ANKEBÛT

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için  bu kelimeyi “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabileceği için ona "ikramı bol" anlamını verdik. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. ayette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Ankebût 29/1)
الٓمٓ۠
Elif-Lâm-Mîm![*]

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı söylenebilir. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.

 


(Ankebût 29/2)
اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ
İnsanlar, sadece “inanıp güvendik” dediler diye zorlu imtihanlardan geçirilmeden[1*] kendi hallerine bırakılacaklarını mı sanıyorlar?[2*]

[1*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf  7/155), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.

[2*] Bakara 2/155, 214, Âl-i İmran 3/142, Tevbe 9/16, Nur 24/47-50, Kıyamet 75/36.


(Ankebût 29/3)
وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ
Şurası kesin ki biz onlardan öncekileri de zorlu imtihanlardan geçirdik. Sonunda Allah, doğru sözlü olanları elbette bilecektir. Elbette yalancıları da bilecektir.[*]

[*] Âl-i İmran 3/167, Muhammed 47/31. 

 

(Ankebût 29/4)
اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَسْبِقُونَاۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
Yoksa kötü işler yapanlar bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sanıyorlar?[1*] Verdikleri karar ne kötüdür!![2*]

[*] Enfal 8/59, Nahl 16/45-47.

[2*] Casiye 45/21.

 

(Ankebût 29/5)
مَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ اللّٰهِ فَاِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ لَاٰتٍۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Kim (ahirette) Allah ile karşılaşmayı bekliyorsa (bilsin ki) Allah’ın belirlediği ecel elbette gelecektir.[*] O daima dinleyen ve bilendir.

[*] Kehf 18/110.


(Ankebût 29/6)
وَمَنْ جَاهَدَ فَاِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ
Kim cihad ederse /elinden geleni yaparsa[1*] ancak kendisi için cihad eder.[2*] Yoksa Allah’ın hiçbir varlığa ihtiyacı yoktur.

ََ[1*] Cihad (جهاد), düşmanın, şeytanın veya arzuların baskısına karşı Allah’ın emrine uymak için verilen her türlü mücadeledir (Müfredat). Allah yolunda savaş, cihadın çok önemli bir parçasıdır. Birini doğru yoldan çıkarmak için gösterilen gayrete de cihad denir (Ankebut 29/8).

ََ[2*] İsra 17/15, Zümer 39/41.


(Ankebût 29/7)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَحْسَنَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ
İnanıp güvenen ve iyi işler yapmış olanların kötü işlerini kesinlikle örtecek ve onlara mutlaka yaptıklarının en güzeli ile karşılık vereceğiz.[*]

[*] Âl-i İmran 3/195, Enfal 8/29, Nahl 16/96-97, Kehf 18/88, Teğabün 64/9.

 


(Ankebût 29/8)
وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًاۜ وَاِنْ جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ ب۪ي مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَاۜ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Biz insana ana-babasına iyi davranma görevi yükledik. (Ey insan!) Annen-baban bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak sayman için seninle mücadele edecek olurlarsa sakın onlara boyun eğme! Dönüp geleceğiniz yer benim huzurumdur. O zaman size neler yaptığınızı bildireceğim.[*]

[*] İsra 17/23-24, Lokman 31/14, Ahkaf 46/15.


(Ankebût 29/9)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِح۪ينَ
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanları elbette iyilerin arasına katacağız.[*]

[*] Nisa 4/69, Fecr 89/27-30.


(Ankebût 29/10)
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ وَلَئِنْ جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ اَوَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ
İnsanlardan “Allah’a inanıp güvendik” diyenler vardır. (Öyle biri) Allah uğrunda eziyet gördüğü zaman insanların verdiği sıkıntıyı, Allah’ın azabıymış gibi sayar.[*] Rabbinden bir yardım gelse o zaman da mutlaka “Biz de sizinle beraberiz!” derler. Allah, herkesin sinesinde olanı en iyi bilen değil midir?

[*] Hac 22/11-15.


(Ankebût 29/11)
وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ
Allah inanıp güvenenleri elbette bilecektir. O, münafıkları /iki yüzlüleri de elbette bilecektir.[*]

[*] Bu ayet ve daha nice ayet, geleneksel kader anlayışının yanlışlığını açıkça ortaya koymaktadır. Kader, Allah Teâlâ’nın varlıklara, istediği kadar güç verip sınırlar koymasıdır (Mekâyîs’ul-luğa). Allah, yarattığı her şeye bir ölçü koyar (Kamer 54/49). İnsanın önünde, biri doğru, diğeri yanlış olmak üzere iki yol bulunur (İnsan 76/3-12). İmtihan, bilgi imtihanı değil, sabır ve cihad imtihanıdır. Bildikleri doğrulara uyanlar imtihanı kazanır, menfaatlerini öne alanlar ise kaybeder (Âl-i İmran 3/142, Tevbe 9/16, Ankebut 29/2-3, Muhammed 47/31).


(Ankebût 29/12)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبِعُوا سَب۪يلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْۜ وَمَا هُمْ بِحَامِل۪ينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍۜ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Kafirlik edenler, inananlara: “Siz, bizim yolumuzu takip edin! Biz sizin hatalarınızı da yükleniriz” derler. Halbuki onlar, müminlerin hatalarından hiçbirini yüklenecek değillerdir. Onlar kesinlikle yalancıdırlar.


