TEĞABÛN
[*]Kafirler de zorunlu olarak Allah’ın koyduğu kurallara (tabiat kanunlarına) boyun eğerler, yoksa yaşamaları imkansızlaşır. Onların boyun eğmedikleri,tercihimize bırakılanlardır. Bu gerçekleri (ayetleri) görmezden geldikleri için kafir olurlar.
[*] İnsanı, gerçekten en güzel yeteneklerle yarattık. (Tîn 95/4)
[*1] Allah'a ve Elçisine inanmak ancak Elçi'ye indirilen Kitab'a inanmakla mümkün olabildiği için ikinci cümle, birinci cümlenin atf-ı tefsiri sayılarak meal verilmiştir.
[*] Sevabı günahından fazlaysa.
[*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi o sözü iletmek için gönderilen elçi anlamına da gelir (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, O’nun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen رسول اللّه = Allah’ın Resulü sözlerinde asıl vurgu âyetleredir. Uhud savaşında nebîmiz’in öldüğüne dair haberlerin yayılması üzerine şu âyet inmişti: “Muhammed sadece elçidir. Ondan önce de elçiler geldi. O ölse veya öldürülse, gerisin geri mi döneceksiniz?” ( l-i İmrân 3/144) Allah’ın son resulü öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, sadece Kur’an’dır. Resul kelimesine “Resulün/Elçinin getirdiği” meali bunun için verilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Resullere apaçık tebliğden başka ne düşer?" (Nahl 16/35) "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, bunu yapmazsan onun resullüğünü yapmamış olursun" (Maide 5/67)
[*1] Kelimenin kökü olan adv = عدو , haddini aşmak ve uyuşmazlık etmektir (Müfredât). Başkasının elindekine göz dikme, onun hakkını ele geçirme isteğidir. Bu da haddini aşmak olur ( Bakara 2/286; Nisa 4/43 99, Hac 22/ 60, Mücadele 58/2; Maide 5/13, Hicr 15/85, Zuhruf 43/89; Teğabun, 64/14).
[*2] Kur’an-ı Kerim’de suçluların suçunu görmezden gelmek, onları bağışlamak anlamında üç farklı kelime kullanılmaktadır: Biri affetmek anlamındaki (afv -عفو), diğeri bağışlamak, örtmek anlamındaki mağfiret (مغفرة), üçüncüsü ise yeni bir sayfa açmak anlamındaki safhtır (صفح). Biz Allah’ın öğretmesiyle O’ndan bizi afetmesini ve mağfiret etmesini dileriz. Allah bize kendisinin mağfiret edici ve affedici olduğunu bildirir. Kimi ayetlerde af ve safh Hz. Muhammed’ten, kimi ayetlerde Müslümanlardan istenir. Diğer bir ayette ise Müslümanlar affetmeye, safh etmeye ve mağfiret etmeye teşvik edilir. Afvun (عفو) sözlükte, silme, kazıma, eliyle görülmeyecek hale getirme demektir. Terim olarak ise üzerindeki suçu değil cezayı kaldırmak anlamındadır. Safh (صفح), sözlükte yüzünün güzel tarafını göstermek, yeni sayfa açmak demektir. Terim olarak hem suçu hem de verilen cezayı kaldırmak demektir. Mağfiret (مغفرة), sözlükte örtmek, kapatmak, gizlemek demektir. Terminolojide ise suçlu üzerinden suçu ve cezayı kaldırmakla birlikte onu korumak ve himayesi altına almak anlamına gelir. Savaşlarda başı, ok ve kılıçtan korumak için yapılan miğfer (مغفر) de mağfiret ile aynı kökten gelmektedir. Demek ki, anlam açısından safh, aftan daha geniştir, mağfiret ise safhtan daha geniştir. Bu durumda affın içinde safh yoktur, ama safhın içinde af vardır. Mağfiret ise hem affın hem de safhın anlamlarını içermektedir. Mesela: Hakim bayramlarda hapisteki bir kısım suçluları affeder ve onları serbest bırakır, ama onların sabıka kayıtlarını silmez. Bu suçlular hapisten çıktıktan sonra çalışmak için başvurdukları yerlerden sabıkaları yüzünden reddedilir. Eğer hakim onlara safh yapmış olsaydı (yani onlar için yeni bir sayfa açmış olsaydı), onlar hem hapisten serbest bırakılırdı hem de sabıka kayıtları silinmiş olurdu. Onlar toplum içinde diğer insanlar gibi rahat yaşayabilirdi. Eğer hakim onları mağfiret etseydi onların suçunu ve cezasını kaldırmak dışında onları devlet memuru da yapardı.
Allah’ın müminleri affetmesi onlardan cezayı kaldırmasıdır; onlara mağfiret etmesi ise onlardan suçu ve cezayı kaldırmakla beraber cehennemden koruması ve cennete sokması demektir.