EN'ÂM
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[1*] Bkz. Fatiha 1/2'nin dipnotu.
[2*] Maide 5/76, En’am 6/150, Furkan 25/43.
[1*] Yediğimiz gıdaların oluşması, su ile toprağın birleşmesine bağlıdır. Bu sebeple sadece Âdem ve Havva değil, insanın temel maddesini oluşturan şey, çamurdur (Mü’minûn 23/12-14, Secde 32/7-9).
[2*] Ecel, bir şey için belirlenen süredir (Bakara 2/231, 282, Kasas 28/28). Ana karnındaki döllenme sırasında insanın fiziki özellikleri ve doğal yaşam süresi yani biyolojik ecel belirlenir (Abese 80/17-19). Bu ayete göre bir de Allah katında, ondan başkasının bilmediği, süresi belirlenmiş bir ecel yani ecel-i müsemma vardır. İnsan en fazla ecel-i müsemmasına kadar yaşayabilir. Bazı davranışlar bu eceli kısaltır ve her şey gibi bunun da kaydı tutulur (Ra’d 13/38-39, Fatır 35/11). Yunus aleyhisselam ve kavmi gibi tövbe edip durumunu düzeltenlere, ecel-i müsemasından kalan süreyi tamamlama imkanı verilir (Yunus 10/98, Hud 11/3, İbrahim 14/10, Enbiya 21/87-88, Saffat 37/139-148, Kalem 68/48-50, Nuh 71/4).
[1*] İsra 17/42, Enbiya 21/22, Mü’minun 23/91, Zuhruf 43/84.
[*] En’am 6/25, A’raf 7/146, Yusuf 12/105, Yasin 36/46, Tur 52/44, Kamer 54/2.
[1*] Kâf 50/5.
[2*] Şuara 26/6.
[1*] Bu imkanları anlatan ayetler için bkz: A'raf 7/69, Hud 11/52, Fussilet 41/15.
[2*] Meryem 19/74, 98; Tâhâ 20/128; Secde 32/26; Fatır 35/44; Yasin 36/31; Mü'min 40/21, 82; Muhammed 47/10; Ahkaf 46/26; Kaf 50/36.
[*] Bunlar, Muhammed aleyhisselamın elçi olarak getirdiği kitabı kabul etmedikleri için ne yaparsa yapsın, ona inanmayacaklardı (Hicr 15/14-15, İsra 17/93, Kamer 54/2). Firavun ve hanedanının Musa aleyhisselamın gösterdiği mucizeler karşısında söyledikleri bundan farklı değildi (Yunus 10/75-78, Neml 27/7-14). Aynı şey İsa aleyhisselama da yapılmıştı (Maide 5/110).
[1*] Furkan 25/7.
[2*] Meleklerin gelmesi, Lut kavminde olduğu gibi bir toplumu cezalandırmak içindir (Hud 11/75-83, Hicr 15/8).
[*] Allah’ın nebi olarak gönderdiği resullerin tamamı erkektir (Yusuf 12/109, Nahl 16/43-44, Enbiya 21/7).
[*] Ra’d 13/32, Hicr 15/11, Enbiya 21/41, Yasin 36/30, Zuhruf 43/7.
[*] Âl-i İmran 3/137, Nahl 16/36, Neml 27/69, Rum 30/42.
[1*] Mü’minûn 23/84-89.
[2*] En’am 6/54,133,147; A’raf 7/156; Kehf 18/58.
[3*] Nisa 4/87.
[4*] En’âm 6/30-31.
[*] Ra’d 13/10.
[1*] Ayetteki “fâtır (فاطر)”, bir şeyi bölen anlamındadır (Lisan’ul-Arab). Allah, bütün varlıkları bölünme kanununa göre yaratmıştır (İsra 17/51, Rum 30/30, Şura 42/11).
[2*] En’am 6/162-164, Yunus 10/104, Neml 27/91, Zümer 39/11-12, 64, Mü’min 40/66.
[3*] Yunus 10/105, Ra’d 13/36, Kasas 28/86-88, Zümer 39/65.
[*] En’am 6/61.
[1*] Nisa 4/166, Ra'd 13/43, İsra 17/96, Ankebut 29/52.
[2*] Her Müslüman, bildiği ayetleri, insanlara ulaştırmakla görevlidir (Âl-i İmrân 3/187, En’am 6/92, Şûrâ 42/7)
[3*] Nahl 16/22.
[1*] “Onu” kelimesi hem son kitap Kur’an’ı hem de son elçi Muhammed aleyhisselamı işaret etmektedir (Bakara 2/89, 146, Araf 7/157, Saf 61/6).
[*] En'am 6/93, A’raf 7/37, Yunus 10/17, Hud 11/18, Ankebut 29/68, Zümer 39/32.
[*] Yunus 10/28, Nahl 16/27, Kehf 18/52, Kasas 28/62-74; Fussilet 41/47.
[1*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf 7/155), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır. İçinde oldukları durum, altın kaplamalı bir demirin ateşe sokulması gibi yalanlarını ortaya çıkardığı için kelimeye, “onları yakan şey” meali verilmiştir.
[2*] Allah, bilmeden şirk koşanları müşrik saymaz, bunlar bile bile müşrik olanlardır (Bakara 2/22, Zümer 39/3, Mücadele 58/18-19).
[1*] En’am 6/27-28.
[2*] A’raf 7/53, Yunus 10/30, Hud 11/21, Nahl 16/87, Furkan 25/17-18, Kasas 28/74-75, Fussilet 41/48.
[1*] Kâfirlerin ön yargıları, istiâre-i temsiliyye /alegori ile canlandırılmıştır (Tefsir’ul-menar). İstiârede benzetme edatı gizlenir. Buradaki mecaz gerçek sanıldığı için benzetme edatı, tarafımızdan “sanki” sözüyle açığa çıkarılmıştır (Yasin 36/8-10, Lokman 31/6-7, Câsiye 45/6-7). “Sanki” edatı yazılmazsa bazı insanlar, Allah’ın kafirlere, tövbe kapısını kapattığını ve özgürce karar almalarını engellediğini sanacaklardır (Nisa 4/18). Oysa tövbe edildiği yani yanlıştan dönüldüğü takdirde (Bakara 2/160) affedilmeyecek bir günah yoktur (Zümer 39/53). Ayetleri görmezlikte direnenler, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini gereği gibi kullanmaz; gerçekleri görmek, duymak ve anlamak istemezler (Fussilet 41/5). Sanki Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine de perde çekmiş gibi davranırlar. Ayrıca Allah, kâfirleri, en’ama yani koyun, keçi, sığır ve deveye benzetmiştir. Bunun sebebi de kalplerini, kulaklarını ve gözlerini bir insan gibi kullanmamalarıdır (A’raf 7/179, Furkan 25/43-44). Ayrıca bakınız: Nisa 4/155, Maide 5/13, En’am 6/46, Araf 7/100-101, Tevbe 9/87,93, Yunus 10/74, Nahl 16/106-108, Rum 30/58-59, Mümin 40/35, Casiye 45/23, Muhammed 47/16, Saf 61/5, Münafikun 63/3, Mutaffifin 83/14.
