FURKÂN

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için  bu kelimeyi “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabileceği için ona "ikramı bol" anlamını verdik. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. ayette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Furkân 25/1)
تَبَارَكَ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلٰى عَبْدِه۪ لِيَكُونَ لِلْعَالَم۪ينَ نَذ۪يرًاۙ
Bu Furkan’ı /doğruyu yanlıştan ayıran bu Kitab’ı,[1*] âlemler[2*] için uyarıcı olsun[3*] diye kuluna indiren Allah, yüce bir bereket kaynağıdır!

[1*] Furkân, doğruyu yanlıştan ayırmak veya ayıran şey anlamında olup Allah’ın indirdiği kitapların ortak özelliğidir (Âl-i İmran 3/4, Enbiya 21/48). Allah, kendini yanlışlardan koruyan müminlere de furkan yani doğruyu yanlıştan ayırma özelliği verir (Enfal 8/29).

[2*] Bunlar insan ve cin topluluklarıdır (Zariyat 51/ 56).

[3*] Uyarının kaynağı Allah’ın kitabıdır (Fussilet 41/2-3) Allah’ın resulü uyarma ve müjdeleme işini, o kitap ile yapar (Hud 11/2).


(Furkân 25/2)
اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يرًا
O; göklerin ve yerin hakimiyeti sadece kendisinde olan,[1*] çocuk edinmemiş, hakimiyette ortağı bulunmayan[2*] ve her şeyi yaratmış, arkasından onu, (ona özel) bir ölçü ile ölçülendirmiş olandır.[3*]

[1*] Bakara 2/107,  Âl-i İmran 3/189, Maide 5/40, 120, Tevbe 9/116, Nur 24/42, Zümer 39/44, Şûra 42/49, Zuhruf 43/85, Casiye 45/27, Fetih 48/14, Hadid 57/2, 5, Buruc 85/9.

[3*] Allah’ın yarattığı hiçbir şey diğerinin tıpa tıp aynısı değildir. O, yarattığı her şeyi farklı yaratmıştır (Âl-i İmran 3/6, Mü’min 40/64, Haşr 59/24, Teğabun 64/3, İnfitar 82/6-8, A’lâ 87/1-3).


(Furkân 25/3)
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً لَا يَخْلُقُونَ شَيْـًٔا وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتًا وَلَا حَيٰوةً وَلَا نُشُورًا
(Allah’a ortak koşanlar) Yaratılmış olup hiçbir şey yaratamayan; kendilerine fayda da zarar da sağlayamayan; öldürmeye, yaşatmaya ve (yeniden diriltip) yaymaya güçleri yetmeyenleri Allah ile aralarına koyup ilahlar edindiler.[*]

[*] A’raf 7/191, Nahl 16/20, 73, Yasin 36/74-75Rad 13/16, Sebe 34/22, Fatır 35/13.

 


(Furkân 25/4)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌۨ افْتَرٰيهُ وَاَعَانَهُ عَلَيْهِ قَوْمٌ اٰخَرُونَۚۛ فَقَدْ جَٓاؤُ۫ ظُلْمًا وَزُورًاۚۛ
Kafirlik edenler /görmezlikte direnenler “Bu (Kur’an) bir düzmecedir, onu o (Muhammed) uydurmuştur,[1*] başka bir topluluk da ona yardım etmektedir.”[2*] dediler. Böylece yanlışlara dalar ve yalan söyler hale geldiler.

[1*] Yunus 10/38, Hud 11/13, 35, Enbiya 21/5, Secde 32/3, Sebe 34/8, Ahkaf 46/8, Hakka 69/44-48.

[2*] Nahl 16/103.


(Furkân 25/5)
وَقَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ اكْتَتَبَهَا فَهِيَ تُمْلٰى عَلَيْهِ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا
Bir de şunu dediler: “Bu; öncekilerin yazılarıdır,[1*] Muhammed onları kaleme alıyor. Bunlar sabah akşam ona yazdırılıyor.”[2*]

[1*] Ayette geçen esâtîr (أَسَاطِيرُ) kelimesi, bir şeye hiza vermek, saf tutturmak” anlamına gelen satr (سطر) kökünden türemiş olan usture (اسطورة) kelimesinin çoğuludur. Satara (سَطَرَ) fiilinin “yazı yazmak” anlamına gelmesi, harflerin hizaya sokulması, anlamlı bir şekilde sıralanması sebebiyledir. Dokuz yerde geçen esâtîru’l-evvelîn (أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ) ifadesi, Kur’an’da anlatılanların yeni şeyler olmadığını, önceki kitaplarda olanların tekrarı olduğunu belirtmek için kafirlerin kullandıkları alaycı bir ifadedir. Bunu söyleyerek  Kur’an’ın önceki kitapları tasdikini istismar etmeye çalışmışlardır (En’am 6/25, Enfal 8/31, Nahl 16/24, Müminun 23/83, Neml 27/68, Ahkaf 46/18, Kalem 68/15, Mutaffifin 83/13).