(Ankebût 29/13)
وَلَيَحْمِلُنَّ اَثْقَالَهُمْ وَاَثْقَالًا مَعَ اَثْقَالِهِمْۘ وَلَيُسْـَٔلُنَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
Onlar kesinlikle kendi yüklerini ve yüklerinin yanında başka yükler de yüklenecekler.[*] Kıyamet /mezardan kalkış günü, uydurdukları şeylerden kesinlikle sorguya çekileceklerdir.

[*] Nahl 16/25.


(Ankebût 29/14)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا اِلٰى قَوْمِه۪ فَلَبِثَ ف۪يهِمْ اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَامًاۜ فَاَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
Nuh’u kendi halkına elçi göndermiştik.[1*] Aralarında dokuz yüz elli yıl kaldı.[2*] Sonunda onlar yanlışlara dalmış bir haldeyken tufan onları yakalayıverdi.[3*]

[1*] Nuh kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/59-64, Yunus 10/71-73, Hud 11/25-48, Mü’minun 23/23-30, Şuara 26/105-122, Saffat 37/75-82, Kamer 54/9-16, Nuh 71/1-28.

[2*] Tevrat’ta Nuh aleyhisselamın 500 yaşındayken çocuk sahibi olduğu (Yaratılış 5:32) ve toplam dokuz yüz elli yıl yaşadığı bildirilmektedir (Yaratılış‬ ‭9‬:‭28‬-‭29‬). Ayrıca Nuh’un ataları olan Adem, Şit, Enoş, Mahalel, Yeret’in de sırasıyla 930, 912, 895, 962 yıl yaşadıkları yazılıdır (Yaratılış 5:3-20). Bu bilgilere göre insan ömrünün o dönemde uzun olduğunu, sonra çevresel şartlar vb. vasıtalarla Allah tarafından kısaltıldığını düşünmek uygundur. 

 

 


(Ankebût 29/15)
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَصْحَابَ السَّف۪ينَةِ وَجَعَلْنَاهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ
Fakat biz Nuh’u ve gemide olanları kurtardık. Bu olayı herkes için bir ayet /bir gösterge yaptık.[*]

[*] Furkan 25/37, Kamer 54/9-15, Hadid 57/26, Hakka 69/11-1.


(Ankebût 29/16)
وَاِبْرٰه۪يمَ اِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
İbrahim’i de (elçi gönderdik). Bir gün halkına şöyle demişti: “Allah’a kulluk edin, O’na karşı yanlış yapmaktan sakının. Bilseniz sizin için hayırlı olan budur![*]

[*] En'am 6/74-81, Meryem 19/41-50, Enbiya 21/51-73, Şuara 26/69-89.

 

(Ankebût 29/17)
اِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَانًا وَتَخْلُقُونَ اِفْكًاۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقًا فَابْتَغُوا عِنْدَ اللّٰهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُۜ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Siz sadece Allah ile aranıza koyup putlaştırdıklarınıza[1*] kulluk ediyor ve asılsız şeyler uyduruyorsunuz.[2*] Allah ile aranıza koyup kulluk ettikleriniz, size rızık verecek güçte değillerdir.[3*] Öyleyse siz rızkı Allah katından arayın,[4*] O’na kulluk edin ve O’na şükredin /görevlerinizi yerine getirin. O’nun huzuruna çıkarılacaksınız.

[1*] “Putlaştırdıklarınız” diye meal verdiğimiz “evsan (أَوْثان)”, “vesen (وثن)” sözcüğünün çoğuludur. Vesen, -yalnızca fiziksel put olan “sanem (صنم)”den farklı olarak- ister fiziksel isterse hayali olsun, ilahlaştırılan her türlü varlığı gösterir (Lisan’ul-Arab). Buna göre evsan, elle yapılan putların yanı sıra ay, güneş, yıldızlar, türbeler, insanlar, kavram ya da ideolojiler gibi ilahlaştırılmış her türlü varlıktır. Vesen ile sanem arasinda mahiyet açısından fark olsa da şeri açıdan aynıdır, yani onlardan hangisine taparsa tapsın, tapan kişi müşrik olur.

[2*] Ankebut 29/25.

[3*] Maide 5/76, Nahl 16/73.

[4*] Yunus 10/31, Sebe 34/24, Fatır 35/3, Mülk 67/21.


(Ankebût 29/18)
وَاِنْ تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ اُمَمٌ مِنْ قَبْلِكُمْۜ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Eğer yalana sarılırsanız (bilin ki) sizden önceki toplumlar da yalana sarıldılar.[1*] Elçiye düşen, sadece açık bir tebliğden /ayetleri bildirmekten ibarettir.[2*]

[1*] Yunus 10/39, Hac 22/42-44, Sebe 34/45, Fatır 35/25, Zümer 39/25, Mülk 67/18.

[2*] Maide 5/92, 99, Nur 24/54, Teğabün 64/12.


(Ankebût 29/19)
اَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللّٰهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
Allah’ın yaratılışı nasıl başlattığını görmediler mi? O, sonra onu /yaratılışı tekrarlar.[*] Bu, Allah için kolaydır.

[*] Yunus 10/4, 34, Neml 27/64, Rum 30/11, 27.


