KEHF

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Kehf 18/1)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلٰى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِوَجًاۜ
Her şeyi mükemmel yapmak,[1*] kuluna bu kitabı indiren ve onda herhangi bir eğrilik[2*] oluşturmayan Allah’a özgüdür.[3*]

[1*] “Hamd”, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için “güzel” yerine “mükemmel” kelimesini kullandık (Fatiha 1/2).

[2*] Eğrilik anlamı verdiğimiz ivec (عوج), çok dikkat edilmedikçe anlaşılamayacak olan eğriliktir (Müfredat). Doğruya çok yakın görünecek şekilde anlamda yapılan çarpıtmalar, böyle eğriliklerdir. Kur’an’da herhangi bir ivec yoktur (Zümer 39/28); ancak insanlar Kur’an’a uymak yerine Kur’an’ı kendilerine uydurmak için anlamı çarpıtabilir yani ivec yapabilirler. 

[3*] Furkan 25/1.

 

(Kehf 18/2)
قَيِّمًا لِيُنْذِرَ بَأْسًا شَد۪يدًا مِنْ لَدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْرًا حَسَنًاۙ
(Onu) dosdoğru bir kitap olarak indirmiştir ki kendi katından gelecek çetin[1*] bir baskıya karşı uyarıda bulunsun, iyi işler yapan müminler için de güzel bir ödül olduğunu müjdelesin;[2*]

[1*] Çetin, ayetteki (شديد) ‘şedîd’in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır (En'âm 6/160).

[2*] İsra 17/9-10, Fussilet 41/2-4, Ahkaf 46/12.


(Kehf 18/3)
مَاكِث۪ينَ ف۪يهِ اَبَدًاۙ
içinde sonsuza dek kalacakları yeri /cenneti[*] (müjdelesin.)

[*] Nisa 4/57, 122; Maide 5/119, Tevbe 9/20-22,100; Teğabün 64/9, Talak 65/11, Beyyine 98/8.


(Kehf 18/4)
وَيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًاۗ
(O Kitab’ı) bir de “Allah çocuk edindi.” diyenleri[*] uyarsın diye indirmiştir.

[*] Yahudiler Üzeyir’i, Hristiyanlar İsa’yı, Mekke müşrikleri de melekleri Allah’ın çocuğu sayarlar (Bakara 2/116, En’am 6/100-102, Tevbe 9/30, Yunus 10/68, Nahl 16/57, Enbiya 21/26).


(Kehf 18/5)
مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِاٰبَٓائِهِمْۜ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۜ اِنْ يَقُولُونَ اِلَّا كَذِبًا
Bu hususta onların da atalarının da elinde bir bilgi yoktur. Ağızlarından çıkan laf ne kadar büyüktür![*] Onlar sadece yalan söylüyorlar.

[*] Meryem 19/88-92.


(Kehf 18/6)
فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ اِنْ لَمْ يُؤْمِنُوا بِهٰذَا الْحَد۪يثِ اَسَفًا
Bu söze (Kur’ân’a) inanmazlarsa arkalarından üzülerek neredeyse kendini yiyip bitireceksin![*]

[*] En’am 6/35, Nahl 16/37, Şuara 26/3, Neml 27/70, Fatır 35/8.


(Kehf 18/7)
اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا
Biz, yeryüzünde olanları onun için bir süs yaptık ki hangisi daha güzel iş yapacak diye insanları yıpratıcı bir imtihandan geçirelim.[*]

[*] Bakara 2/155, Hud 11/7, Mülk 67/2.


(Kehf 18/8)
وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَع۪يدًا جُرُزًاۜ
(Gün gelecek) Onun üzerinde olanları mutlaka kupkuru bir yüzeye çevireceğiz.[*]

[*] İbrahim 14/48, Tâhâ 20/105-107, Rahman 55/26-27.


(Kehf 18/9)
اَمْ حَسِبْتَ اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّق۪يمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَبًا
Yoksa sen ayetlerimizden /mucizelerimizden[1*] biri olan Ashab-ı Kehf (mağara arkadaşlarının) ve onlarla ilgili yazılı bilgilerin[2*] şaşırtıcı olduğunu mu sandın!

[1*] Allah Teala 100 yıl öldükten sonra yeniden dirilttiği Üzeyir aleyhisselamı ayet yani mucize yaptığı gibi (Bakara 2/259, Tevbe 9/30) 309 yıl uyuduktan sonra uyanan ashab-ı kehfi de ayetlerinden yani mucizelerinden biri yapmıştı. Bu mucizenin sebebi, o toplumun Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu, tekrar dirilip kalkış saatinden şüphe edilemeyeceğini bilmeleri içindi (Kehf 18/21).    

[2*] Araplar yazılı metne er-rakîm (الرقيم) derler (Mekâyîs). Kur’an’ın özelliği, mesânî ve müteşabih yani birbirine benzerliği olan ikili bir yapıda olmasıdır (Zümer 39/23). Bir yerde özet olarak verilen bir bilgi, onunla benzerliği olan ayet veya ayetler kümesi ile açıklanır (Âl-i İmrân 3/7, Hud 11/1). O mağaraya sığınanlarla ilgili olarak Allah: “Sana onların haberini, gerçekleri içerir bir şekilde tüm ayrıntısıyla anlatıyoruz” (Kehf 18/13) demiş, onlarla ilgili bilgileri verdikten sonra da bu konuda, Kur’an’da anlatılanlar dışında bir tartışmaya girilmemesini ve birinden bir görüş istenmemesini emretmiştir (Kehf 18/22), Bu sebeple, âyetteki “er-rakîm (الرقيم)” kelimesi, mağaradakilerle ilgili olarak Kur’an’da yer alan bilgiler dışında bir anlama gelmez.


(Kehf 18/10)
اِذْ اَوَى الْفِتْيَةُ اِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَٓا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَدًا
Bir zamanlar birkaç genç mağaraya sığınmış ve şöyle demişlerdi: "Rabbimiz! Bize katından bir ikramda bulun ve bu işimizde başarıya ulaşmamızın şartlarını oluştur!”[*]

[*] Başarı için sadece dua etmek yetmez; gerekli gayreti de göstermek gerekir (Bakara 2/201-202, İsra 17/19-20, Kehf 18/16, Necm 53/39/40).

 

(Kehf 18/11)
فَضَرَبْنَا عَلٰٓى اٰذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِن۪ينَ عَدَدًاۙ
Biz de bunun üzerine o mağarada onların kulaklarını sayılı yıllar boyunca[*] tıkalı tuttuk /onları derin bir uykuya daldırdık.

[*] Kehf 18/25.


(Kehf 18/12)
ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ اَيُّ الْحِزْبَيْنِ اَحْصٰى لِمَا لَبِثُٓوا اَمَدًا۟
Sonra onları uyandırdık ki kaldıkları süreyi, iki taraftan[*] hangisinin doğru tespit ettiğini bilelim.

[*] İki taraf, mağaradaki gençlerin kendi aralarında iki farklı görüşte olduklarını gösterir (Kehf 18/19).

 


(Kehf 18/13)
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَاَهُمْ بِالْحَقِّۜ اِنَّهُمْ فِتْيَةٌ اٰمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًىۗ
Sana onların haberini, gerçekleri içerir bir şekilde tüm ayrıntısıyla anlatıyoruz: Onlar, Rablerine inanıp güvenmiş birkaç gençti. Biz de onların hidayetini artırmıştık.[*]

[*] Meryem 19/76, Ankebut 29/69, Muhammed 47/17.


(Kehf 18/14)
وَرَبَطْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَنْ نَدْعُوَ۬ا مِنْ دُونِه۪ٓ اِلٰهًا لَقَدْ قُلْنَٓا اِذًا شَطَطًا
Kalkıp (muhataplarına) şunları söyledikleri sırada kalplerini metanetli kılmıştık: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz Rabbimiz ile aramıza başka bir ilah koyup da onu asla yardıma çağırmayız.[*] Öyle yaparsak gerçeğe aykırı bir şey söylemiş oluruz.

