YUSUF
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[1*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.
Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.
[2*] Kur’an-ı Kerim, muhkem /hüküm bildiren ve müteşabih/muhkemlerin benzeri olup onların ayrıntılarını ortaya koyan ayetlerden oluşur. Bu metot sayesinde Kitab’ın tamamı ayrıntılı olarak açıklanmıştır.
[3*] Şuara 26/2, Kasas 28/1-2.
[*] Kur'ân, karaa (قرأ) fiilinin mastarı olan kur (القُرْء) veya kar (القَرْء)’dan türetilmiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Arapçada Kur’ân (قُرْآنً)’ın çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن) kelimesine, bağlamına göre, kur’ânlar diye de anlam verilebilir. Benzer ayetler için bkz: Taha 20/113-114, Zümer 39/28, Fussilet 41/3, Şura 42/7, Zuhruf 43/1-3, Ahkaf 46/12.
[1*] Ayette geçen “kevkeb (كوكب)” kelimesi “gezegen” anlamına gelir. Birçok mealde bu kelimeye “yıldız” anlamı verilse de Kur’an’da “yıldız” için “kevkeb” değil; “necm (نجم)” kelimesi kullanılır. Nitekim Kıyamet /mezardan kalkış öncesinde yıldızların söneceğinden (Mürselat 77/8, Tekvir 81/2), gezegenlerin ise dağılacağından (İnfitar 82/2) bahsedilerek iki kavramın farklı olduğu net bir şekilde ortaya konmuştur. Yıldızların sönecek olması, ışıklarının kendilerinden olduğunu vurguladığı gibi gezegenlerin kendi ışıklarının olmadığını da gösterir.
[2*] Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda, vücudumuz ayaklar, eller ve dizler üzerinde yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamındaki secdedir (Nisa 4/102-103). Evren; gökler, yer ve bunların arasındaki varlıklar olmak üzere üçe ayrılır (Hicr 15/85). Gökler yedi kattır. Gezegenler, göğün bize en yakın olan katında yer alır (Saffât 37/6). Bu ayet, 11 gezegenin olduğunu bildirmektedir.
[3*] Yusuf 12/100.
[*] Zuhruf 43/62.
[*] Yusuf ve küçük kardeşi Bünyamin’in annesi, diğerlerinin annelerinden farklıdır. Bu yüzden Bünyamin’e “kardeşimiz” değil, “Yusuf’un kardeşi” diyerek onu ve Yusuf’u kendilerinden ayrı tutmaktadırlar. Nitekim Yusuf 12/59’da Bünyamin için “baba bir erkek kardeşiniz” ifadesi kullanılarak bu fark ortaya konmuştur.
[1*] Tevrat/Yaratılış 37:22 pasajına göre bu kardeş, en büyük çocuk olan Ruben (Reuven)’dir ve bunu söylerken amacı, kardeşleri gittikten sonra kuyunun başına geri dönüp Yusuf’u kurtarmaktır.
[2*] Kuyuya “bi’r (البئر)” denir (Hac 22/45). Ayette geçen “cüb (الجب)” kelimesi ise sadece suyu olan kuyu için kullanılır.
[3*] Gayâbet (غَيَابَةِ), “gözükmeyen yer” anlamındadır. İçinde su olan kuyunun dışarıdan bakınca gözükmeyen yeri, su seviyesinin üstünde, bir insanın rahatlıkla içinde durabileceği bir oyuktur.
[1*] Burada vahye “ilham” anlamı verilmiştir. Bunun sebebi, 24. ayetin dipnotunda anlatılmıştır.
[2*] Yusuf 12/89-90.
[*] Tevrat’ta bu husus şöyle ifade edilir: “Midyanlı tacirler (oldukları anlaşılan) adamlar geçerken Yusuf’u kuyudan çektiler. Yirmi parça gümüş karşılığında Yuusf’u Yişmaeliler’e sattılar.” (Yaratılış, 37:28)
[1*] Firavun’un sarayında büyütülen Musa Aleyhisselam için de benzer şeyler söylenmiştir (Kasas 28/9).
[2*] Yusuf 12/6.
[*] Benzer ifadeler Musa Aleyhisselam için de kullanılmıştır (Kasas 28/14).
[*] Burada geçen ‘bilirkişi’ sözcüğü ‘şahit’in; ‘görüş bildirdi’ ifadesi de ‘şahitlik etti’ ifadesinin karşılığı olarak tercüme edilmiştir. Çünkü şahit olmak, görerek veya basiretle mümkündür (Müfredat). Şahitlik etmek ise, bu iki yoldan biriyle ulaşılan bilgiyi beyan etmektir. Basiret de ilim ve tecrübe yoluyla ulaşılan kesin kanaattir (Bakara 2/23, Al-i İmran 3/18, Maide 5/83-84). Ayette söz konusu şahıs, gözüyle görmediği bir olaya bilgisi ve tecrübesiyle yani basiretiyle şahitlik etmiştir.