(Ankebût 29/20)
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ بَدَاَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللّٰهُ يُنْشِئُ النَّشْاَةَ الْاٰخِرَةَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۚ
De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah’ın yaratmaya nasıl başladığına bir bakın!”[1*] Sonra Allah, son kez oluşturup geliştirecektir. Çünkü Allah her şeye bir ölçü koymuştur.[2*]

[1*] Enbiya 21/30, Fussilet 41/9-12

[2*] Allah, bütün varlıkları fıtrata yani bölünme kanununa göre yaratmıştır (İsra 17/51, Rûm 30/30, Fâtır 35/1, Şûrâ 42/11). Göklerin, yerin, insanların, hayvanların ve bitkilerin yapısı fıtrata göredir (Âl-i İmran 3/83, İsra 17/51, Hac 22/18, Nûr 24/41). Bu sebeple Allah Teala, ölü hale gelen toprağın yağmurlarla canlanıp bitkileri bitirmesini, yeniden dirilmenin örneği olarak göstermiştir (Rûm 30/19, Zuhruf 43/11, Kaf 50/9-11). İnsanın nasıl yaratıldığını ve ahirette yeniden yaratılışın nasıl olacağını, bitkilerin ve tüm canlıların oluşum, gelişim ve değişimini gözlemleyerek öğrenebiliriz.

 

(Ankebût 29/21)
يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْحَمُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَاِلَيْهِ تُقْلَبُونَ
Allah, azabı hak edene[1*] azap eder, ikramı hak edene de ikramda bulunur.[2*] (Sonunda) O’nun huzuruna döndürüleceksiniz.

[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

[2*] Bakara 2/284, Âl-i İmran 3/129, Maide 5/40, Fetih 48/14.


(Ankebût 29/22)
وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۘ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ۟
Siz, yerde de gökte de (Allah’ı) aciz bırakamazsınız. Allah ile aranıza girecek bir veliniz /yakınınız ve yardımcınız yoktur.[*]

[*] Nur 24/57, Fatır 35/44, Şûrâ 42/31.

 

 


(Ankebût 29/23)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَلِقَٓائِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Allah’ın ayetlerini ve O’nunla (ahirette) karşılaşmayı göz ardı etmekte direnenler var ya... İşte onlar rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir.[1*] Onlar için acıklı bir azap vardır.[2*]

[1*] Yusuf 12/87, Hicr 15/56.

[2*] Kehf 18/103-106.


(Ankebût 29/24)
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا اقْتُلُوهُ اَوْ حَرِّقُوهُ فَاَنْجٰيهُ اللّٰهُ مِنَ النَّارِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Halkının (İbrahim’e) cevabı sadece: “Onu öldürün veya yakın!” demeleri oldu. (İbrahim’i ateşe attılar) Fakat Allah onu ateşten kurtardı.[*] İşte bunda inanıp güvenen bir topluluk için kesin ayetler /göstergeler vardır.

[*] Enbiya 21/68-72, Saffat 37/97-98.


(Ankebût 29/25)
وَقَالَ اِنَّمَا اتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَانًاۙ مَوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُمْ بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُمْ بَعْضًاۘ وَمَأْوٰيكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَۗ
İbrahim dedi ki: “Dünya hayatında sadece aranızda bir kaynaşma olsun diye, putlaştırılmış varlıkları Allah ile aranıza koydunuz. Kıyamet /mezardan kalkış günü de biriniz diğerini tanımayacak ve yine biriniz diğerini lanetleyecektir /dışlayacaktır.[*] Sığınacağınız yer ateştir! Size yardım eden de olmayacaktır.”

[*] Bakara 2/165-167, A’raf 7/38, Ahzab 33/66-68, Ahkaf 46/5-6.


(Ankebût 29/26)
فَاٰمَنَ لَهُ لُوطٌۢ وَقَالَ اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Bunun üzerine Lût ona inandı. İbrahim dedi ki: “Ben Rabbime /onun uygun göreceği yere hicret ediyorum. Çünkü O, daima üstün ve bütün kararları doğru olandır.[*]

[*] Enbiya 21/71, Saffat 37/99. Bu  olay Tevrat’ın Yaratılış 12:1-3 pasajlarında da anlatılır.


(Ankebût 29/27)
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَجَعَلْنَا ف۪ي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ وَاٰتَيْنَاهُ اَجْرَهُ فِي الدُّنْيَاۚ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ
İbrahim’e İshak’ı ve (İshak’ın oğlu) Yakub’u bağışladık.[1*] Soyundan gelenlere nebilik ve kitap verdik.[2*] Onu dünyada ödüllendirdik. O, ahirette de kesinlikle iyilerden olacaktır.[3*]

[1*] Bu ifade, İbrahim aleyhisselamın, torunu Yakub’u gördüğünü gösterir (Hud 11/71, Meryem 19/49, Enbiya 21/72, Sâd 38/45-48, Sâffat 37/101-113).

[2*] Hadid 57/26.

[3*] Bakara 2/130, Nahl 16/120-122.


(Ankebût 29/28)
وَلُوطًا اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَۘ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ
Lut’u da (elçi gönderdik.)[1*] Bir gün halkına şöyle demişti: “Siz gerçekten o çirkin işi yapıyorsunuz /eşcinsel ilişkide[2*] bulunuyorsunuz! Hiçbir toplum bu işte sizin kadar ileri gitmedi![3*]

[1*] Lut Aleyhisselamın kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/80-84, Hud 11/77-83, Hicr 15/61-77, Enbiya 21/74-75,  Şuara 26/160-174, Neml 27/54-58, Ankebut 29/28-35, Saffat 37/133-138Zariyat 51/31-37, Kamer 54/33-40.