[2*] İsra 17/46, Kehf 18/57.
[*] Kafirlerin Allah’ın kitabını etkisiz kılma çabalarına dair ayetler için bkz: Tevbe 9/32, Hac 22/51, 72, Sebe 34/5, 38, Fussilet 41/26, Saf 61/8.
[*] A’raf 7/53, Mü’minun 23/99-100, Secde 32/12, Fatır 35/36-37, Zümer 39/58-59, Mü’min 40/11.
[1*] Cehenneme gidecek olanlar, inandıktan sonra kâfir olanlardır (Âl-i İmran 3/106). Küfür örtme; kâfir, örten demektir. Allah’ın her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğunu, koyduğu kurallara uymak gerektiğini bilmeyen yoktur. O kurallar, kişinin hayat tarzına ters düşmeye başlarsa uymak zorlaşır ve onları görmezden gelmeye başlar. Görmezden gelse de üstünü örttüğü imanın kendine yeteceğini, ama Allah’a tam teslim olamadığını, bir gün onu da yapacağını düşünür (Hicr 15/2-3). Bunlar cehennemi görünce kendilerine fayda sağlayacak tek şeyin iman olduğunu anlayacak ve gerçek mümin olmak için dünyaya döndürülmek isteyeceklerdir. Ancak menfaatlerinin esiri oldukları için dünyaya döndürülseler bile doğru olanı değil de menfaatlerine uygun gördüklerini yaparak yine kâfir olacaklardır.
[2*] Bakara 2/39, Neml 27/14, Mü’minun 23/90.
[1*] Yunus 10/45.
[1*] Ankebut 29/64, Muhammed 47/36, Hadid 57/20.
[2*] Yusuf 12/109, Nahl 16/30, Kasas 28/83.
[*] Yunus 10/65, Hicr 15/97, Nahl 16/127, Enbiya 21/36, Neml 27/70, Lokman 31/23, Yasin 36/76.
[1*] Âl-i İmran 3/184, Hac 22/42, Fatır 35/4, 25, Fussilet 41/43.
[2*] Bakara 2/214, Yusuf 12/109-110.
[3*] Tebdil (تبديل) “bir şeyi başka şeyin yerine koyma” anlamındadır (Müfredat). Kimse, Allah’ın sözlerinin yerine geçebilecek bir söz söyleyemez (Bakara 2/23, Yunus 10/38, Hud 11/13, İsra 17/88, Tur 52/34-35) ve onun yarattıklarının yerini tutacak bir şey oluşturamaz (Rum 30/30). Bu ayette, En’am 6/115’te ve Kehf 18/27’de geçen mübeddil (مُبَدِّلَ) kelimesi, “Onun sözlerinin dengini getirecek kimse” anlamındadır.
[4*] Tâhâ 20/99.
[1*] Kehf 18/6, Şuara 26/3-4, Fatır 35/8.
[3*] Yunus 10/99.
[4*] En’am 6/14.
[*] Neml 27/80-81, Rum 30/52-53, Fatır 35/22.
[1*] Yunus 10/20, Hud 11/12, Ra’d 13/7, 27, İsra 17/90-93, Furkan 25/7-8, Ankebut 29/50.
[2*] Nebilerinden mucize talep edip de, geldiğinde inanmayan toplumlar (Şuara 26/154) helak edilmişlerdir (A'raf 7/103-136, İsra 17/59, Enbiya 21/5-6).
[1*] Yerde hareket eden tüm canlılar ve iki kanadıyla uçanlar, tıpkı bizim gibi birer toplumdur. Kıyamet günü onlar da Allah’ın huzurunda toplanacaktır. Nebimiz şöyle demiştir: “Kıyamet günü, boynuzsuz koyunun hakkı, boynuzlu koyundan dengiyle alınacaktır” (Müslim, Birr 60, Tirmizî, Kıyâmet 2). Hayvanlar imtihana tabi olmadıkları için kararlarını akıllarıyla verir, Allah’ın dininden bir başka dini kabul edemezler (Âl-i İmran 3/83).
[2*] Yusuf 12/111, Nahl 16/89.
[1*] Bakara 2/17-18, 171, Muhammed 47/23.
[2*] Ayette geçen “yeşe’ (يشأ)” fiilinin kökü, “var etme” anlamında olan “şey (شيء)”dir (Müfredât). Allah her şeyi, bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). Onayını bu ölçülere göre verir (A’raf 7/178, 186; İsra 17/97; Şûrâ 42/44).
[*] Yunus 10/22-23, İsra 17/67, Ankebut 29/65-66, Lokman 31/32.
[*] A’raf 7/94.
[1*] A’raf 7/95-96.
[2*] Nahl 16/63.
[*] A’raf 7/165, Mü’minun 23/76-77.
[*] En’am 6/1.
[1*] Dinleme, görme ve kalp yani gönül, insana ruh üflenmesi ile birlikte oluşan ve onu diğer canlılardan farklı hale getiren yapıdır. Bkz Secde 32/9 ve dipnotu.
[2*] Kasas 28/71-72.
[3*] En’am 6/65.
[*] En’am 6/131, Yunus 10/13, Hud 11/117, İsra 17/16, Kasas 28/59.
[1*] Bakara 2/213, Nisa 4/165, Kehf 18/56.
[2*] A’raf 7/35.
[*] A’raf 7/36, 40.
[1*] Bu sözlerinin aynısını Nuh Aleyhisselam da söylemiştir (Hud 11/31).
[2*] Ahkaf 46/9.
[3*] Fatır 35/19, Mü’min 40/58.
[*] En’am 6/70, Tâhâ 20/1-3, Fatır 35/18, Yasin 36/11, Kaf 50/45.
[1*] Kehf 18/28.
[2*] Zamanında Nuh Aleyhisselamın kavmi, ondan, yanında bulunan ve halkın alt tabakasını oluşturan müminleri kovmasını istemişlerdi (Hud 11/27-29, Şuara 26/111-115).
[1*] Fitne için bkz. En’am 6/23’ün dipnotu.
