NEML

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Neml 27/1)
طٰسٓ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ وَكِتَابٍ مُب۪ينٍۙ
Tâ-Sîn[1*]! Bunlar Kur’ân’ın[2*], apaçık olan Kitab’ın ayetleridir[3*].

[1*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.

Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.

[2*] Kur'ân, karaa (قرأ) fiilinin mastarı olan kur’ (القُرْء) veya kar’ (القَرْء)’dan türetilmiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab).  Arapçada kur’ân (قُرْآنً)’ın çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن) kelimesine kur’ânlar diye de anlam verilebilir.

[3*] Hicr 15/1.

 


(Neml 27/2)
هُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ
İnanıp güvenenler için bir rehber ve bir müjdedir[*].

[*] Nahl 16/89.


(Neml 27/3)
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
Onlar, namazı düzgün ve sürekli kılan, zekatı da veren kimselerdir. Ahirete inancı tam olanlar onlardır[*].

[*] Bakara 2/3-5, Lokman 31/4-5.


(Neml 27/4)
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ
Ahirete inanmayanlara ise işlerini güzel gösteririz[*]. Onlar bocalar dururlar.

[*] Bakara 2/212, En’am 6/43,122.


(Neml 27/5)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَهُمْ سُٓوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ
Onlar, kötü bir azabı hak etmiş kimselerdir; onlar ahirette de değerlerini büsbütün yitirecek olanlardır.


(Neml 27/6)
وَاِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْاٰنَ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ عَل۪يمٍ
Şüphesiz bu Kur’ân sana, kararları doğru olan ve her şeyi bilen (Allah) katından ulaştırılmaktadır.


(Neml 27/7)
اِذْ قَالَ مُوسٰى لِاَهْلِه۪ٓ اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَارًاۜ سَاٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ اٰت۪يكُمْ بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ
Bir gün Musa ailesine şöyle demişti: “Bir ateş farkettim. Ondan size bir haber getiririm ya da ısınabilmeniz için ateşin korundan bir parça getiririm[*].”

[*] Taha 20/9-10, Kasas 28/29.


(Neml 27/8)
فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Oraya vardığında şöyle seslenildi: “Bu ateşte ve çevresinde olan kişiler bereketli kılınmışlardır[*]. Varlıkların sahibi olan Allah’, her türlü eksiklikten uzaktır.

[*] Taha 20/11-13.


(Neml 27/9)
يَا مُوسٰٓى اِنَّهُٓ اَنَا۬ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ
Ey Musa! Ben daima üstün ve bütün kararları doğru olan Allah’ım[*]!

[*] Taha 20/12; Kasas 28/30.


(Neml 27/10)
وَاَلْقِ عَصَاكَۜ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْۜ يَا مُوسٰى لَا تَخَفْ اِنّ۪ي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَۗ
“Değneğini at!” (dedi, o da attı[1*].) Değneğin yılan gibi kıvrıldığını görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı[2*]. (Allah şöyle dedi:) “Korkma Musa! Elçi olarak görevlendirilenler benim huzurumda korkmazlar[3*].

[1*] Taha 20/20, Kasas 28/31.

[2*] Aynı olay Tevrat /Mısır’dan Çıkış 4:2-3 pasajlarında anlatılmaktadır.

[3*] Taha 20/17-21 Kasas 28/31.


(Neml 27/11)
اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْنًا بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Yanlış yapan başka[1*]. O da yaptığı kötülükten sonra onun yerine iyilik yaparsa[2*] (bilsin ki) şüphesiz ben daima bağışlayan ve ikramı bol olanım[3*].

[1*] Bu ayet nebilerde ismet sıfatı olmadığının yani nebilerin günahlardan korunmuş olmadıklarının delillerindendir (Nisa 4/105-107, Enfal 8/67-68, Tevbe 9/43, Hud 11/12, İsra 17/73-75, Tahrim 66/1-2).

[2*] Yanlış yapanlar, yanlışlarının arkasından onu giderecek bir iyilik yapsalar bile affedilmeyeceklerinden korkabilir. Nitekim Adem aleyhisselam ve eşi İblis’e uyarak yasak meyveden yemişlerdi. Allah onları uyarınca Adem ve eşi, tevbekar olmuş ve korkularını şöyle dile getirmişti: “Rabbimiz! Biz kendimizi kötü duruma düşürdük. Bizi bağışlamaz ve ikramda bulunmazsan kaybedenlerden oluruz.” (A’raf 7/23)

[3*] Nisa 4/17-18, Taha 20/82, Furkan 25/70-71.


(Neml 27/12)
وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ
Elini koynuna sok; lekesiz, bembeyaz olarak çıksın. Bu, Firavun’a ve halkına göstereceğin dokuz ayetin[*]/mucizenin içindedir. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir halktır.”

[*] İsra 17/101.


(Neml 27/13)
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ
Ayetlerimiz /mucizelerimiz onlara, gerçeği gösterecek şekilde gelince: “Bunlar apaçık sihirdir.” dediler[*].

[*] Yunus 10/76.


(Neml 27/14)
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّاۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟
Mucizelerimiz hakkında, içlerinde bir şüphe kalmadığı halde yanlış yaparak ve büyüklenerek onları bile bile inkar ettiler[*]. Bak bakalım, o bozguncuların sonu ne oldu.

