EN'ÂM

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(En'âm 6/1)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
Her şeyi mükemmel yapmak,[1*] gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı oluşturan Allah'a özgüdür. Ama kâfirlik edenler /âyetleri görmezlikte direnenler, (kendilerini veya başkalarını) Rablerine/ Sahiplerine denk tutarlar.[2*]

[1*] Bkz. Fatiha 1/2'nin dipnotu.

[2*] Maide 5/76En’am 6/150, Furkan 25/43.


(En'âm 6/2)
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلًاۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ
O, sizi balçıktan[1*] yaratmış olandır. Sonra bir ecel /yaşama süresi belirlemiştir. Onun katında bir de ecel-i müsemma /süresi belirlenmiş bir ecel daha[2*] vardır. Hal böyleyken, siz hala tereddüt ediyorsunuz.

[1*] Yediğimiz gıdaların oluşması, su ile toprağın birleşmesine bağlıdır. Bu sebeple sadece Âdem ve Havva değil, insanın temel maddesini oluşturan şey, çamurdur (Mü’minûn 23/12-14, Secde 32/7-9).

[2*] Ecel, bir şey için belirlenen süredir (Bakara 2/231, 282, Kasas 28/28). Ana karnındaki döllenme sırasında insanın fiziki özellikleri ve doğal yaşam süresi yani biyolojik ecel belirlenir (Abese 80/17-19). Bu ayete göre bir de Allah katında, ondan başkasının bilmediği, süresi belirlenmiş bir ecel yani ecel-i müsemma vardır. İnsan en fazla ecel-i müsemmasına kadar yaşayabilir. Bazı davranışlar bu eceli kısaltır ve her şey gibi bunun da kaydı tutulur (Ra’d 13/38-39, Fatır 35/11). Yunus aleyhisselam ve kavmi gibi tövbe edip durumunu düzeltenlere, ecel-i müsemasından kalan süreyi tamamlama imkanı verilir (Yunus 10/98, Hud 11/3, İbrahim 14/10, Enbiya 21/87-88, Saffat 37/139-148, Kalem 68/48-50, Nuh 71/4).


(En'âm 6/3)
وَهُوَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَفِي الْاَرْضِۜ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ
O, göklerde de Allah’tır yerde de.[1*] Hem sırrınızı bilir hem açığa vurduğunuzu.[2*] O, kazandığınız şeyleri de bilir.

[1*] İsra 17/42, Enbiya 21/22, Mü’minun 23/91, Zuhruf 43/84.

 

(En'âm 6/4)
وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ
Onlara (kafirlik edenlere) ne zaman Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelse mutlaka onunla aralarına mesafe koyarlar.[*]

[*] En’am 6/25, A’raf 7/146, Yusuf 12/105, Yasin 36/46, Tur 52/44, Kamer 54/2.

 

(En'âm 6/5)
فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۜ فَسَوْفَ يَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Kendilerine gelen gerçekler karşısında kesinlikle yalana sarıldılar.[1*] Hafife aldıkları şeyin haberleri yakında onlara gelecektir.[2*]

[1*] Kâf 50/5.

[2*] Şuara 26/6.


(En'âm 6/6)
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَارًاۖ وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْنًا اٰخَر۪ينَ
Onlardan önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi? Bu topraklarda size vermediğimiz imkânları onlara vermiş,[1*] onlara gökten bol bol yağmur göndermiş, alt taraflarından akıp giden ırmaklar oluşturmuştuk. Sonunda günahları yüzünden onları helak ettik ve arkalarından başka nesiller oluşturup geliştirdik.[2*]

[1*] Bu imkanları anlatan ayetler için bkz: A'raf 7/69, Hud 11/52, Fussilet 41/15.

[2*] Meryem 19/74, 98; Tâhâ 20/128; Secde 32/26; Fatır 35/44; Yasin 36/31; Mü'min 40/21, 82; Muhammed 47/10; Ahkaf 46/26; Kaf 50/36.

 

(En'âm 6/7)
وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَابًا ف۪ي قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِاَيْد۪يهِمْ لَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
Sana kağıda yazılı bir kitap indirsek de elleriyle ona dokunsalar kâfirlik eden /âyetleri görmezlikte direnenler kesinlikle şöyle derler: “Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değil ki!”[*]

[*] Bunlar, Muhammed aleyhisselamın elçi olarak getirdiği kitabı kabul etmedikleri için ne yaparsa yapsın, ona inanmayacaklardı (Hicr 15/14-15, İsra 17/93, Kamer 54/2). Firavun ve hanedanının Musa aleyhisselamın gösterdiği mucizeler karşısında söyledikleri bundan farklı değildi (Yunus 10/75-78, Neml 27/7-14). Aynı şey İsa aleyhisselama da yapılmıştı (Maide 5/110). 

 

(En'âm 6/8)
وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌۜ وَلَوْ اَنْزَلْنَا مَلَكًا لَقُضِيَ الْاَمْرُ ثُمَّ لَا يُنْظَرُونَ
Şunu da derler: “Ona bir melek indirilseydi ya!”.[1*] Eğer melek indirseydik işleri bitirilir, onlara süre verilmezdi.[2*]

[1*] Furkan 25/7.

[2*] Meleklerin gelmesi, Lut kavminde olduğu gibi bir toplumu cezalandırmak içindir (Hud 11/75-83, Hicr 15/8).

 


(En'âm 6/9)
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكًا لَجَعَلْنَاهُ رَجُلًا وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ
Onu (göndereceğimiz elçiyi) melek yapsaydık yine erkek yapar,[*] onları, içine düştükleri karmaşaya yine düşürürdük.

[*] Allah’ın nebi olarak gönderdiği resullerin tamamı erkektir (Yusuf 12/109, Nahl 16/43-44, Enbiya 21/7).

 

(En'âm 6/10)
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Senden önce gelen elçiler de mutlaka hafife alınmışlardı. Sonunda onlarla alay edenleri, hafife aldıkları şey kuşatıverdi.[*]

[*] Ra’d 13/32, Hicr 15/11, Enbiya 21/41, Yasin 36/30, Zuhruf 43/7.


(En'âm 6/11)
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ
De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da yalana sarılanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın!”[*]

[*] Âl-i İmran 3/137, Nahl 16/36, Neml 27/69, Rum 30/42.

 

(En'âm 6/12)
قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلْ لِلّٰهِۜ كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
“Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” diye sor ve de ki “Allah'ındır!”[1*] O, bol bol ikramda bulunmayı kendine görev olarak yazmıştır.[2*] Geleceğinde şüphe olmayan Kıyamet /mezardan kalkış günü hepinizi, kesinlikle bir araya toplayacaktır.[3*] Kendilerini hüsrana uğratanlar, buna inanıp güvenmeyenlerdir.[4*]

[1*] Mü’minûn 23/84-89.

[2*] En’am 6/54,133,147; A’raf 7/156; Kehf 18/58.

[3*] Nisa 4/87.

[4*] En’âm 6/30-31.

 

(En'âm 6/13)
وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Gecenin ve gündüzün içinde barınan her şey onundur.[*] O daima dinleyen ve bilendir.

[*] Ra’d 13/10.

 

(En'âm 6/14)
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
De ki: “Gökleri ve yeri bölünme kanunu[1*] ile yaratan, (yarattıklarını) besleyen ama beslenmeyen Allah’tan başkasını mı veli /en yakın sayacağım!” Bir de şunu söyle: “Bana, (Allah’a) teslim olanların ilki ol![2*] Sakın müşriklerden olma!” emri verildi.[3*]

[1*] Ayetteki “fâtır (فاطر)”, bir şeyi bölen anlamındadır (Lisan’ul-Arab). Allah, bütün varlıkları bölünme kanununa göre yaratmıştır (İsra 17/51, Rum 30/30, Şura 42/11).

[2*] En’am 6/162-164, Yunus 10/104, Neml 27/91, Zümer 39/11-12, 64, Mü’min 40/66.

[3*] Yunus 10/105, Ra’d 13/36, Kasas 28/86-88, Zümer 39/65.

 

(En'âm 6/15)
قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
De ki: “Eğer Rabbime karşı gelecek olursam azametli bir günün azabından korkarım.”[*]

[*] Yunus 10/15, Zümer 39/13.


(En'âm 6/16)
مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ
İşte o gün kim azaptan çevrilmiş olursa Allah kesinlikle ona ikramda bulunmuş demektir. Bu, açık bir başarıdır.[*]

[*] Âl-i İmran 3/185, Enbiya 21/101-103, Zümer 39/61.


(En'âm 6/17)
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Allah sana bir sıkıntı verirse onu, O’ndan başka giderecek biri yoktur. Sana bir iyilik yaparsa (bil ki) o her şeye bir ölçü koymuştur.[*]

[*] Yunus 10/107, Fatır 35/2, Zümer 39/38.


(En'âm 6/18)
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
O, kulları üzerinde tam hâkimdir.[*] O, bütün kararları doğru olan ve her şeyin iç yüzünü bilendir.

[*] En’am 6/61.


(En'âm 6/19)
قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ قُلْ لَٓا اَشْهَدُۚ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ
Onlara “Kimin şahitliği daha büyüktür?” diye sor ve de ki: “Benimle sizin aranızda şahit Allah’tır.[1*] Bu Kur'ân bana, sizi ve ulaştığı herkesi onunla uyarayım diye vahyedildi.[2*] Siz Allah ile birlikte başka ilahların da olduğuna gerçekten şahitlik eder misiniz?” De ki: “Ben şahitlik etmem!” Şunu da de: “Şüphesiz o, tek ilahtır.[3*] Ben, ona ortak saydığınız her şeyden uzağım!”

[1*] Nisa 4/166, Ra'd 13/43, İsra 17/96, Ankebut 29/52.

[2*] Her Müslüman, bildiği ayetleri, insanlara ulaştırmakla görevlidir (Âl-i İmrân 3/187, En’am 6/92, Şûrâ 42/7)

[3*] Nahl 16/22.

 

(En'âm 6/20)
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟
Kitap verdiğimiz kimseler onu[1*] kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini hüsrana uğratanlar, ona inanıp güvenmeyenlerdir.[2*]

[1*] “Onu” kelimesi hem son kitap Kur’an’ı hem de son elçi Muhammed aleyhisselamı işaret etmektedir (Bakara 2/89146, Araf 7/157, Saf 61/6).

 

(En'âm 6/21)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Bir yalanı Allah’a mâl edenden veya onun ayetleri karşısında yalana sarılandan daha büyük yanlışı yapan kişi kimdir? Şu bir gerçek ki yanlışlara dalanlar umduklarına kavuşamazlar.[*]

[*] En'am 6/93, A’raf 7/37, Yunus 10/17, Hud 11/18, Ankebut 29/68Zümer 39/32.

 
 

(En'âm 6/22)
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
Bir gün onların hepsini toplayacağız, sonra şirk koşanlara şöyle diyeceğiz: “Allah’ın ortağı olduğunu iddia ettikleriniz nerede?”[*]

[*] Yunus 10/28, Nahl 16/27, Kehf 18/52, Kasas 28/62-74; Fussilet 41/47.

 

(En'âm 6/23)
ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ
Onları yakan şey[1*] sadece şu sözleridir: “Rabbimiz olan Allah’a yemin ederiz ki biz şirk koşanlardan olmadık!”[2*]

[1*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat).  Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf  7/155), aldatma (A’râf  7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır. İçinde oldukları durum, altın kaplamalı bir demirin ateşe sokulması gibi yalanlarını ortaya çıkardığı için kelimeye, “onları yakan şey” meali verilmiştir.

[2*] Allah, bilmeden şirk koşanları müşrik saymaz, bunlar bile bile müşrik olanlardır (Bakara 2/22, Zümer 39/3, Mücadele 58/18-19).

 

(En'âm 6/24)
اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Baksana; kendileri hakkında nasıl da yalan söylüyorlar![1*] Uydurmuş oldukları ortaklar da kendilerinden uzaklaşmış olur.[2*]

[1*] En’am 6/27-28.

[2*] A’raf 7/53, Yunus 10/30, Hud 11/21, Nahl 16/87, Furkan 25/17-18, Kasas 28/74-75, Fussilet 41/48.

 

(En'âm 6/25)
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Onların içinden seni dinleyenler de vardır; ama Kur’an’ı anlamasınlar diye (sanki)[1*] kalplerinin üzerinde kat kat örtüler, kulaklarında da tıkaçlar oluşturmuşuz![2*] Onlar bütün ayetleri görseler inanmazlar.[3*] Hatta sana geldiklerinde seninle çekişir ve kafirlik eden /ayetleri görmezlikte direnen o kimseler şöyle derler: “Bu, öncekilerin yazılarından[4*] başka bir şey değil ki!”

[1*] Kâfirlerin ön yargıları, istiâre-i temsiliyye /alegori ile canlandırılmıştır (Tefsir’ul-menar). İstiârede benzetme edatı gizlenir. Buradaki mecaz gerçek sanıldığı için benzetme edatı, tarafımızdan “sanki” sözüyle açığa çıkarılmıştır (Yasin 36/8-10Lokman 31/6-7, Câsiye 45/6-7). “Sanki” edatı yazılmazsa bazı insanlar, Allah’ın kafirlere, tövbe kapısını kapattığını ve özgürce karar almalarını engellediğini sanacaklardır (Nisa 4/18). Oysa tövbe edildiği yani yanlıştan dönüldüğü takdirde (Bakara 2/160) affedilmeyecek bir günah yoktur (Zümer 39/53). Ayetleri görmezlikte direnenler, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini gereği gibi kullanmaz; gerçekleri görmek, duymak ve anlamak istemezler (Fussilet 41/5). Sanki Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine de perde çekmiş gibi davranırlar. Ayrıca Allah, kâfirleri, en’ama yani koyun, keçi, sığır ve deveye benzetmiştir. Bunun sebebi de kalplerini, kulaklarını ve gözlerini bir insan gibi kullanmamalarıdır (A’raf 7/179, Furkan 25/43-44). Ayrıca bakınız: Nisa 4/155, Maide 5/13, En’am 6/46, Araf 7/100-101, Tevbe 9/87,93, Yunus 10/74, Nahl 16/106-108, Rum 30/58-59, Mümin 40/35, Casiye 45/23, Muhammed 47/16, Saf 61/5, Münafikun 63/3, Mutaffifin 83/14.