[2*] Sâd 38/8, Zuhruf 43/31-32, Kamer 54/25.
[1*] Arapça “Selam size!” (Selâmun aleykum) Türkçede “Size selamet (esenlik ve güvenlik) olsun” demektir.
[3*] Ayette geçen cehâlet kelimesi ‘bilmemek, yanlış düşünmek, yanlış hareket etmek’ anlamlarına gelir (Müfredat). Yusuf aleyhisselamın “Rabbim! ... Kadınların oyununu benden uzaklaştırmazsan onlara kapılırım ve cahillik edenlerden olurum.” (Yusuf 12/33) demesi de Musa aleyhisselamın “Cahillik edenlerden biri olmaktan Allah’a sığınırım! (Bakara 2/67)” demesi, kendini tutamayarak yanlış yapma anlamındaki cehalettir (Nahl 16/119).Bunlar, her şeyi görüp anladıktan sonra inanmamakta ısrar ettikleri için cahilce davranmış olurlar.
[4*] Nisa 4/17, A’raf 7/153, Nahl 16/119, Tâhâ 20/82, Furkan 25/70-71, Kasas 28/67, Şûrâ 42/25.
[*] A’raf 7/174.
[1*] Mü’min 40/66.
[1*] En’am 6/157, Hud 11/17, Muhammed 47/14.
[2*] Yunus 10/50-51, Ra’d 13/6, Nahl 16/1, Hac 22/47, Ankebut 29/53.
[1*] Var olduğu halde duyu organlarından uzak olana veya kişinin bilmediği şeylere ‘gayb’ denir. (Müfredat)
[2*] Âl-i İmran 3/5, Yunus 10/61, Hud 11/123, Hac 22/70, Neml 27/75, Sebe 34/3, Fatır 35/11, Hadid 57/22, Cin 72/26.
[1*] Ölüm, bedenin canlılığının son bulması, vefat ise ruhun bedenden ayrılmasıdır. Bu ayete göre her gece vefat edilmektedir ancak bu esnada beden ölmüş değil uyku halindedir. Ölen bir bedene ruh geri dönemez. Ölüm (mevt) ve vefat kelimelerinin aynı cümle içinde kullanıldığı En’am 6/61. ayetten de anlaşılacağı üzere ikisi aynı şey değildir. Konu ile ilgili olarak ayrıntılı açıklama Zümer 39/42 ve dipnotunda verilmiştir.
[2*] En’am 6/2 ve dipnotu.
[3*] Kıyamet 75/13.
[1*] En’am 6/18.
[2*] Ra’d 13/11, Tarık 86/4.
[1*] Yunus 10/30.
[1*] Ayette “görevini yerine getirmek” şeklinde tercüme edilen “şükür”, yapılan iyiliğin değerini bilmek, yapanı övmek ve hak edilen karşılığı vermektir (Müfredât).
[2*] Yunus 10/22, İsra 17/67, Ankebut 29/65, Lokman 31/32.
[*] En’am 6/46.
[*] Kamer 54/3, Tekasür 102/3-4.
[*] Nisa 4/140.
[*] Kur’an’ı tebliğ etmek zorunludur; ancak o bilginin fayda vermesi için hem ortamın uygun olması hem de karşıdaki kişinin dinleme niyetinde olması gerekir. Allah’ın ayetlerini hafife alan ve dinlemek istemeyenlere ısrarla anlatmaya çalışmanın bir anlamı yoktur (Hicr 15/94-95, Abese 80/1-10, A’lâ 87/9). Bu ayetlere benzer pasajlar Tevrat’ta da mevcuttur (Mezmurlar 1:1, Özdeyişler 1:22-33).
[1*] A’raf 7/51.
[2*] En’am 6/51.
[3*] Bakara 2/48, 123, Âl-i İmran 3/91, Maide 5/36, Yunus 10/54, Ra’d 13/18, Zümer 39/47, Hadid 57/15, Mearic 70/11-15.
[4*] Yunus 10/4, Vakıa 56/92-93.
[1*] Şeytanlar, doğru yoldan çıkmış olan ama başkalarını da çıkarmak için doğru yolun üstünde oturan insanlar ve cinlerdir (Bakara 2/14, En’âm 6/112, A’raf 7/30, İsra 17/27, Şuara 26/221-223, Nas 114/1-6).
[2*] Zümer 39/54.
[1*] Rum 30/31.
[2*] Mü’minun 23/79.
[1*] Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları, insanları ve cinleri zorlu bir imtihandan geçirmek için yaratmıştır. Bunu Hud Suresinin 7. ayetinde açıklamış, diğer ayetlerde de “(بِالْحَقِّ) o gerçek için” ifadesiyle buna işarette bulunmuştur (Hud 11/7, İbrahim 14/19, Hicr 15/85, Nahl 16/3, Ankebut 29/44, Rum 30/8, Zümer 39/5, Duhan 44/39, Ahkaf 46/3, Teğabun 64/3).
[2*] Bakara 2/117, Nahl 16/40, Meryem 19/35, Yasin 36/82, Mü’min 40/68. Ayetin bu kısmına “ol der, hemen olur” şeklinde meâl verilir. Allah her şeyi bir ölçüye göre yarattığından (Kamer 54/49) o emirle, sadece oluşum başlar. Mesela Allah, bir çocuğun olmasını murad ettiğinde emri, döllenme öncesinde verir ve çocuk oluşmaya başlar (Âl-i İmran 3/59, Meryem 19/35, İnsan 76/1-2).
[3*] Haşr 59/22-24.
[*] Meryem 19/41-42, Enbiya 21/51-52, Şuara 26/69-77, Sâffat 37/85-86.
[*] Ayette geçen “kevkeb (كوكب)” kelimesi gezegen anlamına gelir. Kur’an’da yıldız için “necm (نجم)” kelimesi kullanılır. Nitekim Kıyamet /mezardan kalkış öncesinde yıldızların söneceğinden (Mürselat 77/8, Tekvir 81/2), gezegenlerin de dağılacağından (İnfitar 82/2) bahsedilerek iki kavramın farklı olduğu ortaya konmuştur. Yıldızların sönecek olması, ışıklarının kendilerinden olduğunu vurguladığı gibi gezegenlerin kendi ışıklarının olmadığını da gösterir. İbrahim aleyhisselamın gördüğü gezegen, dünyadan bakıldığında çok parlak bir yıldız gibi görünen Venüs yani Çoban Yıldızı olmalıdır
[*] Zuhruf 43/26-27, Mümtahine 60/4.
