TUR

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Tur 52/1)
وَالطُّورِۙ
Tûr dağına[*],

[*] Tûr, dağ anlamındadır (Mekâyis). Kur’an’da sadece Sina’da bulunan bir dağın adı olarak kullanıldığından dolayı özel isim kabul edilir (Müfredat). Burası, Musa aleyhisselamın ilk vahiy aldığı, Mısır'dan çıktıktan sonra da İsrailoğullarıyla birlikte geri dönüp (Tevrat/Mısır'dan Çıkış 3:12) on emri aldığı dağdır (Meryem 19/52, Kasas 28/29, 46, Tin 95/2).


(Tur 52/2)
وَكِتَابٍ مَسْطُورٍۙ
satır satır yazılı Kitab’a


(Tur 52/3)
ف۪ي رَقٍّ مَنْشُورٍۙ
ki o, açılıp yayılan parşömendedir[*].

[*] İlk ayette Tûr dağı üzerine yemin edilmesi, bu ve önceki ayette özellikleri anlatılan kitabın Musa aleyhisselama indirilen kitap olduğunu düşündürmektedir (A’raf 7/145, 150-154).


(Tur 52/4)
وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِۙ
Beyt-i Mamur’a[*],

[*] İbadetle canlı tutulan mescit beyt-i mamurdur (Tevbe 9/17-18). Ancak bir çok mescit, amacının dışına çıkarılarak harap edilir (Bakara 2/114). el-Mescid’ul-haram olarak nitelenen Kabe ve çevresi de insanların isyanı yüzünden Nuh Tufanı ile yıkılmış ve İbrahim aleyhisselam tarafından tekrar yapılmış (Bakara 2/127) ama daha sonra yine bir şirk yuvasına dönüşmüştü (Tevbe 9/17-18). el-Mescid’ul-haram ifadesindeki el-haram kelimesi o bölgede olanların can güvenliği ile ilgilidir (Bakara 2/125-126). Orası için el-Beyt’ul-haram ifadesi de kullanılır (Maide 5/2) ama hiçbir yerde el-ma’mur /içinde sürekli Allah’a ibadet edilen yer ifadesi kullanılmaz. İnsanlar sık sık Allah’a isyan edip mescitleri amacının dışına çıkardıkları için dünyada hiçbir mescidin böyle bir özelliği yoktur. Burası, gökte bulunan ve sürekli içinde ibadet yapılan bir mescit olmalıdır. Şeytanlar birinci kat semaya dahi yaklaştırılmadıkları (Saffat 37/7-10) gibi Allah’a isyan eden hiçbir melek orada barındırılmaz, İblis gibi derhal oradan kovulur (Nisa 4/172-173, A’raf 7/11-18). Bu sebeple göklerdeki mescit, ibadet dışında bir amaçla kullanılamaz. Dolayısıyla el-Beyt’ül-Ma’mûr, Nebimizin Mirac seyahatinde gittiği el-Mescid’ul- aksâ /en uzak mescit olmalıdır. Nitekim rivayetlere göre orası, yedinci kat semada melekler için inşa edilmiş, bir gelen bir daha gelmemek üzere her gün 70.000 meleğin ziyaret edip ibadette bulunduğu mâbeddir. (Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 42; Müslim, “Îmân”, 259, 264; Nesâî, “Ṣalât”, 1; Müsned, III, 149, 153; IV, 207, 209, 210).


(Tur 52/5)
وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِۙ
yükseltilmiş tavana (göğe)[*],

[*] Ra’d 13/2, Enbiya 21/32, Rahman 55/7, Naziat 79/27-28, Gaşiye 88/18.


(Tur 52/6)
وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِۙ
ve doldurulmuş denizlere yemin olsun ki[*]

[*] “Doldurulmuş” anlamı verilen “mescûr (الْمَسْجُورِ)”, “secr (سجر)” kökünden türemiştir, “karıştırma, yakma ve doldurma” anlamlarına gelir (Mekâyîs). İnsanların yeniden diriltilmesinden önce dağlar yürütülüp parçalanmış (Taha 20/105-107, Mürselat 77/10) ve denizleri doldurmuş (Tekvir 81/6) olacağı için burada uygun olan  “doldurma” anlamıdır. Aynı kelime, cehennemin doldurulması ile ilgili olarak da kullanılmıştır (Mü’min 40/72).


