YUNUS
[1*] Bakınız Araf 7/54
[2*] Kur’an, halkın diliyle inmiştir (İbrahim 14/4). Halk dilinde arş, “saltanat koltuğu”dur. Arşa istiva ise “yönetimin başına geçme” anlamındadır. Türkçede de bu anlamda, “padişah tahta oturdu”, “falan kişi cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu” gibi ifadeler kullanılır. “Allah arşa istiva etti.” sözü de aynıdır. Kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder (Taha 20/5, Hakka 69/17).
[3*] Şefaat, birinin eşlik etmesini istemek, eşlik etmek veya arka çıkmaktır. (El-Ayn, Müfredât). Mahşer günü kimseye şefaat edilmeyecektir (Bakara 2/48). Dünyada insanlar birbirlerine destek verebilirler (Nisa 4/85). Cennete gitmiş biri, şirk günahı ile değil de diğer günahlarından dolayı cehennemde olan bir yakınını yanına isteyebilir (A’raf 7/46-49, Meryem 19/86-87, Tur 52/21). İster dünyada ister cehenneme gitmiş biri için olsun, şefaat ancak Allah’ın onayıyla olabilir (Bakara 2/255, Ta Ha 20/109, Sebe 34/23).
[2*] Işık kaynağının sebep olduğu aydınlık
[3*] İki ayette aya nur denmiştir (Yunus 10/5, Nuh 71/16). Nur’a ışık ve ışığı yansıtan anlamları verilebilir. Furkan 25/61’deki ışık yansıtan ay (قَمَرًا مُّنِيرًا) ifadesi o iki ayetteki nur kelimelerinin de bu anlamda olduğunu gösterir. Güneş “ısı ve ışık yayan bir kandil” (Nebe 78/13) olduğu için ay, ışığını ondan alır. Furkan 25/61, ayın gözlenen ışığıyla anladığımız evreleri (menâzil) olduğunu ve bu sayede yılların sayısının ve hesabın bilineceğini ifade eder. Kamerî ay, güneşin batmasının ardından batan hilal ile başlar ve biter. Ayın her gün şekil değiştirmesi onu gökyüzündeki takvim gibi yapar. Öyleyse ayetlerdeki iniş yerleri (menâzil), ışığın aya iniş yerleri olur. Yoksa ay, her zaman aynı aydır. Onu bize farklı gösteren ona inen bu ışıklardır.
[1*] Hamd, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Her şeyi mükemmel yapmak Allah’a özgüdür” demek, en üstün övgüdür. Övgünün bir diğer çeşidi olan “şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için ‘güzel’ yerine ‘mükemmel’ kelimesini kullandık.
[2*] رَبّ الْعَالَمِينَ = rabbi’l-âlemîn ifadesi, رَبُّ العالمين = rabbü’l-âlemîn şeklinde de okunur (Kurtubî). Bu durumda anlam, “O varlıkların sahibidir” şeklinde olur. Yukarıdaki meal buna göre verilmiştir.
[1*] Sözlükte eğmek/bükmek/çevirmek anlamındaki “left = لفت” kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır: ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.
[2*] En’âm 6/110, Araf 7/186, Hicr 15/72, Müminun 23/75, Neml 27/4.
[1*] İltifat, bkz. Yunus 10/11. ayetin dipnotu
[2*] En’âm 6/131, İsra 17/16.
[1*] Tilavet sözcüğünün kökü olan t-l-v = تلو, "birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanması” anlamındadır (Müfredât). Buna göre tilavet, birbiriyle bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır.
[2*] “Kur’an” kelimesi “küme” anlamına gelir. Bir konuyu anlatan muhkem bir ayet ile onu açıklayan müteşabih (muhkem ayetle benzeşen) ayetler, o konuya ait ayetler kümesini yani kur’an’ı oluşturur. Kur’an kelimesine bu manayı vermemizin delillerinden biri İsra 17/78’de geçen “ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ = kur'ân el fecr” ifadesidir. Sabah kızıllığının kümeleşmesi anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’in bu metodunu ayrıntılı olarak öğrenmek için Hud 11/1-2, Al-i İmran 3/7, Fussilet 41/3 ve ilgili dipnotlara bakınız.
[*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şey yapma” anlamında olan şey = شيء’dir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe = شاء fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe = شاء fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[*] İbrahim 14/42, Duhan 44/40, Vakıa 56/49-50, Mürselat 77/11-15, Nebe 78/17.
[2*] Kehf 18/45, Kalem 68/16-33.
[*] Şâe = شاء fiili ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Yunus 10/16. ayetin dipnotu.
[1*] Yaptıklarının karşılığını aldıktan sonra bir katı kadar daha ceza alacaklardır (A’raf 7/38).
