MAİDE
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[1*] “Sözleşme” şeklinde tercüme edilen sözcük “akit”tir. Müminlerin asıl sözleşmeleri Allah iledir. Bu şekilde oluşturdukları bağa itikat denir. Helallar ve haramlar, bu itikadın gereklerindendir. Haram olmayan konularda, insanlarla yaptıkları sözleşmelere de uymak zorundadırlar.
[2*] Bunlar, bu surenin üçüncü ayetinde belirtilen hallerdeki hayvanlardır.
[3*] En’am 6/143-144.
[4*] Av hayvanlarının “behimet’ül- en’am’dan / en’am cinsi evcil hayvanlar”dan istisna edilmesi, ayette bunların yabanilerinin kastedildiğini gösterir. Çünkü evcil hayvanlar avlanmaz. Bunlar yaban öküzü, yaban ineği, geyik, yaban keçisi gibi en’am benzeri av hayvanlarının da en’am kapsamında olduğunu gösterir.
[5*] İhramlı iken kara avı haram olduğu gibi başkası tarafından avlanan kara hayvanlarından yemek de haramdır ama deniz avı helaldir (Mâide 5/95-96).
[1*] Şeâir; Allah’a kulluk etmeye vesile olan, saygı gösterilmesi ve korunması gereken belli işaret ve semboller anlamına gelir. Burada her ne kadar hac menasiki denen ve hac ibadetinin yapıldığı yerler olan Ka’be, Safa ile Merve, Arafat, Mina ve Müzdelife kast edilmiş olsa da aslında bunlar, ezan, Kur’an, mescitler vs gibi İslam dininin tüm simgelerini ve kutsallarını da kapsar. Çünkü Safa ile Merve’nin ve kurbanlık hayvanların da şeâirullâhtan olduğu beyan edilmiştir (Bakara 2/158, Hac 22/36). Başka bir ayette ise Allah Teâlâ, şeâirullâha yani kendi koyduğu simgelere saygı gösterilmesinin, kalplerin takvasına bağlı olduğunu bildirmiştir (Hac 22/32).
[2*] Harem bölgesinde kesilmek üzere götürülen hayvanlar “hedy” diye adlandırılır (Mâide 5/95, Fetih 48/25). Bu ayetteki (الْقَلآئِدَ = el-kalâid) ise gerdanlıklar anlamındadır. Hedy kelimesinden hemen sonra gelmesi sebebiyle, tanınıp saygı gösterilsin diye o kurbanlıkların boynuna takılan özel süsler demektir.
[3*] “Saygısızlık etmeyin” şeklinde tercüme edilen ibare (لاَ تُحِلُّواْ= helal saymayın)'dır. Helal; mübah olan bir şey veya kişinin yapıp yapmamakta serbest olduğu eylemdir. Bu ayet, Safa ile Merve arasında say, hacıların kurban bayramında kesmek üzere getirdikleri kurbanlıklar (Hac 2/28) gibi Allah’a kulluğun sembollerinden olan şeylere saygısızlığı yasaklamaktadır (Bakara 2/158,196, Hac 22/32, 36). Haram aylar helal sayılamayacağı gibi herhangi bir zamanda ibadet için Mekke’ye gelenler de helal yani dokunulabilir sayılamaz.
[4*] Fetih 48/25
[5*] Ayetteki (شديد =şedîd), sıkı bağ kuran veya sıkıca bağlı demektir. Allah’ın ödülü veya cezası, kulun fiiline bağlıdır (En'âm 6/160).
[1*] Sopa ve taş gibi sert bir cisimle başına veya vücudunun herhangi bir yerine vurularak öldürülen hayvanlar.
[2*] Tapınaklarda, üzerinde kurban kesilen, günlük yakılan, dinî tören yapılan taş masa (Türk Dil Kurumu).
[3*] Cahiliye devrinde en çok yedi kişiden oluşan bir topluluğun satın aldığı bir deve kesilerek butlar, uyluklar, ön ve arka bacaklar ve omuzlar olmak üzere on parçaya bölüştürülürdü. Devenin kafasını ve ayaklarını hayvanı kesen kişi alır, geri kalan küçük parçalar ise önceki on parçaya eşit şekilde paylaştırılırdı. Bu oyuna katılan oyuncular çekilişten önce birden yediye kadar hisseleri ve risk değerleri üzerlerinde işaretli oklar arasından maddî güçlerine ve sosyal konumlarına uygun olanı seçerlerdi. Bu okların hisse toplamı yirmi sekiz olduğundan çekilişte ilk çıkan ve on hisseye kadar olan okların sahipleri kazanmış, diğerleri kaybetmiş sayılırdı. Kaybedenler yani çekilişe konu deveden pay almaya hak kazanamayanların o devenin etinden yemeleri ayıp sayılırdı. (DİA, “Meysir”). Ayet bunu kumar saymış ve etlerin bu şekilde paylaştırılmasını yasaklamıştır.
[4*] Fısk, doğru yoldan çıkma anlamında mastardır. Bu ayette, helal olmadığı anlatılan şeylerin ortak özelliğini gösteren isim olarak kullanılmıştır (En’âm, 6/121 ve 145).
[5*] Mükemmel olan şeye ilave veya çıkarma yapılamaz. Kur’an’da olan dine yapılan her türlü ilave ve çıkarma kişiyi bu dinden çıkarır ve müşrik yapar (Bakara 2/136-138, Al-i İmran 3/85, En’am 6/14, Hud 11/1-2).
[1*] Eti helal olan hayvanlar, en’am ile sınırlı değildir. Temiz olanların hepsi helaldir. Bir şeyin temiz olması, insan fıtratına ters olan pisliklerden arınmış olmasıdır.
[2*] Bir önceki ayette “ölmüş”, “darbe almış” ve “yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmış” hayvanların haram olduğu bildirilmişti. Bu ifadelerden sonra avlanan hayvanların yenilip yenilmeyeceği sorusu akla gelir. Çünkü gerek av hayvanı ile gerekse av silahı ile avlanan hayvanların ölü olarak ele geçirilme ihtimali yüksektir. İşte bu ayette Allah Teâlâ “avcı hayvanların, sizin için tuttuklarını “Bismillah /Allah'ın adıyla” diyerek yiyin.” buyurmuş, böylece avlanma yolu ile öldürülen hayvanların da helal olduğunu bildirmiştir.