[*] Bütün kafirler önce inanır, sonra hesaplarına gelmediği için ayetleri inkar ederler (Al-i İmran 3/106).


(Neml 27/15)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْمًاۚ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Biz, Davud’a ve Süleyman’a bir ilim verdik[*]. Onlar şöyle dediler: “Her şeyi mükemmel yapmak bizi, mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah’a özgüdür.”

[*] Enbiya 21/79.


(Neml 27/16)
وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ
Süleyman, Davud’un varisi oldu. Dedi ki: “Ey insanlar! Bize iki kanatlıların[1*] dili öğretildi ve her şeyden verildi[2*]. İşte bu, açık bir lütuftur.”

[1*] Yerde hareket eden tüm canlılar ve iki kanadıyla uçanlar, tıpkı bizim gibi birer toplumdur. Kıyamet günü onlar da Allah’ın huzurunda toplanacaktır (En’am 6/38). Nebimiz şöyle demiştir: “Kıyamet günü, boynuzsuz koyunun hakkı, boynuzlu koyundan dengiyle alınacaktır” (Müslim, Birr 60, Tirmizî, Kıyâmet 2). Hayvanlar imtihana tabi olmadıkları için kararlarını akıllarıyla verir, Allah’ın dininden bir başka dini kabul edemezler (Al-i İmran 3/83). Süleyman aleyhisselama iki kanatlıların dili öğretilmiş ve bunlar, kuşlar ve karıncalarla örneklendirilmiştir (Neml 27/16-19). Bu ayetlerden, onların da yeni bilgiler edindiklerini, o bilgileri değerlendiklerini ve yalan kurgular peşinde de olabileceklerini öğreniyoruz. İnsan, onlardan farklı olarak bir ruha sahip olduğu için kararlarını gönlüyle verir. Gönlü ile aklı arasında tam bir uyum kurarak yanlışlardan sakınanlar imtihanı kazanır, diğerleri kaybeder (Bakara 2/2,177, Zümer 39/32-35).

Ayette geçen mantık’at-tayr (مَنطِقَ الطَّيْرِ) kavramı, “kuş dili” diye çevrilmektedir. Oysa karıncalar kuş değildir ama 18 ve 19. ayetlere göre Süleyman aleyhisselam onların dilini de bilmektedir. Karıncalar, biyolojik sınıflandırmada, zar kanatlılar takımında bulunurlar. Üreyebilen özellikteki karıncalar, çiftleşme dönemlerinde kanatlanırlar. Zaten (طيْر) tayr, havada uçan ya da yolculuk eden bütün kanatlılar için kullanılır (Müfredat).

[2*] Enbiya 21/81-82, Sebe 34/12-13, Sad 38/35-39.


(Neml 27/17)
وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ
Cinler, insanlar ve uçan hayvanlardan oluşan orduları, Süleyman’ın önünde toplandı. Hepsi düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı.


(Neml 27/18)
حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Karınca vadisine vardıklarında kraliçe karınca[*] şöyle dedi: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin de Süleyman ve orduları farkına varmadan sizi ezmesinler.”

[*] Ayette geçen “neml” (النمل) kelimesi karınca cinsinden tüm canlıları ifade için kullanılır. Ayette yer alan “nemle” (النملة) kelimesi ise dişil yapıda olsa da erkek ve dişi ayrımı yapılmaksızın tek bir karıncayı ifade eder. Bunun yanı sıra bu karıncanın Süleyman ve ordularını tanıması, onlar hakkında bir değerlendirme yapması ve diğer karıncalara emreder şekilde konuşması onun karıncaların lideri konumunda olduğunu da gösterir. Bu sebeple dişil yapıdaki nemle kelimesine mealde kraliçe karınca anlamı verilmiştir. Nitekim arılar gibi karıncalar da çoğunlukla tek bir kraliçe tarafından yönetilen koloniler halinde yaşayan canlılardır. Kraliçe, döllenme döneminde kanatlanan erkek karıncalar tarafından çiftleşme uçuşuna çıkarak döllenir ve tüm koloninin üremesini sağlar. Yani kolonideki her bireyin annesidir. Kolonideki diğer dişi karıncalar en büyük kalabalığı oluştururlar ve koloninin türüne göre tarım, avcılık, savaşçılık gibi işlerden sorumludurlar. Ayrıca her kolonide güvenlik, yavruların eğitimi ve yetiştirilmesi, kraliçenin yakın koruması ve özel hizmetleri de bu dişi işçi karıncalar tarafından yerine getirilir. Kraliçe karıncalar 90 yıl yaşayabilirler. Bazı türlerde yüzlerce kraliçe karınca da olabilmektedir.


(Neml 27/19)
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ
Süleyman, karıncanın sözünden dolayı tebessüm etti ve şöyle dedi: “Rabbim! Bana destek ver ki hem bana hem anneme-babama verdiğin nimetlere şükredeyim hem de senin razı olacağın iyi işler yapayım. İkramınla da beni iyi kullarının arasına kat[*].”

[*] Ahkaf 46/15.


