HAŞR
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[*] Gökler, yer ve onlarda bulunan her şey Allah’ın koyduğu kurallara gönüllü olarak boyun eğer (İsra 17/44, Nur 24/41, Fussilet 41/11, Hadid 57/1, Saf 61/1). İmtihan için yaratılan insanlar ve cinler (Hûd 11/7, Kehf 18/7, Zariyat 51/56, Mülk 67/2) ise imtihan konusu olan işlerde serbest bırakılmışlardır. Bunun dışındaki alanlarda; örneğin nefes alıp verme, yeme, içme, giyinme, barınma, dinlenme ve benzeri konularda; Allah’ın doğada koyduğu kanunlara boyun eğmeden yaşayamazlar.
[1*] Nebimiz, hicretten kısa bir süre sonra, Medine’de yaşayan Yahudi ve Arap kabileleri ile Medîne Vesîkası adı verilen bir antlaşma yaptı (DİA, Medine Vesikası). Benî Nadîr Yahudileri bu antlaşmaya aykırı davrandıkları için (Haşr 59/4) savaş sartları oluştu (Enfal 8/55-58); ancak Allah, Yahudilerle ilgili olarak şöyle bir ayet indirmişti: “Verdikleri sözden dönmelerinden dolayı onları lanetledik /dışladık, kalplerini katılaştırdık. Kelimelerin asıl anlamlarını tahrif ediyor /kaydırıyor, akıllarında tutmaları istenen bilgilerin bir kısmını unutuyorlardı. Pek azı dışında onlardan hep hainlik göreceksin. Sen onlara bakma ve yeni bir sayfa aç. Allah güzel davrananları sever.” (Maide 5/13). Bu sebeple nebimiz onlara savaş açmadı (Haşr 59/6). Allah onları dışlayıp kalplerine korku saldı ve onlara ait bazı hurma ağaçlarının kesilmesini istedi (Haşr 59/5). Bu korku ve dışlanma, onların Medine’yi toplu halde terk etmelerini sağladı. Benzer durumu, daha önce Benî Kaynuka Yahudileri yaşamıştı (Haşr 59/15). Benî Nadîr’in çıkışının “ilk toplu terk” olarak nitelenmesi, Benî Kaynuka’nın Medine’yi toplu halde değil de azar azar terk ettiklerini gösterir. Benî Kurayza Yahudileri ise antlaşmaya uymuş ve Hendek Savaşı’nda Müslümanların yanında yer almışlardı. Çatışma ortamına girince savaş meydanından çekilip anlaşmayı bozdular (Ahzab 33/12-15). Bununla da yetinmeyip düşman tarafına geçerek Müslümanlara savaş açmış oldular. Düşmana arka çıkmaları yüzden Nebimiz, Hendek Savaşı’nda düşmanın çekilmesinin hemen arkasından onların kalelerini kuşatıp bir kısmını öldürdü, bir kısmını da esir aldı. Onların yeri, yurdu ve malları da ganimet olarak Müslümanlara kaldı (Ahzab 33/26-27). Bu ayetteki “ilk toplu terk” ifadesi, ikinci toplu terkin de yaşandığını gösterir. O zaman “ikinci toplu terk” Benî Kurayza esirlerinin hürriyetlerine kavuşturulmalarından sonra Medine’yi terk etmeleri olur. Çünkü esirler fidye karşılığı veya karşılıksız serbest bırakılırlar (Muhammed 47/4)
[3*] “boşaltıp terk etme” anlamı verilen kelimenin kökü “harab (خراب)” dır, canlılığın kaybolması anlamındadır (Müfredat).
[1*] Allah bunu ezelde değil, onların antlaşmayı bozmaları üzerine yazmıştır (Hadid 57/22-23). Nitekim, İsrailoğullarının, Allah’ın emirlerini yerine getirmemeleri durumunda yurtlarından çıkarılacakları ve uluslar arasında dağıtılacakları Tevrat ve İncil’de de yazılıdır (Levililer 26: 14-38, Hezekiel 20:23-24, 1 Peter 1:1, Elçilerin İşleri 8:1,4).
