple “Kendilerine kitap verilmiş olanların yiyeceği” ifadesine domuz eti girmez; çünkü domuz onlara da haram kılınmıştır. "Domuz çatal ve yarık tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır. Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız, sizin için kirlidir." (Levililer 11:7-8). İşledikleri bazı suçlar sebebiyle Yahudilere, normalde helal olan bazı yiyecekler ceza olarak haram kılınmıştır. (Nisâ,4/160-161; En’âm, 6/146) Bunun dışında Allah Teâlâ onlara cumartesi günleri balık avlamayı da yasaklamıştır (A’râf, 7/163; Bakara, 2/65-66). İsa aleyhisselamın nebi olarak görevlendirilmesi ile birlikte, ceza olarak haram kılınan bazı temiz yiyecekler Yahudilere helal kılınmıştı (Al-i İmrân, 3/50). Son nebi  Muhammed aleyhisselamın gelmesi ile de ceza olarak haram kılınan temiz yiyeceklerin tamamının helal kılındığı bildirilmiş (A’râf, 7/157), haram yiyeceklerin sayısı dört ile sınırlandırılmıştır (Bakara, 2/173; Mâide, 5/3; En’âm, 6/145; Nahl, 16/115). Böylece “bizden önce kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri” ile bizim yiyeceklerimiz arasında helallik-haramlık açısından bir fark kalmamış, bizim yiyeceklerimiz onlara, onların yiyecekleri bize helâl kılınmıştır.

[2*] Kadın olsun erkek olsun, namuslu olma, gizli veya açık olarak zinadan uzak durmak, evlenmede olmazsa olmaz şartlardandır (Nisa 4/24, 25, Nur 24/3 ve 26). Zinadan uzak duran bir mümin erkek veya kadın, ancak kendi gibi zinadan uzak duran bir erkek veya kadınla evlenebilir. Bunları yaptıktan sonra tövbekâr olup kendini tamamen düzelten de namuslu sayılır (Furkan 25/68-70).

[3*] Allah Teala burada, kendilerine kitap verilenlerin yiyeceklerinin ve onlardan bir hanım ile evlenmenin helal olduğunu bildirerek din farkının yiyecekler konusunda da evlenme konusunda da bir engel oluşturmadığını kesin hükme bağlamıştır. Onların iman esaslarından biri, gelecek nebiye inanmaktır (Al-i İmran 3/81-85). Muhammed aleyhisselamın bekledikleri nebi, Kur’an’ın da inanmaları gereken kitap olduğu konusunda en küçük şüpheleri olmamasına rağmen inanmayarak kafir olmaları (Bakara 2/89-91, 146, En’am 6/20-21) onları, elinde kitap olmayan müşriklerden daha kötü konuma sokar. Her kafir müşrik olduğu için (Al-i İmran 3/151) müşriklerden daha kötü konuma düşmüş birinin yiyeceğinden yemek veya onunla evlenmek yasak değilse diğer müşrikler konusunda hiçbir yasak olmaz. Şunu da unutmamak gerekir ki Müslüman olmayanlarla evlenmek haram değildir ama tavsiye edilmez (Bakara 2/221).


(Maide 5/6)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُ۫سِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبَيْنِۜ وَاِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْ مِنْهُۜ مَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلٰكِنْ يُر۪يدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ey inanıp güvenenler! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başınızı ve bilek kemiklerine kadar ayaklarınızı mesh[1*] edin. Eğer cünüp iseniz yıkanın. Hasta veya yolculuk halinde olursanız ya da sizden biri abdest bozduğu yerden gelirse[2*] yahut kadınlarınızla birleşir[3*] de su kullanma imkanı bulamazsanız[4*] temiz bir yüzeye[5*] yönelip onunla yüzünüzü ve ellerinizi[6*] meshedin. Allah, size güçlük çıkarmak istemez. Ama sizi arındırmak ve size olan nimetini tamamlamak ister[7*]. Belki görevlerinizi yerine getirirsiniz.

[1*] Mesh etmek, eli bir şey üzerinde gezdirmektir (Müfredât). Bkz. Sad 38/33. Ayette, su bulamayanların teyemmüm etmeleri emredildiği için abdestte meshin ıslak elle yapılması gerektiği anlaşılır. Başı mesh etmek, ıslak eli başın üzerine sürmek; ayağı mesh etmek de ıslak eli bilek kemiklerine kadar ayağın üzerine sürmektir.

[2*] ‘Abdest bozma yeri’ diye meal verdiğimiz (الغائطَ = el-ğait), geniş ve rahat yer anlamındadır (Lisan). Yellenme, küçük ve büyük abdest, böyle bir yerde yapılabilir. Kişinin uyuduğu yer de rahat ettiği yerdir. Uyku, eklemlerin gevşemesine ve yellenmeye sebep olur. Bu sebeple ayetin başında yer alan ‘namaza kalkma’ ifadesi, hem böyle bir uykudan uyanarak kalkma hem de abdestsiz veya cünüp olunduğunda namaz kılmak için kalkma anlamındadır.

[3*] Cinsel ilişki veya başka yolla meydana gelen orgazm hali.

[4*] Suyu kullanacak durumda değilseniz (Müfredat وجد md.).

[5*] Saîd (صَعٖيدً) üste çıkmış şey anlamındadır. Dünya’nın dış yüzeyine (Kehf 18/8) ve yüzeyde olan her şeye saîd (Kehf 18/40) denir.

[6*] Arapçada el anlamına gelen (يد = yed) kelimesi, sözlüklere göre omuzdan parmak uçlarına kadar tüm kolu ifade eder. Ancak kelimenin Kur’an’daki kullanımları, bilekten parmak uçlarına kadar olan, bir şeyi tutmaya yarayan bölümü ifade etmektedir. Bu durum A’râf 7/195 ve Taha 20/22. ayetlerde görülebilir. Bu sebeple Mâide suresi 6. ayette abdest tarif edilirken, “ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayın” denilerek, sadece ellerin yıkanıp bırakılmaması, yıkanacak bölgenin dirseklere kadar uzatılması emredilmiştir. Ayrıca Nisâ 43 ve Mâide 6. ayetlerde “yüzünüzü ve ellerinizi meshedin” şeklinde tarif edilen teyemmümü, “dirseklere kadar” ifadesi kullanılmadığı için nebimiz de ellerini bileklerine kadar mesh ederek yerine getirmiş, dirseklerine kadar mesh etmemiştir (Buhari, Teyemmüm 3; Ebu Davud, Taharet 123).

[7*] Ayette geçen "size olan nimetini tamamlamak ister" ifadesi, yeni bir hükmün geldiğini göstermektedir. Bu ayette geçen teyemmüm, daha önce Nisa 43. ayette de aynı şekilde geçtiği, abdest ise detaylarıyla sadece burada anlatıldığı için bu yeni hükmün abdestle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Bu, önceki şeriatte var olan ve bu ayet gelinceye kadar Müslümanların da uyguladıkları “ayakları yıkama” hükmünün meshe çevrilmesidir. "Allah size güçlük çıkarmak istemez" ifadesi de buna işaret etmektedir. Bakara suresinin 106. ayetinde "Biz bir ayeti nesh edersek veya unutturursak ya aynısını ya da daha hayırlısını getiririz" buyrulduğundan bu durum, oruç tutmada getirilen kolaylık (Bakara 2/187) gibi daha hayırlısıyla neshin örneğini teşkil etmektedir.

 


(Maide 5/7)
وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَم۪يثَاقَهُ الَّذ۪ي وَاثَقَكُمْ بِه۪ٓۙ اِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Allah’ın size olan nimetini ve sizinle sözleştiğinde ona verdiğiniz sözü hatırlayın. Hani “Dinledik ve gönülden boyun eğdik!” demiştiniz[*]. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Allah içinizde olanı bilir.

[*] Bir Müslüman her namazda şöyle der: "(Allah’ım!) Kulluğu doğrudan sana yaparız, yardımı doğrudan senden isteriz. Bizi doğru yoluna kabul et; nimet verdiğin kimselerin yoluna; öfkeni hak etmemiş ve sapıtmamış olanların yoluna!” (Fatiha 1/5-7) Böylece Allah’ın istediği teslimiyeti kabul etmiş, “Dinledim ve gönülden boyun eğdim!” demiş oluruz.


(Maide 5/8)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Ey inanıp güvenenler! Allah için dik duran ve hakka uygun şahitlik yapan kimseler olun. Bir topluluğa olan nefretiniz, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Siz adil olun! Yanlıştan korunmak için uygun[*] olan budur. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Allah, yaptığınız her şeyin iç yüzünü bilir.

[*] akrab (أَقْرَبُ) kelimesi ism-i tefdil değil, sıfat-ı müşebbehe sayılarak anlam verilmiştir. Çünkü ayet dengesiz davranmayı yasaklamaktadır.


(Maide 5/9)
وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ
Allah, inanıp güvenen ve iyi işler yapanlara vaat etmiştir: Onlar için hem bağışlanma[*] hem de büyük bir ödül vardır.

[*] İstiğfar, “söz ve davranışla mağfiret talep etmek”tir. Mağfiret ise, Allah’ın, kulunu azaptan korumasıdır (Müfredat). “Başı koruyan zırhlı başlık” anlamındaki “miğfer” kelimesi de aynı köktendir.


(Maide 5/10)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ
Ayetlerimiz karşısında yalana sarılarak[1*] kâfirlik edenler /onları görmezlikte direnenler var ya! Onlar da o yakıcı ateşin ahalisidir[2*].

[1*] Kezzebe = كذّب fiili bazı ayetlerde lazım, bazılarında da bâ = ب harf-i cerri ile veya doğrudan müteaddidir. Müteaddi olduğu yerlerde “yalanlama” diğerlerinde “çok yalan söyleme” anlamı verilmiştir.

[2*] Bakara 2/39, Maide 5/86, Hac 22/57, Rum 30/16, Teğabun 64/10.


(Maide 5/11)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ هَمَّ قَوْمٌ اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ۟
Ey inanıp güvenenler! Allah’ın üzerinizde olan nimetini hatırlayın; hani bir topluluk[*] sizi ele geçirip yok etmeye kalkışmıştı da Allah onların ellerini sizden çekmişti. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Müminler, yalnız Allah’a dayansınlar.

[*] Bu ayeti, bundan sonraki ayetler ve Haşr Suresinin ilk ayetleri ile birlikte okursak, bunların Benî Nadîr yahudileri olduğu anlaşılır.


(Maide 5/12)
وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۚ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يبًاۜ وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ
Allah, İsrailoğulları’ndan söz almış, içlerinden on iki temsilci çıkarmış[1*] ve şöyle demişti: “Ben sizinle beraberim. Eğer namazı özenle ve sürekli kılar, zekâtı verir, elçilerime inanıp güvenir, onların değerini bilir[2*], bana[3*] güzel bir ödünç[4*] verirseniz ben de kötü işlerinizi kesinlikle örter, sizi mutlaka içinden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra kim kafirlik ederse doğru yoldan çıkmış olur.”

[1*] Yakup aleyhisselamın 12 çocuğunun her birinin soyunun temsilcisi.

[2*] Ayette geçen bu ifade, onlara yüklenen, gelecek nebiye inanma ve ona destek olma sorumluluğunu yerine getirmediklerini gösterir. (Bakara 2/40-41-89-91; Araf 7/157).

[3*] Burada iltifat sanatı vardır. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki ( left = لفت ) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır: ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.

[4*] Bu ödünç Allah rızası için ve onun yolunda mallardan ve canlardan yapılan harcamalardır. Bakara 2/245, Hadid 11/11,18, Tegabun 64/17, Müzzemmil 73/20.