(Neml 27/20)
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ
Süleyman kuşları teftiş etti. “Neden Hüdhüd’ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?” dedi.


(Neml 27/21)
لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَد۪يدًا اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ
“Kesinlikle ona çetin bir azap vereceğim veya onu keseceğim. Ya da bana açık bir delille gelecek.


(Neml 27/22)
فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَاٍ بِنَبَاٍ يَق۪ينٍ
Az bir süre bekledi, Hüdhüd çıkageldi ve dedi ki: “Senin tam olarak bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe’den[*] sağlam bir haber getirdim.

[*] Yemen’de hüküm sürmüş eski bir devlet.


(Neml 27/23)
اِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ
Onlara hükümdarlık eden bir kadın gördüm; ona her şeyden verilmiş, büyük de bir tahtı var.


(Neml 27/24)
وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ
Onu ve halkını, Allah’tan önce Güneş’e secde ederlerken gördüm. Şeytan, yaptıklarını güzel göstermiş ve onları Allah'ın yolundan engellemiş de doğru yolda gitmiyorlar.


(Neml 27/25)
اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
Bunu, göklerde ve yerde gizli olan her şeyi ortaya çıkaran, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilen Allah’a secde etmesinler diye yapmış.


(Neml 27/26)
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
Allah, kendisinden başka ilah olmayandır. O, o büyük arşın[*] sahibidir.”

[*] Arş, üst yönetim makamını gösteren mecaz ifadedir (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Türkçede onun yerine padişahlar için "taht", diğer yöneticiler için "koltuk" kelimesi kullanılır.


(Neml 27/27)
قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Süleyman dedi ki: “Doğru mu söylüyorsun yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz!


(Neml 27/28)
اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ
Şu mektubumu götür, onlara bırak, sonra kenara çekil de ne yapacaklarına bak.”


(Neml 27/29)
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ
Kraliçe dedi ki: “Ey ileri gelenler! Bana değerli bir mektup bırakıldı;


(Neml 27/30)
اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ
Süleyman’dan. Mektup şöyle: ‘Bismillahirrahmanirrahim /İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla!


(Neml 27/31)
اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟
Bana karşı diklenmeyin! Teslim olarak bana gelin!’


(Neml 27/32)
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْرًا حَتّٰى تَشْهَدُونِ
(Kraliçe) Şöyle dedi: “Ey ileri gelenler! Bu işimde bana sağlam bir görüş bildirin. Sizlerle görüşmeden hiçbir işe karar vermem.”


(Neml 27/33)
قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ
Dediler ki: “Biz kuvvetliyiz, savaş gücümüz de yüksektir; ama son karar senin. Ne emredeceğini düşün.”


(Neml 27/34)
قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
Kraliçe dedi ki: “Krallar bir ülkeye girdiler mi oranın düzenini bozarlar, halkın güçlü ve şerefli olanlarını hor ve hakir duruma düşürürler. Bunlar da öyle yapacaklardır.


(Neml 27/35)
وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ
Ben onlara bir hediye göndereceğim ve elçilerin[*] ne ile döneceklerine bakacağım.”

[*] Aynı kökten olan resul ve mürsel kelimeleri mutlak olarak “elçi” anlamındadır. Bunlar, Allah’ın gönderdiği elçiyi ifade edebileceği gibi bir insanın bir başkasına gönderdiği elçi için de kullanılır (Yusuf 12/50). Bu ayette geçen “mürsel”, Sebe kraliçesinin Süleyman’a gönderdiği elçidir. Aynı kelime, Allah’ın gönderdiği elçiler için de kullanılır (Yasin 36/3).


(Neml 27/36)
فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ
Elçi Süleyman’a gelince Süleyman dedi ki: “Bana maddî destekte mi bulunuyorsunuz? Allah’ın bana verdikleri, size verdiklerinden değerlidir. Üstelik siz, verdiğiniz hediye ile övünürsünüz.


(Neml 27/37)
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ
Onlara geri dön! (Teslim olmazlarsa) Kesinlikle karşı koyamayacakları ordularla geliriz ve onları, kesinlikle hor, hakir ve küçük düşürülmüş olarak oradan çıkarırız.”


(Neml 27/38)
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ
Süleyman dedi ki: “Ey ileri gelenler! Onlar teslim olmuş bir şekilde bana gelmeden önce hanginiz o kadının tahtını bana getirir?”


(Neml 27/39)
قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ
Cinlerden bir ifrit[*] dedi ki: “Sen makamından kalkana kadar onu sana getiririm. Bu konuda kesinlikle güçlü, güvenilir biriyim.”

[*] Buradaki ifrit, cinlerin ifritlerinden yani önde gelenlerinden biridir. Çünkü cinlere de hükmeden Süleyman aleyhisselamın söylediği “Ey ileri gelenler!” (Neml 27/39) sözünün muhataplarındandır.


(Neml 27/40)
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ
Kitaptan[1*] bilgisi olan kişi ise dedi ki: “Sen gözünü açıp kapayıncaya kadar onu sana getiririm.” Süleyman tahtı yanı başında görünce "Bu, Rabbimin /Sahibimin lütfundandır." dedi. “Bu, onun beni denemesi içindir; ona karşı görevlerimi yerine mi getireceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim? Kim şükrederse /görevlerini yerine getirirse[2*] sadece kendisi için yerine getirir. Kim de nankörlük ederse Rabbimin kimseye ihtiyacı yoktur, o cömerttir.”

