SÂD
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[1*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinin başında Kur’an’a, dördünde de önemli konulara vurgu yapılıyor olmasından, onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılabilir. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.
[2*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan âyetler ve indirilen âyetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece böyle bir bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209).
[3*] Yusuf 12/104, Enbiya 21/10, 24, 50, Zuhruf 43/44, Tekvir 81/27.
[1*] Bakara 2/206.
[2*] Şikak (شقاق) kelimesi, bir şeyde oluşan yarık ve bir şeyi yarmak manalarındaki şakk (شَقّ) kelimesinin mufaale babından mastarıdır. Yarığın iki tarafındaki her bölüme şikk (شِقّ) denir. Şikak, bir kişinin, arkadaşının durduğu şıktan farklı şıkta bulunmasıdır (Mekayis, Müfredat, Lisan’ul Arab). Kelimenin kökünde her ne kadar hakiki manada yarma, yarılma, yarık ve farklı şıklarda bulunma anlamları varsa da şikak kelimesi ve türevleri Kur'an-ı Kerim'de daha çok manevi anlamdaki farklılık için kullanılmıştır. Bunlar; “inanç farklılığı (Bakara 2/137), inanç farklılığı yüzünden muhalefet (Hûd 11/89), haktan uzaklaşma (Bakara 2/176; Hac 22/53; Fussilet 41/52), Allah ve resulünün gösterdiği yoldan başka bir yola girme” (Nisa 4/115; Enfâl 8/13) anlamlarındadır.
[*] En’am 6/6, Yunus 10/13, İsra 17/17, Meryem 19/74, 98, Taha 20/128, Secde 32/26, Yasin 36/31, Kaf 50/36,
[*] Yunus 10/2, Kaf 50/2.
[*] İlah, emrine kayıtsız şartsız uyulan varlıktır. Tek ilah Allah’tır. Allah’tan başka bir ilahın varlığını kabul etmek şirktir. Mekke müşrikleri birden fazla ilahın varlığını iddia ettikleri için Muhammed aleyhisselamın çağrısına şaşırmışlardı.
[*] Furkan 25/42.
[*] Müşrikler Allah’ı, bir kral gibi kendilerinden uzak sanır, ona ulaşmak için Allah’a yakın bildikleri bazı varlıkları ona aracı koyarlar. Hristiyanlar da İsa aleyhisselamı Allah’ın oğlu sayıp Allah’a ortak koşmuşlardır. Kendilerini Allah’a yaklaştırmaları için de rahipleri rab edinmişlerdir. Bunun, İsa aleyhisselamın tebliğ ettiği saf dinle alakası yoktur (Maide 5/116-117), (İncil Markos 12:28-31). On iki Havari döneminde insan/beşer sayılan İsa aleyhisselamın Allah’ın oğlu olduğu iddiasını ilk önce Pavlus ortaya attı. Üçüncü yüzyıldan sonra bu iddiayı doğru sayan karar Antakya’da alındı. 325’te toplanan Ökümenik İznik konsili İsa’nın Baba’dan olduğuna ve onunla aynı özden olduğuna karar verdi. 431’deki üçüncü konsilde İsa’nın akıllı ruhla canlandırılmış bir insan, annesi Meryem de Tanrı’nın annesi olarak ilan edildi. 452’de toplanan dördüncü Ökümenik Kadıköy konsili İsa’yı gerçek tanrı olarak kabul etti. Kur’an bu hiristiyan inancını şirk saymaktadır (Tevbe 9/30, Maide 5/72-73). Mekkelilerin duyduğu, onlardaki bu uydurulmuş inançtır.
[*] Zuhruf 43/31.
[1*] Kamer 54/44-45.
[2*] Duhan 44/24
[*] Fecr 89/10. Allah Teala dağları da “kazıklar/evtad” olarak nitelediği için bu anlam tercih edilmiştir (Nebe 78/7).
[*] Tevbe 9/70, İbrahim 14/9, Hac 22/42-45, Furkan 25/37-38, Mü’min 40/5, 30-31, Kaf 50/12-14, Necm 53/51-53, Buruc 85/17-20, Fecr 89/6-13.