[2*] Eşcinsellik diye meal verdiğimiz kelime, el-fahişe (الْفَاحِشَةَ)’dir. Bu kelime Kur’an’da, eşcinsellik, lezbiyenlik ve zina anlamında kullanılmıştır (Nisa 4/15-16En’am 6/151, A’raf 7/33, Şûra 42/37, Necm 53/32). 

[3*] Lut kavmi, eşcinselliği ulu orta, zor kullanarak ve örgütlü bir şekilde yapıyordu (A’raf 7/80, Hud 11/78-79, Hicr 15/67-70, Neml 27/54, Kamer 54/37). Bu konuda onları geçen hiçbir toplum olmamıştı.


(Ankebût 29/29)
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ وَتَقْطَعُونَ السَّب۪يلَ وَتَأْتُونَ ف۪ي نَاد۪يكُمُ الْمُنْكَرَۜ فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتِنَا بِعَذَابِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Siz illâki erkeklere yanaşacak, yol kesecek ve toplandığınız özel yerlerde o kötü işi yapacaksınız, öyle mi?” Halkının ona cevabı sadece: “Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize Allah’ın azabını getir!” demeleri oldu.[*]

[*] A’raf 7/81-82, Şuara 26/165-167, Neml 27/55-56.

 
 

(Ankebût 29/30)
قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِد۪ينَ۟
Lut dedi ki: “Rabbim! Bu bozguncular topluluğuna karşı bana yardım et!”[*]

[*] Şuara 26/169.

 

(Ankebût 29/31)
وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰىۙ قَالُٓوا اِنَّا مُهْلِكُٓوا اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِۚ اِنَّ اَهْلَهَا كَانُوا ظَالِم۪ينَۚ
Elçilerimiz İbrahim’e bir müjde[1*] getirdiklerinde ona şunu da söylediler: “Biz, o şehrin halkını yok edeceğiz; çünkü oranın halkı yanlışlara dalmış bir halde!”[2*]

[1*] Hud 11/69, Zariyat 51/24-30

[2*] Hicr 15/57-60, Zariyat 51/31-37.


(Ankebût 29/32)
قَالَ اِنَّ ف۪يهَا لُوطًاۜ قَالُوا نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَنْ ف۪يهَاۘ لَنُنَجِّيَنَّهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
İbrahim: “Ama orada Lut var!” dedi.[1*] “Biz, orada kimin olduğunu iyi biliyoruz. Karısı hariç, onu ve ailesini kurtaracağız. Karısı ise (bedeninin) kalıntısı kalacak olanlardandır.”[2*] dediler.

[1*] Hud 11/74-76.

[2*]“(Bedeninin) Kalıntısı kalanlardan” anlamı verdiğimiz kelime “geride kalan” anlamındaki ğâbir (غابر)’dir (Lisan’ul-Arab). Bu kelime sadece, Lut kavmi ve Lut aleyhisselamın eşi ile ilgili olarak bu ayetle birlikte tam yedi ayette geçer. Onların hepsi, yanardağ patlaması sonucu lav külleri altında kalmışlardı (A’raf 7/83-84, Hicr 15/60, Şuara 26/171-174, Ankebut 29/32-35, Saffat 37/135-138). Kur’an’da yanardağ patlaması ile helak olduğu bildirilen diğer topluluk Ashab-ı fil’dir (Fil 105/1-4). Orada ğabir yerine “içi yenmiş bitki kabuğu gibi” ifadesi kullanılmıştır (Fil 105/5). Böyle bir bitkiye dışarıdan bakan biri, onun içinin boş olduğunu anlamaz. Buna göre yanardağ külleri altında kalan filler, insanlar ve diğer canlıların içi tamamen yok olmuş ve sadece dış kısmı kalmış olur (Saffat 37/137-138).

 

(Ankebût 29/33)
وَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ۠ اِنَّا مُنَجُّوكَ وَاَهْلَكَ اِلَّا امْرَاَتَكَ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Elçilerimiz /melekler, Lût’un yanına (erkek kılığında) geldiklerinde Lût onlar sebebiyle kötüleşti ve onlardan dolayı içi daraldı.[1*] Dediler ki: “Korkma, üzülme! Biz, seni ve aileni kurtaracağız; ama karın hariç. O, (bedeninin) kalıntısı kalacak olanlardandır.[2*]

[1*] Hud 11/77.

[2*] Ğâbir (غابر) için bkz. Ankebut 29/32’nin dipnotu.


(Ankebût 29/34)
اِنَّا مُنْزِلُونَ عَلٰٓى اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزًا مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Yoldan çıkmalarına karşılık biz, bu şehrin halkı üzerine gökten bir afet indireceğiz.”[*]

[*] Hicr 15/63-64.

 

(Ankebût 29/35)
وَلَقَدْ تَرَكْنَا مِنْهَٓا اٰيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Aklını kullanan /doğru bağlantılar kuran bir topluluk için o şehirden geriye açık bir ayet /gösterge bıraktık.[*]

[*] Hud 11/83, Hicr 15/74-77Zariyat 51/37.

 

(Ankebût 29/36)
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْبًاۙ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (elçi gönderdik).[*] Onlara dedi ki: “Ey halkım! Allah’a kulluk edin, ahiret gününden beklentiniz olsun. Bozgunculuk yaparak ortalığı birbirine katmayın.”