[2*] İsra 17/46, Kehf 18/57.

 
[4*] Ayette geçen esâtîr (أَسَاطِيرُ) kelimesi, “bir şeye hiza vermek, saf tutturmak” anlamına gelen satr (سطر) kökünden türemiş olan ustûre (اسطورة) kelimesinin çoğuludur (Müfredat). Satara (سَطَرَ) fiilinin “yazı yazmak” anlamına gelmesi, harflerin hizaya sokulması, anlamlı bir şekilde sıralanması sebebiyledir. Dokuz yerde geçen esâtîru’l-evvelîn (أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ) ifadesi, Kur’an’da anlatılanların yeni olmadığını, önceki ilahi kitaplarda, diğer kitaplarda, yazıtlarda ya da anlatılarda zaten var olduğunu belirtmek için ayetleri görmezden gelenler tarafından kullanılan alaycı bir ifadedir. Bunu söyleyerek Kur’an’ın önceki ilahi kitapları tasdik etmesini de istismar etmişlerdir (Enfal 8/31, Nahl 16/24, Mü'minun 23/83, Furkan 25/5, Neml 27/68, Ahkaf 46/17, Kalem 68/15, Mutaffifîn 83/13).

(En'âm 6/26)
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
Onlar, hem onu (Kur'ân’ı) yasaklar[*] hem de kendileri ondan uzak dururlar. Onlar sadece kendilerini tüketirler de farkında bile olmazlar.

[*] Kafirlerin Allah’ın kitabını etkisiz kılma çabalarına dair ayetler için bkz: Tevbe 9/32, Hac 22/51, 72, Sebe 34/5, 38, Fussilet 41/26, Saf 61/8.


(En'âm 6/27)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Ateşin önünde durduruldukları gün onları bir görsen! Şöyle derler: “Ah keşke (dünyaya) geri çevrilsek de Rabbimizin ayetleri karşısında bir daha yalana sarılmasak ve biz de müminlerden olsak”![*]

[*] A’raf 7/53, Mü’minun 23/99-100, Secde 32/12, Fatır 35/36-37, Zümer 39/58-59, Mü’min 40/11.


(En'âm 6/28)
بَلْ بَدَا لَهُمْ مَا كَانُوا يُخْفُونَ مِنْ قَبْلُۜ وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Aslında daha önce gizledikleri şey (imanları)[1*] kendileri için ortaya çıkmış olur. Ama geriye gönderilseler kesinlikle kendilerine konan yasaklara dönerler. Çünkü onlar kesinlikle yalancıdırlar.[2*]

[1*] Cehenneme gidecek olanlar, inandıktan sonra kâfir olanlardır (Âl-i İmran 3/106). Küfür örtme; kâfir, örten demektir. Allah’ın her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğunu, koyduğu kurallara uymak gerektiğini bilmeyen yoktur. O kurallar, kişinin hayat tarzına ters düşmeye başlarsa uymak zorlaşır ve onları görmezden gelmeye başlar. Görmezden gelse de üstünü örttüğü imanın kendine yeteceğini, ama Allah’a tam teslim olamadığını, bir gün onu da yapacağını düşünür (Hicr 15/2-3). Bunlar cehennemi görünce kendilerine fayda sağlayacak tek şeyin iman olduğunu anlayacak ve gerçek mümin olmak için dünyaya döndürülmek isteyeceklerdir. Ancak menfaatlerinin esiri oldukları için dünyaya döndürülseler bile doğru olanı değil de menfaatlerine uygun gördüklerini yaparak yine kâfir olacaklardır.

[2*] Bakara 2/39, Neml 27/14, Mü’minun 23/90.

 

 


(En'âm 6/29)
وَقَالُٓوا اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَ
Şöyle demişlerdi: “Dünyadaki hayatımızdan başka hayat yoktur. Biz tekrar diriltilecek değiliz!”[*]

[*] Mü’minun 23/37, Duhan 44/34-35, Casiye 45/24.


(En'âm 6/30)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۜ قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ۟
Rablerinin huzurunda durduruldukları gün onları bir görsen! Rableri: “Bu gerçekmiş, değil mi?” der, onlar da “Evet, Rabbimize yemin olsun ki gerçekmiş!” derler. Bunun üzerine Rableri şöyle der: “Öyleyse kâfirlik etmenize karşılık tadın bu azabı!”


(En'âm 6/31)
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ
Allah’ın huzuruna varma hakkında yalana sarılanlar, kesinlikle kaybedeceklerdir.[1*] Beklenmedik bir anda o saat /mezardan kalkış saati gelince günah yüklerini sırtlarında taşırken: “Dünya hayatında eksik bıraktıklarımızdan dolayı vay halimize!” diyeceklerdir. Dikkat edin, yüklenecekleri şey ne kötüdür![2*]

[1*] Yunus 10/45.

[2*] Nahl 16/25, Ankebut 29/13.


(En'âm 6/32)
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌۜ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
(Allah ile yüzleşmeyi düşünmeyenler için) Dünya hayatı, sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir.[1*] Ahiret yurdu yanlışlardan sakınanlar için elbette daha iyidir. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?[2*]

[1*] Ankebut 29/64, Muhammed 47/36, Hadid 57/20.

[2*] Yusuf 12/109, Nahl 16/30, Kasas 28/83.

 

(En'âm 6/33)
قَدْ نَعْلَمُ اِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذ۪ي يَقُولُونَ فَاِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلٰكِنَّ الظَّالِم۪ينَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
Onların söylediklerinin seni çok üzdüğünü elbette biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, yanlışlara dalan o kimseler bile bile Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar.[*]

[*] Yunus 10/65, Hicr 15/97, Nahl 16/127, Enbiya 21/36, Neml 27/70, Lokman 31/23, Yasin 36/76.

 

(En'âm 6/34)
وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلٰى مَا كُذِّبُوا وَاُو۫ذُوا حَتّٰٓى اَتٰيهُمْ نَصْرُنَاۚ وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۚ وَلَقَدْ جَٓاءَكَ مِنْ نَبَا۬ئِ الْمُرْسَل۪ينَ
Senden önceki elçiler de yalanlandı;[1*] ama yalanlanmalarına ve eziyet görmelerine rağmen yardımımız gelene kadar sabrettiler /duruşlarını bozmadılar.[2*] Allah'ın sözlerine denk sözler getirebilecek kimse yoktur.[3*] Zaten o elçilerin haberlerinden bir kısmı sana geldi![4*]

[1*] Âl-i İmran 3/184, Hac 22/42, Fatır 35/4, 25Fussilet 41/43.

[2*] Bakara 2/214, Yusuf 12/109-110.

[3*] Tebdil (تبديل) “bir şeyi başka şeyin yerine koyma” anlamındadır (Müfredat). Kimse, Allah’ın sözlerinin yerine geçebilecek bir söz söyleyemez (Bakara 2/23, Yunus 10/38, Hud 11/13, İsra 17/88, Tur 52/34-35) ve onun yarattıklarının yerini tutacak bir şey oluşturamaz (Rum 30/30). Bu ayette, En’am 6/115’te ve Kehf 18/27’de geçen mübeddil (مُبَدِّلَ) kelimesi, “Onun sözlerinin dengini getirecek kimse” anlamındadır.

[4*] Tâhâ 20/99.


(En'âm 6/35)
وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Onların mesafeli davranmaları sana ağır geliyorsa,[1*] yerin dibine inen bir tünel veya göğe doğru bir merdiven bulup onlara bir mucize getirmeye de gücün yetiyorsa (haydi getir)! Tercihi (insanlara bırakmayıp) Allah yapsaydı[2*] elbette onları doğru yolda toplardı.[3*] O halde sakın cahillik edenlerden olma![4*]

[1*] Kehf 18/6, Şuara 26/3-4, Fatır 35/8.

[2*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

[3*] Yunus 10/99.

[4*] En’am 6/14.


(En'âm 6/36)
اِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۜ وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ
Sana olumlu cevap verecek olanlar sadece dinleyenlerdir.[*] Bütün ölüleri Allah (Ahirette) diriltecek, sonra hepsi onun huzuruna çıkarılacaklardır.

[*] Neml 27/80-81, Rum 30/52-53, Fatır 35/22.

 

(En'âm 6/37)
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
“Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” dediler.[1*] De ki: “Allah mucize indirmenin ölçüsünü belirlemiştir.[2*] Ama onların çoğu bilmezler.”

[1*] Yunus 10/20, Hud 11/12, Ra’d 13/7, 27, İsra 17/90-93, Furkan 25/7-8, Ankebut 29/50.

[2*] Nebilerinden mucize talep edip de, geldiğinde inanmayan toplumlar (Şuara 26/154) helak edilmişlerdir (A'raf 7/103-136, İsra 17/59, Enbiya 21/5-6).

 

(En'âm 6/38)
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
Yerde hareket eden tüm canlılar ve iki kanadıyla uçan kuşlar, sizin gibi bir ümmet / toplumdur.[1*] Bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.[2*] Sonra onlar da Rablerinin huzurunda bir araya getirileceklerdir.[3*]

[1*] Yerde hareket eden tüm canlılar ve iki kanadıyla uçanlar, tıpkı bizim gibi birer toplumdur. Kıyamet günü onlar da Allah’ın huzurunda toplanacaktır. Nebimiz şöyle demiştir: “Kıyamet günü, boynuzsuz koyunun hakkı, boynuzlu koyundan dengiyle alınacaktır” (Müslim, Birr 60, Tirmizî, Kıyâmet 2). Hayvanlar imtihana tabi olmadıkları için kararlarını akıllarıyla verir, Allah’ın dininden bir başka dini kabul edemezler (Âl-i İmran 3/83). 

[2*] Yusuf 12/111, Nahl 16/89.

 

(En'âm 6/39)
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ مَنْ يَشَاِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Ayetlerimiz karşısında yalana sarılanlar; sağırdırlar, dilsizdirler, karanlıklar içindedirler.[1*] Allah sapkınlığına onay verdiği kişiyi sapkın sayar, doğru davrandığına onay verdiğini de doğru bir yola koyar.[2*]

[1*] Bakara 2/17-18, 171, Muhammed 47/23.

[2*] Ayette geçen “yeşe’ (يشأ)” fiilinin kökü, “var etme” anlamında olan “şey (شيء)”dir (Müfredât). Allah her şeyi, bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49Ra’d 13/8). Onayını bu ölçülere göre verir (A’raf 7/178, 186; İsra 17/97; Şûrâ 42/44).   


(En'âm 6/40)
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
De ki: ”Ne duruma düşeceğinizi gözünde canlandırdın mı! Size Allah’ın azabı gelse ya da o saat /mezardan kalkış saati gelip çatsa Allah’tan başkasını mı yardıma çağırırsınız? Doğru sözlü kimselerseniz (söyleyin).”[*]

[*] En’am 6/63, Neml 27/62.

 

(En'âm 6/41)
بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟
Doğrusu, yalnızca Allah’ı yardıma çağırırsınız. O da uygun görürse yardım istediğiniz konudaki sıkıntınızı giderir. O zaman ortak saydıklarınızı unutmuş olursunuz.[*]

[*] Yunus 10/22-23, İsra 17/67, Ankebut 29/65-66, Lokman 31/32.

 

(En'âm 6/42)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ
Senden önceki toplumlara da elçiler göndermiş, belki yalvarıp yakarırlar diye onları maddi sıkıntılara ve bedensel sıkıntılara uğratmıştık.[*]

[*] A’raf 7/94.

 

(En'âm 6/43)
فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Baskınımız başlarına gelince bize yalvarıp yakarsalardı olmaz mıydı?[1*] Ama onların kalpleri katılaştı. Şeytan, onlara yapmakta oldukları şeyleri süslü gösterdi.[2*]

[1*] A’raf 7/95-96.

[2*] Nahl 16/63.


(En'âm 6/44)
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ
Kendilerine verilen doğru bilgileri akıllarından çıkardıkları zaman onlara her şeyin kapısını açtık. Verilen nimetlerle şımardıkları bir sırada da onları ansızın yakaladık. Bütün umutlarını kaybettiler.[*]

[*] A’raf 7/165, Mü’minun 23/76-77.

 

(En'âm 6/45)
فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Yanlış yapan toplulukların kökü kesildi. Her şeyi mükemmel yapmak, bütün varlıkların Rabbi /sahibi olan Allah’a özgüdür.[*]

[*] En’am 6/1.

 

(En'âm 6/46)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ
De ki: “Hiç düşündünüz mü! Allah dinleme ve görme özelliklerinizi alsa kalplerinizi de mühürlese[1*] Allah’tan başka bunları size geri verecek ilah kimdir?”[2*] Bak bakalım, ayetleri değişik açılardan nasıl açıklıyoruz, sonra onlar uzak duruyorlar![3*]

[1*] Dinleme, görme ve kalp yani gönül, insana ruh üflenmesi ile birlikte oluşan ve onu diğer canlılardan farklı hale getiren yapıdır. Bkz Secde 32/9 ve dipnotu.

[2*] Kasas 28/71-72.

[3*] En’am 6/65.

 

(En'âm 6/47)
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ
De ki: “Hiç düşündünüz mü? Allah'ın azabı size, beklenmedik bir anda veya göz göre göre gelse yanlışa dalan topluluklardan başkası mı helak edilir?”[*]

[*] En’am 6/131, Yunus 10/13, Hud 11/117, İsra 17/16, Kasas 28/59.


(En'âm 6/48)
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Biz elçileri, sadece birer müjdeci ve uyarıcı olarak göndeririz.[1*] Artık kim inanıp güvenir ve kendini düzeltirse onların üzerinde ne bir korku olur ne de onlar üzülürler.[2*]

[1*] Bakara 2/213, Nisa 4/165, Kehf 18/56.

[2*] A’raf 7/35.

 

(En'âm 6/49)
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Ayetlerimiz karşısında yalana sarılanları da yoldan çıkmalarına karşılık azap çarpacaktır.[*]

[*] A’raf 7/36, 40.

 

(En'âm 6/50)
قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟
De ki: “Size ‘Allah'ın hazineleri yanımdadır’ demiyorum. Gaybı /algılanamayanı bilmem. Size, ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum.[1*] Ben sadece bana vahyedilene (Kur’ân’a) uyarım.”[2*] De ki: “Kör ile gören bir olur mu?[3*] Hiç düşünmez misiniz?”