[1*] Öncekilerde helal olup da Kur'an'da haram kılınan bir yiyecek yoktur. Zira Kur'an kendisinden öncesini misliyle veya hayırlısı ile neshetmiştir (Bakara 2/106). Bize helal kılınanlar Kur'an'ın son vahiy olmasından dolayı onlara da helal kılınmıştır. Bu sebeple “Kendilerine kitap verilmiş olanların yiyeceği” ifadesine domuz eti girmez; çünkü domuz onlara da haram kılınmıştır. "Domuz çatal ve yarık tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır. Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız, sizin için kirlidir." (Levililer 11:7-8). İşledikleri bazı suçlar sebebiyle Yahudilere, normalde helal olan bazı yiyecekler ceza olarak haram kılınmıştır. (Nisâ,4/160-161; En’âm, 6/146) Bunun dışında Allah Teâlâ onlara cumartesi günleri balık avlamayı da yasaklamıştır (A’râf, 7/163; Bakara, 2/65-66). İsa aleyhisselamın nebi olarak görevlendirilmesi ile birlikte, ceza olarak haram kılınan bazı temiz yiyecekler Yahudilere helal kılınmıştı (Al-i İmrân, 3/50). Son nebi Muhammed aleyhisselamın gelmesi ile de ceza olarak haram kılınan temiz yiyeceklerin tamamının helal kılındığı bildirilmiş (A’râf, 7/157), haram yiyeceklerin sayısı dört ile sınırlandırılmıştır (Bakara, 2/173; Mâide, 5/3; En’âm, 6/145; Nahl, 16/115). Böylece “bizden önce kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri” ile bizim yiyeceklerimiz arasında helallik-haramlık açısından bir fark kalmamış, bizim yiyeceklerimiz onlara, onların yiyecekleri bize helâl kılınmıştır.
[2*] Kadın olsun erkek olsun, namuslu olma, gizli veya açık olarak zinadan uzak durmak, evlenmede olmazsa olmaz şartlardandır (Nisa 4/24, 25, Nur 24/3 ve 26). Zinadan uzak duran bir mümin erkek veya kadın, ancak kendi gibi zinadan uzak duran bir erkek veya kadınla evlenebilir. Bunları yaptıktan sonra tövbekâr olup kendini tamamen düzelten de namuslu sayılır (Furkan 25/68-70).
[3*] Allah Teala burada, kendilerine kitap verilenlerin yiyeceklerinin ve onlardan bir hanım ile evlenmenin helal olduğunu bildirerek din farkının yiyecekler konusunda da evlenme konusunda da bir engel oluşturmadığını kesin hükme bağlamıştır. Onların iman esaslarından biri, gelecek nebiye inanmaktır (Al-i İmran 3/81-85). Muhammed aleyhisselamın bekledikleri nebi, Kur’an’ın da inanmaları gereken kitap olduğu konusunda en küçük şüpheleri olmamasına rağmen inanmayarak kafir olmaları (Bakara 2/89-91, 146, En’am 6/20-21) onları, elinde kitap olmayan müşriklerden daha kötü konuma sokar. Her kafir müşrik olduğu için (Al-i İmran 3/151) müşriklerden daha kötü konuma düşmüş birinin yiyeceğinden yemek veya onunla evlenmek yasak değilse diğer müşrikler konusunda hiçbir yasak olmaz. Şunu da unutmamak gerekir ki Müslüman olmayanlarla evlenmek haram değildir ama tavsiye edilmez (Bakara 2/221).
[1*] Mesh etmek, eli bir şey üzerinde gezdirmektir (Müfredât). Bkz. Sad 38/33. Ayette, su bulamayanların teyemmüm etmeleri emredildiği için abdestte meshin ıslak elle yapılması gerektiği anlaşılır. Başı mesh etmek, ıslak eli başın üzerine sürmek; ayağı mesh etmek de ıslak eli bilek kemiklerine kadar ayağın üzerine sürmektir.
[2*] ‘Abdest bozma yeri’ diye meal verdiğimiz (الغائطَ = el-ğait), geniş ve rahat yer anlamındadır (Lisan). Yellenme, küçük ve büyük abdest, böyle bir yerde yapılabilir. Kişinin uyuduğu yer de rahat ettiği yerdir. Uyku, eklemlerin gevşemesine ve yellenmeye sebep olur. Bu sebeple ayetin başında yer alan ‘namaza kalkma’ ifadesi, hem böyle bir uykudan uyanarak kalkma hem de abdestsiz veya cünüp olunduğunda namaz kılmak için kalkma anlamındadır.
[3*] Cinsel ilişki veya başka yolla meydana gelen orgazm hali.
[4*] Suyu kullanacak durumda değilseniz (Müfredat وجد md.).
[5*] Saîd (صَعٖيدً) üste çıkmış şey anlamındadır. Dünya’nın dış yüzeyine (Kehf 18/8) ve yüzeyde olan her şeye saîd (Kehf 18/40) denir.
[6*] Arapçada el anlamına gelen (يد = yed) kelimesi, sözlüklere göre omuzdan parmak uçlarına kadar tüm kolu ifade eder. Ancak kelimenin Kur’an’daki kullanımları, bilekten parmak uçlarına kadar olan, bir şeyi tutmaya yarayan bölümü ifade etmektedir. Bu durum A’râf 7/195 ve Taha 20/22. ayetlerde görülebilir. Bu sebeple Mâide suresi 6. ayette abdest tarif edilirken, “ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayın” denilerek, sadece ellerin yıkanıp bırakılmaması, yıkanacak bölgenin dirseklere kadar uzatılması emredilmiştir. Ayrıca Nisâ 43 ve Mâide 6. ayetlerde “yüzünüzü ve ellerinizi meshedin” şeklinde tarif edilen teyemmümü, “dirseklere kadar” ifadesi kullanılmadığı için nebimiz de ellerini bileklerine kadar mesh ederek yerine getirmiş, dirseklerine kadar mesh etmemiştir (Buhari, Teyemmüm 3; Ebu Davud, Taharet 123).
[7*] Ayette geçen "size olan nimetini tamamlamak ister" ifadesi, yeni bir hükmün geldiğini göstermektedir. Bu ayette geçen teyemmüm, daha önce Nisa 43. ayette de aynı şekilde geçtiği, abdest ise detaylarıyla sadece burada anlatıldığı için bu yeni hükmün abdestle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Bu, önceki şeriatte var olan ve bu ayet gelinceye kadar Müslümanların da uyguladıkları “ayakları yıkama” hükmünün meshe çevrilmesidir. "Allah size güçlük çıkarmak istemez" ifadesi de buna işaret etmektedir. Bakara suresinin 106. ayetinde "Biz bir ayeti nesh edersek veya unutturursak ya aynısını ya da daha hayırlısını getiririz" buyrulduğundan bu durum, oruç tutmada getirilen kolaylık (Bakara 2/187) gibi daha hayırlısıyla neshin örneğini teşkil etmektedir.
[*] Bir Müslüman her namazda şöyle der: "(Allah’ım!) Kulluğu doğrudan sana yaparız, yardımı doğrudan senden isteriz. Bizi doğru yoluna kabul et; nimet verdiğin kimselerin yoluna; öfkeni hak etmemiş ve sapıtmamış olanların yoluna!” (Fatiha 1/5-7) Böylece Allah’ın istediği teslimiyeti kabul etmiş, “Dinledim ve gönülden boyun eğdim!” demiş oluruz.