[2*] Muhammed aleyhisselamın ümmi olduğu yani anasından doğduğu gibi kalıp okuma yazma öğrenmediği, çok yaygın bir iddiadır. Ama Mekke’de inmiş olan bu ayete göre müşrikler, Kur’an’ı Muhammed aleyhisselamın yazdığını, sabah akşam ona, birileri tarafından yazdırıldığını iddia etmektelerdi. Eğer, okuma yazma bilmeseydi onu yakından tanıyan Mekkeliler, böyle bir iddiada bulunamazdı. Dolayısıyla bu ayet, onun okuma yazma bilmediği iddiasını çürütmektedir. Kur’an’da ümmî kelimesi üç farklı anlamda kullanılmıştır. Birincisi “kendilerine ilahi kitap verilmemiş olan" (Âl-i İmran 3/20), ikincisi “kendilerine verilen ilahi kitabın içeriğini bilmeyen” (Bakara 2/78), üçüncüsü de -Mekke’nin  ümmü'l kurâ (şehirlerin anası) olarak adlandırılmasından dolayı- “Mekkeli olan”dır (Âl-i İmran 3/75, Cum’a 62/2). Nebimiz daha önce ilahî kitap bilgisine sahip değildi (Ankebut 29/47-48, Şûrâ 42/52-53) ama Kur’an’da ona, ümmî denmesinin nedeni bu değildir. Son nebinin İsmail aleyhisselamın soyundan geleceği ve Mekke’den çıkacağı Tevrat ve İncil’de yazılı olduğundan (Tevrat /Tesniye 18:18,19, Mezmurlar 84:6, 118:22-26; İncil /Matta 21:42-44) Kur’an’da ona ümmî denmesinin nedeni, Mekkeli olmasıdır (A’raf 7/157-158).

(Furkân 25/6)
قُلْ اَنْزَلَهُ الَّذ۪ي يَعْلَمُ السِّرَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّهُ كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًا
De ki: “Onu, göklerdeki ve yerdeki tüm sırları bilen Allah indirmiştir.[*] O, daima bağışlayan ve ikramı bol olandır.”

[*] Hicr 15/9, Tâhâ 20/1-4, Şuara 26/192-195, Secde 32/2-3, Fussilet 41/41-42, İnsan 76/23.


(Furkân 25/7)
وَقَالُوا مَا لِ‌هٰذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْش۪ي فِي الْاَسْوَاقِۜ لَوْلَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذ۪يرًاۙ
Şunu da dediler: “Bu nasıl bir elçi ki yiyip içiyor, çarşıda pazarda dolaşıyor! Ona bir melek indirilseydi de o da onunla birlikte uyarıcı olsaydı ya![*]

[*] En’am 6/8, İsra 17/90-95, Furkan 25/20.


(Furkân 25/8)
اَوْ يُلْقٰٓى اِلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَاۜ وَقَالَ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا
Veya ona bir hazine indirilseydi yahut ürününden yiyeceği bir bahçesi olsaydı!”[1*] Yanlışlara dalan o kimseler şunu da dediler: “Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!”[2*]

[1*] Hud 11/12.

[2*] İsra 17/47.


(Furkân 25/9)
اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلًا۟
Baksana, seninle ilgili ne biçim benzetmeler yapıyorlar! Artık onlar saptılar, (doğru) yolu da bulamazlar.[*]

[*] İsra 17/48.


(Furkân 25/10)
تَبَارَكَ الَّذ۪ٓي اِنْ شَٓاءَ جَعَلَ لَكَ خَيْرًا مِنْ ذٰلِكَ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ وَيَجْعَلْ لَكَ قُصُورًا
Gerek görseydi[1*] sana (onların söylediklerinden) daha iyisini -içlerinden ırmaklar akan bahçeleri- verecek ve senin için saraylar oluşturacak olan Allah,[2*] yüce bir bereket kaynağıdır!

[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

[2*] Duha 93/5.
 

(Furkân 25/11)
بَلْ كَذَّبُوا بِالسَّاعَةِ وَاَعْتَدْنَا لِمَنْ كَذَّبَ بِالسَّاعَةِ سَع۪يرًاۚ
Aslında onlar o saat /yeniden diriliş saati[1*] konusunda yalana sarıldılar. O saat konusunda yalana sarılanlar için alevli bir ateş hazırladık.[2*]

[1*] Yanlış yolda gidenleri, şiddetli bir şekilde sarsacak olan saat, yeniden diriliş saatidir (En’am 6/31, A’raf 7/187, Nahl 16/77, Kehf 18/21, 36, Hac 22/1-6-7, Rum 30/12-16, 55, Lokman 31/34, Ahzab 33/63, Sebe 34/3, Zuhruf 43/66, Muhammed 47/18, Naziat 79/42-46).

[2*] Ahzab 33/64.


(Furkân 25/12)
اِذَا رَاَتْهُمْ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظًا وَزَف۪يرًا
O alevli ateş onları uzak bir yerden görünce, onlar da onun kızgınlığını ve havayı şiddetle dışarı verişini duyarlar.[*]

[*] Mülk 67/6-8.

 

(Furkân 25/13)
وَاِذَٓا اُلْقُوا مِنْهَا مَكَانًا ضَيِّقًا مُقَرَّن۪ينَ دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُورًاۜ
Kelepçelenmiş halde,[1*] cehennemin dar bir yerine atıldıklarında da orada yok olup gitmek için yalvarırlar.[2*]

[1*] İbrahim 14/49, Mü’min 40/71, Hâkka 69/32, İnsan 76/4.

[2*] Nisa 4/42, Nebe 78/40, İnşikak 84/10-11.

 

(Furkân 25/14)
لَا تَدْعُوا الْيَوْمَ ثُبُورًا وَاحِدًا وَادْعُوا ثُبُورًا كَث۪يرًا
(Onlara şöyle denir) “Bugün yok olmak için bir kez yalvarmayın, yok olmak için çok kez yalvarın!”[*]

[*] Zuhruf 43/77.


(Furkân 25/15)
قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ كَانَتْ لَهُمْ جَزَٓاءً وَمَص۪يرًا
De ki: “Bu (cehennem) mi iyi, yoksa müttakilere /yanlışlardan sakınanlara vaat edilen kalıcı cennet mi? Orası onlar için hem bir ödül hem de varılacak son yerdir.”


