NEBE
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[*] Yakında öğrenecekleri büyük ve önemli haber, ahirette yeniden dirilişin olacağı haberidir (Sâd 38/50-68, 88; Zuhruf 43/89, Tekasür 102/3-4).
[*] Dünyanın beşik olması iki yana eğilmesini gerektirir. Eğilme şekline göre ekvatorun bir tarafı güneşin karşısına geçerken diğer tarafı uzakta kalır. Güneş ışınlarının, yılın bir bölümünde dünyanın kuzeyine, bir bölümünde de güneyine daha dik gelmesi bundandır (Taha 20/53, Zuhruf 43/10, Zariyat 51/48).
[*] Buradaki “eşleşmiş halde yaratma”, insanın ana rahminde dişi veya erkek olması değildir; çünkü erkeklik veya dişilik, döllenmeden sonra değil, döllenme esnasında belirlenir (Necm 53/45-46, Abese 80/18-19). Ana rahminde vücut yapısının tamamlanmasından sonra vücuda ruh üflenince ruh ile beden eşleşir ve yeni bir yapı oluşur. Bu ayette sözü edilen eşleşme budur (Mü’minun 23/14, Fatır 35/11). Ruh, bedenden iki şekilde ayrılır. Biri uyku, diğeri ölüm esnasında olur. Uyuyan kişi uyanınca, ölen kişi de ahirette yeniden dirilince ruhu bedenine geri döner ve eşleşme yeniden gerçekleşir (Zümer 39/42, Tekvir 81/7).
[*] En’âm 6/96, Yunus 10/67, İsra 17/12, Furkan 25/47, Neml 27/86, Kasas 28/73, Mü’min 40/61.
[1*] Havanın, su molekülleri sıvı hâle geçmeden taşıyabileceği kadar su buharı taşıdığı noktaya doygunluk noktası denir (https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/bulutlari-olusturan-su-damlaciklari-nasil-bir-arada-durur). Doygunluk noktası aşılınca artık bulutlardaki su buharı sıvı hale gelir ve yağmur boşalmaya başlar (A’raf 7/57). Bu noktaya gelmiş olan bulutlara ayette “mu’sırat (الْمُعْصِرَاتِ)” denmiştir. Bu sözcük Arapçada yoğunlaşmış bulutlar için kullanılmaktadır.
[2*] Hicr 15/22, Mü’minun 23/18, Furkan 25/48, Lokman 31/10.
[*] En’am 6/141, Mü’minun 23/19, Neml 27/60, Yasin 36/33-34.
[*] En’am 6/73, Kehf 18/99, Taha 20/102, Mü’minun 23/101, Neml 27/87, Yasin 36/51, Saffat 37/19, Zümer 39/68, Kaf 50/20, Hakka 69/13.
[*] Enbiya 21/104, Furkan 25/25, Tur 52/9, Rahman 55/37, Hakka 69/16, Mearic 70/8, Müzzemmil 73/18, Mürselat 77/9, Tekvir 81/11, İnfitar 82/1, İnşikak 84/1-2.
[*] Kehf 18/47, Taha 20/105-107, Tur 52/10, Vakıa 56/5-6, Hakka 69/14, Mearic 70/9, Müzzemmil 73/14, Mürselat 77/10, Tekvir 81/3, Karia 101/5.
[*] Kehf 18/29, Saffat 37/67, Sâd 38/57-58, Vakıa 56/53-55, Ğaşiye 88/5.
[*] Allah’ın ödülü de cezası da kulun yaptıkları ile orantılıdır (Nisa 4/40, En'âm 6/160, İsra 17/63, Neml 27/89-90, Kasas 28/84, Mü’min 40/40).
[*] Maide 5/10, 86, En’am 6/49, A’raf 7/36, 40, Hac 22/57, Rum 30/16, Teğabün 64/10.
[*] Kehf 18/49, Yasin 36/12, Zuhruf 43/80, Câsiye 45/29, Kâf 50/17-18, Kamer 54/52-53, İnfitâr 82/10-12.
[1*] Secde 32/14, Fatır 35/36-37.
[2*] Kötülüğün misliyle cezalandırılması hükmü gereğince artırılacak azab ancak bir kat azab olabilir. (En'âm 6/160, Yunus 10/27, Neml 27/90, Kasas 28/84, Mümin 40/40, Nebe 78/26). Şu ayetlerde de azabın bir kat artırılmasından bahsedilmektedir: A’râf 7/38, Furkan 25/68-69, Ahzab 33/30, 68, Sad 38/61.
[*] Arap dilinde yüksek olan ve yükselen her şey “ka’b (كَعْبٌ)”dır. İtibarlı ve başarılı birine “kâ’bı yüksek kişi (رجلٌ عَالِي الكَعْب)” denir (Lisan’ul-Arab). Bu ayetteki “kevâib (كَوَاعِبَ)” kelimesi “yüksekliği olan” anlamındaki “kâibün (كاعب)”in çoğuludur. Hurilerden beklenen kaliteli hizmettir. Hizmet ettikleri kişileri, göz uçlarıyla takip edecek olmaları da bunu gerektirir (Sad 38/52, Rahman 55/56). Ama gelenekte, ilgili ayetler arasındaki bütünlük dikkate alınmamış, daha önce insanların ve cinlerin hiç görmediği türden olan huriler (Vakıa 56/35-37, Rahman 55/56) kız sayılmış ve “kevâib (كواعب)” kelimesine “dolgun memeliler” anlamı verilmiştir.
[*] Saffat 37/45-46, Zuhruf 43/71, Vakıa 56/18, İnsan 76/15, Ğaşiye 88/14.
[1*] En’am 6/160.
[1*] Duhan 44/7.
[2*] A'raf 7/43-44, Beyyine 98/7-8.
[1*] Buradaki ruh ile kastedilen insanlar ve cinlerdir (En’âm 6/128) Melekler, Allah tarafından görevlendirilmiş mümin cinlerdir (Kehf 18/50). Bu âyete göre kıyamet /mezardan kalkış günü onlar da saflar halinde olacaklardır (Fecr 89/22). Burada meleklerin ayrıca zikredilmesi, onların da sorumlu varlıklar olduklarını vurgulamaktadır (Nisa 4/172-173).
[2*] Hud 11/105.
[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:
[1*] Meâric 70/6-7.
[2*] Kehf 18/49, Kıyamet 75/13, Zilzal 99/6-8.
[3*] Nisa 4/42, Furkan 25/13, Hâkka 69/25-27, İnşikak 84/10-11.