[*] akrab (أَقْرَبُ) kelimesi ism-i tefdil değil, sıfat-ı müşebbehe sayılarak anlam verilmiştir. Çünkü ayet dengesiz davranmayı yasaklamaktadır.
[*] İstiğfar, “söz ve davranışla mağfiret talep etmek”tir. Mağfiret ise, Allah’ın, kulunu azaptan korumasıdır (Müfredat). “Başı koruyan zırhlı başlık” anlamındaki “miğfer” kelimesi de aynı köktendir.
[1*] Kezzebe = كذّب fiili bazı ayetlerde lazım, bazılarında da bâ = ب harf-i cerri ile veya doğrudan müteaddidir. Müteaddi olduğu yerlerde “yalanlama” diğerlerinde “çok yalan söyleme” anlamı verilmiştir.
[2*] Bakara 2/39, Maide 5/86, Hac 22/57, Rum 30/16, Teğabun 64/10.
[*] Bu ayeti, bundan sonraki ayetler ve Haşr Suresinin ilk ayetleri ile birlikte okursak, bunların Benî Nadîr yahudileri olduğu anlaşılır.
[1*] Yakup aleyhisselamın 12 çocuğunun her birinin soyunun temsilcisi.
[2*] Ayette geçen bu ifade, onlara yüklenen, gelecek nebiye inanma ve ona destek olma sorumluluğunu yerine getirmediklerini gösterir. (Bakara 2/40-41-89-91; Araf 7/157).
[3*] Burada iltifat sanatı vardır. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki ( left = لفت ) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır: ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.
[4*] Bu ödünç Allah rızası için ve onun yolunda mallardan ve canlardan yapılan harcamalardır. Bakara 2/245, Hadid 11/11,18, Tegabun 64/17, Müzzemmil 73/20.
[1*] Din bilginlerinin Tevrat üzerinde yaptıkları tahrif/ anlam kaydırması, Tevrat’ın içinde de yer bulmaktadır: “Nasıl, “biz bilge kişileriz, Rabbin Yasası bizdedir” diyebiliyorsunuz? İşte, bilginlerin yalancı kalemi Yasayı yalana çevirmiş.” (Yeremya 8/8)
[2*] Allah kimseyi, unuttuğu şeyden dolayı sorumlu tutmayacağı için (Bakara 2/286) buradaki unutma mecazdır. Hıristiyanların unuttukları şeylerden biri de gelecek nebiye inanma görevidir (Araf 7/157).
[1*] Bir ayette, Hristiyan anlamında "Nasrânî", on dört ayette de onun çoğulu olan "Nasâra" kullanılır. Kelimenin, Îsâ aleyhisselamın yardım talebine havârilerin olumlu cevap vermeleri sebebiyle (Al-i İmrân 3/52; Saf 61/14), “yardım etme” anlamındaki nasr kökünden (Müfredat) veya İsa'nın memleketi olan Nâsıra kelimesinden türetildiği söylenir.
[2*] Kıyamet ayağa kalkma ve kalkış demektir. Kıyamet günü, insanların yeniden dirilip kabirlerinden kalktığı gündür.
[1*] En’am 6/91.
[2*] Yahudiler kitaplarında olanın çoğunu gizliyorlardı (En’am 6/91).
[3*] Burada Kur’an’ın önceki kitapları nasıl nesh ettiği anlatılmaktadır. Nesh, bir kitaptaki yazıyı diğer kitaba aktarmaktır. (el-Ayn) İki kitabın yazarı aynı şahıs ise yazıların büyük bir kısmını olduğu gibi bir kısmını da daha iyi şekilde aktarır. Onun için nesih ya dengiyle ya da daha iyisiyle olur. (Bakara 2/106) Allah, önceki kitapların hükümlerini son kitabında korumuştur (Şûrâ 42/13). Yukarıdaki ayet, önceki kitaplarda bulunan bazı emirlerin gizlendiğini, Allah’ın onları Kur’ân’a almadığını bildirir. O hükümlerin Kur’an’a alınmamış olması, önceki kitaba inananlar üzerindeki sorumluluğu kaldırmaz. O kitapların bazı hükümleri ise daha iyisi ile değiştirilmiştir. Mesela Müslümanlar ilk başta orucu, önceki ümmetler gibi tutarken (Bakara 2/183) daha sonra bazı hafifletmeler yapılmıştır (Bakara 2/187).
[1*] Katolik Kilisesi’nin yayınladığı Din ve Ahlak İlkeleri (İstanbul 2000) kitabında, özetle şu ifadeler yer alır: “İsa, Allah’ın elçisidir (Par. 858) Havariler zamanında İsa, gerçek anlamda insan sayılırdı. Onun Allah’ın oğlu olduğu iddiasını Pavlus ortaya attı. Bunu doğru sayan karar, üçüncü yüzyıldan sonra Antakya’da alındı (Par. 465.) 325’te toplanan Ökümenik İznik Konsili de İsa’nın yaratılmış olmadığına, Baba’dan doğduğuna ve onunla aynı özden olduğuna karar verdi (Par. 465). Üçüncü Ökümenik Efes konsili 431’de şu kararı aldı: “İsa, kendi kişiliğini, akıllı ruhla canlandırılmış bir bedenle birleştirerek insan olmuştur. Meryem Ana ise, gerçek anlamda Tanrı’nın anasıdır.” 451’de toplanan dördüncü ökümenik Kadıköy konsili onun gerçek tanrı olduğunu şöyle ilan etti: “Rabbimiz Mesih İsa’nın mükemmel Tanrılığa ve mükemmel insanlığa sahip, gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğunu, akıllı bir ruhtan ve bedenden oluştuğunu, Tanrılık açısından Baba ile, insanlık açısından da bizimle aynı özde olduğunu, günah dışında hepimize her şeyde benzer olduğunu, Tanrılık açısından yüzyıllar öncesinden Baba’dan doğduğunu, insanlık açısından bizim esenliğimiz için bakire Meryem’den doğduğunu oybirliği ile kabul ettiğimizi resmen beyan ederiz (Par. 467).”
[2*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:
http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[*] Sonra firavuna de ki `RAB şöyle diyor: İsrail benim ilk oğlumdur. Sana, bırak oğlum gitsin, bana tapsın, dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim. (Tevrat, Çıkış 4/22-23)
[*] Bu elçinin geleceği, İncillerde Yuhanna 14:26, 15:26 bölümlerinde İsa aleyhisselamın ağzından anlatılmaktadır.