[1*] Bu kitap, Süleyman aleyhisselama indirilmiş olan kitaptır (Al-i İmran 3/81, Nisa 4/163, En’am 6/84-89). Bütün ilahi kitaplar, Kur’an’la ortak içeriğe sahiptir (Maide 5/48).

[2*] Ayette “görevini yerine getirmek” şeklinde tercüme edilen “şükür”, yapılan iyiliğin değerini bilmek, yapanı övmek ve hak edilen karşılığı vermektir (Müfredât).


(Neml 27/41)
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ
Dedi ki: “Tahtını onu yanıltacak hale getirin, bakalım tanıyacak mı yoksa tanımayacak mı?”


(Neml 27/42)
فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ
Kraliçe gelince “Senin tahtın böyle mi?” diye soruldu. “Sanki bu, o! Sizdeki bu ilim daha önce bize anlatılmıştı. Biz de teslim olduk." dedi.


(Neml 27/43)
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ
Allah ile kendi arasına koyarak kulluk ettiği şey, (Süleyman’a teslim olmasını) engellemişti[*]. Çünkü o, kâfirler topluluğundandı.

[*] Neml 27/31.


(Neml 27/44)
ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟
Ona: “Saraya gir!” denildi. Saraya girince orayı dalgalı bir su sandı ve (eteklerini toplayarak) ayaklarını açtı. Süleyman: “Burası billur döşeli bir saraydır.” dedi. Kadın: “Rabbim, ben kendime yanlış yapmışım. Süleyman’la beraber ben de bütün varlıkların Rabbine teslim oldum[1*].” dedi[2*].

[1*] Kur’an’da her şey, ayrıntılarıyla ve örnekleriyle açıklanmıştır (Nur 24/34-35). Sebe melikesi Belkıs’ın, tek başına karar vermemesi, elçiler göndererek Süleyman aleyhisselamın durumunu görmeye çalışması, çok güçlü olduğunu anlayınca ülkesi uğruna ölümü göze alarak gidip teslim olması, gerçekleri görünce de Güneş’e tapmayı bırakıp Süleyman ile birlikte Allah’a teslim olması, bir kadından iyi bir yönetici olabileceğinin çok net açıklanması ve örneklendirilmesidir. İran Şahı’nın kızının yönetimin başına geçtiğinin duyulması üzerine Muhammed aleyhisselamın şöyle dediği rivayet edilir: “İşlerini bir kadının yetkisine bırakan bir toplum iflah olmaz” (Buhârî, Meğâzî, 82, Fiten, 18; Tirmizî, Fiten, 75; Nesaî, Kudât, 8; Ahmed b. Hanbel, V/43, 51, 38, 47). O Allah’ın resulüdür. Resul olarak görevi, kendinden bir şey katmadan Allah’ın sözünü insanlara ulaştırmak (Maide 5/67, Nahl 16/35) olduğu için Allah’ın elçisine itaat Allah’a itaattir (Nisa 4/80) Muhammed aleyhisselamın nebi sıfatıyla söylediği sözler ve yaptığı uygulamalar, onun hikmet ilmi ile Kur’an’dan yaptığı çıkarımlardır ama çıkarımı yanlış olabileceği gibi (Nisa 4/176) yanlış kararlar da verebilir (Enfal 8/67-68, Tahrim 66/1-2). Bu sebeple onun marufa yani Kur’an’a uymayan emrine itaat gerekmez (Mümtahine 60/12, Ahzab 33/37). Çünkü onun yetkisi, Allah’ın kitabında olanlarla sınırlıdır (Ahzab 33/1-3). Bu sebeple Nebimiz böyle bir şey söylemiş olamaz. Kaldı ki Müslümanların herhangi bir sözü, Nebinn ağzından duymuş olsalar bile Kur’an’a uygunluğunu gözden geçirme denetleme görevleri vardır.

[2*] Sebe kraliçesinin Süleyman aleyhisselama gelişi, onu çeşitli sorularla sınaması, bilgeliğini ve zenginliğini kendi gözüyle görmesi, Süleyman’ı İsrail tahtına oturtanın Allah olduğunu anlamasını sağlamıştır. Bu konudaki ayrıntılar Tevrat’ın 1. Krallar 10:1-9 pasajlarında anlatılmaktadır: “Saba Kraliçesi, Rabbin adından ötürü Süleyman’ın artan ününü duyunca, onu çetin sorularla sınamaya geldi. Çeşitli baharat, çok miktarda altın ve değerli taşlarla yüklü büyük bir kervan eşliğinde Yeruşalim’e gelen kraliçe, aklından geçen her şeyi Süleyman’la konuştu. Süleyman onun bütün sorularına karşılık verdi. Kralın ona yanıt bulmakta güçlük çektiği hiçbir konu olmadı. Süleyman’ın bilgeliğini, yaptırdığı sarayı, sofrasının zenginliğini, görevlilerinin oturup kalkışını, hizmetkârlarının özel giysileriyle yaptığı hizmeti, sakilerini ve Rabbin Tapınağı’nda sunduğu yakmalık sunuları gören Saba Kraliçesi hayranlık içinde kaldı. Krala, “Ülkemdeyken yaptıklarınla ve bilgeliğinle ilgili duyduklarım doğruymuş” dedi, “Ama gelip kendi gözlerimle görünceye dek inanmamıştım. Bunların yarısı bile bana anlatılmadı. Bilgeliğin de, zenginliğin de duyduklarımdan kat kat fazla. Ne mutlu adamlarına! Ne mutlu sana hizmet eden görevlilere! Çünkü sürekli bilgeliğine tanık oluyorlar. Senden hoşnut kalan, seni İsrail tahtına oturtan Tanrın Rabbe övgüler olsun! Rab İsrail’e sonsuz sevgi duyduğundan, adaleti ve doğruluğu sağlaman için seni kral yaptı.””


