TAHA

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Taha 20/1)
طٰهٰۜ
Tâ-Hâ![*]

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından dolayı onların dikkatleri toplama görevi yaptığı söylenebilir.. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.  

 

(Taha 20/2)
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ
Biz bu Kur’an’ı sana, zora giresin diye indirmedik.[*]

[*] A’raf 7/2.


(Taha 20/3)
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ
Ancak, (bizden) çekinene doğru bilgi olsun diye (indirdik).[*]

[*] Kur’an, bütün insanlar için doğru bilgidir ama o bilgiden, sadece yanlışlardan sakınanlar yararlanırlar (Yasin 36/11, Kaf 50/45, Zariyat 51/55, Naziat 79/45).


(Taha 20/4)
تَنْز۪يلًا مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ
(Kur’an) Yeri ve yüce gökleri yaratan (Allah) tarafından indirilmiştir.[*]

[*] Şuara 26/192-193, Secde 32/2, Zümer 39/2, Mü’min 40/2, Fussilet 41/2, 42, Casiye 45/2, Ahkaf 46/2, Vakıa 56/80, Hâkka 69/43.

 

(Taha 20/5)
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى
Rahman /İyiliği sonsuz olan Allah, arşa /yönetim makamına kurulmuştur.[*]

[*] Arş, üst yönetim makamını gösteren mecaz ifadedir (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Türkçede onun yerine padişahlar için "taht", diğer yöneticiler için "koltuk" kelimesi kullanılır. Dolayısıyla “Rahman arşa istiva etti.” sözü de kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder (A'raf 7/54, Yunus 10/3, Ra’d 13/2, Furkan 25/59, Secde 32/4, Hadid 57/4).


(Taha 20/6)
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى
Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve yer altında ne varsa hepsi O’nundur.[*]

[*] Nisa 4/126, İbrahim 14/2, Nahl 16/52, Hac 22/64, Şûrâ 42/4.

 

(Taha 20/7)
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى
Sözü açıktan söylesen de (gizlesen de bil ki) O, sırları da daha gizli olanı da bilir.[*]

[*] Âl-i İmran 3/5, En’am 6/3, Ra’d 13/10, Enbiya 21/110, Mülk 67/13-14, A’la 87/7.

 

(Taha 20/8)
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى
Allah, kendisinden başka ilah olmayandır.[1*] En güzel isimler / özellikler[2*] O’na aittir.[3*]

[1*] Bakara 2/255, Âl-i İmran 3/2, Nisa 4/87, Neml 27/26, Kasas 28/70, Mü’min 40/65, Rahman 55/29, Haşr 59/22-24, Teğabün 64/13.

[2*] “Özellik” diye meal verdiğimiz kelime “isim”dir. Çünkü Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). Türkçede isim, bu anlamı içermediği için meale “özellik” olarak yazdık (Bakara 2/31). 

[3*] A’raf 7/180, İsra 17/110, Haşr 59/24.

 

(Taha 20/9)
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ
Musa’nın hikayesi sana geldi değil mi![*]

[*] Naziat 79/15.


(Taha 20/10)
اِذْ رَاٰ نَارًا فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَارًا لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى
O, (Tur Dağının eteklerinde) bir ateş görmüştü de ailesine şöyle demişti: “(Siz burada) kalın![1*] Ben bir ateş farkettim. Belki ondan size bir kor getiririm ya da ateşin yanında yol gösterecek birini bulurum.”[2*]

[1*] “Siz burada kalın (امْكُثُوا)” ifadesi çoğul kullanılmıştır. Arapçada çoğul en az üçü gösterdiğinden Musa aleyhisselamın eşinin yanında en az iki çocuğunun olduğu anlaşılıyor. Nitekim, Tevrat’ta Musa Aleyhisselamın o esnada iki oğlu olduğu bilgisi yer almaktadır (Mısır’dan Çıkış 4:20, 18:2-4).

[2*] Neml 27/7, Kasas 28/29.

 

(Taha 20/11)
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى
Oraya varınca şöyle seslenildi: “Ey Musa!


(Taha 20/12)
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ
Ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar! Çünkü sen, kutsal Tuva Vadisi’ndesin.[*]

[*] Meryem 19/52, Neml 27/8-9, Kasas 28/30, Naziat 79/16. Bu olay, Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış 3:5 pasajında da anlatılmaktadır.

 
 

(Taha 20/13)
وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحٰى
Ben seni seçtim. Öyleyse (şimdi sana) vahyedileceklere kulak ver:


(Taha 20/14)
اِنَّن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي
Şüphe yok ki ben, ben Allah’ım![1*] Benden başka ilah yoktur. Öyleyse bana kulluk et ve beni zikir[2*] için namazı düzgün ve sürekli kıl!

[1*] Bu ayetin bir benzeri Tevrat’ta da geçmektedir: “Musa Allah’a dedi: İşte, ben İsrailoğullarına geldiğim zaman, onlara: Atalarınızın Allah’ı beni size gönderdi, dersem, ve onlar bana: Onun ismi nedir? derlerse, onlara ne diyeyim?  Ve Allah Musaya dedi: Ben, BEN OLANIM; ve dedi: İsrail oğullarına böyle diyeceksin: Beni size “BEN BEN’İM” diyen gönderdi” (Çıkış 3:13-14)

[2*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (En’âm 6/80, Enbiya 21/24). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/286).

 


(Taha 20/15)
اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَكَادُ اُخْف۪يهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى
Onu neredeyse gizleyecek gibi olsam da her nefse çaba gösterdiği şeylerin karşılığı verilsin diye, O Saat[*] mutlaka gelecektir.

[*] Bu saat, yeniden diriliş saatidir En’am 6/31, A’raf 7/187, Nahl 16/77, Hac 22/1-2, 6-7, Rum 30/12-16, Rum 30/55, Lokman 31/34, Sebe 34/3, Zuhruf 43/66, Muhammed 47/18, Naziat 79/42-46.

 

(Taha 20/16)
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى
Ona inanmayan ve arzusuna uyan kişi sakın seni ondan (kıyamet saatine inanmaktan) engellemesin yoksa yıkılıp gidersin.[*]

[*] Benzer uyarılar Muhammed aleyhisselama da yapılmıştır (Maide 5/49, Şûrâ 42/15, Câsiye 45/18).