[*] Ahkaf 46/5.


(Kehf 18/15)
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ لَوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِمْ بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍۜ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًاۜ
İşte şu bizim halkımız! Allah ile aralarına ilahlar koydular. Onlar, ilahları hakkında güçlü ve açık bir delil getirseler ya?[1*] Peki, bir yalanı Allah’a mal edenden daha büyük yanlışı kim yapmış olabilir!"[2*]

[1*] İnsanların çoğu ellerinde hiçbir delil olmadığı halde Allah’tan başkasına kulluk ederler (En’am 6/81A’raf 7/71, Yusuf 12/40, Hac 22/33, 71).

[2*] En’am 6/21, A’raf 7/37, Yunus 10/17, Hud 11/18, Ankebut 29/68.

 
 

(Kehf 18/16)
وَاِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ فَأْوُ۫ٓا اِلَى الْكَهْفِ يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقًا
Onlardan ve Allah’ın dışında kulluk ettiklerinden ayrıldığımızda, o mağaraya sığınalım ki Rabbimiz bize ikramından bol bol versin ve işimizin kolaylaşmasının şartlarını oluştursun.”[*]

[*] Bu ayette iltifat sanatı kullanılmıştır. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki left (لفت) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır; ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı ifadeler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.


(Kehf 18/17)
وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُرْشِدًا۟
(Orada olsaydın) Güneş doğunca mağaralarının sağ tarafından kayıp gittiğini, battığı sırada da onları soldan yalayıp geçtiğini görürdün.[1*] Onlar ise mağaranın geniş bir yerindeydiler. İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir.[2*] Allah, kimin doğru yolda olduğunu onaylarsa o hidayete ermiş olandır. Kimin de yoldan saptığını onaylarsa doğru yolda sayacak bir veli /yakın dost asla bulamazsın.[3*]

[1*] Güneş doğunca mağaralarının sağ tarafından kayıp gittiğine, batınca da orayı soldan yalayıp geçtiğine göre mağaranın önü kuzeye doğru olur. 

[2*] Kehf 18/9.

[3*] A’raf 7/178, İsra 17/97, Zümer 39/36-37.


(Kehf 18/18)
وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌۗ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا
Onların uyanık olduklarını sanırdın; hâlbuki derin bir uykuya dalmışlardı. Onları sağ tarafa ve sol tarafa döndürüyorduk. Köpekleri ise ön ayaklarını mağaranın girişine doğru uzatmıştı.[*] Onları o durumda görseydin kesinlikle arkanı dönüp kaçardın, için gerçekten korkuyla dolardı.

[*] Kehf 18/22.


(Kehf 18/19)
وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَدًا
Birbirlerine sorsunlar diye[1*] onları bu şekilde uyandırdık. İçlerinden biri: "Ne kadar kaldık?" diye sordu. (Bir taraf) "Bir gün, belki de bir günden az kaldık." dediler.[2*] (Diğer taraf) "Ne kadar kaldığımızı en iyi Rabbimiz bilir.” dediler. “Birimizi şu gümüş para ile şehre gönderelim de baksın, yemek olarak hangisi daha faydalı ise size o yiyecekten getirsin. Dikkatli davransın; bizi kimseye sezdirmesin!”[3*]

[1*] Kehf 18/12.

[2*] Benzer bir hadise için bkz: Bakara 2/259.

[3*] Bu ayette iltifat sanatı kullanılmıştır. Bkz. Kehf 18/16 dipnotu.


(Kehf 18/20)
اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذًا اَبَدًا
Çünkü onlar bizi ellerine geçirseler taşlayarak öldürür ya da kendi dini yaşama biçimlerine döndürürler[1*] de hiçbir zaman umduğumuza kavuşamayız.”[2*]

[1*] A’raf 7/88-89, İbrahim 14/13, Meryem 19/46.

[2*] Bu ayette iltifat sanatı kullanılmıştır. Bkz. Kehf 18/16 dipnotu.


(Kehf 18/21)
وَكَذٰلِكَ اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُٓوا اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۚ اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَانًاۜ رَبُّهُمْ اَعْلَمُ بِهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِدًا
Bu yolla[1*] insanları onların durumundan haberdar ettik ki Allah'ın vaadinin doğru olduğunu, tekrar dirilip kalkış saatinden şüphe edilemeyeceğini bilsinler.[2*] Bir gün insanlar onların durumunu tartışıyorlardı. Neticede: "Üzerlerine bir anıt yapın. Onları, en iyi Rableri bilir.” dediler. Sözü dinlenenler ise "Üzerlerine mutlaka bir mescit yapacağız." dediler.

[1*] Bu gençler, Hıristiyan literatüründe “Efes’in Yedi Uyurları” olarak bilinir. Putperestlik eden toplumlarından uzaklaşarak bir mağaraya sığındıkları ve yeniden dirilişi inkar eden bir Hristiyan mezhebinin ortaya çıktığı sırada uyandıkları bilinir. Onlardan biri şehre inip yüzyıllar öncesinden kalmış parasıyla insanlarla karşılaştığında durumlarının ortaya çıktığı ve onların yeniden dirilişin delili kabul edildikleri konusunda herkes mutabıktır. Ölümlerinden sonra, İmparatorun emriyle onlar için dönemin mescidi olan bir kilise yapılmasına karar verilir (TDV İslam Ansiklopedisi, Ashâb-ı Kehf; Britannica, Seven-Sleepers-of-Ephesus). 

[2*] Mü’min 40/59.


(Kehf 18/22)
سَيَقُولُونَ ثَلٰثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْۚ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِۚ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْۜ قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ مَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا قَل۪يلٌ۠ فَلَا تُمَارِ ف۪يهِمْ اِلَّا مِرَٓاءً ظَاهِرًۖا وَلَا تَسْتَفْتِ ف۪يهِمْ مِنْهُمْ اَحَدًا۟
"Onlar üç kişidir, dördüncüsü köpekleridir.” diyecekler. “Onlar beş kişidir, altıncısı köpekleridir.” de derler. Bunu bilmeden atıp tutarak yaparlar. "Yedi kişidir, sekizincisi köpekleridir." diyenler de vardır.[1*] Sen de de ki: “Onların sayısını en iyi Rabbim bilir.” Pek az kişi dışında onları bilen de yoktur. Bu yüzden onlar hakkında açıkça belirtilenler[2*] dışında kimseyle tartışma ve onların hiçbirinden bir görüş isteme.

[1*] Allah, ilk iki iddianın gerçek dışı olduğunu söylediği halde üçüncüsü aleyhine bir şey söylemediği için doğru bilgi, onların yedi kişi, sekizincisinin ise köpekleri olmasıdır. 

[2*] Kehf 18/13.

 

(Kehf 18/23)
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَا۬يْءٍ اِنّ۪ي فَاعِلٌ ذٰلِكَ غَدًاۙ
Hiçbir şey için asla "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım!" deme,[*]

[*] Çünkü hiç kimse yarın başına geleceğini bilemez (Lokman 31/34).


(Kehf 18/24)
اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۘ وَاذْكُرْ رَبَّكَ اِذَا نَس۪يتَ وَقُلْ عَسٰٓى اَنْ يَهْدِيَنِ رَبّ۪ي لِاَقْرَبَ مِنْ هٰذَا رَشَدًا
"Allah’ın tercih etmesi durumunda (yapacağım)”[1*] dersen o başka. Unuttuğun zaman Rabbini hatırla ve de ki: "Rabbim beni belki bundan (yarından) da yakın bir vakitte başarıya ulaştırır."[2*]

[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html Burada yaratması beklenenler, ihtiyaç duyulan şeylerdir.

