BÜRUC
[*] Burç (بُرج), Arapçada köşk ve kale anlamına gelir (Mekâyîs). Burçlar, gökte, güzel köşkler ve kaleler gibi gözüken yıldız kümelerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “(Birinci kat) Gökte burçlar oluşturduk. Seyredenler için onları süsledik.” (Hicr 15/16) İnsanlar burç kelimesini, takım yıldızlarından sadece on ikisi için kullanırlar. Onlar; Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova ve Balık burcu diye adlandırılmışlardır.
[1*] Ergenlik çağına ermiş her insan, kendini ve çevresini gözlemlemesi sonucu Allah’ın varlığını, birliğini ve kendinin rabbi yani sahibi olduğunu kesin olarak kavrar. Bazıları bu şahitliğin gereğini ölene kadar yapar ve başkasına kul olmaz.
“Rabbin, Âdem oğullarından, onların bellerinden nesillerini aldığında (erkeklerde meni, kadınlarda yumurta kanala girip büluğa erdiklerinde) kendilerini bağlayacak şekilde şahit tutarak onlara: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” der. Onlar da: “Evet Rabbimizsin. Biz buna şahidiz.” derler. Artık Kıyâmet günü; “biz bunun farkında değildik” diyemezsiniz. Şunu da diyemezsiniz: “Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesildik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?” (Araf 7/172)
Âdemoğlunun belinden neslinin alınması, nesle sebep olan tohumun alınmasıdır. O da buluğla başlar.
[2*] Buraya kadar olan üç âyette Allah yemin etmektedir. Allah’ın bir şeye yemin etmesi, o şeyin önemine vurgu yapmak ve daha sonra gelen şeye dikkat çekmek içindir. Bu yüzden biz, bu anlama uygun meal verdik.
[*] Allah’a inanmak, O’na güvenmekle olur. İnandığını söyleyen herkes O’na gereği gibi güvenmez. Dolayısıyla Allah’a güvenenler, bu gibilerin hesaplarını bozar ve onları fena halde sinirlendirirler.
[1*] Fitne, altını ve gümüşü ateşte eriterek saflaştırma işlemidir (Lisan’ul-Arab c.13 s.317). Bunlar da Müslümanları ateşe atarak imanlarının saflığını görmüşlerdir.
[2*] Tevbe, dönüş yapmak demektir. Tevbe kapısı, Müslümanlara bu zulmü yapanlara dahi açıktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey kendilerini aşırı derecede kötü duruma sokmuş kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. O, çok bağışlar, ikramda bulunur.” (Zümer 39/53)
[3*] Müminleri yaktıkları için kendileri de yanacak, yaptıklarına denk bir ceza göreceklerdir.
[1*] İrâde, istemek ve dilemektir. Allah kullarının, imtihanı başarmalarını irade eder ama herkes başaramaz. Bir âyet şöyledir: “Allah size, her şeyi açık açık göstermeyi; sizi, sizden öncekilerin doğru yollarına yönlendirmeyi ve tevbenizi kabul etmeyi irade eder. Allah bilir, doğru kararlar verir.” (Nisa 4/26) “ol” emrini vermeden onun iradesi gerçekleşmez. “Bir şeyi irade ederse onun yaptığı sadece ‘Ol’ demektir; o şey hemen oluşur.” (Yasin 36/82) İmtihanla ilgili konularda “ol” emrini, sadece gereğini yapanlar için verir.
[2*] فَعَّالٌ= fe'âl, mübalağa siğası olduğu için sıfat-ı müşebbehe anlamı verilmiştir.
[*] Salih aleyhisselamın elçi olarak gönderildiği Semud kavmi, bağ ve bahçeleri, pınarları, ekinlik ve hurmalıkları olan bir yerde yaşıyorlardı.(eş-Şuarâ 26/147-148), Kayaları yontarak yaptıkları evler ve düzlüklere kurdukları sarayları vardı. (Arâf 7/74; Hicr 15/ 82; Şuarâ 26/149; Fecr 89/9). Salih aleyhisselamın getirdiği âyetler ve gösterdiği deve mucizesi, onları iknaya yetiyordu ama ona inanmak menfaatlerine ters düştüğü için inanmıyorlardı. Firavun ve hanedanı da aynıydı. Musa aleyhisselamın Allah’ın elçisi olduğunu kesin olarak anlamışlardı ama menfaatlerine ters düştüğü için onu, bir türlü kabul edemiyorlardı. Firavunla ilgili âyetler şöyledir:“Her şeyi açıkça gösteren âyetlerimiz onlara gelince: “Bunlar açık büyüdür” dediler. İçlerinde en küçük şüphe olmadığı halde yanlış yapmalarından ve büyüklenmelerinden dolayı onları, bile bile inkâr ettiler. Bak bakalım, o bozguncuların sonu ne oldu.” (Neml 27/13-14)
[*] Adem aleyhisselamdan beri indirilen kitaplar aynı özellikte olduğu için hep aynı kitap yalanlanmıştır.