(Maide 5/13)
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ لَعَنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةًۚ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ۙ وَنَسُوا حَظًّا مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۚ وَلَا تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلٰى خَٓائِنَةٍ مِنْهُمْ اِلَّا قَل۪يلًا مِنْهُمْ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ
Verdikleri sözden dönmelerinden dolayı onları lanetledik /dışladık, kalplerini katılaştırdık. Kelimelerin asıl anlamlarını tahrif ediyor /kaydırıyor[1*], akıllarında tutmaları istenen bilgilerin bir kısmını unutuyorlardı[2*]. Pek azı dışında onlardan hep hainlik göreceksin. Sen onlara bakma ve yeni bir sayfa aç. Allah güzel davrananları sever.

[1*] Din bilginlerinin Tevrat üzerinde yaptıkları tahrif/ anlam kaydırması, Tevrat’ın içinde de yer bulmaktadır: “Nasıl, “biz bilge kişileriz, Rabbin Yasası bizdedir” diyebiliyorsunuz? İşte, bilginlerin yalancı kalemi Yasayı yalana çevirmiş.” (Yeremya 8/8)

[2*] Allah kimseyi, unuttuğu şeyden dolayı sorumlu tutmayacağı için (Bakara 2/286) buradaki unutma mecazdır.  Hıristiyanların unuttukları şeylerden biri de gelecek nebiye inanma görevidir (Araf 7/157).


(Maide 5/14)
وَمِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰٓى اَخَذْنَا م۪يثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظًّا مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۖ فَاَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّٰهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
“Biz Nasraniyiz[1*] /Hristiyanız” diyenlerden de söz aldık; ama onlar da akıllarında tutmaları istenen bilgilerin bir kısmını unuttular. Biz de aralarına kıyamet /mezardan kalkış[2*] gününe kadar sürecek bir düşmanlık ve kin yerleştirdik. Günü gelince Allah onlara neleri becerdiklerini (!) bildirecektir.

[1*] Bir ayette, Hristiyan anlamında "Nasrânî", on dört ayette de onun çoğulu olan "Nasâra" kullanılır. Kelimenin, Îsâ aleyhisselamın yardım talebine havârilerin olumlu cevap vermeleri sebebiyle (Al-i İmrân 3/52; Saf 61/14), “yardım etme” anlamındaki nasr kökünden (Müfredat) veya İsa'nın memleketi olan Nâsıra kelimesinden türetildiği söylenir.

[2*] Kıyamet ayağa kalkma ve kalkış demektir. Kıyamet günü, insanların yeniden dirilip kabirlerinden kalktığı gündür.

 


(Maide 5/15)
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يرًا مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ
Ey ehlikitap /kitaplarında uzman olanlar! Size, kitabınızdan gizlemekte olduğunuz[1*] şeylerin çoğunu ortaya çıkaran[2*], birçoğuna da dokunmayan[3*] elçimiz geldi. Size Allah’tan bir nur ve açık bir kitap geldi.

[1*] En’am 6/91

[2*] Yahudiler kitaplarında olanın çoğunu gizliyorlardı (En’am 6/91).

[3*] Burada Kur’an’ın önceki kitapları nasıl nesh ettiği anlatılmaktadır. Nesh, bir kitaptaki yazıyı diğer kitaba aktarmaktır. (el-Ayn) İki kitabın yazarı aynı şahıs ise yazıların büyük bir kısmını olduğu gibi bir kısmını da daha iyi şekilde aktarır. Onun için nesih ya dengiyle ya da daha iyisiyle olur. (Bakara 2/106)  Allah, önceki kitapların hükümlerini son kitabında korumuştur (Şûrâ 42/13). Yukarıdaki ayet, önceki kitaplarda bulunan bazı emirlerin gizlendiğini, Allah’ın onları Kur’ân’a almadığını bildirir. O hükümlerin Kur’an’a alınmamış olması, önceki kitaba inananlar üzerindeki sorumluluğu kaldırmaz. O kitapların bazı hükümleri ise daha iyisi ile değiştirilmiştir. Mesela Müslümanlar ilk başta orucu, önceki ümmetler gibi tutarken (Bakara 2/183) daha sonra bazı hafifletmeler yapılmıştır (Bakara 2/187).


(Maide 5/16)
يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Allah, rızasının peşinde olanlara, o kitapla güvenlik ve esenlik yollarını gösterir. Verdiği onayla onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve doğru bir yola sokar.


(Maide 5/17)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
“Allah, Meryem oğlu Mesih’tir[1*]” diyenler, kesinlikle kâfir/ doğruları örtmüş oldular. De ki: “Allah; Meryem oğlu Mesih’i, anasını ve yeryüzünde olan herkesi yok etmek istese ona karşı koymaya kimin gücü yeter?” Göklerde, yerde ve bu ikisinin arasında tüm yetkiler Allah'ındır. O, gerekli gördüğünü[2*] yaratır. Allah, her şeye bir ölçü koyar.

[1*] Katolik Kilisesi’nin yayınladığı Din ve Ahlak İlkeleri (İstanbul 2000) kitabında, özetle şu ifadeler yer alır: “İsa, Allah’ın elçisidir (Par. 858) Havariler zamanında İsa, gerçek anlamda insan sayılırdı. Onun Allah’ın oğlu olduğu iddiasını Pavlus ortaya attı. Bunu doğru sayan karar, üçüncü yüzyıldan sonra Antakya’da alındı (Par. 465.) 325’te toplanan Ökümenik İznik Konsili de İsa’nın yaratılmış olmadığına, Baba’dan doğduğuna ve onunla aynı özden olduğuna karar verdi (Par. 465). Üçüncü Ökümenik Efes konsili 431’de şu kararı aldı: “İsa, kendi kişiliğini, akıllı ruhla canlandırılmış bir bedenle birleştirerek insan olmuştur. Meryem Ana ise, gerçek anlamda Tanrı’nın anasıdır.” 451’de toplanan dördüncü ökümenik Kadıköy konsili onun gerçek tanrı olduğunu şöyle ilan etti: “Rabbimiz Mesih İsa’nın mükemmel Tanrılığa ve mükemmel insanlığa sahip, gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğunu, akıllı bir ruhtan ve bedenden oluştuğunu, Tanrılık açısından Baba ile, insanlık açısından da bizimle aynı özde olduğunu, günah dışında hepimize her şeyde benzer olduğunu, Tanrılık açısından yüzyıllar öncesinden Baba’dan doğduğunu, insanlık açısından bizim esenliğimiz için bakire Meryem’den doğduğunu oybirliği ile kabul ettiğimizi resmen beyan ederiz (Par. 467).”

[2*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html


(Maide 5/18)
وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارٰى نَحْنُ اَبْنَٓاءُ اللّٰهِ وَاَحِبَّٓاؤُ۬هُۜ قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُمْ بِذُنُوبِكُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ بَشَرٌ مِمَّنْ خَلَقَۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۘ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُ
Yahudiler ve Hıristiyanlar “Biz, Allah'ın oğulları ve sevdiği kimseleriz” dediler[*]. De ki: “Madem öyle, Allah niçin günahlarınızdan dolayı size azab ediyor?” Hayır, siz de onun yarattığı birer beşersiniz. Allah, affedilmenin gereğini yapanı affeder, azabı hak edene de azap eder. Göklerde, yerde ve bu ikisinin arasında tüm yetkiler Allah'ındır. Dönüp varılacak yer, onun huzurudur.

[*] Sonra firavuna de ki `RAB şöyle diyor: İsrail benim ilk oğlumdur.  Sana, bırak oğlum gitsin, bana tapsın, dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim. (Tevrat, Çıkış 4/22-23)


(Maide 5/19)
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلٰى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ اَنْ تَقُولُوا مَا جَٓاءَنَا مِنْ بَش۪يرٍ وَلَا نَذ۪يرٍۘ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَش۪يرٌ وَنَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
Ey ehlikitap /kitaplarında uzman olanlar! “Bize bir müjdeci ve uyarıcı gelmedi!” dersiniz diye, elçilerin arasının kesildiği bir dönemde, size doğruları ortaya koyan elçimiz geldi. İşte size bir müjdeci ve uyarıcı geldi[*]. Allah her şeye bir ölçü koyar.

[*] Bu elçinin geleceği, İncillerde Yuhanna 14:26, 15:26 bölümlerinde İsa aleyhisselamın ağzından anlatılmaktadır.


(Maide 5/20)
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكًاۗ وَاٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَدًا مِنَ الْعَالَم۪ينَ
Bir gün Musa halkına şöyle demişti: “Ey halkım! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani içinizden nebiler çıkarmış, sizi hükümranlar yapmış ve çağdaşlarınızdan hiç kimseye vermediğini size vermişti.


(Maide 5/21)
يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّت۪ي كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ
Ey halkım! Allah'ın sizin olsun diye kayda geçirdiği şu kutsal topraklara girin; sırt çevirmeyin, yoksa kaybedenlere dönüşürsünüz.”


(Maide 5/22)
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّ ف۪يهَا قَوْمًا جَبَّار۪ينَۗ وَاِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا حَتّٰى يَخْرُجُوا مِنْهَاۚ فَاِنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا فَاِنَّا دَاخِلُونَ
Dediler ki: “Bak Musa! Orada çok zorba bir halk var. Onlar çıkmadıkça biz asla oraya girmeyeceğiz. Eğer onlar çıkarlarsa o zaman gireriz.”


(Maide 5/23)
قَالَ رَجُلَانِ مِنَ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَۚ فَاِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَاِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
O yere girmeye korkanların arasından Allah’ın nimet verdiği iki kişi[*] şöyle dedi: “Onların yanına şu kapıdan girin; oradan girerseniz hakim olanlar siz olursunuz. İnanıp güveniyorsanız yalnız Allah’a dayanın.”

[*] Karşı çıkanların içinde olan ama onlar gibi olmayan Nun oğlu Yeşu’yla Yefunne oğlu Kalev giysilerini yırttılar. Sonra bütün İsrail topluluğuna şöyle dediler: “İçinden geçip araştırdığımız ülke çok iyi bir ülkedir. Eğer RAB bizden hoşnut kalırsa, süt ve bal akan o ülkeye bizi götürecek ve orayı bize verecektir. Ancak RAB’be karşı gelmeyin. Orada yaşayan halktan korkmayın. Onları ekmek yer gibi yiyip bitireceğiz. Koruyucuları onları bırakıp gitti. Ama RAB bizimledir. Onlardan korkmayın (Çölde sayım 14 /5-9)


(Maide 5/24)
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَٓا اَبَدًا مَا دَامُوا ف۪يهَا فَاذْهَبْ اَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَٓا اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُونَ
Dediler ki: “Bak Musa! Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyiz. Sen ve Rabbin gidin, onlarla ikiniz savaşın! Biz işte şurada oturup bekleyeceğiz.”


(Maide 5/25)
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ اِلَّا نَفْس۪ي وَاَخ۪ي فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ
Musa dedi ki: “Rabbim! Benim kendimden ve kardeşimden başkasına gücüm yetmiyor. Bizi, yoldan çıkmış bu topluluktan ayır!”


(Maide 5/26)
قَالَ فَاِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۚ يَت۪يهُونَ فِي الْاَرْضِ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ۟
Allah dedi ki: “Artık orası onlara kırk yıl yasaktır[1*]. Onlar burada şaşkın şaşkın dolaşıp duracaklar. Yoldan çıkmış bu topluluk için dertlenme[2*]!”