(Furkân 25/16)
لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَ خَالِد۪ينَۜ كَانَ عَلٰى رَبِّكَ وَعْدًا مَسْؤُ۫لًا
Orada arzu ettikleri her şey onlarındır[1*] ölümsüz olacaklardır. Bu, Rabbinin (gerçekleştirmeyi) üstlendiği bir vaattir.[2*]

[1*] Nahl 16/31, Enbiya 21/102, Yasin 36/57, Zümer 39/34, Fussilet 41/31, Şura 42/22, Kaf 50/35.

[2*] Nisa 4/122.


(Furkân 25/17)
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَقُولُ ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ
(Allah) Onları (kıyamet konusunda yalana sarılanları), kendisi ile aralarına koyup kulluk ettikleri ile beraber topladığı gün onlara şöyle diyecektir: “Şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan saptılar?”[*]

[*] Sebe 34/40.

 

(Furkân 25/18)
قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنْ مَتَّعْتَهُمْ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى نَسُوا الذِّكْرَۚ وَكَانُوا قَوْمًا بُورًا
Onlar şöyle cevap vereceklerdir: “Biz sana içten boyun eğeriz; seninle araya veliler koymamız bize yakışmaz; (kimseden bunu yapmasını istemedik.)[*] Fakat sen onlara da atalarına da o kadar nimet verdin ki sonunda o zikri /senin kitabını unuttular ve elleri boş kalmış bir topluluğa dönüştüler.”

[*] Maide 5/116-117, Sebe 34/41.

 

(Furkân 25/19)
فَقَدْ كَذَّبُوكُمْ بِمَا تَقُولُونَۙ فَمَا تَسْتَط۪يعُونَ صَرْفًا وَلَا نَصْرًاۚ وَمَنْ يَظْلِمْ مِنْكُمْ نُذِقْهُ عَذَابًا كَب۪يرًا
(Onlara şöyle denilecek:) “Araya koyduklarınız, söyledikleriniz konusunda sizi yalancı çıkardılar.[1*] Artık herhangi bir azabı kendinizden savmaya da bir yardım görmeye de imkanınız yoktur. Aranızdan kim yanlış yapmakta ileri gitmişse (kendisi yoldan çıktığı gibi sizi de çıkarmışsa) ona da büyük bir azap tattıracağız.”[2*]

[1*] Nahl 16/86-87.

 

 


(Furkân 25/20)
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّٓا اِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْاَسْوَاقِۜ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةًۜ اَتَصْبِرُونَۚ وَكَانَ رَبُّكَ بَص۪يرًا۟
Senden önce gönderdiğimiz elçiler de elbette (senin gibi) yiyip içer ve çarşıda pazarda dolaşırdı.[1*] Kiminizi kiminiz için zor bir imtihan[2*] vesilesi kıldık, (bakalım) sabredebilecek misiniz?[3*] Senin Rabbin daima görür.

[1*] Enbiya 21/8, Furkan 25/7.

[2*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf 7/155), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.

[3*] Bakara 2/155, Muhammed 47/31.

 


(Furkân 25/21)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ نَرٰى رَبَّنَاۜ لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ وَعَتَوْ عُتُوًّا كَب۪يرًا
Bizim huzurumuza varmayı beklemeyenler: “Melekler bize de indirilse ya da Rabbimizi görsek ya!” derler.[*] Onlar kendilerini büyük görürler ve büyük bir azgınlıkla başkaldırırlar.

[*] İsra 17/92.

 

(Furkân 25/22)
يَوْمَ يَرَوْنَ الْمَلٰٓئِكَةَ لَا بُشْرٰى يَوْمَئِذٍ لِلْمُجْرِم۪ينَ وَيَقُولُونَ حِجْرًا مَحْجُورًا
Melekleri görecekleri gün bu suçluları sevindirecek hiçbir şey olmayacaktır.[*] Melekler onlara daima: “Yasak! Yasak!” diyeceklerdir.

[*] Bakara 2/210, En’am 6/158, Nahl 16/33.

 

(Furkân 25/23)
وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُورًا
Yaptıkları her bir işi ele almış[1*] ve toz duman haline getirmiş oluruz.[2*]

[1*] Onlar için de tartı kurulacak, günahları sevaplarından fazla geldiği için cehenneme gitmek zorunda kalacaklardır (Müminun 23/102-103, Zilzal 99/1-8). Ahirette cehenneme giden herkese, yaptığı amele göre farklı seviyeler verilecektir (Meryem 19/68-72).

[2*] Bakara 2/264, Âl-i İmran 3/117, Hud 11/16, İbrahim 14/18, Nur 24/39.


(Furkân 25/24)
اَصْحَابُ الْجَنَّةِ يَوْمَئِذٍ خَيْرٌ مُسْتَقَرًّا وَاَحْسَنُ مَق۪يلًا
O gün cennet ahalisinin yerleştiği yerler pek iyi, dinlenme yerleri pek güzeldir.[*]

[*] Furkan 25/75-76.

 

(Furkân 25/25)
وَيَوْمَ تَشَقَّقُ السَّمَٓاءُ بِالْغَمَامِ وَنُزِّلَ الْمَلٰٓئِكَةُ تَنْز۪يلًا
Göğün bulutlarla bölüneceği[*] ve meleklerin bölük bölük indirileceği gün;

[*]  İnsanların yeniden dirileceği günden önce göklerin durumunu anlatan ayetler için bkz: Enbiya 21/104, Tur 52/9, Rahman 55/37, Hâkka 69/16, Mearic 70/8, Müzzemmil 73/18, Mürselat 77/9, Nebe 78/19, Tekvir 81/11, İnfitar 82/1, İnşikak 84/1-2.