[1*] Bu sözlerinin aynısını Nuh Aleyhisselam da söylemiştir (Hud 11/31).

[2*] Ahkaf 46/9.

[3*] Fatır 35/19Mü’min 40/58.


(En'âm 6/51)
وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Allah ile araya girecek bir velileri /yakınları veya şefaatçileri olmadan Rablerinin huzurunda bir araya getirilmekten korkanları Kur’an ile uyar.[*] Belki yanlışlardan sakınırlar.

[*] En’am 6/70, Tâhâ 20/1-3Fatır 35/18, Yasin 36/11, Kaf 50/45.


(En'âm 6/52)
وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ
Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na yalvaranları yanından kovma![1*] Onların hesabı senden sorulmaz. Senin hesabın da onlardan sorulmaz. Onları kovarsan yanlışa dalanlardan olursun.[2*]

[1*] Kehf 18/28.  

[2*] Zamanında Nuh Aleyhisselamın kavmi, ondan, yanında bulunan ve halkın alt tabakasını oluşturan müminleri kovmasını istemişlerdi (Hud 11/27-29, Şuara 26/111-115).

 

(En'âm 6/53)
وَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ
İşte böyle! Kimilerini kimileriyle zor bir imtihana[1*] sokarız ki: “Allah aramızdan bunlara mı iyilikte bulundu?” desinler.[2*] Şükredenleri /görevlerini yerine getirenleri en iyi bilen Allah değil midir?

[1*] Fitne için bkz. En’am 6/23’ün dipnotu. 

[2*] Sâd 38/8, Zuhruf 43/31-32, Kamer 54/25.

 

(En'âm 6/54)
وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ayetlerimize inanıp güvenenler sana gelince de ki: “Selam[1*] size! Rabbiniz, bol bol ikramda bulunmayı kendine görev olarak yazmıştır.[2*] Şöyle ki içinizden kim kendini tutamayarak[3*] kötülük yapar, ardından da tövbe edip /dönüş yapıp kendini düzeltirse iyi bilsin ki Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.”[4*]

[1*] Arapça “Selam size!” (Selâmun aleykum) Türkçede “Size selamet (esenlik ve güvenlik) olsun” demektir.

[3*] Ayette geçen cehâlet kelimesi ‘bilmemek, yanlış düşünmek, yanlış hareket etmek’ anlamlarına gelir (Müfredat). Yusuf aleyhisselamın “Rabbim! ... Kadınların oyununu benden uzaklaştırmazsan onlara kapılırım ve cahillik edenlerden olurum.” (Yusuf 12/33) demesi de Musa aleyhisselamın “Cahillik edenlerden biri olmaktan Allah’a sığınırım! (Bakara 2/67)” demesi, kendini tutamayarak yanlış yapma anlamındaki cehalettir (Nahl 16/119).Bunlar, her şeyi görüp anladıktan sonra inanmamakta ısrar ettikleri için cahilce davranmış olurlar.

[4*] Nisa 4/17, A’raf 7/153, Nahl 16/119, Tâhâ 20/82, Furkan 25/70-71, Kasas 28/67, Şûrâ 42/25.

 


(En'âm 6/55)
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟
(Gerçekler ortaya çıksın) ve suça dalanların yolu iyice belli olsun diye ayetlerimizi işte böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.[*]

[*] A’raf 7/174.


(En'âm 6/56)
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قُلْ لَٓا اَتَّبِعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ
De ki “Allah ile aranıza koyup yardıma çağırdıklarınıza kulluk etmem bana yasaklandı.”[1*] De ki: “Ben sizin arzularınıza uymam. Öyle yaparsam kesinlikle sapmış olurum ve doğru yolda gidenlerden olmam.”[2*]

[1*] Mü’min 40/66.  

[2*] En’am 6/14, Yunus 10/95, Şûrâ 42/15.


(En'âm 6/57)
قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ
De ki: “Ben Rabbimden gelen açık bir delile dayanıyorum ama siz onun karşısında yalana sarılıyorsunuz.[1*] Hemen istediğiniz şey (hak ettiğiniz ceza) benim elimde değildir. O karar sadece Allah’a aittir.[2*] O, gerçeği tam olarak ortaya koyar. İyi ile kötüyü en iyi ayıran odur.

[1*] En’am 6/157, Hud 11/17, Muhammed 47/14.

[2*] Yunus 10/50-51, Ra’d 13/6, Nahl 16/1, Hac 22/47, Ankebut 29/53.

 

(En'âm 6/58)
قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ
De ki: “Hemen istediğiniz şey (sizi cezalandırmak) elimde olsaydı aramızdaki her şey, kesinlikle biterdi.[*] Ama yanlışa dalanların kimler olduğunu en iyi Allah bilir.”

[*] Yunus 10/11, Mü’min 40/78.


(En'âm 6/59)
وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Gaybın /gizli bilgilerin[1*] anahtarları Allah katındadır; onları ondan başkası bilmez. O, karada ve denizde olan her şeyi bilir. Onun bilgisi olmadan bir tek yaprak bile düşmez. Yerin karanlıkları içinde bir dane, yaş veya kuru herhangi bir şey yoktur ki apaçık yazılı bir kaydı olmasın.[2*]

[1*] Var olduğu halde duyu organlarından uzak olana veya kişinin bilmediği şeylere ‘gayb’ denir. (Müfredat)

[2*] Âl-i İmran 3/5, Yunus 10/61, Hud 11/123, Hac 22/70, Neml 27/75, Sebe 34/3, Fatır 35/11, Hadid 57/22, Cin 72/26.

 

(En'âm 6/60)
وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟
Geceleyin sizi vefat ettiren[1*] ve gündüzün nelerle uğraştığınızı bilen odur. Belirlenmiş ecelinizin[2*] tamamlanması için gündüz sizi tekrar kaldırır. Sonra dönüp geleceğiniz yer onun huzurudur. Daha sonra da size neler yaptığınızı tek tek bildirecektir.[3*]

[1*] Ölüm, bedenin canlılığının son bulması, vefat ise ruhun bedenden ayrılmasıdır. Bu ayete göre her gece vefat edilmektedir ancak bu esnada beden ölmüş değil uyku halindedir. Ölen bir bedene ruh geri dönemez. Ölüm (mevt) ve vefat kelimelerinin aynı cümle içinde kullanıldığı En’am 6/61. ayetten de anlaşılacağı üzere ikisi aynı şey değildir. Konu ile ilgili olarak ayrıntılı açıklama Zümer 39/42 ve dipnotunda verilmiştir.

[2*] En’am 6/2 ve dipnotu.  

[3*] Kıyamet 75/13.

 

 


(En'âm 6/61)
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ
O, kulları üzerinde tam hâkimdir;[1*] size korumalar gönderir.[2*] Nihayet birinize ölüm geldiğinde elçilerimiz bir kusur etmeksizin onu vefat ettirirler.[3*]

[1*] En’am 6/18.

[2*] Ra’d 13/11, Tarık 86/4.  

[3*] Azrail adında bir ölüm meleği olduğuna inanılır. Halbuki bu ayette ölenin ruhunu alan melekler için “elçilerimiz” ifadesi kullanılmıştır. Bütün melekler, Allah’ın, görev verdiği elçilerdir (Hac 22/75, Fatır 35/1). Şu ayetlerde de ruhları almakla görevli olanlar için melaike = melekler ifadesi geçer: Enfal 8/50-51, Muhammed 47/27-28. Arapçada çoğul, en az üç olduğu için insanların canını almakla görevli melekler üç veya daha fazladır (A'raf 7/37, Nahl 16/28, 32, Secde 32/11). Hadislerde de durum aynıdır (Buhârî, Cenâiz 69, Enbiyâ 31; Müslim, Fezâil 157, 158; Tirmizî, Tefsîr, 7; İbn Mâce, Cihâd, 10; Müsned, 2/269, 351; 4/287; 5/395). Azrail kelimesinin, muhtemelen İbrânice asıllı olduğu, önceleri Yahudi iken daha sonra Müslüman olduğu söylenen Ka’b el-Ahbâr ve Vehb b. Münebbih gibi şahısların etkisiyle İslami eserlere geçtiği düşünülmektedir. Çünkü Rabbilere (Yahudi din bilginlerine) ait eserlerde ondan fazla ölüm meleği adı zikredilir, bunlardan bir tanesi de Azrael’dir (DİA, Azrâil mad.).
 

(En'âm 6/62)
ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ
Sonra onlar, üzerlerinde gerçek yetkili olan Allah'a döndürülürler.[1*] Bilin ki karar onun kararıdır. O, hesabı en çabuk görendir.[2*]

[1*] Yunus 10/30.

[2*] Allah burada ve daha nice ayette (Bakara 2/202, Al-i İmran 3/199, Maide 5/4, Ra’d 13/41, İbrahim 14/51), hesabı çabuk göreceğini bildirdiği  ve mahşerde şefaatin olmayacağını açıkça ifade ettiği halde (Bakara 2/48,254, En’am 6/70, İnfitar 82/19) kendi içerisinde de tutarsızlığı olan birtakım rivayetlere dayanılarak mahşer yerinde hesabın geciktirilmesinden bunalan insanların, arabuluculuk yapsınlar diye bütün nebilere başvuracağı ama hepsinin birer bahane ile arabuluculuğu reddedeceği, bunu sadece Muhammed aleyhisselamın kabul edeceği ama onun da diğerlerini dikkate almadan şefaati kendi ümmeti için yapacağı söylenmiş ve buna şefaat-i kübra denmiştir. (Buhârî, Enbiya 3, 8, Tefsir, Benî İsrail 5; Müslim İman 327; Tirmizî, Kıyamet 11) Halbuki Muhammed aleyhisselamın, kendinin bile nasıl bir muamele ile karşılaşacağını bilemeyeceği (Ahkaf 46/9), gaybı da bilmediği açıkça bildirilmiştir (En’am 6/50, Araf 7/188, Hud 11/31).
 
 

 


(En'âm 6/63)
قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۚ لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
De ki: “Bizi buradan kurtarırsan kesinlikle şükredenlerden /görevlerini yerine getirenlerden[1*] olacağız' diye yalvara yakara ve içten içe onu yardıma çağırdığınızda, karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır?”[2*]

[1*] Ayette “görevini yerine getirmek” şeklinde tercüme edilen “şükür”, yapılan iyiliğin değerini bilmek, yapanı övmek ve hak edilen karşılığı vermektir (Müfredât).

[2*] Yunus 10/22, İsra 17/67, Ankebut 29/65, Lokman 31/32.

 

(En'âm 6/64)
قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ
De ki: “Sizi hem oradan hem de her sıkıntıdan Allah kurtarır. Sonra siz yine de ona şirk /ortak koşarsınız.”[*]

[*] En’am 6/40-41, Yunus 10/23.


(En'âm 6/65)
قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ
De ki “Üstünüzden veya ayaklarınızın altından azap göndermenin, sizi farklı topluluklara ayırmanın ve birinize diğerinin baskısını tattırmanın ölçüsünü belirleyen odur.” Bak bakalım, ayetleri değişik açılardan nasıl açıklıyoruz; belki anlarlar.[*]

[*] En’am 6/46.

 

(En'âm 6/66)
وَكَذَّبَ بِه۪ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّۜ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ
Senin halkın, Kur'ân karşısında yalana sarıldı. Oysa o, gerçeğin ta kendisidir. De ki: “Ben sizin vekiliniz /savunucunuz değilim.”[*]

[*] En’am 6/107, Yunus 10/108, Zümer 39/41, Şûrâ 42/6.


(En'âm 6/67)
لِكُلِّ نَبَاٍ مُسْتَقَرٌّۘ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
“Her haberin gerçekleşeceği bir yer ve zaman vardır, ileride öğreneceksiniz.”[*]

[*] Kamer 54/3, Tekasür 102/3-4.

 

 


(En'âm 6/68)
وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۜ وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Ayetlerimiz hakkında uygunsuz sözlere dalanları gördüğün zaman başka bir konuya geçmelerine kadar onlarla arana mesafe koy. Eğer şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra yanlışlar içindeki o toplulukla birlikte oturma.[*]

[*] Nisa 4/140.


(En'âm 6/69)
وَمَا عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَلٰكِنْ ذِكْرٰى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Onların hesabından hiçbir şey yanlışlardan sakınanlara yüklenmez. Ama (kalkıp gitmeniz) bir hatırlatma olur. Belki yanlışlardan sakınırlar.[*]

[*] Kur’an’ı tebliğ etmek zorunludur; ancak o bilginin fayda vermesi için hem ortamın uygun olması hem de karşıdaki kişinin dinleme niyetinde olması gerekir. Allah’ın ayetlerini hafife alan ve dinlemek istemeyenlere ısrarla anlatmaya çalışmanın bir anlamı yoktur (Hicr 15/94-95, Abese 80/1-10, A’lâ 87/9). Bu ayetlere benzer pasajlar Tevrat’ta da mevcuttur (Mezmurlar 1:1, Özdeyişler 1:22-33).

 

(En'âm 6/70)
وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟
Dünya hayatına aldanıp dinlerini oyun ve eğlence haline getirenleri bırak.[1*] Kimseye yaptığı şeyden (yanlıştan) dolayı bir mahrumiyet yaşatılmasın diye onları Kur’an ile bilgilendir.[2*] Hiç kimsenin, Allah ile arasına girecek ne bir velisi /yakın bildiği biri ne de bir şefaatçisi olacak, bedel olarak ne verse ondan kabul edilmeyecektir.[3*] İşte yaptıkları (yanlışlar) sebebiyle mahrumiyet yaşatılacak olanlar onlardır. Kafirlik etmelerine /ayetleri görmezlikte direnmelerine karşılık onlara kaynar sudan bir içecek ve acıklı bir azap vardır.[4*]

[1*] A’raf 7/51.

[2*] En’am 6/51.

[3*] Bakara 2/48, 123, Âl-i İmran 3/91, Maide 5/36, Yunus 10/54, Ra’d 13/18, Zümer 39/47, Hadid 57/15, Mearic 70/11-15.

[4*] Yunus 10/4, Vakıa 56/92-93.