[1*] 40 yıl oraya girme yasağı, işlenen suça denk bir cezadır. Çünkü bu emre muhatap olan kişilerin bu dünyada yaşayacakları süre, ortalama 40 yıldır. "RAB Musa’yla Harun’a da, “Bu kötü topluluk ne zamana dek bana söylenecek?” dedi, “Bana söylenen İsrail halkının yakınmalarını duydum.  Onlara RAB şöyle diyor de: ‘Varlığım adına ant içerim ki, söylediklerinizin aynısını size yapacağım:  Cesetleriniz bu çöle serilecek. Bana söylenen, yirmi ve daha yukarı yaşta sayılan herkes çölde ölecek.  Sizi yerleştireceğime ant içtiğim ülkeye NUN OĞLU YEŞU (YÛŞA)’yla YEFUNNE OĞLU KALEV'den  başkası girmeyecek.  Ama tutsak edilecek dediğiniz çocuklarınızı oraya, sizin reddettiğiniz ülkeye götüreceğim; orayı tanıyacaklar.  Size gelince, cesetleriniz bu çöle serilecek. Çocuklarınız, hepiniz ölünceye dek kırk yıl çölde çobanlık edecek ve sizin sadakatsizliğiniz yüzünden sıkıntı çekecekler. Ülkeyi araştırdığınız günler kadar –kırk gün, her gün için bir yıldan kırk yıl– suçunuzun cezasını çekeceksiniz. Sizden yüz çevirdiğimi bileceksiniz!’  Ben RAB söyledim; bana karşı toplanan bu kötü topluluğa bunları gerçekten yapacağım. Bu çölde yıkıma uğrayacak, burada ölecekler.” Çölde Sayım 14:26-35

[2*] Bakara 2/58-59. "Bütün İsrail halkı Musa’yla Harun’a karşı söylenmeye başladı. Onlara, “Keşke Mısır’da ya da bu çölde ölseydik!” dediler, “RAB neden bizi bu ülkeye götürüyor? Kılıçtan geçirilelim diye mi? Karılarımız, çocuklarımız tutsak edilecek. Mısır’a dönmek bizim için daha iyi değil mi?” Sonra birbirlerine, “Kendimize bir önder seçip Mısır’a dönelim” dediler.  Bunun üzerine Musa’yla Harun, İsrail topluluğunun önünde yüzüstü yere kapandılar. Ülkeyi araştıranlardan Nun oğlu Yeşu’yla (Yûşa) Yefunne oğlu Kalev giysilerini yırttılar. Sonra bütün İsrail topluluğuna şöyle dediler: “İçinden geçip araştırdığımız ülke çok iyi bir ülkedir.  Eğer RAB bizden hoşnut kalırsa, süt ve bal akan o ülkeye bizi götürecek ve orayı bize verecektir. Ancak RAB’be karşı gelmeyin. Orada yaşayan halktan korkmayın. Onları ekmek yer gibi yiyip bitireceğiz. Koruyucuları onları bırakıp gitti. Ama RAB bizimledir. Onlardan korkmayın!” (Çölde Sayım 14:5-9).


(Maide 5/27)
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۢ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِۜ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَۜ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ
Onlara, Âdem’in iki oğluyla ilgili haberi tüm gerçekliği ile anlat: Bir gün ikisi de birer sunu[*] takdim etmişler, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Sunusu kabul edilmeyen “Seni kesinlikle öldüreceğim!“ deyince kardeşi şöyle demişti: “Allah sadece müttakilerden /kendisini yanlışlardan koruyanlardan kabul eder.

[*] Arapça “kurban = القربان” kelimesi, “Yüce Allah’a yakınlasma vesilesi yapılan şeydir. Yaygın kullanımda, ‘hak yolunda boğazlanan kurbanın’ adı haline gelmiştir.” (Müfredat). Bu nedenle Allah’ın kitaplarında kendisine yakınlaşmak amacıyla takdim edilmesini emrettiği çeşitli türden sunular bu kapsama girer. Nitekim Habil ve Kabil’in Tevrat’taki kıssası, sunulardan birinin toprak mahsulü, diğerinin ise hayvan cinsinden olduğunu göstermektedir: “Habil çoban oldu, Kayin (Kabil) ise çiftçi. Günler geçti. Bir gün Kayin toprağın ürünlerinden Rabb’e sunu getirdi. Habil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan bazılarını, özellikle de yağlarını getirdi. Rab Habil’i ve sunusunu kabul etti. Kayin’le sunusunu ise reddetti. Kayin çok öfkelendi, suratını astı. RAB Kayin’e, “Niçin öfkelendin?” diye sordu, “Niçin surat astın? Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez miyim?” (Yaratılış 4:2-7).


(Maide 5/28)
لَئِنْ بَسَطْتَ اِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَن۪ي مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ يَدِيَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
Sen elini beni öldürmek için kaldırırsan, ben elimi asla seni öldürmek için kaldırmam. Çünkü ben, bütün varlıkların Rabbi (Sahibi) olan Allah’tan korkarım.


(Maide 5/29)
اِنّ۪ٓي اُر۪يدُ اَنْ تَبُٓواَ بِاِثْم۪ي وَاِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَۚ
İsterim ki sen, hem benim günahımı hem kendi günahını[*] yüklenesin de o ateşin ahalisinden olasın. Yanlış yapanların cezası işte budur.”

[*] “Benim günahımı” ifadesi, “beni öldürme günahını” anlamındadır. Yoksa kimse kimsenin günahını üstlenmez (Fatır 35/18).


(Maide 5/30)
فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ اَخ۪يهِ فَقَتَلَهُ فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Sonunda nefsi onu, kardeşini öldürmeye ikna etti, o da öldürdü. Böylece kaybedenlerden oldu.


(Maide 5/31)
فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَابًا يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَار۪ي سَوْاَةَ اَخ۪يهِۜ قَالَ يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخ۪يۚ فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِم۪ينَۚۛ
Tam o sırada Allah, yeri eşeleyen bir karga gönderdi ki ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstersin. O da: "Yazık bana, bu kadar mı acizim! Şu karga kadar olup kardeşimin cesedini gömemedim!” dedi. Böylece yaptığına pişman olanlardan oldu.


(Maide 5/32)
مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ ثُمَّ اِنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِي الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ
Bu yüzden İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir kişiyi, bir başkasını öldürmesine veya yeryüzünde bozgunculuk yapmasına karşılık olmaksızın öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir kişinin hayatını kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur. Elçilerimiz İsrailoğullarına, apaçık belgelerle gelmişlerdi. Buna rağmen onların çoğu, hala yeryüzünde aşırılıklar yaparlar.


(Maide 5/33)
اِنَّمَا جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَادًا اَنْ يُقَتَّلُٓوا اَوْ يُصَلَّبُٓوا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۜ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ
Allah’a ve resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde bozgunculuk yapmak için uğraşanların cezası; öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi yahut bulundukları yerden sürgün edilmeleridir[*]. Bu, dünyada uğrayacakları rezilliktir. Onların ahirette hak ettiği ise büyük bir azaptır.

[*] “Yeryüzünde bozgunculuk yapma” ile ilgili çok sayıda ayet vardır. Onların hiçbirinde suçluya verilecek cezadan söz edilmez (Bakara 2/204, Maide 5/13, 64, Tevbe 9/107-108). “Allah ve resulü ile savaş” olarak nitelenen faiz yeme hakkındaki ayette de insanlar tarafından uygulanacak bir ceza yoktur (Bakara 2/279). Bu ayette ise “bozgunculuk yapma” ve “Allah ve resulüyle savaş” suçlarının ikisi birden işlenmektedir. Bu suç, toplumdaki can ve mal güvenliğini ortadan kaldırmaya yönelik terör ve eşkıyalık suçudur. Bunlardan adam öldürenler, öldürülür veya insanlara ibret olsun diye asılırlar. Adam öldürmemiş ama organize bir eylem ile insanların mallarını ellerinden almış olanların da elleri ve ayakları çaprazlama kesilir. Korku salarak insanları yurtlarından uzaklaştıranlar ise sürgün edilirler. Bu, Allah’ın suçla ceza arasında kurduğu dengenin gereğidir (Şura 42/40). 


(Maide 5/34)
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْۚ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Onları yakalamanızdan önce tövbe edenlere /dönüş yapanlara bu cezalar uygulanmaz[*]. Bilin ki Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[*] Furkan 25/68-71


(Maide 5/35)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey inanıp güvenenler! Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Sizi ona yöneltecek vesileler[1*] arayın ve Allah yolunda cihad edin /elinizden geleni yapın[2*] ki umduğunuza kavuşasınız.

[1*] Bu ayette geçen vesile, kulu Allah’a yaklaştıran şeydir. Bunlar iman ve salih amellerdir (Sebe 34/37, Alak 96/19). Allah, kendisine yaklaşmak için nebileri, melekleri, salih kulları veya başka varlıkları vesile kılmayı yasaklamıştır. Çünkü bu, Allah’a yaklaşmak değil, onu ikinci sıraya koyup ondan uzaklaşmaktır (A’raf 7/3, Zümer 39/3). Bu da Allah’ın asla affetmeyeceği şirk günahı olur (Nisa 4/48, 116).

[2*] Cihad (جهاد), düşmanın, şeytanın veya arzuların baskısına karşı Allah’ın emrine uymak için verilen her türlü mücadeledir (Müfredat). Allah yolunda savaş, cihadın çok önemli bir parçasıdır.


(Maide 5/36)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Kafirlik edenler var ya! Yeryüzündeki her şey, hatta bir o kadarı daha onların olsa kıyamet /mezardan kalkış gününün azabından kurtulmak için onların hepsini fidye olarak verseler bu onlardan kabul edilmez. Onların hak ettiği acıklı bir azaptır[*].

[*] Al-i İmran 3/91, Yunus 10/54, Ra’d 13/18, Zümer 39/47, Mearic 70/11-14.


(Maide 5/37)
يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
O ateşten çıkmak isterler ama çıkamazlar. Onların hak ettikleri kalıcı bir azaptır.


(Maide 5/38)
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Erkek hırsız ile kadın hırsızın ellerini kesin ki bu hem onların yaptıklarının karşılığı hem de Allah tarafından (herkese) verilen caydırıcı bir ders olsun. Daima üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır.


(Maide 5/39)
فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Kim, yaptığı bu yanlıştan sonra tövbe eder /dönüş yapar ve kendini düzeltirse, Allah, onun tövbesini /dönüşünü kabul eder[*]. Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[*] Bir malı çalan kişi; biri mal sahibine, ikincisi topluma, üçüncüsü Allah’a karşı olmak üzere üç suç işlemiş olur. Bunların cezası, suçlunun elini kesmektir. Bu ceza hem ona hem de çevresine, iyi bir ders olur. Bu, el kesme cezasının caydırıcı özelliğidir. Suçlu, yakalanmadan teslim olur ve iyi hal gösterirse el kesme cezasından kurtulur. Artık onun cezası, çaldığı mal ile birlikte onun dengi bir mal daha vermektir. Kur’an’ın sârik /hırsız dediği kişinin nasıl bir suç işlediğini, Kur’an’dan tespit etmek mümkündür. Yusuf Suresi 70-72. ayetlerde Yusuf aleyhisselam, bir plan yaparak kralın su tasını öz kardeşinin yükünün içine koymuş ve bundan dolayı üvey kardeşlerinin hırsız (sârik) sanılmalarını sağlamıştır. Kendilerine ait olmayan bir eşyayı gizlice almış olan kişilere ayette sârikûn denmiştir. Ayetteki “neyi kaybettiniz” ifadesi bir malın sahibinden gizlice alındığını göstermektedir. Yine “kralın su kabı” ifadesi malın başkasının mülkiyeti altında ve korunan bir mal olduğunun yanısıra belli bir ekonomik değere sahip olduğunu da belirtmektedir. Yusuf Suresinin 76. ayetinde kralın su kabının Yusuf aleyhisselamın öz kardeşinin yükünden çıkmış olması, eyleme konu olan malın bulunduğu yerden izinsiz ve gizlice alınarak başka bir yere nakledildiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bir suçun el kesme cezasını gerektirecek şekilde nitelikli hırsızlık (serika) olarak değerlendirilebilmesi için şu şartları taşıması gerektiği anlaşılmaktadır: Koruma altında olan başkasının mülkiyetindeki belli bir ekonomik değer taşıyan bir malın, sahibinin izni olmaksızın gizlice bulunduğu yerden alınması ve başka bir yere intikal ettirilmesi. Malın korunuyor olması, suçun gizli yapılıyor olması, malın ekonomik bir değer taşıması, serika türündeki hırsızlığın mülkiyet hakkına yönelik bir saldırı olduğunu ortaya koymaktadır. Malın bir başka yere nakledilmiş olması da suçun tasarıdan tatbikata dönüştüğünün göstergesidir. Kelimenin mecaz olarak kullanıldığı Hicr 15/17-18. ayetlerde bile çalınan şeyin korunuyor, çalanın da eylemi gizlice yapıyor olduğu görülebilmektedir. Yukarıda sayılan şartlardan birini dahi barındırmayan bir hırsızlık suçu, serika olarak adlandırılamayacağı için bu suçu işleyene de sârik denmez ve el kesme cezası uygulanmaz. Nebimizin de çeyrek dinar veya bir kalkan ya da zırh değerinde olmayan malların çalınması durumunda el kesme cezasını uygulamadığı hadis rivayetlerinde yer almaktadır (Bkz: Buhari, Hudud 13; Ebu Davud, Hudud).