[*] Karşı çıkanların içinde olan ama onlar gibi olmayan Nun oğlu Yeşu’yla Yefunne oğlu Kalev giysilerini yırttılar. Sonra bütün İsrail topluluğuna şöyle dediler: “İçinden geçip araştırdığımız ülke çok iyi bir ülkedir. Eğer RAB bizden hoşnut kalırsa, süt ve bal akan o ülkeye bizi götürecek ve orayı bize verecektir. Ancak RAB’be karşı gelmeyin. Orada yaşayan halktan korkmayın. Onları ekmek yer gibi yiyip bitireceğiz. Koruyucuları onları bırakıp gitti. Ama RAB bizimledir. Onlardan korkmayın (Çölde sayım 14 /5-9)
[1*] 40 yıl oraya girme yasağı, işlenen suça denk bir cezadır. Çünkü bu emre muhatap olan kişilerin bu dünyada yaşayacakları süre, ortalama 40 yıldır. "RAB Musa’yla Harun’a da, “Bu kötü topluluk ne zamana dek bana söylenecek?” dedi, “Bana söylenen İsrail halkının yakınmalarını duydum. Onlara RAB şöyle diyor de: ‘Varlığım adına ant içerim ki, söylediklerinizin aynısını size yapacağım: Cesetleriniz bu çöle serilecek. Bana söylenen, yirmi ve daha yukarı yaşta sayılan herkes çölde ölecek. Sizi yerleştireceğime ant içtiğim ülkeye NUN OĞLU YEŞU (YÛŞA)’yla YEFUNNE OĞLU KALEV'den başkası girmeyecek. Ama tutsak edilecek dediğiniz çocuklarınızı oraya, sizin reddettiğiniz ülkeye götüreceğim; orayı tanıyacaklar. Size gelince, cesetleriniz bu çöle serilecek. Çocuklarınız, hepiniz ölünceye dek kırk yıl çölde çobanlık edecek ve sizin sadakatsizliğiniz yüzünden sıkıntı çekecekler. Ülkeyi araştırdığınız günler kadar –kırk gün, her gün için bir yıldan kırk yıl– suçunuzun cezasını çekeceksiniz. Sizden yüz çevirdiğimi bileceksiniz!’ Ben RAB söyledim; bana karşı toplanan bu kötü topluluğa bunları gerçekten yapacağım. Bu çölde yıkıma uğrayacak, burada ölecekler.” Çölde Sayım 14:26-35
[2*] Bakara 2/58-59. "Bütün İsrail halkı Musa’yla Harun’a karşı söylenmeye başladı. Onlara, “Keşke Mısır’da ya da bu çölde ölseydik!” dediler, “RAB neden bizi bu ülkeye götürüyor? Kılıçtan geçirilelim diye mi? Karılarımız, çocuklarımız tutsak edilecek. Mısır’a dönmek bizim için daha iyi değil mi?” Sonra birbirlerine, “Kendimize bir önder seçip Mısır’a dönelim” dediler. Bunun üzerine Musa’yla Harun, İsrail topluluğunun önünde yüzüstü yere kapandılar. Ülkeyi araştıranlardan Nun oğlu Yeşu’yla (Yûşa) Yefunne oğlu Kalev giysilerini yırttılar. Sonra bütün İsrail topluluğuna şöyle dediler: “İçinden geçip araştırdığımız ülke çok iyi bir ülkedir. Eğer RAB bizden hoşnut kalırsa, süt ve bal akan o ülkeye bizi götürecek ve orayı bize verecektir. Ancak RAB’be karşı gelmeyin. Orada yaşayan halktan korkmayın. Onları ekmek yer gibi yiyip bitireceğiz. Koruyucuları onları bırakıp gitti. Ama RAB bizimledir. Onlardan korkmayın!” (Çölde Sayım 14:5-9).
[*] Arapça “kurban = القربان” kelimesi, “Yüce Allah’a yakınlasma vesilesi yapılan şeydir. Yaygın kullanımda, ‘hak yolunda boğazlanan kurbanın’ adı haline gelmiştir.” (Müfredat). Bu nedenle Allah’ın kitaplarında kendisine yakınlaşmak amacıyla takdim edilmesini emrettiği çeşitli türden sunular bu kapsama girer. Nitekim Habil ve Kabil’in Tevrat’taki kıssası, sunulardan birinin toprak mahsulü, diğerinin ise hayvan cinsinden olduğunu göstermektedir: “Habil çoban oldu, Kayin (Kabil) ise çiftçi. Günler geçti. Bir gün Kayin toprağın ürünlerinden Rabb’e sunu getirdi. Habil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan bazılarını, özellikle de yağlarını getirdi. Rab Habil’i ve sunusunu kabul etti. Kayin’le sunusunu ise reddetti. Kayin çok öfkelendi, suratını astı. RAB Kayin’e, “Niçin öfkelendin?” diye sordu, “Niçin surat astın? Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez miyim?” (Yaratılış 4:2-7).
[*] “Benim günahımı” ifadesi, “beni öldürme günahını” anlamındadır. Yoksa kimse kimsenin günahını üstlenmez (Fatır 35/18).
[*] “Yeryüzünde bozgunculuk yapma” ile ilgili çok sayıda ayet vardır. Onların hiçbirinde suçluya verilecek cezadan söz edilmez (Bakara 2/204, Maide 5/13, 64, Tevbe 9/107-108). “Allah ve resulü ile savaş” olarak nitelenen faiz yeme hakkındaki ayette de insanlar tarafından uygulanacak bir ceza yoktur (Bakara 2/279). Bu ayette ise “bozgunculuk yapma” ve “Allah ve resulüyle savaş” suçlarının ikisi birden işlenmektedir. Bu suç, toplumdaki can ve mal güvenliğini ortadan kaldırmaya yönelik terör ve eşkıyalık suçudur. Bunlardan adam öldürenler, öldürülür veya insanlara ibret olsun diye asılırlar. Adam öldürmemiş ama organize bir eylem ile insanların mallarını ellerinden almış olanların da elleri ve ayakları çaprazlama kesilir. Korku salarak insanları yurtlarından uzaklaştıranlar ise sürgün edilirler. Bu, Allah’ın suçla ceza arasında kurduğu dengenin gereğidir (Şura 42/40).
[*] Furkan 25/68-71
[1*] Bu ayette geçen vesile, kulu Allah’a yaklaştıran şeydir. Bunlar iman ve salih amellerdir (Sebe 34/37, Alak 96/19). Allah, kendisine yaklaşmak için nebileri, melekleri, salih kulları veya başka varlıkları vesile kılmayı yasaklamıştır. Çünkü bu, Allah’a yaklaşmak değil, onu ikinci sıraya koyup ondan uzaklaşmaktır (A’raf 7/3, Zümer 39/3). Bu da Allah’ın asla affetmeyeceği şirk günahı olur (Nisa 4/48, 116).
[2*] Cihad (جهاد), düşmanın, şeytanın veya arzuların baskısına karşı Allah’ın emrine uymak için verilen her türlü mücadeledir (Müfredat). Allah yolunda savaş, cihadın çok önemli bir parçasıdır.
[*] Al-i İmran 3/91, Yunus 10/54, Ra’d 13/18, Zümer 39/47, Mearic 70/11-14.
