YUSUF
[*] Kur’an-ı Kerim, muhkem /hüküm bildiren ve müteşabih/muhkemlerin benzeri olup onların ayrıntılarını ortaya koyan ayetlerden oluşur. Bu metot sayesinde Kitab’ın tamamı ayrıntılı olarak açıklanmış (mufassal), böylece kendisi de apaçık (mübin) hale gelmiş olur.
[*] Fussilet 41/3, Zuhruf 43/1-3.
[1*] Ayette geçen “kevkeb = كوكب” kelimesi gezegen anlamına gelir. Kur’an’da yıldız için “necm = نجم” kelimesi kullanılır. Nitekim Kıyamet öncesinde yıldızların söneceğinden (Mürselat 77/8, Tekvir 81/2), gezegenlerin de dağılacağından (İnfitar 82/2) bahsedilerek iki kavramın farklı olduğu ortaya konmuştur. Yıldızların sönecek olması, ışıklarının kendilerinden olduğunu vurguladığı gibi gezegenlerin kendi ışıklarının olmadığını da gösterir.
[2*] Secdenin kök anlamı, eğilme ve boyun eğmedir (Müfredat). Bakara 2/58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100. âyetlerde bu anlamdadır. Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızlar gibi gök cisimlerinin eksenlerinin birbirlerine göre eğim yapmaları secde olduğu gibi (Hac 22/18) gölgenin uzayıp kısalması da secdedir (Ra’d 13/15, Nahl 16/48, Furkan 25/45-46). Namaz kılarken yapılan secde, yere yapışmaya benzer şekildedir (Nisa 4/103). Evren; gökler, yer ve bunların arasındaki varlıklar olmak üzere üçe ayrılır (Hicr 15/85). Gökler yedi kattır. Gezegenler, göğün bize en yakın olan katında yer alır (Saffât 37/6). Bu ayet, 11 gezegenin olduğunu bildirmektedir.
[*] Yusuf ve küçük kardeşi Bünyamin’in annesi, diğerlerinin annelerinden farklıdır. Bu yüzden Bünyamin’e “kardeşimiz” değil, “Yusuf’un kardeşi” diyerek onu ve Yusuf’u kendilerinden ayrı tutmaktadırlar. Nitekim Yusuf 12/59’da Bünyamin için “baba bir erkek kardeşiniz” ifadesi kullanılarak bu fark ortaya konmuştur.
[1*] Tevrat/Yaratılış 37:22 pasajına göre bu kardeş, en büyük çocuk olan Ruben’dir ve bunu söylerken amacı, kardeşleri gittikten sonra kuyunun başına geri dönüp Yusuf’u kurtarmaktır.
[2*] Kuyuya “البئر = bi’r” denir (Hac 22/45). “الجب = cüb” kelimesi ise sadece suyu olan kuyu için kullanılır.
[1*] “Gayâbet = غَيَابَةِ”, “gözükmeyen yer” anlamındadır. İçinde su olan kuyunun dışarıdan bakınca gözükmeyen yeri, su seviyesinin üstünde, bir insanın rahatlıkla içinde durabileceği bir oyuktur.
[2*] Burada vahye “ilham” anlamı verilmiştir. Bunun sebebi, 24. ayetin dipnotunda anlatılmıştır.
[*] Burada geçen ‘bilirkişi’ sözcüğü ‘şahit’in; ‘görüş bildirdi’ ifadesi de ‘şahitlik etti’ ifadesinin karşılığı olarak tercüme edilmiştir. Çünkü şahit olmak, görerek veya basiretle mümkündür (Müfredat). Şahitlik etmek ise, bu iki yoldan biriyle ulaşılan bilgiyi beyan etmektir. Basiret de ilim ve tecrübe yoluyla ulaşılan kesin kanaattir (Bakara 2/23, Al-i İmran 3/18, Maide 5/83-84). Ayette söz konusu şahıs, gözüyle görmediği bir olaya bilgisi ve tecrübesiyle yani basiretiyle şahitlik etmiştir.
[*] İstiğfar, “söz ve davranışla mağfiret talep etmek”tir. Mağfiret ise, Allah’ın, kulunu azaptan korumasıdır (Müfredat). “Başı koruyan zırhlı başlık” anlamındaki “miğfer” kelimesi de aynı köktendir.
[*] Kadının Yusuf için ‘kendini korudu’ demesi, kendisinin de yaptığı şeyin sakınılması gereken bir eylem olduğunu bildiğini gösterir.
[*] Ayette geçen “ جَهَالَةٍ = cehâlet”in Türkçesi “cahillik” veya “cahillik etmek”tir. Cahillik, bilmemek; cahillik etmek de kendini tutamayıp yanlış iş yapmaktır. Züleyha ve diğer kadınların onu elde etmeye çalışmaları karşısında Yusuf aleyhisselamın söylediği sözler, cahillik etmekten korktuğunu göstermektedir. Çünkü o, kendine hakim olamamaktan korkmaktadır.
[*] Bu ayet Yusuf aleyhisselamın babasından ayrılmadan önce doğru bir dînî eğitim almış olduğunu gösterir.
[*] Zümer 39/29
[*] Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). Yusuf aleyhisselamın sözünü ettiği kişiler kendileri için bir takım tanrılar tanımlamış, özelliklerini kendileri uydurmuşlardır.
[*] Rab kelimesinin Türkçe karşılığı “sahip”tir. Evin sahibine rabb’ud-dâr = evin rabbi (Müfredât), sermaye sahibine de rabb’ül-mal = sermayenin rabbi denir. Bu ve sonraki ayette “efendi” anlamında kullanıldığı gibi, Yusuf 12/50. ayette de rab kelimesi önce kral için “efendi” anlamında, daha sonra da “Allah” için “sahip” anlamında kullanılmıştır.
