FÂTİHA

(Fâtiha 1/1 TEFSİR)
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

Fâtiha “açan, açılış, başlangıç” anlamlarına gelir. Kur’an’ın ilk sûresi olduğu için bu ismi almıştır. Nebîmiz aleyhisselam şöyle demiştir: “El-hamdu lillâhi Rabbil âlemîn (yani Fatiha Suresi), bana verilmiş yedi mesânî, muazzam ayet kümesidir.” (Buhârî, Tefsir, 1; Nesâî, İftitah, 26.) Bu hadis şu ayete dayanır: “Sana o mesânîden (ikişerli yapıda düzenlenmiş Kur’an âyetlerinden) yedisini, o muazzam ayet kümesini verdik.”(Hicr 15/87). Mesânî (مثَانِي), “ikişerliler” demektir. Kur’an-ı Kerim, muhkemler yani kısa ve özlü hükümler içeren ayetler ile müteşâbihler yani onların benzeri olup onları açıklayan ayetlerden oluşur (Âl-i İmran 3/7). Birbiriyle benzeşen ayetlerin oluşturduğu her bir kümedeki ayet sayısı iki ve katları şeklindedir. Böyle ikişerli yapıdaki kümeye “mesânî” denir. Kur’an’ın kendisi de mesanidir (Zümer 39/23). Kur'ân’ın girişinde yer alan ve yedi ayetten oluşan Fatiha’nın mesânî olması, her bir ayetinin Kur’an’daki diğer ayetlerle, bir küme oluşturacak şekilde benzeştiğini ifade eder. Bu benzeşme Fatiha’yı, Kur'ân’ın özeti yapar. Bu yüzden Fatiha’ya muazzam âyet kümesi denmiştir. Fatiha’nın yedi mesânî olması, besmelenin, onun ilk ayeti olmasını da gerektirir. Aksi takdirde Neml 27/30’daki besmelenin mesânisi olmaz ve mesani sistemi bozulur. Sûre başlarındaki besmelelerin ayrı ayetler sayılması halinde de mesânî ilişkisi devam eder; çünkü Tevbe suresinin başında besmele bulunmayıp Neml Suresi’nin içinde bir besmele daha olması bütün besmeleleri toplamda 114 yani yine ikişerli yapar. 

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için  bu kelimeyi “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabileceği için ona "ikramı bol" anlamını verdik. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. ayette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Fâtiha 1/2 TEFSİR)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
Her şeyi mükemmel yapmak,[*] bütün varlıkların Rabbi[*]/Sahibi olan Allah’a özgüdür.

[1*] “Hamd”, birini yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir (Lisan’ul-arab). Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için “güzel” yerine “mükemmel” kelimesini kullandık.

[2*] Rab kelimesinin Türkçe karşılığı “sahip”tir. Evin sahibine rabb’ud-dâr = evin rabbi (Müfredât), sermaye sahibine de rabb’ul-mal = sermayenin rabbi denir. Yusuf aleyhisselam, kralın gönderdiği köleye şöyle demişti: “Rabbine dön de sor bakalım, ellerini kesen kadınların derdi neymiş? Benim Rabbim onların oyunlarını bilir.” (Yusuf 12/50) Bu ayette “rab” kelimesi önce “kölenin sahibi olan kral” anlamında, daha sonra da “herşeyin sahibi olan Allah” anlamında kullanılmıştır.  

 

(Fâtiha 1/3 TEFSİR)
اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ
İyiliği sonsuz, ikramı bol olan,[*]

[*] Rahman ve rahim kelimelerinin anlamı için bkz: Fatiha 1/1. Ayetin dipnotu.