[*] Bir malı çalan kişi; biri mal sahibine, ikincisi topluma, üçüncüsü Allah’a karşı olmak üzere üç suç işlemiş olur. Bunların cezası, suçlunun elini kesmektir. Bu ceza hem ona hem de çevresine, iyi bir ders olur. Bu, el kesme cezasının caydırıcı özelliğidir. Suçlu, yakalanmadan teslim olur ve iyi hal gösterirse el kesme cezasından kurtulur. Artık onun cezası, çaldığı mal ile birlikte onun dengi bir mal daha vermektir. Kur’an’ın sârik /hırsız dediği kişinin nasıl bir suç işlediğini, Kur’an’dan tespit etmek mümkündür. Yusuf Suresi 70-72. ayetlerde Yusuf aleyhisselam, bir plan yaparak kralın su tasını öz kardeşinin yükünün içine koymuş ve bundan dolayı üvey kardeşlerinin hırsız (sârik) sanılmalarını sağlamıştır. Kendilerine ait olmayan bir eşyayı gizlice almış olan kişilere ayette sârikûn denmiştir. Ayetteki “neyi kaybettiniz” ifadesi bir malın sahibinden gizlice alındığını göstermektedir. Yine “kralın su kabı” ifadesi malın başkasının mülkiyeti altında ve korunan bir mal olduğunun yanısıra belli bir ekonomik değere sahip olduğunu da belirtmektedir. Yusuf Suresinin 76. ayetinde kralın su kabının Yusuf aleyhisselamın öz kardeşinin yükünden çıkmış olması, eyleme konu olan malın bulunduğu yerden izinsiz ve gizlice alınarak başka bir yere nakledildiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bir suçun el kesme cezasını gerektirecek şekilde nitelikli hırsızlık (serika) olarak değerlendirilebilmesi için şu şartları taşıması gerektiği anlaşılmaktadır: Koruma altında olan başkasının mülkiyetindeki belli bir ekonomik değer taşıyan bir malın, sahibinin izni olmaksızın gizlice bulunduğu yerden alınması ve başka bir yere intikal ettirilmesi. Malın korunuyor olması, suçun gizli yapılıyor olması, malın ekonomik bir değer taşıması, serika türündeki hırsızlığın mülkiyet hakkına yönelik bir saldırı olduğunu ortaya koymaktadır. Malın bir başka yere nakledilmiş olması da suçun tasarıdan tatbikata dönüştüğünün göstergesidir. Kelimenin mecaz olarak kullanıldığı Hicr 15/17-18. ayetlerde bile çalınan şeyin korunuyor, çalanın da eylemi gizlice yapıyor olduğu görülebilmektedir. Yukarıda sayılan şartlardan birini dahi barındırmayan bir hırsızlık suçu, serika olarak adlandırılamayacağı için bu suçu işleyene de sârik denmez ve el kesme cezası uygulanmaz. Nebimizin de çeyrek dinar veya bir kalkan ya da zırh değerinde olmayan malların çalınması durumunda el kesme cezasını uygulamadığı hadis rivayetlerinde yer almaktadır (Bkz: Buhari, Hudud 13; Ebu Davud, Hudud).
[1*] Bakara 2/107, Al-i İmran 3/189, Maide 5/120, Tevbe 9/116, Nur 24/42, Furkan 25/2, Zümer 39/44, Şûra 42/49, Zuhruf 43/85, Casiye 45/27, Fetih 48/14, Hadid 57/2, 5, Buruc 85/9.
[*] Tahrif (التحريف), Nisa 4/46’da açıklandığı gibi iki tarafa çekilebilecek bir anlamı, kolayca anlaşılmayacak biçimde, sözün akışına uygun olmayan tarafa çekmektir. Tahrif, metinde değil anlamda olduğu için Kur’an, önceki kitapların ana metinlerini tasdik eder. Ama tahrif kelimesi de tahrif edilip ona “tebdil” yani metni değiştirme anlamı verildiğinden hem Kur’an’ın önceki kitapları tasdik ettiği unutturulmuş hem de Kur’an ayetlerinde yapılan anlam kaydırmalarının üstü örtülmüştür. En fazla tahrif, Yahudileri rahatsız eden ayetlerde olmuştur.
[*] Bir gün Muhammed aleyhisselama zina etmiş Yahûdi erkek ve kadın getirildi. Henüz zina ile ilgili bir ayet inmemişti. Tevrat’ta zina cezasının recm olduğunu öğrenince (Levililer 20/10-26) onlara o cezayı uyguladı (Buhârî, Hudûd, 24). Daha hafif bir ceza vermesini bekledikleri için onları Nebimize gönderen Yahudiler: “Size şu hüküm verilirse kabul edin, verilmezse kabul etmeyin” (Maide 5/41) demişlerdi (Taberî). Bir rivayete göre de âyetin indirilmesine sebep olan olay şudur: Beni Kureyza'dan biri Beni Nadir'den birini öldürürse öldürülür. Fakat Beni Kureyza'dan birini öldürürse yüz vesk (1 vesk = 200 kg) hurma diyet alınırmış. İbnü Zeyd'in rivayetine göre Huyey b. Ahtebî, Nadirli için iki diyet, Kureyzalı için bir diyet hükmedermiş. Sonra Benî Nadir'den biri, Beni Kureyza'dan birini öldürmüş, Beni Kureyza da Nebîmizin hükmüne müracaat etmiş. Ayet buna işaret olarak inmiştir. Hasılı bu âyetler Müslüman olmayanların, İslam’ın hükmüne müracaatı hakkında nazil olmuştur. (Elmalılı).
[1*] Bu ayette nebilerin Yahudilere Tevrat’la hükmettikleri bildirilmektedir. Bakara suresinin 140. ayetinde de İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve esbatın Yahudi ya da Nasrani olmadığı vurgulanır. Esbâtın da Musa’ya kadar devam ettiği düşünülürse, Tevrat sürecinin Musa ile başladığı söylenebilir. Kur’an’ın hiçbir ayetinde Musa’ya Tevrat’ın verildiğinden bahsedilmez. Musa’ya kitap verildiği bildirilir. Yahudi geleneğinde de Eski Ahit'in/Tanakh'ın ilk beş bölümünün Musa'ya verildiği kabul edilmektedir. Hali hazırdaki Kitab-ı Mukaddes’in içeriğinden hareketle Tevrat’ın omurgasını /ahkama dair yönünü Musa’ya verilen kitabın oluşturduğu düşünülebilir. Tevrat pek çok nebiye indirilen kitapların toplamıdır. Yahudi geleneğinde Eski Ahit'in/Tanakh'ın tamamına "Yazılı Tevrat" denmektedir. Musa’dan sonraki nebilere indirilen her kitap Musa’ya indirilen kitaba eklenmiş, Tevrat meydana gelmiştir. Nebiler sadece kendilerine verilenle değil kendilerinden önce indirilenle de amel ediyor, hüküm veriyorlardı.