(Neml 27/45)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ
Semud'a da kardeşleri Salih’i, “Allah’a kulluk edin” desin diye elçi olarak gönderdik. Hemen birbirleriyle çekişen iki taraf oldular[*].

[*] A’raf 7/73-79, Hud 11/61-68, Şuara 26/142-159, Kamer 54/23-31.


(Neml 27/46)
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Salih dedi ki: “Ey halkım! Niçin iyilikten önce kötülüğün çarçabuk gelmesini istiyorsunuz? Allah'tan bağışlanma dileseniz olmaz mı? Belki ikram görürsünüz.”


(Neml 27/47)
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ
(Halkı:) “Sen ve yanındakiler yüzünden uğursuzluğa uğradık.” dediler. Salih dedi ki: “Sizi uğursuzluğa uğratan şey, Allah katındandır. Aksine siz, imtihan[*] edilen bir topluluksunuz.”

[*] “Fitne”, altını, içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf 7/155), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.


(Neml 27/48)
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
O şehirde dokuz grup /çete vardı; yeryüzünde düzeni bozuyor, iyileştirmeye de çalışmıyorlardı.


(Neml 27/49)
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Aralarında Allah'a ant içip şöyle dediler: “Ona ve ailesine mutlaka gece baskını yapalım, sonra da yakınlarına: ‘Ailesinin yok oluşunu görmedik. Biz elbette gerçeği söylüyoruz.’ diyelim.”


(Neml 27/50)
وَمَكَرُوا مَكْرًا وَمَكَرْنَا مَكْرًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Onlar bir oyun kurdular. Biz de bir oyun kurmuştuk ama bunu fark edemiyorlardı.


(Neml 27/51)
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ
Bak bakalım oyunları nasıl sonuçlandı. Biz, onları ve toplumlarının tamamını yerle bir ettik.


(Neml 27/52)
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
İşte yaptıkları yanlışlar yüzünden çökmüş evleri! Bunda bilenler topluluğu için bir ibret vardır.


(Neml 27/53)
وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
İnanıp güvenen ve yanlışlardan sakınanları (o felaketten) kurtardık.


(Neml 27/54)
وَلُوطًا اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Lut’u da (elçi gönderdik.) Bir gün o, halkına şöyle demişti[1*]: “Siz eşcinsel ilişkiyi[2*] birbirinizin gözü önünde mi yapıyorsunuz[3*]?

[1*] A’raf 7/80-84, Hud 11/77-83, Hicr 15/61-75,  Şuara 26/160-175, Ankebut 29/28-35, Saffat 37/133-138.

[2*] Eşcinsellik diye meal verdiğimiz kelime, fuhuş anlamında olan (el-fahişe = الْفَاحِشَةَ)’dir. Türkçede para karşılığı yapılan cinsel ilişkiye fuhuş dendiği için, yanlış anlamaya yol açmasın diye bu anlam verilmiştir. Kur’an’a göre, erkek erkeğe, kadın kadına ve nikahsız olarak kadınla erkek arasındaki ilişkilere fuhuş denir. Ayrıntılar için bkz. Nisa 4/15-16 ve dipnotları.

[3*] O çirkin işi toplandıkları yerlerde yapıyorlardı (Ankebut 29/29).


(Neml 27/55)
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
Siz kadınları ikinci sıraya atıyor, şehvetle erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Aslında siz cahilce davranan bir halksınız.”


(Neml 27/56)
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Halkının cevabı: “Lut‘un ailesini kentinizden çıkarın; çünkü onlar temiz kalmaya çalışan insanlardır!” demekten başka bir şey olmadı.


(Neml 27/57)
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Biz de karısı hariç onu ve ailesini kurtardık. Karısının, (bedeninin) kalıntısı kalanlardan olmasını kararlaştırdık[*].

[*] “(Bedeninin) Kalıntısı kalan” anlamı verdiğimiz kelime ğâbir (غابر)’dir (Lisan’ul-Arab). Bu kelime sadece, İnanmadıkları için yanardağ patlaması sonucu lav külleri altında kalan Lut aleyhisselamın eşi ve diğerleri ile ilgili olarak bu ayetle birlikte tam yedi ayette geçer (Araf 7/83, Hicr 15/60, Şuara 26/171, Ankebut 29/32-33, Saffat 37/135). Kur’an’da yanardağ patlaması ile helak olduğu bildirilen diğer topluluk Ashab-ı Fil’dir. Orada ğabir kelimesi “içi yenmiş bitki kabuğu gibi” sözü ile örneklendirilir (Fil 105/5). Demek ki yanardağ külleri altında kalan cesetlerin içi yok olur ama dışında bir şeyler kalır. Saffat 37/137-138


(Neml 27/58)
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًاۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟
Üzerlerine bir yağmur (pişmiş balçıktan taş ve kül[*]) yağdırdık; uyarılmış kişilerin yağmuru ne kötüydü!