[1*] Ayetteki “fâtır (فاطر)”, bir şeyi bölen anlamındadır (Lisan’ul-Arab). Allah, bütün varlıkları bölünme kanununa göre yaratmıştır (İsra 17/51, Rum 30/30, Şura 42/11).
[2*] Allah’ın varlığı ve birliği konusunda kimsenin şüphesi yoktur (A’râf 7/172-123). İlah sayılanlar, Allah ile araya konan aracılardır. Heykelin ilah olamayacağını herkes kolayca anlayacağından onu ilah sayan affedilmez. Bu sebeple Allah Teala, İbrahim aleyhisselamın babasının Allah düşmanı olduğunu söylemiştir (En’âm 6/74, Tevbe 9/113-114). Bakara 2/22. ayette, “bile bile Allah’a benzer nitelikte varlıklar uydurmayın.” ifadesinin geçmesi, bilmeden işlenen şirk günahının affedileceğini gösterir (Enfal 8/27). İbrahim aleyhisselam buluğa erdiği andan itibaren (Şuarâ 26/69-82) putların ilah olmayacağını anlamıştı. Bu ayetlerde belirtildiği gibi, gözlemler yapıp kesin kanaate varıncaya kadar yıldızın, ayın ve güneşin birer rab olduğunu düşünüyordu. Yaptığı gözlem sonucunda onların rab olamayacaklarını anlar anlamaz derhal kesin tavrını ortaya koydu (Enbiya 21/51-64). Onun bu konuda, bile bile yaptığı herhangi bir yanlış olmadığı için Allah onu hiçbir zaman müşrik saymamıştır (Bakara 2/135, Âl-i İmran 3/18, 67, 95, En’am 6/161, Nahl 16/123).
[1*] Bu ayet, İbrahim aleyhisselamın toplumunun Allah konusunda bir şüphesi olmadığını göstermektedir. Onlarda Allah inancı olmasaydı ona, “Allah da kim?” diye sorarlardı. Zaten müşrik, Allah’a ortak koşan demektir. Allah’a inanmayan, ona ortak koşamaz (Enbiya 21/55-56, Saffat 37/87).
[2*] Tâhâ 20/98.
[3*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; O’nu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerinde düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209).
[1*] İnsanların çoğu ellerinde hiçbir delil olmadığı halde Allah’tan başkasına kulluk eder (A’raf 7/71, Yusuf 12/40, Kehf 18/15, Hac 22/33, 71).
[2*] Buraya kadar anlatılanlar, putperest bir aileden doğmuş İbrahim aleyhisselamın henüz nebi olmadığı delikanlılık çağında (Enbiya 21/60) ailesine ve putperest olan toplumuna karşı yaptığı mücadeledir. Tabiat ayetlerini okuyarak elde ettiği doğru bilgileri iyi kavrayan ve Allah’a tam güvenen bir genç olarak güçlü bir mücadeleye girmiş, kralın karşısında dahi duruşunu bozmamıştır (Bakara 2/258). Allah daha sonra onu nebi yapmış ve mücadeleye, kaldığı yerden devam etmişti (Meryem 19/41-48). İbrahim ile baş edemeyeceklerini anlayınca onu yakarak öldürmeye karar vermişlerdi. Allah İbrahim’i korumuş ve ateşe, onu yakmaması emrini vermişti (Enbiya 21/68-69). Sonra da onu ve ona inanan Lut’u o bölgeden kurtarmıştı (Enbiya 21/70-71, Ankebut 29/26). İbrahim aleyhisselam ve beraberindekilerin davranışları bizim için güzel bir örnek olmuştur (Mümtahine 60/4-7).
[1*] Lokman 31/13.
[*] İbrahim aleyhisselamın 73. ayetten itibaren anlatılan gözlemlerinin benzerlerini her insan yaparak Allah’ın varlığını ve birliğini, gözüyle görmüş ve eliyle dokunmuş gibi kavrar ve bu hususta Allah’a kesin söz verir. Bu da Allah’ın bize karşı delilidir. Bu olay büluğ çağının başında gerçekleşir (A’raf 7/172-174). İbrahim aleyhisselamın halkına "Benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz?" demesi, bu bilgiye onların da ulaşmış olduğunu gösterir (En’am 6/80).
[1*] Hadid 57/26.
[2*] Kasas 28/56, Ankebut 29/69, Muhammed 47/17.
[*] Zümer 39/65-66.
[1*] Âdem aleyhisselam, insanlığın ve bütün nebilerin babasıdır. Bu ayetler, Adem ile başlayıp Muhammed aleyhisselama kadar gelen bütün nebilere işaret etmekte ve onların tamamına kitap ve hikmet verildiğini bildirmektedir (Âl-i İmran 3/81).
[2*] Mekkeli müşrikler, nebimizi ve getirdiği kitabı kabul etmediler, onu ve ona inananları ağır baskı altına aldılar. Onlar da Medine’ye göç etti. Allah, Mekke’den göç eden Müslümanlarla onlara kucak açan Medinelilere büyük başarılar nasip etti ve 8 yıl sonra Mekke’nin hakimiyetini onlara verdi (Maide 5/54).
[1*] Bu ayetteki emir gereği Nebimiz, hakkında hüküm indirilmemiş konularda önceki kitaplara uymuştur. Örneğin, kıble değişimi ile ilgili ayetler ininceye kadar namaz kılarken Kudüs’e doğru dönmesinin sebebi buydu (Bakara 2/142-150). Maide Suresinin inmesiyle birlikte dinin tamamlandığı bildirilmiş ve artık her konuda Kur'ân'da olan hükümlere uyulması emredilmiştir (Maide 5/3,48).
[2*] Yusuf 12/104, Mü’minun 23/72, Furkan 25/57, Sad 38/86, Şûrâ 42/23, Tur 52/40, Kalem 68/46.
[3*] Sad 38/1-87; Kalem 68/52, Tekvir 81/26-28.
[1*] Hac 22/74, Zümer 39/67.
[2*] Maide 5/15, Hicr 15/90.
[3*] Secde 32/23.
[4*] Mü’minun 23/53-54.
[1*] En’am 6/155, Enbiya 21/50.
[2*] Kur’ân, bütün nebilere verilmiş kitapları hem tasdik eder hem de içeriklerini korur. Onlara yapılan ekleme ve çıkarmalar, ancak Kur’an ile tespit edilebilir (Maide 5/48). Kur’an’ın önceki kitapları tasdik edici özelliğine dair ayetler için bkz: Bakara 2/41, 89, 91, 97, Âl-i İmran 3/3, Nisa 4/47, Yunus 10/37, Yusuf 12/111, Fatır 35/31, Ahkaf 46/12, 30.
