TEKVİR
[*] Gelenekte, işâr = الْعِشَارُ kelimesi, on aylık hamile deve anlamına gelen uşerâ = عشراء’nın çoğulu sayılarak âyete: “gebe develer salıverildiğinde” meali verilir. Güneşin dürüldüğü, yıldızların karardığı ve dağların yürütüldüğü bir ortamda bütün canlılar ölmüş olacağından bu anlam buraya uymaz. İşâr, âşere = عاشر fiilinin mastarı olduğundan ona muâşeret yani birlikte yaşama anlamını vermek gerekir. Çünkü Kıyamet günü “Kimse, üzerine titrediği bir yakınını bile sormaz. Bunlar onlara gösterilir. Suçlu kimse o günün azabından kurtulmak için fidye olarak oğullarını vermek ister. Karısını, kardeşini; kendini barındırmış sülalesini de vermek ister. Hatta yeryüzünde kim varsa hepsini verip kendini kurtarmak ister.” (Meâric 70/10–14) Böylece birlikte yaşamanın bütün şartları ortadan kalkmış olur
[*] Sadece yabani hayvanlar değil, bütün hayvanlar tekrar yaratılacak ve bir araya getirilecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yerde kıpırdayan bütün hayvanlar ve iki kanadıyla uçan kuşlar sizin gibi topluluklardır. Bu Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık, Sonra onlar Rablerinin huzurunda toplanacaklardır.” (En’âm 6/38)
[*] Yürütülen dağlar, denizleri doldurunca karalar genişler. İlgili ayetler şöyledir: “Yer uzatılınca” (İnşikak 84/3)
“Sana dağları soruyorlar. De ki “Rabbim, onları un ufak edip savuracak! Yerlerini dümdüz, bomboş bırakacak. Orada ne bir çukur, ne de tümsek göreceksin.” (Taha 20/105–107)
[*] Ruh ve beden, her insanda bulunan iki nefistir. Ruh, bedeni ev gibi kullanır; beden uykuya dalınca çekip gider, uyanınca gelir. Ölen beden yıkılan ev gibidir; yeniden dirilinceye kadar ruh oraya dönmez (Zümer 39/42). Ruhun bedenle birleşmesi, bedenin yapısının tamamlanmasından sonradır. Bir âyet şöyledir: “Yarattığı her şeyi güzel yaratan ve o insanı (Âdem’i) yaratmaya çamurdan başlayan O’dur. Sonra onun soyunu bir özden; zayıf bir sudan yaratmıştır. Sonra (organlarını tamamlamış) dengesini kurmuş ve ona ruhundan üflemiş; (böylece) size dinleme, ileri görüşlü olma (basiret) yeteneği ve gönüller vermiştir. (Bu yetenekleri) Ne kadar az değerlendiriyorsunuz!” (Secde 22/7-9) Şu âyete göre, ruhun üflenmesiyle oluşan yetenekler cinlerde de vardır: “Cinlerin ve insanların çoğunu sanki Cehennem odunu olsunlar diye yetiştirdik#. Onların kalpleri vardır ama (gerçeği) kavramazlar; gözleri vardır ama ilerisini görmezler; kulakları da vardır ama (söz) dinlemezler. Onlar en’âm (koyun, keçi, sığır ve deve) gibidirler. Aslında daha düşük seviyededirler. Onlar tam bir gaflet içindedirler.” (Araf 7/179) Bu yüzden Ahirette yeniden dirilen, kendini uykudan uyanmış sanır. “Sura üflenmiştir. İşte o zaman kabirlerinden Rablerine doğru koşup giderler. ‘Yazık oldu bize! Bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı?’ derler.” (Yasin 36/51-52)
[*] وَإِذَاالْمَوْؤُودَةُ سَئلَتْ = “Diri diri gömülen kız sorunca” şeklinde kıraat da vardır (Taberî).
[*] Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Göğü, kitap için kâğıt dürer gibi düreceğimiz gün, onu, ilkin yaratmaya başladığımız hale çevireceğiz. Bu bizim vaadimizdir; yerine getireceğiz.” (Enbiya 21/104) Göklerin dürülünce, yedinci kat göğün üstünde, Sidret’ül-münteha’nın yanında bulunan Cennet (Necm 53/14-15), Dünya’dan görülecek hale gelmiş, hatta daha da yaklaştırılmış olur.
[*] الْخُنَّسِ geriye kalanlar veya kendi içine kapanıp kalanlar demektir.
[*] Güneş, ay ve yıldızlar böyledir; günün bir kısmında görünür, bir kısmında görünmezler. Canlılar da aynıdır. Günün bir kısmını yuvalarında bir kısmını da dışarıda geçirirler.