[2*] Beni Nadir Yahudilerinin Medine’den çıkarılması, Maide 5/33. ayetin gereğidir. Bu suçu işleyenlere uygulanacak diğer cezalar da aynı ayette anlatılmaktadır.
[3*] Ra’d 13/34.
[1*] Başkalarına ait ağaçlar, sahiplerinin izni olmadan kesilemez. Buradaki ağaç kesimi, antlaşmayı bozmaları sebebiyle Beni Nadîr Yahudilerine göz dağı vermek için Allah’ın onayı ile yapılmış, istisnai bir durumdur.
[2*] Teğabün 64/11, İnsan 76/30, Tekvir 81/29.
[3*] Fâsıklar; Allah’a verdikleri sözden sonra taahhütlerini bozanlar, Allah’ın kurulmasını emrettiği bağı koparan, ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlardır (Bakara 2/27). Bunlar, Medine’de, son nebinin gelmesini bekliyorlardı. Onun geldiği gördüler ve inandılar, onunla antlaşma yaptılar ama kıskançlıklarından dolayı kafir oldular (Bakara 2/76-79, 89-92). Bu halleri ile onlar, Allah’a ve resulüne karşı savaş açmış ve yeryüzünde bozgunculuk yapmış oldukları için cezaları; öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi yahut bulundukları yerden sürgün edilmeleri idi. (Maide 5/33). Ancak müslümanlar, onlara karşı müsamahalı davranma emri aldıkları için (Maide 5/13) Allah, kalplerine korku salarak onlara Medine’yi terk ettirmişti. Medine’yi terk etmeleri sağlanmasaydı, Maide 5/33’teki cezalardan bir başkası uygulanacaktı.
[1*] Buradaki “fey”, düşmanın, savaşmadan çekilip terk ettiği yerler ve içindeki mallardır. Savaş meydanında ele geçirilen mal ve esirlere ganimet, savaş sonucu veya savaşsız ele geçen kamu mallarına da enfal denir (Enfal 8/1).
[1*] Fey olarak alınan malların bir kısmının, Allah ve resulüne ait olması, onların kamu yararına kullanılacağını gösterir. Benî Nadîr Yahudilerinden kalan bazı mallar bu şekilde kullanılmış olmalıdır.
[2*] Türkçede yetim, babası olmayan çocuğa; öksüz ise annesi veya hem annesi hem babası olmayan çocuğa denir. Kur’an’da bunların tamamına yetim denir. Bunun bir örneği Nisa 4/6. ayettir. Orada sözü edilen yetimler kapsamına, bunların hepsi girer.
[3*] Bu ayet, feyin tamamının, savaş sonucu elde edilen ganimetlerin beşte biri gibi dağıtılacağını hükme bağlamıştır (Enfal 8/41).
[4*] Feyin, zenginler arasında dolaşan bir servet haline gelmemesi şartından dolayı, kendine feyden pay verilecek kişilerin zengin olmamaları gerekir.
[5*] Ayetin metninde geçen kelime “resul”dür. Resul, Allah tarafından kendisine vahyedileni olduğu gibi tebliğ eder. Ayrıca resul kelimesi risaletin bizzat kendisini yani Kitabı da ifade eder (Müfredat). Bu ayette, “resulün verdiği ve yasakladığı” ile kastedilen, “fey”in paylaştırılması ile ilgili hükümlerdir. Muhammed aleyhisselam, resul olarak bu ayetteki hükümleri uygulamıştır. Resulün emretmesi ve yasaklaması konusunda A’raf 7/157 ayetinin ilgili dipnotuna bakınız.
