TUR
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[*] Tûr, dağ anlamındadır (Mekâyis). Kur’an’da sadece Sina’da bulunan bir dağın adı olarak kullanıldığından dolayı özel isim kabul edilir (Müfredat). Burası, Musa aleyhisselamın ilk vahiy aldığı, Mısır'dan çıktıktan sonra da İsrailoğullarıyla birlikte geri dönüp (Tevrat/Mısır'dan Çıkış 3:12) on emri aldığı dağdır (Meryem 19/52, Kasas 28/29, 46, Tin 95/2).
[*] İlk ayette Tûr dağı üzerine yemin edilmesi, bu ve önceki ayette özellikleri anlatılan kitabın Musa aleyhisselama indirilen kitap olduğunu düşündürmektedir (A’raf 7/145, 150-154).
[*] İbadetle canlı tutulan mescit beyt-i mamurdur (Tevbe 9/17-18). Ancak bir çok mescit, amacının dışına çıkarılarak harap edilir (Bakara 2/114). el-Mescid’ul-haram olarak nitelenen Kabe ve çevresi de insanların isyanı yüzünden Nuh Tufanı ile yıkılmış ve İbrahim aleyhisselam tarafından tekrar yapılmış (Bakara 2/127) ama daha sonra yine bir şirk yuvasına dönüşmüştü (Tevbe 9/17-18). el-Mescid’ul-haram ifadesindeki el-haram kelimesi o bölgede olanların can güvenliği ile ilgilidir (Bakara 2/125-126). Orası için el-Beyt’ul-haram ifadesi de kullanılır (Maide 5/2) ama hiçbir yerde el-ma’mur /içinde sürekli Allah’a ibadet edilen yer ifadesi kullanılmaz. İnsanlar sık sık Allah’a isyan edip mescitleri amacının dışına çıkardıkları için dünyada hiçbir mescidin böyle bir özelliği yoktur. Burası, gökte bulunan ve sürekli içinde ibadet yapılan bir mescit olmalıdır. Şeytanlar birinci kat semaya dahi yaklaştırılmadıkları (Saffat 37/7-10) gibi Allah’a isyan eden hiçbir melek orada barındırılmaz, İblis gibi derhal oradan kovulur (Nisa 4/172-173, A’raf 7/11-18). Bu sebeple göklerdeki mescit, ibadet dışında bir amaçla kullanılamaz. Dolayısıyla el-Beyt’ül-Ma’mûr, Nebimizin Mirac seyahatinde gittiği el-Mescid’ul- aksâ /en uzak mescit olmalıdır. Nitekim rivayetlere göre orası, yedinci kat semada melekler için inşa edilmiş, bir gelen bir daha gelmemek üzere her gün 70.000 meleğin ziyaret edip ibadette bulunduğu mâbeddir. (Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 42; Müslim, “Îmân”, 259, 264; Nesâî, “Ṣalât”, 1; Müsned, III, 149, 153; IV, 207, 209, 210).
[*] Ra’d 13/2, Enbiya 21/32, Rahman 55/7, Naziat 79/27-28, Gaşiye 88/18.
[*] “Doldurulmuş” anlamı verilen “mescûr (الْمَسْجُورِ)”, “secr (سجر)” kökünden türemiştir, “karıştırma, yakma ve doldurma” anlamlarına gelir (Mekâyîs). İnsanların yeniden diriltilmesinden önce dağlar yürütülüp parçalanmış (Taha 20/105-107, Mürselat 77/10) ve denizleri doldurmuş (Tekvir 81/6) olacağı için burada uygun olan “doldurma” anlamıdır. Aynı kelime, cehennemin doldurulması ile ilgili olarak da kullanılmıştır (Mü’min 40/72).
[*] İnsanların yeniden dirileceği günden önce göklerin durumunu anlatan diğer ayetler için bkz: Enbiya 21/104, Furkan 25/25, Rahman 55/37, Hakka 69/16, Mearic 70/8, Müzzemmil 73/18, Mürselat 77/9, Nebe 78/19, Tekvir 81/11, İnfitar 82/1, İnşikak 84/1-2.
[*] İnsanların yeniden dirileceği günden önce dağların durumunu anlatan diğer ayetler için bkz: Kehf 18/47, Taha 20/105-107, Vakıa 56/5-6, Hakka 69/14, Mearic 70/9, Müzzemmil 73/14, Mürselat 77/10, Nebe 78/20, Tekvir 81/3, Karia 101/5.
[*] Bu ifade, Mürselat 77/15-49. ayetler arasında tam on kez tekrarlanır (Mutaffifin 83/10).