(Taha 20/17)
وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى
(Allah dedi ki:) “Sağ elindeki nedir, ey Musa?”[*]

[*] Soru bir şeyi, ya öğrenmek ya da kabul ettirmek için sorulur. Öğrenmek için sorulana tasavvur, diğerine tasdik sorusu denir. Mesela “Hasan mı geldi?” sorusu, gelenin kim olduğunu öğrenmek için sorulabileceği gibi Hasan’ın gelip gelmediğini onaylatmak için de sorulabilir. Daha farklı amaçlarla da soru sorulabilir. Bunların en yaygın olanları şunlardır: Bir şeyin varlığını pekiştirmek için soru (İstifham-ı takrîrî): Babanın oğluna, “Ben senin baban mıyım?” diye sorması böyledir. Bir şeyin yokluğunu pekiştirmek için soru (İstifham-ı inkârî):  Yabancı birine, “Ben senin baban mıyım?” diye sorulması böyledir. Bu ayetteki soru istifham-ı takriridir. Bu tarz bir sorunun amacı, bilmediğini öğrenmek değildir. Allah Musa aleyhisselamın elindekinin ne olduğunu elbette biliyordu. Ona bu soruyu sorması onun sıradan bir değnek olduğunu vurgulamak içindir. Allah bu soruyu sormadan direk değneğini yere at deseydi onun yılana dönüşen ve vurulduğunda denizi ikiye bölen farklı bir değnek olduğu sanılır, Allah’ın bir mucizesi olarak algılanmayabilirdi.


(Taha 20/18)
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى
“O, değneğimdir.” dedi. “Ona dayanır, onunla koyun ve keçilerime yaprak silkelerim; başka işlerime de yarar.”


(Taha 20/19)
قَالَ اَلْقِهَا يَا مُوسٰى
Allah, “Onu yere at, ey Musa!” dedi.


(Taha 20/20)
فَاَلْقٰيهَا فَاِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعٰى
O da değneği hemen attı. Bir de ne görsün! Değnek bir yılan olmuş, hızla hareket ediyor!


(Taha 20/21)
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ۠ سَنُع۪يدُهَا س۪يرَتَهَا الْاُولٰى
Allah, “Al onu, korkma! Onu ilk haline çevireceğiz.” dedi.[*]

[*] Neml 27/10, Kasas 28/31. Aynı olay Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış 4:2-4 pasajlarında anlatılmaktadır.

 

 

(Taha 20/22)
وَاضْمُمْ يَدَكَ اِلٰى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ اٰيَةً اُخْرٰىۙ
“Şimdi de elini koynuna sok. Bir başka mucize olarak elin lekesiz, bembeyaz bir şekilde çıksın.[*]

[*] Neml 27/12, Kasas 28/32. Aynı olay Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış 4:6-7 pasajlarında anlatılmaktadır.


(Taha 20/23)
لِنُرِيَكَ مِنْ اٰيَاتِنَا الْكُبْرٰىۚ
Bunlar, en büyük mucizelerimizden bir kısmını sana gösterelim diyedir.


(Taha 20/24)
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟
Haydi, Firavun’a git; o taşkınlık etti.”[*]

[*] Naziat 79/17.


(Taha 20/25)
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ
Musa dedi ki: “Rabbim! Göğsümü ferahlat,


(Taha 20/26)
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ
İşimi kolaylaştır,


(Taha 20/27)
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ
Dilimdeki düğümü çöz.[*]

[*] Musa aleyhisselamın konuşma ve uygun dil kullanma konusunda sorun yaşadığı bilgisi, Tevrat’ın Çıkış 4:10 pasajında da anlatılmaktadır.

 

(Taha 20/28)
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ
Çöz de sözlerimi iyi anlasınlar.


(Taha 20/29)
وَاجْعَلْ ل۪ي وَز۪يرًا مِنْ اَهْل۪يۙ
Ailemden birini de bana yardımcı yap.


(Taha 20/30)
هٰرُونَ اَخ۪يۚ
Kardeşim Harun’u.


(Taha 20/31)
اُشْدُدْ بِه۪ٓ اَزْر۪يۙ
Onunla benim gücümü artır.


(Taha 20/32)
وَاَشْرِكْهُ ف۪ٓي اَمْر۪يۙ
Onu görevime ortak et[*].

[*] Şuara 26/13, Kasas 28/34.


(Taha 20/33)
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَث۪يرًاۙ
Böylece sana çokça ibadet edelim.


(Taha 20/34)
وَنَذْكُرَكَ كَث۪يرًاۜ
Seni çokça zikredelim /emir ve yasaklarını çokça hatırlayalım.[*]

[*] Zikir için bkz. Tâhâ 20/14. ayetin dipnotu.

 

(Taha 20/35)
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَص۪يرًا
Elbette Sen bizi daima görmektesin.”


(Taha 20/36)
قَالَ قَدْ اُو۫ت۪يتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسٰى
Allah dedi ki: “Ey Musa! İstediklerin sana verildi.[*]

[*] Meryem 19/53, Furkan 25/35, Kasas 28/35.

 

(Taha 20/37)
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً اُخْرٰىۙ
Biz sana bir başka zaman da iyilik yapmıştık:[*]

[*] Saffat 37/114.


(Taha 20/38)
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ
Bir gün annene şunu vahyetmiştik:[*]

[*] Sözlükte vahiy; işaret dili, fısıldama, rumuz, yazı veya ima ile konuşma anlamlarına gelir (Müfredat).  Allah’ın vahyi; ilham yoluyla, perde arkasından veya melekleri aracılığı ile olur (Şûrâ 42/51). Bu üç çeşit vahiyden ilk ikisi her insana yapılır. Allah her insanın içine, yaptığının iyi mi yoksa kötü mü olduğunu ilham eder (Şems 91/7-8). Ayrıca rüyada da bazı şeyler bildirebilir (Yusuf 12/4-5, 43-49). Allah bir meleği insan kılığında da gönderebilir (Hicr 15/51-66, Zariyat 51/24-37) Meryem validemize böyle bir vahiy gelmiştir (Meryem 19/16-21). Musa aleyhisselamın annesine gelen de ilham türünde bir vahiydir (Kasas 28/7). Allah’ın yaptığı vahyin üçüncü çeşidi ise insanlara bildirmek istediği sözlerini, insanlardan seçtiği elçilere melekler aracılığı ile ulaştırmasıdır. Bu esnada Allah öyle bir ortam oluşturur ki elçiler, bu vahyin Allah'tan geldiğini kesin olarak anlarlar (Cin 72/26-28). Onlar bu vahyi, insanlara bildirmekle görevli oldukları için Allah'ın resulü yani elçisi olurlar.