[*] A’raf 7/84, Hud 11/82, Hicr 15/74, Zariyat 51/33, Fil 105/1-5.


(Neml 27/59)
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ
De ki: “Her şeyi mükemmel yapmak[*] Allah’a özgüdür! Allah’ın seçtiği kullara selam olsun! Allah mı iyidir, ortak saydıkları mı?”

[*] “Hamd”, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için “güzel” yerine “mükemmel” kelimesini kullandık.


(Neml 27/60)
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ
Gökleri ve yeri yaratan, sizin için gökten su indiren ve onunla güzel bitkili bahçeleri yetiştiren kimdir[*]? Siz onlardaki bitkilerin gövdesini bile bitiremezsiniz. Allah ile birlikte başka bir ilah mı var? Hayır, onlar yoldan çıkmış bir halktır.

[*] Ankebut 29/61, Rum 31/10.


(Neml 27/61)
اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَارًا وَجَعَلَ خِلَالَهَٓا اَنْهَارًا وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزًاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ
Yeryüzünü yerleşmeye uygun yapan[1*], aralarında ırmaklar akıtan, orayı sabitleyen[2*] dağlar oluşturan, iki deniz[3*] arasına engel koyan kimdir? Allah ile birlikte başka bir ilah mı var? Hayır! Onların çoğu bunu bilmez.

[1*] Mü’min 40/64.

[2*] Ra’d 13/3, Hicr 15/9, Nahl 16/15, Enbiya 21/31, Lokman 31/10.

[3*] İki deniz: Araplar büyük su kütlelerine deniz derler. Dolayısıyla bu ayeti tatlı ve tuzlu sular arasına engel koyan şeklinde anlamak mümkündür (Bkz: Rahman 55/19-20). Aynı zamanda iki tuzlu denizi birbirinden ayıran kıtaların ifade edildiği de anlaşılabilir (Örneğin Hazar Denizi ve Karadeniz).


(Neml 27/62)
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلًا مَا تَذَكَّرُونَۜ
Çaresiz kalan biri yardım istediğinde ona yardım edip sıkıntılarını gideren[1*] ve sizi yeryüzünün hâkimleri yapan kim[2*]? Allah ile birlikte başka bir ilah mı var? Doğru bilgileri ne kadar da az kullanıyorsunuz!

[1*] En’am 6/40-41, Nahl 16/53-54.

[2*] En’am 6/165, Yunus 10/12-14, Fatır 35/39.


(Neml 27/63)
اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ
Karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol bulduran[1*] ve ikramının öncesinde rüzgarları müjdeci olarak gönderen kimdir[2*]? Allah ile birlikte başka bir ilah mı var? Allah onların ortak saydıklarından yücedir!

[1*] En’am 6/97, Nahl 16/16, Tarık 86/1-3.

[2*] Furkan 25/48, Rum 30/46.


(Neml 27/64)
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayan[1*], size gökten ve yerden rızık veren kimdir[2*]? Allah ile birlikte başka bir ilah mı var? De ki: “Doğru söylüyorsanız kanıtınızı getirin!”

[1*] Yunus 10/4, 34, Rum 30/11, 27.

[2*] Yunus 10/31, Sebe 34/24, Fatır 35/3, Mülk 67/21..


(Neml 27/65)
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ
De ki: Göklerde ve yerde olan hiç kimse gaybı /gizli bilgileri bilmez, onu sadece Allah bilir[1*]. Onlar ne zaman diriltileceklerinin farkında bile değillerdir[2*].”

[1*] Maide 5/109, En’am 6/59, Hud 11/123, Nahl 16/77, Cin 72/26-28. 

[2*] Nahl 16/20-21.


(Neml 27/66)
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟
Aslında onların ahiret ile ilgili bilgileri yeterli seviyeye gelmiştir ama yine de o konuda şüphe içindedirler. İşin doğrusu onlar o konuda körlük ediyorlar[*].

[*] Nebe 78/1-3.


(Neml 27/67)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَابًا وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ
Kâfirlik edenler /gerçekleri örtenler şöyle derler: “Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra gerçekten tekrar topraktan çıkarılacak mıyız[*]?

[*] Ra'd 13/5, Mü’minun 23/82, Saffat 37/16, Kaf 50/3.