 

(En'âm 6/71)
قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
De ki: “Bize yarar sağlayamayacak ve zarar veremeyecek bir varlığı Allah ile aramıza koyup da onu mu yardıma çağıralım? Allah bizi yoluna kabul ettikten sonra geri mi döndürülelim? Bulunduğu yerde ‘Bize gel!’ diyerek kendini doğruya çağıran arkadaşları olduğu halde şeytanların[1*] ayartıp şaşkına çevirdiği kimse gibi mi olalım?” De ki: “Doğru yol sadece Allah'ın yoludur. Bize varlıkların Rabbine /sahibine teslim olmamız emredildi.[2*]

[1*] Şeytanlar, doğru yoldan çıkmış olan ama başkalarını da çıkarmak için doğru yolun üstünde oturan insanlar ve cinlerdir (Bakara 2/14, En’âm 6/112, A’raf 7/30, İsra 17/27, Şuara 26/221-223, Nas 114/1-6).

[2*] Zümer 39/54.

 

(En'âm 6/72)
وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
(Bir de şu emredildi) namazı özenli ve sürekli kılın ve Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının;[1*] huzurunda toplanacağınız O’dur."[2*]

[1*] Rum 30/31.

[2*] Mü’minun 23/79.

 

(En'âm 6/73)
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُۜ قَوْلُهُ الْحَقُّۜ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِۜ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
Gökleri ve yeri o gerçek için (sizleri imtihan için)[1*] yaratan da odur. “Ol!” dediği gün, oluşum başlar.[2*] Onun sözleri bütünüyle gerçektir. Sûra üfleneceği gün bütün yetki onundur. Gaybı /algılanamayanı da şehadeti /algılanabileni de bilendir. O, bütün kararları doğru olan, her şeyin iç yüzünü bilendir.[3*]

[1*] Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları, insanları ve cinleri zorlu bir imtihandan geçirmek için yaratmıştır. Bunu Hud Suresinin 7. ayetinde açıklamış, diğer ayetlerde de “(بِالْحَقِّ) o gerçek için” ifadesiyle buna işarette bulunmuştur (Hud 11/7, İbrahim 14/19, Hicr 15/85, Nahl 16/3, Ankebut 29/44, Rum 30/8, Zümer 39/5, Duhan 44/39, Ahkaf 46/3,  Teğabun 64/3).

[2*] Bakara 2/117, Nahl 16/40, Meryem 19/35, Yasin 36/82, Mü’min 40/68. Ayetin bu kısmına “ol der, hemen olur” şeklinde meâl verilir. Allah her şeyi bir ölçüye göre yarattığından (Kamer 54/49) o emirle, sadece oluşum başlar. Mesela Allah, bir çocuğun olmasını murad ettiğinde emri, döllenme öncesinde verir ve çocuk oluşmaya başlar (Âl-i İmran 3/59, Meryem 19/35, İnsan 76/1-2).

[3*] Haşr 59/22-24.


(En'âm 6/74)
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ اٰزَرَ اَتَتَّخِذُ اَصْنَامًا اٰلِهَةًۚ اِنّ۪ٓي اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
İbrahim bir gün babası Azer'e: “Sen putları ilah mı ediniyorsun! Ben, seni ve halkını açık bir sapkınlık içinde görüyorum.” dedi.[*]

[*] Meryem 19/41-42, Enbiya 21/51-52, Şuara 26/69-77, Sâffat 37/85-86.

 

(En'âm 6/75)
وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ
(Gerçeği görsün) ve kesin bilgiye ulaşanlardan olsun diye İbrahim’e, göklerin ve yerin yönetimini (oralardaki yetkinin kimde olduğunu) şu şekilde gösterdik:


(En'âm 6/76)
فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًاۚ قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِل۪ينَ
Gecenin karanlığı üzerine çökünce bir gezegen gördü;[*] "Bu benim Rabbimdir." dedi. Gezegen kaybolunca:"Ben kaybolanları sevmem." dedi.

[*] Ayette geçen “kevkeb (كوكب)” kelimesi gezegen anlamına gelir. Kur’an’da yıldız için “necm (نجم)” kelimesi kullanılır. Nitekim Kıyamet /mezardan kalkış öncesinde yıldızların söneceğinden (Mürselat 77/8, Tekvir 81/2), gezegenlerin de dağılacağından (İnfitar 82/2) bahsedilerek iki kavramın farklı olduğu ortaya konmuştur. Yıldızların sönecek olması, ışıklarının kendilerinden olduğunu vurguladığı gibi gezegenlerin  kendi ışıklarının olmadığını da gösterir. İbrahim aleyhisselamın gördüğü gezegen, dünyadan bakıldığında çok parlak bir yıldız gibi görünen Venüs yani Çoban Yıldızı olmalıdır


(En'âm 6/77)
فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِن۪ي رَبّ۪ي لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّ۪ينَ
Ay’ı, ışık saçarak doğarken gördüğünde: "Bu benim Rabbimdir!" dedi. Kaybolduğunda da "Eğer Rabbim bana doğruyu göstermezse gerçekten ben de bu sapkın topluluktan olacağım." dedi.


(En'âm 6/78)
فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ي هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ
Güneş’i, ışık saçarak doğarken gördüğünde de "Bu benim Rabbimdir! Bu daha büyük!" dedi. O da kaybolunca dedi ki: "Ey halkım! Ben, sizin ortak saydıklarınızdan uzağım.[*]

[*] Zuhruf 43/26-27, Mümtahine 60/4.

 
 

(En'âm 6/79)
اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ
Ben yüzümü doğrudan doğruya, gökleri ve yeri bölünme kanunu[1*] ile yaratana çevirdim. Ben müşriklerden /Allah’a ortak koşanlardan değilim.”[2*]

[1*] Ayetteki “fâtır (فاطر)”, bir şeyi bölen anlamındadır (Lisan’ul-Arab). Allah, bütün varlıkları bölünme kanununa göre yaratmıştır (İsra 17/51, Rum 30/30, Şura 42/11).

[2*] Allah’ın varlığı ve birliği konusunda kimsenin şüphesi yoktur (A’râf 7/172-123). İlah sayılanlar, Allah ile araya konan aracılardır. Heykelin ilah olamayacağını herkes kolayca anlayacağından onu ilah sayan affedilmez. Bu sebeple Allah Teala, İbrahim aleyhisselamın babasının Allah düşmanı olduğunu söylemiştir (En’âm 6/74, Tevbe 9/113-114).  Bakara 2/22. ayette, “bile bile Allah’a benzer nitelikte varlıklar uydurmayın.” ifadesinin geçmesi, bilmeden işlenen şirk günahının affedileceğini gösterir (Enfal 8/27). İbrahim aleyhisselam buluğa erdiği andan itibaren (Şuarâ 26/69-82) putların ilah olmayacağını anlamıştı. Bu ayetlerde belirtildiği gibi, gözlemler yapıp kesin kanaate varıncaya kadar yıldızın, ayın ve güneşin birer rab olduğunu düşünüyordu. Yaptığı gözlem sonucunda onların rab olamayacaklarını anlar anlamaz derhal kesin tavrını ortaya koydu (Enbiya 21/51-64). Onun bu konuda, bile bile yaptığı herhangi bir yanlış olmadığı için Allah onu hiçbir zaman müşrik saymamıştır (Bakara 2/135, Âl-i İmran 3/18, 67, 95, En’am 6/161, Nahl 16/123).

 

(En'âm 6/80)
وَحَٓاجَّهُ قَوْمُهُۜ قَالَ اَتُحَٓاجُّٓونّ۪ي فِي اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينِۜ وَلَٓا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ رَبّ۪ي شَيْـًٔاۜ وَسِعَ رَبّ۪ي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًاۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
Halkı onunla tartışmaya girdi. İbrahim dedi ki: "Siz benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz?[1*] O bana doğruyu gösterdi. O’na ortak koştuklarınızın bana bir şey yapabileceğinden korkmam, Rabbimin onaylayacağı bir şey olursa başka. Rabbimin bilgisi her şeyi kuşatmıştır.[2*] Bilgilerinizi kullanmayacak mısınız?[3*]

[1*] Bu ayet, İbrahim aleyhisselamın toplumunun Allah konusunda bir şüphesi olmadığını göstermektedir. Onlarda Allah inancı olmasaydı ona, “Allah da kim?” diye sorarlardı. Zaten müşrik, Allah’a ortak koşan demektir. Allah’a inanmayan, ona ortak koşamaz (Enbiya 21/55-56, Saffat 37/87).

[2*] Tâhâ 20/98.

[3*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; O’nu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerinde düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209).


(En'âm 6/81)
وَكَيْفَ اَخَافُ مَٓا اَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًاۜ فَاَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ اَحَقُّ بِالْاَمْنِۚ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۢ
Siz, hakkında Allah’ın güçlü bir delil indirmediği[1*] şeyleri ona ortak koşmaktan korkmazken ben sizin ortak koştuklarınızdan korkacağım öyle mi! Biliyorsanız söyleyin: Güven içinde olmak, bu iki taraftan hangisinin hakkıdır?[2*]

[1*] İnsanların çoğu ellerinde hiçbir delil olmadığı halde Allah’tan başkasına kulluk eder (A’raf 7/71, Yusuf 12/40, Kehf 18/15, Hac 22/33, 71).

[2*] Buraya kadar anlatılanlar, putperest bir aileden doğmuş İbrahim aleyhisselamın henüz nebi olmadığı delikanlılık çağında (Enbiya 21/60) ailesine ve putperest olan toplumuna karşı yaptığı mücadeledir. Tabiat ayetlerini okuyarak elde ettiği doğru bilgileri iyi kavrayan ve Allah’a tam güvenen bir genç olarak güçlü bir mücadeleye girmiş, kralın karşısında dahi duruşunu bozmamıştır (Bakara 2/258). Allah daha sonra onu nebi yapmış ve mücadeleye, kaldığı yerden devam etmişti (Meryem 19/41-48). İbrahim ile baş edemeyeceklerini anlayınca onu yakarak öldürmeye karar vermişlerdi. Allah İbrahim’i korumuş ve ateşe, onu yakmaması emrini vermişti (Enbiya 21/68-69). Sonra da onu ve ona inanan Lut’u o bölgeden kurtarmıştı (Enbiya 21/70-71, Ankebut 29/26). İbrahim aleyhisselam ve beraberindekilerin davranışları bizim için güzel bir örnek olmuştur (Mümtahine 60/4-7).


(En'âm 6/82)
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟
İnanıp güvenen ve imanlarına zulüm /şirk[1*] bulaştırmayanlar var ya güven içinde olmak işte onların hakkıdır.[2*] Onlar doğru yolda olanlardır.

[1*] Lokman 31/13.

[2*] Fussilet 41/30, Ahkaf 46/13.


(En'âm 6/83)
وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
İşte bu, halkına karşı İbrahim’e verdiğimiz delilimizdir.[*] Uygun gördüğümüz kişiyi derece derece yükseltiriz. Senin Rabbin, bütün kararları doğru olan ve her şeyi bilendir.

[*] İbrahim aleyhisselamın 73. ayetten itibaren anlatılan gözlemlerinin benzerlerini her insan yaparak Allah’ın varlığını ve birliğini, gözüyle görmüş ve eliyle dokunmuş gibi kavrar ve bu hususta Allah’a kesin söz verir. Bu da Allah’ın bize karşı delilidir. Bu olay büluğ çağının başında gerçekleşir (A’raf 7/172-174). İbrahim aleyhisselamın halkına "Benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz?" demesi, bu bilgiye onların da ulaşmış olduğunu gösterir (En’am 6/80).

 

(En'âm 6/84)
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلًّا هَدَيْنَاۚ وَنُوحًا هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ
İbrahim’e, İshak’ı ve Yakub'u ihsan ettik ve hepsini doğru yola kabul ettik. Daha önce Nuh'u da doğru yola kabul etmiştik.[1*] Onun /İbrahim’in alt soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u da doğru yola kabul ettik. Biz, güzel davrananları böyle ödüllendiririz.[2*]

[1*] Hadid 57/26.

[2*] Kasas 28/56, Ankebut 29/69Muhammed 47/17.

 

 


(En'âm 6/85)
وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ
Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas’ı da... Hepsi iyi kimselerdendir.


(En'âm 6/86)
وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًاۜ وَكُلًّا فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ
İsmail'i, Elyesa'yı, Yunus'u, Lut'u da doğru yola kabul ettik. Hepsini çağdaşlarından üstün kıldık.


(En'âm 6/87)
وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Onların babaları, alt soyları ve kardeşleri içinden de; onları da seçtik ve doğru yola kabul ettik.[*]

[*] Nisa 4/163-164, Enbiya 21/72-90.


(En'âm 6/88)
ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
İşte (nebilerin gittiği) bu yol, Allah'ın doğru yoludur. O, gereğini yapan kullarını doğru yola kabul eder. Eğer onlar da (o nebiler de) şirk koşsalardı bütün yaptıkları boşa giderdi.[*]

[*] Zümer 39/65-66.


(En'âm 6/89)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْمًا لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ
İşte onlar kendilerine kitap, hikmet ve nebilik verdiğimiz kimselerdir.[1*] Eğer şu insanlar bunları (onlara verilen kitap, hikmet ve nebiliği) görmezlikte direnirlerse görmezlik etmeyecek bir topluluğu, onlara verilenleri savunmakla görevlendiririz.[2*]

[1*] Âdem aleyhisselam, insanlığın ve bütün nebilerin babasıdır. Bu ayetler, Adem ile başlayıp Muhammed aleyhisselama kadar gelen bütün nebilere işaret etmekte ve onların tamamına kitap ve hikmet verildiğini bildirmektedir (Âl-i İmran 3/81). 

[2*] Mekkeli müşrikler, nebimizi ve getirdiği kitabı kabul etmediler, onu ve ona inananları ağır baskı altına aldılar. Onlar da Medine’ye göç etti. Allah, Mekke’den göç eden Müslümanlarla onlara kucak açan Medinelilere büyük başarılar nasip etti ve 8 yıl sonra Mekke’nin hakimiyetini onlara verdi (Maide 5/54).