[2*] Al-i İmran 3/106.
[*] Mâide 5/116-118, Furkan 25/17-19, Sebe 34/40-42, Ahkaf 46/4-6.
[*] Bakara 2/136, 213, Al-i İmran 3/81, 84 ve En’âm 6/90. ayetlere göre bütün nebîlere kitap verilmiştir. Bunlardan her biri diğerlerini tasdikle görevlidir. Kur’an son kitap olduğu için o da önceki kitapların hepsini tasdik etmektedir.
[*] Nebilere inanmak istemeyenlerin tamamı, onların getirdikleri ayetler karşısında yalana sarılmış ve kaybetmişlerdir (A’raf 7/59-171).
[*] Ayetten anlaşılacağı üzere görme duyusu olmayan insanlar bile basiretli olabilirler. Basiret arka planını görme, akıl gözü ve vizyon olarak Türkçeye çevrilebilir.
[*] Zümer 39/42’ye göre vefat, işi biten ruhun bedenden ayrılmasıdır. Allah ruhu iki şekilde vefat ettirir, biri uykuya daldığında, diğeri de öldüğünde olur. Ruh, bilgisayarın işletim sistemi gibi bütün bilgileri korur. Onun için Allah, hem uyuyan hem de ölen bedenin ruhunu koruma altına alır. Uyuyan insanın ruhu uyandığında, ölen kişinin ruhu da vücut yeniden yaratıldığında geri döner (Müminûn 23/100, Tekvîr 81/7).
[1*] İnsan 76/30, Tekvir 81/27-29
[2*] Biz bir şeyi irade etsek bile, Allah, onu ayrı bir varlık olarak yaratmadan hiçbir şey yapamayız (A’raf 7/54, Tevbe 9/51, Hadid 57/22, Tekvir 81/29).
[*] A’raf 7/101-104.
[*] Ra’d 13/28
[*] Kaf 50/17-18.
[*] Evliya, veli kelimesinin çoğuludur. Veli, aralarında kendileri dışında bir şey olmayan iki veya daha çok şeye denir (Müfredat). Allah ile arasına başka birini koymayan herkes Allah’ın velisi yani dostudur. Araya başkasını koyan ise Allah ile bağını koparmış olur (Bakara 2/27, Ra’d 13/21-25).
[1*] En’am 6/33-35.
[*] Güneş ışınlarını ışığa çevirerek aydınlığı oluşturan gündüzdür (İsra 17/12).
[*] Çetin, ayetteki ’شديد = şedîd’in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır (En'âm 6/160).
[*] Saffat 37/83, 112. Hadid 57/26.
[*] Kasas 28/38, Naziat 79/24.
[*] Nisa 4/18.
[*] Burada el-kitab kelimesine cins yani “indirilmiş bütün kitaplar” anlamı verilmiştir.
[1*] Elçi gönderilmeyen kavimlere azap edilmez (İsra 17/15)
[2*] Saffat 37/147-148.
[1*] Bkz. Yunus 10/16. ayetin dipnotu.
[1*] İman kalpte olduğu için kişinin inancının doğru olup olmadığı ile ilgili onayı Allah’tan başkası veremez (İbrahim 14/4, Nahl 16/93, Kasas 28/56).
[1*] Sümme = ثمَ edatı sonra anlamına geldiği gibi “birlikte, aynı zamanda, o sırada” anlamlarına da gelir. (Hud 11/1,3; Beled 90/17)
[2*] Kurtarmak anlamına gelen “نجو = ncv” kelimesi ayette hem if’âl hem de tef’il bâbında geçmektedir. Kelimenin tef’îl bâbındaki kullanımında, “ayırarak kurtarma” şeklinde, kurtarmanın keyfiyetine işaret eden bir anlam bulunduğu için bu durum meale yansıtılmıştır. Çünkü Yunus 10/98. ayete göre insanlık tarihinde topyekün iman eden tek toplum Yunus Aleyhisselamın halkıdır. Bu sebeple onların üzerinden azabın kaldırıldığı bildirilmektedir. Bunun dışındaki toplumlara azap geldiğinde elçileriyle birlikte iman edenlerin inanmayanlardan ayrılarak kurtarıldığı bu ayette ortaya konmaktadır. Nitekim Lut Aleyhisselam ve ailesi ile Nuh Aleyhisselam ve gemiye binen müminler bu durumun örneklerinden ikisidir.
[*] Ruhun bedenden alınması vefat, canlılığın son bulması ölüm (mevt)’tir.
[1*] Yunus 10/25.
[2*] Zümer 39/38.
[1*] İsrâ 17/105, Kehf 18/29, Zümer 39/41.
[2*] Nebiler dahil hiç kimse, kimseyi Allah’a karşı savunamaz.