[3*] Mekke, ilk yerleşim yeri olduğu için (Âl-i İmran 3/96) ana kent olarak ifade edilmiştir. Orası aynı zamanda bütün yerleşim yerlerinin merkezidir; çevresi de bütün dünyadır. Dolayısıyla bu bilgi, Resulullah’ın tüm insanlara elçi olarak gönderilmiş olduğunun delillerindendir. (En’am 6/19, A’raf 7/158, Enbiya 21/107, Hac 22/49, Furkan 25/1, Sebe 34/28, Şûrâ 42/7, Cuma 62/2-3).
[4*] Bakara 2/121, Nisa 4/162, Maide 5/83-85, Kasas 28/52-54, Ankebut 29/47.
[1*] En’am 6/21.
[2*] Enfal 8/31.
[3*] Sebe 34/51.
[4*] Buradaki nefis “ruh” anlamındadır. İnsan, biri ruh diğeri de beden olan iki nefisten oluşur. İkisinin birleşiminden oluşan insana da nefis denir (Şems 91/7-8). Beden ölür veya uyursa ruh onu terk eder (Zümer 39/42). Bedenin tekrar yaratılmasıyla engel kalkar ve ruh ile beden, tekrar eşleşir (Fatır 35/11, Nebe 78/8).
[5*] Bu parantezin sebebi, ölen kişinin, ölümle tekrar diriliş arasında geçen süreyi, göz açıp kapama kadar hatta daha kısa hissedeceği içindir (Nahl 16/77). Çünkü onun açısından kıyamet günü o anda başlamış olur.
[6*] A’raf 7/36, Ahkaf 46/20.
[1*] Meryem 19/80,95.
[2*] Bakara 2/165-167, En’am 6/22-24, Yunus 10/28-30, Kehf 18/52, Kasas 28/62-64, Rum 30/13, Mü’min 40/18, 73-74.
[1*] “Felak (فلق)”; bir şeyi bölüp parçalara ayırmak anlamındadır (Müfredat). Bütün yaratılanlar, çeşitli bölünmeler geçirerek yaratılırlar. Bu, Allah’ın yaratma kuralıdır. Bu kural, “fıtrat” olarak da ifade edilir (Rûm 30/30, Fâtır 35/1).
[2*] Allah insanı topraktan bir bitki gibi bitirmiştir (Nuh 71/17-18). Bitkiler topraktaki cansız /inorganik maddelerle beslenir ve büyürler. İnsanlar da topraktan yetişen bitkilerle, etçil veya otçul hayvanlarla beslenir. Demek ki bitkiler gibi, insanların da yapı taşlarını oluşturan temel maddeler en başta cansızdır. İnsan ölüp de toprağa karıştığında tekrar cansız /inorganik elementler haline gelir. Kıyamette de tıpkı ilk yaratılışı gibi topraktan yaratılacak, topraktaki elementler, onun oluşup gelişmesini sağlayacaktır (Rum 30/19, Zuhruf 43/11, Kaf 50/9-11).
[3*] Âl-i İmran 3/27, En’am 6/102, Yunus 10/31-32, Rum 30/19, Mü’min 40/62.
[1*] el-İsbah (الْإِصْباحِ) sabaha giriş, sabah (الصَّبَحُ) da kızıllık anlamındadır (Mekâyîs’ul-luğa). Sabahın ilk ışıkları, doğu ufkunun üst tarafında hafif bir aydınlıkla başlar ve oradaki zayıf ışıklı yıldızlar gözükmez olur. Astronomlar bu saatte yıldız gözlemeyi bıraktıklarından buna astronomik tan (Astronomical Twilight) denir. Daha sonra gözle görülebilen aydınlık başlar. Bu aydınlığı görenler sabah namazı vaktinin girdiğini sandıkları için ona fecr-i kazib (yalancı fecr) denir. Bu sırada tabiat uyanır, vücut ısısı artar, seher ve sahur vakti başlar. Giderek artan ışıklar, bir kubbe görüntüsü oluşturur. Güneş ufka -10 derece yaklaştığında doğu ufku, siyah bir çizgi şeklinde net olarak gözükür. Denizciler yollarını daha çok ufuk çizgisinin görülmesiyle belirledikleri için ona rasat tanı (observation twilight) denir. Daha sonra bu siyah çizginin üst tarafında, ona paralel beyaz bir çizgi ve bu iki çizgi arasında bir kızıllık oluşur. Kutuplarda, güneşin hiç batmadığı zamanlarda bu kızıllık gözükmez. Kur’an’ın bu kızıllıktan söz etmemesinin sebebi bu olabilir. Doğu ufku boyunca birbirine paralel olarak uzayan siyah ve beyaz çizgiler, çıplak gözle, net olarak görülünce imsak yani oruca başlama ve sabah namazı vakti girer (Bakara 2/187). Bu vakte fecr-i sadık denir. Bu sırada Güneşin ufka yakınlığı -9 derecenin altına inmiş olur.
[2*] Yunus 10/5-67, Ra’d 13/2, Kasas 28/73, Yasin 36/40, Mü’min 40/61,Rahman 55/5.
[3*] Yasin 36/37-38.
[1*] Nahl 16/16, Neml 27/63.
[1*] Allah, insanlığın atası olan Adem ve eşini nefsi vahideden /tek bir özden yaratmıştır (En’âm 6/98, A’râf 7/189, Zümer 39/6). İnsanın ahirette yeniden yaratılışı da ilk yaratılış gibi olacaktır (A’raf 7/29, Lokman 31/28). Tek bir özden yaratılan ilk insanın nutfesi, çamurdan süzülerek oluşturulan çoklu bir karışımdır (Mü'minûn 23/12, İnsan 76/2) Bu nutfe, insan soyunda meni ile ölçülendirilen mai mehinden süzülen bir nufte yani anne ile babadan gelen üreme hücrelerinin (mai mehin /yumurta ve mai dafık /sperm) birleşmesiyle oluşan döllenmiş yumurtadır (Mü’ninûn 23/13, Secde 32/7-8, Necm 53/46, Kıyamet 75/37, Mürselat 77/20-21). Adem ile Havva’nın nutfesi ile onların soyunun nutfesi içerik olarak aynı olmakla birlikte oluşumları farklıdır.
[2*] Mülk 67/23.
[3*] “Bir süre kalacağı yer” anlamı verilen kelime (مُسْتَقَرٌّ) müstekarr’dır. Burada sözü edilen müstekar, hareketli canlıların üzerinde belli bir süre kaldığı yeryüzüdür (Hud 11/6).