 


(Furkân 25/26)
اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّ لِلرَّحْمٰنِۜ وَكَانَ يَوْمًا عَلَى الْكَافِر۪ينَ عَس۪يرًا
O gün tüm hakimiyet sadece Rahmân’ın /iyiliği sonsuz olanındır[1*]. O gün kâfirler için zor bir gündür.[2*]

[1*] En'am 6/73, Hac 22/56, Mü'min 40/16,  İnfitar 82/19.

[2*] Kamer 54/8, Müddessir 74/10, Nebe 78/40.

 

(Furkân 25/27)
وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلٰى يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَب۪يلًا
Yanlış yapan her kişi, o gün iki elini ısırarak şöyle der: “Keşke bu resul ile aynı yolu tutsaydım.[*]

[*] Âl-i İmran 3/103, Ahzab 33/66-67.


(Furkân 25/28)
يَا وَيْلَتٰى لَيْتَن۪ي لَمْ اَتَّخِذْ فُلَانًا خَل۪يلًا
Yazık ettim kendime; keşke falanca kişiyi samimi dost edinmeseydim![*]

[*] Zuhruf 43/38, 67.


(Furkân 25/29)
لَقَدْ اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْاِنْسَانِ خَذُولًا
Doğru bilgi /Allah’ın kitabı bana geldikten sonra beni ondan kesinlikle o uzaklaştırdı.[1*] Şeytan[2*] insanı, yüzüstü bırakır.”

[1*] Zuhruf 43/ 36-38.

[2*] Doğru yoldan uzaklaşan ve başkalarını da uzaklaştırmaya çalışan insan ve cinlere şeytan denir (En’am 6/112,  Nas 114/4-5).

(Furkân 25/30)
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ اِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هٰذَا الْقُرْاٰنَ مَهْجُورًا
Elçimiz de şöyle der: “Rabbim! Benim halkım bu Kur’ân’ı terk edilmiş hale getirdi.”[*]

[*] Muhammed aleyhisselamdan sonra Müslümanlar parçalandı ve birbirleriyle savaştılar (Bakara 2/253). Bugün de mezheplere, tarikat ve cemaatlere bölünmüş vaziyettedirler (Nisa 4/41-42, En’am 6/159, Rum 30/30-32). 


(Furkân 25/31)
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا مِنَ الْمُجْرِم۪ينَۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ هَادِيًا وَنَص۪يرًا
Her nebiye bir kısım suçluları işte böyle düşman ettik.[*] Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.

[*] Enam 6/112, 113.


(Furkân 25/32)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ جُمْلَةً وَاحِدَةًۚ كَذٰلِكَ لِنُثَبِّتَ بِه۪ فُؤٰادَكَ وَرَتَّلْنَاهُ تَرْت۪يلًا
Kâfirlik edenler: “Kur’an ona, bir seferde toptan indirilseydi ya!” dediler. Bu şekilde (parça parça) indirilmesi, gönlünü onunla sabitleyelim diyedir.[1*] Biz onu tertil ettik /bağlantılarını kurup doğru bir şekilde düzenledik.[2*]

[1*] Hûd 11/120, İbrahim 14/27.

[2*] Tertîl, bir şeyin bağlantılarını kurup onu doğru bir şekilde sıralamaktır (Müfredat). Allah, kendi sözleri olan ayetlerin bağlantılarını kurmuş, onları, açık ve anlaşılır bir metotla, hikmet metodu ile düzenlemiştir (A'raf 7/52, İsra 17/106). Burada emredilen tertîl, Muhammed aleyhisselamın Allah’ın kurduğu bağlantıları bularak ayet kümelerini anlamaya çalışmasıdır. Zaten Allah ona, daha önce bilmediği Kitab’ı ve Hikmeti indirmiş ve öğretmiş (Nisa 4/113) o da bunları ümmetine öğretmiştir (Bakara 2/151, Âl-i İmran 3/164, Cuma 62/2, Müzzemmil 73/1-10, 19-20).


(Furkân 25/33)
وَلَا يَأْتُونَكَ بِمَثَلٍ اِلَّا جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاَحْسَنَ تَفْس۪يرًاۜ
Bunların sana getirdikleri herhangi bir örnek yoktur ki biz sana onun doğrusunu ve en güzel açıklamasını getirmiş olmayalım.[*]

[*] İsra 17/41, Kehf 18/54, Tâhâ 20/113, Rum 30/58, Zümer 39/27.


(Furkân 25/34)
اَلَّذ۪ينَ يُحْشَرُونَ عَلٰى وُجُوهِهِمْ اِلٰى جَهَنَّمَۙ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَانًا وَاَضَلُّ سَب۪يلًا۟
Onlar, yüzleri yere bakar şekilde cehenneme toplanacak olanlardır.[1*] İşte onlar, en kötü konumda ve en sapkın yolda olanlardır.[2*]

[1*] Nisa 4/140.

[2*] İsra 17/72.


(Furkân 25/35)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَا مَعَهُٓ اَخَاهُ هٰرُونَ وَز۪يرًاۚ

(Furkân 25/36)
فَقُلْنَا اذْهَبَٓا اِلَى الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ فَدَمَّرْنَاهُمْ تَدْم۪يرًاۜ
O ikisine: “Ayetlerimiz karşısında yalana sarılan şu topluluğa gidin.” dedik.[1*] Sonunda onları yerle bir ettik.[2*]

[1*] Tâhâ 20/42.

[2*] A’raf 7/136.


(Furkân 25/37)
وَقَوْمَ نُوحٍ لَمَّا كَذَّبُوا الرُّسُلَ اَغْرَقْنَاهُمْ وَجَعَلْنَاهُمْ لِلنَّاسِ اٰيَةًۜ وَاَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ عَذَابًا اَل۪يمًاۚ
Nuh’un halkını da…[1*] Kendilerine gelen elçileri[2*] yalanlayınca onları boğduk ve insanlar için ibret yaptık.[3*] Yanlış yapanlar için acıklı bir azap hazırlamışızdı

[1*] Necm 53/52.

