YUNUS
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[1*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.
Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.
[1*] Kamer 54/54-55.
[1*] A'raf 7/54, Hud 11/7, Furkan 25/59, Secde 32/4-5, Fussilet 41/9-12, Kaf 50/38, Hadid, 57/4.
[2*] Kur’an, halkın diliyle inmiştir (İbrahim 14/4). Halk dilinde arş, “saltanat koltuğu”dur (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Arşa istiva ise “yönetimin başına geçme” anlamındadır. Türkçede de bu anlamda, “padişah tahta çıktı”, “falan kişi cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu” gibi ifadeler kullanılır. Dolayısıyla “Allah arşa istiva etti.” sözü de kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder (A'raf 7/54, Ra’d 13/2, Taha 20/5, Furkan 25/59, Secde 32/4, Hadid 57/4).
[3*] Ra’d 13/2, Secde 32/5.
[4*] Şefaat, birinin eşlik etmesini istemek, eşlik etmek veya arka çıkmaktır. (El-Ayn, Müfredât). Mahşer günü kimseye şefaat edilmeyecektir (Bakara 2/48). Dünyada insanlar birbirlerine destek verebilirler (Nisa 4/85). Cennete gitmiş biri, şirk günahı ile değil de diğer günahlarından dolayı cehennemde olan bir yakınını yanına isteyebilir (A’raf 7/46-49, Meryem 19/86-87, Tur 52/21). İster dünyada ister cehenneme gitmiş biri için olsun, şefaat ancak Allah’ın onayıyla olabilir (Bakara 2/255, Taha 20/109, Sebe 34/23).
[5*] En’am 6/102.
[1*] Hud 11/4.
[2*] Yunus 10/34, Neml 27/64, Rum 30/11, 27.
[3*] En’am 6/70, Vakıa 56/92-93.
[2*] Işık kaynağının sebep olduğu aydınlık
[3*] En’am 6/96, İsra 17/12, Yasin 36/40, Rahman 55/5.
[4*] Bu ayetle beraber iki ayette aya nur denmiştir (Nuh 71/16). Nur’a ‘ışık’ ve ‘ışığı yansıtan’ anlamları verilebilir. Furkan 25/61’deki “ışık yansıtan ay” (قَمَرًا مُّنِيرًا) ifadesi o iki ayetteki nur kelimelerinin de bu anlamda olduğunu gösterir. Güneş “ısı ve ışık yayan bir kandil” (Nebe 78/13) olduğu için ay, ışığını ondan alır. Furkan 25/61, ayın gözlenen ışığıyla anladığımız evreleri (menâzil) olduğunu ve bu sayede yılların sayısının ve hesabın bilineceğini ifade eder. Kamerî ay, güneşin batmasının ardından batan hilal ile başlar. Ayın her gün şekil değiştirmesi onu gökyüzündeki takvim gibi yapar. Öyleyse ayetlerdeki iniş yerleri (menâzil), ışığın aya iniş yerleri olur (Yasin 36/39). Yoksa ay, her zaman aynı aydır. Onu bize farklı gösteren ona inen bu ışıklardır.
[5*] Ra’d 13/2.
[*] Bakara 2/164, Al-i İmran 3/190, Enbiya 21/33, Mu’minun 23/80, Nur 24/44, Furkan 25/62, Yasin 36/40, Casiye 45/5.
[1*] A’raf 7/147, Yunus 10/45, Rum 30/8, Secde 32/10, Ankebut 29/23.
[2*] Yunus 10/92, Rum 30/7.
[*] Bakara 2/82, Nisa 4/122, Ra’d 13/29, Kehf 18/30-31, 107-108, Hac 22/50, Ankebut 29/58.
[1*] Furkan 25/75, Ahzab 33/44.
[2*] Hamd, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Her şeyi mükemmel yapmak Allah’a özgüdür” demek, en üstün övgüdür. Övgünün bir diğer çeşidi olan “şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için ‘güzel’ yerine ‘mükemmel’ kelimesini kullandık.