[*] Kadının Yusuf için ‘kendini korudu’ demesi, kendisinin de yaptığı şeyin sakınılması gereken bir eylem olduğunu bildiğini gösterir.
[*] Ayette geçen (جَهَالَةٍ) ‘cehâlet’in Türkçesi “cahillik” veya “cahillik etmek”tir. Cahillik, bilmemek; cahillik etmek de kendini tutamayıp yanlış iş yapmaktır. Züleyha ve diğer kadınların onu elde etmeye çalışmaları karşısında Yusuf aleyhisselamın söylediği sözler, cahillik etmekten korktuğunu göstermektedir. Çünkü o, kendine hakim olamamaktan korkmaktadır.
[*] Hapishanedeki gençlerin rüyaları Tevrat’ta da anlatılmaktadır (Yaratılış, 40:1-23).
[*] Yusuf 12/6.
[1*] Bu ayet Yusuf aleyhisselamın babasından ayrılmadan önce doğru bir dînî eğitim almış olduğunu gösterir (Bakara 2/132).
[2*] Zümer 39/65.
[*] Neml 27/59, Zümer 39/29.
[1*] Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). Yusuf aleyhisselamın sözünü ettiği kişiler kendileri için bir takım tanrılar tanımlamış, özelliklerini kendileri uydurmuşlardır. Hud Aleyhisselam’ın kavmi olan Âd (A’raf 7/71) ve Mekkeli müşrikler de benzer tanrılar oluşturmuş (Necm 53/19-23) ve onlara tapmışlardır.
[2*] Rum 30/30, Beyyine 98/5.
[*] “Efendi” olarak tercüme edilen kelime “rab”tir. Rab kelimesinin Türkçe karşılığı “sahip”tir. Evin sahibine rabb’ud-dâr = evin rabbi (Müfredât), sermaye sahibine de rabb’ül-mal = sermayenin rabbi denir. Bu ve sonraki ayette “efendi” anlamında kullanıldığı gibi, Yusuf 12/50. ayette de rab kelimesi önce kral için “efendi” anlamında, daha sonra da “Allah” için “sahip” anlamında kullanılmıştır.
[1*] Nebi kelimesi Kur’an’da, Allah’ın seçip risaletle ilgili vahiy verdiği ve bu vahyi tebliğ etmekle görevlendirdiği kişiler için kullanılırken resul kelimesi böyle değildir. Resul “elçi” anlamındadır. Bu, risaletle ilgili olabildiği gibi insani ilişkiler bağlamında birinin birine gönderdiği kişi anlamında da kullanılır. Bu ayette geçen resul kelimesi risaletle ilgili olmayıp kralın Yusuf’a gönderdiği elçi anlamındadır.
[2*] Yusuf 12/31.
[*] Yusuf 12/23-24.
[1*] Ayette yer alan (ما رحم ربي) cümlesindeki mâ (ما), fiile mastar ve zaman anlamı veren “mâ-i mastariyye-i tevkîtiyye” olduğu için ayete “Rabbimin ikram edip uyardığı zaman” şeklinde anlam verilmiştir.
[2*] Nisa 4/49, Necm 53/32, Şems 91/7-10.
[1*] Önceki ayette (Yusuf 12/55) Yusuf aleyhisselam kraldan kendisini hazinelerin başına geçirmesini istemişti. Bu ayetten anlaşıldığına göre kral onu, her konuda yetkili yapmıştır. Bu surenin 78 ve 88. ayetlerinde ona “aziz” denmesinin sebebi budur. Bu ayetler Tevrat’taki şu pasajları tasdik eder: “Sarayımın yönetimini sana vereceğim. Bütün halkım buyruklarına uyacak. Tahttan başka senden üstünlüğüm olmayacak. Seni bütün Mısır’a yönetici atıyorum.” “Firavun Yusuf’a, “Firavun benim” dedi, “Ama Mısır’da senden izinsiz kimse elini ayağını oynatmayacak.” (Yaratılış 41: 40, 41, 44)
[2*] Hud 11/115.
[*] Kehf 18/30-31
[*] Yusuf’un ve küçük kardeşi Bünyamin’in annesi aynı, diğerlerinin anneleri farklıdır (Yusuf 12/8).
[*] Yusuf 12/12-13.
[*] Ana-baba bir kardeşi olan Bünyamin’i.
[*] Yakup aleyhisselamın şeriatına göre kim hırsızlık yaparsa o kişi, malını çaldığı kişinin kölesi olurdu. Yusuf (a.s.) da kardeşi Bünyamin’i bu yolla alıkoymuştu. Yusuf 12/79. ayet hırsızlığın cezası konusundaki bu bilgiyi pekiştirmektedir.
[1*] Keyd (كيد) kelimesi, bir şeyi sağlam bir şekilde çözmeyi ifade eder (Mekâyis). Ayrıca bkz. Hac 22/15.
[2*] Rivayetlere göre o dönem yürürlükte olan Mısır ceza kanununa göre hırsızlığın cezası, hırsıza sopa vurmak ve çaldığı malı iki misliyle ödettirmekti.