(Neml 27/68)
لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Bize yapılan bu tehdit, daha önce atalarımıza da yapılmıştı. Bu, öncekilerin yazılarından başka bir şey değildir.”[*]

[*] Ayette geçen esâtîr (أَسَاطِيرُ) kelimesi, “bir şeye hiza vermek, saf tutturmak” anlamına gelen satr (سطر) kökünden türemiş olan ustûre (اسطورة) kelimesinin çoğuludur (Müfredat). Satara (سَطَرَ) fiilinin “yazı yazmak” anlamına gelmesi, harflerin hizaya sokulması, anlamlı bir şekilde sıralanması sebebiyledir. Dokuz yerde geçen esâtîru’l-evvelîn (أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ) ifadesi, Kur’an’da anlatılanların yeni olmadığını, önceki ilahi kitaplarda, diğer kitaplarda, yazıtlarda ya da anlatılarda zaten var olduğunu belirtmek için ayetleri görmezden gelenler tarafından kullanılan alaycı bir ifadedir. Bunu söyleyerek Kur’an’ın önceki ilahi kitapları tasdik etmesini de istismar etmişlerdir  (En’am 6/25, Enfal 8/31, Nahl 16/24, Müminun 23/83, Furkan 25/5, Ahkaf 46/17, Kalem 68/15, Mutaffifin 83/13).

 

(Neml 27/69)
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ
De ki: “Yeryüzünü dolaşın da bir bakın bakalım, suçluların sonu nasıl olmuş[*].”

[*] Al-i İmran 3/137, En’am 6/11, Nahl 16/36, Rum 30/42.


(Neml 27/70)
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ
Onlara üzülme, plan kurmalarından dolayı da için daralmasın[*].

[*] Hicr 15/97, Nahl 16/127, Kehf 18/6, Şuara 26/3.


(Neml 27/71)
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Onlar şunu da derler: “Doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek[*]?”

[*] Sebe 34/29, Yasin 36/48.


(Neml 27/72)
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ
De ki: Çabucak gelmesini istediğiniz azabın bir kısmı belki de ensenizdedir[*].”

[*] Enfal 8/32.


(Neml 27/73)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ
Rabbin kesinlikle insanlara karşı lütuf sahibidir ama onların çoğu şükretmez /görevlerini yerine getirmez[*].

[*] Yunus 10/60.


(Neml 27/74)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
Senin Rabbin, sinelerinin neyi gizlediğini ve onların neyi açığa vurduklarını bilir[*].

[*] Bakara 2/77, Hud 11/5, Nahl 16/23, Neml 27/25, Kasas 28/69.


(Neml 27/75)
وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Göklerde ve yerde, gizli saklı hiçbir şey yoktur ki apaçık yazılı bir kaydı olmasın[*].

[*] Hud 11/6, Fatır 35/11, Hadid 57/22.


(Neml 27/76)
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Bu Kur’an, İsrailoğullarına, anlaşmazlığa düştükleri konuların çoğunu tam olarak anlatmaktadır[*].

[*] Maide 5/15.


(Neml 27/77)
وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
İnanıp güvenenler için de bir rehber ve ikramdır[*].

[*] A’raf 7/52, Yunus 10/57, Yusuf 12/111, Nahl 16/64, 89, Lokman 31/3.


(Neml 27/78)
اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ
Rabbin kendi hükmüyle, taraflar arasında kararını verecektir. O daima üstündür, her şeyi bilir.


(Neml 27/79)
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ
Sen sadece Allah’a güvenip dayan, sen açık gerçekler üzerindesin[*]!

[*] Furkan 25/58, Ahzab 33/3, Yasin 36/3-4, Zuhruf 43/43.


(Neml 27/80)
اِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ
Sen ölülere bir şey işittiremezsin. Sırtlarını döndükleri zaman sağırlara da çağrını işittiremezsin[*].

[*] Rum 30/52, Fatır 35/22.

 


(Neml 27/81)
وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ
Sen, körleri girdikleri yanlış yoldan çevirip onlara doğru yolu gösteremezsin[1*]. Sen (çağrını) ancak, ayetlerimize inanıp teslim olanlara işittirebilirsin[2*].

[1*] Yunus 10/43, Zuhruf 43/40.

[2*] Rum 30/53, Fatır 35/18, Yasin 36/11.


(Neml 27/82)
وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟
Haklarındaki karar kesinleşince bulundukları yerden onlar için bir dâbbe[*] çıkarırız; onlara, insanların ayetlerimize tam olarak inanmadıklarını söyler.

[1*] Hareket etme özelliğine sahip her canlı dabbedir (Müfredât). Allah bunları göklere ve yere yerleştirmiştir (Şura 42/29). Ömrünü tamamlamış birinin, öldüğü yerde karşısına çıkıp konuşan canlı, onun için görevlendirilmiş ölüm meleğidir  (Secde 32/11). O melek bu sözü, hayatını yanlışlar içinde geçirmiş olanlara söyleyince onlar tam bir teslimiyet gösterir ve «biz kötü bir şey yapmadık ki ki!»derler (Nahl 16/28). Ölüm meleğinin yanındaki melekler (En’am 6/61) onların yüzlerine ve sırtlarına vurup (Muhammed 47/25-28) şöyle derler: ‘Çıkarın ruhlarınızı!’ Bugün, Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylemiş olmanız ve büyüklük taslayarak ayetlerinden uzaklaşmanız sebebiyle alçaltıcı bir azap ile karşılanacaksınız” (En’am 6/93). Kendilerini düzeltmeleri için ek süre isterler ama verilmez (Müminûn 23/99-100). Günahkar olarak ölen Müminler de ek süre isterler. Onların istekleri de kabul edilmez (Münafikun 63/10). Melekler, hayatını Allah'ın istediği gibi geçirmiş olanlara, selam ve mutluluk haberleri ile gelirler (Nahl 16/32, Fussilet 41/30-31). Gelenekte bu ayetteki canlıya dâbbet’ul-ard denir ve kıyamet alametlerinden sayılır. Kıyamet alametleri, kıyametin işaretleridir. Onlar, tabiatta her zaman vardır (Muhammed 47/18) Herkes bu konuda kendine göre bir gözlem yapar (Hac 22/5-7, Zuhruf 43/11, Kaf 50/6-11). Kıyamet, ansızın gelecektir. Onun  vakti kimseye bildirilmediği için (A'raf 7/187) bir alameti olamaz. Kıyamet alametleri denen şeylerin sağlam bir dayanağı yoktur. Dolayısıyla bu ayetin de kıyamet ile bir ilgisi yoktur. Kıyamet ile ilgili olan ayetler, bu ayetin devamında yer alan ayetlerdir (Neml 27/83-85). 