[*] Duhan 44/47-49, Rahman 55/41, Hâkka 69/25-37, Alak 96/15-16
[*] Hicr 15/45, Zariyat 51/15, Kamer 54/54, İnfitar 82/13, Mutaffifin 83/22.
[1*] Hicr 15/47, Kehf 18/31, Saffat 37/44, Sad 38/51, Rahman 55/54,76, Vakıa 56/15-16, İnsan 76/13.
[2*] Cennete giden müminlere kadın ve erkek hizmetçiler verilecektir. Kadın hizmetçilere huri, erkek hizmetçilere "vildan" denir. Vücutları, kabuğunda saklı inciler gibi örtülü olan, gözlerini, hizmet ettikleri kişilerin üzerinden ayırmayan huriler (Saffat 37/48-49, Rahman 55/56; 72, Vakıa 56/22-23) yüksek seviyede hizmet veren, birbirleriyle aynı yaşta dişi varlıklar olacaktır (Nebe 78/33). Hurilerle ilgili olarak bu ayette ve Duhan 44/54’te geçen “(وَزَوَّجْنَاهُم بِحُورٍعِينٍ) Onlara, iri siyah gözlü hurileri zevc yapmış oluruz.” ifadesinden dolayı hurilerin, cennete giden erkeklere odalık olarak verileceği iddia edilir ama bu iddia yanlıştır. Arapçada aynı görüş etrafında birleşenlerden her birine zevc (Vakıa 56/7) dendiği gibi aynı cinsten canlıların erkeğine, dişisine, bir çift ayakkabıdan her birine, nitelikleri birbirine yakın veya zıt olan iki şeyden her birine zevc denir. Fasih Arapçada "zevce" kelimesi yoktur. Zevc ile aynı kökten olan “(زوج) zevvece" fiili, tek mef’ul /nesne alırsa “bir şeyi çift yapma” (Şûrâ 42/49-50), iki nesne alır da ikinci nesne, fiile doğrudan bağlanırsa "evlendirme" anlamına gelir (Ahzab 33/37). Ama ikinci nesne fiile, harf-i cer ile bağlanırsa onun çok yakına alınması anlamını ifade eder. Bu sebeple ayetlerde geçen “Onlara, ceylan gözlü hurileri zevc yapmış oluruz.” ifadesinin tek anlamı, hurilerin yakın hizmetçiler yapılacağıdır (Müfredat). Zaten huri kelimesi, bir şeyden uzaklaşıp tekrar o şeye dönme anlamındaki “havr (حَوْر)” kökünden türemiştir (Lisan’ul-Arab). Bu da onların, hizmet ettikleri kişilere yakın konumda olacaklarını (Sad 38/52), kendilerinden istenen şeyleri, çevrelerinde dolaşan erkek hizmetçilerden (vildandan) alıp getireceklerini gösterir. Erkek hizmetçiler de kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler, çeşit çeşit meyveler, etler, kuş etleri ve zencefil katkılı sularla çevrelerinde, saçılmış inciler gibi dolaşacaklardır (Vakıa 56/17-21; İnsan 76/15-19).
[1*] Ra’d 13/22-24, Mü’min 40/8.
[2*] Müddessir 74/38.
[*] Enbiya 21/49, Mü’minun 23/57, Nur 24/37, Şûrâ 42/18, Mearic 70/27.
[*] Bu ifade onların, Allah’tan istenmesi gereken bir şeyi, başkasından istemediklerini, Allah ile aralarına başka bir varlığı koyarak müşrik olmadıklarını gösterir (Fatiha 1/5).
[1*] En’am 6/51, 70, Taha 20/1-3, Kaf 50/45, A’lâ 87/9-10, Ğaşiye 88/21-22.
[2*] Hâkka 69/42.
[3*] A'raf 7/184, Mü’minun 23/70, Sebe 34/46, Kalem 68/2, Tekvir 81/22.
[*] Müşrikler Muhammed aleyhisselamı, Allah ile aralarına koydukları ilahlarına karşı çıkan ve düzenlerini bozan bir şair olmakla suçluyor, er geç ilahları tarafından cezalandırılmasını bekliyorlardı (Enbiya 21/5, Yasin 36/69, Saffat 37/36, Hâkka 69/41).
[*] Taha 20/135.
[*] Zariyat 51/53.
[*] Hâkka 69/44-47.
[*] Bakara 2/23, Yunus 10/37-38, Hud 11/13, İsra 17/88, Kasas 28/49.
