SEBE
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[1*] Hamd, birini yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Her şeyi mükemmel yapmak Allah’a özgüdür.” demek, en üstün övgüdür. Övgünün bir diğer çeşidi olan “şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için ‘güzel’ yerine ‘mükemmel’ kelimesini kullandık.
[2*] Fatiha 1/2, En’am 6/1, İsra 17/111, Kehf 18/1, Kasas 28/70, Fatır 35/1, Teğabun 64/1.
[1*] Hicr 15/85, Taha 20/15, Hac 22/7, Mü’min 40/59, Casiye 45/32.
[2*] Bunların hepsi, meydana gelmeden hemen önce kayda geçirilir (Hadid 57/22-23). Ayrıca bkz. Al-i İmran 3/5, En’am 6/59, Yunus 10/61, Neml 27/75, Lokman 31/16.
[1*] Mağfiret, Allah’ın, kulunu azaptan korumasıdır (Müfredat). “Başı koruyan zırhlı başlık” anlamındaki “miğfer” kelimesi de aynı köktendir.
[1*] Yaratılan ayetlerden öğrendiği bilgilerle indirilen ayetleri karşılaştıranlar (Fussilet 41/53).
[2*] Ra’d 13/19, Hac 22/54.
[*] Ra’d 13/5, İsra 17/49, 98, Secde 32/10, Mü’minun 23/82, Neml 27/67, Kaf 50/15. Naziât 79/10-11.
[1*] Şura 42/24.
[1*] Rum 30/25, Hac 22/65, Fatır 35/41, Gaşiye 88/17-20
[2*] Âyette geçen neşe (نشأ) fiilinin kökü, “var etme” anlamında olan şey (شيء)'dir (Müfredât). Allah her şeyi, bir ölçüye göre yaratır. (Kamer 54/49, Ra’d 13/8)
[*] Enbiya 21/80.
[1*] Enbiya 21/81, Sad 38/36.
[2*] Neml 27/17.
[1*] Bu ayet, tapınma maksatlı olmayan heykellerin yapılabileceğini gösterir. Çünkü İbrahim aleyhisselam tapınma maksadıyla yapılan heykelleri kırmıştı (Enbiya 21/52).
[2*] Sebe 34/12 -13 ayetlerindeki erimiş bakırdan heykeller, havuz gibi çanaklar ve bu çanakları taşıyan hayvan şeklindeki ayaklardan, Tevrat’ta 1. Krallar 7:13-45 pasajlarında bahsedilmektedir (Enbiya 21/82, Sad 38/37-38).
[1*] Ayette geçen “minsee” kelimesine tefsir ve meallerde “değnek” anlamı verilir ama bu doğru değildir. Çünkü değneğe dayalı iken ölen kişi hemen yere yığılır. Bu, Süleyman aleyhisselamın oturduğu yerde üzerine dayandığı bir şey olabilir. Buradaki kara hayvanı da “ağaç kurdu” olamaz. Çünkü onun böyle bir şeyi kemirmesi uzun zaman alır. Bu, köstebek veya kunduz gibi büyük bir kemirgen olabilir.
[2*] En’am 6/59, Hud 11/123, Nahl 16/77, Neml 27/65, Cin 72/26.
[1*] Arim “set, baraj; büyük sel ve şiddetli yağmur” demektir. Tarih kitaplarına göre, Arap Yarımadasının güneyinde bulunan Sebe krallığının başkenti Maryaba (Me’rib) kurak bir bölgede olduğu için, şehrin güneyindeki Yesran ve kuzeyindeki Abyan ovalarının, iki dağ arasındaki dar geçit üzerine yapılan Arim Barajı ile sulandığı aktarılmaktadır. Daha sonra yıkılan bu baraj nedeni ile ovalar büyük hasar görmüş ve kullanılamaz bir hale gelmişlerdir. (DİA: Sebe, Arim, Me’rib).
[2*] Türkçede bu ağaca, Arabistan kirazı denir.
[*] Sebeliler, “Yolculuklarımızın mesafesini uzat” diyerek, mevcut rahat ve güvenli ticaret alanlarından daha fazlasını istemişlerdi. Tehlikeli ve güvensiz olsa da daha uzak bölgelere ulaşmak istiyorlardı. Onların bu doyumsuzluğu, yanlışlara ve kötü sonuçlara sebep olmuştur.