[2*] Benzer bir ifade İncil’de şu şekilde geçmektedir: “Dinleyin şimdi: ‘Bugün ya da yarın filan kente gideceğiz, orada bir yıl kalıp ticaret yapacağız, para kazanacağız’ diyen sizler, yarın ne olacağını bilmiyorsunuz. Yaşamınız nedir ki? Kısa bir süre görünen ve sonra kaybolan bir buğu gibisiniz. Bunun yerine, ‘Rab dilerse yaşayacağız, şunu şunu yapacağız’ demelisiniz.” (Yakup 4:13-15) 


(Kehf 18/25)
وَلَبِثُوا ف۪ي كَهْفِهِمْ ثَلٰثَ مِائَةٍ سِن۪ينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا
“Onlar mağaralarında üç yüz sene kaldılar, ona dokuz (sene) daha ilave ettiler.

 

 

(Kehf 18/26)
قُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ لَهُ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِعْۜ مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَدًا
De ki: "Ne kadar kaldıklarını da en iyi Allah bilir. Göklerin ve yerin gaybı /gizlisi saklısı Allah’a aittir.[1*] O ne güzel görür ve ne güzel dinler! Hiç kimsenin Allah ile arasına koyabileceği bir velisi /yakını da yoktur. Allah hüküm koyma konusunda kimseyi kendine ortak etmez.[2*]

[1*] Hud 11/123.

[2*] Dinde hüküm koyma yetkisi tümüyle Allah’a aittir. Bu konuda Allah nebilerine dahi yetki vermemiştir (A’raf 7/32, Hud 11/1-2Ra’d 13/41, Yusuf 12/40, Nahl 16/116).  


(Kehf 18/27)
وَاتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَۚ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَدًا
Rabbinin sana vahyedilen Kitabını bağlantılarıyla birlikte oku.[1*] Onun sözlerine denk sözler getirebilecek kimse yoktur.[2*] O’ndan başka sığınılacak birini de asla bulamazsın.

[1*] Tilavet sözcüğünün kökü olan t-l-v (تلو), "birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanması” anlamındadır (Müfredât). Buna göre tilavet, birbiriyle bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır (Neml 27/92, Ankebut 29/45).

[2*] Tebdil (تبديل) “bir şeyi başka şeyin yerine koyma” anlamındadır (Müfredat). Kimse, Allah’ın sözlerinin yerine geçebilecek bir söz söyleyemez (Bakara 2/23, Yunus 10/38, Hud 11/13, İsra 17/88, Tur 52/34-35) ve onun yarattıklarının yerini tutacak bir şey oluşturamaz (Rum 30/30). Bu ayette ve En’am 6/34, 115’te geçen mübeddil (مُبَدِّلَ) kelimesi, “Onun sözlerinin dengini getirecek kimse” anlamındadır.


(Kehf 18/28)
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطًا
Rablerinin beğenisini kazanmaya odaklanarak sabah akşam ona dua edenlerle beraber olma konusunda sabır göster /duruşunu bozma! Dünya hayatının süsüne kapılarak gözlerin onlardan başka tarafa kaymasın.[1*] Kalbini zikrimize (Kur’an’a) karşı ilgisiz bulduğumuz, arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olanlara da boyun eğme.[2*]

[1*] En’am 6/52, Hicr 15/88, Şuara 26/215.

[2*] Furkan 25/52, Ahzab 33/1, 48, Kalem 68/8-10, İnsan 76/24.


(Kehf 18/29)
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَارًاۙ اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ وَاِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۜ بِئْسَ الشَّرَابُۜ وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقًا
De ki: Bu gerçek (Kur’an) Rabbinizdendir. Artık (inanmayı) tercih eden inansın, (inanmamayı) tercih eden kâfirlik etsin /görmezlikte dirensin.[1*] Biz yanlışlara dalan kimseler için alevleri, kendilerini kuşatacak bir ateş hazırladık. (Susuzluktan) feryad ederlerse erimiş madene benzeyen ve yüzleri kavuran bir su ile imdatlarına yetişilir. Ne kötü içecektir o su, ne kötü bir dinlenme yeridir orası![2*]

[1*] Nisa 4/174-175, Yunus 10/108, İnsan 76/3, Beled 90/10.

[2*] Yunus 10/4, İbrahim 14/16, Saffat 37/67, Muhammed 47/15, Vakıa 56/54-55, Nebe 78/24-25, Ğaşiye 88/5.


(Kehf 18/30)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ مَنْ اَحْسَنَ عَمَلًاۚ
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlara gelince, biz güzel işler yapanların ödülünü zayi etmeyiz.[*]

[*] A’raf 7/170.


(Kehf 18/31)
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۜ نِعْمَ الثَّوَابُۜ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا۟
İşte onlar için alt taraflarından ırmaklar akacak olan Adn cennetleri vardır. Onlara orada altın bileklikler takılacak, ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler giyecekler ve orada koltuklara kurulacaklardır.[1*] Ne güzel ödüldür o, ne güzel dinlenme yeridir orası![2*]

[1*] A’raf 7/32.

[2*] Tevbe 9/72, Yunus 10/9-10, Nahl 16/30-31, Tâhâ 20/75-76, Hac 22/23, Fatır 35/33, Şûrâ 42/22, Duhan 44/51-53, Rahman 55/54, İnsan 76/12-21.

 

(Kehf 18/32)
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلًا رَجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعًاۜ
Onlara şu iki adamı örnek ver:[*] Birine, iki üzüm bağı vermiş, bağların etrafını hurma ağaçlarıyla çevirmiş, iki bağın arasında da ekin bitirmiştik.

[*] Benzer bir kıssa için bkz: Kalem 68/17-33.

 

(Kehf 18/33)
كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ اٰتَتْ اُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـًٔاۙ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَرًاۙ
Her iki bağ, ürünlerini vermiş ve hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. Aralarından akıp giden bir su kaynağı oluşturmuştuk.


(Kehf 18/34)
وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌۚ فَقَالَ لِصَاحِبِه۪ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ مَالًا وَاَعَزُّ نَفَرًا
Onun bir geliri daha vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken şöyle demişti: "Benim malım seninkinden çok, adam yönünden de daha üstünüm."[*]

[*] Çoklukla övünme duygusu, mü’min-kafir, bütün insanlarda vardır (Hadid 57/20, Tekasür 102/1). 

 

(Kehf 18/35)
وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ قَالَ مَٓا اَظُنُّ اَنْ تَب۪يدَ هٰذِه۪ٓ اَبَدًاۙ
Kendisini yanlış düşüncelere daldırmış bir şekilde bağına girmiş ve şöyle demişti: "Ben buranın yok olacağını hiç bir zaman düşünmüyorum!


(Kehf 18/36)
وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ وَلَئِنْ رُدِدْتُ اِلٰى رَبّ۪ي لَاَجِدَنَّ خَيْرًا مِنْهَا مُنْقَلَبًا
O saat /mezardan kalkış saati diye bir şeyin olacağını da düşünmüyorum! Ama olur da Rabbimin huzuruna çıkarılırsam o dönüşüm yerinde kesinlikle bundan daha iyisini bulurum!"[*]

[*] Fussilet 41/50, Sebe 34/35Hümeze 104/1-3.


(Kehf 18/37)
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَكَفَرْتَ بِالَّذ۪ي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوّٰيكَ رَجُلًاۜ
Karşılıklı olarak konuşurlarken arkadaşı ona şöyle demişti: "Seni topraktan, sonra döllenmiş yumurtadan yaratan ve sonra bir adam haline getireni (Allah'ı) görmezlikten mi geliyorsun?[*]

[*] Mü’minun 23/12-14, Secde 32/7-9, Kıyamet 75/37-39, Mürselat 77/20-23, İnfitar 82/6-8.