(Tur 52/7)
اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِعٌۙ
Rabbinin azabı mutlaka gerçekleşecektir[*].

[*] Mürselat 77/7.


(Tur 52/8)
مَا لَهُ مِنْ دَافِعٍۙ
Onu savuşturabilecek hiçbir şey yoktur[*].

[*] Mearic 70/1-3


(Tur 52/9)
يَوْمَ تَمُورُ السَّمَٓاءُ مَوْرًاۙ
Göklerin çalkalanıp duracağı[*],

[*] İnsanların yeniden dirileceği günden önce göklerin durumunu anlatan diğer ayetler için bkz: Enbiya 21/104, Furkan 25/25, Rahman 55/37, Hakka 69/16, Mearic 70/8, Müzzemmil 73/18, Mürselat 77/9, Nebe 78/19, Tekvir 81/11, İnfitar 82/1, İnşikak 84/1-2.


(Tur 52/10)
وَتَس۪يرُ الْجِبَالُ سَيْرًاۜ
dağların yürütülüp gideceği günde...[*]

[*] İnsanların yeniden dirileceği günden önce dağların durumunu anlatan diğer ayetler için bkz: Kehf 18/47, Taha 20/105-107, Vakıa 56/5-6, Hakka 69/14, Mearic 70/9, Müzzemmil 73/14, Mürselat 77/10, Nebe 78/20, Tekvir 81/3, Karia 101/5.


(Tur 52/11)
فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ
O gün, (doğrular karşısında) yalan söyleyip durmuş olanların vay haline[*]!

[*] Bu ifade, Mürselat 77/15-49. ayetler arasında tam on kez tekrarlanır (Mutaffifin 83/10).


(Tur 52/12)
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي خَوْضٍ يَلْعَبُونَۢ
Onlar, boş işler içinde oynayıp duranlardır[*].

[*] Enbiya 21/2, Duhan 44/9.


(Tur 52/13)
يَوْمَ يُدَعُّونَ اِلٰى نَارِ جَهَنَّمَ دَعًّاۜ
İtilip kakılarak cehennem ateşine atılacakları gün[*]

[*] Duhan 44/47-49, Rahman 55/41, Hâkka 69/25-37, Alak 96/15-16


(Tur 52/14)
هٰذِهِ النَّارُ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ
(onlara şöyle denecek:) “İşte bu, yalan sayıp durduğunuz ateştir[*]

[*] Yasin 36/63, Rahman 55/43.


(Tur 52/15)
اَفَسِحْرٌ هٰذَٓا اَمْ اَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ
Bu da mı sihir! Yoksa bunu da mı görmüyorsunuz[*]!

[*] En’am 6/30, Kaf 50/22.


(Tur 52/16)
اِصْلَوْهَا فَاصْبِرُٓوا اَوْ لَا تَصْبِرُواۚ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْۜ اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Oraya girip kalın! İster sabredin, isterse sabretmeyin, sizin için aynıdır. Size sadece yaptıklarınızın karşılığı verilecektir[*]!”

[*] İbrahim 14/21, Yasin 36/64, Fussilet 41/24.


(Tur 52/17)
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ
Yanlışlardan sakınanlar ise cennetlerde ve nimetler içinde olacaklar[*].

[*] Hicr 15/45, Zariyat 51/15, Kamer 54/54, İnfitar 82/13, Mutaffifin 83/22.


(Tur 52/18)
فَاكِه۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۚ وَوَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ
Rablerinin verdiği şeylerin tadına varacaklar[1*]. Rableri onları yakıcı ateşin azabından korumuş olacaktır[2*].

[1*] Yasin 36/55, Zariyat 51/16.

[2*] Duhan 44/56, Tur 52/27, İnsan 76/11.


