MEARİC

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Mearic 70/1)
سَاَلَ سَٓائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍۙ
Birisi, (ileride) gerçekleşecek olan azabı (hemen şimdi) istedi[*].

[*] Enfal 8/32, Yunus 10/50-51, Hac 22/47, Şuara 26/204, Ankebut 29/53-54, Saffat 37/176.


(Mearic 70/2)
لِلْكَافِر۪ينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌۙ
Kafirlerin başına gelecek olan ve kimsenin engelleyemeyeceği azabı...[*]

[*] Şûrâ 42/22, Tûr 52/7-8, Mürselat 77/7.


(Mearic 70/3)
مِنَ اللّٰهِ ذِي الْمَعَارِجِۜ
(Göklere) yükselten araçların sahibi[*] Allah’tan gelecek azabı…

[*] Müminun 23/17, Rahman 55/33.

 

(Mearic 70/4)
تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ ف۪ي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْس۪ينَ اَلْفَ سَنَةٍۚ
Süresi elli bin yıl olan bir günde /zaman diliminde[1*] melekler ruhlarla birlikte[2*] ona yükselir.

[1*] Gün kelimesi zaman dilimi anlamına da gelir (Müfredat) Kur'ân'da kamerî yıl esas alınır (Tevbe 9/36).  Bir kamerî yılın uzunluğu bazen 354 bazen de 355 gündür. Ortalaması 354,5 gün eder. Allah’a göre bir gün, bize göre bin yıl (Hac 22/47, Secde 32/5) olduğu için Allah’a göre bir yıl, bize göre 354.500 yıl eder. İlk insanın ölümü ile yeniden diriliş arası Allah’a göre elli bin yıl ettiğinden bunun bize göre uzunluğu, 50.000 X 354.500 =17.725.000000 (onyedi milyar yedi yüz yirmibeş milyon) yıl olur.

[2*] Ölen insanların ruhları göğe yükselecektir (Al-i İmran 3/55, En’am 6/61, A’raf 7/40, Zümer 39/42). İnsan, ruh ve bedenden oluşan bir varlıktır. Kur’an’da hem bedene hem de ruha “nefs (نفس)” denir. İnsanın vücut yapısının ana rahminde tamamlanmasından sonra, bilgisayara işletim sisteminin yüklenmesi gibi bedene yüklenen ruh (A’raf 7/179, Müminun 23/14, Secde 32/7-9), uyku ve ölüm sırasında vücuttan çıkar, uyanma (Zümer 39/42) ve yeniden dirilme sırasında gelip tekrar vücuda girer (Tekvîr 81/7). Ruh kişiye, işitmenin yanında dinleme, bakmanın yanında basiret, kan pompalayan kalbin yanında gönül sahibi olma/karar verme yeteneği kazandırır. Böylece o, imtihan edilebilir bir varlık haline gelir. Bu yapı cinlerde de vardır (A’râf 7/179). Bu yüzden, sadece bu iki varlık imtihana tâbidir (Zariyat 51/56). Kur’an’da ruh kelimesi, Allah’tan gelen bilgi anlamında da kullanılır (Nahl 16/2, Mümin 40/15, Şura 42/52). Allah’ın bilgisi, hayallerin ötesinde bir büyüklüğe sahiptir (Kehf 18/109, Lokman 31/27), ama o bilgiden insanlara verilen çok azdır. Allah’tan aldığı bilgileri onun nebîlerine ulaştırmakla görevli olan Cebrâîl için de Allah, “Ruh’ul-emîn” (Şuarâ 26/192-193), “Ruh’ül-kudüs” (Nahl 16/102), “ruhumuz” (Meryem 19/16-17) ifadelerini kullanmıştır. Adem aleyhisselam yaratılırken, her insan gibi, bedenine ruh üflenmişti. Daha sonra Allah Teala’nın ona öğrettiği varlıklar alemine dair bilgiler de Kur’an’da ruh olarak adlandırılmıştır (Hicr 15/29, Sad 38/72). Bu bilgiler İblis’i kıskandırıp isyan ettirmiştir (Bakara 2/30-34). İsa aleyhisselamı beşikteyken konuşturan, kendisine kitap ve nebilik verildiğini, namaz ve zekat görevi yüklendiğini, iyi bir evlat olacağını (Meryem 19/30-33) söyleten de ona, ana rahminde iken insana üflenen ruhtan ayrı olarak öğretilen özel bilgilerdir (Enbiya 21/91, Tahrim 66/12). Allah’ın, gayretli ve dürüst kişilere destek mahiyetinde ilham ettiği bilgiye de ruh denir (Mücadele 58/22).