(Maide 5/40)
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Bilmez misin, göklerde ve yerde tüm yetkiler Allah’ındır[1*]! Azabı hak edene azap eder, bağışlanmayı hak edeni de bağışlar[2*]. Allah her şeye bir ölçü koyar.

[1*] Bakara 2/107, Al-i İmran 3/189, Maide 5/120, Tevbe 9/116, Nur 24/42, Furkan 25/2, Zümer 39/44, Şûra 42/49, Zuhruf 43/85, Casiye 45/27, Fetih 48/14, Hadid 57/2, 5, Buruc 85/9.

[2*] (Şâe = شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Maide 5/17. ayetin dipnotu.

(Maide 5/41)
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Ey resul! Kalpten inanmadıkları halde ağızlarıyla “inandık!” diyenlerin ve Yahudilerin kafirlikte yarışmaları seni üzmesin. Onlar, yalan söylemek için kulak kesilir, sana gelmeyen başka topluluklara bilgi ulaştırmak için tüm dikkatleri ile seni dinlerler. Kelimelerin asıl anlamlarını yerlerinden kaydırır (tahrif eder[*]); “Size şu hüküm verilirse kabul edin, verilmezse kabul etmeyin” derler. Allah’ın sıkıntıda kalmasını istediği bir kişiye, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi engellemeye gücün yetmez. İşte onlar Allah’ın, kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Dünyada onların payına düşen, rezillik; ahirette de büyük bir azaptır.

[*] Tahrif (التحريف), Nisa 4/46’da açıklandığı gibi iki tarafa çekilebilecek bir anlamı, kolayca anlaşılmayacak biçimde, sözün akışına uygun olmayan tarafa çekmektir. Tahrif, metinde değil anlamda olduğu için Kur’an, önceki kitapların ana metinlerini tasdik eder. Ama tahrif kelimesi de tahrif edilip ona “tebdil” yani metni değiştirme anlamı verildiğinden hem Kur’an’ın önceki kitapları tasdik ettiği unutturulmuş hem de Kur’an ayetlerinde yapılan anlam kaydırmalarının üstü örtülmüştür. En fazla tahrif, Yahudileri rahatsız eden ayetlerde olmuştur.


(Maide 5/42)
سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِۜ فَاِنْ جَٓاؤُ۫كَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ اَوْ اَعْرِضْ عَنْهُمْۚ وَاِنْ تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ يَضُرُّوكَ شَيْـًٔاۜ وَاِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ
Onlar yalan söylemek için kulak kesilen, haram yemeyi meslek edinen kimselerdir. Sana gelirlerse istersen aralarında hakemlik yap, istersen onlarla arana mesafe koy. Onlarla arana mesafe koyarsan sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Hakemlik yapacak olursan aralarında hakka uygun hüküm ver. Allah, hakka uygun davrananları sever.


(Maide 5/43)
وَكَيْفَ يُحَكِّمُونَكَ وَعِنْدَهُمُ التَّوْرٰيةُ ف۪يهَا حُكْمُ اللّٰهِ ثُمَّ يَتَوَلَّوْنَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۜ وَمَٓا اُو۬لٰٓئِكَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ۟
Onlar /o Yahudiler seni nasıl hakem yapıyorlar! Halbuki ellerinde Tevrat, içinde de Allah'ın hükmü var[*]. Hakem yapıyor, sonra da yüz çeviriyorlar? Bunlar (sana da kendi kitaplarına da) inanan kimseler değillerdir.

[*] Bir gün Muhammed aleyhisselama zina etmiş Yahûdi erkek ve kadın getirildi. Henüz zina ile ilgili bir ayet inmemişti. Tevrat’ta zina cezasının recm olduğunu öğrenince (Levililer 20/10-26) onlara o cezayı uyguladı  (Buhârî, Hudûd, 24). Daha hafif bir ceza vermesini bekledikleri için onları Nebimize gönderen Yahudiler: “Size şu hüküm verilirse kabul edin, verilmezse kabul etmeyin” (Maide 5/41) demişlerdi (Taberî). Bir rivayete göre de âyetin indirilmesine sebep olan olay şudur: Beni Kureyza'dan biri Beni Nadir'den birini öldürürse öldürülür. Fakat Beni Kureyza'dan birini öldürürse yüz vesk (1 vesk = 200 kg) hurma diyet alınırmış. İbnü Zeyd'in rivayetine göre Huyey b. Ahtebî, Nadirli için iki diyet, Kureyzalı için bir diyet hükmedermiş. Sonra Benî Nadir'den biri, Beni Kureyza'dan birini öldürmüş, Beni Kureyza da Nebîmizin  hükmüne müracaat etmiş. Ayet buna işaret olarak inmiştir. Hasılı bu âyetler Müslüman olmayanların, İslam’ın hükmüne müracaatı hakkında nazil olmuştur. (Elmalılı).


(Maide 5/44)
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا التَّوْرٰيةَ ف۪يهَا هُدًى وَنُورٌۚ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذ۪ينَ اَسْلَمُوا لِلَّذ۪ينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللّٰهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَٓاءَۚ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
İçinde doğru yol rehberi ve bir nur bulunan Tevrat’ı biz indirdik. Allah’a teslim olmuş nebiler, Yahudilere onunla hüküm verirlerdi[1*]. Kendini Rabbinin yoluna adayanlar ve âlimler de Allah’ın kitabını koruma ve onun Allah katından olduğuna şahitlik etme[2*] görevleri gereği, onunla hüküm verirler. Siz insanlardan çekinmeyin; benden çekinin. Ayetlerimi geçici[3*] bir çıkara karşılık satmayın. Her kim Allah'ın indirdiği ile hüküm vermezse kâfirler işte onlardır.

[1*] Bu ayette nebilerin Yahudilere Tevrat’la hükmettikleri bildirilmektedir. Bakara suresinin 140. ayetinde de İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve esbatın Yahudi ya da Nasrani olmadığı vurgulanır. Esbâtın da Musa’ya kadar devam ettiği düşünülürse, Tevrat sürecinin Musa ile başladığı söylenebilir. Kur’an’ın hiçbir ayetinde Musa’ya Tevrat’ın verildiğinden bahsedilmez. Musa’ya kitap verildiği bildirilir. Yahudi geleneğinde de Eski Ahit'in/Tanakh'ın ilk beş bölümünün Musa'ya verildiği kabul edilmektedir. Hali hazırdaki Kitab-ı Mukaddes’in içeriğinden hareketle Tevrat’ın omurgasını /ahkama dair yönünü Musa’ya verilen kitabın oluşturduğu düşünülebilir. Tevrat pek çok nebiye indirilen kitapların toplamıdır. Yahudi geleneğinde Eski Ahit'in/Tanakh'ın tamamına "Yazılı Tevrat" denmektedir. Musa’dan sonraki nebilere indirilen her kitap Musa’ya indirilen kitaba eklenmiş, Tevrat meydana gelmiştir. Nebiler sadece kendilerine verilenle değil kendilerinden önce indirilenle de amel ediyor, hüküm veriyorlardı.

[2*] Ra’d 13/43

[3*] (Kalîl = قليل), bir şeyin az olduğu veya kalıcı olmadığı anlamına gelir (Mekâyîs).


(Maide 5/45)
وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ ف۪يهَٓا اَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِۙ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالْاَنْفَ بِالْاَنْفِ وَالْاُذُنَ بِالْاُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّۙ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌۜ فَمَنْ تَصَدَّقَ بِه۪ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَهُۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Onlara o kitapta şunu yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralamalara karşılık kısas gerekir. Kim kısas hakkını bağışlarsa[1*], günahları için keffaret[2*] olur. Her kim Allah'ın indirdiği ile hüküm vermezse yanlış yapanlar işte onlardır.

[1*] Tevrat’ta şu ifadeler yer alır: Acımayacaksınız: Cana can, göze göz, dişe diş, ele el, ayağa ayak (Yasanın Tekrarı 19:21). Ama başka bir zarar varsa, cana karşılık can, göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanığa karşılık yanık, yaraya karşılık yara, bereye karşılık bere  verilecektir (Mısır’dan Çıkış 21:23-25). Kur’an’da kısas, sadece adam öldürmelerde farz kılınarak Tevrat’taki hükümler daha hayırlısı ile neshedilmiştir (Bakara 2/106, 178-179).

[2*] Kefere kökünden olan keffaret kelimesi, suçun üstünü örten şey anlamına gelir. Türk okuyucunun kafirlik ve kafir kavramlarını anlaması bakımından önemlidir; çünkü keffaret, Türkçeye de Arapça anlamına çok yakın bir şekilde geçmiştir.


(Maide 5/46)
وَقَفَّيْنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ بِع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِۖ وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْج۪يلَ ف۪يهِ هُدًى وَنُورٌۙ وَمُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ
Sonra arkalarından, onların izini takip eden ve önündeki Tevrat’ı tasdik eden Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. İsa’ya da içinde doğru yol rehberi ve bir nur bulunan, önündeki Tevrat’ı tasdik eden, müttakiler için bir rehber ve öğüt olan İncil’i verdik[*].

[*] Ayette İsâ Aleyhisselamın gönderilmesinin Tevrat’ı tasdik etmesiyle kendisine verilen İncîl’in Tevrat’ı tasdik etmesi birbirinden ayrılmaktadır. Çünkü İsâ Aleyhisselam, doğumundaki özel durum sebebiyle Tevrat’ı, İncil’den ayrı olarak tasdik etmektedir. Tahrîm 66/12. ayette geçen Meryem validemizin Allah’ın kelimelerini ve kitaplarını tasdik etmesi ifadeleri de bunu göstermektedir. Enbiyâ 21/91 ve Müminun 23/50. ayetlerde Meryem validemiz ve oğlunun birer ayet olduklarının söylenmesi de yine Tevrat’taki bölümü tasdik etmeleriyle ilgilidir. Zira Meryem validemiz ve İsa Aleyhisselam, Tevrat’ta da ayet kelimesinin karşılığı olan “alâmet” ifadesi ile anlatılır: “Bunun için Rab kendisi size bir alâmet verecek; işte, bakire kız gebe kalacak ve bir oğul doğuracak ve onun adını İmmanuel (Allah bizimle) koyacak.” (İşaya, 7:14) İsa Aleyhisselamın babasız olarak dünyaya gelmesi Tevrat’taki bu ifadeleri tasdik etmiştir. Matta İncili’nde de Tevrat’taki ifadelere gönderme yapılmakta ve beklenen olayın gerçekleştiği ifade edilmektedir. “Ve bir oğul doğuracaktır; ve onun adını İsâ koyacaksın; çünkü kavmini günahlarından kurtaracak olan odur. İmdi peygamber vasıtası ile Rab tarafından söylenen: ‘İşte kız gebe kalacak ve bir oğul doğuracak ve onun adını İmmanuel koyacaklar’ sözü yerine gelsin diye hep bunlar vaki oldu.” (Matta, 1: 23) Böylece İncil, Tevrat’taki ifadeleri aynen kullanmak suretiyle onu tasdik etmiş olmaktadır.