(Tur 52/19)
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـًٔا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ
(Onlara şöyle denecek:) “Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için![*]”

[*] Hâkka 69/19-24, Mürselat 77/41-44.


(Tur 52/20)
مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلٰى سُرُرٍ مَصْفُوفَةٍۚ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍ
Sıra sıra dizili sedirlere yaslanacaklar[1*]. Ceylan gözlü hurileri de yanlarına (hizmetçi olarak) vermiş olacağız[2*].

[1*] Hicr 15/47, Kehf 18/31, Saffat 37/44, Sad 38/51, Rahman 55/54,76, Vakıa 56/15-16, İnsan 76/13.

[2*]  Cennete giden müminlere kadın ve erkek hizmetçiler verilecektir. Kadın hizmetçilere huri, erkek hizmetçilere "vildan" denir. Vücutları, kabuğunda saklı inciler gibi örtülü olan, gözlerini, hizmet ettikleri kişilerin üzerinden ayırmayan huriler (Saffat 37/48-49, Rahman 55/5672, Vakıa 56/22-23) yüksek seviyede hizmet veren, birbirleriyle aynı yaşta dişi varlıklar olacaktır (Nebe 78/33). Hurilerle ilgili olarak bu ayette ve Duhan 44/54’te geçen “(وَزَوَّجْنَاهُم بِحُورٍعِينٍ) Onlara, iri siyah gözlü hurileri zevc yapmış oluruz.” ifadesinden dolayı hurilerin, cennete giden erkeklere odalık olarak verileceği iddia edilir ama bu iddia yanlıştır. Arapçada aynı görüş etrafında birleşenlerden her birine zevc (Vakıa 56/7) dendiği gibi aynı cinsten canlıların erkeğine, dişisine, bir çift ayakkabıdan her birine, nitelikleri birbirine yakın veya zıt olan iki şeyden her birine zevc denir. Fasih Arapçada "zevce" kelimesi yoktur. Zevc ile aynı kökten olan “(زوج) zevvece" fiili, tek mef’ul /nesne alırsa “bir şeyi çift yapma” (Şûrâ 42/49-50), iki nesne alır da ikinci nesne, fiile doğrudan bağlanırsa "evlendirme" anlamına gelir (Ahzab 33/37). Ama ikinci nesne fiile, harf-i cer ile bağlanırsa onun çok yakına alınması anlamını ifade eder. Bu sebeple ayetlerde geçen “Onlara, ceylan gözlü hurileri zevc yapmış oluruz.” ifadesinin tek anlamı, hurilerin yakın hizmetçiler yapılacağıdır (Müfredat). Zaten huri kelimesi, bir şeyden uzaklaşıp tekrar o şeye dönme anlamındaki “havr (حَوْر)” kökünden türemiştir (Lisan’ul-Arab). Bu da onların, hizmet ettikleri kişilere yakın konumda olacaklarını (Sad 38/52), kendilerinden istenen şeyleri, çevrelerinde dolaşan erkek hizmetçilerden (vildandan) alıp getireceklerini gösterir. Erkek hizmetçiler de kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler, çeşit çeşit meyveler, etler, kuş etleri ve zencefil katkılı sularla çevrelerinde, saçılmış inciler gibi dolaşacaklardır (Vakıa 56/17-21; İnsan 76/15-19).


(Tur 52/21)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَٓا اَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍۜ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَه۪ينٌ
İnanan ve soyları da inançta kendilerine uyan kimseler var ya, onların bu soylarını kendilerine katarız[1*]. Kendi amellerinin karşılığından bir şey de eksiltmeyiz. Herkes kazandığına bağlıdır[2*].

[1*] Ra’d 13/22-24, Mü’min 40/8.

[2*] Müddessir 74/38.


(Tur 52/22)
وَاَمْدَدْنَاهُمْ بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ
Onlara, canlarının çektiği meyveyi ve eti bol bol veririz[*].

[*] Vakıa 56/20-21, Mürselat 77/42.


(Tur 52/23)
يَتَنَازَعُونَ ف۪يهَا كَأْسًا لَا لَغْوٌ ف۪يهَا وَلَا تَأْث۪يمٌ
Orada birbirlerine, içinde, boş söz söyletmeyecek ve günaha sokmayacak içki bulunan kadehler sunarlar[*].