[2*] Ra’d 13/43
[3*] (Kalîl = قليل), bir şeyin az olduğu veya kalıcı olmadığı anlamına gelir (Mekâyîs).
[1*] Tevrat’ta şu ifadeler yer alır: Acımayacaksınız: Cana can, göze göz, dişe diş, ele el, ayağa ayak (Yasanın Tekrarı 19:21). Ama başka bir zarar varsa, cana karşılık can, göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanığa karşılık yanık, yaraya karşılık yara, bereye karşılık bere verilecektir (Mısır’dan Çıkış 21:23-25). Kur’an’da kısas, sadece adam öldürmelerde farz kılınarak Tevrat’taki hükümler daha hayırlısı ile neshedilmiştir (Bakara 2/106, 178-179).
[2*] Kefere kökünden olan keffaret kelimesi, suçun üstünü örten şey anlamına gelir. Türk okuyucunun kafirlik ve kafir kavramlarını anlaması bakımından önemlidir; çünkü keffaret, Türkçeye de Arapça anlamına çok yakın bir şekilde geçmiştir.
[*] Ayette İsâ Aleyhisselamın gönderilmesinin Tevrat’ı tasdik etmesiyle kendisine verilen İncîl’in Tevrat’ı tasdik etmesi birbirinden ayrılmaktadır. Çünkü İsâ Aleyhisselam, doğumundaki özel durum sebebiyle Tevrat’ı, İncil’den ayrı olarak tasdik etmektedir. Tahrîm 66/12. ayette geçen Meryem validemizin Allah’ın kelimelerini ve kitaplarını tasdik etmesi ifadeleri de bunu göstermektedir. Enbiyâ 21/91 ve Müminun 23/50. ayetlerde Meryem validemiz ve oğlunun birer ayet olduklarının söylenmesi de yine Tevrat’taki bölümü tasdik etmeleriyle ilgilidir. Zira Meryem validemiz ve İsa Aleyhisselam, Tevrat’ta da ayet kelimesinin karşılığı olan “alâmet” ifadesi ile anlatılır: “Bunun için Rab kendisi size bir alâmet verecek; işte, bakire kız gebe kalacak ve bir oğul doğuracak ve onun adını İmmanuel (Allah bizimle) koyacak.” (İşaya, 7:14) İsa Aleyhisselamın babasız olarak dünyaya gelmesi Tevrat’taki bu ifadeleri tasdik etmiştir. Matta İncili’nde de Tevrat’taki ifadelere gönderme yapılmakta ve beklenen olayın gerçekleştiği ifade edilmektedir. “Ve bir oğul doğuracaktır; ve onun adını İsâ koyacaksın; çünkü kavmini günahlarından kurtaracak olan odur. İmdi peygamber vasıtası ile Rab tarafından söylenen: ‘İşte kız gebe kalacak ve bir oğul doğuracak ve onun adını İmmanuel koyacaklar’ sözü yerine gelsin diye hep bunlar vaki oldu.” (Matta, 1: 23) Böylece İncil, Tevrat’taki ifadeleri aynen kullanmak suretiyle onu tasdik etmiş olmaktadır.
[*] Fasık: Allah’ın indirdiğine güvenmeyip onunla hükmetmeyerek, yoldan çıkan kişidir
[1*] “Açık yol” anlamı verdiğimiz kelime (minhac = مِنهاجُ)tır (Lisan’ul-arab). Bu, Allah’ın sünnet veya sünnetullah diye nitelediği ve gidilmesini emrettiği ana yoldur (Nisa 4/26-27, Ahzab 33/38-39). “Özel hüküm” anlamı verdiğimiz kelime ise (şir’a = شِّرْعةُ)dır. Şir’a, şeriat ile aynı kökten türemiş, çeşit bildiren mastardır. Şeriat ana yolun içindeki değişmez kanunları gösterirken (Şûrâ 42/13) şir’a, ilahi kitaplardan her birine konan özel hükümleri ifade eder. Her bir ümmete özel olan bu hükümler, nesih kavramını (Bakara 2/106) doğru anlamamızı sağlar.
[2*] Hac 22/67, Casiye 45/18.
[3*] (Şâe = شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz Maide 5/17. ayetin dipnotu.
[4*] Bakara 2/148.
[*] İsra 17/73
[*] Ayete göre Allah'ın hükmü dışında kalan bütün hükümler cahiliye hükmüdür.
[*] Bize karşı birbirlerine destek verirler ama kendi aralarında bitmez tükenmez düşmanlıkları vardır (Maide 5/14 ve 64).
[*] Onlardan korunma ihtiyacı olduğunda yakın dost gibi davranılabildiği için (Al-i İmran 3/28) öyle diyorlardı.
[1*] Cihad (جهاد), düşmanın, şeytanın veya arzuların baskısına karşı Allah’ın emrine uymak için verilen her türlü mücadeledir (Müfredat). Allah yolunda savaş, cihadın çok önemli bir parçasıdır.
[2*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz Maide 5/17. ayetin dipnotu.
[1*] Cumartesi yasağını çiğneyenler maymunlar gibi olmuşlardı. Bu, onlara has fiziksel dönüşüm değil, benzer davranışları gösteren herkese uygulanan bir dışlama biçimidir (Nisa 4/47).
[2*] Tağut, haddini aşmakta ileri giden insan ve cin şeytanlarıdır. Bunlar, yoldan çıkmakla kalmaz ayetleri ya yok sayarak ya da anlamlarını bozarak başkalarının da haddini aşmasına ve yoldan çıkmasına sebep olurlar (Bakara 2/256, 257; Nisa 4/51, 60, 76; Nahl 16/36; Zümer 39/17).
[1*] Al-i İmran 3/79
[1*] Al-i İmran 3/181.
[2*] Kıyamet ayağa kalkma ve kalkış demektir. Kıyamet günü, insanların yeniden dirilip kabirlerinden kalktığı gündür.
[*] Nisa 4/31.
[*] 68. ayete göre onlara indirilen Kur'an-ı Kerim'dir.
[1*] Allah’ın emrettiği tebliğ görevi, onun indirdiği ayetleri insanlara anlayacakları dilde ulaştırmaktır (İbrahim 14/4). Resulün tebliğ görevinin tanımı “ayetleri okuma, muhatabı geliştirme, kitap ve hikmeti öğretme” şeklindedir (Bakara 2/129, 151, Al-i İmran 3/163, Cuma 62/2).
[2*] Yunus 10/103, Rum 30/47, Mümin 40/51, Muhammed 47/7, "...O vefalı kullarının canını korur; kötülerin elinden onları kurtarır." (Tevrat/Mezmurlar 97:10)
[*] Bakara 2/62, Hac 22/17. Kendisine bir elçinin tebliği ulaşmayan kimse, sadece bile bile şirk koşmaktan (Bakara 2/22) ve bildiği doğrulardan sorumlu tutulur.