[3*] (رَبّ الْعَالَمِينَ) ‘rabbi’l-âlemîn’ ifadesi, (رَبُّ العالمين) ‘rabbü’l-âlemîn’ şeklinde de okunur (Kurtubî). Bu durumda anlam, “O varlıkların sahibidir” şeklinde olur. Yukarıdaki meal buna göre verilmiştir.
[1*] Nahl 16/61, Kehf 18/58, Fatır 35/45.
[2*] Sözlükte eğmek/bükmek/çevirmek anlamındaki left (لفت) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır: ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.
[*] Rum 30/33-34, Zümer 39/8, 49-51.
[1*] Hac 22/45, Rum 30/9,
[2*] İltifat, bkz. Yunus 10/11. ayetin dipnotu
[3*] En’âm 6/131, İsra 17/16.
[1*] Tilavet sözcüğünün kökü olan t-l-v (تلو ) "birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanması” anlamındadır (Müfredât). Buna göre tilavet, birbiriyle bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır.
[2*] “Kur’an” kelimesi “küme” anlamına gelir. Bir konuyu anlatan muhkem bir ayet ile onu açıklayan müteşabih (muhkem ayetle benzeşen) ayetler, o konuya ait ayetler kümesini yani kur’an’ı oluşturur. Kur’an kelimesine bu manayı vermemizin delillerinden biri İsra 17/78’de geçen (وَقُرْآنَ الْفَجْرِ) kur'ân el fecr ifadesidir. Sabah kızıllığının kümeleşmesi anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’in bu metodunu ayrıntılı olarak öğrenmek için Hud 11/1-2, Al-i İmran 3/7, Fussilet 41/3 ve ilgili dipnotlara bakınız.
[3*] Necm 53/3-5, Hâkka 69/44-47.
[4*] En’am 6/50, A’raf 7/203, Ahkaf 46/9.
[5*] En’am 6/15, Zümer 39/13.
[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:
http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[2*] İsra 17/86-87, Kasas 28/86.
[*] En’am 6/21, 93, A’raf 7/37, Hud 11/18, Ankebut 29/68, Zümer 39/32.
[1*] Nahl 16/73, Hac 22/71, Furkan 25/55.
[2*] Zümer 39/3.
[3*] En’am 6/94, Ra’d 13/33, Rum 30/13, Zümer 39/44, Mü’min 40/18. Zuhruf 43/86, Necm 53/26.
[1*] Nahl 16/61, Ankebut 29/53, Fatır 33/45.
[2*] Bakara 2/213, Hud 11/110, Taha 20/129, Fussilet 41/45, Şura 42/14.
[*] Hud 11/12, Ra’d 13/7, 27, İsra 17/90-93, Furkan 25/7-8, Ankebut 29/50.
[1*] A’raf 7/94-95, Yunus 10/12, Hud 11/9-11, Rum 30/33-34, Zümer 39/8, 49, Fussilet 41/50-51.
[2*] Zuhruf 43/80, Câsiye 45/29, Kâf 50/17-18; İnfitâr 82/10-12.
[1*] İsra 17/70.
[2*] En’am 6/63-64, İsra 17/67-69, Ankebut 29/65-66, Lokman 31/31-32.
[1*] Şura 42/42.
[2*] Lokman 31/33, Fatır 35/5.
[3*] Yunus 10/4, Hud 11/4.
[1*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili detaylı bilgi için bkz Yunus 10/16. ayetin dipnotu.
[2*] Nisa 4/175, Maide 5/16, En’am 6/127; Ra’d 13/27, Şura 42/13.
[1*] Nisa 4/40, Ra’d 13/18, Nahl 16/30, Enbiya 21/101, Zümer 39/10, Necm 53/31-32, Hadid 57/10.
[2*] Al-i İmran 3/106-107, Kıyamet 75/22-23, Abese 80/38-39, Gaşiye 88/8-16.
[*] Mâide 5/116-118, En’am 6/94, Nahl 16/86, Meryem 19/81-82, Furkan 25/17-19, Sebe 34/40-42, Fatır 35/14, Ahkaf 46/4-6.
[1*] En’am 6/62.
[2*] En’am 6/24, Hud 11/21, Nahl 16/87, Kasas 28/75, Fussilet 41/48.
[1*] Neml 27/64, Sebe 34/24, Fatır 35/3, Mülk 67/21.