[*] Saffat 37/45-47, Muhammed 47/15, Vakıa 56/17-19.


(Tur 52/24)
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَهُمْ كَاَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ۬ مَكْنُونٌ
Kendi çocukları çevrelerinde dolaşır; onlar sanki kabuğunda saklı birer incidirler.


(Tur 52/25)
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ
Birbirlerine dönüp sorarlar[*].

[*] Saffat 37/50-54.


(Tur 52/26)
قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا قَبْلُ ف۪ٓي اَهْلِنَا مُشْفِق۪ينَ
Şöyle derler: “Biz bundan önce, ailemizin içindeyken bile (Allah korkusundan) titreyen kimselerdik[*].

[*] Enbiya 21/49, Mü’minun 23/57, Nur 24/37, Şûrâ 42/18, Mearic 70/27.


(Tur 52/27)
فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَوَقٰينَا عَذَابَ السَّمُومِ
Allah bize iyilik etti de iliklere kadar işleyen azaptan bizi korudu[*].

[*] Tur 52/18.


(Tur 52/28)
اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلُ نَدْعُوهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّح۪يمُ۟
Bundan önce de hep ona yalvarırdık[*]. Çünkü o, çokça iyilik eden, ikramı bol olandır.”

[*] Bu ifade onların, Allah’tan istenmesi gereken bir şeyi, başkasından istemediklerini, Allah ile aralarına başka bir varlığı koyarak müşrik olmadıklarını gösterir (Fatiha 1/5).


(Tur 52/29)
فَذَكِّرْ فَمَٓا اَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍۜ
O halde sen doğru bilgi ver[1*]. Rabbinin nimeti sayesinde sen, ne kahinsin[2*] ne de cinlerin etkisindesin (aksine, vahiy alan bir elçisin)[3*].

[1*] En’am 6/51, 70, Taha 20/1-3, Kaf 50/45, A’lâ 87/9-10, Ğaşiye 88/21-22.

[2*] Hâkka 69/42.

[3*] A'raf 7/184, Mü’minun 23/70, Sebe 34/46, Kalem 68/2, Tekvir 81/22.


(Tur 52/30)
اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِه۪ رَيْبَ الْمَنُونِ
Yoksa şöyle mi diyorlar: “O, bir şair! Başına gelecekleri bekliyoruz[*].”

[*] Müşrikler Muhammed aleyhisselamı, Allah ile aralarına koydukları ilahlarına karşı çıkan ve düzenlerini bozan bir şair olmakla suçluyor, er geç ilahları tarafından cezalandırılmasını bekliyorlardı (Enbiya 21/5, Yasin 36/69, Saffat 37/36, Hâkka 69/41).


(Tur 52/31)
قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّص۪ينَۜ
De ki: “Bekleyin bakalım, ben de sizinle beraber (sizin başınıza gelecekleri) bekleyenlerdenim[*]!”

[*] Taha 20/135.


(Tur 52/32)
اَمْ تَأْمُرُهُمْ اَحْلَامُهُمْ بِهٰذَٓا اَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَۚ
Bunu onlara akılları mı emrediyor, yoksa onlar hadlerini aşan bir topluluk mu[*]?

[*] Zariyat 51/53.


(Tur 52/33)
اَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُۚ بَلْ لَا يُؤْمِنُونَۚ
Ya da “Kur’an’ı kendi uydurup söyledi” mi diyorlar[*]? Aslında onlar (kendi söylediklerine) inanmıyorlar.

[*] Hâkka 69/44-47.


(Tur 52/34)
فَلْيَأْتُوا بِحَد۪يثٍ مِثْلِه۪ٓ اِنْ كَانُوا صَادِق۪ينَۜ
Eğer doğru söyleyen kimseler iseler Kur’an’ın dengi bir söz /bir kitap getirsinler bakalım[*].