[1*] " ما رحم ربي" cümlesinde geçen "ma/ما" fiile mastar ve zaman anlamı veren “mâ-i mastariyye-i tevkîtiyye” olduğu için ayete "Rabbimin ikram edip uyardığı zaman" diye anlam verilmiştir .
[2*] Nisa 4/49.
[*] Önceki ayette (Yusuf 12/55) Yusuf aleyhisselam kraldan kendisini hazinelerin başına geçirmesini istemişti. Bu ayetten anlaşıldığına göre kral onu, her konuda yetkili yapmıştır. Bu surenin 78 ve 88. ayetlerinde ona “aziz” denmesinin sebebi budur. Bu ayetler Tevrat’taki şu pasajları tasdik eder: “Sarayımın yönetimini sana vereceğim. Bütün halkım buyruklarına uyacak. Tahttan başka senden üstünlüğüm olmayacak. Seni bütün Mısır’a yönetici atıyorum.” “Firavun Yusuf’a, “Firavun benim” dedi, “Ama Mısır’da senden izinsiz kimse elini ayağını oynatmayacak.” (Yaratılış 41: 40, 41, 44)
[*] Yusuf’un ve küçük kardeşi Bünyamin’in annesi aynı, diğerlerinin anneleri farklıdır. Bu yüzden Yusuf aleyhisselam onlara, Bünyamin için “baba bir erkek kardeşiniz” demiştir.
[*] O kişi esir edilir. Bu, Yakub aleyhisselam zamanında hırsızlığın cezasının, çalanı köleleştirmek olduğunu gösterir. (Çıkış 22:3)
Hırsız çaldığının karşılığını kesinlikle ödemelidir. Hiçbir şeyi yoksa, hırsızlık yaptığı için köle olarak satılacaktır. 4 Çaldığı mal –öküz, eşek ya da koyun– sağ olarak elinde yakalanırsa, iki katını ödeyecektir.
[1*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şey yapma” anlamında olan şey = شيء’dir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe = شاء fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe = شاء fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
Burada yaratması beklenen ilk şey farklı çıkış yolu, ikinci beklenen de Allah’ın desteğidir.
[2*] Bu ayette iltifat sanatı kullanılmıştır. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki “left = لفت” kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır; ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.
[*] Bu konu ile ilgili olarak tefsirlerde geçen rivayetlerden ayetlere uygun olanı şudur: “Yusuf aleyhisselamın halası onu çok severdi. Yusuf’un yanında kalmasını istiyordu. İbrahim aleyhisselamdan miras kalan kuşağını bir gün Yusuf’un beline bağladı. Sonra kaybolduğunu söyledi. Kuşak arandı ve Yusuf’un üzerinde bulundu. Yakub aleyhisselamın şeriatı gereği, halası, Yusuf’u yanında alıkoydu. (Razi Tefsiri)” Yusuf’un kardeşleri bunu anlatmak istemişlerdir.
[*] Allah, Yusuf aleyhisselama ilham ettiği bu oyun sayesinde, Yusuf’un kardeşlerine, yaptıklarının dengi bir ceza veriyordu (Nisa 4/123). Nitekim babalarının tüm ilgi ve sevgisini kazanmak için Yusuf’u kuyuya atan kardeşleri, bu oyunun sonunda babalarının ilgisini tamamen kaybetmiş oldular.
[*] Türk dilinde “Babanızın” deği, “Babamızın” ifadesi kullanıldığı için meal bu şekilde verilmiştir. İltifat, bkz. Yusuf 12/76. ayetin dipnotu.
[*] Yusuf 12/4, 5. ayetlerde Yusuf aleyhisselamın gördüğü rüya ve Yakub aleyhisselamın yorumu anlatılmaktadır. O, Yusuf’la tekrar buluşacaklarını bu rüyadan dolayı bilmekteydi.
[*] Yusuf aleyhisselamdan sonra, onun ve kardeşlerinin soyları çoğalmış, İsrailoğulları kavmi oluşmuştur. Yusuf’un (a.s.) itibarını tanımayan yeni bir Kral tahta çıkıp İsrailoğullarına eziyet etmeye başladığında ise, onları Mısır’dan çıkaracak nebi Musa (a.s.) gönderilmiştir. Tevrat’ta bu süreçten bahsedilir:
“Zamanla Yusuf, kardeşleri ve o kuşağın hepsi öldü. Ama soyları arttı; üreyip çoğaldılar, gittikçe büyüdüler, ülke onlarla dolup taştı. Sonra Yusuf’u tanımayan yeni bir kral Mısır'da tahta çıktı.” (Çıkış 1:6-8)
İncil’de de bu konu şöyle anlatılmıştır:
“Sonunda Yusuf’u tanımayan yeni bir kral Mısır’da tahta çıktı. Bu adam, halkımıza karşı haince davrandı, atalarımıza kötülük etti. Onları, yeni doğan çocuklarını açıkta bırakıp ölüme terk etmeye zorladı.” (Elçilerin İşleri 7:18-19)
[*] "Secde" kelimesinin asıl anlamı eğilmedir (Müfredat).
[*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât ذكر md.). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan âyetler ve indirilen âyetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24,En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209).
[*] Müşrikler, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eden ama onunla kendi aralarına bir başkasını koyup onun aracılığı ile Allah’a yaklaşmaya çalışan, buna rağmen kendilerini mümin sayan kişilerdir (En’am 6/82, Sebe’ 34/13, Zümer 39/3). İnsana sinir uçlarından da yakın olan (Kaf 50/16) Allah ile araya konan her şey, Allah ile ilişkileri koparır ve kişiyi müşrik yapar.