[*] En’am 6/57-58, Hud 11/32, Ra’d 13/6, Hac 22/47, Ankebut 29/53.
[*] Nahl 16/127, Taha 20/130, Rum 30/60, Mü’min 40/77, Ahkaf 46/35, Kaf 50/39, Kalem 68/48.
[1*] Bu vakitte kılınan namaza salatu’d-duhâ veya salâtü’l-işrâk denir. Türkçede onun adı kuşluk namazıdır (Taberi, Tefsir, 21/169).
[2*] İsra 17/44,
[*] Bakara 2/251.
[1*] Bu surenin 23. Ayetine göre davacılar kendilerini iki kardeş olarak tanıtmıştır. Has odaya sızanlarla ilgili fiil çoğul şahısla çekimlenmiştir. Arap dilinde çoğul, üç ve daha fazlasını gösterdiğinden davacıların yanında başkalarının da olduğu açıktır. Türk dilinde iki kişi de çoğul sayıldığından yanlış anlamayı önlemek için meale “onlarla birlikte olanların” ifadesi eklenmiştir.
[2*] Has oda anlamını verdiğimiz mihrab; oda, hünkar mahfili, başoda, sultanın tek başına kaldığı has oda, harem dairesi, insanların oturduğu ve toplandığı yer vs. anlamlarda kullanılır (Lisân’ul-Arab ve el-Kamus’ul-Muhît) (Meryem 19/11, Sad 38/21). Davud aleyhisselam o ülkenin sultanı olduğu için burada uygun olan “has oda” anlamıdır.
[3*] Bunlar insan suretine girmiş melekler olmalıdır. Tüm koruma duvarlarını aşarak Davud aleyhisselamın has odasına sızmaları ve ona emredici tarzda hitap etmeleri, sonunda Davud’un (a.s.), bunun Allah’ın bir imtihanı olduğunu anlayıp bağışlanma dilemesi ve rükûya kapanması bunu teyit etmektedir.
[*] Davud aleyhisselamın, karşı tarafı dinlemeden ve olayı iyice incelemeden acele ile hüküm vermesi yanlıştı. Çünkü ortada, yapılan bir haksızlık veya ortaklık teklifi yoktu. Haksızlık ettiği iddia edilen kardeş, sadece diğerinin koyununun bakımını üstlenmek istemiştir. Tek koyunun bakımının zorluğu nedeniyle bu teklif aslında koyun sahibinin lehinedir. Davud aleyhisselam daha sonra yanlış yaptığını anlamış ve imtihandan geçirildiğini görerek Allah’a yönelmiştir.
[1*] Ayetin metninde ‘unutma’ kelimesi geçmektedir. Ancak bu gerçek unutma değil unutmuş gibi davranmadır. Çünkü Allah, kimseyi unuttuğu şeyden sorumlu tutmaz (Bakara 2/286).
[2*] Çetin anlamı verdiğimiz kelime, “sıkıca bağlı” anlamındaki (شديد) şedîd’dir. Allah’ın verdiği ceza, kulun fiiline bağlıdır (En'âm 6/160). Hesap gününü unutanların cezası da o gün unutulmak olur (Casiye 45/34-35).
[1*] Hicr 15/85, Enbiya 21/16, Duhan 44/38.
[2*] Zariyat 51/60.
[*] Secde 32/18-20, Zümer 39/9, Mü'min 40/58, Casiye 45/21-22, Haşr 59/20.
[1*] Nisa 4/82, Müminun 23/68, Muhammed 47/24.
[2*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.
[3*] Ra’d 13/19, İbrahim 14/52, Zümer 39/27, Duhan 44/58.
[4*] En’am 6/92, 155, Enbiya 21/50.
[1*] Neml 27/16.
[2*] Neml 27/15.
[*] Süleyman aleyhisselamın emrine verilen rüzgar, bir âyette “âsıfeten (عَاصِفَةً)” diye nitelenir (Enbiya 21/81). Bu ayette ise, emrettiği yere giderkenki hali “ruhâen (رُخَاء)” şeklinde ifade edilir. Meallerde âsıf kelimesine “şiddetli” anlamı verilir. Şiddetli rüzgar, varacağı yere yumuşakça gitmeyeceği için âsıf kelimesine, sözlüğe uygun olarak “hızlı esen” anlamı vermek gerekir (Mekâyis). Yani bu rüzgar, emredilen işi yapacak hızda ve bunu yaparken başka yerlere zarar vermeyecek yumuşaklıkta esmektedir.