[4*] “Veda edeceği yer” anlamı verilen kelime (مُسْتَوْدَعٌ) müstevda’dır. Müstevda’ yeryüzündeki her hareketli canlının oraya veda edeceği yerdir (Hud 11/6). Bu nedenle bazı ayetlerde insanın nerede öleceğini bilmediğine ve öldürülecekleri yazılanların düşüp kalacakları yere dikkat çekilmiştir (Al-i İmran 3/154, Lokman 31/34).
[5*] Zümer 39/6.
[*] Bakara 2/22, En’am 6/141, Ra’d 13/4, Tâhâ 20/53, Neml 27/60, Lokman 31/10, Kaf 50/9-11.
[1*] Bu ayette cinlerin Allah’a ortak sayıldığı, diğer bazı ayetlerde ise meleklerin Allah’ın kızları sayılarak onlara ibadet edildiği ifade edilmektedir (Nahl 16/57, Sebe 34/40-41, Saffat 37/149-150, Zuhruf 43/19-20). Ayetler arası ilişki dikkate alındığında meleklerin cinlerden olduğu ortaya çıkmaktadır.
[2*] Yahudiler Üzeyir’i, Hristiyanlar İsa’yı, Mekke müşrikleri de melekleri Allah’ın çocuğu sayarlar (Bakara 2/116, Tevbe 9/30, Yunus 10/68, Nahl 16/57, Kehf 18/4-5, Meryem 19/88-92, Enbiya 21/26, Saffat 37/158).
[3*] Enbiya 21/22, Mü’minun 23/91, Saffat 37/159, 180, Zuhruf 43/82.
[1*] Bakara 2/117.
[2*] Cin 72/3, İhlas 112/3.
[*] En’am 6/95, Yunus 10/3, Zümer 39/6, 62, Mü’min 40/62, Haşr 59/24.
[1*] Bir şey, ona benzer şeylerle tanınıp tanımlanabilir. Allah’ın bir benzeri olmadığı için o kendini nasıl tanıtmışsa onu ancak öyle tanıyabiliriz (Tâhâ 20/110, Şûrâ 42/11, Hadid 57/3; İhlas 112/4).
[2*] Hac 22/63, Mülk 67/14.
[1*] A’raf 7/203, Casiye 45/20.
[2*] Nisa 4/80, En’am 6/107, Yunus 10/108, İsra 17/72, Rum 30/44, Zümer 39/41, Şûrâ 42/48.
[1*] En’am 6/65.
[2*] Nahl 16/103, Furkan 25/4-6.
[3*] Fussilet 41/3.
[1*] Yunus 10/109, Ahzab 33/2, Zuhruf 43/43.
[2*] Bakara 2/255.
[3*] Hicr 15/94.
[1*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/35. ayetin dipnotu. Konuyla ilgili diğer ayetler için bkz: En’am 6/149, Yunus 10/99, Nahl 16/9.
[1*] Ayette geçen dûn (دون) kelimesi yakınlaştırma, aşağı görme, üstün altı ve altın üstü anlamlarına gelir (Tâcu’l-arûs). Müşrikler, kutsadıkları varlıkları, bir yönüyle Allah’a, bir yönüyle de insanlara benzeterek Allah ile insan arasında bir yere yerleştirir ve o yolla Allah’a ulaşmaya çalışırlar. Ayetlerdeki min dûnillah (من دون الله) daha çok bu anlamı ifade eder. Hristiyanlar İsa’yı Allah’ın oğlu, Mekkeli müşrikler tanrılarını Allah’ın kızları, büyüklerini aracı koyanlar da onları Allah’ın dostu sayarak Allah ile aralarına koyarlar. Bu inanç, insana sinir uçlarından yakın olan Allah’ı (Kaf 50/16) ikinci sıraya koymaya sebep olur ve kişiyi müşrik yapar.
[2*] En’am 6/122, Neml 27/4.
[3*] En’am 6/159.
[1*] En’am 6/157, Fatır 35/42, Sâffat 37/167-169.
[2*] Ankebut 29/50.
[3*] En’am 6/25, Enbiya 21/5-6, Kamer 54/2.
[*] Bakara 2/7, A’raf 7/186, Yunus 10/11, Mü'min 40/35. Bu durum, kişi tövbe edip kendini düzeltinceye kadar devam eder (Nisa 4/17).
[1*] En’am 6/25, Ra’d 13/31, Sebe 34/31.
[2*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/35. ayetin dipnotu.
[1*] Şeytanlar, doğru yoldan çıkmış olan ama başkalarını da çıkarmak için doğru yolun üstünde oturan insanlar ve cinlerdir (Bakara 2/14, En’âm 6/72, A’raf 7/30, İsra 17/27, Şuara 26/221-223, Nas 114/1-6).
[2*] Furkan 25/31.
[1*] Hud 11/1-2, Fussilet 41/1-4.
[2*] Nur 24/51.
[3*] Bakara 2/121, Maide 5/83-85, En’am 6/20, Ra’d 13/36, Kasas 28/52-54, Ankebut 29/47.
[4*] Yunus 10/94.
[1*] Allah’ın elçisi Muhammed aleyhisselam da dâhil hiç kimsenin sözü Allah’ın sözünün yerine konamaz.
[1*] Nisa 4/113, İsra 17/73-75.
[2*] Yunus 10/36, 66, Yusuf 12/103.
[*] Bu ayet En’am 6/119 ve En’am 6/121. ayetlerle birlikte anlaşılmalıdır.
[1*] En’âm Suresi Mekke’de indiği için bu ayet, oradaki Müslümanların, müşrikler tarafından Allah’ın adı anılarak kesilen hayvanların etinden yemediklerini ve bunun doğru bir davranış tarzı olmadığını göstermektedir. Mekkeli müşrikler, kestikleri hayvanların sadece belirli bir kısmı üzerine Allah’ın adını anmaz, onları özellikle Allah’tan başkasının yani putlarının adını anarak keserlerdi (En'am 6/138). Hem mealini verdiğimiz bu ayet hem bir önceki ayet (En’am 6/118) onların Allah’ın adını anarak kestikleri hayvanların yenilebileceğini göstermektedir. Âyetler böylesine açık olmasına rağmen Sünni, Şiî bütün fıkıh mezhepleri, müşriklerin kestiklerini yemenin haram olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Halbuki haram olan, onların Allah’tan başkasının adı anarak kestikleridir. Ayrıntı için bkz. En'am 6/121.