(Taha 20/39)
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ
“Musa’yı sandığa koy da suya /Nil nehrine bırak. Nehir onu kıyıya atsın ki benim ve onun düşmanı olan biri onu alsın.”[*] Gözümün önünde yetiştirilesin diye tarafımdan sana sevimlilik de vermiştim.

[*] Kasas 28/8.


(Taha 20/40)
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى
Kız kardeşin de orada dolaşıyor, “Onun bakımını üstlenecek birini size göstereyim mi?” diyordu. Böylece seni tekrar annene kavuşturduk ki gözü aydın olsun ve üzülmesin.[1*] (Bir gün) birini öldürmüştün[2*] de seni o tasadan da kurtarmıştık. Seni, çeşitli sıkıntılarla imtihan etmiştik. Bu sebeple yıllarca Medyen ahalisinin içinde kalmıştın.[3*] Sonra bir plan dâhilinde buraya geldin, ey Musa!

[1*] Kasas 28/11-13.

[2*] Şuara 26/14-21, Kasas 28/15-16, 33.  

[3*] Kasas 28/23-29.


(Taha 20/41)
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ
Seni kendim için özel olarak yetiştirdim.[*]

[*] A’raf 7/144.

 

(Taha 20/42)
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ
(Şimdi) sen ve kardeşin, ayetlerimle/ mucizelerimle gidin.[1*] Benim zikrim konusunda[2*] ihmalkarlık etmeyin.

[1*] Ayetteki “ayetlerimle /mucizelerimle (بِآيَاتِي) ” kelimesi Arapça çoğul kalıpta olduğundan üç ve daha fazla ayeti göstermektedir. Allah, Kasas 28/32’de ise Musa aleyhisselamı, verdiği iki kesin kanıtla Firavun’a gönderdiğini ikil (tesniye) kalıp kullanarak bildirmiştir. Aradaki bu fark, Musa ve Harun (a.s.) yedi ayet/ mucize daha verileceğinin bildirilmesi (Neml 27/12) ve onlara bir de kitap verilmesi nedeniyledir (Furkan 25/35-36). 

[2*] Musa aleyhisselam Allah Teala’ya, Harun’u kendine yardımcı yapması halinde çokça zikir konusunda söz vermişti. Allah burada onun verdiği sözü hatırlattı (Tâhâ 20/33-34).


(Taha 20/43)
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ
Haydi ikiniz Firavun’a gidin; o taşkınlık etti.[*]

[*] Tâhâ 20/24, Kasas 28/4.

 

(Taha 20/44)
فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَيِّنًا لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
Ona yumuşak sözler söyleyin. Belki bilgilerini kullanır veya çekinir.”[*]

[*] Naziat 79/17-19.

 


(Taha 20/45)
قَالَا رَبَّنَٓا اِنَّنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى
Dediler ki: “Rabbimiz! Onun bize karşı ileri gitmesinden veya taşkınlık etmesinden korkuyoruz.”


(Taha 20/46)
قَالَ لَا تَخَافَٓا اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى
(Allah,) “Korkmayın! Çünkü ben sizinle beraberim; (her daim) sizi duyuyor ve görüyorum.” dedi.[*]

[*] Şuara 26/15.


(Taha 20/47)
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰى
Ona varın da şöyle deyin: “Biz Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle gönder,[1*] onlara azap etme! Sana Rabbinden ayet /mucize de getirdik. Selam /esenlik ve güvenlik, bu rehbere /kitaba uyan kimseyedir.[2*]

[1*] Firavun İsrailoğullarını köleleştirmişti (A'raf 7/105, Müminûn 23/45-48, Şuara 26/16-22). Onların erkek çocuklarını öldürüyor, kızlarını hayatta bırakıyordu (Kasas 28/4). Musa ve Harun’un (as) söyleyecekleri bu sözler, Tevrat’ın Çıkış 5:1 pasajında da aktarılmaktadır. 

[2*] Bu cümle, Musa ve Harun ‘un (a.s.) Firavun’a bir kitapla gittiğinin göstergelerindendir. İlgili ayetler için bkz. Taha 20/42 ve dipnotu


(Taha 20/48)
اِنَّا قَدْ اُوحِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى
Bize şu vahyedildi: Azap, yalana sarılan ve (doğrulara) sırt çevirenleredir.”[*]

[*] Leyl 92/15-16.

 

(Taha 20/49)
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
(Firavun:) “Siz ikinizin Rabbi de kim Ey Musa?” dedi.[*]

[*] Şuara 26/23-28. Firavun’un bu sözü Tevrat’ın Çıkış 5:2 pasajında aktarılmaktadır.

 

(Taha 20/50)
قَالَ رَبُّنَا الَّذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى
Musa: “Bizim Rabbimiz her şeye kendine has bir yapı veren, sonra da doğru yolu gösterendir.”[*] dedi.

[*] Abese 80/17-20. A’la 87/2-3.


(Taha 20/51)
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُولٰى
Firavun dedi ki: “Peki, ya önceki nesillerin hali ne olacak?”


(Taha 20/52)
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪ي ف۪ي كِتَابٍۚ لَا يَضِلُّ رَبّ۪ي وَلَا يَنْسٰىۘ
Musa şöyle dedi: “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır.[1*] Benim Rabbim ne yanılır ne de unutur.[2*]

[1*] Bu kitap, her varlık ve olaya ilişkin ilâhî bilginin kayıtlı bulunduğu kitaptır (Ra’d 13/39, Hicr 15/4, Vakıa 56/77-78, Hadid 57/22).

 

(Taha 20/53)
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلًا وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى
O, yeryüzünü sizin için bir beşik[1*] yapan, orada size yollar açan[2*] ve gökten su indirendir.” İşte biz o suyla (erkek-dişi) eşler halinde, çeşit çeşit bitkiler[3*] çıkardık.

[1*] Zuhruf 43/10, Zariyat 51/48, Nebe 78/6. Dünyanın beşik olması iki yana eğilmesini gerektirir. Eğilme şekline göre ekvatorun bir tarafı güneşin karşısına geçerken diğer tarafı uzakta kalır. Güneş ışınlarının, yılın bir bölümünde dünyanın kuzeyine, bir bölümünde de güneyine daha dik gelmesi bundandır.