(Maide 5/47)
وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
İncil’de uzman olanlar, Allah'ın o kitapta indirdiği ile hüküm versinler. Her kim Allah'ın indirdiği ile hüküm vermezse fasık /yoldan çıkmış[*] olanlar işte onlardır.

[*] Fasık: Allah’ın indirdiğine güvenmeyip onunla hükmetmeyerek, yoldan çıkan kişidir


(Maide 5/48)
وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعًا فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ
(Ey Muhammed!) Gerçekleri içeren bu kitabı sana, kendinden önceki kitapları tasdik edici ve koruyucu özellikte indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hüküm ver. Sana gelen gerçekleri bırakıp onların arzularına uyma. Her biriniz için bir özel hüküm[1*] ve açık yol oluşturduk[2*]. Allah gerek görseydi[3*] sizi tek bir ümmet yapardı. Böyle olması, verdiği şeylerle sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir. Siz iyi işlerde yarışın[4*]. Hep birlikte dönüp geleceğiniz yer Allah’ın huzurudur. Anlaşmazlığa düştüğünüz konuları Allah size bildirecektir.

[1*] “Açık yol” anlamı verdiğimiz kelime (minhac = مِنهاجُ)tır (Lisan’ul-arab). Bu, Allah’ın sünnet veya sünnetullah diye nitelediği ve gidilmesini emrettiği ana yoldur (Nisa 4/26-27, Ahzab 33/38-39). “Özel hüküm” anlamı verdiğimiz kelime ise (şir’a = شِّرْعةُ)dır. Şir’a, şeriat ile aynı kökten türemiş, çeşit bildiren mastardır. Şeriat ana yolun içindeki değişmez kanunları gösterirken (Şûrâ 42/13) şir’a, ilahi kitaplardan her birine konan özel hükümleri ifade eder. Her bir ümmete özel olan bu hükümler, nesih kavramını (Bakara 2/106) doğru anlamamızı sağlar.

[2*] Hac 22/67, Casiye 45/18.

[3*] (Şâe = شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz Maide 5/17. ayetin dipnotu.

[4*] Bakara 2/148.


(Maide 5/49)
وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ
Aralarında Allah’ın indirdiği ile hüküm ver; onların arzularına uyma. Onlara karşı dikkatli ol! Allah’ın sana indirdiklerinin herhangi birinden uzaklaştırıp[*] seni sıkıntıya sokabilirler. Yüz çevirirlerse bil ki bazı günahları sebebiyle Allah, onların başına bir iş gelmesini istiyordur. Zaten insanların çoğu yoldan çıkmıştır.

[*] İsra 17/73


(Maide 5/50)
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟
Onlar cahiliye[*] hükümlerini /bilgisizce uygulamaya konan şeyleri mi arıyorlar! Kesin bilgi peşinde olan bir topluluk için kimin hükmü Allah’ın hükmünden güzel olabilir!

[*] Ayete göre Allah'ın hükmü dışında kalan bütün hükümler cahiliye hükmüdür.


(Maide 5/51)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰٓى اَوْلِيَٓاءَۢ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
Ey inanıp güvenenler! Yahudileri ve Hristiyanları veliler /yakın dostlar edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir[*]. Sizden kim onları veli edinirse o da onlardandır. Allah, yanlışlar içinde olan bir topluluğu yola getirmez.

[*] Bize karşı birbirlerine destek verirler ama kendi aralarında bitmez tükenmez düşmanlıkları vardır (Maide 5/14 ve 64).


(Maide 5/52)
فَتَرَى الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ ف۪يهِمْ يَقُولُونَ نَخْشٰٓى اَنْ تُص۪يبَنَا دَٓائِرَةٌۜ فَعَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ اَوْ اَمْرٍ مِنْ عِنْدِه۪ فَيُصْبِحُوا عَلٰى مَٓا اَسَرُّوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ نَادِم۪ينَۜ
Kalplerinde hastalık olanların, “durumun aleyhimize dönmesinden korkuyoruz” diyerek Yahudi ve Hristiyanların arasında koşuştuğunu görürsün[*]. Belki Allah, bir fetih nasip eder veya kendi katından yeni bir durum ortaya çıkarır da içlerinde sakladıkları şeyden pişmanlık duyarlar.

[*] Onlardan korunma ihtiyacı olduğunda yakın dost gibi davranılabildiği için (Al-i İmran 3/28) öyle diyorlardı.


(Maide 5/53)
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ اِنَّهُمْ لَمَعَكُمْۜ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَاَصْبَحُوا خَاسِر۪ينَ
(O zaman) Müminler şöyle derler: “Kesinlikle sizin yanınızdayız, diye var güçleriyle Allah’a yemin edenler bunlar mı?” Artık onların bütün yaptıkları boşa çıkmış ve hüsrana uğramışlardır.


(Maide 5/54)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Ey inanıp güvenenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, daha sonra Allah bir topluluk getirir. Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Müminlere alçak gönüllü, kâfirlere karşı dik duruşlu olur; Allah yolunda cihad eder /ellerinden geleni yapar[1*] ve kınayanın kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın lütfudur; onu, gereğini yapana[2*] verir. Allah, imkânları geniş olan ve daima bilendir.

[1*] Cihad (جهاد), düşmanın, şeytanın veya arzuların baskısına karşı Allah’ın emrine uymak için verilen her türlü mücadeledir (Müfredat). Allah yolunda savaş, cihadın çok önemli bir parçasıdır.

[2*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz Maide 5/17. ayetin dipnotu.


(Maide 5/55)
اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Sizin veliniz /en yakınınız sadece Allah, resulü, namazını özenle ve sürekli kılan, Allah’a boyun eğerek zekatını veren müminlerdir.


(Maide 5/56)
وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟
Kim Allah’ı, resulünü ve müminleri kendine veli /yakın dost edinirse bilsin ki galip gelecek olanlar Allah’tan yana olanlardır.


(Maide 5/57)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Ey inanıp güvenenler! Sizden önce kitap verilenlerden dininizi hafife alıp eğlenenleri[*] ve diğer kâfirleri veli /yakın dost edinmeyin. İnanıp güveniyorsanız Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının.

[*] Al-i İmran 3/199.


(Maide 5/58)
وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُوًا وَلَعِبًاۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ
Namaz için çağrı yaptığınızda /ezan okuduğunuzda onlar namazı hafife alıp eğlenirler. Bu, onların, aklını kullanmayan bir topluluk olmalarından dolayıdır.


(Maide 5/59)
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ هَلْ تَنْقِمُونَ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلُۙ وَاَنَّ اَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ
De ki: Ey ehlikitap /kitaplarında uzman olanlar! Bize kin gütmenizin sebebi; bizim Allah’a, bize indirilene, daha önce indirilene inanıp güvenmiş olmamız ve sizin çoğunuzun da yoldan çıkmış olmanızdan başka ne olabilir ki?


(Maide 5/60)
قُلْ هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَاز۪يرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَانًا وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ
De ki: Allah katında bundan daha kötü konumda olanları size bildireyim mi? Onlar Allah’ın öfkelendiği, dışladığı; kimini maymun, kimini de domuz gibi yaptığı kimseler[1*] ile tağutlara[2*] boyun eğenlerdir. İşte bunlar daha kötü konumda ve doğru yoldan daha da sapmış olanlardır.”

[1*] Cumartesi yasağını çiğneyenler maymunlar gibi olmuşlardı. Bu, onlara has fiziksel dönüşüm değil, benzer davranışları gösteren herkese uygulanan bir dışlama biçimidir (Nisa 4/47).

[2*] Tağut, haddini aşmakta ileri giden insan ve cin şeytanlarıdır. Bunlar, yoldan çıkmakla kalmaz ayetleri ya yok sayarak ya da anlamlarını bozarak başkalarının da haddini aşmasına ve yoldan çıkmasına sebep olurlar (Bakara 2/256, 257; Nisa 4/51, 60, 76Nahl 16/36; Zümer 39/17).


(Maide 5/61)
وَاِذَا جَٓاؤُ۫كُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَقَدْ دَخَلُوا بِالْكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِه۪ۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ
Size geldiklerinde “İnanıp güvendik” derler, oysa yanınıza kâfir girer, kâfir çıkarlar. Allah onların ne gizlediklerini çok iyi bilir.


(Maide 5/62)
وَتَرٰى كَث۪يرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Onlardan çoğunun günah işleme, düşmanlık etme ve haram yeme konusunda yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kötüdür!


(Maide 5/63)
لَوْلَا يَنْهٰيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
Kendilerini Rablerinin yoluna adayanlar[1*] ve ilim adamları, günah olan sözler söylemekten ve haram yemekten men etseler olmaz mı? Bunların becerdikleri (!) şey ne kötüdür.

[1*] Al-i İmran 3/79

 

 


(Maide 5/64)
وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًاۜ وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَارًا لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَادًاۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ
Yahudiler “Allah’ın eli sıkı” dediler[1*]. Elleri bağlanasıcalar! Böyle dedikleri için dışlandılar. Hayır, Allah’ın iki eli de açıktır; nasıl kural koymuşsa ona göre verir. Rabbinin sana indirdiği, onlardan birçoğunun azgınlığını ve kâfirliğini artırır. Aralarına, kıyamet /mezardan kalkış[2*] gününe kadar sürecek bir düşmanlık ve nefret sokmuşuzdur. Ne zaman bir savaş ateşi tutuştursalar Allah onu söndürür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk için uğraşırlar. Allah bozguncuları sevmez.

[1*] Al-i İmran 3/181.

[2*] Kıyamet ayağa kalkma ve kalkış demektir. Kıyamet günü, insanların yeniden dirilip kabirlerinden kalktığı gündür.


(Maide 5/65)
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْكِتَابِ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ
Ehlikitap /kitaplarında uzman olanlar inanıp güvenseler ve yanlışlardan sakınsalardı, elbette onların kötü işlerini örter ve onları nimetlerle dolu cennetlere sokardık[*].

[*] Nisa 4/31.


(Maide 5/66)
وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۜ مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟
Eğer onlar; Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’an’ı)[*] uygulasalardı, üstlerinden ve altlarından gelecek nimetler içinde yüzerlerdi. Aralarında doğru yolda olan bir toplum var ama çoğunluğunun yaptığı ne kötüdür!

[*] 68. ayete göre onlara indirilen Kur'an-ı Kerim'dir.


(Maide 5/67)
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
Ey Resul! Rabbinden sana ne indirilmişse sen onu tebliğ et /insanlara ulaştır[1*]. Eğer böyle yapmazsan, onun verdiği elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan koruyacaktır[2*]. Allah, ayetleri görmezlikte direnen topluluğu yola getirmez.

[1*] Allah’ın emrettiği tebliğ görevi, onun indirdiği ayetleri insanlara  anlayacakları dilde ulaştırmaktır (İbrahim 14/4). Resulün tebliğ görevinin tanımı “ayetleri okuma, muhatabı geliştirme, kitap ve hikmeti öğretme” şeklindedir (Bakara 2/129, 151, Al-i İmran 3/163, Cuma 62/2).