[*] Bakara 2/23, Yunus 10/37-38, Hud 11/13, İsra 17/88, Kasas 28/49.

 


(Tur 52/35)
اَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ اَمْ هُمُ الْخَالِقُونَۜ
Bir yaratıcı[1*] olmadan mı yaratıldılar yoksa yaratıcıları kendileri mi[2*]?

[1*] Bu ayetteki şey = شَيْءٍ kelimesine yaratıcı /halik anlamı verilmesinin sebebi karşılaştırmanın yaratma konusunda olmasıdır. Çünkü “şey” kelimesi, “varlık” anlamında olduğu için Allah kendine de “şey” demiştir (Şura 42/11).

[2*] Vakıa 56/57-59.


(Tur 52/36)
اَمْ خَلَقُوا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ بَلْ لَا يُوقِنُونَۜ
Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı[*]? Hayır, onlar (sizinle tartıştıkları konuda) kesin bilgi sahibi değillerdir.

[*] Lokman 31/25, Zümer 39/38, Zuhruf 43/9.


(Tur 52/37)
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَبِّكَ اَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَۜ
Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mı ya da her şeyi hizaya getirecek olanlar onlar mı?


(Tur 52/38)
اَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ ف۪يهِۚ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۜ
Yoksa üzerinde (ilahi bilgileri) dinledikleri merdivenleri mi var? Öyleyse, içlerinden onları dinleyenler, açık bir delil getirsin[*]!

[*] Sad 38/9-10.


(Tur 52/39)
اَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَۜ
Yoksa kızlar Allah’ın da oğullar sizin mi[*]?

[*] En’am 6/100, Nahl 16/57, İsra 17/40, Saffat 37/149, Zuhruf 43/16, Necm 53/21.


(Tur 52/40)
اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۜ
Yoksa onlardan ücret istiyorsun da o borçtan dolayı ağır bir yük altına mı sokulmuşlar[*]?

[*] Kalem 68/46.


(Tur 52/41)
اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَۜ
Yoksa gizli bilgiler onlarda da onu onlar mı kayda geçiriyorlar[*]?

[*] Kalem 68/47.


(Tur 52/42)
اَمْ يُر۪يدُونَ كَيْدًاۜ فَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَك۪يدُونَۜ
Yoksa bir oyun kurmak mı istiyorlar? Asıl oyuna gelenler, kafirlik edenlerdir[*].

[*] Tarık 86/15-17.


(Tur 52/43)
اَمْ لَهُمْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Yoksa onların Allah’tan başka bir ilahı mı var[1*]? Allah, onların kendisine ortak saydıklarından uzaktır[2*].

[1*] Meryem 19/81, Furkan 25/3, Yasin 36/74.

[2*] Yunus 10/18, Nahl 16/1, 3, Mü’minun 23/92, Neml 27/63, Rum 30/40.


(Tur 52/44)
وَاِنْ يَرَوْا كِسْفًا مِنَ السَّمَٓاءِ سَاقِطًا يَقُولُوا سَحَابٌ مَرْكُومٌ
Gökten bir parçayı (başlarına) düşerken görseler “Bu yoğun bir bulut kütlesi!” derler[*].

[*] En’am 6/25, Kamer 54/2.


(Tur 52/45)
فَذَرْهُمْ حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي ف۪يهِ يُصْعَقُونَۙ
Artık onları, cezaya çarptırılacakları günle yüzleşinceye kadar kendi hallerine bırak[*].

[*] Hicr 15/3, Mü’minun 23/54, Zuhruf 43/83, Mearic 70/42.


(Tur 52/46)
يَوْمَ لَا يُغْن۪ي عَنْهُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـًٔا وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَۜ
Kurdukları oyun, o gün onlardan hiçbir şeyi engellemeyecek, onlara yardım da edilmeyecektir[*].

[*] Duhan 44/41.


(Tur 52/47)
وَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذٰلِكَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Yanlışa dalanlar için bundan önce (dünyada) bir azap daha var[*] ama onların çoğu bunu bilmez.