[*] Şuayb Aleyhisselamın kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/85-93, Hud 11/84-95, Hicr 15/78-79, Şuara 26/176-191Ankebut 29/36-37.

 

(Ankebût 29/37)
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۘ
Fakat onlar Şuayb’ı yalanladılar. Çok geçmeden onları öyle bir sarsıntı tuttu ki yurtlarında çöküp kaldılar.[*]

[*] A’raf 7/92-93, Hud 11/94, Şuara 26/189.


(Ankebût 29/38)
وَعَادًا وَثَمُودَا۬ وَقَدْ تَبَيَّنَ لَكُمْ مِنْ مَسَاكِنِهِمْ۠ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ وَكَانُوا مُسْتَبْصِر۪ينَۙ
(Hud’un kavmi) Âd ile (Salih’in kavmi) Semud’u da (helak ettik). Oturdukları yerler /harabeler, onların durumlarını size açık seçik ortaya koyar. Şeytan, yaptıklarını kendilerine süslü gösterdi ve onları yoldan çıkardı. Oysa onlar basiretli /ileri görüşlü kimselerdi.[*]

[*] İbrahim 14/945, Şuara 26/41, Fussilet 41/15-18, Necm 53/50-52, Hakka 69/4-8.


(Ankebût 29/39)
وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِق۪ينَۚ
Karun’u, Firavun’u ve Haman’ı da (helak ettik). Musa kendilerine açık belgeler getirince onlar, o topraklarda kibirlenmişlerdi. Helak olmaktan kurtulamadılar.[*]

[*] Âl-i İmran 3/11, A’raf 7/103, Enfal 8/52, 54, Yunus 10/75, Kasas 28/39.


(Ankebût 29/40)
فَكُلًّا اَخَذْنَا بِذَنْبِه۪ۚ فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًاۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُۚ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَاۚ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Onlardan her birini işlediği günah yüzünden yakaladık. Kimine taş-toprak savuran kasırga gönderdik,[1*] kimini yüksek bir ses yakaladı.[2*] Kimini yerin dibine geçirdik,[3*] kimini de suda boğduk.[4*] Allah onlara asla yanlış yapmadı; ama yanlışı onlar, kendilerine yapıyorlardı.[5*]

[1*] Hicr 15/74, Kamer 54/34.

[2*] Hud 11/66-67, 94, Hicr 15/83, 93, Mu’minun 23/41, Kamer 54/31.

[3*] Kasas 28/81.

[4*] Bakara 2/50, A’raf 7/64, Enfal 8/54, Yunus 10/73, Şuara 26/65-66, 120, Saffat 37/81-82.

[5*] Âl-i İmran 3/182, Mü’min 40/31, Fussilet 41/46.


(Ankebût 29/41)
مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ اِتَّخَذَتْ بَيْتًاۜ وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Allah ile aralarına koydukları evliyaya /kendilerine daha yakın gördüklerine tutunanların durumu, bir yuva edinen dişi örümceğin durumu gibidir. (Güven açısından) en zayıf yuva, kesinlikle dişi örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi![*]

[*] Allah ile aralarına koydukları evliyadan yardım isteyenlerin durumu, örümcek yuvasındakilere benzetilmiştir; onların hiçbir güvenceleri yoktur (Yasin 36/74-75). Evliya diyerek yapıştıkları kişiler, yarın onların karşılarında yer alacaktır (Meryem 19/81-82). Ayette örümceğin ağından değil, dişi örümceğin yuvasından söz edilmektedir. “Dişi örümcek ihtiyaç duyarsa yuvadaki erkeğini, hatta yavrularını bile yer. Bazı örümcek türleri, annelerini ve kardeşlerini de yiyebilirler. Bu sebeple örümcek yuvası, oraya uğrayanlar için tam bir tuzaktır (Sırrı Kar, “Araneae (Örümcekler)”, Arthropodoloji, ed. Z. Karaer, N. Dumanlı. (Medisan Yayınevi, 2015), 59-66). Tevrat’ta da Allah’ı görmezden gelen kimselerin Allah dışında edindikleri dayanakların zayıflığı, örümcek yuvasının zayıflığına benzetilmektedir (Eyüp 8:13-15).


(Ankebût 29/42)
اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Allah, onların, kendisiyle aralarına koyup yalvardıkları her şeyi bilir.[*] O, daima üstün ve bütün kararları doğru olandır.

[*] Âl-i İmran 3/5.


(Ankebût 29/43)
وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِۚ وَمَا يَعْقِلُهَٓا اِلَّا الْعَالِمُونَ
İşte bu örnekleri biz insanlar için veriyoruz. Bunların (gerçeklerle) doğru bağlantısını ancak bilgi sahibi olanlar kurabilir.[*]

[*] Allah her konuda örnekler verir (İsra 17/89, Kehf 18/45, Rum 30/58, Zümer 39/27). O örnekleri doğru anlamak ve doğru bilgiye ulaşmak için ayetlerle gerçekler arasındaki bağlantıları doğru kurmak gerekir. 