 


(Fâtiha 1/4 TEFSİR)
مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ
yapılan her şeyin karşılığını bulacağı[1*] günün sahibi olan Allah’a (özgüdür).[2*]

[1*] “Her şeyin karşılığını bulacağı gün” diye tercüme edilen ifade, “din günü” anlamına gelen “yevm’ud din”dir. Din kelimesi “âdet, durum, yapılan işe karşılık vermek, verilen karşılık ve itaat /boyun eğme” anlamlarına gelir (Sıhâh). Din, Kuran’da insanın kabul edip ona göre yaşamaya söz verdiği sistem anlamına da gelir (Âl-i İmran 3/19, Kafirun 109/6). Allah’ın dininde boyun eğilecek olan yalnızca Allah’tır. “Din günü” de dünyada yapılanların karşılığının alınacağı Ahiret günüdür (Nûr 24/25, Saffat 37/19-20, Sad 38/78, Zâriyât 51/6 12-13, Vakıa 56/56, Mearic 70/26, Müddessir 74/46, İnfitar 82/9, 15-19).

[2*] Hesap günü tek yetkili Allah’tır. O gün hiç kimsenin bir başkası lehine  bir şey yapma yetkisi olmayacaktır (Hac 22/56, Furkan 25/26, Hac 22/56, Furkan 25/26, Zümer 39/43-44, Mü'min 40/16, Casiye 45/27, İnfitâr 82/17-19).

 

(Fâtiha 1/5 TEFSİR)
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ
(Allah’ım!) Kulluğu doğrudan sana yapar[1*] yardımı da doğrudan senden isteriz.[2*]

[1*] “Kulluk etme” anlamı verdiğimiz kelime, “ibadet (عبادة)”tir. Arapçada ibadet; kendini aşağı seviyede görerek boyun eğmek anlamına gelir (Müfredat). Türkçede ise ibadet denince akla yalnızca namaz, oruç, zekat gibi görevler gelir. Bu yüzden mealde kelimenin Arapçadaki geniş anlamını yansıtan "kulluk etme" ifadesi kullanılmıştır. Birçok ayette insanların Allah ile aralarına koydukları kişi veya varlıklara kulluk ettikleri bildirilir. Ama Allah Teala, böyle bir kulluğu kabul etmez (Tevbe 9/31, Yunus 10/18, Zümer 39/3).

[2*] Yardımı doğrudan Allah’tan istemek, ondan bir şey isterken araya aracı koymamaktır (Cin 72/20). Çünkü bazıları Allah’ı, ulaşılamaz konumda sayar, Allah’a yakın gördüğü bir varlığı araya koyarak (Zümer 39/3) yardımı onun aracılığı ile ister ve araya koyduğu şeyi, ilahlık seviyesine yükseltmiş olur. Halbuki Allah, insana sinir uçlarından daha yakındır (Kâf 50/16). Aslında bunu onlar da hissettikleri için, sıkışınca aracıları unutup doğrudan Allah’a yönelir, yardımı ondan isterler. Ama sıkıntıları geçince tekrar aracılara yönelirler (En’am 6/63-64, İsra 17/67, Ankebût 29/65-66).  İnsanlar birbirinden yardım isteyebilirler. Çünkü Allah, iyilik ve takva /yanlışlardan sakınma konusunda yardımlaşmayı emretmiş; günah işleme ve düşmanlık etme konusunda yardımlaşmayı (Maide 5/2), bir de bir şey isteyene karşı ilgisiz davranmayı yasaklamıştır (Duha 93/10).

 


(Fâtiha 1/6 TEFSİR)
اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ
Bizi dosdoğru olan yola[1*] yönelt;[2*]

[1*] Sırat-ı müstakim “doğru yol” demektir. Bu yolda olmak yalnızca Allah’a kulluk etmekle olur. (Âl-i İmrân 3/51Yâsîn 36/60-61). Yalnızca Allah’a kulluk ise onun kitabına sarılmakla mümkündür. (En’âm 6/151-153, Zuhruf 43/43). 

[2*] “Bizi doğru yoluna kabul et” diye tercüme edilen ifadenin birebir karşılığı “bizi sırat-ı müstakime hidayet et” şeklindedir. Hidayet, nazikçe yol göstermektir (Müfredat). Allah’ın hidâyeti dört çeşittir: Birincisi; varlığını, birliğini ve her şeyden yakın olduğunu her vesileyle göstermesidir. Bu yüzden Allah, yanlış yola girenleri bir şekilde uyarır (Şems 91/8-10, En’âm 6/125). Allah’ı, ulaşılamaz görüp araya aracılar koymayı müşriklik sayar ve bu davranışı asla bağışlamaz (Nisâ 4/48, 115-117). İkincisi, iyiyi kötüden ayırma özelliği verdiği insana doğruyu bulmasında rehberlik etmesidir (Enfal 8/29). Üçüncüsü, indirdiği kitaplarla yol göstermesidir. Bu yüzden o kitapların her biri birer hüdâ yani rehberdir (Bakara 2/2, 38). Dördüncüsü de doğru tercihte bulunan herkesi yoluna kabul etmesi ve doğru yolda olduğunu onaylamasıdır (İbrahim 14/4).