 


(Kehf 18/38)
لٰكِنَّا۬ هُوَ اللّٰهُ رَبّ۪ي وَلَٓا اُشْرِكُ بِرَبّ۪ٓي اَحَدًا
Ama ben (senin gibi değilim)! O Allah’tır; Benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.[*]

[*] Sahip olduğu mal ve adamlarla övünen kişi, bunları onun hizmetine veren Allah’ı ikinci plana atmış ve kendini Allah’ın yerine koyarak ona ortak koşmuş olur. Kehf 18/35-36 ayetlerde, onu müşrik yapan konuşmaları aktarılmıştır.


(Kehf 18/39)
وَلَوْلَٓا اِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِۚ اِنْ تَرَنِ اَنَا۬ اَقَلَّ مِنْكَ مَالًا وَوَلَدًاۚ
Bağına girdiğinde keşke: “Mâşallah![*] Bütün güç Allah’ın elindedir!” deseydin! Beni mal ve evlat yönünden kendinden aşağı görüyorsan

[*] Şâe (شاء) için bkz. Kehf 18/24’ün dipnotu.


(Kehf 18/40)
فَعَسٰى رَبّ۪ٓي اَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْرًا مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِنَ السَّمَٓاءِ فَتُصْبِحَ صَع۪يدًا زَلَقًاۙ
(şunu bil ki) Rabbim bana senin bağından daha iyisini verebilir. Seninkine de gökten hesabını görecek bir afet gönderir de orası çıplak ve kaygan bir yüzeye dönüverir.[*]

[*] Kalem 68/19-20.

 

(Kehf 18/41)
اَوْ يُصْبِحَ مَٓاؤُ۬هَا غَوْرًا فَلَنْ تَسْتَط۪يعَ لَهُ طَلَبًا
Ya da suyu çekilebilir, artık o suyu arasan da asla bulamazsın."[*]

[*] Mülk 67/30.

 

(Kehf 18/42)
وَاُح۪يطَ بِثَمَرِه۪ فَاَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلٰى مَٓا اَنْفَقَ ف۪يهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُشْرِكْ بِرَبّ۪ٓي اَحَدًا
(Derken) Ürününü felaket sardı. (Nankörlük eden adam) Yaptığı harcamalara üzülerek ellerini ovuşturmaya başladı. Bağ, çardakları üzerine çökmüştü. "Ah, keşke Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmasaydım!”[*] diyordu.

[*] Bkz. Kehf 18/38. ayetin dipnotu.


(Kehf 18/43)
وَلَمْ تَكُنْ لَهُ فِئَةٌ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَمَا كَانَ مُنْتَصِرًاۜ
Allah’tan başka kendisine yardım edecek bir topluluk çıkmadı. Kendine de bir faydası olmadı.[*]

[*] Benzer bir örnek için bkz: Kasas 28/76-82.

 


(Kehf 18/44)
هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلّٰهِ الْحَقِّۜ هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَخَيْرٌ عُقْبًا۟
İşte böyle bir durumda koruyup kollamak, bütünüyle gerçek olan Allah'a özgüdür.[*] O, en hayırlı karşılığı veren ve işlerin sonunu hayırlı kılandır.

[*] Ra’d 13/11, Şûrâ 42/8-9.

 

(Kehf 18/45)
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَش۪يمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُقْتَدِرًا
Onlara dünya hayatını şöyle örneklendir: O, gökten indirilen su sayesinde yerin bitkilerinin (yetişip) birbirine karışması, daha sonra rüzgârın savurduğu kuru ot parçalarına dönüşmesi gibidir.[*] Allah, her şeye bir ölçü koyandır.

[*] Yunus 10/24, Zümer 39/21, Hadid 57/20.

 

(Kehf 18/46)
اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلًا
Mal ve evlat dünya hayatının süsüdür. Kalıcılığı olan iyi işler ise Rabbinin katında hem karşılık bakımından daha iyi, hem de ümit bağlama bakımından daha iyidir.[*]

[*] Âl-i İmran 3/14-15, Nahl 16/96, Meryem 19/76, Sebe 34/37, Teğabün 64/15.

 


(Kehf 18/47)
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَدًاۚ
Bir gün dağları yürüteceğiz, yeryüzünü dümdüz bir halde göreceksin.[1*] Onları (insanları ve cinleri)[2*] bir araya toplayacağız.[3*] Onlardan tek bir kişiyi bile (geride) bırakmayacağız.[4*]

[1*] Tâhâ 20/105-107, Tur 52/10, Vakıa 56/5, Mearic 70/9, Müzzemmil 73/14, Mürselat 77/10, Karia 101/5.

[3*] En’am 6/130-131Hicr 15/25, Mülk 67/24.

[4*] Meryem 19/94.

 

(Kehf 18/48)
وَعُرِضُوا عَلٰى رَبِّكَ صَفًّاۜ لَقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۘ بَلْ زَعَمْتُمْ اَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِدًا
Saflar halinde Rabbinin huzuruna çıkarılacaklar. (Onlara şöyle denecek:) "Karşımıza, sizi ilk yarattığımız gibi (tek başınıza) geldiniz.[1*] Oysa sizin için bir buluşma yeri ve zamanı, asla belirlemeyeceğimizi iddia etmiştiniz."[2*]

[1*] En’am 6/94, Meryem 19/95, Fussilet 41/21.

[2*] En’am 6/29, Nahl 16/38, Casiye 45/24, Teğabün 64/7, Cin 72/7.

 

(Kehf 18/49)
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَا لِ ‌هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًاۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَدًا۟
Amel defterleri (önlerine) konur. Suçluları, defterlerinde olanlardan dolayı korkudan tir tir titrer halde görürsün. "Vay halimize!” derler. “Bu nasıl bir defter! Küçük büyük hiçbir şey bırakmamış, hepsini tek tek sayıp dökmüş!” Yaptıkları her şeyi orada (kayıtlı) bulurlar.[1*] Senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.[2*]

[1*] Yunus 10/21, İsra 17/13-14, Mü’minun 23/62, Zümer 39/69, Zuhruf 43/80, Casiye 45/29, Kamer 54/52-53, Mücadele 58/6, Hâkka 69/25-29, Kıyamet 75/13, Nebe 78/29, 40, İnfitar 82/10-12, Zilzal 99/6-8. 

[2*] Nisa 4/40.

 

(Kehf 18/50)
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُون۪ي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ بِئْسَ لِلظَّالِم۪ينَ بَدَلًا
Bir gün meleklere: “Âdem’e secde edin /karşısında saygıyla eğilin!”[1*] dedik; İblis hariç hemen secde ettiler. İblis de (melek olarak görevlendirilen) o cinlerdendi[2*] ama Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi siz, onu ve soyunu,[3*] benimle aranıza koyup veliler mi ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar size düşmandır.[4*] Yanlışa dalanların Allah’ın yerine koydukları şey ne kötüdür!

[1*] Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda vücudumuz ayaklar, eller ve dizler üzerinde yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamındaki secdedir (Nisa 4/102-103).

[2*] İmtihan için yaratılan varlıklar insanlar ve cinlerdir (Zariyat 51/56). İnsanlar duyu organları ile algılanabilirken cinler algılanamazlar. Melek ise cinlerin Allah tarafından görevlendirilmiş olanlarına verilen isimdir. Dolayısıyla melekler de duyu organlarıyla algılanamayan, imtihana tabi varlıklardır. Görevinden kovulan melek artık sıradan bir cin haline gelir. Halk arasında bu ayete dayanılarak İblis’in melek değil, cin olduğu bilgisi yaygındır. Oysa meleklere Âdem Aleyhisselama secde etmeleri emrinin verildiğini bildiren ayetlerde “hepsi secde etti ama İblis etmedi” ifadeleriyle İblis, o meleklerden istisna edilir (Bakara 2/34, A’râf 7/11, Hicr 15/31, İsra 17/61, Tâhâ 20/116, Sebe 34/20, Sâd 38/74). Bu durum İblis’in de meleklerden yani Allah katında görevli cinlerden olduğunu gösterir. Secde emrine karşı gelip kibirlendiği için görevinden kovulmuş ve sıradan bir cin haline gelmiştir (A’râf 7/13). Bu suçu hangi melek işlese aynı cezaya çarptırılır (Nisâ 4/172-173).