[*] Gecenin başında ve sonunda alacakaranlık olur. Bunlar ikişer bölümdür. Gündüzün bittiği vakitte başlayan alacakaranlığın birinci bölümünde akşam, ikinci bölümü yatsı vaktidir. Sabahın alaca karanlığının birinci bölümü seher ve sahur vakti, ikinci bölümü de oruca başlama ve sabah namazı vaktidir. Akşam namazı vaktinde azalmaya başlayıp yatsı sonunda en düşük seviyeye inen gündüz sıcaklığı, seher vaktinde tekrar artmaya başlayınca tabiat uyanır, kuşlar cıvıldar, hayvanlar hareketlenir, insan bedeninde de fizyolojik bir uyanma gerçekleşir. Sabah namazı vakti girmeden önce seher yeli eser.
[*] Son dört âyette Allah yemin etmektedir. Allah’ın bir şeye yemin etmesi, sadece o şeyin önemine vurgu yapmak içindir. Bu yüzden biz, bu anlama uygun meal verdik.
[*] Âyetlerimizi onlara, hem çevrelerinde hem de kendi içlerinde öyle göstereceğiz ki sonunda onun (Kur’ân’ın) gerçek olduğu, onlar açısından da iyice ortaya çıkacaktır. (Fussilet 41/53)
Elçinin sözü, onu gönderenin sözüdür. Bahsi geçen şeyler (gök cisimleri, gece-gündüz vb…) üzerinde düşünenler, bu kitabın Allah’ın kitabı olduğunu anlarlar. Âyetleri Nebi’ye getiren Cebrail’dir. “Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, Kur’ân şerefli bir elçinin (Cebrail’in) sözüdür. O, bir şairin sözü değildir; ne az inanıyorsunuz! O bir kâhinin sözü de değildir; ne kadar az düşünüyorsunuz! Kur’an, âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Eğer o (Muhammed), bize karşı, bazı sözler uydursaydı, onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık. Hiçbiriniz de onu koruyamazdınız.” (Hakka 69/38-47)
[*] Hira Dağı, Kabe’nin etrafında binalar yokken, kolayca görülürdü. Allah Teala şöyle buyurmuştur: (Muhammed) O sözleri kendi arzusuna göre söylemiyor. O söz, kendine gelen vahiyden başkası değildir. Bunu ona, çok güçlü olan (Cebrail) öğretti. Sağlam yapılı olan (Cebrail) ona, kendi yapısıyla göründü. Muhammed, (Kâbe’ye göre) en yüksek ufukta (Hira Dağında) idi. Sonra (Cebrail) yaklaştı ve aşağıya süzüldü. (Muhammed ile) İki yayın yarısı gibi oldular; hatta birbirlerine daha da sokuldular. (Cebrail, Allah’ın) kendine vahyettiğini, (Allah’ın) kuluna (Muhammed’e) vahyetti. (Muhammed’in) Gördüğünü gönlü yalanlamadı. Onun gördüklerine yine de kuşkuyla mı bakacaksınız? (Necm 53/3-12)
[*] “Allah bütün gaybı bilir ve gaybını dilediği elçi dışında kimseye açmaz. Onun da önüne ve arkasına gözcüler salar ki, o (elçi) Rabbi’nın gönderdiklerin hepsini ulaştırdıklarını bilsin, yanlarında olanı kavrasın ve her şeyi tek tek saysın.“ (Cin 72/26–28)
[*] 22. âyete göre Mekkeliler Muhammed aleyhisselamın cinlerin etkisinde kaldığını söylüyorlardı. Cinler, birinci kat göğe çıkar, Mele-i A’lâ’dan bazı dostlarına haberler getirirlerdi. (Cin Suresi 72/1-12) İnsanların ve cinlerin yoldan çıkmış olanına şeytan denir (En’âm 6/112). Muhammed aleyhisselam o sözleri, böyle bir şeytandan almamıştır.
[*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât ذكر md.). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan âyetler ve indirilen âyetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28) Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209). Bu sebeple ilâhî kitapların ortak adı Zikir’dir (Enbiya 21/24). Bir âyet şöyledir: “Dikkat edin, kalpler ancak Allah'ın zikri (Kitabındaki bilgiler) ile yatışır.” (Ra’d 13/28)
[*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. Özne insansa “gereğini yaptı”, Allah ise “gereğini yarattı” anlamına gelir. Onun mutlaka bir gizli nesnesi/mef’ulü olur ve o nesne cümlenin akışından anlaşılır (Bkz. Müfredât). Bir şeyin olması için Allah’ın ‘Ol!’ emrini vermesi gerekir. (Yasin 36/82) Bu âyete göre, Allah’ın böyle bir emri olmadan hiçbir şey yapamayız.
Ayrıca bkz. http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-meset-irade-ve-fitrat.html