[2*] Mü’minun 23/84-89, Ankebut 29/61-63, Lokman 31/25, Zümer 39/38, Zuhruf 43/9-10, 87.
[*] En’am 6/95, 102, Yunus 10/3, Fatır 35/13, Zümer 39/6, Mü’min 40/62, 64.
[*] Yunus 10/96-97. Mü’min 40/4-6.
[1*] Ra’d 13/16, Enbiya 21/104, Neml 27/64, Rum 30/40.
[1*] Yusuf 12/111.
[2*] Bakara 2/136, 213, Al-i İmran 3/81, 84 ve En’âm 6/90. ayetlere göre bütün nebîlere kitap verilmiştir. Bunlardan her biri diğerlerini tasdikle görevlidir. Kur’an son kitap olduğu için o da önceki kitapların hepsini tasdik etmektedir. Kur’an’ın önceki kitapları tasdik edici özelliğine dair ayetler için bkz: Bakara 2/41, 89, 91, 97, Al-i İmran 3/3, Nisa 4/47, Maide 5/48, En’am 6/92, Yusuf 12/111, Fatır 35/31, Ahkaf 46/12, 30.
[3*] Secde 32/2.
[*] Bakara 2/23, Hud 11/13, İsra 17/88, Kasas 28/49, Ahkaf 46/8, Tur 52/34.
[*] Nebilere inanmak istemeyenlerin tamamı, onların getirdikleri ayetler karşısında yalana sarılmış ve kaybetmişlerdir (A’raf 7/59-171, Sebe 34/45, Fatır 35/25-26, Zümer 39/25-26, Mülk 67/18).
[*] Ankebut 29/47.
[*] Hud 11/35, Şuara 26/216, Kasas 28/55, Sebe 34/25, Şura 42/15.
[1*] İsra 17/47.
[1*] Yunus 10/42.
[2*] Ayetten anlaşılacağı üzere görme duyusu olmayan insanlar bile basiretli olabilirler. Basiret arka planını görme, akıl gözü ve vizyon olarak Türkçeye çevrilebilir.
[*] Al-i İmran 3/182, Nisa 4/40, Kehf 18/49, Ankebut 29/40, Mü’min 40/31, Fussilet 41/46.
[1*] İsra 17/52, Taha 20/103-104, Mü’minun 23/112-114, Rum 30/55, Ahkaf 46/35, Naziat 79/46.
[2*] En’am 6/31.
[1*] Zümer 39/42’ye göre vefat, işi biten ruhun bedenden ayrılmasıdır. Allah ruhu iki şekilde vefat ettirir, biri uykuya daldığında, diğeri de öldüğünde olur. Ruh, bilgisayarın işletim sistemi gibi bütün bilgileri korur. Onun için Allah, hem uyuyan hem de ölen bedenin ruhunu koruma altına alır. Uyuyan insanın ruhu uyandığında, ölen kişinin ruhu da vücut yeniden yaratıldığında geri döner (Müminûn 23/100, Tekvîr 81/7).
[2*] Ra’d 13/40, Mü’min 40/77.
[1*] Nahl 16/36.
[2*] İsra 17/15, Kasas 28/59.
[1*] İnsanların hesaba çekileceği, doğru yolda olanların cennete, yoldan sapmış olanların ise cehenneme gideceği ile ilgili vaat (İbrahim 14/22-23, Şura 42/18).
[2*] Enbiya 21/38, Neml 27/71, Secde 32/28, Sebe 34/29, Yasin 36/48, Mülk 67/25
[1*] A’raf 7/188,
[2*] A’raf 7/34, Hicr 15/5, Nahl 16/61, Müminun 23/43. Ankebut 29/53.
[1*] En’am 6/47, A’raf 7/96-99.
[*] Zariyat 51/14.
[*] En’am 6/134.
[1*] Al-i İmran 3/91, Maide 5/36, Ra’d 13/18, Zümer 39/47, Mearic 70/11-14.
[1*] Nur 24/64. Lokman 31/26,
[2*] Fatır 35/5.
[1*] Mü’minun 23/80, Mü’min 40/68.