[2*] Nuh kavmine nebi olan resul yani vahiy alan elçi olarak sadece Nuh a.s. gönderilmiştir. Diğer elçiler, ona inen ayetleri insanlara tebliğ eden müminlerdir (Şuara 26/105).
 
 

 


(Furkân 25/38)
وَعَادًا وَثَمُودَا۬ وَاَصْحَابَ الرَّسِّ وَقُرُونًا بَيْنَ ذٰلِكَ كَث۪يرًا
(Hud’un kavmi) Âd’ı, (Salih’in kavmi) Semud’u, Res ahalisini[1*] ve bunların arasında yaşayan nice nesilleri de...[2*]

[1*] Arapçada “kuyu, örülmemiş kuyu, çukur, maden ocağı” gibi anlamlara gelen “res”, Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad’ın kuzeyinde yer alan Yemâme’de Felc de denilen bir kasabanın, bir vadinin veya bir kuyunun adıdır (DİA, Ashabü'r-Res). Burada yaşayan halk kendilerine gönderilen elçileri yalanladıkları için helak edilmiştir (Kaf 50/12).

[2*] İbrahim 14/9.

 

(Furkân 25/39)
وَكُلًّا ضَرَبْنَا لَهُ الْاَمْثَالَۘ وَكُلًّا تَبَّرْنَا تَتْب۪يرًا
Hepsine de (ders alacakları) örnekler verdik. (Ama dinlemeyince) hepsini kırıp geçirdik.[*]

[*] Teğabün  64/5.

 

(Furkân 25/40)
وَلَقَدْ اَتَوْا عَلَى الْقَرْيَةِ الَّت۪ٓي اُمْطِرَتْ مَطَرَ السَّوْءِۜ اَفَلَمْ يَكُونُوا يَرَوْنَهَاۚ بَلْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ نُشُورًا
Bunlar (Mekkeliler), felâket yağmuru yağdırılmış o kente elbette uğradılar; peki, oranın halini hiç görmediler mi?[1*] Aslında bunlar, (yeniden dirilip mahşer yerine doğru) yayılmayı beklemiyorlar.[2*]

[1*] Burası, Mekkelilerin sıkça geçtikleri kervan yolları üzerinde bulunan ve volkanik bir patlama sonucu helak edilen Lut kavminin yaşamış olduğu yerdir (Hud 11/82-83, Hicr 15/74-76, Saffat 37/137-138).

[2*] En’âm 6/27-31.


(Furkân 25/41)
وَاِذَا رَاَوْكَ اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُوًاۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي بَعَثَ اللّٰهُ رَسُولًا
Seni gördüklerinde sadece hafife alıyor[*] (ve şöyle diyorlar:) “Allah’ın elçi olarak görevlendirdiği bu mu!

[*] Enbiya 21/36.


(Furkân 25/42)
اِنْ كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ اٰلِهَتِنَا لَوْلَٓا اَنْ صَبَرْنَا عَلَيْهَاۜ وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ح۪ينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ اَضَلُّ سَب۪يلًا
Eğer ilahlarımıza bağlılıkta sebat göstermeseydik[*] az kalsın bizi onların yolundan saptıracaktı.” (Bu kafirler) Azabı görünce, en sapkın yolda olanın kimler olduğunu öğreneceklerdir.

[*] Sâd 38/6.


(Furkân 25/43)
اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَك۪يلًاۙ
Kendi arzusunu kendine ilah edineni gördün mü?[1*] Sen onun vekili /savunucusu mu olacaksın![2*]

[1*] Bunlar, kendi nefislerini, arzu ve isteklerini öne alıp Allah’ın emirlerini ikinci sıraya atanlardır (Bakara 2/171, Casiye 45/23, Naziat 79/37-39).

[2*] En’am 6/107.

 

(Furkân 25/44)
اَمْ تَحْسَبُ اَنَّ اَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ اَوْ يَعْقِلُونَۜ اِنْ هُمْ اِلَّا كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ سَب۪يلًا۟
Onların çoğunun seni dinlediğini veya doğru bağlantılar kurduğunu mu sanıyorsun? Onlar ancak en’âm[1*] (koyun, keçi, sığır ve deve) gibidirler. Aslında onlar çok sapkın bir yoldadırlar![2*]

[1*] En’am 6/143-144.

[2*] A’raf 7/179.

 

(Furkân 25/45)
اَلَمْ تَرَ اِلٰى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّۚ وَلَوْ شَٓاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِنًاۚ ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَل۪يلًاۙ
Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Farklı bir kural koysaydı onu hareketsiz kılardı. Biz Güneşi gölgenin delili /sebebi yaptık.


(Furkân 25/46)
ثُمَّ قَبَضْنَاهُ اِلَيْنَا قَبْضًا يَس۪يرًا
Sonra gölgeyi yavaşça kendimize (yukarıya) çektik (ve kısalttık).[*]

[*] Güneş doğduğu vakitte gölge batı noktasına kadar uzanır. Güneş yükseldikçe kısalır, tepe noktasına gelince en kısa halini alır. Sonra gölge, doğuya doğru uzar ve uzama güneş batana kadar devam eder. 21 Mart ve 23 Eylülde güneşin tepe noktasında iken yaptığı açı o yerin enlemi kadardır. 21 Hazirandan  21 Aralığa kadar Ekvatorun kuzeyinde gölge açıları sürekli büyürken Ekvatorun güneyinde küçülür. 21 Aralıktan 21 Hazirana kadar da ekvatorun kuzeyinde gölge açıları küçülürken güneyinde büyür. Dünyanın güneş ile yaptığı açının her gün değişmesinden kaynaklanan bu gölge hareketleri, mevsimlerin oluşmasına sebep olur (Yunus 10/5-6. Ra’d 13/15, Nahl 16/48, 81, İsra 17/12). 