[3*] İsra 17/64.

[4*] Fatır 35/6.


(Kehf 18/51)
مَٓا اَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَا خَلْقَ اَنْفُسِهِمْۖ وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلّ۪ينَ عَضُدًا
Göklerin ve yerin yaratılışına da kendi yaratılışlarına da onları şahit tutmadım. Yoldan saptıranları kendime yardımcı edinmiş de değilim.[*]

[*] Allah her şeyden güçlü ve üstündür, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur (Hac 22/74, Lokman 31/26).

 

(Kehf 18/52)
وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقًا
Bir gün (Allah, müşriklere), "Ortaklarım olduğunu iddia ettiklerinize seslenin!” diyecek. Ortak saydıklarını hemen çağıracaklar ama onlar çağrılarına cevap vermeyecekler.[1*] Sanki aralarına bir uçurum koymuş olacağız.[2*]

[1*] Nahl 16/27, Kasas 28/62, 74, Fussilet 41/47.

 

 

 


(Kehf 18/53)
وَرَاَ الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفًا۟
O suçlular ateşi görürler ve içine düşeceklerini anlarlar;[1*] ama oradan dönme imkanı bulamazlar.[2*]

[1*] En’am 6/27-30.

[2*] Kehf 18/58, Fussilet 41/48, Kıyamet 75/10-11.

 

(Kehf 18/54)
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ اَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا
Biz bu Kur'ân'da insanlar için her örneği değişik biçimlerde verdik. Ama insan en çok cedelleşen/ tartışan varlıktır![*]

[*] Allah, bu surede de Ashab-ı Kehf’i, bahçe sahiplerini, Musa aleyhisselam ile salih kulu ve bir de Zülkarneyn’i örnek olarak vermiştir (İsra 17/41-89, Tâhâ 20/113, Rum 30/58, Zümer 39/27).


(Kehf 18/55)
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا
Kendilerine bu rehber /Kur’an geldiğinde, insanların inanıp güvenmelerini ve Rablerinden bağışlanma dilemelerini engelleyen tek şey[1*] öncekilere uygulanan sünnetin[2*] /yasanın kendilerine de uygulanmasını veya azabın gelip çatmasını beklemeleridir.[3*]

[1*] İsrâ 17/94.

[2*] Sünnet, nebiler dahil bütün inananların takip etmek zorunda olduğu değişmez kuralların uygulandığı ana yoldur. O yola girmeyenler kaybederler. Sünnet kelimesi, bu âyette olduğu gibi Allah’ın, kendi kanunlarını, fert ve toplumlara uygulamasi ile ilgili olarak da kullanılır (Âl-i İmran 3/137, Nisa 4/26, Enfâl 8/38, Hicr 15/13, İsra 17/76-77, Ahzab 33/38, 62; Fatır 35/43, Mü’min 40/85, Fetih 48/23).

 

(Kehf 18/56)
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ وَيُجَادِلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَمَٓا اُنْذِرُوا هُزُوًا
Biz elçileri sadece müjdeci ve uyarıcılar olarak göndeririz.[1*] Kafirlik edenler, hakkı /gerçekleri, batıl ile /uydurma şeylerle ortadan kaldırmak için mücadele ederler.[2*] Onlar ayetlerimi ve kendilerine yapılan uyarıları hafife alırlar.

[1*] Bakara 2/213, Nisa 4/165, En’âm 6/48.

[2*] Mü’min 40/5.


(Kehf 18/57)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذًا اَبَدًا
Rabbinin ayetleri kendisine anlatılan, sonra da onlarla arasına mesafe koyan ve daha önce yaptıklarını unutan kişiden daha büyük yanlış yapan kişi kimdir?[1*] Kur’an’ı anlamasınlar diye (sanki) kalplerinin üzerinde kat kat örtüler, kulaklarında da tıkaçlar oluşturmuşuz![2*] Onları doğru yola çağırsan bile asla yola gelecek değildirler.[3*]

[1*] Secde 32/22, Tâhâ 20/124-127.

[2*] Kâfirlerin ön yargıları, istiâre-i temsiliyye /alegori ile canlandırılmıştır. İstiârede benzetme edatı gizlenir. Buradaki mecaz gerçek sanıldığı için benzetme edatı, tarafımızdan “sanki” sözüyle açığa çıkarılmıştır (Lokman 31/6-7, Yasin 36/8-10, Câsiye 45/6-7). “Sanki” edatı yazılmazsa bazı insanlar, Allah’ın kafirlere, tövbe kapısını kapattığını ve özgürce karar almalarını engellediğini sanacaklardır. Oysa tövbe edildiği yani yanlıştan dönüldüğü takdirde affedilmeyecek bir günah yoktur (Bakara 2/150-160, Nisa 4/17-18, Zümer 39/53). Ayetleri görmezlikte direnenler, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini gereği gibi kullanmaz; gerçekleri görmek, duymak ve anlamak istemezler (Fussilet 41/5). Sanki Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine de perde çekmiş gibi davranırlar. Ayrıca Allah, kâfirleri, en’ama yani koyun, keçi, sığır ve deveye benzetmiştir. Bunun sebebi de kalplerini, kulaklarını ve gözlerini bir insan gibi kullanmamalarıdır (A’raf 7/179, Furkan 25/43-44). Ayrıca bakınız: Nisa 4/155, Maide 5/13, En’am 6/46, A’raf 7/100-101, Tevbe 9/87,93, Yunus 10/74, Nahl 16/106-108, Rum 30/58-59, Mü’min 40/35, Casiye 45/23, Muhammed 47/16, Saf 61/5, Münafikun 63/3, Mutaffifin 83/14.

[3*] En’âm 6/25, İsra 17/46.


(Kehf 18/58)
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِۜ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَۜ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِه۪ مَوْئِلًا
Senin Rabbin çokça bağışlayandır, bol ikram sahibidir.[1*] Eğer onlara yaptıklarının cezasını hemen verecek olsaydı anında azap ederdi.[2*] Ama onların cezalandırılacakları ve hiçbir kaçış yolu bulamayacakları bir gün elbette olacaktır.[3*]

[1*] En’âm 6/12, 54, 133, 147.

[2*] İbrahim 14/42, Nahl 16/61, Fâtır 35/45.

[3*] Kehf 18/53.


(Kehf 18/59)
وَتِلْكَ الْقُرٰٓى اَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِدًا۟
İşte yanlışlara daldıklarında helak ettiğimiz kentler[*] Onların helak edilmeleri için bir zaman belirlemiştik.

[*] Enbiya 21/11-15. Helak edilenler; Âd, Semud gibi kavimlerdir (Hakka 69/4-8). Bunların tek istisnası Yunus’un (a.s.) kavmidir. Onlar azap gelmeden yanlışlarından dönmüş ve kurtulmuşlardır (Yunus 10/98).


(Kehf 18/60)
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِفَتٰيهُ لَٓا اَبْرَحُ حَتّٰٓى اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ اَوْ اَمْضِيَ حُقُبًا
Bir gün Musa beraberindeki gence şöyle dedi: "İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar yoluma devam edeceğim, oraya ulaşana kadar epey bir zaman geçireceğim.”


(Kehf 18/61)
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا
İki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Balık, kayıp giderek denize doğru bir yol buldu.


(Kehf 18/62)
فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتٰيهُ اٰتِنَا غَدَٓاءَنَاۘ لَقَدْ لَق۪ينَا مِنْ سَفَرِنَا هٰذَا نَصَبًا
Orayı /iki denizin birleştiği yeri geçip gittiklerinde Musa beraberindeki gence dedi ki: "Öğle yemeğimizi getir! Bu yolculuğumuzdan dolayı gerçekten yorgun düştük."