(Mearic 70/5)
فَاصْبِرْ صَبْرًا جَم۪يلًا
Öyleyse sen güzelce sabret /duruşunu bozma[*].

[*] Nahl 16/127, Rum 30/60, Mü’min 40/77, Ahkaf 46/35, Kalem 68/48.


(Mearic 70/6)
اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَع۪يدًاۙ
Onlar o azabı (kendilerinden) uzak görüyorlar[*];

[*] Kaf 50/3.


(Mearic 70/7)
وَنَرٰيهُ قَر۪يبًاۜ
oysa biz onu (onlara) yakın görüyoruz[*].

[*] Nahl 16/77, İsra 17/51, Nebe 78/40.


(Mearic 70/8)
يَوْمَ تَكُونُ السَّمَٓاءُ كَالْمُهْلِۙ
O gün gök, erimiş maden gibi olacak[*].

[*] İnsanların yeniden dirileceği günden önce göklerin durumunu anlatan diğer ayetler için bkz: Enbiya 21/104, Furkan 25/25, Tur 52/9, Rahman 55/37, Hakka 69/16, Müzzemmil 73/18, Mürselat 77/9, Nebe 78/19, Tekvir 81/11, İnfitar 82/1, İnşikak 84/1-2.
 

(Mearic 70/9)
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِۙ
Dağlar, (çırpılmış) renkli yünler gibi olacak.[*]

[*] İnsanların yeniden dirileceği günden önce dağların durumunu anlatan diğer ayetler için bkz: Kehf 18/47, Taha 20/105-107, Tur 52/10, Vakıa 56/5-6, Hakka 69/14, Müzzemmil 73/14, Mürselat 77/10, Nebe 78/20, Tekvir 81/3, Karia 101/5.


(Mearic 70/10)
وَلَا يَسْـَٔلُ حَم۪يمٌ حَم۪يمًاۚ
Bir can dostu, diğer can dostunun halini sormayacak[*],

[*] Şuara 26/100-101, Mü’min 40/18, Hâkka 69/35.


(Mearic 70/11)
يُبَصَّرُونَهُمْۜ يَوَدُّ الْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَد۪ي مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍ بِبَن۪يهِۙ
halbuki birbirlerine de gösterilecekler. Suçlu kişi şunu çok arzu edecek: Keşke o günün azabına karşılık fidye olarak çocuklarını verebilse,


(Mearic 70/12)
وَصَاحِبَتِه۪ وَاَخ۪يهِۙ
karısını, kardeşini,


(Mearic 70/13)
وَفَص۪يلَتِهِ الَّت۪ي تُـْٔو۪يهِۙ
kendini koruyup kollayan grubunu


(Mearic 70/14)
وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۙ ثُمَّ يُنْج۪يهِۙ
ve yeryüzünde olan herkesi verebilse de kendisini (cehennemden) kurtarsa[*]!

[*] Âl-i İmran 3/91, Maide 5/36, Yunus 10/54, Ra’d 13/18, Zümer 39/47, Hadid 57/15, Abese 80/33-37.

 

(Mearic 70/15)
كَلَّاۜ اِنَّهَا لَظٰىۙ
Hayır, asla! O, saf ateştir[*],

[*] Leyl 92/14.