[1*] Allah’tan başkasının adı anılarak kesilmediği sürece besmele çekilmeden kesilen hayvan etlerinin yenilmeyeceğinin bir delili yoktur. Haram olan hayvan kökenli gıdaların açıklandığı dört ayetin hiçbirinde “Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanlar” şeklinde bir türden bahsedilmemiştir (Bakara 2/173, Maide 5/3, En’am 6/145, Nahl 16/115). Besmele eğer farz olsaydı aynı şeylerin tekrar tekrar zikredildiği ayetlerde mutlaka “Bir de Allah’ın adı anılmayanlar/besmele çekilmeden kesilenler” şeklinde buna da yer verilirdi. Besmele, sadece Kurban bayramı kurbanı için şarttır (Hac 22/28, Hac 34-36). Ayetler her şeyi açıkça ortaya koyduğu halde tefsir ve meallerin birçoğunda bu ayete yanlış anlam verilerek besmelesiz kesilen hayvanların eti haram sayılmıştır. Bu hükme varılırken Arap dili açısından çok ciddi bir hata yapılmış, ayetteki (وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ) cümlesinin kendisinden önceki cümleye atfedilmiş olduğu düşünülmüştür. Halbuki (َْوَلاَ تَأْكُلُواْ مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ) cümlesi fiilî-inşâî; (ٌوَإِنَّه ُ لَفِسْق) cümlesi ise ismî-haberîdir. Nahiv kurallarına göre bu iki cümlenin birbirine atfedilmiş olması mümkün değildir. Durum böyle olduğu için (وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ) cümlesi, (وَلاَ تَأْكُلُواْ) cümlesi için hal konumunda olur ve yeme yasağını, kesimin “fısk” şeklinde olması hali ile sınırlar. Bu surenin 145. ayetine göre de fısk, “Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen hayvan” olarak bizzat Allah Teala tarafından açıklanmış, haramların anlatıldığı o ayette besmelesiz kesilen hayvanlara yer verilmemiştir. Bunun yanı sıra mealini verdiğimiz ayette yer alan “Onlara, gönüllü olarak boyun eğerseniz kesinlikle siz de müşrik olursunuz” ibaresi meselenin besmelesiz kesimle değil, Allah’tan başka bir varlığın adı anılarak hayvan kesilmesi ile yani başka bir deyişle Allah’tan başka bir varlığa ilahlık payesi verilmesi ile ilgili olduğunu gösterir. Konuyla ilgili olarak şöyle meşhur bir rivayet de vardır: Bir grup sahabî Resulullah’a: “Ey Allah’ın Resulü! Bazıları bize et getiriyor, üzerine Allah’ın adını anıp anmadıklarını bilmiyoruz. Ondan yiyelim mi, yemeyelim mi?” diye sordular. O da şöyle cevap verdi: “Siz Allah’ın adını anın ve yiyin!” (Buhârî, Zebâih, 21; Ebû Dâvûd, Edâhî, 13–19; İbn Mâce, Zebâih, 4).
[1*] Hadid 57/28.
[2*] En’am 6/50, Fatır 35/19-20, Mü’min 40/58.
[3*] Kafirlik edenler, içinde bulundukları yanlışları görmek istemedikleri için, karanlıklardan çıkmamayı tercih etmiş olurlar. Yapmakta oldukları şeyin onlara süslü gösterilmesi, bu tercihlerinin sonucudur (En’am 6/108, Neml 27/4).
[*] Furkan 25/21, Zuhruf 43/31-32.
[1*] Ankebut 29/69.
[2*] Allah’ın iki türlü iradesi vardır; biri isteğini, diğeri kararını gösterir. O, her insanın yola gelmesini ve yanlışlardan dönmesini ister (Nisa 4/26-27). İstek anlamındaki bu iradesi yerine gelmeyebilir. Allah bütün insanların tövbe etmesini de ister ama etmezler. Allah’ın karar anlamındaki iradesi kesin olarak yerine gelir ve verdiği "ol" emriyle birlikte o şey oluşmaya başlar (Bakara 2/117, Yasin 36/82). İnsanın, karar anlamındaki iradesi, ancak gereğini yapmasıyla meydana gelebilir (Necm 53/39). Çaba gösterilen şeyin oluşması da Allah'ın gerekli şartları yaratmasına bağlıdır. Kul kâsib yani çalışan, Allah da hâlik yani yaratandır (Teğabun 64/11,Tekvir 81/29).
[4*] Sapmakta olan kişiyi Allah çeşitli yollarla uyarır. İçinin bu şekilde daralması ondandır (Tevbe 9/115, Müddessir 74/17, Şems 91/8-10).
[1*] En’am 6/153.
[2*] Allah Kur’an’ı, bir ilme göre ayrıntılı olarak açıklamıştır (A’râf 7/52). Allah’ın açıklamalarına, doğruların peşinde olan ve bu ilmi bilen bir topluluk ulaşabilir (Âl-i İmran 3/7, Hûd 11/1-2, Fussilet 41/3).
[3*] En’am 6/97-98.
[1*] Yunus 10/25.
[1*] İsra 17/64, Sebe 34/20.
[2*] Cin 72/6.
[3*] “Allah’ın belirlediği kişiler” ifadesi, “belirlediğim kişiler” şeklinde tercüme edilmiştir. Çünkü burada, Arap dilinde sıklıkla kullanılan iltifat sanatı vardır. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki left (لفت) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır; ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.
[4*] Bkz. Nisa 4/48 ve dipnotu.
[1*] “Elçi” anlamı verilen kelime resuldür. Resul, birinin sözünü bir başkasına ulaştırmakla görevli kişidir (Müfredat). Allah’ın kitabını, Allah’ın kullarına kendi dilleriyle ulaştıran kişiler de Allah’ın elçileridir (A’raf 7/35-37, İbrahim 14/4). Allah, bir grup cini, Muhammed aleyhisselamı dinlemek için yönlendirmiş, onlar da gelip ondan ayetleri dinlemiş, arkasından toplumlarına gitmiş ve Musa’dan sonra indirilmiş, önceki kitapları tasdik eden ve dosdoğru yola yönelten bir kitap dinlediklerini söyleyerek ona inanmaları konusunda onları uyarmışlardı (Ahkaf 46/29-32.)
[2*] Zümer 39/71, Mülk 67/6-11.
[3*] A’raf 7/37.
[*] En’am 6/47.
[1*] Ahkaf 46/19.
[2*] Neml 27/93.
[1*] En’am 6/12, 54, 147; Kehf 18/58.
[2*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/35. ayetin dipnotu. Burada yaratılacak olan, o kişileri etkisizleştirecek olan şartlardır.
[*] Hud 11/121.
[1*] En’am 6/142-144.