(En'âm 6/90)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًاۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟
İşte onlar (o nebiler), Allah'ın doğru yolda olduğunu onayladığı kimselerdir. Sen de onların rehberine /kitaplarına uy.[1*] De ki: "Ben bu iş için sizden bir ücret istemiyorum.[2*] O, herkes için akılda tutulması gereken bilgiden başka bir şey değildir!"[3*]

[1*] Bu ayetteki emir gereği Nebimiz, hakkında hüküm indirilmemiş konularda önceki kitaplara uymuştur. Örneğin, kıble değişimi ile ilgili ayetler ininceye kadar namaz kılarken Kudüs’e doğru dönmesinin sebebi buydu (Bakara 2/142-150). Maide Suresinin inmesiyle birlikte dinin tamamlandığı bildirilmiş ve artık her konuda Kur'ân'da olan hükümlere uyulması emredilmiştir (Maide 5/3,48). 

[2*] Yusuf 12/104, Mü’minun 23/72, Furkan 25/57, Sad 38/86, Şûrâ 42/23, Tur 52/40, Kalem 68/46.

[3*] Sad 38/1-87; Kalem 68/52, Tekvir 81/26-28.

 

(En'âm 6/91)
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُورًا وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يرًاۚ وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
(Yahudiler ve Hristiyanlar) Allah'a hak ettiği ölçüde değer vermediler.[1*] Çünkü “Allah hiçbir beşere bir şey indirmemiştir." dediler. Onlara de ki: "Öyleyse Musa'nın, insanları aydınlatması ve onlara rehber olması için getirdiği kitabı kim indirdi? Siz onun bir kısmını, kağıt parçaları haline getirip ortaya çıkarıyorsunuz, büyük bir kısmını da gizliyorsunuz.[2*] Size de atalarınıza da bilmediğiniz şeyler (onunla) öğretilmiştir.” De ki: "(Musa’ya o kitabı indiren) Allah’tır!”[3*] Sonra onları daldıkları yerde bırak; oyalanıp dursunlar.[4*]

[1*] Hac 22/74, Zümer 39/67.

[2*] Maide 5/15, Hicr 15/90.

[3*] Secde 32/23.

[4*] Mü’minun 23/53-54.

 

(En'âm 6/92)
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
Bu da bizim indirdiğimiz bir kitaptır, bereketlidir,[1*] kendinden önceki kitapları tasdik eder.[2*] Bütün kentlerin anasını (Mekke’yi) ve onun çevresinde olanları uyarman için (indirilmiştir).[3*] Ahirete inananlar, bu kitaba da inanırlar.[4*] Onlar namazlarına[5*] özen gösteren kimselerdir.

[1*] En’am 6/155, Enbiya 21/50.

[2*] Kur’ân, bütün nebilere verilmiş kitapları hem tasdik eder hem de içeriklerini korur. Onlara yapılan ekleme ve çıkarmalar, ancak Kur’an ile tespit edilebilir (Maide 5/48). Kur’an’ın önceki kitapları tasdik edici özelliğine dair ayetler için bkz: Bakara 2/41, 89, 91, 97, Âl-i İmran 3/3, Nisa 4/47, Yunus 10/37, Yusuf 12/111, Fatır 35/31, Ahkaf 46/12, 30.

[3*] Mekke, ilk yerleşim yeri olduğu için (Âl-i İmran 3/96) ana kent olarak ifade edilmiştir. Orası aynı zamanda bütün yerleşim yerlerinin merkezidir; çevresi de bütün dünyadır. Dolayısıyla bu bilgi, Resulullah’ın tüm insanlara elçi olarak gönderilmiş olduğunun delillerindendir. (En’am 6/19, A’raf 7/158, Enbiya 21/107, Hac 22/49, Furkan 25/1, Sebe 34/28, Şûrâ 42/7, Cuma 62/2-3).

[4*] Bakara 2/121, Nisa 4/162, Maide 5/83-85, Kasas 28/52-54, Ankebut 29/47.

[5*] Ayetin metninde geçen salat (صَّلَاة) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır. (Lisan’ul-Arab) Bir müslümanın hiç aksatmadan, her gün yapması gereken tek ibadet namaz olduğu için ona salat denmiştir. 
 

(En'âm 6/93)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ
Bir yalanı Allah’a mâl edenden[1*] veya kendisine bir şey vahyedilmediği halde “Bana vahyedildi” diyenden ya da “Allah'ın indirdiği gibisini ben de indireceğim"[2*] diyenden daha büyük yanlış yapan kişi kimdir? Ölümün bütün etkileri ortaya çıktığında yanlışlar içindeki o kimseleri bir görsen![3*] (Ruhlarını almakla görevli) Melekler ellerini uzatıp şöyle derler: “Çıkarın nefislerinizi /ruhlarınızı!”[4*] Bugün (kıyamet gününde)[5*] Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylemiş olmanız ve ayetlerinden uzaklaşıp büyüklük taslamanız sebebiyle alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.[6*]

[1*] En’am 6/21.

[2*] Enfal 8/31.

[3*] Sebe 34/51.

[4*] Buradaki nefis “ruh” anlamındadır. İnsan, biri ruh diğeri de beden olan iki nefisten oluşur. İkisinin birleşiminden oluşan insana da nefis denir (Şems 91/7-8). Beden ölür veya uyursa ruh onu terk eder (Zümer 39/42). Bedenin tekrar yaratılmasıyla engel kalkar ve ruh ile beden, tekrar eşleşir (Fatır 35/11, Nebe 78/8).

[5*] Bu parantezin sebebi, ölen kişinin, ölümle tekrar diriliş arasında geçen süreyi, göz açıp kapama kadar hatta daha kısa hissedeceği içindir (Nahl 16/77). Çünkü onun açısından kıyamet günü o anda başlamış olur. 

[6*] A’raf 7/36, Ahkaf 46/20.


(En'âm 6/94)
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟
(Tekrar diriltildiklerinde Allah şöyle diyecek:) İşte her biriniz karşımıza, sizi ilk yarattığımız gibi tek başınıza geldiniz.[1*] Size bahşettiğimiz her şeyi arkanızda bıraktınız. Size eşlik edeceğini iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda göremiyoruz. Gerçekten aranızdaki bağlar kopmuş ve şefaatçileriniz olduğunu iddia ettikleriniz, sizi bırakıp kayıplara karışmıştır.”[2*]

[1*] Meryem 19/80,95.

[2*] Bakara 2/165-167, En’am 6/22-24, Yunus 10/28-30, Kehf 18/52, Kasas 28/62-64, Rum 30/13, Mü’min 40/18, 73-74.

 

(En'âm 6/95)
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Allah daneleri ve çekirdekleri yarandır.[1*] O, ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır.[2*] İşte Allah budur! Nasıl da yalana sürükleniyorsunuz?[3*]

[1*] “Felak (فلق)”; bir şeyi bölüp parçalara ayırmak anlamındadır (Müfredat). Bütün yaratılanlar, çeşitli bölünmeler geçirerek yaratılırlar. Bu, Allah’ın yaratma kuralıdır. Bu kural, “fıtrat” olarak da ifade edilir (Rûm 30/30, Fâtır 35/1).

[2*] Allah insanı topraktan bir bitki gibi bitirmiştir (Nuh 71/17-18). Bitkiler topraktaki cansız /inorganik maddelerle beslenir ve büyürler. İnsanlar da topraktan yetişen bitkilerle, etçil veya otçul hayvanlarla beslenir. Demek ki bitkiler gibi, insanların da yapı taşlarını oluşturan temel maddeler en başta cansızdır. İnsan ölüp de toprağa karıştığında tekrar cansız /inorganik elementler haline gelir. Kıyamette de tıpkı ilk yaratılışı gibi topraktan yaratılacak, topraktaki elementler, onun oluşup gelişmesini sağlayacaktır (Rum 30/19, Zuhruf 43/11, Kaf 50/9-11).

[3*] Âl-i İmran 3/27, En’am 6/102, Yunus 10/31-32, Rum 30/19, Mü’min 40/62.


(En'âm 6/96)
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ
(Allah) Sabahın alaca karanlığını[1*] yaran, geceyi dinlenme zamanı yapan ve Güneş ile Ay’ı da bir hesaba göre düzenleyendir.[2*] Bu, daima üstün ve bütün kararları doğru olanın (Allah’ın) belirlediği ölçüdür.[3*]

[1*] el-İsbah (الْإِصْباحِ) sabaha giriş, sabah (الصَّبَحُ) da kızıllık anlamındadır (Mekâyîs’ul-luğa). Sabahın ilk ışıkları, doğu ufkunun üst tarafında hafif bir aydınlıkla başlar ve oradaki zayıf ışıklı yıldızlar gözükmez olur. Astronomlar bu saatte yıldız gözlemeyi bıraktıklarından buna astronomik tan (Astronomical Twilight) denir. Daha sonra gözle görülebilen aydınlık başlar. Bu aydınlığı görenler sabah namazı vaktinin girdiğini sandıkları için ona fecr-i kazib (yalancı fecr) denir. Bu sırada tabiat uyanır, vücut ısısı artar, seher ve sahur vakti başlar. Giderek artan ışıklar, bir kubbe görüntüsü oluşturur. Güneş ufka -10 derece yaklaştığında doğu ufku, siyah bir çizgi şeklinde net olarak gözükür. Denizciler yollarını daha çok ufuk çizgisinin görülmesiyle belirledikleri için ona rasat tanı (observation twilight) denir. Daha sonra bu siyah çizginin üst tarafında, ona paralel beyaz bir çizgi ve bu iki çizgi arasında bir kızıllık oluşur. Kutuplarda, güneşin hiç batmadığı zamanlarda bu kızıllık gözükmez. Kur’an’ın bu kızıllıktan söz etmemesinin sebebi bu olabilir. Doğu ufku boyunca birbirine paralel olarak uzayan siyah ve beyaz çizgiler, çıplak gözle, net olarak görülünce imsak yani oruca başlama ve sabah namazı vakti girer (Bakara 2/187). Bu vakte fecr-i sadık denir. Bu sırada Güneşin ufka yakınlığı -9 derecenin altına inmiş olur.

[2*] Yunus 10/5-67, Ra’d 13/2, Kasas 28/73Yasin 36/40, Mü’min 40/61,Rahman 55/5.

[3*] Yasin 36/37-38.


(En'âm 6/97)
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
O, karanın ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye sizin için yıldızları var edendir.[1*] Biz ayetleri, bilen bir topluluk için kesinlikle ayrıntılı olarak açıkladık.[2*]

[1*] Nahl 16/16, Neml 27/63.

[2*] Hud 11/1-2.

 

(En'âm 6/98)
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ
O, sizi nefsi vahideden /tek bir özden[1*] oluşturup geliştirendir.[2*] Ardından (dünyada) bir süre kalacağı[3*] ve (daha sonra) veda edeceği yer[4*] vardır.[5*] Biz ayetleri, anlamaya çalışan bir topluluk için ayrıntılı olarak açıkladık.

[1*] Allah, insanlığın atası olan Adem ve eşini nefsi vahideden /tek bir özden yaratmıştır (En’âm 6/98, A’râf 7/189, Zümer 39/6). İnsanın ahirette yeniden yaratılışı da ilk yaratılış gibi olacaktır (A’raf 7/29, Lokman 31/28). Tek bir özden yaratılan ilk insanın nutfesi, çamurdan süzülerek oluşturulan çoklu bir karışımdır (Mü'minûn 23/12, İnsan 76/2) Bu nutfe, insan soyunda meni ile ölçülendirilen mai mehinden süzülen bir nufte yani anne ile babadan gelen üreme hücrelerinin (mai mehin /yumurta ve mai dafık /sperm) birleşmesiyle oluşan döllenmiş yumurtadır (Mü’ninûn 23/13, Secde 32/7-8, Necm 53/46, Kıyamet 75/37, Mürselat 77/20-21). Adem ile Havva’nın nutfesi ile onların soyunun nutfesi içerik olarak aynı olmakla birlikte oluşumları farklıdır. 

[2*] Mülk 67/23.

[3*] “Bir süre kalacağı yer” anlamı verilen kelime (مُسْتَقَرٌّ) müstekarr’dır. Burada sözü edilen müstekar, hareketli canlıların üzerinde belli bir süre kaldığı yeryüzüdür (Hud 11/6). 

[4*] “Veda edeceği yer” anlamı verilen kelime (مُسْتَوْدَعٌ) müstevda’dır. Müstevda’ yeryüzündeki her hareketli canlının oraya veda edeceği yerdir (Hud 11/6). Bu nedenle bazı ayetlerde insanın nerede öleceğini bilmediğine ve öldürülecekleri yazılanların düşüp kalacakları yere dikkat çekilmiştir (Al-i İmran 3/154, Lokman 31/34).

[5*] Zümer 39/6.


(En'âm 6/99)
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُتَرَاكِبًاۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
O, gökten su indirendir. O suyla her tür bitkiyi çıkarırız. O bitkiden de üst üste binmiş daneler çıkaracağımız yeşil otu, hurma ağacının tomurcuğundan sarkmış salkımları, üzüm bağları, birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytini ve narı çıkarırız.[*] Bunlardan her biri ürün verince ürününe ve olgunlaşmasına bir bakın. Bunda, inanıp güvenen bir topluluk için kesinlikle ayetler /belgeler vardır.

[*] Bakara 2/22, En’am 6/141, Ra’d 13/4, Tâhâ 20/53, Neml 27/60, Lokman 31/10, Kaf 50/9-11.

 

(En'âm 6/100)
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟
Onlar o cinleri (melekleri)[1*] Allah'ın ortakları saydılar; oysa onları o yaratmıştır. Bir bilgiye dayanmadan, Allah'ın oğulları ve kızları var diye kestirip attılar.[2*] O, onların yaptıkları nitelemelerden uzak ve yücedir.[3*]

[1*] Bu ayette cinlerin Allah’a ortak sayıldığı, diğer bazı ayetlerde ise meleklerin Allah’ın kızları sayılarak onlara ibadet edildiği ifade edilmektedir (Nahl 16/57, Sebe 34/40-41, Saffat 37/149-150, Zuhruf 43/19-20). Ayetler arası ilişki dikkate alındığında meleklerin cinlerden olduğu ortaya çıkmaktadır.