[*] Allah Teâlâ, resullerine yardım eder ve onları düşmanlarından korur (Maide 5/67, Yunus 10/102-103, Enbiyâ 21/7-9, Saffat 37/171-173). Nebi olmayan resuller vardır (Şuara 26/106, 123, 141, 176) Ama her nebi, aynı zamanda resul olduğu için nebilerin ve resullerin öldürülmesi, onların nebiliklerinin ve resullüklerinin öldürülmesidir. İlgili ayetlerde geçen öldürme /katl kelimesinin kök anlamlarından biri izlâl (Müfredât) yani itibarı ile oynamadır. Yahudiler, İsa aleyhisselamı öldürdüklerini söylerler (Nisa 4/157). Hıristiyanlar da sistemlerini, İsa aleyhisselamın çarmıha gerilip defnedilmesinden üç gün sonra kabrinden çıkarak Celile’de 11 havarisine göründüğü iddiası üzerine kurarlar (Matta 28/16–20). İncil, Allah’ın İsa aleyhisselama indirdiği kitaptır (Maide 5/46). Onun ölümünden sonrası ile ilgili sözler İncil’e ait olamaz. Bazı İncillere Yahya aleyhisselamın öldürüldüğü iddiaları da sokuşturulmuştur (Matta 14/3-12, Markos 6/17-29). Hâlbuki Kur’an, bu iki nebinin öldürüldüklerinden değil, öldüklerinden söz eder ve öldükleri gün tam bir güven içinde olduklarını bildirir (Meryem 19/15 ve 33). Nebiler gibi dürüst davranmaya davet eden insanların kişiliklerini öldürme gayretleri de eskiden olduğu gibi bugün de devam etmektedir (Al-i İmran 3/21-22). Allah onları da, kurtarma sözü vermiştir (A’râf 7/163-166, Hud 11/116).
[*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf 7/155), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.
[*] Maide 5/17.
[*] Nisa 4/171.
[1*] Al-i İmran 3/119, Tevbe 9/97.
[2*] Keşiş bazı dinlerde ıssız bir yerde tek başına veya manastırda cemaat halinde münzevi hayat süren zâhidler için kullanılan terim (TDV İslam Ansiklopedisi).
[3*] Al-i İmran 3/113-115
[1*] (Kezzebe = كذّب) fiili bazı ayetlerde lazım, bazılarında da (bâ = ب) harf-i cerri ile veya doğrudan müteaddidir. Müteaddi olduğu yerlerde “yalanlama” diğerlerinde “çok yalan söyleme” anlamı verilmiştir.
[2*] Bakara 2/39, Maide 5/10, Hac 22/57, Rum 30/16, Teğabun 64/10.
[*] Miskinler; geliri açlık sınırı altında, çaresiz durumda kalmış ve ihtiyaçlı olduğu her halinden belli olan kişilerdir. Oruç tutabilenlerin Ramazan bayramında vermesi gereken fitre /fidyenin en düşük ölçüsü miskin yiyeceği (Bakara 2/184) olduğundan, miskinlerin ihtiyaç sahipleri içinde en düşük seviyede ya da en zor durumda olan kesim olduğu anlaşılmaktadır. Kur’an’a göre miskinler temel ihtiyaçlarını karşılayamadıkları için doyurulması gereken (Kalem 68/24), keffaret olarak “yedirilmesi veya giydirilmesi” emredilen (Maide 5/89-95, Mücadele 58/4), Müslümanların mallarında hakkı olan (İsra 17/26, Rum 30/38), mirastan yararlandırılan (Nisa 4/8), kendilerine ihsanda bulunulması istenen (Nisa 4/36) dolayısıyla gönüllü veya zorunlu harcama kalemlerinin hepsinde yer alan kişilerdir (Bakara 2/177,215, Tevbe 9/60, İnsan 76/8).
[1*] Ayet metninde geçen “hamr (خمر)” kelimesi aklı örten anlamındadır. Sarhoş edici tüm içkiler ve uyuşturucu maddeler aklı örttüğü için onların hepsi hamrdır. Nebimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Sarhoşluk veren her şey hamrdır. Sarhoş eden her şey haramdır.” (Müslim, Eşribe,73; Ebû Dâvûd, Eşribe, 5)
[2*] Kumar çeşitleri diye meal verdiğimiz meysir kelimesi, kolaylık anlamına gelen “yusr = يسر” kökünden gelir. Üç ayette “hamr” ile birlikte zikredilir (Bakara 2/219, Mâide 5/90-91). Malın kolayca kazanılmasına ve kaybedilmesine yol açan her türlü kumar bu kapsama girer
[3*] Tapınaklarda, üzerinde kurban kesilen, günlük yakılan, dinî tören yapılan taş masa. (Türk Dil Kurumu)
[4*] Ezlam ile ilgili olarak bkz. Maide 5/3’ün dipnotu.
[1*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât ذكر md.). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24,En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209).
[2*] Nisa 4/43.
[*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir. (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen Allah’ın resulü (رسول اللّه ) ifadelerinde asıl vurgu ayetleredir. Muhammed aleyhisselam öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, sadece Kur’an’dır (Al-i İmrân 3/144) Resul kelimesi yerine ”resulüne /elçisinin getirdiğine” ifadesi bunun için yazılmıştır (Maide 5/67 , Nahl 16/35).
[*] Bu ayet, tevbe edip durumlarını düzelten kişilerin daha önceden yiyip içmiş oldukları haram şeylerden sorumlu tutulmayacaklarını bildirmektedir. Yaptığı yanlıştan dolayı tevbe edip durumunu düzeltenlerle alakalı diğer ayetler şöyledir: A'râf, 7/153, Nahl, 16/119, Taha, 20/82, Furkân, 25/68-71.
[*] Bkz Bakara 2/3 ayeti “içten” kelimesi ve dipnotu
[*] İhram, niyet edip telbiye getirerek hac veya umre ibadetine başlayan kişi için, bu ibadetler tamamlanıncaya kadar bazı yasakların başlaması anlamına gelir. Bu tıpkı, niyet edip tekbir getirerek namaza başlayan kişiye, namaz boyunca bazı davranışların yasak olması gibidir. Kara avı avlamak, ihram yasaklarındandır.
[1*] Arapçada büyük su kütlelerine; denize, akarsulara, tuzlu veya tuzsuz göllere “bahr (بحر)” denir (Lisan’ul-arab). Nitekim tatlı ve tuzlu su ayrımı olmaksızın Kur’an’da her ikisine de “bahr” denmiştir. Bahr kelimesi Türkçeye deniz diye çevrilir. Deniz deyince kimsenin aklına tatlı su kütlesi gelmeyeceği için kelimenin “büyük su kütlesi” şeklinde meallendirilmesi aslında daha uygundur. Bu nedenle tatlı ve tuzlu su avlarının tamamı ayetteki “deniz avı” kapsamındadır.