(Mearic 70/16)
نَزَّاعَةً لِلشَّوٰىۚ
derilerin üst katmanını soyup duran (bir ateş)[*].

[*] Nisa 4/56, Müddessir 74/29.


(Mearic 70/17)
تَدْعُوا مَنْ اَدْبَرَ وَتَوَلّٰىۙ
O ateş, (doğrulara) sırtını dönen ve yüz çeviren herkesi kendine çağırır;


(Mearic 70/18)
وَجَمَعَ فَاَوْعٰى
servet biriktirip saklayanı da...[*]


(Mearic 70/19)
اِنَّ الْاِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعًاۙ
İnsan, sabırsız ve bencil bir yapıda yaratılmıştır[*].

[*] İsra 17/11. Enbiya 21/37, Âdiyat 100/8.


(Mearic 70/20)
اِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًاۙ
Başına bir fenalık gelse sızlanıp durur[*].

[*] Hud 11/9, İsra 17/83, Rum 30/36, Fussilet 41/49-50, Şûrâ 42/48, Fecr 89/16.

 

(Mearic 70/21)
وَاِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًاۙ
Eline bir nimet geçse kimseye bir şey vermez[*].

[*] Kâf 50/24-25, Kalem 68/12.


(Mearic 70/22)
اِلَّا الْمُصَلّ۪ينَۙ
Fakat görevlerini aksatmayanlar[*] öyle değildir.

[*] Âyetin metninde geçen “el-musallîn (الْمُصَلِّينَ)”nin türediği “salât (صلَاة)” kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır (Lisan’ul-Arab). Bunu yapan kişilere el-musallîn denir. Burada, Allah'ın verdiği görevleri sürekli yapan kişiler anlatılmaktadır. Namaza salat denmesi, hiçbir şart altında terk edilemeyen ve her gün, belli vakitlerde yerine getirilmesi gereken tek ibadet olmasından dolayıdır.

 

(Mearic 70/23)
اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ دَٓائِمُونَۖ
Onlar, namazlarını devamlı kılanlardır[*].

[*] Ayette kadın erkek ayrımı olmadığı için bu ayet, adetli ve lohusa kadınların da namaz kılmaları gerektiğinin delillerindendir. Aksi takdirde onlar, devamlı namaz kılanlardan olmazlar (Bakara 2/222, Mearic 70/34).


(Mearic 70/24)
وَالَّذ۪ينَ ف۪ٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَعْلُومٌۙ
Onlar kendi mallarında belli bir hak bulunduğunu kabul edenlerdir;


(Mearic 70/25)
لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِۖ
isteyen ve isteyemeyene ait bir hak…[*]

[*] Zariyat 51/19.

 

(Mearic 70/26)
وَالَّذ۪ينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۖ
Onlar, hesap gününün varlığını kabul edenlerdir[*].

[*] Bakara 2/4, Neml 27/2-3, Lokman 31/3-4, Hâkka 69/19-20.


(Mearic 70/27)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ مِنْ عَذَابِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۚ
Onlar, Rablerinin azabından korkup titreyenlerdir[*];

[*] Enbiya 21/49, Mü’minun 23/57, İnsan 76/9-10.


(Mearic 70/28)
اِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍۚ
çünkü Rablerinin azabına karşı (hiç kimse için özel) bir güvence yoktur[*].

[*] Allah’ın nebileri dahil herkes ancak iman ederek işlediği amellerinin karşılığında azaptan kurtulabilir. Bunun dışında kimseye ahiretteki azaptan korunma sözü verilmemiştir; çünkü her an yoldan çıkma olasılığı vardır. Yapılması gereken, son ana kadar Allah’a kulluk etmektir (Nisa 4/172, Hicr 15/99, Zümer 39/65-66, Ahkaf 46/9, Mülk 67/16-17). Nitekim Nebimiz, kızı Fatıma’ya şöyle demiştir: “Ey kızım Fatıma! Benim malımdan dilediğini iste; ama Allah’ın yanında sana faydam olmaz” (Buhari, Vesaya 11).