 

(Ankebût 29/44)
خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ۟
Allah gökleri ve yeri, o gerçek için (sizleri imtihan için)[1*] yaratmıştır. Bunda inanıp güvenenler için kesin bir ayet /gösterge vardır.[2*]

[1*] Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları, insanları ve cinleri zorlu bir imtihandan geçirmek için yaratmıştır. Bunu Hud Suresinin 7. ayetinde açıklamış, diğer ayetlerde de “(بِالْحَقِّ) o gerçek için” ifadesiyle buna işarette bulunmuştur (En'am 6/73, Hud 11/7, İbrahim 14/19, Hicr 15/85, Nahl 16/3, Rum 30/8, Zümer 39/5, Duhan 44/39, Casiye 45/22, Ahkaf 46/3, Tegabun 64/3).

[2*] Ankebut 29/61,63, 65.


(Ankebût 29/45)
اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Sana vahyedilen bu Kitabı bağlantılarıyla birlikte oku,[1*] namazı da düzgün ve sürekli kıl.[2*] Muhakkak ki namaz, cinsel günahlardan[3*] ve kötü şeylerden sakındırır. Allah’ın zikri[4*] (Kitabı) ise elbette her şeyden büyüktür (önemlidir). Allah, ustaca yaptığınız her şeyi bilir.

[1*] Kehf 18/27, Neml 27/92. Tilavet, birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanmasıdır (Müfredât). Gerektiği gibi tilavet ise kitabı doğru anlamak için birbiri ile bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır. Hem Kur’an hem de önceki kitaplar için “tilavet” kelimesinin kullanılması, yalnızca Kur’an’ın değil, önceki kitapların da bu metoda göre okunması gerektiğini gösterir. Bu metoda göre okuma yapan Ehlikitap, gelecek son kitaba inanma yükümlülüğünü kendi elindeki kitapta bulur ve bu nedenle Kur’an’a iman eder (Kasas 28/52).

[2*] Bakara 2/238, Hud 11/114, İsra 17/78, Müminun 23/9, Mearic 70/22-23.

[3*] ‘Cinsel günahlar’ diye tercüme ettiğimiz kelime fahşa’dır. Fahşa ile fahişe kelimelerinin ikisi de mastardır ve aynı anlamdadır (Araf 7/28). Mastar olduğu için çoğul anlamı da verilebilir. Bu ayette kelimeye çoğul anlamı vermemiz, Necm 53/32’den dolayıdır.

[4*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Zikretmek, o bilgiyi dikkate alıp kullanmaktır. Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/286).


(Ankebût 29/46)
وَلَا تُجَادِلُٓوا اَهْلَ الْكِتَابِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۗ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُٓوا اٰمَنَّا بِالَّذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَاُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَاِلٰهُنَا وَاِلٰهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Yanlış davranış içinde olanları hariç[1*] ehlikitapla /kitaplarında uzman kişilerle en güzel yöntemle mücadele edin[2*]. Onlara deyin ki: “Bize indirilene de size indirilene de inandık. Bizim ilahımızla sizin ilahınız birdir. Biz ona teslim olmuş kimseleriz[3*].”

[1*] Yanlış davranış içinde olanlar, Mümtahine 60/9. ayette belirtilenlerdir.

[2*] Al-i İmran 3/64, Nahl 16/125.

[3*] Bakara 2/135-137, Al-i İmran 3/84, Maide 5/59.


(Ankebût 29/47)
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَۜ فَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۚ وَمِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الْكَافِرُونَ
Onlara indirdiğimiz gibi sana da bu Kitabı indirdik. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, buna da inanırlar.[1*] Bunlardan da (Kitap vermediğimiz Mekkelilerden de) ona inananlar olacaktır. Zaten kafirlerden başkası ayetlerimizi bile bile inkar etmez.[2*]

[1*] Kendilerine verilen kitabın içeriğini bilenler Kur’an’ın, kitaplarını tasdik eden yapısını görünce onun Allah’ın indirdiği Kitap olduğunu anlar ve inanır. Onlardan bazıları, daha sonra yalana sarılır ve Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğu gerçeğini görmezden gelerek kafir olur (Bakara 2/89-90, 101, 121, Maide 5/83-85, Kasas 28/52). Bir kısmı da kitaplarının içeriğini bilmez, sadece zanna dayanır (Bakara 2/78).

[2*] Lokman 31/32.


(Ankebût 29/48)
وَمَا كُنْتَ تَتْلُوا مِنْ قَبْلِه۪ مِنْ كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَم۪ينِكَ اِذًا لَارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ
Sen bundan (Kur’an’dan) önce (vahyedilen) bir Kitabı ne okumuş ne de elinle yazmıştın. Öyle olsaydı batıla dalanlar kesinlikle şüpheye düşerlerdi.[*]

[*] Bu ayet tefsirlerde, Muhammed aleyhisselamın okuma yazma bilmediğine delil olarak kullanılır. Oysa Furkan 25/5 ayetine göre Mekkeliler, Kur’an’ın Muhammed aleyhisselama yazdırıldığını iddia ediyorlardı. Okuma yazma bilmeyen birisi hakkında böyle bir iddiada bulunulamaz. Öyleyse bu ayette kastedilen ve Muhammed aleyhisselamın  Kur’an’dan önce okuyup yazmadığı Kitap, Allah’tan gelen bir ilahi kitaptır. Demek ki Muhammed (a.s) Kur’an inene kadar Tevrat ya da İncil gibi bir ilahi metinle karşılaşmamıştır. 

 

(Ankebût 29/49)
بَلْ هُوَ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ ف۪ي صُدُورِ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الظَّالِمُونَ
Aslında Kur’an, (ilahi kitaplar hakkında) kendilerine ilim verilenlerin sinelerine sinmiş apaçık ayetlerdir. Zaten yanlışa dalanlardan başkası ayetlerimizi bile bile inkar etmez.[*]

[*] Ankebut 29/47.