 
 

(Fâtiha 1/7 TEFSİR)
صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ
kendilerine nimet verdiğin kimselerin[1*] yoluna; öfkeni hak etmemiş[2*] ve yoldan çıkmamış[3*] olanların yoluna yönelt! (Âmin)[4*]

[1*] Allah’ın nimet verdiği kimseler; nebiler, doğru kişiler, bilginler ve iyilerdir (Nisâ, 4/69).

[2*] Öfke, Arapçadaki "gazab'ın" karşılığıdır. Öfkeyi hak etmiş olanlar, ilgili ayetler ışığında şunlardır: Bir kısım Yahudiler (Bakara 2/61, 90; Âli-İmrân 3/112; Mâide 5/60A´râf 7/152), bir mümini kasten öldürenler (Nisâ 4/93), hakikate karşı direnenler (A´râf 7/71), savaş meydanından kaçanlar (Enfâl 8/16), dinden dönenler (Nahl 16/106), taşkınlık yapanlar (Tâhâ 20/81), Allah hakkında haksız tartışmaya girenler (Şûrâ 42/16), iffetsiz olduğu halde kendini temize çıkarmak için kocasına iftira atan kadınlar (Nûr 24/9), münafık erkek ve münafık kadınlar ile müşrik erkek ve müşrik kadınlar (Fetih 48/6).

[3*] Yoldan çıkanlar şunlardır: Allah'ın ayetlerini yalanlayanlar (Mü'minun 23/105-106), inandıktan sonra kâfir olanlar (Maide 5/12), Allah'ın yolundan engelleyenler (Nisa 4/167), din konusunda haddi aşanlar (Maide 5/77), zanna uyanlar (Enam 6/116), dünya hayatını ahiret hayatına tercih edenler (İbrahim 14/3), Allah’a ortak koşanlar (Nisa 4/116), fasıklar (Maide 5/108; En'am 6/77), Allah'tan başkasına dua edenler (Ahkaf 46/5; Hac 22/12), Şeytanları Allah ile aralarına koyup kendilerine veli edinenler (A´raf 7/30), zalimler (Meryem 19/38), Allah’a ve Resulüne isyan edenler (Ahzab 33/36), Allah'ın zikrine /kitabına karşı katı tutum sergileyenler (Zümer 39/22), Allah'ın davetçilerinin çağrısını kabul etmeyenler (Ahkaf 46/32), kıyameti inkar edenler (Şura 42/18), münafıklar (Bakara 2/8-16), Allah'ın indirdiği kitapları gizleyenler (Bakara 2/174-175), kâfirler (Nisa 4/136), müşrikler (Nisa 4/116İbrahim 14/30), dünya malına ve süslerine kapılıp haktan uzaklaşanlar (Yunus 10/88), nefsinin arzularına uyanlar (Yusuf 12/30), Allah'ın kitabından uzaklaşanlar (Taha 20/52Lokman 31/6), Allah'ın kitabından bir delil getirmeden Allah hakkında konuşanlara uyanlar (Hac 22/8-9), kötüleri dost edinenler (Furkan 25/28-29), hakikati yalanlayanlar (Kalem 68/7-8). 
 
[4*] Âmîn, duanın arkasından söylenen “Allah'ım kabul et!” anlamında bir sözdür (Lisanu’l-Arab). Kelime Kur’an’da geçmez. Nebîmizin, namaz kıldırırken Fâtiha'yı bitirmesinin ardından âmîn dediği, cemaatin de âmîn demesini istediği rivayet edilmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 2; Müslim, “Salât”, 62, 87).