[2*] Tevbe 9/116, Mü’minun 23/80, Mü’min 40/68, Duhan 44/8, Hadid 57/2.
[1*] Al-i İmran 3/138, Hud 11/120.
[2*] İsra 17/82, Fussilet 41/44.
[3*] En’am 6/157, A’raf 7/52, 203, Yusuf 12/111, Nahl 16/64, 89, Neml 27/76-77, Lokman 31/3, Casiye 45/20.
[1*] Kıyamet ayağa kalkma ve kalkış demektir. Kıyamet günü, insanların yeniden dirilip kabirlerinden kalktığı gündür.
[2*] Yunus 10/69, Nahl 16/117.
[3*] Neml 27/73.
[1*] Nur 24/64, Mücadele 58/7.
[2*] Al-i İmran 3/5, Lokman 31/16, Sebe 34/3.
[3*] En’am 6/59, Hud 11/6, Hac 22/70, Neml 27/75, Fatır 35/11, Hadid 57/22.
[*] Evliya, veli kelimesinin çoğuludur. Aralarına başka bir şey girmeyecek şekilde birbirine yakın olan iki kişi veya şeyden her birine veli denir. Buradan hareketle akrabalık, dostluk, yardım ve inanç bakımından doğan yakınlık da mecazen bu kelimeyle ifade edilir (Müfredât). Allah ile arasına başka birini koymayan herkes Allah’ın velisi, Allah da onun velisidir (Bakara 2/257, Muhammed 47/11). Ayetler gayet açık olduğu halde tasavvufta bir velayet makamı oluşturulur, o makama veli veya evliya diye nitelenen kişiler yerleştirilerek onlar birer vesile/aracı konumuna getirilir. Böylece Allah ikinci sıraya konur ve tevbe edilmediği takdirde asla affedilmeyecek şirk günahına girilmiş olur (Bakara 2/257, Nisa 4/48, 116, A’raf 7/3, 30, Secde 32/4, Ahkaf 46/4-6).
[1*] Enfal 8/2-4, Secde 32/15, Hucurat 49/15.
[2*] Bakara 2/2-5. 177, Zümer 39/33.
[*] Nisa 4/13, Maide 5/119, En’am 6/16, Tevbe 9/72, 100, Mü’min 40/9, Casiye 45/30, Hadid 57/12, Saf 61/10-13, Teğabün 64/9, Buruc 85/11.
[1*] En’am 6/33, Hicr 15/97, Nahl 16/127, Neml 27/70, Yasin 36/76.
[1*] Yunus 10/55, Nur 24/64, Lokman 31/26.
[2*] En’am 6/116, 148, Yunus 10/36, Zuhruf 43/20, Necm 53/27-28.
[1*] İsra 17/12, Furkan 25/47, Neml 27/86, Kasas 28/73, Mü’min 40/61, Nebe 78/10-11.
[2*] Rum 30/23.
[1*] Çetin, ayetteki (شديد) şedîd’in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır (En'âm 6/160).
[2*] Nahl 16/117.
[1*] Nuh kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/59-64, Hud 11/25-48, Mu’minun 23/23-30, Şuara 26/105-122, Saffat 37/75-82, Kamer 54/9-16, Nuh 71/1-28.
[2*] Nuh aleyhisselamın, düşmanlarına meydan okuması, Allah Teâlânın, bütün resullerine yardım edip onları koruyacağını bildirmesinden dolayıdır (Maide 5/67, Yunus 10/102-103, Enbiyâ 21/7-9, Saffat 37/171-173).
[*] Şuara 26/109-110.
[*] A’raf 7/64, Enbiya 21/77, Furkan 25/37, Şuara 26/120, Saffat 37/82.
[*] A’raf 7/101, Yunus 10/13, Mu’minun 23/44, Hadid 57/26-27.
[1*] Furkan 25/35-36.
[2*] A’raf 7/103, Hud 11/96-97, Mu’minun 23/45-46, Mü’min 40/23-24, Zuhruf 43/46.
[*] Neml 27/13-14, Kasas 28/36.
[*] Zuhruf 43/23.
[1*] "İşkence" anlamı verdiğimiz kelime fitnedir. “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf 7/155), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında da kullanılmıştır.