[1*] Feyin dağıtılacağı yerler 7. ayette tam olarak anlatıldığından burada sözü edilen hicret etmiş fakirler, ayrı bir sınıfı teşkil etmez. Bu sebeple “hicret etmiş fakirler için (لِلْفُقَرَاء الْمُهَاجِرِينَ)” ifadesi, Arap dili açısından, zorunlu olarak önceki ayette yer alan “elçinin en yakınları (ذِي الْقُرْبَى)” ifadesinin bedeli olur. O zaman “elçinin en yakınları” ifadesi Resulullah'ın, hem hicret etmiş olan fakir akrabalarını hem de fakir hemşehrilerini kapsar.
[2*] Tevbe 9/20.
[1*] Enfal 8/72-75, Tevbe 9/100.
[2*] Teğâbün 64/16.
[*] Bu özellikteki müminlerin diğer duaları için bkz: Âl-i İmran 3/16-17, 147, 193-194, Mü’minun 23/109.
[1*] Maide 5/52-53.
[2*] Münafikun 63/1.
[*] Nisa 4/141-143.
[*] Nisa 4/77, Münafikun 63/3.
[*] Âl-i İmran 3/110-112.
[*] Bunlar Medine’yi ilk terk eden Beni Kaynuka Yahudileridir. Benî Nadîr’den önce “Medine Sözleşmesi” adı verilen antlaşmayı bozdukları için orayı terk etmek zorunda kalmış ve bundan dolayı sıkıntıya girmişlerdir (Haşr 59/2).
[*] Enfal 8/48.
[*] İbrahim 14/22, Mücadele 58/19.
[*] Bakara 2/110, Âl-i İmran 3/102, Nebe 78/40.
[*] Bu kapsama kafirler girdiği gibi münafıklar da girer (Tevbe 9/67). Allah’ı unutanlar, çeşitli ruhsal ve bedensel sorunlar yaşarlar. Bu sorunları örtmek için sürekli kendilerinden kaçar ve yaptıkları yanlışları artırırlar (En’am 6/125, Taha 20/124-127, Mücadele 58/19).
[*] Secde 32/18-20, Zümer 39/9, Mü'min 40/58, Casiye 45/21-22.
[1*] Ahzab 33/72.
[2*] İsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58, Zümer 39/27.
[1*] Bakara 2/255, Âl-i İmran 3/2, Neml 27/26, Kasas 28/70.
[2*] En’am 6/73, Ra’d 13/9, Secde 32/6, Teğabün 64/18.
[3*] Fatiha 1/3, Bakara 2/163.
[1*] Taha 20/114, Mü’minun 23/116, Cuma 62/1.
[2*] Casiye 45/37, Hadid 57/1-5.
[3*] Tûr 52/43.
[1*] En’am 6/102, Zümer 39/62, Mü’min 40/62.
[2*] Ber’ (برأ) kökünden türeyen bir kelime Allah için kullanılınca “bir şeyin özünü ve şeklini diğer varlıklardan farklı yaratma” anlamında olur (Lisanu’l Arab). Allah’ın isimlerinden olan el-Bâri’ bu yönüyle el-Hâlık’tan farklıdır. İnsan insana, bitki bitkiye, hayvan hayvana benzer ama hepsi de birbirinden farklı yaratılmıştır (Bakara 2/54, Hadid 57/22).
[3*] El-Musavvir (المصور) özel şekli belirleyen yani özgünleştiren anlamındadır. Bu özel şekil, herkesin anlayabileceği biçimde olabileceği gibi belli kişilerin anlayabileceği biçimde de olabilir (Müfredat). Âl-i İmran 3/6.
[4*] “Özellik” diye meal verdiğimiz kelime “isim”dir. Çünkü Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). Türkçe’de isim, bu anlamı içermediği için meale “özellik” olarak yazdık (Bakara 2/31).
[5*] A’raf 7/180, İsra 17/110-111, Taha 20/8.
[6*] Haşr 59/1.