[2*] Yunus 10/103, Rum 30/47, Mümin 40/51, Muhammed 47/7, "...O vefalı kullarının canını korur; kötülerin elinden onları kurtarır." (Tevrat/Mezmurlar 97:10)


(Maide 5/68)
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلٰى شَيْءٍ حَتّٰى تُق۪يمُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًاۚ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
De ki: “Ey ehlikitap /kitaplarında uzman olanlar! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirilmiş olanı (Kur’an’ı) tam olarak uygulamadıkça bir temeliniz olmaz.” Rabbinden sana indirilen (Kur’an), onlardan çoğunun azgınlığını ve kâfirliğini artıracaktır. O kâfirler topluluğu için dertlenme.


(Maide 5/69)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِؤُ۫نَ وَالنَّصَارٰى مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
(Kur’an’a) inananlar ile Yahudiler, Sâbiîler ve Hristiyanlar var ya! Onlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe inanır da iyi işler yaparsa onların üzerinde ne bir korku olur ne de onlar üzülürler.[*]

[*] Bakara 2/62, Hac 22/17. Kendisine bir elçinin tebliği ulaşmayan kimse, sadece bile bile şirk koşmaktan (Bakara 2/22) ve bildiği doğrulardan sorumlu tutulur.


(Maide 5/70)
لَقَدْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ وَاَرْسَلْنَٓا اِلَيْهِمْ رُسُلًاۜ كُلَّمَا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ فَر۪يقًا كَذَّبُوا وَفَر۪يقًا يَقْتُلُونَ
İsrailoğullarından söz aldık, onlara resuller /elçiler gönderdik. Ne zaman bir resul onlara hoşlanmadıkları bir şey getirse kimini yalancı saydılar, kimini de öldürdüler[*].

[*] Allah Teâlâ, resullerine yardım eder ve onları düşmanlarından korur (Maide 5/67, Yunus 10/102-103, Enbiyâ 21/7-9, Saffat 37/171-173). Nebi olmayan resuller vardır (Şuara 26/106, 123, 141, 176) Ama her nebi, aynı zamanda resul olduğu için nebilerin ve resullerin öldürülmesi, onların nebiliklerinin ve resullüklerinin öldürülmesidir. İlgili ayetlerde geçen öldürme /katl kelimesinin kök anlamlarından biri izlâl (Müfredât) yani itibarı ile oynamadır. Yahudiler, İsa aleyhisselamı öldürdüklerini söylerler (Nisa 4/157). Hıristiyanlar da sistemlerini, İsa aleyhisselamın çarmıha gerilip defnedilmesinden üç gün sonra kabrinden çıkarak Celile’de 11 havarisine gö­ründüğü iddiası üzerine kurarlar (Matta 28/16–20). İncil, Allah’ın İsa aleyhisselama indirdiği kitaptır (Maide 5/46). Onun ölümünden sonrası ile ilgili sözler İncil’e ait olamaz. Bazı İncillere Yahya aleyhisselamın öldürüldüğü iddiaları da sokuşturulmuştur (Matta 14/3-12, Markos 6/17-29). Hâlbuki Kur’an, bu iki nebinin öldürüldüklerinden değil, öldüklerinden söz eder ve öldükleri gün tam bir güven içinde olduklarını bildirir (Meryem 19/15 ve 33). Nebiler gibi dürüst davranmaya davet eden insanların kişiliklerini öldürme gayretleri de eskiden olduğu gibi bugün de devam etmektedir (Al-i İmran 3/21-22). Allah onları da, kurtarma sözü vermiştir (A’râf 7/163-166, Hud 11/116).


(Maide 5/71)
وَحَسِبُٓوا اَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَث۪يرٌ مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
Başlarına bir sıkıntı[*] gelmeyecek sandılar da kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah, tövbelerini /dönüşlerini kabul etti. Ama onların çoğu daha sonra yine kör ve sağır kesildi. Allah, onların yaptıklarını görmektedir.

[*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat).  Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf  7/155), aldatma (A’râf  7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.


(Maide 5/72)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ وَقَالَ الْمَس۪يحُ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۜ اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
“Allah, Meryem oğlu Mesih’tir[*]” diyenler kâfir oldular. Oysa Mesih şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Hem benim hem de sizin Rabbiniz /Sahibiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa Allah ona cenneti yasak eder. Onun gideceği yer ateştir. Yanlış yapanların yardımcısı olmaz.”

[*] Maide 5/17.


(Maide 5/73)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
”Allah üçün üçüncüsüdür.” diyenler de kâfir oldular. Oysa tek tanrı dışında tanrı yoktur[*]. Söyledikleri bu sözden vazgeçmezlerse, içlerinden kafirlik edenlere kesinlikle acıklı bir azap çarpacaktır.

[*] Nisa 4/171.


(Maide 5/74)
اَفَلَا يَتُوبُونَ اِلَى اللّٰهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Allah’a tövbe edip /dönüş yapıp ondan bağışlanmalarını isteseler olmaz mı? Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.


(Maide 5/75)
مَا الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ وَاُمُّهُ صِدّ۪يقَةٌۜ كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ انْظُرْ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ
Meryem oğlu Mesih sadece bir resuldür. Ondan önce de nice resuller geldi geçti. Annesi (Meryem) özü sözü doğru bir kadındı, ikisi de (herkes gibi) yer içerdi. Sen şu ayetleri onlara nasıl açıkladığımıza bak. Bir de onların o yalana nasıl sürüklendiklerine bak!


(Maide 5/76)
قُلْ اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًاۜ وَاللّٰهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
De ki: "Size zarar veya fayda verme yetkisi olmayan birini Allah ile aranıza koyup ona kulluk mu ediyorsunuz?[*]" Allah, her şeyi dinleyen ve bilendir.

[*] Cin 72/20-23.


(Maide 5/77)
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَث۪يرًا وَضَلُّوا عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ۟
De ki: Ey ehlikitap /kitaplarında uzman olanlar! Hiç hakkınız yokken dininizde aşırılık etmeyin. Evvelce sapmış, birçoklarını da saptırmış bir topluluğun arzularına uymayın. Onlar, orta yoldan sapmışlardır.


(Maide 5/78)
لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ
İsrailoğullarından kafirlik edenler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlendiler /dışlandılar. Bu, isyan etmelerine ve aşırı gitmelerine karşılıktır.


(Maide 5/79)
كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Birbirlerini, işledikleri kötülüklerden sakındırmazlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötüydü.


(Maide 5/80)
تَرٰى كَث۪يرًا مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ
Ehlikitaptan çoğunun, kafirlik edenleri veli /yakın dost edindiğini görürsün. Allah’ı kızdırarak kendileri için ne kötü bir gelecek hazırlıyorlar! Onlar o azap içinde, ölümsüz olarak kalacaklardır.


(Maide 5/81)
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
Eğer Allah’a, nebisine ve ona indirilmiş olana (Kur’ân’a) inanıp güvenselerdi kâfirleri veli /yakın dost edinmezlerdi. Ama onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.


(Maide 5/82)
لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَانًا وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
İnsanlar içinde müminlere düşmanlığı en katı olanların, Yahudiler ile müşrikler olduğunu göreceksin[1*]. Müminlere en sıcak davrananların ise “Biz Nasraniyiz /Hristiyanız” diyenler olduğunu göreceksin. Bunun sebebi içlerinde keşişlerin[2*] ve rahiplerin[3*] bulunması ve onların kibirlenmemeleridir.

[1*] Al-i İmran 3/119, Tevbe 9/97.

[2*] Keşiş bazı dinlerde ıssız bir yerde tek başına veya manastırda cemaat halinde münzevi hayat süren zâhidler için kullanılan terim (TDV İslam Ansiklopedisi).

[3*] Al-i İmran 3/113-115


(Maide 5/83)
وَاِذَا سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّۚ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ
Bu resule indirileni dinlediklerinde ona inen gerçeği tanımalarından dolayı onların gözlerinden yaşlar boşaldığını görürsün. Derler ki: Rabbimiz! İnanıp güvendik; bizi buna şahit olanlarla birlikte yaz.


(Maide 5/84)
وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقِّۙ وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِح۪ينَ
Rabbimizin bizi iyiler topluluğuna katmasını beklerken ne diye biz Allah’a ve bize gelen bu gerçeğe inanıp güvenmeyelim ki!"


(Maide 5/85)
فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ
Böyle demelerinden dolayı Allah onlara sürekli kalmak üzere, içinden ırmaklar akan cennetler /bahçeler verecektir. Güzel davrananların alacağı karşılık işte budur.


(Maide 5/86)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟
Kafirlik eden ve ayetlerimiz karşısında yalana sarılanlar[1*] var ya! Onlar o yakıcı ateşin ahalisidir[2*].

[1*] (Kezzebe = كذّب) fiili bazı ayetlerde lazım, bazılarında da (bâ = ب) harf-i cerri ile veya doğrudan müteaddidir. Müteaddi olduğu yerlerde “yalanlama” diğerlerinde “çok yalan söyleme” anlamı verilmiştir.

[2*] Bakara 2/39, Maide 5/10, Hac 22/57, Rum 30/16, Teğabun 64/10.


(Maide 5/87)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ
Ey inanıp güvenenler, Allah’ın size helâl kıldığı şeylerin temiz olanlarını haram sayıp da aşırı gitmeyin! Allah, sınırları aşanları sevmez.


(Maide 5/88)
وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالًا طَيِّبًاۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ
Allah’ın size verdiği rızıkların helâl ve temiz olanlarından yiyin. İnanıp güvendiğiniz Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının.


(Maide 5/89)
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Allah, yeminlerinizin kasıtsız olanlarından sizi sorumlu tutmaz. Ama belli bir maksatla yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Bunun keffareti, ailenize yedirdiklerinizin ortalamasından on miskini /çaresizi[*] doyurmak veya giydirmek ya da boyunduruk altında olan birini hürriyetine kavuşturmaktır. Bunları bulamayanın üç gün oruç tutması gerekir. Bu, ettiğiniz yemini bozmanın keffaretidir. Yeminlerinizi tutun. Allah, ayetlerini size böyle açıklar ki görevinizi yerine getiresiniz.

[*] Miskinler; geliri açlık sınırı altında, çaresiz durumda kalmış ve ihtiyaçlı olduğu her halinden belli olan kişilerdir. Oruç tutabilenlerin Ramazan bayramında vermesi gereken fitre /fidyenin en düşük ölçüsü miskin yiyeceği (Bakara 2/184) olduğundan, miskinlerin ihtiyaç sahipleri içinde en düşük seviyede ya da en zor durumda olan kesim olduğu anlaşılmaktadır. Kur’an’a göre miskinler temel ihtiyaçlarını karşılayamadıkları için doyurulması gereken (Kalem 68/24), keffaret olarak “yedirilmesi veya giydirilmesi” emredilen (Maide 5/89-95, Mücadele 58/4), Müslümanların mallarında hakkı olan (İsra 17/26, Rum 30/38), mirastan yararlandırılan (Nisa 4/8), kendilerine ihsanda bulunulması istenen (Nisa 4/36) dolayısıyla gönüllü veya zorunlu harcama  kalemlerinin hepsinde yer alan kişilerdir (Bakara 2/177,215, Tevbe 9/60, İnsan 76/8).


(Maide 5/90)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey inanıp güvenenler! İçki - uyuşturucu çeşitleri[1*] ve kumar çeşitleri[2*], sunaklar[3*] ve piyango[4*] şeytan işi pisliklerdir. Onlardan uzak durun ki umduğunuza kavuşasınız.