(Mearic 70/29)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ
Onlar edep yerlerini koruyanlar /açmayanlardır;[*]

[*] Mü’minun 23/5, Nur 24/30-31, 58, Ahzab 33/35.


(Mearic 70/30)
اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُوم۪ينَۚ
sadece (hür) eşlerine veya[1*] hâkimiyetleri altında olanlara / esir eşlerine açabilirler[2*]. Onlar, bundan dolayı kınanmazlar.

[1*] Ayetteki “veya” ifadesi, bir Müslümanın edep yerlerini hür ya da esir eşi dışında kimsenin yanında açamayacağını gösterir. Edep yerlerini bir esirin yanında açabilmek için onunla evli olmak şarttır (Nisa 4/3). Bir kadın sadece bir eş ile evli olabileceğinden (Nisa 3/24), edep yerlerini ancak hür veya esir eşinin yanında açabilir. Benzer durum, erkek için de geçerlidir. Erkek de aynı anda biri esir, diğeri hür olan iki kadınla evli olamaz. Çünkü esir kadınla evlenmenin olmazsa olmaz şartı, hür kadınla evlenecek güce sahip olmamaktır (Nisa 4/25). Bu sebeple erkek de tıpkı kadın gibi edep yerlerini ya hür ya da esir olan eşinin yanında açabilir. Ayette “veya” ifadesinin kullanılmış olmasının sebebi budur. Her şey gayet açık olduğu halde bütün mezhepler ve tefsir kitapları, ilgili ayetlerin (Nisa 4/3, Müminûn 23/6, Nur 24/32-33) ya anlamını bozarak ya da onları görmezden gelerek bir erkeğin, sayı sınırı olmaksızın yanındaki cariyelerle nikahsız ilişkisini caiz göstermeye çalışmışlardır: Bu ayette ve Müminun 23/6’da bulunan “veya” anlamına gelen “ev = (أو)” kelimesine “ve” anlamı vererek ayete, edep yerlerinin, hem hür eşin yanında hem de, nikaha gerek olmaksızın, esir kadınların yanında açılabileceği anlamını yüklemişlerdir. Bir de ayetteki “hakimiyetleri altında olanlar (مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ)” ifadesinin kapsamına aslında erkek esirler de girdiği halde anlamı “cariyeler” olarak değiştirmişlerdir. Aksi takdirde verdikleri anlam, Müslüman kadınların da hakimiyetleri altında bulundurdukları erkek esirlerle nikahsız ilişkiye girebileceklerinin delili olurdu.

[2*] Hakimiyet altında olanlar sadece savaş esirleridir (Nisa 4/3, 24, 25, Müminûn 23/6, Nur 24/32-33, Ahzab 33/50-52).


(Mearic 70/31)
فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَٓاءَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْعَادُونَۚ
Bunun ötesine geçmek isteyenler var ya işte onlar sınırı aşanlardır[*].

[*] Mü’minun 23/7.

 

(Mearic 70/32)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۖ
Aynı zamanda o namaz kılanlar / görevlerini aksatmayanlar, aldıkları emanetlere riayet eden ve verdikleri sözü yerine getirenlerdir[*].

[*] Mü’minun 23/8.


(Mearic 70/33)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِشَهَادَاتِهِمْ قَٓائِمُونَۖ
Onlar, şahitliklerini dosdoğru yapanlardır[*].

[*] Nisa 4/135, Maide 5/8.


(Mearic 70/34)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۜ
Onlar, namazlarına özen gösterenlerdir[*].

[*] En’am 6/92, Meâric 70/23.


(Mearic 70/35)
اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي جَنَّاتٍ مُكْرَمُونَۜ۟
İşte onlar, cennet bahçelerinde ikram görecek olanlardır[*].