(Kehf 18/63)
قَالَ اَرَاَيْتَ اِذْ اَوَيْنَٓا اِلَى الصَّخْرَةِ فَاِنّ۪ي نَس۪يتُ الْحُوتَۘ وَمَٓا اَنْسَان۪يهُ اِلَّا الشَّيْطَانُ اَنْ اَذْكُرَهُۚ وَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِۗ عَجَبًا
Genç dedi ki: "Baksana; o kayada dinlendiğimizde ben gerçekten balığı unutmuştum! Bunu söylememi bana unutturan, şeytandan başkası değildir. Balık şaşırtıcı bir şekilde denize doğru yolunu bulmuştu."


(Kehf 18/64)
قَالَ ذٰلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِۗ فَارْتَدَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمَا قَصَصًاۙ
Musa: "İşte aradığımız şey buydu!" dedi. Hemen kendi izlerini takip ederek geri döndüler.


(Kehf 18/65)
فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَٓا اٰتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا
Derken (orada) katımızdan ikramda bulunduğumuz ve tarafımızdan ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular.


(Kehf 18/66)
قَالَ لَهُ مُوسٰى هَلْ اَتَّبِعُكَ عَلٰٓى اَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا
Musa ona dedi ki: “Sana öğretilenlerden, beni olgunlaştıracak şeyleri bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?"


(Kehf 18/67)
قَالَ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْرًا
O da şöyle dedi: "Sen benim yanımda olmaya asla sabredemezsin.


(Kehf 18/68)
وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلٰى مَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ خُبْرًا
İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredeceksin"


(Kehf 18/69)
قَالَ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ صَابِرًا وَلَٓا اَعْص۪ي لَكَ اَمْرًا
Musa dedi ki: "İnşaallah sabırlı olduğumu göreceksin, hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim.”


(Kehf 18/70)
قَالَ فَاِنِ اتَّبَعْتَن۪ي فَلَا تَسْـَٔلْن۪ي عَنْ شَيْءٍ حَتّٰٓى اُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا۟
O da: "Eğer bana tabi olacaksan ben sana bir konu hakkında bilgi verinceye kadar bana onu sormayacaksın!" dedi.


(Kehf 18/71)
فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَا رَكِبَا فِي السَّف۪ينَةِ خَرَقَهَاۜ قَالَ اَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ اَهْلَهَاۚ لَقَدْ جِئْتَ شَيْـًٔا اِمْرًا
Bunun üzerine ikisi yola koyuldu.[*] Sonra gemiye bindiklerinde (o kul) gemide bir delik açtı. Musa dedi ki: "İçindekileri boğmak için mi delik açtın? Sen gerçekten korkunç bir şey yaptın!"

[*] Burada fiilin tesniye (ikil formda) olması, Musa ile yola çıkan gencin bu olaylar sırasında onların yanında olmadığını gösterir.

 

(Kehf 18/72)
قَالَ اَلَمْ اَقُلْ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْرًا
O da "Sen benim yanımda olmaya sabredemezsin dememiş miydim!” dedi.


(Kehf 18/73)
قَالَ لَا تُؤَاخِذْن۪ي بِمَا نَس۪يتُ وَلَا تُرْهِقْن۪ي مِنْ اَمْر۪ي عُسْرًا
Musa dedi ki: "Unuttuğum için beni sorumlu tutma; bu işte beni zora sokma."


(Kehf 18/74)
فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَا لَقِيَا غُلَامًا فَقَتَلَهُۙ قَالَ اَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍۜ لَقَدْ جِئْتَ شَيْـًٔا نُكْرًا
Sonra yine yola koyuldular. Bir erkek çocuğuyla karşılaştıklarında (o kul) hemen onu öldürdü. Musa dedi ki: "Sen bir cana karşılık olmadan masum bir cana mı kıydın! Sen gerçekten kötü bir şey yaptın!"


(Kehf 18/75)
قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكَ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْرًا
O da "Ben sana, benim yanımda olmaya asla sabredemezsin dememiş miydim!” dedi.


(Kehf 18/76)
قَالَ اِنْ سَاَلْتُكَ عَنْ شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْن۪يۚ قَدْ بَلَغْتَ مِنْ لَدُنّ۪ي عُذْرًا
Musa dedi ki: "Bir daha sana bir şey sorarsam benimle arkadaşlık etme; artık senden özür dileme hakkım bitti."


(Kehf 18/77)
فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَيَٓا اَهْلَ قَرْيَةٍۨ اسْتَطْعَمَٓا اَهْلَهَا فَاَبَوْا اَنْ يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا ف۪يهَا جِدَارًا يُر۪يدُ اَنْ يَنْقَضَّ فَاَقَامَهُۜ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَتَّخَذْتَ عَلَيْهِ اَجْرًا
Sonra tekrar yola koyuldular. Bir kentin halkına varıp yiyecek istediler. Onlar bunları misafir etmeye yanaşmadı. Orada yıkılmak üzere olan bir duvara rastladılar; (o kul) hemen duvarı doğrultuverdi. Musa, "İsteseydin bu işe karşılık bir ücret alırdın." dedi.


(Kehf 18/78)
قَالَ هٰذَا فِرَاقُ بَيْن۪ي وَبَيْنِكَۚ سَاُنَبِّئُكَ بِتَأْو۪يلِ مَا لَمْ تَسْتَطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًا
O da şöyle dedi: "İşte bu söz, benimle seni ayırır. Sabredemediğin şeylerin içyüzünü sana anlatacağım:


(Kehf 18/79)
اَمَّا السَّف۪ينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا وَكَانَ وَرَٓاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَف۪ينَةٍ غَصْبًا
O gemi, denizde çalışan, yapacak başka işleri olmayan kişilere aitti. Onu hasarlı hale getirmek istedim; çünkü önlerinde her gemiye zorla el koyan bir kral vardı.


(Kehf 18/80)
وَاَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَش۪ينَٓا اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًاۚ
Erkek çocuğa gelince, anası babası mümin kimselerdi. Onları aşırı davranışlara ve kafirliğe sürüklemesinden çekindik.[*]

[*] Bu ayet, bir sonraki ayet ile birlikte düşünülünce o çocukta, annesini ve babasını isyana sürükleyecek boyutta bir gelişim problemi olduğu anlaşılır. Âyetteki “Çekindik” sözünü söyleyen bir melektir. Bunu kendi sözü olarak değil, Allah’ın sözü olarak söylediği için o söz Allah’a aittir. Bu, iki ayet sonraki ifadelerden olarak anlaşılmaktadır (Bkz. Kehf 18/82 ve dipnotu). Bu sözün Allah Tealaya ait olması sebebiyle bu ayet, herşeyin ezelden belirlendiği iddiasına dayanan geleneksel kader anlayışının yanlış olduğunun kesin delillerindendir. 

 

(Kehf 18/81)
فَاَرَدْنَٓا اَنْ يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْرًا مِنْهُ زَكٰوةً وَاَقْرَبَ رُحْمًا
İstedik ki Rableri onun yerine, ondan daha temiz huylu ve merhametli olmaya daha yatkın bir çocuk versin.


(Kehf 18/82)
وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِي الْمَد۪ينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحًاۚ فَاَرَادَ رَبُّكَ اَنْ يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَاۗ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۚ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ اَمْر۪يۜ ذٰلِكَ تَأْو۪يلُ مَا لَمْ تَسْطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًاۜ۟
Duvar ise şehirdeki iki yetim erkek çocuğa aitti. Altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki ergin hale[1*] gelsinler de hazinelerini kendileri çıkarsınlar. Bu, Rabbinin bir ikramıdır. Ben bunlardan hiçbirini kendi isteğimle yapmadım.[2*] İşte sabır gösteremediğin işlerin iç yüzü bunlardır."[3*]

[1*] Nisa 4/6. ayette yetimlerin mallarının reşit olacakları zamana kadar korunması görevi, onların velilerine yüklenmiştir. Bu ayetteki yetim çocukların malları ise Allah tarafından, ergin olacakları zamana kadar koruma altına alınmaktadır. İki ayet birlikte okunduğunda Nisa Suresinde geçen nikah ve rüşd çağının bu ayette ergin olunan dönem olarak ifade edildiği görülmektedir. Buna göre ergin olma, ergenlikten farklı olarak malı idare edebilme kabiliyetinin de kazanıldığı rüşd çağına ulaşma olarak anlaşılır.