[1*] Ayet metninde geçen “hamr (خمر)” kelimesi aklı örten anlamındadır. Sarhoş edici tüm içkiler ve uyuşturucu maddeler aklı örttüğü için onların hepsi hamrdır. Nebimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Sarhoşluk veren her şey hamrdır. Sarhoş eden her şey haramdır.” (Müslim, Eşribe,73; Ebû Dâvûd, Eşribe, 5)

[2*] Kumar çeşitleri diye meal verdiğimiz meysir kelimesi, kolaylık anlamına gelen “yusr = يسر” kökünden gelir. Üç ayette “hamr” ile birlikte zikredilir (Bakara 2/219, Mâide 5/90-91). Malın kolayca kazanılmasına ve kaybedilmesine yol açan her türlü kumar bu kapsama girer

[3*] Tapınaklarda, üzerinde kurban kesilen, günlük yakılan, dinî tören yapılan taş masa. (Türk Dil Kurumu)

[4*] Ezlam ile ilgili olarak bkz. Maide 5/3’ün dipnotu.


(Maide 5/91)
اِنَّمَا يُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ
Şeytanın isteği, içki - uyuşturucu ve kumar çeşitleriyle aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ın emirlerini hatırlamaktan[1*] ve namazdan alıkoymaktır[2*]. Artık vazgeçersiniz, değil mi?

[1*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât ذكر md.). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24,En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209).

[2*] Nisa 4/43.


(Maide 5/92)
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُواۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Allah’a gönüllü olarak boyun eğin, Resulüne/ elçisinin getirdiğine[*] gönüllü olarak boyun eğin ve dikkatli olun. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki elçimize düşen, açık bir tebliğden ibarettir.

[*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir.  (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen  Allah’ın resulü (رسول اللّه ) ifadelerinde asıl vurgu ayetleredir. Muhammed aleyhisselam öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, sadece Kur’an’dır (Al-i İmrân 3/144) Resul kelimesi yerine ”resulüne /elçisinin getirdiğine” ifadesi bunun için yazılmıştır (Maide 5/67 , Nahl 16/35).


(Maide 5/93)
لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟
Allah’a inanıp güvenen ve iyi işler yapanlar; kendilerini yanlışlardan korur, Allah’a inanıp güvenmeyi sürdürür, iyi işler yapmaya devam eder, inanıp güvenerek yanlışlardan korunur, korunmayı sürdürür de güzel davranırlarsa daha önce yiyip içtiklerinden dolayı bir günahları kalmaz[*]. Allah güzel davrananları sever.

[*] Bu ayet, tevbe edip durumlarını düzelten kişilerin daha önceden yiyip içmiş oldukları haram şeylerden sorumlu tutulmayacaklarını bildirmektedir. Yaptığı yanlıştan dolayı tevbe edip durumunu düzeltenlerle alakalı diğer ayetler şöyledir: A'râf, 7/153, Nahl, 16/119, Taha, 20/82, Furkân, 25/68-71.


(Maide 5/94)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّٰهُ بِشَيْءٍ مِنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُٓ اَيْد۪يكُمْ وَرِمَاحُكُمْ لِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَخَافُهُ بِالْغَيْبِۚ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Ey inanıp güvenenler! Allah sizi, ellerinizin ve mızraklarınızın ulaşabileceği avlarla yıpratıcı bir imtihandan geçirecektir. Allah bunu, kendinden içten içe[*] korkanları bilmek için yapar. Bundan sonra kim aşırı giderse onun için acıklı bir azap vardır.

[*]  Bkz Bakara 2/3 ayeti “içten” kelimesi ve dipnotu

 


(Maide 5/95)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّدًا فَجَزَٓاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْيًا بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاك۪ينَ اَوْ عَدْلُ ذٰلِكَ صِيَامًا لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ۜ عَفَا اللّٰهُ عَمَّا سَلَفَۜ وَمَنْ عَادَ فَيَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍ
Ey inanıp güvenenler! İhrama girmişken[*] av hayvanı öldürmeyin. Sizden kim onu bilerek öldürürse, öldürdüğüne denk bir kurbanlık hayvanı ceza kurbanı olarak Kâbe’ye ulaştırmalıdır. Denklik kararını içinizden iki adil kişi versin. Ceza, yoksulları doyuracak keffaret yahut suçu dengeleyecek oruç şeklinde de olur. Bu, işlediği suçun cezasını çekmesi içindir. Allah, daha önce olanları affetmiştir. Bundan sonra o suçu kim tekrar işlerse Allah ona hak ettiği cezayı verir. Daima üstün olan, hak edildiği kadar ceza veren Allah’tır.

[*] İhram, niyet edip telbiye getirerek hac veya umre ibadetine başlayan kişi için, bu ibadetler tamamlanıncaya kadar bazı yasakların başlaması anlamına gelir. Bu tıpkı, niyet edip tekbir getirerek namaza başlayan kişiye, namaz boyunca bazı davranışların yasak olması gibidir. Kara avı avlamak, ihram yasaklarındandır.


(Maide 5/96)
اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًاۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Deniz avı[1*] ve yiyeceği[2*] size helal kılındı ki hem siz yararlanasınız hem de yolcular yararlansın. Kara avı ise ihramda olduğunuz sürece haram kılındı. Huzurunda toplanacağınız Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının.

[1*] Arapçada büyük su kütlelerine; denize, akarsulara, tuzlu veya tuzsuz göllere “bahr (بحر)” denir (Lisan’ul-arab). Nitekim tatlı ve tuzlu su ayrımı olmaksızın Kur’an’da her ikisine de “bahr” denmiştir. Bahr kelimesi Türkçeye deniz diye çevrilir. Deniz deyince kimsenin aklına tatlı su kütlesi gelmeyeceği için kelimenin “büyük su kütlesi” şeklinde meallendirilmesi aslında daha uygundur.  Bu nedenle tatlı ve tuzlu su avlarının tamamı ayetteki “deniz avı” kapsamındadır.

[2*] “Denizden yakaladıklarınız ve topladıklarınız” çevirisi de yapılabilir. Bu durumda kaçma özelliği olduğu için avlanmak suretiyle ele geçirilen deniz canlıları ve kaçamadıkları için toplanabilen deniz canlılarının tamamı helal olmuş olur.


(Maide 5/97)
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَامًا لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Allah, dokunulmaz bina olan Kâbe’yi, insanlar için dirlik düzenlik sebebi kıldı. Haram aylarını, hacıların yanlarında getirdikleri kurbanlık hayvanları ve onlara takılan gerdanlıkları[*] da öyle. Bu, Allah’ın göklerde ve yeryüzünde olan her şeyi bildiğini öğrenmeniz içindir. Her şeyi bilen Allah’tır.

[*] Bkz. Maide 5/2. ayetin dipnotu.


(Maide 5/98)
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ وَاَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌۜ
Bilin ki Allah, suçla ceza arasında sıkı bağ kurar. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır


(Maide 5/99)
مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ
Resule düşen, sadece tebliğdir /ayetleri bildirmektir[*]. Allah, açığa vurduğunuzu da gizlediklerinizi de bilir.

[*] Maide 5/67


(Maide 5/100)
قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ۟
De ki: “Pis şeyler ile temiz şeyler bir olmaz[1*]; isterse pis şeylerin çokluğu seni etkilemiş olsun”. Ey aklıselim sahibi olanlar[2*], Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ki umduğunuza kavuşasınız.

[1*] Bkz. Nisa 4/2. ayetin dipnotu.

[2*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.


(Maide 5/101)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ
Ey inanıp güvenenler! Açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Eğer Kur’an indirilirken sorarsanız size açıklanır. Allah sizi onlardan muaf tutmuştur. Allah çok bağışlayan ve pek yumuşak davranandır.


(Maide 5/102)
قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ
Sizden önce bir topluluk böyle şeyler sormuşlardı da sonra o yüzden kâfir olmuşlardı[*].

[*] Musa aleyhisselam İsrail oğullarına, Allah’ın onlara, bir sığır kesmelerini emrettiğini bildirmişti. Herhangi bir sığır kesebilirlerdi ama sordukları sorular sonucunda apis özelliğinde bir sığırı kesmek zorunda kaldılar (Bakara 2/67-72). Daha sonra da apisi kendilerine tanrı edindiler (Taha 20/83-98)


(Maide 5/103)
مَا جَعَلَ اللّٰهُ مِنْ بَح۪يرَةٍ وَلَا سَٓائِبَةٍ وَلَا وَص۪يلَةٍ وَلَا حَامٍۙ وَلٰكِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَاَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
Allah ne Bahîre’yi ne Sâibe’yi ne Vasîle’yi ve ne de Hâmî’yi[*] haram kılmıştır. Fakat kafirlik edenler kendi yalanlarını Allah’a mâl ediyorlar. Onların çoğu aklını kullanmaz.

[*] Bahîre; Cahiliye Arapları tarafından sütünün içilmesinin, sırtına binilmesinin ve yük yüklenmesinin haram olduğunu göstermek için kulakları yarılan dişi develer anlamına gelmektedir. Sâibe; on batın yavrulayan ve yavrularının hepsi dişi olan ve bu yüzden sahipleri tarafından ölünceye kadar etinden, sütünden ve yününden yararlanılmayan deveye denildiği gibi, bir nimete şükür olarak adanan veya bir hastalıktan kurtulan birinin adak olarak serbest bıraktığı hayvana da denir. Cahiliye Arapları beş batında ikiz olarak toplam on dişi doğuran koyunu Vasîle olarak adlandırırlardı. Eğer hayvan bundan sonra tekrar doğurursa doğan yavrular erkeklerin olur, kadınlar ondan yiyemezlerdi. Ancak bu yavru ölürse o zaman kadın-erkek herkes bunun etini yiyebilirdi. Hâmî ise Cahiliye Araplarının, sulbünden fazlaca döl alınan ve yaşlanmış olan erkek deveye verdikleri isimdir. Bu deveyi putlarına adayarak serbest bırakırlar ve ölünceye kadar hiçbir şekilde ondan yararlanmazlardı. Kaynaklarda, buraya kadar özellikleri anlatılan hayvanların tariflerinde karışıklıklar ve hatta çelişkiler görülmektedir. Mesela bir görüşe göre bahîre için verilen tanım, başka bir görüşe göre sâibe veya vasîle için verilebilmektedir. Bu dört tür hayvanın özelliklerinden yola çıkarak -Muhammed Esed’in yaptığı gibi- dördüne birden “müşrik Araplar tarafından kutsanmış hayvanlar” tanımı yapılabilir. Zira dördünün de ortak özelliği kutsanmış olmalarıdır. (Bkz. En’am 6/138-139)


(Maide 5/104)
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ
Onlara "Allah’ın indirdiğine yani[1*] resulün getirdiğine gelin!" denildiğinde, ”Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter!” derler. Ya ataları bir şey bilememiş ve doğru yola da girmemişlerse[2*]?

[1*] Atf-ı tefsir “ve” bağlacından sonra gelen ve bağlaçtan önceki ifadeyi açıklayan ifadedir.

[2*] Bakara 2/170, A’raf 7/28, Lokman 31/21, Zuhruf 43/22-24.


(Maide 5/105)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْۚ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعًا فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ey inanıp güvenenler! Siz kendinizden sorumlusunuz. Doğru yolda olduğunuz sürece yoldan çıkanların size zararı olmaz. Hepinizin dönüp geleceği yer Allah’ın huzurudur. O, size neler yaptığınızı bildirecektir.