[1*] Bu ayetteki şey = شَيْءٍ kelimesine yaratıcı /halik anlamı verilmesinin sebebi karşılaştırmanın yaratma konusunda olmasıdır. Çünkü “şey” kelimesi, “varlık” anlamında olduğu için Allah kendine de “şey” demiştir (Şura 42/11).
[2*] Vakıa 56/57-59.
[*] En’am 6/100, Nahl 16/57, İsra 17/40, Saffat 37/149, Zuhruf 43/16, Necm 53/21.
[*] Kalem 68/46.
[*] Tarık 86/15-17.
[1*] Meryem 19/81, Furkan 25/3, Yasin 36/74.
[2*] Yunus 10/18, Nahl 16/1, 3, Mü’minun 23/92, Neml 27/63, Rum 30/40.
[*] Duhan 44/41.
[*] Ra’d 13/34, Secde 32/21. Sözü edilen azap onlara, belki yanlışlarından dönerler diye hayattayken yapılan uyarıları ifade eder. Bunlardan ders alıp ölmeden önce tövbe eder, doğru yola dönerlerse ahiretteki büyük azaptan kurtulurlar (Nisa 4/17-18, En’am 6/42-43, A’raf 7/94-95, 130, Tevbe 9/126, Zuhruf 43/48). Bu azabın bir örneğini Firavun yaşamıştır. Musa’ya (a.s.), Harun’a (a.s.) ve İsrailoğullarına bir şey yapamadığını görmek, dünyasını cehenneme çevirmişti (Mü’min 40/46) ama tevbeyi boğulurken yaptığı için işine yaramamıştı (Yunus 10/90-91).
[1*] Sad 38/17, Kalem 68/48, İnsan 76/24.
[2*] Farz namazların vakitlerini gösteren iki ayet “(اَقِمِ الصَّلٰوةَ) Namazı kıl!” emriyle başlar (Hud 11/114, İsra 17/78). Farz ve nafile namazların vakitlerini birlikte gösteren ayetlerde ise “(سَبِّحْ) sebbih” yani “tesbih et” emri kullanılır (Taha 20/130, Rum 30/17-18, Kaf 50/39-40, İnsan 76/26). Buradaki emir de “tesbih et” şeklindedir. Ancak Türkçede tesbih etme fiili yalnızca belli sözlerin tekrar tekrar söylenmesi şeklinde anlaşıldığı için “tesbih et” yerine “ibadet et” ifadesi tercih edilmiştir.
[1*] “Geri dönme” işi iki şekilde olur, biri, giden bir şeyin geri dönmesi, diğeri de gelen bir şeyin geri dönmesidir. Yıldızların geri dönmesi de iki şekildedir. Birincisi Güneşin batmasından sonra başlayan ve ufkun 18 derece altına inmesine kadar devam eden dönmedir. Güneş ufkun 18 derece altına inince ufuk tamamen kararmış, bütün yıldızlar ortaya çıkmış ve yatsı vakti bitmiş olur (İsra 17/78). İkincisi, Güneşin ufka uzaklığı 18 derecenin altına inince başlar, bu sırada seher vakti girer. Bu vakitte, küçük yıldızlar kaybolmaya başlar; Güneşin doğmasına yakın vakitte en parlak yıldızlar da gözükmez olur. Ayetteki “gecenin bir bölümünde” ifadesi de gecenin ortasını yani yatsı sonu ile sabah namazı vaktinin girmesine kadar olan vakti ifade eder. Bu vakit, teheccüd namazının vaktidir. Dolayısıyla bu ayette, gecenin farklı bölümlerinde kılınan farz ve nafile namazlarının vakitleri anlatılmaktadır.
[2*] Tevrat'ın Ağıtlar 2:19 ayetinde de gece kalkıp ellerini yukarı kaldırarak Allah’a yakarma emri bulunmaktadır. Türkçesinde detayları belli olmamakla birlikte, aşağıdaki İngilizce sitedeki meallerin parantez içi bilgilerinden, gecenin 3 ya da 4 bölüme ayrıldığı ve bu bölümlerde kalkıp "haykırma/içini dökme" şeklinde tercüme edilen (ancak büyük ihtimalle "tilavet" emrinin karşılığı olan) bir emir olduğu anlaşılıyor. İngilizce Kuran meallerinde de tilavet kavramı "yüksek sesle okuma, anlatma/sayıp dökme" anlamlarına gelen "recite" kavramıyla tercüme ediliyor. https://www.biblegateway.com/verse/en/Lamentations%202%3A19