(Ankebût 29/50)
وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَاتٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاِنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
“Ona Rabbinden ayetler /mucizeler indirilseydi ya!” dediler. De ki: “Mucizeler ancak Allah katındandır. Ben yalnızca açık bir uyarıcıyım.”[*]

[*] Yunus 10/20, Hud 11/12, Ra’d 13/7, 27, İsra 17/90-93, Furkan 25/7-8.

 


(Ankebût 29/51)
اَوَلَمْ يَكْفِهِمْ اَنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلٰى عَلَيْهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرٰى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟
(Peki) kendilerine bağlantılarıyla birlikte okunup duran bu kitabı sana indirmiş olmamız (mucize olarak) onlara yetmiyor mu?[1*] Bu kitapta, inanıp güvenen bir topluluk için kesinlikle bir ikram ve akılda tutmaları gereken bilgi vardır.[2*]

[1*] Nisa 4/82, Ra’d 13/43, Nahl 16/64, Şuara 26/192-200.Nebimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her nebiye mutlaka insanların inanmakta oldukları şeyler cinsinden bir mucize verilmiştir. Bana verilen mucize ise vahiydir /Kur’an’dır, bunu bana Allah vahyetmiştir. Bundan dolayı kıyamet günü, takipçisi en çok olan nebinin ben olacağımı ümit ediyorum." (Buharî, Fezâilu'l-Kur'ân 1, Î'tisâm 1; Müslim, İman 239 (152) Muhammed aleyhisselamın mucizesi Kur­‘an-ı Ke­rim’dir. Kur’an ile tanışan herkes onu ge­tirenin elçi olması gerektiğini anlar. Çünkü o, in­sanın yazabile­ceği bir kitap değildir. Bu, tıpkı İsa aleyhissela­mın Allah’ın izniyle ölü­leri diriltmesi, kuş heykeli yapıp Allah’ın izniyle üfü­rünce canlı hale gelmesi; Salih aley­hisse­lamın devesi gibi hiç bir insanın benzerini yapamayacağı bir muci­zedir. Ama o kuş uçup gider, dirilen kişi tekrar ölür ve deve kesilirse bunlar ondan sonra ge­lenler için mucize olma özelliğini yitirmiş olur. Kur’an-ı Kerim’in mucizeliği ise süreklidir. Onu dün­ya­nın neresinde, kim ne zaman okur ve manasını anlarsa onun bir mucize olduğunu ve onu geti­ren kişinin Allah'ın elçisi ol­ması gerek­tiğini kavrar. Al­lah Teâlâ Kur’an'ı koru­mayı bizzat üst­lendiği için onun mucizeliği kıya­mete kadar devam edecektir. Kur’an var oldukça Muhammed aleyhisselamın Allah'ın elçisi olduğuna inanma mecburi­yeti de var olacak ve yeni bir elçiye ihtiyaç kal­mayacaktır.

[2*] En'am 6/90, A'raf 7/2-3, Zariyat 51/55.


(Ankebût 29/52)
قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ شَه۪يدًاۚ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter.[1*] O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir.” Batıla inanıp Allah’ı görmezlikten gelenler var ya; işte onlar kaybedecek olanlardır.[2*]

[1*] Nisa 4/166, Ra'd 13/43.

[2*] Zümer 39/63.


(Ankebût 29/53)
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ وَلَوْلَٓا اَجَلٌ مُسَمًّى لَجَٓاءَهُمُ الْعَذَابُۜ وَلَيَأْتِيَنَّهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Eğer belirlenmiş bir zamanı olmasaydı o azap elbette gelirdi. O, onlara, kesinlikle ansızın gelecek ama gelişinin farkına bile varamayacaklardır.[*]

[*] En'am 6/57-58, Yunus 10/50-51, Nahl 16/1, Hac 22/47Şuarâ 26/202.

 

(Ankebût 29/54)
يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمُح۪يطَةٌ بِالْكَافِر۪ينَۙ
Senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. (Bilsinler ki) Cehennem kafirleri kesinlikle kuşatacaktır.[*]

[*] Tevbe 9/54.

 

(Ankebût 29/55)
يَوْمَ يَغْشٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
O gün azap, onları üstlerinden ve ayaklarının altından saracak ve Allah şöyle diyecektir: “Yapıp ettiklerinizin tadına varın bakalım!”[*]

[*] A’raf 7/40-41, İbrahim 14/49-50, Zümer 39/15-16, Hümeze 104/8.

 

(Ankebût 29/56)
يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ اَرْض۪ي وَاسِعَةٌ فَاِيَّايَ فَاعْبُدُونِ
Ey inanıp güvenen kullarım! Kuşkusuz benim toprağım geniştir; öyleyse siz yalnız bana kulluk edin.[*]

[*] Kafirlerin ağır baskıları altında kalanların kendi topraklarından ayrılıp uygun yerlere göç etmeleri gerekir. Nitekim İbrahim aleyhisselam ve Muhammed aleyhisselam, yaşadıkları topraklardan hicret etmiştir (Nisa 4/97, Tevbe 9/40, Zümer 39/10, Mümtahine 60/4-5).

 

(Ankebût 29/57)
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ اِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Her canlı ölümü tadacaktır. Sonra huzurumuza çıkarılacaksınız.[*]

[*] Âl-i İmran 3/185, Enbiya 21/35, Vakıa 56/60.