[2*] Taha 20/24, 43, Kasas 28/4, 38-39, Zuhruf 43/51-54, Duhan 44/31, Naziat 79/17, 24.
[*] Fitne kelimesi ile ilgili olarak Yunus 10/83. ayetin dipnotuna bkz.
[*] Bakara 2/83.
[1*] Bakara 2/50, Taha 20/77, Şuara 26/63-65.
[*] Nisa 4/17-18, En’am 6/158, Mü’minun 23/99-100. Mü’min 40/84-85.
[1*] A’raf 7/137, İsra 17/104, Şuara 26/57-59, Duhan 44/25-28, Casiye 45/16.
[2*] Bakara 2/213, Al-i İmran 3/19, Neml 27/76-78, Şura 42/14, Casiye 45/17.
[1*] Burada el-kitab kelimesine cins yani “indirilmiş bütün kitaplar” anlamı verilmiştir.
[2*] Kur’an birkaç ayette daha Resulullah’ın bazı konularda ehlikitaba sormasını emretmiştir. Bu ayetler için bkz: Bakara 2/211, A’raf 7/163, İsra 17/101, Zuhruf 43/45.
[3*] En’am 6/114, Hud 11/17.
[*] En’am 6/14, 35, Yunus 10/105, Zümer 39/65.
[*] En’am 6/25, 109, 111, A’raf 7/146, Hicr 15/13-15, Şuara 26/201, Kamer 54/2.
[1*] Elçi gönderilmeyen kavimlere azap edilmez (İsra 17/15)
[2*] Saffat 37/147-148.
[1*] Bkz. Yunus 10/16. ayetin dipnotu.
[1*] İman kalpte olduğu için kişinin inancının doğru olup olmadığı ile ilgili onayı Allah’tan başkası veremez (İbrahim 14/4, Nahl 16/93, Kasas 28/56).
[2*] En’am 6/125, Tevbe 9/125.
[1*] Ayetteki “sümme = ثمَ” edatına mutlak beraberliği ifade eden “o sırada” anlamı verilmiştir. Çünkü “sümme” dört türlü kullanımı olan bir edattır. Bu kullanımlardan biri, sıralama veya öncelik-sonralık kastedilmeksizin mutlak beraberliği ifade eder (Mu’cemu'l-Lugati'l-Arabiyyeti'l-Muasıra, lem-ül Kutub; 1429 h., 2008; c:1, s:328; Yunus 10/103; Hud 11/3, 52
[2*] Yusuf 12/110, Enbiya 21/7-9. Kurtarmak anlamına gelen (نجو) ‘ncv’ kelimesi ayette hem if’âl hem de tef’il bâbında geçmektedir. Kelimenin tef’îl bâbındaki kullanımında, “ayırarak kurtarma” şeklinde, kurtarmanın keyfiyetine işaret eden bir anlam bulunduğu için bu durum meale yansıtılmıştır. Çünkü Yunus 10/98. ayete göre insanlık tarihinde topyekün iman eden tek toplum Yunus Aleyhisselamın halkıdır. Bu sebeple onların üzerinden azabın kaldırıldığı bildirilmektedir. Bunun dışındaki toplumlara azap geldiğinde elçileriyle birlikte iman edenlerin inanmayanlardan ayrılarak kurtarıldığı bu ayette ortaya konmaktadır. Nitekim Lut Aleyhisselam ve ailesi ile Nuh Aleyhisselam ve gemiye binen müminler bu durumun örneklerinden ikisidir.
[1*] Kafirun 109/1-6.
[2*] En’am 6/162-163, Neml 27/91-92, Zümer 39/11-15, Mü’min 40/66.
[1*] Nisa 4/170, 174, En’am 6/104, Yunus 10/57, İsrâ 17/105, Kehf 18/29.
[2*] En’am 6/66, 107, İsra 17/15, Neml 27/92, Zümer 39/41, Şura 42/6.
[1*] En’am 6/106, Ahzab 33/2.
[2*] Nahl 16/127, Rum 30/60, Mü’min 40/55, 77, Ahkaf 46/35, Tur 52/48, Kalem 68/48, Müzzemmil 73/10, Müddessir 74/7, İnsan 76/24.