[2*] Kehf 18/65 ayetinden buraya kadar anlatılan ve kendisine Allah katından bir ilim öğretilen kulun (Kehf 18/65) Hızır olduğu sahîh hadislerde belirtilmiştir (Buhârî, İlim 16, 44, Tefsîru'l-Kur'ân, Tefsîru Sûrati'l-Kehf 2-4; Muslim, Fedâil 170-174). Bu ayet, Hızır'ın bir insan değil, bir melek olduğunu göstermektedir. Çünkü o, yaptığı işleri kendi isteği ile değil, Allah'ın emri gereği yaptığını söylemiştir. Allah Teala bu gibi işler için melekleri görevlendirir (Meryem 19/64, Duhan 44/3-6).

[3*] Bazı şeyler kötü görünebilir ama aslında hayırlıdır (Bakara 2/216).


(Kehf 18/83)
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنْ ذِي الْقَرْنَيْنِۜ قُلْ سَاَتْلُوا عَلَيْكُمْ مِنْهُ ذِكْرًاۜ
Sana Zülkarneyn’i[*] soruyorlar. De ki: Size ona dair bilgi aktaracağım:

[*] Zülkarneyn kelimesinin bir özel isim mi yoksa lakap mı olduğu açık değilse de hâkim görüş lakap olduğu yönündedir. Sözlükte “sahip, mâlik” anlamındaki zû ile “boynuz, kâkül, şakak; aynı dönemde yaşayan nesil, akran” gibi mânalara gelen karn kelimesinin tesniye kalıbından oluşturulan zü’l-karneyn ifadesinin anlamı karn kelimesine verilen mânaya göre değişir (DİA, Zülkarneyn).

 

(Kehf 18/84)
اِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْاَرْضِ وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًاۙ
(Allah dedi ki:) Ona yeryüzünde geniş imkanlar sağladık ve ona her şeyin yolunu (bulacak yetkinlik) verdik.[*]

[*] Zülkarneyn’in, Allah’ın verdiği imkanları iyi kullanan, asla şımarmayan ve kimseden beklentisi olmayan iyi bir insan olduğu anlaşılmaktadır. Genelde insanlar, kendilerini yeterli gördüklerinde nankörlük eder, taşkınlık yaparlar (Bakara 2/258, İsra 17/67, Kasas 28/77-78, Zümer 39/49, Leyl 92/4-11, Alak 96/6-7). Bu ayetler, Allah’ın geniş imkanlar verdiği Zülkarneyn'i, insanlara yapacağı muamele ile imtihan ettiğini gösterir. Allah her insanı, böyle zorlu bir imtihandan geçirir (Furkan 25/56-57, Müzzemmil 73/19, İnsan 76/2-4, 29-30, Nebe 78/39-40).

 

(Kehf 18/85)
فَاَتْبَعَ سَبَبًا
Sonra o yollardan birini takip etti.


(Kehf 18/86)
حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ ف۪ي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْمًاۜ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِمَّٓا اَنْ تُعَذِّبَ وَاِمَّٓا اَنْ تَتَّخِذَ ف۪يهِمْ حُسْنًا
Güneş’in batmış olduğu /sürekli ufkun altında olduğu bir yere[1*] ulaşınca Güneş’i, kara balçıklı bir su kaynağında batıyorken buldu. Oranın yanında bir topluluk da buldu. “Ey Zülkarneyn!” dedik, “Onlara azap edebileceğin gibi onlara karşı güzel bir davranış da gösterebilirsin.”[2*]

[1*] Güneş’in battığı yer, görünmediği yerdir. Dünya yuvarlak olduğu için gözlemcinin olduğu yere göre Güneş’in batmadığı bir nokta yoktur. Böyle bir nokta olmadığı için oraya gitmek diye bir şey olamaz. Zülkarneyn’in gittiği yere “Güneş’in battığı yer” dendiğine göre bu söz, “Güneş’in gün boyu ufkun altında olduğu yer” dışında bir anlam ifade edemez. Böyle bir yer, ancak kutup bölgelerinde olur. Zülkarneyn oraya Güneş batarken gittiğinden, Güneşsiz günlerin başlangıcında gitmiş olur. Güneş’in kaybolduğu tarafı görebildiği için oraya gündüzün gitmiştir. Çünkü Güneş’in görünmediği yerlerde de gündüz aydınlığı olur ve gündüzün bütün bölümleri yaşanır. 

[2*] Allah Teala her insanla bir şekilde konuşabilir (Şûrâ 42/51). Nitekim Âdem aleyhisselam nebi olmadan önce Allah onunla konuşmuş (Tâhâ 20/115-122) ve ona, evrendeki bilgileri öğretmiştir (Bakara 2/31). Allah’ın Zülkarneyn ile yaptığı bu konuşma da onun nebi olduğunu göstermez. Eğer nebi olsaydı Allah ona, insanları müjdeleme ve uyarma görevi verirdi (Bakara 2/213). 

 

(Kehf 18/87)
قَالَ اَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ اِلٰى رَبِّه۪ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُكْرًا
Dedi ki: "Kim zalimlik ederse/ yanlışa dalarsa biz ona azap edeceğiz. Sonra Rabbinin huzuruna çıkarılacak, o da ona kötü bir şekilde azap edecektir.


(Kehf 18/88)
وَاَمَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَٓاءًۨ الْحُسْنٰىۚ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ اَمْرِنَا يُسْرًاۜ
Ama kim inanıp güvenir ve iyi iş yaparsa ödül olarak en güzeli onundur. Ona işlerimizden kolay olanı (yapmalarını) söyleyeceğiz.”


(Kehf 18/89)
ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَبًا
Sonra bir yolu daha takip etti.


(Kehf 18/90)
حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلٰى قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْرًاۙ
Güneş’in doğmuş olduğu /sürekli ufkun üstünde bulunduğu yere varınca Güneş’i bir topluluğun üzerine doğmuş halde buldu. Güneş’le o topluluk arasına bir perde koymamıştık.[*]

[*] Güneş’in doğarken göründüğü yer, kimsenin ulaşamayacağı bir yerdir. Gözlemci ulaşmak istedikçe ondan uzaklaşır. Zülkarneyn gidebildiğine göre orası, Güneş’in sürekli göründüğü ve beyaz gecelerin yaşandığı kutup bölgesi olur. Güneş ile o topluluk arasında engel olmaması, o bölgede Güneş’in gün boyunca görülmesini engelleyecek herhangi bir şey (dağ, tepe, ormanlık, vb.) olmadığını gösterir.


(Kehf 18/91)
كَذٰلِكَۜ وَقَدْ اَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا
İşte böyle; Biz onun (Zülkarneyn’in) yanında olan her şeyi tam olarak biliyorduk.


(Kehf 18/92)
ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَبًا
Sonra bir yolu daha takip etti.


(Kehf 18/93)
حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْمًاۙ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا
İki seddin arasına varınca setlerin alt tarafında, söylenenleri neredeyse hiç anlamayan bir topluluğa rastladı.


(Kehf 18/94)
قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا عَلٰٓى اَنْ تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَدًّا
Dediler ki: "Ey Zülkarneyn! Yecüc ile Mecüc[*] (toplulukları) bu topraklarda bozgunculuk yapıyor. Onlarla aramızda bir set yapman karşılığında sana bir ödeme yapsak olur mu?