[1*] Onların Allah’a ortak koştukları, hem ilah saydıkları şeyler hem de o günün din adamlarıdır; çünkü çocukların kurban edilmesini emredenler sözde ilahlar adına konuşan din adamlarıdır . Tevrat’ın Yeremya 32:35 pasajında, İsrailoğullarının da Mekke müşrikleri gibi çocuklarını kurban ettikleri bildirilmektedir.
[2*] En’am 6/140, Nahl 16/58-59, Zuhruf 43/17-18, Tekvir 81/8-9.
[3*] Bkz. En’am 6/107 ve dipnotları.
[4*] En’am 6/112.
[1*] En'am 6/142-144.
[2*] Bu hayvanların hangileri olduğu Maide 5/103. ayette anlatılmıştır.
[3*] En’am 6/121.
[*] En’am 6/143-144.
[1*] En’am 6/137.
[2*] A’raf 7/31, Yunus 10/59, Nahl 16/116.
[1*] En’am 6/99.
[2*] Bakara 2/267. Öşür, tarım ürünleri için masraf durumuna bağlı olarak 1/10 veya 1/20 oranında verilen zekâttır.
[3*] A’raf 7/31.
[1*] Nahl 16/5-7, 80, Mü’minun 23/21, Yasin 36/71-73, Mü’min 40/79-81, Zuhruf 43/12-13.
[2*] Bakara 2/168.
[1*] Zümer 39/6; Şûrâ 42/11, Zuhruf 43/12.
[2*] Bu ve bundan önceki ayetin başında gizli “enşee (أَنشَأَ)” fili vardır. Anlam ona göre verilmiştir.
[1*] En’am 6/138-139.
[2*] En’am 6/21.
[1*] Bu ayete göre sadece akmış kan haramdır, damarlarda kalan kan haram değildir.
[2*] Allah’tan başkası adına kesildiği net olarak bilinmedikçe, Müslüman olmayanların kestiği veya besmelesiz kesilen hayvanın eti haram değildir. Aksini gösteren ne bir ayet ne de hadis vardır (En’am 6/121).
[1*] Yahudiler, karada yaşayan hayvanlardan sadece çatal ve yarık tırnaklı olup geviş getirenleri yiyebilirler. (Levililer, 11:1–3; Tesniye, 14:6.) Bu kurala göre sığır, koyun, keçi, geyik, ceylan, karaca, yaban keçisi, gazal, ahu, dağ koyunu gibi hayvanları yemek helal (Tesniye, 14:4–5), geviş getirmelerine rağmen çatal tırnaklı olmayan deve, yaban faresi ve tavşan ile çatal tırnaklı olmasına rağmen geviş getirmeyen domuz haramdır. (Levililer, 11:4–8; Tesniye, 14:7–8) Yine karada yaşayan gelincik, fare, kara kurbağası türleri (keler ve kaplumbağa), kirpi, bukalemun, bütün kertenkele türleri, salyangoz ve köstebek gibi küçük canlılar da yasaklanmıştır. (Levililer, 11:29–31).
[2*] Ayette “bakar (بقر)” yani sığır cinsi hayvanlarla “ğanem (غنم)” yani koyun-keçi cinsi hayvanların iç yağlarının da haram kılındığının belirtilmesi, buna mukabil deveden hiç bahsedilmemesi, devenin Yahudilere mutlak manada haram kılındığının delilidir. Yukarıda 143 ve 144. ayetlerde dişili erkekli koyun, keçi, sığır ve deve cinsi hayvanlar - ki bunlara en’âm denir- zikredilip bu ayette (146. ayet) üçünden bahsedilip sadece deveden bahsedilmemesi, devenin bir bütün olarak haram kılındığını işaret eder. Bu ayet, Tevrat’ta geçen, Yahudilere özel yasağın Kur’an ile tasdik edildiğini göstermektedir.
[3*] Nisa 4/160-161, Nahl 16/118.
[1*] En’am 6/12.
[2*] Yusuf 12/110.
[1*] Şâe fiilinin, cümlenin akışından anlaşılan bir mefulü olur. Buradaki mef’ul “başka bir durumda olmamızı” şeklindedir. Meale ‘aksini’ kelimesini koymamız bu anlamı göstermek içindir. Ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/35. ayetin dipnotu.
[*] Kur’an’da olmayan kader inancını İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline “irade” yani “isteme ve dileme” anlamı vermiş, bu yanlış anlamı, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Yukarıdaki ayete de şu meali vermişlerdir: “De ki: Kesin delil ancak Allah’ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi”. Bunu yapanlar Kur’an’ı, çelişkili bir kitap gibi göstermeyi de başarmışlardır (Nahl 16/93). Ayette geçen şâe fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: En’am 6/35. ayetin dipnotu.
[1*] En’am 6/138-140.
[2*] İsra 17/73-75, Şûrâ 42/15, Casiye 45/18, Kalem 68/8-9.
[3*] En’am 6/1.
[1*] Allah’ın emrettiği ana-babaya itaat değil, ihsan yani iyi davranmaktır (Nisa 4/36, İsra 17/23, Ahkaf 46/15).
[2*] Fuhuş çeşitleri diye meal verdiğimiz fevahiş kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Bunlardan zina (İsra 17/32) ile erkek erkeğe ilişki (Araf 7/80, Ankebut 29/28) Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Üçüncüsü de kadın kadına ilişki olur.
[3*] Adam öldürmenin meşru olduğu durumlar, savaş (Bakara 2/190), kısas (Bakara 2/178-179, İsra 17/33) ve terör suçu işleyenlerden bir kısmına verilen ceza (Maide 5/33) ile sınırlıdır.
[1*] Nisa 4/6
[2*] Bakara 2/220.
[3*] Nisa 4/135, Maide 5/8.
[1*] İltifat, bkz En'am 6/97. ayetin dipnotu
[2*] İltifat, bkz En'am 6/97. ayetin dipnotu
[1*] Bakara 2/210, Nahl 16/33, Haşr 59/2.
[2*] Nisa 4/18, Münafikûn 63/10-11.
[*] Bu husus İncil’de şöyle geçer: "Akılsız tartışmalardan, soyağacı didişmelerinden, Kutsal Yasa’yla ilgili çekişme ve kavgalardan sakın. Bunlar yararsız ve boş şeylerdir. Birinci ve ikinci uyarıdan sonra fırkacı (bölücü) kişiyle ilişkini kes. Böyle birinin sapmış olduğundan ve günah işlediğinden emin olabilirsin; o kendi kendini mahkûm etmiştir." (İncil, Titus 3:9-11)
[*] En’am 6/14.