[2*] Yahudiler Üzeyir’i, Hristiyanlar İsa’yı, Mekke müşrikleri de melekleri Allah’ın çocuğu sayarlar (Bakara 2/116, Tevbe 9/30, Yunus 10/68, Nahl 16/57, Kehf 18/4-5, Meryem 19/88-92, Enbiya 21/26, Saffat 37/158).

[3*] Enbiya 21/22, Mü’minun 23/91, Saffat 37/159, 180, Zuhruf 43/82.

 

(En'âm 6/101)
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır.[1*] Onun karısı olmadığı halde çocuğu nasıl olabilir![2*] Her şeyi o yaratmıştır. O her şeyi bilendir.

[1*] Bakara 2/117.

[2*] Cin 72/3, İhlas 112/3.


(En'âm 6/102)
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ
İşte o Allah’tır, sizin rabbinizdir /sahibinizdir. Ondan başka ilah yoktur. O herşeyin yaratıcısıdır. Öyleyse ona kulluk edin! O, her şeye vekil /dayanak olandır.[*]

[*] En’am 6/95, Yunus 10/3, Zümer 39/6, 62, Mü’min 40/62, Haşr 59/24.

 

(En'âm 6/103)
لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ
Hiçbir bakış Allah’ı tam olarak kavrayamaz[1*] ama o, bütün bakışları kavrar. O, her şeyin en ince ayrıntısını belirleyen ve iç yüzünü bilendir.[2*]

[1*] Bir şey, ona benzer şeylerle tanınıp tanımlanabilir. Allah’ın bir benzeri olmadığı için o kendini nasıl tanıtmışsa onu ancak öyle tanıyabiliriz (Tâhâ 20/110, Şûrâ 42/11, Hadid 57/3; İhlas 112/4).

[2*] Hac 22/63, Mülk 67/14.

 

(En'âm 6/104)
قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ
Size Rabbinizden gerçeğin göstergeleri gelmiştir.[1*] Kim (o gerçekleri) görürse kendi lehine olur kim de körlük ederse kendi aleyhine olur. (Onlara de ki:) Ben sizin başınızda bekçi değilim.[2*]

[1*] A’raf 7/203, Casiye 45/20.

[2*] Nisa 4/80, En’am 6/107, Yunus 10/108, İsra 17/72, Rum 30/44, Zümer 39/41, Şûrâ 42/48.

 

(En'âm 6/105)
وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
İşte ayetlerimizi böyle değişik açılardan anlatırız.[1*] Sonuçta, (körlük edenler) "Sen birinden öğrenmişsin!" diyeceklerdir,[2*] biz ise onu (Kur’an’ı) bilen bir topluluk için açıkça ortaya koymuş olacağız.[3*]

[1*] En’am 6/65.

[2*] Nahl 16/103, Furkan 25/4-6.

[3*] Fussilet 41/3.


(En'âm 6/106)
اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ
Rabbinden sana vahyedilen ne ise sen ona uy![1*] Ondan başka ilah yoktur.[2*] Müşriklere karşı mesafeli ol![3*]

[1*] Yunus 10/109, Ahzab 33/2, Zuhruf 43/43.

[2*] Bakara 2/255.

[3*] Hicr 15/94.


(En'âm 6/107)
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواۜ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ
Eğer tercihi Allah yapsaydı onlar şirk koşmazlardı.[1*] Seni onların başına bekçi yapmadık. Sen onların vekili /savunucusu da değilsin.[2*]

[1*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/35. ayetin dipnotu. Konuyla ilgili diğer ayetler için bkz: En’am 6/149, Yunus 10/99, Nahl 16/9.


(En'âm 6/108)
وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Siz, (müşriklerin) Allah ile aralarına koyarak[1*] yardıma çağırdıkları hakkında çirkin sözler söylemeyin ki onlar da taşkınlık edip bilgisizce Allah hakkında çirkin sözler söylemesinler. Her toplumun yaptığını kendilerine işte böyle süslü gösterdik.[2*] Sonra dönüp gelecekleri yer Rablerinin huzurudur. O da onlara yaptıklarını tek tek bildirecektir.[3*]

[1*] Ayette geçen dûn (دون) kelimesi yakınlaştırma, aşağı görme, üstün altı ve altın üstü anlamlarına gelir (Tâcu’l-arûs). Müşrikler, kutsadıkları varlıkları, bir yönüyle Allah’a, bir yönüyle de insanlara benzeterek Allah ile insan arasında bir yere yerleştirir ve o yolla Allah’a ulaşmaya çalışırlar. Ayetlerdeki min dûnillah (من دون الله) daha çok bu anlamı ifade eder. Hristiyanlar İsa’yı Allah’ın oğlu, Mekkeli müşrikler tanrılarını Allah’ın kızları, büyüklerini aracı koyanlar da onları Allah’ın dostu sayarak Allah ile aralarına koyarlar. Bu inanç, insana sinir uçlarından yakın olan Allah’ı (Kaf 50/16) ikinci sıraya koymaya sebep olur ve kişiyi müşrik yapar.  

[2*] En’am 6/122, Neml 27/4.

[3*] En’am 6/159.


(En'âm 6/109)
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ
Kendilerine bir ayet/ mucize gelmesi durumunda ona mutlaka inanacaklarına dair var güçleriyle Allah'ın adıyla yemin ettiler.[1*] De ki: "Mucizeler ancak Allah katındandır."[2*] O mucizeler gelse bile inanmayacaklarını (bu kitap bildirmezse) size ne bildirebilir![3*]

[1*] En’am 6/157, Fatır 35/42, Sâffat 37/167-169.

[2*] Ankebut 29/50.

[3*] En’am 6/25, Enbiya 21/5-6, Kamer 54/2.

 

(En'âm 6/110)
وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ۟
İlkin kitaba inanmadıkları gibi (mucizeye de inanmayacaklarından) gönüllerini ve basiretlerini alt üst eder, onları taşkınlıkları içinde bocalar halde bırakırız.[*]

[*] Bakara 2/7, A’raf 7/186, Yunus 10/11, Mü'min 40/35. Bu durum, kişi tövbe edip kendini düzeltinceye kadar devam eder (Nisa 4/17).


(En'âm 6/111)
وَلَوْ اَنَّنَا نَزَّلْنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلًا مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ
Biz onlara melekleri indirsek, ölüler onlarla konuşsa ve her şeyi önlerine döksek yine de inanıp güvenmezler;[1*] tercihi Allah yaparsa[2*] o başka. Ama (tercihi onlara bıraktığı için) çoğu cahilce davranmaktadır.

[1*] En’am 6/25, Ra’d 13/31, Sebe 34/31.

[2*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/35. ayetin dipnotu. 

 

 


(En'âm 6/112)
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
İşte böyle. Aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözlerle telkinde bulunan insan ve cin şeytanlarını[1*] her nebiye düşman kıldık.[2*] Tercihi (onlara bırakmayıp da) Rabbin yapsaydı bunu yapamazlardı. Öyleyse sen onları iftiralarıyla baş başa bırak.

[1*] Şeytanlar, doğru yoldan çıkmış olan ama başkalarını da çıkarmak için doğru yolun üstünde oturan insanlar ve cinlerdir (Bakara 2/14, En’âm 6/72, A’raf 7/30, İsra 17/27, Şuara 26/221-223, Nas 114/1-6).

[2*] Furkan 25/31.

 
 

(En'âm 6/113)
وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٔدَةُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ
(Bu telkin) bir de, ahirete inanmayanların o sözlere gönülleri aksın, ondan hoşlansınlar ve işlemekte oldukları şeyi (günahı) işlemeye devam etsinler diyedir.


(En'âm 6/114)
اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَمًا وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًاۜ وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ
(De ki:) "Bu kitabı Allah size, tüm ayrıntılarıyla açıklanmış olarak[1*] indirmişken ben Allah’tan başka bir hakem mi ararım!"[2*] Kendilerine kitap verdiklerimiz de bilirler ki o, bütün gerçekleri gösterecek şekilde Rabbin tarafından indirilmiştir.[3*] Sakın tereddüt edenlerden olma![4*]

[1*] Hud 11/1-2, Fussilet 41/1-4.

[2*] Nur 24/51.

[3*] Bakara 2/121, Maide 5/83-85, En’am 6/20, Ra’d 13/36, Kasas 28/52-54, Ankebut 29/47.

[4*] Yunus 10/94.

 

(En'âm 6/115)
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًاۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır.[1*] Onun sözlerine denk sözler getirebilecek kimse yoktur.[2*] O daima dinleyen ve bilendir.

[1*] Allah’ın elçisi Muhammed aleyhisselam da dâhil hiç kimsenin sözü Allah’ın sözünün yerine konamaz.


(En'âm 6/116)
وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar.[1*] Onlar sadece varsayımlarının peşinden giderler, sadece delilsiz konuşurlar.[2*]

[1*] Nisa 4/113, İsra 17/73-75.

[2*] Yunus 10/36, 66, Yusuf 12/103.

 

(En'âm 6/117)
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
Rabbin, kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. O, doğru yola girenleri de en iyi bilendir.[*]

[*] Nahl 16/125, Necm 53/30, Kalem 68/7.


(En'âm 6/118)
فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ
Allah'ın ayetlerine inanmış kimselerseniz O’nun adı anılarak kesilenlerden yiyin.[*]

[*] Bu ayet En’am 6/119 ve En’am 6/121. ayetlerle birlikte anlaşılmalıdır. 

 

(En'âm 6/119)
وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ
Size ne oluyor ki Allah’ın adı anılarak kesilenlerden yemiyorsunuz![1*] Oysa Allah, çaresiz kalıp yedikleriniz hariç haram kıldığı her şeyi size ayrıntılı olarak açıklamıştır.[2*] Doğrusu birçok kimse, herhangi bir bilgiye dayanmadan sırf kendi arzularına uyarak insanları saptırmaktadır. Senin Rabbin, sınırları aşanları çok iyi bilir.

[1*] En’âm Suresi Mekke’de indiği için bu ayet, oradaki Müslümanların, müşrikler tarafından Allah’ın adı anılarak kesilen hayvanların etinden yemediklerini ve bunun doğru bir davranış tarzı olmadığını göstermektedir. Mekkeli müşrikler, kestikleri hayvanların sadece belirli bir kısmı üzerine Allah’ın adını anmaz, onları özellikle Allah’tan başkasının yani putlarının adını anarak keserlerdi (En'am 6/138). Hem mealini verdiğimiz bu ayet hem bir önceki ayet (En’am 6/118) onların Allah’ın adını anarak kestikleri hayvanların yenilebileceğini göstermektedir. Âyetler böylesine açık olmasına rağmen Sünni, Şiî bütün fıkıh mezhepleri, müşriklerin kestiklerini yemenin haram olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Halbuki haram olan, onların Allah’tan başkasının adı anarak kestikleridir. Ayrıntı için bkz. En'am 6/121.

 

(En'âm 6/120)
وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ
Günahın açığını da gizlisini de bırakın.[*] Günah işleyenlere, işlediklerinin cezası verilecektir.

[*] En’am 6/151, A’raf 7/33.


(En'âm 6/121)
وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌۜ وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ۟
Üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanın fısk olduğu (Allah'tan başkası için kesildiği) kesin ise ondan yemeyin![1*] Şeytanlar[2*] yakın dostlarına, sizinle mücadele etmelerini telkin ederler. Onlara gönüllü olarak boyun eğerseniz kesinlikle siz de müşrik olursunuz.

[1*] Allah’tan başkasının adı anılarak kesilmediği sürece besmele çekilmeden kesilen hayvan etlerinin yenilmeyeceğinin bir delili yoktur. Haram olan hayvan kökenli gıdaların açıklandığı dört ayetin hiçbirinde “Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanlar” şeklinde bir türden bahsedilmemiştir (Bakara 2/173Maide 5/3En’am 6/145Nahl 16/115). Besmele eğer farz olsaydı aynı şeylerin tekrar tekrar zikredildiği ayetlerde mutlaka “Bir de Allah’ın adı anılmayanlar/besmele çekilmeden kesilenler” şeklinde buna da yer verilirdi. Besmele, sadece Kurban bayramı kurbanı için şarttır (Hac 22/28, Hac 34-36). Ayetler her şeyi açıkça ortaya koyduğu halde tefsir ve meallerin birçoğunda bu ayete yanlış anlam verilerek besmelesiz kesilen hayvanların eti haram sayılmıştır. Bu hükme varılırken Arap dili açısından çok ciddi bir hata yapılmış, ayetteki (وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ) cümlesinin kendisinden önceki cümleye atfedilmiş olduğu düşünülmüştür. Halbuki (َْوَلاَ تَأْكُلُواْ مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ) cümlesi fiilî-inşâî; (ٌوَإِنَّه ُ لَفِسْق) cümlesi ise ismî-haberîdir. Nahiv kurallarına göre bu iki cümlenin birbirine atfedilmiş olması mümkün değildir. Durum böyle olduğu için (وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ) cümlesi, (وَلاَ تَأْكُلُواْ) cümlesi için hal konumunda olur ve yeme yasağını, kesimin “fısk” şeklinde olması hali ile sınırlar. Bu surenin 145. ayetine göre de fısk, “Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen hayvan” olarak bizzat Allah Teala tarafından açıklanmış, haramların anlatıldığı o ayette besmelesiz kesilen hayvanlara yer verilmemiştir. Bunun yanı sıra mealini verdiğimiz ayette yer alan “Onlara, gönüllü olarak boyun eğerseniz kesinlikle siz de müşrik olursunuz” ibaresi meselenin besmelesiz kesimle değil, Allah’tan başka bir varlığın adı anılarak hayvan kesilmesi ile yani başka bir deyişle Allah’tan başka bir varlığa ilahlık payesi verilmesi ile ilgili olduğunu gösterir. Konuyla ilgili olarak şöyle meşhur bir rivayet de vardır: Bir grup sahabî Resulullah’a: “Ey Allah’ın Resulü! Bazıları bize et getiriyor, üzerine Allah’ın adını anıp anmadıklarını bilmiyoruz. Ondan yiyelim mi, yemeyelim mi?” diye sordular. O da şöyle cevap verdi: “Siz Allah’ın adını anın ve yiyin!” (Buhârî, Zebâih, 21; Ebû Dâvûd, Edâhî, 13–19; İbn Mâce, Zebâih, 4).