[*] Ra’d 13/34, Secde 32/21. Sözü edilen azap onlara, belki yanlışlarından dönerler diye hayattayken yapılan uyarıları ifade eder. Bunlardan ders alıp ölmeden önce tövbe eder, doğru yola dönerlerse ahiretteki büyük azaptan kurtulurlar (Nisa 4/17-18, En’am 6/42-43, A’raf 7/94-95, 130, Tevbe 9/126, Zuhruf 43/48). Bu azabın bir örneğini Firavun yaşamıştır. Musa’ya (a.s.), Harun’a (a.s.) ve İsrailoğullarına bir şey yapamadığını görmek, dünyasını cehenneme çevirmişti (Mü’min 40/46) ama tevbeyi boğulurken yaptığı için işine yaramamıştı (Yunus 10/90-91).


(Tur 52/48)
وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ
Rabbinin kararı gereği sen sabret /duruşunu bozma[1*]; her daim gözümüz senin üzerinde. Kalktığın vakit, her şeyi güzel yapmasına karşılık Rabbine ibadet et[2*].

[1*] Sad 38/17, Kalem 68/48, İnsan 76/24.

[2*] Farz namazların vakitlerini gösteren iki ayet “(اَقِمِ الصَّلٰوةَ) Namazı kıl!” emriyle başlar (Hud 11/114, İsra 17/78). Farz ve nafile namazların vakitlerini birlikte gösteren ayetlerde ise “(سَبِّحْ) sebbih” yani “tesbih et” emri kullanılır (Taha 20/130, Rum 30/17-18, Kaf 50/39-40, İnsan 76/26). Buradaki emir de “tesbih et” şeklindedir. Ancak Türkçede tesbih etme fiili yalnızca belli sözlerin tekrar tekrar söylenmesi şeklinde anlaşıldığı için “tesbih et” yerine “ibadet et” ifadesi tercih edilmiştir.


(Tur 52/49)
وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَاِدْبَارَ النُّجُومِ
Gecenin bir bölümünde ve yıldızlar geri dönerken[1*] de ona ibadet et[2*].

[1*] “Geri dönme” işi iki şekilde olur, biri, giden bir şeyin geri dönmesi, diğeri de gelen bir şeyin geri dönmesidir.  Yıldızların geri dönmesi de iki şekildedir. Birincisi Güneşin batmasından sonra başlayan ve ufkun 18 derece altına inmesine kadar devam eden dönmedir. Güneş ufkun 18 derece altına inince ufuk tamamen kararmış, bütün yıldızlar ortaya çıkmış ve yatsı vakti bitmiş olur (İsra 17/78). İkincisi, Güneşin ufka uzaklığı 18 derecenin altına inince başlar, bu sırada seher vakti girer. Bu vakitte, küçük yıldızlar kaybolmaya başlar; Güneşin doğmasına yakın vakitte en parlak yıldızlar da gözükmez olur. Ayetteki “gecenin bir bölümünde” ifadesi de gecenin ortasını yani yatsı sonu ile sabah namazı vaktinin girmesine kadar olan vakti ifade eder. Bu vakit, teheccüd namazının vaktidir. Dolayısıyla bu ayette, gecenin farklı bölümlerinde kılınan farz ve nafile namazlarının vakitleri anlatılmaktadır.

[2*] Tevrat'ın Ağıtlar 2:19 ayetinde de gece kalkıp ellerini yukarı kaldırarak Allah’a yakarma emri bulunmaktadır. Türkçesinde detayları belli olmamakla birlikte, aşağıdaki İngilizce sitedeki meallerin parantez içi bilgilerinden, gecenin 3 ya da 4 bölüme ayrıldığı ve bu bölümlerde kalkıp "haykırma/içini dökme" şeklinde tercüme edilen (ancak büyük ihtimalle "tilavet" emrinin karşılığı olan) bir emir olduğu anlaşılıyor. İngilizce Kuran meallerinde de tilavet kavramı "yüksek sesle okuma, anlatma/sayıp dökme" anlamlarına gelen "recite" kavramıyla tercüme ediliyor. https://www.biblegateway.com/verse/en/Lamentations%202%3A19