[*] Ayette Ye’cûc ile Me’cûc’a işaret eden zamirlerin ve fiil çekimlerinin çoğul olması nedeniyle, bunların birer topluluk adı olduğu anlaşılır. Bunun dışında kim olduklarına dair söylenenlerin, tarihi ya da Kur’ânî somut bir delili bulunmamaktadır.

 

(Kehf 18/95)
قَالَ مَا مَكَّنّ۪ي ف۪يهِ رَبّ۪ي خَيْرٌ فَاَع۪ينُون۪ي بِقُوَّةٍ اَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًاۙ
Dedi ki: "Rabbimin bana verdiği imkanlar (sizin vereceğinizden) daha iyidir. Siz iş gücüyle bana yardımcı olun ki sizinle onların arasına bir dolgu set yapayım.


(Kehf 18/96)
اٰتُون۪ي زُبَرَ الْحَد۪يدِۜ حَتّٰٓى اِذَا سَاوٰى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انْفُخُواۜ حَتّٰٓى اِذَا جَعَلَهُ نَارًاۙ قَالَ اٰتُون۪ٓي اُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًاۜ
Bana demir kütleleri getirin.” İki seddin etekleri arası dolup düzlenince "Körükleyin!" dedi. Demiri kora çevirince "Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim." dedi.


(Kehf 18/97)
فَمَا اسْطَاعُٓوا اَنْ يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا
(Set tamamlanınca) artık Yecüc ile Mecüc’ün onun üstüne çıkmaya da delip geçmeye de güçleri yetmedi.


(Kehf 18/98)
قَالَ هٰذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبّ۪يۚ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ رَبّ۪ي جَعَلَهُ دَكَّٓاءَۚ وَكَانَ وَعْدُ رَبّ۪ي حَقًّاۜ
Zülkarneyn dedi ki: "Bu Rabbimin bir ikramıdır. Rabbimin vaat ettiği gün gelince, bunu yerle bir edecektir. Rabbimin vaadi gerçektir."


(Kehf 18/99)
وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ ف۪ي بَعْضٍ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعًاۙ
O gün, kimilerini diğerlerinin içine bir dalga gibi girecek şekilde bırakırız. Sura üflenmiştir, hepsini bir araya toplamış oluruz.[*]

[*] Enbiyâ 21/96-97, Yasin 36/51-54.

 

(Kehf 18/100)
وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِلْكَافِر۪ينَ عَرْضًاۙ
O gün cehennemi de kâfirlerin önüne getirip koyarız.[*]

[*] Şuarâ 26/91Nebe 78/21-22, Nâziât 79/36.


(Kehf 18/101)
اَلَّذ۪ينَ كَانَتْ اَعْيُنُهُمْ ف۪ي غِطَٓاءٍ عَنْ ذِكْر۪ي وَكَانُوا لَا يَسْتَط۪يعُونَ سَمْعًا۟
Onlar, gözleri zikrime /kitabıma[1*] kapalı olan ve onu dinlemeye bile tahammül edemeyen kimselerdir.[2*]

[1*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Hicr 15/9, Nahl 16/43-44, Enbiya 21/7-8, 24).

[2*] Hud 11/20, İsrâ 17/46.


(Kehf 18/102)
اَفَحَسِبَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ يَتَّخِذُوا عِبَاد۪ي مِنْ دُون۪ٓي اَوْلِيَٓاءَۜ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِر۪ينَ نُزُلًا
Kâfirlik edenler, benim kullarımı kendilerine benden daha yakın konumda tutabileceklerini mi sanıyorlar?[*] Biz kâfirleri ağırlamak (!) için cehennemi hazırladık.

[*] Zümer, 39/3; Şûrâ 42/9.


(Kehf 18/103)
قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْاَخْسَر۪ينَ اَعْمَالًاۜ
De ki: İşleri bakımından en çok zarara uğrayacak olanları size haber verelim mi?[*]

[*] Hud 11/18-22, Neml 27/4-5.


(Kehf 18/104)
اَلَّذ۪ينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا
Onlar, dünya hayatındaki çalışmaları yok olup gidenlerdir.[1*] Halbuki güzel işler yaptıklarını sanıyorlardı.[2*]

[1*] Bakara 2/264, Âl-i İmran 3/117, Hud 11/15-16, İbrahim 14/18, Nur 24/39, Furkan 25/22-23.

[2*] A’raf 7/30, Zuhruf 43/37.


(Kehf 18/105)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَٓائِه۪ فَحَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَلَا نُق۪يمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَزْنًا
Onlar, Rablerinin ayetlerini ve onun huzuruna varmayı göz ardı etmekte direnenlerdir.[1*] Bu yüzden yaptıkları işler boşa gitmiştir.[2*] Kıyamet /mezardan kalkış gününde onlar için tartı da kurmayız.

[1*] Ankebut 29/23.

[2*] A’raf 7/147, Muhammed 47/1, 8-9, 32.

 

(Kehf 18/106)
ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَرُسُل۪ي هُزُوًا
İşte böyle! Kâfirlik etmelerinin, ayetlerimi ve elçilerimi hafife almalarının karşılığı cehennemdir.[*]

[*] Gözlerini Allah’ın kitabına kapayan, ondaki doğru bilgileri dinlemeye tahammül edemeyip din konusunda, kendilerine yakın gördükleri kişilere uyanlar kafir olurlar ve cehenneme giderler (Kehf 18/100-102). Onların yaptığı iyi davranışlar boşa gitmeyeceğinden Ahirette onlar için tartı kurulacaktır (Müminun 23/99-104). Bir de Allah’ın dinine karşı yanlış yaptıkları halde iyi şeyler yaptıklarını sananlar vardır. Bunlar münafıklık eden (Maide 5/52-53, Tevbe 9/68-69), dininden saptırmak için mücadele edenlere boyun eğip dinden dönen (Bakara 2/217) doğruları bildikleri halde ayetleri görmezden gelip şirke düşen ama yine de kendini dindar gösteren (Tevbe 9/17), ayetler karşısında ve ahiretle ilgili konularda yalan sarılan (A’raf 7/146-147), sonuç olarak kendisi yoldan çıktığı gibi başkalarını da çıkarmaya çalışanlar vardır (A’raf 7/45). Onların yaptığı iyi davranışlar boşa gideceğinden Ahirette onlar için tartı kurulmayacaktır (Kehf 18/103-106).

 

(Kehf 18/107)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلًاۙ
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlara gelince, onların ağırlanmaları için Firdevs cennetleri vardır.[*]

ََ[*] Ahiretteki Cennet, “Adn cennetleri” olarak nitelenir (Meryem 19/60-63). Bir diğer niteleme biçimi de “Firdevs”tir (Müminun 23/1-11). Bunlar, Cennet’in ortak özelliklerini ifade eden nitelemelerdir.


(Kehf 18/108)
خَالِد۪ينَ ف۪يهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا
Orada ölümsüz olarak kalacaklar, oradan ayrılmayı da istemeyeceklerdir.[*]

[*] Hud 11/108.


(Kehf 18/109)
قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبّ۪ي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّ۪ي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِه۪ مَدَدًا
De ki: "Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını daha onlara katsak Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenir.”[*]

[*] Lokman 31/27.


(Kehf 18/110)
قُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَدًا
De ki: “Ben de tıpkı sizin gibi bir beşerim, bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor.[1*] Kim Rabbinin huzuruna varmayı bekliyorsa[2*] iyi işler yapsın ve Rabbine kullukta hiçbir şeyi (ona) ortak etmesin!”[3*]

[1*] Fussilet 41/6.

[2*] Ankebut 29/5.

[3*] Tövbe edilmediği takdirde bağışlanmayacak olan tek günah şirktir (Nisa 4/48, 116) ve Allah, müşrik olarak ölenlere Cennet’i haram kılacağını bildirmiştir (Maide 5/72).