[1*] Burada mümin bir kesimin olması, Süleyman aleyhisselamın tebliğinin onlara ulaştığını gösterir. Sebe 34/15’te geçen şu ifade, bu tebliğin bir örneğidir: “Rabbinizin verdiği rızıktan yiyin ve ona karşı görevlerinizi yerine getirin! Şehriniz tertemiz bir şehir, Rabbiniz ise kusurları örten bir Rabb’dir!”
[2*] Nisa 4/118-121, A’raf 7/16-17, Hicr 15/39-40, İsra 17/61-65, Sad 38/82-85.
[1*] Hicr 15/42, Nahl 16/99-100 İsra 17/65.
[1*] A’raf 7/194-195, İsra 17/56, Fatır 35/14, 40, Zümer 39/38.
[2*] A’raf 7/191-192, Ra’d 13/16, Nahl 16/20, Furkan 25/3, Fatır 35/13, Yasin 36/74-75, Ahkaf 46/4.
[*] Allah’tan başkasının şefaat yetkisi olmadığı için (En’âm 6/51; Secde 32/4; Zümer 39/43-44) şefaati ancak onun yetki vereceği kişiler yapabilirler. Ahirette, kimileri doğrudan cennete gideceklerdir. Bunlar, büyük günah işlemedikleri (Nisa 4/31, Necm 53/31-32) veya sevapları günahlarından fazla olduğu için (A’raf 7/8, Karia 101/6-7) cehennemin hışırtısını dahi duymayacaklardır (Enbiya 21/101-103). Bilerek şirk günahı işlemediği halde (Al-i İmran 3/105-106) günahı sevabından fazla olanlar ise cehennemde cezalarını çektikten sonra (Nisa 4/115-116, Karia 101/8-11) cennete gireceklerdir (Meryem 19/68-72). Cennet ile cehennem arasında bir sur olacaktır (Hadid 57/12-15). Surun yüksek yerleri A’raf’tır (Fahrettin er-Razi). Cennete gidenler oradan cehenneme bakabileceklerdir (Saffat 37/50-59). A’raf üzerinde, herkesi yüzlerinden tanıyan değerli şahsiyetler olacaktır (A’raf 7/46). Çünkü o gün kafirlerin yüzü kara, müminlerininki ak olur (Al-i İmran 3/106-107). Allah’ın şefaatten yararlanma hakkı verdikleri, yüzleri ak olanlardır (Meryem 19/87). Onlara kimin şefaat edeceğini de Allah belirleyecektir (Taha 20/109, Sebe 34/23). Bunlar, şefaatten sonra cennete girecekler (A’raf 7/46-49) ve oradaki yakınlarının yanlarına yerleştirileceklerdir (Tur 52/21).
[*] Yunus 10/31, Neml 27/64, Rum 30/40, Fatır 35/3, Mü’min 40/13, 64, Mülk 67/21.
[*] Hud 11/35, Yunus 10/41, Şuara 26/216, Kasas 28/55, Şura 42/15.
[*] Ra’d 13/33.
[*] Nisa 4/79, En’am 6/92, A’raf 7/158, İsra 17/105, Hac 22/49, Furkan 25/1, Şura 42/7, Cuma 62/2-3.
[1*] İnsanların hesaba çekileceği, doğru yolda olanların cennete, yoldan sapmış olanların ise cehenneme gideceği ile ilgili vaad (İbrahim 14/22-23, Şura 42/18).
[2*] Yunus 10/48, Enbiya 21/38, Neml 27/71, Secde 32/28, Yasin 36/48, Mülk 67/25.
[*] A’raf 7/34, Yunus 10/49, Hicr 15/5, Nahl 16/61, Müminun 23/43.
[1*] En’am 6/111, 124, Yunus 10/15, Hicr 15/13, İsra 17/90-93, Şuara 26/201.
[2*] Saffat 37/27-31.
[*] Saffat 37/27-31.