[*] Neml 27/40.
[*] Enbiya 21/83.
[1*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.
[2*] Enbiya 21/84.
[1*] “Ayette geçen (darb = ضرب) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bir şeyin üstüne vurma veya sabitlemedir (Müfredat). Hemen hemen her iş için kullanılan bu fiilin anlamı, vurulan veya sabitlenen şeye göre değişir (el-Ayn)
[2*] Ayette geçen “la tahnes (لَا تَحْنَثْ)” ifadesine, İsrailiyatın etkisiyle, tefsir ve meallerde “Yeminini bozma!” anlamı verilmiştir. Oysa bu fiilin mastarı olan “hıns (حنث)” kelimesi Kur’an’da bir ayette daha geçer ve günah anlamında kullanılır (Vakıa 56/46). Sözlükler, “hıns”kelimesinin “günaha veya sıkıntıya girmek” anlamına geldiğini belirtmekle beraber, yeminle ilişkilendirilmesinin tali bir anlam olduğunu da ima ederler (Mekâyîs). Bu ifadeye “yeminini bozma!” anlamı vermek, Kur’an bütünlüğüne aykırıdır.
Eyyûb aleyhisselama yapılan uyarının nedeni, hastalığı Allah’tan değil Şeytan’dan bilmesiydi. Oysa, bir nebi olarak, Şeytan’ın insanlar üzerinde böyle bir etkisinin olmadığını aklından çıkarmamalıydı.
[1*] Ayetteki zikr (ذكر) kelimesi mastar olduğu için Arap dili açısından ona çoğul anlam da verilebilir.
[2*] Ra’d 13/29.
[1*] Ahiretteki Cennet, “Adn cennetleri” olarak nitelenir (Meryem 19/60-63). Bir diğer niteleme biçimi de “Firdevs”tir (Kehf 18/107-108, Müminun 23/1-11). Bunlar, Cennet’in ortak özelliklerini ifade eden nitelemelerdir.
[2*] Zümer 39/73.
[*] Yasin 36/57, Saffat 37/41-43, Zuhruf 43/73, Duhan 44/55, Tur 52/22, Vakıa 56/20, Mürselat 77/42.
[*] Cennette hem kadın hem de erkek müminlerin emrine verilecek olan hizmetçiler, hurilerdir (Saffat 37/48-49, Duhan 44/54; Tur 52/20; Rahman 55/56,72; Vakıa 56/22; Nebe 78/33)
[*] Saffat 37/67, Vakıa 56/53-55, Nebe 78/24-25, Gaşiye 88/5.
[*] Saffat 37/33.
[1*] Ra’d 13/7, Naziat 79/45.
[2*] Al-i İmran 3/18, En’am 6/102, A’raf 7/158, Kasas 28/70, 88, Teğabün 64/13.
[3*] Ra’d 13/16, Zümer 39/4.
[*] Ra’d 13/5, İsra 17/49, 98, Mu’minun 23/82, Neml 27/67, Saffat 37/16-17, Kaf 50/3, Vakıa 56/47-48, Naziat 79/10-11.
[*] Bakara 2/30.
[*] İnsan vücudunun dış kısmına yani cildine “beşere (البشرة)” denir. Beşer (البشر) kelimesi Kur’an’da, insan anlamında kullanılır ve bununla, insanın diğer canlılardan farklı olan fiziki yapısına dikkat çekilir. İnsan, elbise giymek zorunda olan tek varlıktır. Elbise onun, dünyanın her yerinde ve her mevsimde yaşamasına imkan verir (A’raf 7/26; Nahl 16/5, 81). Kur’an, ilk insan olan Adem aleyhisselamın topraktan yaratılan ilk beşer olduğunu açıkça bildirir (Hicr 15/28, 33; Furkan 25/54, Rum 30/20). Bütün bunlar, insanın başka bir varlıktan evrilerek oluştuğu iddialarını reddetmektedir.