 

(Furkân 25/47)
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِبَاسًا وَالنَّوْمَ سُبَاتًا وَجَعَلَ النَّهَارَ نُشُورًا
O, geceyi sizin için bir örtü, uykuyu dinlendirici kılan; gündüzü yayılıp dolaşma vakti yapandır.[*]

[*] Yunus 10/67, İsra 17/12, Neml 27/86, Kasas 28/73, Rum 30/23, Mü’min 40/61, Nebe 78/9-11.

 

(Furkân 25/48)
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۚ وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً طَهُورًاۙ
Yine O, rahmetinden /ikramından önce rüzgarları müjdeci olarak gönderendir. Biz gökten temiz bir su da indirdik.[*]

[*] A’raf 7/57, Hicr 15/22, Neml 27/63, Rum 30/46, Zuhruf 43/11.


(Furkân 25/49)
لِنُحْيِيَ بِه۪ بَلْدَةً مَيْتًا وَنُسْقِيَهُ مِمَّا خَلَقْنَٓا اَنْعَامًا وَاَنَاسِيَّ كَث۪يرًا
Bunu, o suyla ölü bir bölgeyi canlandıralım,[1*] yarattığımız hayvanların[2*] ve insanların bir çoğunun su ihtiyacını karşılayalım diye yaparız.[3*]

[1*] Zuhruf 43/11.

[2*] Ayette geçen en’am kelimesi her ne kadar koyun, keçi, sığır ve deve anlamında olsa da (En’am 6/143-144) burada bütün hayvanların kastedildiği açıktır. Onun için meal “hayvanlar” şeklinde verilmiştir.

[3*] Secde 32/27.

 

(Furkân 25/50)
وَلَقَدْ صَرَّفْنَاهُ بَيْنَهُمْ لِيَذَّكَّرُواۘ فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُورًا
Biz onu (suyu), doğru bilgilerini kullansınlar diye aralarında döndürüp dururuz.[1*] Ama insanların çoğu, kâfirlik /gerçekleri örtme dışında her şeye direnç gösterdi.[2*]

[1*] Önceki ayette yağmurdan söz edildiği için bu âyetteki “onu” zamiri yağmuru gösterir. Ayette tasrif (تصريف) kökünden bir fiilin kullanılması, suyun hem özellik (katı-sıvı-gaz) hem de yer olarak değiştirilip dönüştürülmesi anlamlarını kapsar (A'raf 7/57-58, Muminun 23/18-19, Rum 30/48-49, Fatır 35/9, Vakıa 56/68-70).  

[2*] İsra 17/89.


(Furkân 25/51)
وَلَوْ شِئْنَا لَبَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ قَرْيَةٍ نَذ۪يرًاۘ
Gerek görseydik her yerleşim yerinden bir uyarıcı çıkarırdık.


(Furkân 25/52)
فَلَا تُطِعِ الْكَافِر۪ينَ وَجَاهِدْهُمْ بِه۪ جِهَادًا كَب۪يرًا
Sen kâfirlere /ayetleri görmezlikte direnenlere boyun eğme; onlara karşı bununla (Kur’ân ile) tüm gücünü kullanarak cihad et /elinden geleni yap[*].

[*] Cihad (جهاد), düşmanın, şeytanın veya arzuların baskısına karşı Allah’ın emrine uymak için verilen her türlü mücadeledir (Müfredat). Allah yolunda savaş, cihadın çok önemli bir parçasıdır. Birini doğru yoldan çıkarmak için gösterilen gayrete de cihad denir (Ankebut 29/8).


(Furkân 25/53)
وَهُوَ الَّذ۪ي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۚ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخًا وَحِجْرًا مَحْجُورًا
İki büyük su kütlesini[1*] birbirine salan odur. Biri güzel ve tatlı, öbürü tuzlu ve acıdır. Aralarına da bir engel, aşılmaz bir sınır koymuştur[2*].

[1*] Arapçada büyük su kütlelerine; denize, akarsulara, tuzlu veya tuzsuz göllere “bahr (بحر)” denir (Lisan’ul-arab). Nitekim tatlı ve tuzlu su ayrımı olmaksızın Kur’an’da her ikisine de “bahr” denmiştir. Bahr kelimesi Türkçeye deniz diye çevrilir. Deniz deyince kimsenin aklına tatlı su kütlesi gelmeyeceği için kelimenin “büyük su kütlesi” şeklinde meallendirilmesi daha uygundur.

[2*] Rahman 55/19-20. Fatır 35/12, Neml 27/61.

 


(Furkân 25/54)
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ مِنَ الْمَٓاءِ بَشَرًا فَجَعَلَهُ نَسَبًا وَصِهْرًاۜ وَكَانَ رَبُّكَ قَد۪يرًا
Beşeri sudan yaratan, ona soy ve evlilik bağı belirleyen odur. Ölçüyü koyan senin Rabbin’dir.


(Furkân 25/55)
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُهُمْ وَلَا يَضُرُّهُمْۜ وَكَانَ الْكَافِرُ عَلٰى رَبِّه۪ ظَه۪يرًا
Kendilerine bir faydası olmayan, zarar da vermeyen birini Allah ile aralarına koyup kulluk ediyorlar. Kâfir, Rabbine karşı başkasına destek olur.


(Furkân 25/56)
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًا
Biz seni, sadece müjdeci ve uyarıcı olasın diye elçi gönderdik.


(Furkân 25/57)
قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اَنْ يَتَّخِذَ اِلٰى رَبِّه۪ سَب۪يلًا
De ki: “Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, sadece Rabbine /Rabbinin rızasına götüren bir yol tutmayı tercih etmiş kimseler olmanızı istiyorum[*]”.