(En'âm 6/122)
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Ölü (gibi) iken hayat verdiğimiz ve kendisiyle insanlar arasında yürüye­ceği bir nur /aydınlık oluşturduğumuz kişinin durumu,[1*] karanlıklar içinde olup oradan çıkmayan kişinin durumu gibi olur mu?[2*] Yapmakta oldukları şeyler, kâfirlere işte böyle süslü gösterilir.[3*]

[1*] Hadid 57/28.

[2*] En’am 6/50, Fatır 35/19-20, Mü’min 40/58.

[3*] Kafirlik edenler, içinde bulundukları yanlışları görmek istemedikleri için, karanlıklardan çıkmamayı tercih etmiş olurlar. Yapmakta oldukları şeyin onlara süslü gösterilmesi, bu tercihlerinin sonucudur (En’am 6/108, Neml 27/4).

 

(En'âm 6/123)
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا ف۪ي كُلِّ قَرْيَةٍ اَكَابِرَ مُجْرِم۪يهَا لِيَمْكُرُوا ف۪يهَاۜ وَمَا يَمْكُرُونَ اِلَّا بِاَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
İşte böyle! Her kentin suça dalmış olanlarını oranın büyükleri haline getiririz ki tuzaklar kurabilsinler. Onlar sadece kendilerine tuzak kurarlar ama farkında bile olmazlar.[*]

[*]  En’am 6/131, İsra 17/15-16Fatır 35/42-43.


(En'âm 6/124)
وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ
Onlara bir ayet gelince şöyle derler: "Allah’ın elçilerine verilenin aynısı bize de verilmedikçe inanmayız."[*] Allah kitabını kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenler, kurdukları plan yüzünden Allah katında küçük düşme ve çetin bir azapla yüzleşeceklerdir.

[*] Furkan 25/21, Zuhruf 43/31-32.

 

(En'âm 6/125)
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
Allah, (doğru davranışlarından dolayı)[1*] yola geldiğini onaylamak istediği kişinin[2*] gönlünü İslam’a açar. (Yanlış davranışlarından dolayı)[3*] yoldan saptığını onaylamak istediği kişinin ise içinde sanki gökte yükseliyormuş gibi bir daralma ve sıkıntı oluşturur.[4*] Allah, kendisine inanıp güvenmeyenlerin üstünde pisliği işte böyle oluşturur.[5*]

[1*] Ankebut 29/69.

[2*] Allah’ın iki türlü iradesi vardır; biri isteğini, diğeri kararını gösterir. O, her insanın yola gelmesini ve yanlışlardan dönmesini ister (Nisa 4/26-27). İstek anlamındaki bu iradesi yerine gelmeyebilir. Allah bütün insanların tövbe etmesini de ister ama etmezler. Allah’ın karar anlamındaki iradesi kesin olarak yerine gelir ve verdiği "ol" emriyle birlikte o şey oluşmaya başlar (Bakara 2/117, Yasin 36/82). İnsanın, karar anlamındaki iradesi, ancak gereğini yapmasıyla meydana gelebilir (Necm 53/39). Çaba gösterilen şeyin oluşması da  Allah'ın gerekli şartları yaratmasına bağlıdır. Kul kâsib yani çalışan, Allah da hâlik yani yaratandır (Teğabun 64/11,Tekvir 81/29).

[4*] Sapmakta olan kişiyi Allah çeşitli yollarla uyarır. İçinin bu şekilde daralması ondandır (Tevbe 9/115, Müddessir 74/17, Şems 91/8-10).

[5*] Tevbe 9/125, Yunus 10/100.


(En'âm 6/126)
وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يمًاۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur.[1*] Bilgisini kullanan[2*] bir topluluk için âyetleri ayrıntılı olarak açıkladık.[3*]

[1*] En’am 6/153.

[2*] Allah Kur’an’ı, bir ilme göre ayrıntılı olarak açıklamıştır (A’râf 7/52). Allah’ın açıklamalarına, doğruların peşinde olan ve bu ilmi bilen bir topluluk ulaşabilir (Âl-i İmran 3/7, Hûd 11/1-2, Fussilet 41/3).

[3*] En’am 6/97-98.

 

(En'âm 6/127)
لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Onlar için, Rablerinin katında esenlik ve güvenlik yurdu vardır.[1*] O, yaptıkları şeylerden dolayı onların velisidir /en yakınıdır.[2*]

[1*] Yunus 10/25.

 

(En'âm 6/128)
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًاۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Herkesi bir araya toplayacağı gün Allah şöyle diyecektir: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan birçoğunu (saptırıp) kendinize kattınız!”[1*] Onların insan dostları da şöyle diyeceklerdir: "Evet, Rabbimiz! Birbirimizden faydalandık.[2*] Nihayet bizim için belirlediğin ecelimizin sonuna ulaştık." Allah diyecek ki: “(Bundan böyle) Ateş, içinde ölmeden kalacağınız yerdir; belirlediğim kişiler[3*] bunun dışındadır!”[4*] Senin Rabbin daima doğru karar verir, her şeyi bilir.

[1*] İsra 17/64, Sebe 34/20.

[2*] Cin 72/6.

[3*] “Allah’ın belirlediği kişiler” ifadesi, “belirlediğim kişiler” şeklinde tercüme edilmiştir. Çünkü burada, Arap dilinde sıklıkla kullanılan iltifat sanatı vardır. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki left (لفت) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır; ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.

[4*] Bkz. Nisa 4/48 ve dipnotu.

 

(En'âm 6/129)
وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟
Elde ettikleri şeylere karşılık, zalimlerin bir kısmını diğerine işte bu şekilde veli / yakın dost yaparız.[*]

[*] Enfal 8/73, Casiye 45/19.

 

(En'âm 6/130)
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Ey cin ve insan toplulukları! İçinizden ayetlerimi tam olarak anlatıp bugüne varacağınız hakkında sizi uyaran elçiler gelmedi mi?"[1*] Onlar, “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz." diyecekler.[2*] Dünya hayatı onları aldatmıştı. Orada kendi kâfirliklerine kendileri şahitlik edecektir.[3*]

[1*] “Elçi” anlamı verilen kelime resuldür. Resul, birinin sözünü bir başkasına ulaştırmakla görevli kişidir (Müfredat). Allah’ın kitabını, Allah’ın kullarına kendi dilleriyle ulaştıran kişiler de Allah’ın elçileridir (A’raf 7/35-37, İbrahim 14/4). Allah, bir grup cini, Muhammed aleyhisselamı dinlemek için yönlendirmiş, onlar da gelip ondan ayetleri dinlemiş, arkasından toplumlarına gitmiş ve Musa’dan sonra indirilmiş, önceki kitapları tasdik eden ve dosdoğru yola yönelten bir kitap dinlediklerini söyleyerek ona inanmaları konusunda onları uyarmışlardı (Ahkaf 46/29-32.)

[2*] Zümer 39/71, Mülk 67/6-11.

[3*] A’raf 7/37.


(En'âm 6/131)
ذٰلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ
Çünkü senin Rabbin, ahalisi ayetlerimizden habersizken haksız yere kentleri helak etmez.[*]

[*] En’am 6/47.

 

(En'âm 6/132)
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Herkesin yaptığı işe göre dereceleri vardır.[1*] Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.[2*]

[1*] Ahkaf 46/19.

[2*] Neml 27/93.


(En'âm 6/133)
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَةِۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَٓاءُ كَمَٓا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَۜ
Senin Rabbin, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, bol ikram sahibidir.[1*] Gerek görürse sizi yok eder, sizden sonra yerinize, tercih ettiği[2*] kimseleri geçirir.[3*] Nitekim sizi de bir başka topluluğun soyundan oluşturup geliştirmiştir.

[1*] En’am 6/12, 54, 147; Kehf 18/58.

[2*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/35. ayetin dipnotu. Burada yaratılacak olan, o kişileri etkisizleştirecek olan şartlardır.

[3*] Nisa 4/133, İbrahim 14/19, Fatır 35/16.


(En'âm 6/134)
اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۙ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
Size vaad edilenler mutlaka gelecektir. Siz bunun önüne geçemezsiniz.[*]

 

(En'âm 6/135)
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
De ki: “Ey halkım! Elinizden ne geliyorsa yapın. Ben de yapacağım. Sonunda bu yurt kimin olacak, öğreneceksiniz.[*] Şu bir gerçek ki yanlışlar içinde olanlar umduklarına kavuşamazlar.”

[*] Hud 11/121.

 

(En'âm 6/136)
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يبًا فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
Allah'ın yaratıp yetiştirdiği ekin ve en’âmdan /koyun, keçi, sığır ve deveden[1*] Allah’a bir pay ayırır, iddialarınca “Bu, Allah’ındır, şu da ona ortak koştuklarımızın" derler.[2*] (Onlara göre) Allah’a ortak koştuklarının payı Allah'ın payına katılmaz; ama Allah’ın payı ona ortak koştuklarının payına katılır. Verdikleri karar ne kötüdür!

[1*] En’am 6/142-144.

 

(En'âm 6/137)
وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
Tıpkı bunun gibi, Allah’a ortak koştukları (ilahlar adına konuşanlar),[1*] hem onları kötü duruma düşürmek hem de dinlerini onlar için karmakarışık hale getirmek amacıyla müşriklerin çoğuna çocuklarını öldürmeyi de güzel göstermiştir.[2*] Tercihi (onlara bırakmayıp da) Allah yapsaydı[3*] bunu yapamazlardı. Öyleyse onları, uydurdukları şeylerle baş başa bırak.[4*]

[1*] Onların Allah’a ortak koştukları, hem ilah saydıkları şeyler hem de o günün din adamlarıdır; çünkü çocukların kurban edilmesini emredenler sözde ilahlar adına konuşan din adamlarıdır . Tevrat’ın Yeremya 32:35 pasajında, İsrailoğullarının da Mekke müşrikleri gibi çocuklarını kurban ettikleri bildirilmektedir.

[2*] En’am 6/140, Nahl 16/58-59, Zuhruf 43/17-18, Tekvir 81/8-9.

[3*] Bkz. En’am 6/107 ve dipnotları.

[4*] En’am 6/112.

 

(En'âm 6/138)
وَقَالُوا هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Onlar: “Şu en’am / koyun, keçi, sığır, deve[1*] ve ekinler kutsaldır” dediler.[2*] İddialarınca kendi belirledikleri dışında kimse onlardan yiyemez. Bir de “şu en’ama da yük yüklemek ve binmek haram kılınmıştır.” dediler. Bir kısım en’amı da Allah’ın adını anmadan keserler.[3*] Bunları, Allah’a iftira ederek yaparlar. Allah onlara, bu iftiralarının cezasını verecektir.

[1*] En'am 6/142-144.

[2*] Bu hayvanların hangileri olduğu Maide 5/103. ayette anlatılmıştır.

[3*] En’am 6/121.

 

(En'âm 6/139)
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
“Şu en’amın karınlarında olanlar ise yalnız erkeklerimiz içindir; eşlerimize haram kılınmıştır.” dedier. Ama karnındaki hayvan ölü ise hepsi onda ortaktır. Allah, onların bu nitelemelerinin cezasını verecektir. O, doğru kararlar verir ve her şeyi bilir.[*]

[*] En’am 6/143-144.

 

(En'âm 6/140)
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهًا بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِۜ قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟
Çocuklarını bir bilgiye dayanmadan akılsızca öldürenler[1*] ve Allah'ın rızık olarak verdiği şeyleri, Allah'a iftira ederek haram sayanlar kesin olarak kaybetmişlerdir.[2*] Onlar sapmışlardır; doğru yolda değillerdir.

[1*] En’am 6/137.

[2*] A’raf 7/31, Yunus 10/59, Nahl 16/116.

 

(En'âm 6/141)
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ كُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ وَلَا تُسْرِفُواۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَۙ
Asmalı ve asmasız bahçeleri, mahsulleri farklı hurma ağaçlarını ve bitkileri, birbirine benzeyen ve benzemeyen özellikteki zeytin ve nar ağaçlarını oluşturup geliştiren odur.[1*] Bunlar ürün verince ürününden yiyin. Hasat günü de hakkını /öşrünü[2*] verin. Sakın israf etmeyin. O, israf edenleri sevmez.[3*]

[1*] En’am 6/99.

[2*] Bakara 2/267. Öşür, tarım ürünleri için masraf durumuna bağlı olarak 1/10 veya 1/20 oranında verilen zekâttır.

[3*] A’raf 7/31.

 

(En'âm 6/142)
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشًاۜ كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ
(Allah) En’âmı /koyun, keçi, sığır ve deveyi hem taşıyıcı olması hem de (derisi ve yününden) yaygı yapılması için oluşturup geliştirmiştir.[1*] Allah'ın size rızık olarak verdiği bu hayvanlardan yiyin. Şeytanın izinden gitmeyin; o sizin için apaçık bir düşmandır.[2*]

[1*] Nahl 16/5-7, 80, Mü’minun 23/21, Yasin 36/71-73, Mü’min 40/79-81, Zuhruf 43/12-13.

[2*] Bakara 2/168.

 


(En'âm 6/143)
ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۚ مِنَ الضَّأْنِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْمَعْزِ اثْنَيْنِۜ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ نَبِّؤُ۫ن۪ي بِعِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَۙ
(En’âmı) Sekiz eş olarak[1*] oluşturup geliştirmiştir;[2*] koyundan iki, keçiden iki. De ki: “Allah iki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa dişilerin rahimlerindeki yavruları mı haram kıldı? Doğru sözlü kimselerseniz bana bir bilgi getirin."

[1*] Zümer 39/6; Şûrâ 42/11, Zuhruf 43/12.

[2*] Bu ve bundan önceki ayetin başında gizli “enşee (أَنشَأَ)” fili vardır. Anlam ona göre verilmiştir. 

 

(En'âm 6/144)
وَمِنَ الْاِبِلِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْبَقَرِ اثْنَيْنِۜ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ وَصّٰيكُمُ اللّٰهُ بِهٰذَاۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا لِيُضِلَّ النَّاسَ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟
Deveden iki, sığırdan iki. De ki: “Allah iki erkeği mi, iki dişiyi mi, ya da dişilerin rahimlerindeki yavruları mı haram kıldı! Yoksa Allah bu yaptığınızı size görev olarak yükledi de o sırada ona şahit mi oldunuz!"[1*] İnsanları saptırmak amacıyla, bir bilgiye dayanmadan, bir yalanı Allah'a mâl edenden daha büyük yanlış yapan kişi kimdir?[2*] Allah yanlışlar içinde kalan bir topluluğu yola getirmez.