[1*] Bakara 2/31-34.
[2*] Hicr 15/29. Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat).
[*] Bakara 2/34, A’raf 7/11, Hicr 15/30, İsra 17/61, Kehf 18/50, Taha 20/116.
[*] Hicr 15/32. Allah’ın imtihan için yarattığı varlıklar, insanlar ve cinlerdir (Zariyat 51/56). Melekler, cinlerin Allah tarafından görevlendirilmiş olanlarıdır. İblis de Allah’ın melek olarak görevlendirdiği cinlerdendir. Secde emri meleklere verildiği için İblis, melek olmasaydı secdeden sorumlu tutulamazdı. Secde etmemesinin sebebi kendini büyük görüp direnmesidir. Bu suçu hangi melek işlese aynı konuma düşer (Nisa 4/172-173). “Kâfirlerden oldu” sözü, İblis’ten önce de kafir olanların varlığını gösterir.
[1*] Din, “âdet, durum; yapılan işe karşılık vermek ve verilen karşılık, itaat /boyun eğme” anlamlarına gelir (es-Sıhâh). Din, Kuran’da insanın kabul edip ona göre yaşamaya söz verdiği sistem anlamına da gelir (Âl-i İmran 3/19, Kafirun 109/6). Eğer bu din Allah’ın dini ise boyun eğilen yalnızca Allah’tır ve karşılığı ondan beklenir. “Din günü” de dünyada yapılanların karşılığının alınacağı Ahiret günüdür (Fatiha 1/4-5, Nûr 24/25, Saffat 37/19-20, Zâriyât 51/6 12-13, Vakıa 56/56, Mearic 70/26, Müddessir 74/46, İnfitar 82/9, 15-19).
[2*] (İblis) Dedi ki: “Rabbim! O zaman bana, bunların tekrar diriltilecekleri güne kadar yaşama fırsatı ver.”
[1*] Bu ayetten Meleklerin de ömürlü varlıklar olduğu ancak bazılarına Kıyamet /mezardan kalkış gününe kadar yaşama hakkı tanındığı anlaşılıyor.
[2*] A’raf 7/14, Hicr 15/36.
[1*] “Malum gün” birinci sura üflendiği gündür. O gün,, Allah’n tercih ettikleri dışında bütün canlılar ölecektir. (Zümer 39/68) Yeniden dirilen insana, ölümle dirilmesi arasında geçen süre, göz açıp kapayacak kadar hatta daha da az gelir (Nahl 16/77, Kamer 54/50). İblis, en son ölen canlı dahi olsa o da aynı şeyi hissedecektir. Bu ayetten Meleklerin de ömürlü varlıklar olduğu ancak bazılarına Kıyamet /mezardan kalkış gününe kadar yaşama hakkı tanındığı anlaşılıyor.
[2*] (Hicr 15/38).
[*] A’raf 7/16-17, Hicr 15/39.
[*] Samimiyeti onaylanmış anlamı verdiğimiz ‘muhlas’ (مُخْلَص) kelimesinin mastarı ihlastır. İhlas sözlükte bir şeyi kirlilikten, bulanıklıktan temizleyip arındırmak, saflaştırmak, katıksız, arı, duru hale getirmektir. Bu kelime Kur’an’da, dini Allah’a has kılan yani Allah’ın dinine bir şey katmayıp kulluğu sadece ona yapan, riyadan ve şirkten uzak olan samimi insanların ortak vasfını ifade etmek için kullanılır. Bu vasfa sahip olana “muhlis”, bu vasfı Allah tarafından onaylanmış olana da “muhlas” denir. İblis, bu özelliğe sahip olanları yoldan çıkaramaz (Hicr 15/40).
[*] En’am 6/90, Yusuf 12/104, Mu’minun 23/72, Furkan 25/57, Şura 42/23, Tur 52/40, Kalem 68/46.
[*] Yusuf 12/104, Enbiya 21/10, 24, 50, Yasin 36/69, Zuhruf 43/44, Kalem 68/52, Tekvir 81/27.
[*] Zümer 39/39-40, Zuhruf 43/89, Nebe 78/4-5, Tekasür 102/3-4.