[*] Şura 42/23.


(Furkân 25/58)
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذ۪ي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِه۪ۜ وَكَفٰى بِه۪ بِذُنُوبِ عِبَادِه۪ خَب۪يرًاۚۛ
Ölmeyen, hep diri olana dayan! Her şeyi mükemmel yapması sebebiyle onu tesbih et /ona boyun eğ! Kullarının günahlarından Allah’ın haberdar olması yeter!


(Furkân 25/59)
اَلَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۚۛ اَلرَّحْمٰنُ فَسْـَٔلْ بِه۪ خَب۪يرًا
O Allah; gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde[1*] yaratan ve sonra arşa[2*] /yönetimin başına geçendir. O, Rahman’dır[3*]. Sen (ne isteyeceksen) her şeyden haberdar olan Rahman’dan iste.

[1*] Yer ve göklerin toplam altı günde yaratıldığını gösteren ayetler şunlardır: Yunus 10/3, Hud 11/7, Furkan 25/59, Secde 32/4-5, Fussilet 41/9-12, Kaf 50/38, Hadid 57/4. Bu süre Allah’a göredir. Bize göre altı bin yıl eder (Secde 32/5). 

[2*] Kur’an, halkın diliyle inmiştir (İbrahim 14/4). Halk dilinde arş, “saltanat koltuğu”dur (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Arşa istiva ise “yönetimin başına geçme” anlamındadır. Türkçede de bu anlamda, “padişah tahta oturdu”, “falan kişi cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu” gibi ifadeler kullanılır. “Allah arşa istiva etti.” sözü de aynıdır. Kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder.

[3*] Rahman kelimesi rahmet kökünden türemiştir ve aynı kökten olan rahim kelimesi gibi Allah’ın sıfatlarındandır. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın sıfatı olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlamı kastedilir (Müfredât). Ceninin doğum zamanına kadar gelişimini sürdürdüğü üreme organına rahim denir. Çünkü kadının rahmi ceninin tüm ihtiyaçlarının karşılandığı yerdir. Yüce Allah da tüm varlıkların ihtiyaçlarını karşılar. Bu sebeple Allah’ın sıfatı olarak rahman, rahmeti her şeyi kuşatan anlamındadır. Bu özellik Allah’tan başkasında olmaz. Çünkü Allah’tan başkasının iyiliği sonsuz olamaz. Kuran’ın da rahmet olması, insanların ihtiyacı olan her şeyi karşılayan kitap olması sebebiyledir.


(Furkân 25/60)
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اسْجُدُوا لِلرَّحْمٰنِ قَالُوا وَمَا الرَّحْمٰنُۗ اَنَسْجُدُ لِمَا تَأْمُرُنَا وَزَادَهُمْ نُفُورًا۟
Onlara: “Rahman’a secde edin/ sadece O’nun karşısında eğilin!” dense “Rahman /iyiliği sonsuz olan da kimmiş? Senin istediğine mi secde edeceğiz!” derler. Bu, onların sadece uzaklaşmalarını artırır.


(Furkân 25/61)
تَبَارَكَ الَّذ۪ي جَعَلَ فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجًا وَجَعَلَ ف۪يهَا سِرَاجًا وَقَمَرًا مُن۪يرًا
Gökte burçlar /takımyıldızlar oluşturan, içlerine bir ışık kaynağını (Güneşi) ve ışığı yansıtan Ay’ı koyan zat;[*] ne yüce bir bereket kaynağıdır!

[*] Yunus 10/5, Nuh 71/16.


(Furkân 25/62)
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ خِلْفَةً لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يَذَّكَّرَ اَوْ اَرَادَ شُكُورًا
Doğru bilgi edinmek isteyenler veya görevlerini yerine getirmek isteyenler için geceyi ve gündüzü art arda oluşturan odur.


(Furkân 25/63)
وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا
Rahman’ın kulları, yeryüzünde alçak gönüllülükle yürüyenlerdir. Cahillik edenler onlarla konuşunca, faydalı sözler[*] söylerler.

[*] Selam sözcüğüne “faydalı sözler” anlamı vermemizin sebebi, cahillerin müminlerin yanına gelip onlarla konuşmak istemeleridir. Bu durumda onlara söylenecek selam sözü faydalı sözler olmalıdır. Bu; cahillere yani bilerek veya bilmeyerek kendini tutamayan kimselere karşı takınılacak tavırdır. Furkan 25/4-17 ve sonraki ayetlerinde, Nebimize karşı cahilce söz söyleyenlere verilen faydalı cevaplar, bizim için birer örnektir. Allah’ın ayetlerini alaya alanlara karşı takınılacak tavır ise şu ayetlerde belirtilmiştir: Nisa 4/140, En’am 6/68-69, Müminun 23/96, Fussilet 41/34.


(Furkân 25/64)
وَالَّذ۪ينَ يَب۪يتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًا وَقِيَامًا
Geceleri Rablerine secde eder ve kıyama dururlar[*].

 

 


(Furkân 25/65)
وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَۗ اِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًاۗ
Onlar şöyle derler: “Rabbimiz, cehennem azabını bizden sav! Onun azabı bitmek bilmeyen bir sıkıntıdır.


(Furkân 25/66)
اِنَّهَا سَٓاءَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا
Orası ne kötü yerleşme ve kalma yeridir!”


(Furkân 25/67)
وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذٰلِكَ قَوَامًا
Onlar; harcama yaparken[*] savurganlık etmezler, cimrilik de yapmazlar. İkisinin arası bir yol tutarlar.

[*] “Harcama yaparken” anlamı verdiğimiz sözcük “infak”tır. İnfak hem kendisi ve ailesi için yapılan harcamaları hem de iyilik için başkasına yapılan harcamaları kapsar.