[2*] Nahl 16/15, Enbiya 21/31, Zuhruf 43/10, Nuh 71/19-20.

[3*] Ra’d 13/3, Nahl 16/15, Enbiya 21/31, Zariyat 51/49.


(Taha 20/54)
كُلُوا وَارْعَوْا اَنْعَامَكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
Onlardan yiyin, en’âm (koyun, keçi, sığır ve deve) cinsi hayvanları da otlatın.[*] Yanlışlardan engelleyen bir akla sahip olanlar için bunda kesin ayetler /göstergeler vardır.

[*] (En’am 6/143-144, Nahl 16/5-6, Naziat 79/30-33, Abese 80/24-33)

 
 

(Taha 20/55)
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى
Sizi topraktan yarattık, oraya iade edeceğiz ve sizi (diriltip) bir kez daha oradan çıkaracağız.[*]

[*] A’raf 7/25, Kaf 50/9-11, Nuh 71/17-18.


(Taha 20/56)
وَلَقَدْ اَرَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَاَبٰى
(Musa’nin getirdiği) mucizelerimizin tümünü Firavun’a gösterdik ama o yalana sarıldı ve direndi[*].

[*] Yunus 10/75-76, Neml 27/13-14, Kasas 28/36.


(Taha 20/57)
قَالَ اَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ اَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسٰى
Dedi ki: “Musa! Sihrinle bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin[*]?

[*] A’raf 7/109-110, Şuara 26/33-34.


(Taha 20/58)
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِه۪ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَٓا اَنْتَ مَكَانًا سُوًى
Biz de sana, seninki gibi bir sihir getireceğiz. Şimdi aramızda, uygun bir yerde, senin de bizim de karşı çıkmayacağımız bir buluşma zamanı belirle."


(Taha 20/59)
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزّ۪ينَةِ وَاَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى
Musa dedi ki: “Buluşma zamanımız, süslenme günü, insanların toplanacağı kuşluk vakti olsun.”


(Taha 20/60)
فَتَوَلّٰى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ اَتٰى
Firavun döndü, oyun kuranlarını (sihirbazlarını) topladı[*] ve (buluşma yerine) geldi.

[*] A’raf 7/111, Şuara 26/36-38.


(Taha 20/61)
قَالَ لَهُمْ مُوسٰى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍۚ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرٰى
Musa onlara dedi ki: “Yazık size! Sakın bir yalanı Allah’a mâl etmeyin; yoksa Allah, azabı ile kökünüzü kazır. Allah’a iftira edenlerin hayalleri boşa çıkar.”


(Taha 20/62)
فَتَنَازَعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى
Gizlice fısıldaşarak ne yapacaklarını aralarında tartıştılar.


(Taha 20/63)
قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى
(Firavun ve adamları sihirbazlara) dediler ki: “Bu ikisi (Musa ile Harun) kesinlikle sihirbazdırlar. Sizi sihirleriyle yurdunuzdan çıkarmak ve örnek düzeninizi[*] ortadan kaldırmak istiyorlar.

[*] Mümin 40/26


(Taha 20/64)
فَاَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفًّاۚ وَقَدْ اَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلٰى
Haydi oyun kuranlarınızı (sihirbazlarınızı) birleştirin ve tek saf olun. Bugün üstün gelen umduğuna kavuşacaktır[*].”

[*] A’raf 7/113-114, Şuara 26/41-42.


(Taha 20/65)
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى
(Sihirbazlar:) “Musa! (Değneğini) Sen mi atarsın, yoksa ilk atan biz mi olalım?” dediler.


(Taha 20/66)
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى
Musa dedi ki: “Yok, siz atın!” O da ne! Sihirlerinden dolayı ipleri ve değnekleri Musa’ya, koşuyor gibi göründü.


(Taha 20/67)
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى
Musa birden, içinde bir korku hissetti.


(Taha 20/68)
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى
Ona, “Korkma, üstün gelecek olan sensin!” dedik.


(Taha 20/69)
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى
“Sağ elindeki değneği at da onların ustaca yaptıklarını yalayıp yutsun! Onların yaptıkları sadece bir sihirbaz oyunudur. Sihirbaz ne yaparsa yapsın umduğuna kavuşamaz.”


(Taha 20/70)
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى
(Yaptıklarının yutulduğunu gören) Sihirbazlar bir anda kendilerini secdede buldular. “Bizler Harun’un ve Musa’nın Rabbine inandık.” dediler.


(Taha 20/71)
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّنَٓا اَشَدُّ عَذَابًا وَاَبْقٰى
Firavun: “Ben izin vermeden Musa’ya inandınız, öyle mi! Demek ki size sihri öğreten büyüğünüz oymuş. Öyleyse ben de ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi hurma ağaçlarına asacağım. Hangimizin azabının daha güçlü ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle öğreneceksiniz.”


(Taha 20/72)
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ
Dediler ki “Seni, ne bize gelen bu apaçık mucizelere ne de bizi yaratana tercih ederiz. Elinden geleni yap. Sen yapacağını sadece bu dünya hayatında yapabilirsin.


(Taha 20/73)
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
Biz Rabbimize inanıp güvendik ki hatalarımızı ve yapmaya zorladığın bu sihirden dolayı bizi bağışlasın. Allah’ın vereceği, daha iyi ve daha kalıcıdır[*].”

[*] A’raf 7/113-126, Yunus 10/80-82, Şuara 26/41-51.


(Taha 20/74)
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى
Rabbinin huzuruna suçlu olarak gelenin yeri cehennemdir. Orada ne ölür ne de yaşar.


(Taha 20/75)
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ
Onun huzuruna, iyi işler yapmış bir mümin olarak gelenlere ise yüksek dereceler vardır.


(Taha 20/76)
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟
Yani içinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada ölümsüz olacaklardır. İşte kendini arındırıp geliştirenlerin alacakları karşılık budur[*].

[*] A’la 87/14, Şems 91/9-10.


(Taha 20/77)
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًاۚ لَا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشٰى
Musa’ya şöyle vahyettik: “Geceleyin kullarımı en tepeye (dağa) çıkar[*]!. Sonra onlara denizin içinde kuru bir yol aç. Bunların seni yakalamalarından korkma ve kendini sıkıntıya sokma.”