[*] Saffat 37/40-42, Tur 52/17-18, Kamer 54/54-55.


(Mearic 70/36)
فَمَالِ ‌الَّذ۪ينَ كَفَرُوا قِبَلَكَ مُهْطِع۪ينَۙ
Peki ya (alay etmek için)[*] başlarını sana doğru uzatan şu kafirlere ne oluyor,

[*] Bakara 2/212, Tevbe 9/79, Müminun 23/110, Mutaffifîn 83/29-32.


(Mearic 70/37)
عَنِ الْيَم۪ينِۙ وَعَنِ الشِّمَالِ عِز۪ينَ
sağından ve solundan başlarını uzatan öbek öbek kafirlere!


(Mearic 70/38)
اَيَطْمَعُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُدْخَلَ جَنَّةَ نَع۪يمٍۙ
Yoksa onlardan her biri nimetlerle dolu Cennet’e yerleştirilmeyi mi umuyor?


(Mearic 70/39)
كَلَّاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِمَّا يَعْلَمُونَ
Hayır, asla! (Kendilerini ayrıcalıklı sanmasınlar) biz, onları da bildikleri şeyden yarattık[*].

[*] Vakıa 56/62, Abese 80/17-19, Tarık 86/5-7.


(Mearic 70/40)
فَلَٓا اُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ اِنَّا لَقَادِرُونَۙ
Hayır, (Güneşin) doğuş noktalarının ve batış noktalarının[*] Rabbi olan zatıma yemin ederim ki biz elbette ölçü koymuş olanız;

[*] Güneş, yıl boyunca her gün farklı noktalardan doğar ve batar. 21 Aralık’tan 21 Haziran’a kadar doğuş ve batış noktaları sürekli kuzeye kayar. 20 Haziran’da kuzeydeki en uç doğuş ve batış noktalarına ulaşır, 21 Haziran’da geri dönmeye başlar ve 21 Aralık’a kadar sürekli güneye kayar. 20 Aralık’ta güneydeki en uç doğuş ve batış noktalarına ulaşır ve 21 Aralık’ta geri dönmeye başlar. Bu yüzden 21 Haziran ve 21 Aralık tarihlerine “gündönümü” denir. Bu iki gündönümü noktası Kur’an’da iki doğu ve iki batı şeklinde ifade edilmiştir (Rahman 55/17). 20 Aralık’ta kuzey yarımkürede en kısa gün ve en uzun gece yaşanırken güney yarımkürede en uzun gün ve en kısa gece yaşanır. 20 Haziran’da tam tersi olur. 20 Mart ve 22 Eylül günlerinde Güneş tam doğu noktasına geldiği için bu günlerde bütün dünyada gece gündüz eşit olur (Şuara 26/28, Saffat 37/5, Rahman 55/17, Müzzemmil 73/9).


(Mearic 70/41)
عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ خَيْرًا مِنْهُمْۙ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَ
o kafirlerin yerine daha iyisini getirmenin ölçüsünü… Bizim önümüze geçilemez[*].

[*] Maide 5/54, Muhammed 47/38.


(Mearic 70/42)
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَۙ
Artık onları bırak da tehdit edildikleri gün ile yüzleşinceye dek boş işlere dalsın, oynayıp dursunlar[*]!

[*] Hicr 15/3, Mü’minun 23/54, Tur 52/45, Zuhruf 43/83.


(Mearic 70/43)
يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ سِرَاعًا كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَۙ
O gün, sunaklara akın ediyorlarmış gibi kabirlerinden süratle çıkacaklar[*],

[*] Enbiya 21/97, Kamer 54/7-8, Naziat 79/6-9.


(Mearic 70/44)
خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ ذٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ
bakışları öne eğik, aşağılanmışlık her yanlarını sarmış halde (çıkacaklar). İşte tehdit edildikleri gün o gündür[*].

[*] Yunus 10/27, Kalem 68/43.