(Maide 5/106)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ ح۪ينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ اَوْ اٰخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ اِنْ اَنْتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَاَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةُ الْمَوْتِۜ تَحْبِسُونَهُمَا مِنْ بَعْدِ الصَّلٰوةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ اِنِ ارْتَبْتُمْ لَا نَشْتَر۪ي بِه۪ ثَمَنًا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۙ وَلَا نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللّٰهِ اِنَّٓا اِذًا لَمِنَ الْاٰثِم۪ينَ
“Ey inanıp güvenenler! İçinizden birine ölüm hali gelir de vasiyette /borç itirafında bulunursa[1*], o sırada aranızdan adil iki kişi ona şahitlik etsin. Ölüm musibeti yolculuk yaptığınız sırada gelip çatarsa, sizin dışınızdan /Müslüman olmayanlardan iki kişi[2*] de şahitlik edebilir. Şahitlerden şüphelenirseniz namazdan sonra alıkoyar, onlara şöyle yemin ettirirsiniz: “Lehinde şahitlik ettiğimiz kişi en yakınımız bile olsa, vallahi bu işten bir kazancımız yoktur. Allah için yaptığımız şahitlikte hiçbir şeyi gizlemeyiz. Öyle olsa biz elbette günahkarlardan oluruz.”

[1*] Bakara 2/282. ayette borcun yazılmasını emretmiş ancak 283. ayette “Biriniz diğerine güvenir (borcu yazmaz, rehin de almaz) ise, kendine güvenilen kişi, Rabbi /Sahibi olan Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakınsın da güveni kötüye kullanmasın.”

[2*] Yolculuk sırasında ölmek üzere olan kişinin bulabildiği iki kişi..


(Maide 5/107)
فَاِنْ عُثِرَ عَلٰٓى اَنَّهُمَا اسْتَحَقَّٓا اِثْمًا فَاٰخَرَانِ يَقُومَانِ مَقَامَهُمَا مِنَ الَّذ۪ينَ اسْتَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْاَوْلَيَانِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ لَشَهَادَتُنَٓا اَحَقُّ مِنْ شَهَادَتِهِمَا وَمَا اعْتَدَيْنَاۘ اِنَّٓا اِذًا لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
Şahitlerin günaha girdikleri anlaşılırsa, mağdur ettikleri taraftan /ölünün yakınlarından şahitlik etmeye en uygun iki kişi şahitlerin yerine geçip şöyle yemin ederler: “Vallahi, bizim şahitliğimiz onlarınkinden daha doğrudur, biz kimsenin hakkına girmiyoruz. Öyle yaparsak elbette yanlış yapanlardan oluruz.”


(Maide 5/108)
ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِالشَّهَادَةِ عَلٰى وَجْهِهَٓا اَوْ يَخَافُٓوا اَنْ تُرَدَّ اَيْمَانٌ بَعْدَ اَيْمَانِهِمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاسْمَعُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
Şahitliği gereği gibi yapmalarının en alt seviyesi budur[*]. Şahitlerde, yeminlerinin başka yeminlerle çürütülmesi korkusunun oluşmaması (böylece doğru şahitlik yapmaları) için en uygun olan da budur. Siz, Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve bu söylenenlere kulak verin. Allah, yoldan çıkan topluluğu yola getirmez.

[*] Kadın erkek ayrımı olmadan güvenilir iki şahit, şahitliğin temel ölçüsüdür (Bakara 2/282).


(Maide 5/109)
يَوْمَ يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَٓا اُجِبْتُمْۜ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
Allah, elçilerini topladığı günde onlara “Size ne cevap verildi?” diye soracak, onlar da “Bizim bu konuda bir bilgimiz yok. Bütün gaybı /her şeyin iç yüzünü[*] bilen sensin!” diyeceklerdir.

[*] İman kalp ile tasdik olduğundan çağrılarına cevap verenlerin ne derece samimi olduklarını yalnız Allah bilir.


(Maide 5/110)
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًاۚ وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّ۪ينِ كَهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ بِاِذْن۪ي فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِاِذْن۪ي وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ كَفَفْتُ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَنْكَ اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
O gün Allah (İsa'ya) şöyle diyecek: “Meryem oğlu İsa! Sana ve annene olan nimetimi hatırla! Hani seni Kutsal Ruh’la /Cebrail ile desteklemiştim; beşikteyken de yetişkinken de insanlarla konuşuyordun[1*]. Sana kitabı ve hikmeti[2*], Tevrat'ı ve İncil’i[3*] öğretmiştim. İznimle balçıktan kuş şeklinde bir şey yaratır[4*], sonra ona üflerdin de yine iznimle kuş olurdu. Anadan doğma körleri ve alaca hastalarını iznimle iyileştirirdin. Yine iznimle ölüyü (mezardan diri olarak) çıkartırdın[5*]. İsrailoğullarına açık mucizelerle geldiğinde onlardan kafirlik edenler ‘Bu apaçık bir sihir!’ demişlerdi de onları senden Ben engellemiştim.

[1*] Meryem 19/29-33.

[2*] Allah, her nebî gibi (Al-i İmran 3/81-82, Nisa 4/113), İsa aleyhisselama da kitabı ve hikmeti öğretmiştir (Al-i İmran 3/48). 

[3*] Tevrat ve İncil, tıpkı Kur’an gibi içinde hikmeti barındıran kitaplardır. Bu sebeple bunlar, kitap ve hikmetin atf-ı tefsiridirler.

[4*] Yaratma iki türlüdür. Birincisi, maddesi ve benzeri olmayan bir şeyi yoktan var etmektir. Onu Allah’tan başkası yapamaz. (En’âm 6/101). İkincisi, bir şeyden bir başka şey üretmektir. Bu tür yaratmayı insanlar da yapabilir. İsa aleyhisselamın yaptığı ikincisidir.

[5*] Al-i İmran 3/49

[6*]  Al-i İmran 3/55

 


(Maide 5/111)
وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّ۪نَ اَنْ اٰمِنُوا ب۪ي وَبِرَسُول۪يۚ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّنَا مُسْلِمُونَ
Bir gün havarilere “Bana ve resulüme inanıp güvenin!” diye vahyetmiştim[*]. Onlar da “İnanıp güvendik, bizler Allah’a teslim olan /Müslüman kimseleriz; sen buna şahit ol!” demişlerdi.

[*] Buradaki vahiy, Allah’ın her insana, yaptığının iyi veya kötü olduğunu ilham etmesidir (Şems 91/8). Onların içine yapılan vahiy, aslında onu dinleyen herkesin içine yapılmıştır (Al-i İmran 3/52). İnanmayanlar bunun sıkıntısını çekmişlerdir.


(Maide 5/112)
اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَط۪يعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِۜ قَالَ اتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Bir gün havariler dediler ki: “Ey Meryemoğlu İsa! Rabbin bize, gökten sofra indirebilir değil mi?” İsa: “Eğer inanıp güveniyorsanız Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının!” dedi.


(Maide 5/113)
قَالُوا نُر۪يدُ اَنْ نَأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ اَنْ قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
“Biz o sofradan yemeyi, kalbimizin tatmin olmasını, senin bize doğru söylediğini bilmeyi ve bütün bunlara şahit olmayı istiyoruz” dediler.


(Maide 5/114)
قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللّٰهُمَّ رَبَّنَٓا اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِ تَكُونُ لَنَا ع۪يدًا لِاَوَّلِنَا وَاٰخِرِنَا وَاٰيَةً مِنْكَۚ وَارْزُقْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
Meryemoğlu İsa dedi ki: “Ey Allah’ım! Ey Sahibimiz! Bize gökten bir sofra indir. Hem şimdikiler hem de bizden sonrakiler için bir bayram ve senden bir belge olsun. Bize rızık ver. Rızık verenlerin en hayırlısı sensin.”


(Maide 5/115)
قَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مُنَزِّلُهَا عَلَيْكُمْۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بَعْدُ مِنْكُمْ فَاِنّ۪ٓي اُعَذِّبُهُ عَذَابًا لَٓا اُعَذِّبُهُٓ اَحَدًا مِنَ الْعَالَم۪ينَ۟
Allah dedi ki: "O sofrayı size indiriyorum ama bundan sonra sizden kim, kafirlik ederse ona bu alemde kimseye etmediğim azabı edeceğim.”


(Maide 5/116)
وَاِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ ءَاَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُون۪ي وَاُمِّيَ اِلٰهَيْنِ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اَقُولَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِحَقٍّۜ اِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُۜ تَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْس۪ي وَلَٓا اَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْسِكَۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
Bir gün /Kıyamet günü Allah şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! “Beni ve anamı Allah ile aranıza iki ilâh olarak koyun.” diyen sen misin? İsa diyecek ki: “Haşa! Ben sana içten boyun eğerim. Doğru kabul etmediğim bir şeyi söylemem mümkün değil. Eğer demiş olsaydım mutlaka bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin ama ben senin içinde olanı bilmem. Bütün gaybı[1*] bilen sadece sensin![2*]”

[1*] Gayb, duyu organlarıyla algılanamayan veya hakkında bilgi olmayan şeye denir.

[2*] Furkan 25/17-18.


(Maide 5/117)
مَا قُلْتُ لَهُمْ اِلَّا مَٓا اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۚ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَه۪يدًا مَا دُمْتُ ف۪يهِمْۚ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَن۪ي كُنْتَ اَنْتَ الرَّق۪يبَ عَلَيْهِمْۜ وَاَنْتَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
Bana ne emrettiysen onlara sadece onu söyledim: “Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!” dedim. Aralarında bulunduğum sürece onlara şahittim (ne yaptıklarını görüyordum). Ne zaman ki beni vefat ettirdin[*], onları görüp gözeten sadece sen kaldın. Her şeye şahit olan sensin.

[*] Zümer 39/42’ye göre vefat, işi biten ruhun bedenden ayrılmasıdır. Allah ruhu iki şekilde vefat ettirir, biri uykuya daldığında, diğeri de öldüğünde olur. Ruh, bilgisayarın işletim sistemi gibi bütün bilgileri korur. Onun için Allah, hem uyuyan hem de ölen bedenin ruhunu koruma altına alır. Uyuyan insanın ruhu, uyandığında, ölen kişinin ruhu da vücut yeniden yaratıldığında geri döner. (Bkz. Müminûn 23/100 ve Tekvîr 81/7) Bu ayete göre İsa aleyhisselam, vefatından sonraki ilk konuşmasını ahirette yapacağı için o, ölmüştür. Dünyaya tekrar gelmesi diye bir şey yoktur. (Âl-i İmran 3/55)


(Maide 5/118)
اِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَاِنَّهُمْ عِبَادُكَۚ وَاِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَاِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Eğer onlara azap edersen, hepsi senin kullarındır. Ama bağışlarsan, daima üstün olan ve bütün kararları doğru olan sensin, yalnız sen!”


(Maide 5/119)
قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Allah şöyle diyecektir: Doğru olanlara doğruluklarının fayda vereceği gün işte bugündür. İçinden ırmaklar akan cennetler onlarındır. Orada ölümsüz olarak sonsuza dek kalacaklardır[*]. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Büyük başarı budur.

[*] Kur’an’da, cennetlik ve cehennemlik olanlar için iki kelime kullanılır. Birisi ‘ebeden’ diğeri ‘halid’tir. Ebeden, ‘sonsuza kadar’, halid ise ‘ölümsüz olan’ anlamına gelir. Cennetlikler için Nisa 4/57,122; Maide 5/119, Tevbe 9/22,100; Tegabun 64/9, Talak 65/11, Beyyine 98/8 ayetlerine; cehennemlikler için Nisa 4/169, Ahzab 33/65, Cin 72/23 ayetlerine bakınız.

 


(Maide 5/120)
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا ف۪يهِنَّۜ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Göklerin, yerin ve onlarda olan her şeyin tüm yetkisi Allah'ındır. O, her şeye bir ölçü koyar[*].

[*] Bakara 2/107,  Al-i İmran 3/189, Maide 5/40, Tevbe 9/116, Nur 24/42, Furkan 25/2, Zümer 39/44, Şûra 42/49, Zuhruf 43/85, Casiye 45/27, Fetih 48/14, Hadid 57/2, 5, Buruc 85/9.