[*]  İsrâ (إسراء) kelimesi, “seriy (سرِي)” kökünden türemiş sayılarak ona “gece yürüyüşü” anlamı verilmiştir. İsrâ kökünden fiillerin geçtiği ayetlerin çoğunda “gece (ليل)” kelimesi de olduğu için bu kelimeye “gece yürüyüşü” anlamı vermek yanlıştır. Bu ayette ve Şuarâ 26/52. âyette “gece (ليل)” ifadesi açıkça geçmese de ilgili ayetlerden dolayı bu ayeterde de o kelime takdir edilir. Kelime, “her şeyin en yükseği” anlamına gelen “serâh (سَرَاة)”dan türemiştir (Müfredat, (سرى) mad) Çünkü âyetlerdeki isrâ kökünden fiillerin tamamı, “en yükseğe çıkarma” anlamındadır. Musa aleyhisselamın, İsrailoğullarını çıkardığı dağ, Kızıldeniz’in kenarı ile Kahire arasında olan ve yüksekliği yer yer 2000 metreyi geçen sıra dağlar olmalıdır  (SUNA DOĞANER, Mısır, DİA). Çünkü o dağlar aşılmadan Kızıldeniz’e ulaşılamaz (Şuarâ 26/52, Duhan 44/23).


(Taha 20/78)
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ
(Musa yola çıkınca) Firavun, ordularıyla birlikte peşlerine düştü. Sonra deniz üstlerine kapanıp onları içine aldı.


(Taha 20/79)
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى
Firavun halkını yoldan çıkarmış, doğru yolu göstermemişti[*].

[*] Bakara 2/50, A’raf 7/136, Yunus 10/90-92, Şuara 26/52-66, Kasas 28/40, Duhan 44/23-29.


(Taha 20/80)
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى
Ey İsrailoğulları! Böylece sizi düşmanınızdan kurtarmış, Tur’un /Sina Dağı’nın sağ yanında sizinle sözleşmiş, üzerinize men /ekmek[*] ile bıldırcın indirmiştik.

[*] Tevrat’ta “men” ile ilgili şu ifadeler vardır: “Rab Musa’ya, “Size gökten ekmek yağdıracağım” dedi, “Halk her gün gidip günlük ekmeğini toplayacak. Böylece onları sınayacağım: Benim yasama göre yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı, göreceğim.” (Çıkış 16/4-5)

“Akşam bıldırcınlar geldi, ordugahı sardı. Sabah ordugahın çevresini çiy kaplamıştı. Çiy eriyince, toprakta, çölün yüzeyinde kırağıya benzer ince pulcuklar göründü. Bunu görünce İsrailliler birbirlerine, “Bu da ne?” diye sordular. Çünkü ne olduğunu anlayamamışlardı. Musa, “Rabbin size yemek için verdiği ekmektir bu.” dedi” (Çıkış 16/13-15).
İsrailoğulları, Allah’ın men ve selva ikramı için “Tek çeşit yemeğe katlanamayacağız” diye yakınmışlardı (Bakara 2/61). Buna göre men ve selvâ bir arada tek çeşit yemek sayılmaktadır. Bu da men için Tevrat’ta geçen “ekmek” tanımının uygun düştüğünü gösterir. Nitekim men ile ilgili şu bilgiler de mevcuttur: “Menin kırağı şeklinde küçük ve yuvarlak, kişniş tohumu gibi beyaz ve ak günnük görünüşünde olduğu, lezzetinin ballı yufkaya benzediği belirtilmektedir (Çıkış, 16/14, 31). Men hiçbir işleme tâbi tutulmaksızın tabii haliyle yenebildiği gibi ondan çeşitli yiyecekler de yapılıyordu. İsrâiloğulları men’i toplar, değirmende öğütür veya havanda döverek tencerede haşlar, pide yaparlardı ve bu taze yağ tadında olurdu (Sayılar, 11/8).” (DİA) (Bakara 2/57, A’râf 7/160).

(Taha 20/81)
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى
Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin. Sakın bu konuda taşkınlık etmeyin![*] Yoksa öfkem üzerinize çöker. Öfkem kimin üzerine çökerse o mahvolur gider.

[*] Maide 5/87-88.


(Taha 20/82)
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدٰى
Şurası kesindir ki tevbe eden /dönüş yapan, inanıp güvenen, iyi iş yapan ve bundan sonra da doğru yolda gideni ben mutlaka bağışlarım[*].

[*] Furkan 25/68-71.


(Taha 20/83)
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى
(Allah Tur’da /Sina Dağı’nda Musa’ya[*] şöyle dedi:) “Ey Musa! Seni halkından ayırıp vaktinden önce buraya getiren neydi?”

[*] A’râf 7/142.


(Taha 20/84)
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى
“Onlar benim yolumdalar. Rabbim! Sen hoşnut olasın diye huzuruna erken geldim.” dedi.


(Taha 20/85)
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ
Allah dedi ki: “Ama senden sonra halkını ağır bir imtihana soktuk. Samiri onları yoldan çıkardı.”


(Taha 20/86)
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفًاۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًاۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي
Musa öfkeli ve üzüntülü bir şekilde halkına döndü[*]. Dedi ki: “Ey halkım! Rabbiniz size güzel bir söz vermedi mi? O sözün üzerinden çok mu zaman geçti? Yoksa Rabbinizin öfkesinin üzerinize çökmesini istediniz de onun için mi bana verdiğiniz sözden döndünüz?”

[*] A’raf 7/150.


(Taha 20/87)
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْنَٓا اَوْزَارًا مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ
Dediler ki: “Sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Üzerimize Firavun halkından kalan ziynet eşyaları yüklendi. Onları (eritmek için ateşe[*]) attık. Samiri de aynı şekilde attı.”

[*] İsrailoğulları Mısır’dan çıkarken, Allah onlara, Mısırlı komşularından altın ve gümüş süslerini/eşyalarını istemelerini emretmiştir. Mısırlılar, İsrailoğullarından ve onlar yüzünden başlarına gelen afetlerden kurtulmak için bunları vermiş, İsrailoğulları da yanlarında bu ziynetlerle yola çıkmıştır (Tevrat/Mısır’dan Çıkış 12:29-37).