(Ankebût 29/58)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ مِنَ الْجَنَّةِ غُرَفًا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ نِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۗ
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanları kesinlikle, içlerinden ırmaklar akan cennet köşklerine yerleştireceğiz. Orada ölümsüz olarak kalacaklar. O işleri yapanların ödülü ne güzeldir![*]

[*] Nisa 4/57, 122, Tevbe 9/72, İbrahim 14/23, Taha 20/75-76, Zümer 39/20, Hadid 57/12, Teğabun 64/9, Talak 65/11, Beyyine 98/7-8.


(Ankebût 29/59)
اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Onlar sabreden /duruşunu bozmayan ve Rablerine güvenip dayanan kimselerdir.[*]

[*] Ra’d 13/22-24, Nahl 16/41-42, 96, Furkan 25/74-75.

 

(Ankebût 29/60)
وَكَاَيِّنْ مِنْ دَٓابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَاۗ اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Nice hareketli canlılar vardır ki kendi rızkını (yanında) taşımaz. Onlara da, size de rızık veren Allah’tır. O, daima dinleyen ve bilendir.[*]

[*] Hud 11/6, Hicr 15/20, Zariyat 51/58. 

 

(Ankebût 29/61)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۚ فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَ
Onlara, “Gökleri ve yeri ya­ratan, Güneş’i ve Ay’ı hizmete sokan kimdir?” diye sorsan kesinlikle “Allah’tır!” derler. Öyleyse yalana nasıl sürükleniyorlar?[*]

[*] Yunus 10/31, Mu’minun 23/84-89, Lokman 31/25, Zümer 39/38, Zuhruf 43/9-10, 87.


(Ankebût 29/62)
اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُ لَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Allah, kullarından tercih ettiği kişi için[1*] rızkı genişletir de daraltır da.[2*] Şüphesiz Allah her şeyi bilir.

[1*] Şâe (شاء) fiili için bkz. Ankebut 29/21.ayetin dipnotu.

 

 

 


(Ankebût 29/63)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ۟
Onlara “Gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra canlandıran kimdir?” diye sorsan yine “Allah’tır!” derler.[1*] De ki: “Her şeyi mükemmel yapmak[2*] Allah’a özgüdür.” Ama onların çoğu aklını kullanmaz /(gerçeklerle) doğru bağlantı kurmaz.

[1*] Ankebut 29/61.

[2*] “Hamd”, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için “güzel” yerine “mükemmel” kelimesini kullandık (Fatiha 1/2).
 

 


(Ankebût 29/64)
وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌۜ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Dünya hayatı ancak bir oyalanma ve oyundan ibarettir. Ahiret yurdundaki hayat ise asıl hayattır. Keşke bilselerdi![*]

[*] Bu ve benzeri ayetler (En’am 6/32, Muhammed 47/36, Hadid 57/20) ahiret hayatına nispetle dünya hayatının geçiciliğini vurgulamaktadır. Yapmamız gereken, dünyanın bir imtihan yeri olduğu gerçeğini akılda tutarak yaşamaktır (Kehf 18/7, Zariyat 51/56).


(Ankebût 29/65)
فَاِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ اِذَا هُمْ يُشْرِكُونَۙ
Gemiye bindiklerinde (bir tehlike hissederlerse) Allah’ın dinine bir şey katmadan sadece O’na yalvarırlar. Fakat Allah onları kurtarıp karaya çıkarınca bir de bakarsın ki yine şirk /ortak koşuyorlar![*]

[*] En’am 6/63-64, Yunus 10/22-23, İsra 17/67-69, Lokman 31/31-32.

 

 


(Ankebût 29/66)
لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۙ وَلِيَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Kendilerine verdiklerimizi görmezden gelsinler ve sefalarını sürsünler bakalım! İleride öğrenecekler![*]

[*] Nahl 16/53-55, Rum 30/33-34.


(Ankebût 29/67)
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا حَرَمًا اٰمِنًا وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْۜ اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَكْفُرُونَ
Çevrelerindeki (bölgelerden) insanlar zorla alınıp götürülürken, bizim (Mekke’yi) güvenli bir Harem (dokunulmaz bölge) yaptığımızı görmediler mi?[*] Hal böyleyken bâtıla inanıyorlar da Allah’ın nimetini görmezlikten mi geliyorlar?

[*] Bakara 2/126, İbrahim 14/35, Kasas 28/57, Tin 95/3, Kureyş 106/1-4.

 

(Ankebût 29/68)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِر۪ينَ
Bir yalanı Allah’a mâl eden veya gerçekler kendilerine geldiğinde yalana sarılandan daha büyük yanlış yapan kişi kimdir? Kafirler için cehennemde yer mi yok?[*]

[*] En’am 6/21-93, A’raf 7/37, Yunus 10/17, Hud 11/18Zümer 39/32.

 

(Ankebût 29/69)
وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَاۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِن۪ينَ
Biz, uğrumuzda cihad edenleri /elinden geleni yapanları[1*] elbette yollarımıza yönlendiririz. Allah elbette güzel davrananlarla beraberdir.[2*]

[1*] Cihad için bkz. Ankebut 29/6. ayetin dipnotu.

[2*] Nisa 4/175, Maide 5/16, Tevbe 9/20-22, 88-89, Hac 22/54.