(Furkân 25/68)
وَالَّذ۪ينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَامًاۙ
Onlar, Allah ile beraber başka bir ilahı yardıma çağırmazlar[1*]. Allah’ın dokunulmaz kıldığı bir canı haklı bir sebep olması dışında[2*] öldürmezler; zina da etmezler. Kim bunları yaparsa işlediği suçun cezasını bulur[3*].

[1*] İsra 17/22, 39.

[2*] Haklı sebepler; kısas (Bakara 2/178), savaşta vuruşma anı (Muhammed 47/4) ve terör (Mâide 5/33) suçlarının cezasıdır.

[3*] Ayette esâm şeklinde geçen (إِثْمَ) ism, kişiyi sevaptan yani iyiliklerden ve doğal yapısından uzaklaştıran davranış anlamındadır (Müfredât). Adam öldürenler kısas (Bakara 2/179), zina edenler de 100 kırbaç cezası (Nur 24/2) ile cezalandırılırlar.


(Furkân 25/69)
يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَيَخْلُدْ ف۪يه۪ مُهَانًاۗ
Kıyamet günü[1*] azabı ikiye katlanır[2*]. O azabın içinde alçaltılmış olarak sürekli kalır.

[1*] Kıyamet günü, yeniden dirilişle başlayıp sonsuza kadar devam eden zamandır (A’raf 7/32).

[2*] Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Bir iyilikle gelene onun on katı verilir. Bir kötülükle gelen ise sadece dengi ile cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.” (En’am 6/160) Herkes önce yaptığının karşılığını görür sonra onun dengiyle cezalandırılır. Böylece ceza ikiye katlanmış olur. Ahirette ceza görmemek için tövbe gerekir (Nisa 4/110).

(Furkân 25/70)
اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا
Ama kim tövbe eder /dönüş yapar, inanıp güvenir ve iyi işler yaparsa, Allah işte onların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah daima bağışlayan ve ikramı bol olandır[*].

[*] Taha 20/82. Bu ayetin Tevrat’taki benzeri şöyledir: “Ölecek olan günah işleyen kişidir. Oğul babasının suçundan sorumlu tutulamaz, baba da oğlunun suçundan sorumlu tutulamaz. Doğru kişi doğruluğunun, kötü kişi kötülüğünün karşılığını alacaktır. Kötü kişi işlediği bütün günahlardan döner, buyruklarıma uyar, adil ve doğru olanı yaparsa, (ahirette) kesinlikle yaşayacak, ölmeyecektir.  İşlediği günahlardan hiçbiri ona karşı anılmayacaktır. Doğruluğu sayesinde yaşayacaktır.” (Hezekiel 18/20-22)


(Furkân 25/71)
وَمَنْ تَابَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَاِنَّهُ يَتُوبُ اِلَى اللّٰهِ مَتَابًا
Çünkü kim tövbe eder ve iyi işler yaparsa Allah’a, gerçek anlamda dönüş yapmış olur.


(Furkân 25/72)
وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا
Rahman’a kulluk edenler, yalan yanlış şeylere şahitlik etmezler[1*]. Bir faydası olmayan şeylere rastladıkları zaman da ağır başlı bir şekilde geçip giderler[2*].

[1*] Nisa 4/135

[2*] En’âm 6/68-69.


(Furkân 25/73)
وَالَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَيْهَا صُمًّا وَعُمْيَانًا
Onlara Rablerinin ayetleri anlatılınca sağırmış ve körmüş gibi davranarak konuyu geçiştirmezler[*].

[*] Meryem 19/58.


(Furkân 25/74)
وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَامًا
Onlar şöyle dua ederler: “Rabbimiz! Bize gözümüzü gönlümüzü aydınlatan eşler ve evlatlar ver. Bizi müttakilere /yanlışlardan sakınanlara önder yap[*].”

[*] Müttakî, kendini koruyandır (Lisan). Allah’ın dini fıtrat, yani doğal yapıya koyduğu kanun ve kurallar bütünü olduğu (Rum 30/30) için müttakî, fıtratını koruyan, yanlış yapmaktan sakınan kişidir (Bakara 2/2).


(Furkân 25/75)
اُو۬لٰٓئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ ف۪يهَا تَحِيَّةً وَسَلَامًاۙ
Gösterdikleri sabra karşılık onlar yüksek konaklarla ödüllendirilir, orada iyilik dilekleri ve selam ile karşılanırlar.


(Furkân 25/76)
خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ حَسُنَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا
Orada ölümsüzleşeceklerdir. Orası ne güzel yerleşme ve kalma yeridir!


(Furkân 25/77)
قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا
De ki: “Rabbimin sizi (kulluğa) çağırması olmasa size ne diye önem versin ki! Ama siz (ey kâfirler, bu çağrı karşısında) hep yalana sarıldınız. O yalan yakanıza yapışacaktır.

[*] Allah Teala yeryüzündeki her şeyi insanlar ve cinler için yarattı (Bakara 2/29, Rahman 55/14 ve devamı), gökteki Güneş ve Ay’ı, hatta yerdeki her şeyi onların hizmetine verdi (Casiye 45/13), kimseden kendi zatı için bir rızık istemedi (Zariyat 51/57). Kulluğu sadece kendisine yapmalarını emretti (Bakara 2/21). Böylece Allah insanı ve cinleri öncelikle kendisine kulluk etmeye, yaptıklarına karşılık da cennete davet etti. İşte Allah’ın bu daveti olmasaydı, insan ve cinlerin yaratılmasının bir anlamı olmazdı. Zira, Allah hiçbir şeyi boşu boşuna yaratmaz (Enbiya 21/16).