[1*] Ayetteki endâd (أنداد) kelimesinin tekili nidd’dir (نِدٌّ). Nidd, “bir şeyin benzeri ve işlerinde ona muhalefeti olan varlık” anlamındadır (el-Ayn). Müşrikler, Allah ile ortak özelliklere sahip olduğuna inandıkları varlıkları araya koyarak isteklerini, onların aracılığı ile Allah’a kabul ettireceklerine inanırlar. Bakara 2/22, 165, İbrahim 14/30, Zümer 39/8, Fussilet 41/9.
[2*] Şuara 26/96-102.
[3*] Ra’d 13/5, Hac 22/21, Mü’min 40/71, Hakka 69/32, İnsan 76/4, Müzzemmil 73/12-13.
[4*] Yunus 10/54, Zuhruf 43/38-39.
[5*] En’am 6/160, A’raf 7/147, Neml 27/90, Kasas 28/84.
[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:
http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[2*] Ra’d 13/26, İsra 17/30, Kasas 28/82, Rum 30/37, Ankebut 29/62, Sebe 34/39, Zümer 39/52, Şura 42/12.
[1*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili olarak bkz. Sebe 34/36. ayetin dipnotu.
[*] Furkan 25/17-18. Allah, benzer soruyu İsa aleyhisselama da soracaktır (Maide 5/116-118).
[*] Cin kelimesinin kök anlamı duyu organlarından gizli kalan şeydir (Müfredat) Mekkeli müşrikler, Allah ile aralarına girdiğine inandıkları meleklere kulluk ettiklerini söylüyorlardı. Hiçbiri melekleri görmediği için Melekler ve onlar gibi olanların kendilerine değil, görmedikleri varlıklara ibadet ettiklerini ifade etmektedirler (Nisa 4/117,172, İsrâ 17/40, Enbiya 21/26-29, Zuhruf 43/19, Necm 53/19-28).
[1*] İnfitar 82/19.
[2*] Secde 32/20.
[*] Furkan 25/4, Saffat 37/15, Sad 38/4-7, Ahkaf 46/7, Müddessir 74/18-25.
[1*] Mekkelilerin ataları olan İbrahim ve İsmail aleyhisselama kitap verilmiştir (Bakara 2/136, Al-i İmran 3/84, En’am 6/83-89, Meryem 19/54). Ancak bu ayet, o kitapların Muhammed aleyhisselamın muhatabı olan Mekkelilere ulaşmadığını göstermektedir (En’am 6/155-157, Zuhruf 43/21).
[1*] Rum 30/9, Fatır 35/44, Mü'min 40/21, Muhammed 47/10. Nuh kavmine verilen bilgi ve imkanlar bugün hayal edilemeyecek boyutlardadır (Nuh 71/13-20).
[2*] Yunus 10/39, Hac 22/42-44, Fatır 35/25-26, Zümer 39/25, Mülk 67/18.
[1*] A'raf 7/184, Muminun 23/70, Tur 52/29, Kalem 68/2, Tekvir 81/22.
[2*] Hud 11/12, Hicr 15/89, Hac 22/49, Ankebut 29/50, Fatır 35/23, Sad 38/70, Ahkaf 46/9, Zariyat 51/50-51, Mülk 67/26.
[*] En’am 6/90, Yusuf 12/104, Mu’minun 23/72, Furkan 25/57, Sad 38/86, Şura 42/23, Tur 52/40, Kalem 68/46.
[1*] Enbiya 21/18.
[2*] Maide 5/109, 116, En’am 6/59, Tevbe 9/78, Hud 11/123, Nahl 16/77, Neml 27/65, Cin 72/26.
[*] İsra 17/81.
[*] Bakara 2/186
[1*] “Kolayca” şeklinde tercüme edilen ifade lafzen “mekan-ı karîb” yani “yakın bir yer”dir. Eceli gelen kişi, ölüm meleklerinden kaçamayacağı için onlar onu, bulunduğu yerde kolayca yakalar, canını alırlar (En’am 6/61).
[2*] En’am 6/93, Enfal 8/50.
[1*] Bütün kafirler, ruhları bedenlerinden alınırken dünyaya geri çevrilmek isterler. Ama önlerinde, yeniden dirilecekleri güne kadar bir engel vardır (Müminûn 23/99-100).
[2*] İbrahim 14/9, Şura 42/14.