(Taha 20/88)
فَاَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هٰذَٓا اِلٰهُكُمْ وَاِلٰهُ مُوسٰى فَنَسِيَۜ
Böylece Samiri onlara böğürebilen bir boğa heykeli çıkardı[1*]. (Samiri ve taraftarları[2*]) “Bu sizin ilahınızdır, Musa’nın da ilahıdır ama o, onu unuttu.” dediler[3*].

[1*] Bakara 2/51 ve 92, A’râf 7/148.

[2*] Tevrat/Mısır’dan Çıkış 12:38. 

[3*] Ahzab 33/69, Saf 61/5.


(Taha 20/89)
اَفَلَا يَرَوْنَ اَلَّا يَرْجِعُ اِلَيْهِمْ قَوْلًاۙ وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا۟
Tek bir sözle olsun, kendilerine karşılık veremediğini görmüyorlar mıydı? Onlara ne bir zarar verebilirdi ne de bir fayda!


(Taha 20/90)
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي
Harun onlara daha önce şöyle demişti: “Ey halkım! Bununla sadece ağır bir imtihandan geçiriliyorsunuz. Sizin Rabbiniz, Rahman /iyiliği sonsuz olandır. Siz bana uyun ve emrime itaat edin.”


(Taha 20/91)
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِف۪ينَ حَتّٰى يَرْجِعَ اِلَيْنَا مُوسٰى
Onlar ise “Musa dönüp gelene kadar boğa heykelinin karşısında saygıyla durmaktan vazgeçmeyeceğiz” demişlerdi[*].

[*] Bakara 2/93.


(Taha 20/92)
قَالَ يَا هٰرُونُ مَا مَنَعَكَ اِذْ رَاَيْتَهُمْ ضَلُّواۙ
Musa (dönünce) dedi ki: “Harun! Onların sapıttığını gördüğünde sana ne engel oldu ki[*]

[*] A’râf 7/142.


(Taha 20/93)
اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي
bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?”


(Taha 20/94)
قَالَ يَبْنَؤُ۬مَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَت۪ي وَلَا بِرَأْس۪يۚ اِنّ۪ي خَش۪يتُ اَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْل۪ي
Harun dedi ki: “Ey anamın oğlu! Saçıma sakalıma yapışma! Ben senin ‘İsrailoğullarını böldün; sözümü de dinlemedin’ demenden korktum[*] .”

[*] A’râf 7/150.


(Taha 20/95)
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ
Musa, Samiri’ye: “Ey Samiri! Senin hedefin ne idi?” dedi.


(Taha 20/96)
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه۪ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي
Samiri dedi ki: “Ben onların göremediklerini gördüm de Resulün yolundan /şeriatından[1*] bir kısmını çıkarıp attım[2*]. Canım böyle istedi.”

[1*] Musa aleyhisselam,  bu surenin 84. ayetinde kavminin kendi yolunda olduğunu söylediğinde “yolum” anlamında “eserî (أثري)” kelimesini kullanmıştır. Burada da aynı yol “eseri-r Rasul (أَثَرِ الرَّسُولِ)” tamlamasıyla “Resulün yolu” şeklinde ifade edilmiştir.

[2*] Samiri bu ifadesiyle, Musa aleyhisselamın yolunun tevhid yani Allah’tan başka ilah olmadığı ile ilgili kısmını kabul etmediğini söylemiştir.


(Taha 20/97)
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِي الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَۖ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَنْ تُخْلَفَهُۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذ۪ي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًاۜ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا
Musa: “Defol![*]” dedi. “Artık bu hayatta sana düşen: 'Kimse kimseye dokunmasın!' demendir. Ayrıca senin için kaçılamayacak bir gün de var. Şimdi, karşısında saygıyla durmaya devam ettiğin ilahına bak! Onu, kesinlikle yakıp eritecek, sonra denize savuracağız.

[*] Samiri, bu sözleriyle dinden döndügünü açıkça ifade etmiştir. Böylelerinin hak ettiği ceza, lanetlenme yani dışlanmadır (Bakara 2/159-162, Al-i İmran 3/86-91).


(Taha 20/98)
اِنَّمَٓا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا
Sizin ilahınız, sadece, kendinden başka ilah olmayan Allah’tır. O, bilgisiyle her şeyi kuşatmıştır.”


(Taha 20/99)
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْرًاۚ
Sana katımızdan bir zikir[1*] /kitap vererek eskilerin haberlerinden böyle bölümler aktarıyoruz[2*].

[1*] Zikir kavramı için bkz Taha 20/14. ayetin dipnotu.

[2*] A’raf 7/101, Hud 11/120.


(Taha 20/100)
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْرًاۙ
Bu zikirden yüz çevirenler, kıyamet /mezardan kalkış günü ağır bir günah yüklenecek,


(Taha 20/101)
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلًاۙ
o yükün altında ölümsüzleşeceklerdir. Kıyamet günündeki yükleri ne kötüdür[*]!

[*] En’am 6/31.


(Taha 20/102)
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًاۚ
(Bunlar) Sura üflendiği gün olacaktır. O gün suçluları gözleri donuklaşmış bir halde toplayacağız.


(Taha 20/103)
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْرًا
Aralarında, “Dünyada sadece on gün kaldınız.” diye sessiz sessiz konuşurlar.


(Taha 20/104)
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْمًا۟
Kendilerince görüşü en isabetli olanı “Sadece bir gün kaldınız[*]” derken, onların ne konuşacaklarını en iyi biz biliriz.

[*] Yunus 10/45, İsra 17/52, Müminun 23/112-114, Rum 30/55, Ahkaf 46/35, Naziat 79/46.


(Taha 20/105)
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفًاۙ
Sana dağları soruyorlar. De ki: “Rabbim onları un ufak edip savuracak.


(Taha 20/106)
فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًاۙ

(Taha 20/107)
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجًا وَلَٓا اَمْتًا
Orada herhangi bir çukur da bir tümsek de göremeyeceksin!”


(Taha 20/108)
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْسًا
O gün, kendilerini çağırana hiçbir tarafa sapmadan uyacaklar[*]. Sesler Rahman için kısılmış olacak, fısıltıdan başka bir şey duyamayacaksın.

[*] İsra 17/52, 71; Kamer 54/6-8.


(Taha 20/109)
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا
O gün[1*] şefaat, Rahman’ın onay verdiği ve lehine söz söylenmesine razı olduğu kişilerden başkasına fayda sağlamaz[2*].