[3*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[*] Allah, Yusuf aleyhisselama ilham ettiği bu oyun sayesinde, Yusuf’un kardeşlerine, yaptıklarının dengi bir ceza veriyordu (Nahl 16/126). Nitekim babalarının tüm ilgi ve sevgisini kazanmak için Yusuf’u kuyuya atan kardeşleri, bu oyunun sonunda babalarının ilgisini tamamen kaybetmiş oldular. Bu olay Tevrat’ta şöyle geçer: “(Yusuf'un kardeşlerinden Yeuda dedi ki): “Hepimiz efendime köle olmaya hazırız. Hem biz hem de kadeh kimin elinde bulunduysa o.” (Yusuf:) “Böyle bir şeyi yapmak bana yakışmaz!” dedi. “Kadeh kimin elinde bulunduysa sadece o benim kölem olacaktır. Diğerleriniz ise selametle babanıza çıkabilirsiniz.” (Yaratılış: 44: 16-17.)
[1*] Yusuf 12/66.
[2*] Yusuf 12/15-18.
[*] Yusuf 12/18.
[*] Yusuf 12/4-6. ayetlerde Yusuf aleyhisselamın gördüğü rüya ve Yakub aleyhisselamın yorumu anlatılmaktadır. O, Yusuf’la tekrar buluşacaklarını bu rüyadan dolayı bilmekteydi.
[*] Hicr 15/56, Ankebut 29/23.
[*] Yusuf 12/15.
[*] Yusuf 12/56-57.
[*] Şûrâ 42/43.
[*] Yusuf 12/84.
[*] Yusuf 12/8.
[1*] Yusuf 12/4-6. ayetlerde Yusuf aleyhisselamın gördüğü rüya ve Yakub aleyhisselamın yorumu anlatılmaktadır. O, Yusuf’la tekrar buluşacaklarını bu rüyadan dolayı bilmekteydi.
[2*] Yusuf 12/86.
[*] Yusuf 12/91.
[1*] Secdenin kök anlamı, eğilme ve boyun eğmedir (Müfredat).
[2*] Yusuf 12/4-5.
[*] Yusuf 12/54-56.
[1*] Yusuf 12/3.
[2*] Yusuf 12/15.
[1*] En’am 6/90, Mü’minun 23/72, Furkan 25/57, Sad 38/86, Şûrâ 42/23, Tur 52/40, Kalem 68/46.
[2*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât ذكر md.). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan âyetler ve indirilen âyetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209). Kur’ân’daki bütün bilgiler doğru olduğu için Allah ona zikir adını vermiştir. (Bkz. Hicr 15/9.)
[3*] Enbiya 21/50, Yasin 36/69, Sad 38/87, Zuhruf 43/44, Kalem 68/52, Tekvir 81/27.
[1*] Allah’ın ayetleri ikiye ayrılır: İlki yaratılmış ayetlerdir, bunlar kainattaki tüm varlıklardır (Casiye 45/3-6). İkincisi indirilmiş ayetlerdir ki onlar ilahi kitaplardadır (Fussilet 41/39, Şûra 42/13-14). Yaratılmış ayetler, indirilmiş ayetlerin doğruluğunun göstergesidir; çünkü hem kainatı yaratan hem de onunla ilgili en doğru bilgileri veren Allah’tır. İndirilmiş ve yaratılmış ayetler arasında çelişki olmaz, aksine kopmaz bir bağ vardır. Bilimin uğraş alanı Allah’ın yarattığı ayetlerdir. Bu sahada Allah’ın indirdiği ayetlerden de yararlanılırsa bilimde, hayallerin ötesinde bir gelişme yaşanacaktır.
[*] Müşrikler, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eden; ama onunla kendi aralarına bir başkasını koyup onun aracılığı ile Allah’a yaklaşmaya çalışan, buna rağmen kendilerini mümin sayan kişilerdir (Zümer 39/3). İnsana her şeyden daha yakın olan Allah (Kaf 50/16) ile araya konan her şey, Allah ile ilişkileri koparır ve kişiyi müşrik yapar. Mekkeli müşriklerin Allah’a olan inançlarını anlatan ayetler için bkz: Yunus 10/31, Mu’minun 23/84-89, Ankebut 29/61, Lokman 31/25, Zümer 39/38, Zuhruf 43/9, 87.
[*] A’raf 7/97-99, 187, Nahl 16/45-47, Zuhruf 43/66, Muhammed 47/18.
[1*] Nahl 16/125.
[1*] En’am 6/9, Nahl 16/43, Enbiya 21/7, Kasas 28/59.
[2*] Hac 22/46, Rum 30/9, Fatır 35/44, Mü'min 40/21, 82, Muhammed 47/10.
[3*] En’am 6/32, Kasas 28/83.
[1*] Bakara 2/214, En’am 6/34, Yunus 10/103, Enbiya 21/9, Rum 30/47, Mü’min 40/51.
[2*] En’am 6/147.
[1*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.
[3*] Yunus 10/37, Nahl 16/89.
[4*] Lokman 31/3.