[2*] “Denizden yakaladıklarınız ve topladıklarınız” çevirisi de yapılabilir. Bu durumda kaçma özelliği olduğu için avlanmak suretiyle ele geçirilen deniz canlıları ve kaçamadıkları için toplanabilen deniz canlılarının tamamı helal olmuş olur.
[*] Bkz. Maide 5/2. ayetin dipnotu.
[*] Maide 5/67
[1*] Bkz. Nisa 4/2. ayetin dipnotu.
[2*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.
[*] Musa aleyhisselam İsrail oğullarına, Allah’ın onlara, bir sığır kesmelerini emrettiğini bildirmişti. Herhangi bir sığır kesebilirlerdi ama sordukları sorular sonucunda apis özelliğinde bir sığırı kesmek zorunda kaldılar (Bakara 2/67-72). Daha sonra da apisi kendilerine tanrı edindiler (Taha 20/83-98)
[*] Bahîre; Cahiliye Arapları tarafından sütünün içilmesinin, sırtına binilmesinin ve yük yüklenmesinin haram olduğunu göstermek için kulakları yarılan dişi develer anlamına gelmektedir. Sâibe; on batın yavrulayan ve yavrularının hepsi dişi olan ve bu yüzden sahipleri tarafından ölünceye kadar etinden, sütünden ve yününden yararlanılmayan deveye denildiği gibi, bir nimete şükür olarak adanan veya bir hastalıktan kurtulan birinin adak olarak serbest bıraktığı hayvana da denir. Cahiliye Arapları beş batında ikiz olarak toplam on dişi doğuran koyunu Vasîle olarak adlandırırlardı. Eğer hayvan bundan sonra tekrar doğurursa doğan yavrular erkeklerin olur, kadınlar ondan yiyemezlerdi. Ancak bu yavru ölürse o zaman kadın-erkek herkes bunun etini yiyebilirdi. Hâmî ise Cahiliye Araplarının, sulbünden fazlaca döl alınan ve yaşlanmış olan erkek deveye verdikleri isimdir. Bu deveyi putlarına adayarak serbest bırakırlar ve ölünceye kadar hiçbir şekilde ondan yararlanmazlardı. Kaynaklarda, buraya kadar özellikleri anlatılan hayvanların tariflerinde karışıklıklar ve hatta çelişkiler görülmektedir. Mesela bir görüşe göre bahîre için verilen tanım, başka bir görüşe göre sâibe veya vasîle için verilebilmektedir. Bu dört tür hayvanın özelliklerinden yola çıkarak -Muhammed Esed’in yaptığı gibi- dördüne birden “müşrik Araplar tarafından kutsanmış hayvanlar” tanımı yapılabilir. Zira dördünün de ortak özelliği kutsanmış olmalarıdır. (Bkz. En’am 6/138-139)
[1*] Atf-ı tefsir “ve” bağlacından sonra gelen ve bağlaçtan önceki ifadeyi açıklayan ifadedir.
[2*] Bakara 2/170, A’raf 7/28, Lokman 31/21, Zuhruf 43/22-24.
[1*] Bakara 2/282. ayette borcun yazılmasını emretmiş ancak 283. ayette “Biriniz diğerine güvenir (borcu yazmaz, rehin de almaz) ise, kendine güvenilen kişi, Rabbi /Sahibi olan Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakınsın da güveni kötüye kullanmasın.”
[2*] Yolculuk sırasında ölmek üzere olan kişinin bulabildiği iki kişi..
[*] Kadın erkek ayrımı olmadan güvenilir iki şahit, şahitliğin temel ölçüsüdür (Bakara 2/282).
[*] İman kalp ile tasdik olduğundan çağrılarına cevap verenlerin ne derece samimi olduklarını yalnız Allah bilir.
[1*] Meryem 19/29-33.
[2*] Allah, her nebî gibi (Al-i İmran 3/81-82, Nisa 4/113), İsa aleyhisselama da kitabı ve hikmeti öğretmiştir (Al-i İmran 3/48).
[3*] Tevrat ve İncil, tıpkı Kur’an gibi içinde hikmeti barındıran kitaplardır. Bu sebeple bunlar, kitap ve hikmetin atf-ı tefsiridirler.
[4*] Yaratma iki türlüdür. Birincisi, maddesi ve benzeri olmayan bir şeyi yoktan var etmektir. Onu Allah’tan başkası yapamaz. (En’âm 6/101). İkincisi, bir şeyden bir başka şey üretmektir. Bu tür yaratmayı insanlar da yapabilir. İsa aleyhisselamın yaptığı ikincisidir.
[5*] Al-i İmran 3/49
[6*] Al-i İmran 3/55
[*] Buradaki vahiy, Allah’ın her insana, yaptığının iyi veya kötü olduğunu ilham etmesidir (Şems 91/8). Onların içine yapılan vahiy, aslında onu dinleyen herkesin içine yapılmıştır (Al-i İmran 3/52). İnanmayanlar bunun sıkıntısını çekmişlerdir.
[1*] Gayb, duyu organlarıyla algılanamayan veya hakkında bilgi olmayan şeye denir.
[2*] Furkan 25/17-18.
[*] Zümer 39/42’ye göre vefat, işi biten ruhun bedenden ayrılmasıdır. Allah ruhu iki şekilde vefat ettirir, biri uykuya daldığında, diğeri de öldüğünde olur. Ruh, bilgisayarın işletim sistemi gibi bütün bilgileri korur. Onun için Allah, hem uyuyan hem de ölen bedenin ruhunu koruma altına alır. Uyuyan insanın ruhu, uyandığında, ölen kişinin ruhu da vücut yeniden yaratıldığında geri döner. (Bkz. Müminûn 23/100 ve Tekvîr 81/7) Bu ayete göre İsa aleyhisselam, vefatından sonraki ilk konuşmasını ahirette yapacağı için o, ölmüştür. Dünyaya tekrar gelmesi diye bir şey yoktur. (Âl-i İmran 3/55)
[*] Kur’an’da, cennetlik ve cehennemlik olanlar için iki kelime kullanılır. Birisi ‘ebeden’ diğeri ‘halid’tir. Ebeden, ‘sonsuza kadar’, halid ise ‘ölümsüz olan’ anlamına gelir. Cennetlikler için Nisa 4/57,122; Maide 5/119, Tevbe 9/22,100; Tegabun 64/9, Talak 65/11, Beyyine 98/8 ayetlerine; cehennemlikler için Nisa 4/169, Ahzab 33/65, Cin 72/23 ayetlerine bakınız.
[*] Bakara 2/107, Al-i İmran 3/189, Maide 5/40, Tevbe 9/116, Nur 24/42, Furkan 25/2, Zümer 39/44, Şûra 42/49, Zuhruf 43/85, Casiye 45/27, Fetih 48/14, Hadid 57/2, 5, Buruc 85/9.