[1*] O gün, yeniden dirilme ile başlayıp sonsuza kadar devam edecek olan Kıyamet /mezardan kalkış günüdür (Araf 7/32).

[2*] Allah’tan başkasının şefaat yetkisi olmadığı için (En’âm 6/51, Secde 32/4, Zümer, 39/43-44) şefaati ancak onun yetki vereceği kişiler yapabilirler. Ahirette kimileri doğrudan cennete gideceklerdir. Bunlar, büyük günah işlemedikleri (Nisa 4/31, Necm 53/31-32) veya sevapları günahlarından fazla olduğu için (A’raf 7/8, Karia 101/6-7). cehennemin hışırtısını dahi duymayacaklardır (Enbiya 21/101-103). Bilerek şirk günahı işlemediği halde (Al-i İmran 3/105-106, Nisa 4/115-116) günahı sevabından fazla olanlar ise cehennemde cezalarını çektikten sonra (Karia 101/8-11) cennete gireceklerdir (Meryem 19/68-72). Cennet ile cehennem arasında bir sur olacaktır (Hadid 57/12-15). Surun yüksek yerleri A’raf’tır (Fahrettin er-Razi). Cennete gidenler oradan cehenneme bakabileceklerdir (Saffat 37/50-59). A’raf üzerinde, herkesi yüzlerinden tanıyan değerli şahsiyetler olacaktır (A’raf 7/46). Çünkü o gün kafirlerin yüzü kara, müminlerininki ak olur (Al-i İmran 3/106-107). Allah’ın şefaatten yararlanma hakkı verdikleri, yüzleri ak olanlardır (Meryem 19/87). Onlara kimin şefaat edeceğini de Allah belirleyecektir (Taha 20/109, Sebe 34/23). Bunlar, şefaatten sonra cennete girecekler (A’raf 7/46-49) ve oradaki yakınlarının yanlarına yerleştirileceklerdir (Tur 52/21).


(Taha 20/110)
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْمًا
Allah, önlerinde[1*] olan ve arkalarında kalan ne varsa hepsini bilir. Ama onlar bilgileriyle Allah’ı kavrayamazlar[2*].

[1*] Önlerinde olan, o anda var olandır. Arkalarında kalan daha önceden yapıp ettikleridir. (Sebe 34/9, Yasin 36/9, Hadid 57/12).

[2*] En’am 6/103, Şura 42/11.


(Taha 20/111)
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا
Bütün başlar, daima diri ve sürekli işinin başında olan Allah için saygıyla eğilmiş, yanlışları yüklenenlerin[1*] hayalleri ise boşa çıkmıştır[2*].

[1*] Lokman 31/13.

[2*] Bakara 2/80-81, Al-i İmran 3/23-25. A’raf 7/45.


(Taha 20/112)
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا
İnanıp güvenerek iyi işler yapan, kendine haksızlık edilmesinden de hakkının yenmesinden de korkmaz[*].

[*] Nisa 4/124, Enbiya 21/94.


(Taha 20/113)
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا
Böylece bunu /Kur’an’ı, Arapça kur'ânlar /ayet kümeleri[*] halinde indirdik. Tehditleri de onun içinde, değişik biçimlerde anlattık ki yanlışlardan sakınsınlar ya da Kur’an onlar için bir bilgi oluştursun.

[*] Kur'ân, karaa (قرأ) fiilinin mastarı olan kur (القُرْء) veya kar (القَرْء)’dan türetilmiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab).  Arapçada Kur’ân (قُرْآنً)’ın çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن) kelimesine, bağlamına göre, kur’ânlar diye de anlam verilebilir.


(Taha 20/114)
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْمًا
Gerçek hükümdar olan Allah pek yücedir. Kur'an’ın /ilgili ayet kümelerinin sana vahyedilmesi tamamlanmadan (hüküm vermekte) acele etme[*]. De ki: “Rabbim ilmimi artır!”

[*] İsra 17/106, Kıyamet 75/16-19.


(Taha 20/115)
وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا۟
Daha önce Âdem’e bir emir vermiştik ama onu aklından çıkardı. Onda bir kararlılık görmedik.


(Taha 20/116)
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى
Bir gün meleklere “Âdem’e secde edin /onun karşısında saygıyla eğilin![*]” dedik; İblis hariç hemen secde ettiler ama İblis direndi.

[*] Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda, vücudumuz ayaklar, eller ve dizler üzerinde yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamındaki secdedir (Nisa 4/102-103).

 

(Taha 20/117)
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى
Dedik ki: “Ey Âdem! Bu sana da eşine de düşmandır. Sakın sizi bu bahçeden çıkarmasın yoksa sıkıntıya girersin[*].

[*] Bakara 2/36.


(Taha 20/118)
اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ
Burada ne açlık çekersin ne de çıplak kalırsın.


(Taha 20/119)
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى
Burada susuzluk çekmez, güneş altında da kalmazsın.”


(Taha 20/120)
فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى
Sonra Şeytan ona fısıldadı. “Bak Âdem! Sana ölümsüzlük ağacını ve yıpranmayacak bir saltanatı göstereyim mi?” dedi.


(Taha 20/121)
فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ
İkisi de o ağaçtan yediler, bunun üzerine tüm bedenleri kendilerine göründü. Bahçenin yapraklarını üst üste koyup örtünmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yanlış kurgulara kapıldı.[*]

[*] Ğayy (غَيّ) yanlış yola girmek ve isteğine kavuşamamaktır (Sıhah).


(Taha 20/122)
ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى
Sonra Rabbi onu tekrar seçti[*], tövbesini /dönüşünü kabul etti ve doğru yolu gösterdi

[*] Bu ayet Âdem’in (a.s.) nebî olduğuna delil alınabilir (Al-i İmran 3/33). Bakara 2/38-39 ile Tâhâ 20/123-126’da da rehberle ilgili genel kurallar ortaya konuyor.


(Taha 20/123)
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعًا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى
(Allah, Âdem ile Havvâ’ya) dedi ki: “Biriniz diğerine düşman olarak birlikte oradan inin[1*]! Tarafımdan bir rehber /Kitap gelir de kim rehberime uyarsa ne yanlış yola girer ne de mutsuz olur[2*].”