 

 

 


(Neml 27/83)
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجًا مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ
Her toplumun içinden ayetlerimiz karşısında yalana sarılan bölüğü toplayacağımız gün, her biri (hesap yerine) sevk edilir[*].

[*] Hicr 15/43-44, Zümer 39/71-72, Fussilet 41/19.


(Neml 27/84)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْمًا اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
(Hesap verme yerine) Geldiklerinde Allah şöyle der: “Tam bir bilgi sahibi olmadan ayetlerim karşısında yalana mı sarıldınız[*]? Yoksa yaptığınız neydi?”

[*] Yunus 10/39.


(Neml 27/85)
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ
Yaptıkları yanlışlardan dolayı haklarındaki karar kesinleşmiş olur[1*]; artık konuşamazlar[2*].

[1*] Bunlar, ahireti göz ardı ederek insanları Allah’ın yolundan engelleyen ve o yolda anlaşılamayacak çarpıklıklar yapanlardır (A’raf 7/44-45).

[2*] Yasin 36/65, Mürselat 77/34-37.


(Neml 27/86)
اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Geceyi içinde dinlensinler diye, gündüzü de aydınlatıcı olarak oluşturduğumuzu görmediler mi? İnanan bir topluluk için bunda belgeler vardır[*].

[*] Yunus 10/67, Kasas 28/73, Mü’min 40/61, Nebe 78/10-11.


(Neml 27/87)
وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ
Sura üfleneceği gün, Allah’ın tercih ettikleri[1*] hariç, göklerde ve yerde kim varsa korkudan kaskatı kesilir, hepsi boynu bükük olarak Allah’ın huzuruna gelir[2*].

[1*] Şâe (شاء ) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

[2*] Kehf 18/99, Taha 20/102, Zümer 39/68, Nebe 78/18.


(Neml 27/88)
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
Dağlara bakarsın, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların hareket ettiği gibi hareket ederler. Bu, her şeyi sağlam yapan Allah’ın işidir. O, yaptığınız her şeyin iç yüzünü bilir.


(Neml 27/89)
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ
Kim (Allah’ın huzuruna) bir iyilikle gelirse ona daha iyisi vardır[1*]. Onlar, o günkü korku ve dehşetten güvende olurlar[2*].

[1*] Enbiya 21/101, Necm 53/31-32.

[2*] Nisa 4/40, En’am 6/160, Kasas 28/84, Mümin 40/40.


(Neml 27/90)
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Kim de bir kötülükle gelirse yüzüstü ateşe sokulur. “Yapıp ettiğinizin karşılığından başkası mı verilecek[*]?”

[*] Bakara 2/81, En’am 6/160, Yunus 10/27, Kasas 28/84, Ahzab 33/68, Mümin 40/40, Şura 42/40.


(Neml 27/91)
اِنَّمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ
(De ki:) “Bana sadece bu şehrin /Mekke’nin Rabbine kulluk etme emri verildi. Burayı dokunulmaz bölge (harem bölgesi) yapan odur; her şey onundur. Ben, Müslümanlardan /Allah’a tam teslim olanlardan olma emri de aldım[*].

[*] En’am 6/14, 162-163, Ra’d 13/36, Zümer 39/11-14, Mü’min 40/66.


(Neml 27/92)
وَاَنْ اَتْلُوَ۬ا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ
Bir de Kur’an’ı bağlantılarıyla birlikte okumam emredildi[1*]. Kim yola gelirse sadece kendisi için yola gelir. Kim de yoldan çıkarsa ona de ki: “Ben sadece uyarıda bulunanlardanım[2*].”

[1*] Tilavet sözcüğünün kökü olan t-l-v (تلو), "birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanması” anlamındadır (Müfredât). Buna göre tilavet, birbiriyle bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır. (Kehf 18/27, Ankebut 29/45.)

[2*] En’am 6/104, Yunus 10/108, İsra 17/15, Rum 30/44, Fussilet 41/46.


(Neml 27/93)
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Bir de şunu söyle: “Her şeyi mükemmel yapmak Allah’a özgüdür. O size ayetlerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız[*]. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”

[*] Enbiya 21/37, Fussilet 41/53.