[1*] En’am 6/138-139.

[2*] En’am 6/21.


(En'âm 6/145)
قُلْ لَٓا اَجِدُ ف۪ي مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيَّ مُحَرَّمًا عَلٰى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُٓ اِلَّٓا اَنْ يَكُونَ مَيْتَةً اَوْ دَمًا مَسْفُوحًا اَوْ لَحْمَ خِنْز۪يرٍ فَاِنَّهُ رِجْسٌ اَوْ فِسْقًا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
De ki: “Bana gelen vahiyde yiyen kişiye, şunlardan başka yemesi haram kılınmış bir şey bulamıyorum: Ölü (leş), akmış kan,[1*] domuz eti -ki bir pisliktir- ya da üzerine Allah'tan başkasının adı anılarak kesildiği için fısk[2*] olan hayvan. Kim çaresiz kalır da birinin hakkına saldırmadan ve ihtiyaç sınırını da aşmadan bunlardan yerse şüphesiz Rabbin, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.”[3*]

[1*] Bu ayete göre sadece akmış kan haramdır, damarlarda kalan kan haram değildir.

[2*] Allah’tan başkası adına kesildiği net olarak bilinmedikçe, Müslüman olmayanların kestiği veya besmelesiz kesilen hayvanın eti haram değildir. Aksini gösteren ne bir ayet ne de hadis vardır (En’am 6/121).

[3*] Bakara 2/173, Maide 5/3, Nahl 16/115.


(En'âm 6/146)
وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا كُلَّ ذ۪ي ظُفُرٍۚ وَمِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُومَهُمَٓا اِلَّا مَا حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَٓا اَوِ الْحَوَايَٓا اَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍۜ ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِبَغْيِهِمْۘ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Yahudilere (sığır ve davar hariç) tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık.[1*] Sığır ve davarların da sırtlarına ve bağırsaklarına yapışık olanlar ile kemiklerine karışanlar hariç iç yağlarını haram kıldık.[2*] Azgınlıkları sebebiyle onları böyle cezalandırdık.[3*] Biz elbette doğruyu söyleriz.

[1*] Yahudiler, karada yaşayan hayvanlardan sadece çatal ve yarık tırnaklı olup geviş getirenleri yiyebilirler. (Levililer, 11:1–3; Tesniye, 14:6.) Bu kurala göre sığır, koyun, keçi, geyik, ceylan, karaca, yaban keçisi, gazal, ahu, dağ koyunu gibi hayvanları yemek helal (Tesniye, 14:4–5), geviş getirmelerine rağmen çatal tırnaklı olmayan deve, yaban faresi ve tavşan ile çatal tırnaklı olmasına rağmen geviş getirmeyen domuz haramdır. (Levililer, 11:4–8; Tesniye, 14:7–8) Yine karada yaşayan gelincik, fare, kara kurbağası türleri (keler ve kaplumbağa), kirpi, bukalemun, bütün kertenkele türleri, salyangoz ve köstebek gibi küçük canlılar da yasaklanmıştır. (Levililer, 11:29–31).

[2*] Ayette “bakar (بقر)” yani sığır cinsi hayvanlarla “ğanem (غنم)” yani koyun-keçi cinsi hayvanların iç yağlarının da haram kılındığının belirtilmesi, buna mukabil deveden hiç bahsedilmemesi, devenin Yahudilere mutlak manada haram kılındığının delilidir. Yukarıda 143 ve 144. ayetlerde dişili erkekli koyun, keçi, sığır ve deve cinsi hayvanlar - ki bunlara en’âm denir- zikredilip bu ayette (146. ayet) üçünden bahsedilip sadece deveden bahsedilmemesi, devenin bir bütün olarak haram kılındığını işaret eder. Bu ayet, Tevrat’ta geçen, Yahudilere özel yasağın Kur’an ile tasdik edildiğini göstermektedir.

[3*] Nisa 4/160-161Nahl 16/118.


(En'âm 6/147)
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُو رَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
Seni yalanlarlarsa de ki: “Rabbiniz geniş ikram sahibidir.[1*] Ama onun baskını suçlular topluluğundan geri çevrilmez.”[2*]

[1*] En’am 6/12.

[2*] Yusuf 12/110.

 

(En'âm 6/148)
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
Şirk koşanlar diyecekler ki: “Allah (aksini) tercih etseydi[1*] biz de atalarımız da şirk koşmaz, hiçbir şeyi de haram saymazdık.”[2*] Onlardan öncekiler de bu şekilde yalana sarıldılar[3*] ve sonunda baskınımızı tattılar. De ki: “Yanınızda (bu tercihi Allah’ın yaptığına dair) bir bilgi mi var ki karşımıza çıkarabilesiniz. Siz sadece varsayımlarınızın peşinden gidiyorsunuz; siz sadece delilsiz konuşuyorsunuz.”[4*]

[1*] Şâe fiilinin, cümlenin akışından anlaşılan bir mefulü olur. Buradaki mef’ul “başka bir durumda olmamızı” şeklindedir. Meale ‘aksini’ kelimesini koymamız bu anlamı göstermek içindir. Ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/35. ayetin dipnotu.

 
[3*] Bu yalan, insanların iradeli varlıklar olmadığı, Allah neyi emrettiyse onu robot gibi yaptıkları yalanıdır. Bu tip insanlar, yaptıkları hataları Allah’a mal etmek için her şeyin ezelden yazılı olduğu, Allah’ın zaman ve mekana tabi olmadığı gibi bir takım iftiralar üreterek bambaşka bir din sistemi oluşturmaya çalışırlar. Bu iddiaların temelinde kendi kabahatini Allah’a yükleme amacı yatar. Oysa Kasas 28/68’e göre herkesin tercih hakkı vardır.
 

 

 

(En'âm 6/149)
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ
De ki: “Kesin delil Allah’ın delilidir. Tercihi (size bırakmayıp) Allah yapsaydı elbette hepinizi yola getirirdi (hiçbiriniz müşrik olamazdınız).”[*]

[*] Kur’an’da olmayan kader inancını İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline “irade” yani “isteme ve dileme” anlamı vermiş, bu yanlış anlamı, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Yukarıdaki ayete de şu meali vermişlerdir: “De ki: Kesin delil ancak Allah’ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi”. Bunu yapanlar Kur’an’ı, çelişkili bir kitap gibi göstermeyi de başarmışlardır (Nahl 16/93). Ayette geçen şâe fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: En’am 6/35. ayetin dipnotu.


(En'âm 6/150)
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟
De ki: “Şunları[1*] Allah’ın haram kıldığına şahitlik edecek şahitlerinizi getirin!” Eğer onlar (bu yalana) şahitlik yaparlarsa sen sakın onlarla beraber şahitlik yapma! Ayetlerimiz karşısında yalana sarılanların ve ahirete inanmayanların arzularına uyma![2*] Onlar (kendilerini veya başkalarını) Rablerine denk tutarlar.[3*]

[1*] En’am 6/138-140.

[2*] İsra 17/73-75, Şûrâ 42/15, Casiye 45/18, Kalem 68/8-9.

[3*] En’am 6/1.

 

(En'âm 6/151)
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـًٔاۜ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًاۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
De ki: “Gelin, Rabbinizin koyduğu yasakları size sıralayayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın! Ana-babaya iyilikten geri durmayın![1*] Yoksulluktan dolayı çocuklarınızı öldürmeyin; size de onlara da biz rızık vereceğiz. Fuhuş çeşitlerinin[2*] açığına da gizlisine de yaklaşmayın! Haklı sebeple olması dışında Allah'ın dokunulmaz kıldığı cana kıymayın![3*]” Bunlar onun size yüklediği görevlerdir. Belki aklınızı kullanırsınız.

[1*] Allah’ın emrettiği ana-babaya itaat değil, ihsan yani iyi davranmaktır (Nisa 4/36, İsra 17/23, Ahkaf 46/15).

[2*] Fuhuş çeşitleri diye meal verdiğimiz fevahiş kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Bunlardan zina (İsra 17/32) ile erkek erkeğe ilişki (Araf 7/80, Ankebut 29/28) Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Üçüncüsü de kadın kadına ilişki olur.

[3*] Adam öldürmenin meşru olduğu durumlar, savaş (Bakara 2/190), kısas (Bakara 2/178-179, İsra 17/33) ve terör suçu işleyenlerden bir kısmına verilen ceza (Maide 5/33) ile sınırlıdır.


(En'âm 6/152)
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ
Ergin hale gelinceye kadar yetimin malına yaklaşmayın[1*], onun için en yararlı bir yolla olursa başka[2*]. Ölçüyü ve tartıyı hassas olarak tam yapın. Biz kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemeyiz. En yakınınızın aleyhine de olsa[3*], konuştuğunuzda adaletli olun. Allah'a verdiğiniz sözü tam olarak yerine getirin. Onun size yüklediği görev budur. Belki aklınızdaki bilgiyi kullanırsınız.

[1*] Nisa 4/6

[2*] Bakara 2/220.

[3*] Nisa 4/135, Maide 5/8.


(En'âm 6/153)
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يمًا فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
İşte benim doğru yolum budur; siz onu takip edin! Başka yolları takip etmeyin, yoksa o yollar sizi benim yolumdan ayırır[1*]. Bunlar size yüklediğim[2*] görevlerdir. Belki yanlışlardan sakınırsınız.

[1*] İltifat, bkz En'am 6/97. ayetin dipnotu

[2*] İltifat, bkz En'am 6/97. ayetin dipnotu


(En'âm 6/154)
ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَامًا عَلَى الَّذ۪ٓي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ۟
Zaten Musa'ya o kitabı; iyi davranana iyiliklerimizi tamamlasın, her şeyi açıklasın, bir rehber ve bir ikram olsun diye vermiştik. Belki Rablerinin huzuruna varacaklarına inanırlar.


(En'âm 6/155)
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ
Bu da indirdiğimiz bir kitaptır. Çok faydalı bilgilerle doludur. Siz buna uyun ve yanlışlardan sakının ki iyilik ve ikram göresiniz.


(En'âm 6/156)
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ
Yoksa şöyle derdiniz: "Kitap bizden önceki iki topluluğa indirildi. Biz onların okuduklarından habersiz kaldık."


(En'âm 6/157)
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
Ya da şöyle derdiniz: “O kitap bize indirilmiş olsaydı ona, onlardan daha iyi uyardık." İşte size Rabbinizden açık bir belge, bir rehber ve bir ikram geldi. Bundan sonra Allah'ın ayetleri karşısında yalana sarılan ve onlardan uzak duranlardan daha büyük yanlış yapan kişi kimdir? Ayetlerimizden uzak duranları, uzaklaşmalarına karşılık, kötü bir azap ile cezalandıracağız.


(En'âm 6/158)
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ اَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَۜ يَوْمَ يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْسًا ا۪يمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ ف۪ٓي ا۪يمَانِهَا خَيْرًاۜ قُلِ انْتَظِرُٓوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ
Bunlar kendilerine meleklerin gelmesi veya Rabbinin gelmesi[1*] ya da Rabbinin katından bazı göstergelerin gelmesi dışında bir şey mi bekliyorlar? Rabbinin katından bazı göstergeler geldiği gün evvelce inanmamış kimsenin o andaki imanı veya imanlı olarak iyilik etmemiş olanın o an yapacağı iyilik kendine fayda vermez[2*]. De ki “Siz bekleyin, biz de bekliyoruz.”

[1*] Bakara 2/210, Nahl 16/33, Haşr 59/2.

[2*] Nisa 4/18, Münafikûn 63/10-11. 


(En'âm 6/159)
اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ اِنَّمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Dinlerini parça parça edip belli kişiler etrafında toplananlar var ya! Sen hiçbir konuda onlardan değilsin. Onların işi Allah’a kalmıştır[*]. Daha sonra Allah, yaptıklarını kendilerine bildirecektir.

[*] Bu husus İncil’de şöyle geçer: "Akılsız tartışmalardan, soyağacı didişmelerinden, Kutsal Yasa’yla ilgili çekişme ve kavgalardan sakın. Bunlar yararsız ve boş şeylerdir. Birinci ve ikinci uyarıdan sonra fırkacı (bölücü) kişiyle ilişkini kes. Böyle birinin sapmış olduğundan ve günah işlediğinden emin olabilirsin; o kendi kendini mahkûm etmiştir." (İncil, Titus 3:9-11)


(En'âm 6/160)
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Kim (Allah’ın huzuruna) bir iyilikle gelirse ona onun on katı verilir. Bir kötülükle gelen ise sadece dengi ile cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar[*].

[*] Nisa 4/40, Neml 27/89-90, Kasas 28/84, Mümin 40/40.


(En'âm 6/161)
قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ د۪ينًا قِيَمًا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۚ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
De ki: “Rabbim beni doğru yola[*], dosdoğru dine, İbrahim’in dini dosdoğru yaşama biçimine yöneltti. İbrahim, müşriklerden olmamıştı.”

[*] Yasin 36/4, Zuhruf 43/43.


(En'âm 6/162)
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
De ki: “Benim namazım, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, varlıkların sahibi olan Allah içindir.


(En'âm 6/163)
لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ
Onun hiçbir ortağı yoktur. Aldığım emir gereği[*], ona herkesten önce teslim olan benim.”

[*] En’am 6/14.


(En'âm 6/164)
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
De ki: “Allah her şeyin sahibi olduğu halde ondan başka Sahip mi ararım! Herkesin kazancı, sadece kendini bağlar. Hiçbir günahkar, başkasının günahını yüklenmez. Er geç dönüp geleceğiniz yer Sahibinizin huzurudur. O size anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri bildirecektir.


(En'âm 6/165)
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Bu topraklarda sizi öncekilerin yerine geçiren odur. Kiminizi kiminizden birkaç basamak yükseltir ki verdikleriyle sizi zor bir imtihandan geçirsin[*]. Rabbin, suça denk cezayı çabucak belirler. Ama o, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[*] Yunus 10/14, Fatır 35/39.