[1*] Düşman anlamı verdiğimiz kelimenin kökü olan adv (عدو), haddini aşmak ve uyumsuzluk anlamındadır (Müfredât). Burada ikil zamirden çoğul zamire geçilmiştir. Arapçada çoğul en az üçü ifade ettiğinden buradaki üçüncü varlık İblis’tir. Şeytan insana muhaliftir. Muhalefet eşler ve çocuklar arasında da olur (Teğabun 64/14).

[2*] Bakara 2/34-39, A’raf 7/11-25, Hicr 15/28-43, İsra 17/61-65, Kehf 18/50, Sad 38/71-85.


(Taha 20/124)
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى
Kim de zikrimden[*] /Kitabımdan yüz çevirirse sıkıntılı bir hayatı olur. Onu kıyamet /mezardan kalkış günü mahşer yerine kör olarak getiririz.”

[*] Zikir kavramı için bkz Taha 20/14. ayetin dipnotu.


(Taha 20/125)
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يرًا
“Rabbim, beni mahşer yerine neden kör olarak getirdin? Halbuki ben gören biriydim[*]” der.

[*] İsra 17/72.


(Taha 20/126)
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى
Allah der ki: “Öyle ama ayetlerimiz sana geldi, sen de onları unuttun /aklından çıkardın. Bugün de sen, aynı şekilde unutulacaksın[*].”

[*] A’raf 7/51, Casiye 45/34, Secde 32/14.


(Taha 20/127)
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى
Aşırı giden ve Rabbinin ayetlerine güvenmeyenleri işte böyle cezalandırırız[1*]. Şüphesiz ki ahiretteki azap en çetin[2*] ve en kalıcı olandır.

[1*] Nisa 4/123

[2*] Çetin, ayetteki (’شديد) ‘şedîd’in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır (En'âm 6/160).


(Taha 20/128)
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
Kendilerinden önce nice nesilleri yok etmiş olmamız, onları yola getirmedi mi? Üstelik bunlar, onların yaşadığı yerlerde dolaşmaktadır. Yanlışlardan engelleyen bir akla sahip olanlar için bunda ayetler /göstergeler vardır[*].

[*] En’am 6/6, Secde 32/26.


(Taha 20/129)
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ
Rabbin tarafından evvelce verilmiş bir söz[1*] ve belirlenmiş bir ecel[2*] olmasaydı gereken mutlaka yapılırdı.

[1*] Nahl 16/61, Ankebut 29/53, Fatır 35/45 Şûrâ 42/14, Haşr 59/3.

[2*] Bkz. En’am 6/2 ve dipnotu


(Taha 20/130)
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى
Onların söylediklerine sabret /duruşunu bozma. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de her şeyi güzel yapmasına karşılık Rabbine ibadet et[1*]. Gece saatlerinde[2*] ve gündüzün bölümlerinde[3*] de ibadet et ki memnun kalasın[4*].

[1*] Güneşin doğmasından önce akşam, yatsı ve sabah namazları, batmasından önce de öğle ve ikindi namazları kılınır.

[2*] Gece, 3 ana bölümden oluşur. Eşite yakın uzunlukta olan birinci ve üçüncü bölümü alacakaranlık, ikisinin arası ve en uzun bölümü, gecenin ortasıdır (Müzzemmil 73/20). Akşamın alaca karanlığı iki bölümden oluşur. Birinci bölümü akşam namazı, ikincisi yatsı namazı vaktidir. Sabahın alaca karanlığı da ikiye ayrılır, birinci bölümü fecr-i kazib yani seher ve sahur vakti, ikincisi de fecr-i sadık yani sabah namazı vaktidir. Yatsının sonundan sabah namazı vaktine kadar olan kısım teheccüd namazı vaktidir (İsra 17/79). O vakitte farz namaz kılınmaz.

[3*] “Gündüzün bölümleri” anlamı verilen etraf’en-nehar (أطراف النهار) ifadesindeki etraf kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterdiğinden ayetin bu bölümü gündüz kılınacak nafile namazların en az üç vakitte olacağını gösterir. Bunlar kuşluk namazı ile öğle ve ikindinin sünnetleridir.

[4*] Farz namazların vakitlerini gösteren iki ayet “Namazı kıl!” emriyle başlar (Hud 11/114, İsra 17/78). Farz ve nafile namazların vakitlerini birlikte ifade eden ayetlerde ise “tesbih et” ifadesi kullanılır (Rum 30/17-18, Kaf 50/39-40, Tur 52/48-49,, İnsan 76/26). Türkçede tesbih etme fiili yalnızca belli sözlerin tekrar tekrar söylenmesi şeklinde anlaşıldığı için bu sözcük yerine “ibadet et” fiili kullanılmıştır.


(Taha 20/131)
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
İmtihan edelim diye, onlardan bazı kesimleri kat kat yararlandırdığımız dünya hayatının süslerine gözünü dikme. Rabbinin verdiği rızık daha hayırlı ve kalıcıdır[*].

[*] Tevbe 9/55, 85, Hicr 15/88.


(Taha 20/132)
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقًاۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى
Ailene namazı emret, sen de onu sebatla kıl[*]. Senden bir rızık istemeyiz, sana rızık veren biziz. Mutlu son, kendini yanlışlardan koruyan içindir.

[*] Ayetin metninde geçen es-salât (الصَّلَاة) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır. (Lisan’ul-Arab) Burada verilen emir, Allah'ın verdiği görevleri, onun rızası için sürekli yapmaktır. Her Müslüman’ın hiç aksatmadan yapması gereken tek ibadet namaz olduğu için ona da salat denmiştir.


(Taha 20/133)
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُولٰى
Dediler ki: “Bize Rabbinden bir mucize getirseydi ya[*]?” Önceki kitaplarda olanların açık belgesi (Kur’an) onlara gelmedi mi?

[*] Yunus 10/20, Ra’d 13/7, İsrâ 17/59, Ankebût 29/50-52.


(Taha 20/134)
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى
Kur’an gelmeden önce onları bir azap ile yok etseydik[*], derlerdi ki: “Rabbimiz! Böyle rezil hale düşüp sürünmeden önce keşke bize bir elçi gönderseydin de senin ayetlerine uysaydık.”

[*] İsra 17/15, Kasas 28/59, Zümer 39/71.

 


(Taha 20/135)
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى
De ki: “Herkes beklemektedir, siz de bekleyin. Yolu düzgün olanların kimler olduğunu, kimlerin doğru yola geldiğini yakında öğreneceksiniz[*].”

[*] En’âm 6/117, Kasas 28/85, Kalem 68/7.