MERYEM

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Meryem 19/1)
كٓهٰيٰعٓصٓۜ
Kâf-Hâ-Yâ-Ayn-Sâd[*]!

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.

Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.


(Meryem 19/2)
ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّاۚ
Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyya’ya olan ikramının anlatımıdır.


(Meryem 19/3)
اِذْ نَادٰى رَبَّهُ نِدَٓاءً خَفِيًّا
O, bir gün Rabbine için için yalvarmış,


(Meryem 19/4)
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْبًا وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَٓائِكَ رَبِّ شَقِيًّا
Şöyle demişti: “Rabbim! Kemiklerim pek güçsüzleşti, saçlarım da iyice ağardı. Sana yaptığım duadan hiç eli boş dönmedim.


(Meryem 19/5)
وَاِنّ۪ي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِنْ وَرَٓاء۪ي وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِرًا فَهَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ
Benden sonra gelecek yakınlarımdan endişeliyim (yerimi dolduramayabilirler). Karım da kısır (çocuğum olmaz). Onun için bana, katından bir veli /bir çocuk[*] bağışla!

[*] Al-i İmran 3/38 , Enbiya 21/89-90.


(Meryem 19/6)
يَرِثُن۪ي وَيَرِثُ مِنْ اٰلِ يَعْقُوبَۗ وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِيًّا
Hem bana, hem Yakup hanedanına mirasçı olsun[*]. Rabbim! Onu razı olunan bir kişi yap!”

[*] Zekeriyya aleyhisselamın çocuğu olmadığı için kendine ve Yakup hanedanına mirasçı olacak birini istemesi, o kişinin kendi görevini sürdürecek özellikte olmasını istediğini göstermektedir.


(Meryem 19/7)
يَا زَكَرِيَّٓا اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍۨ اسْمُهُ يَحْيٰىۙ لَمْ نَجْعَلْ لَهُ مِنْ قَبْلُ سَمِيًّا
(Melekler[*] dediler ki:) “Zekeriyya! Sana, ismi Yahya olan bir erkek çocuk müjdeliyoruz. Daha önce bu ismi kimseye vermedik.”

[*] Al-i İmran 3/39.


(Meryem 19/8)
قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِرًا وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِيًّا
Zekeriyya dedi ki: “Rabbim! Benim nasıl oğlum olabilir! Karım kısır, ben de yaşlılığın son evresine ulaştım.”


(Meryem 19/9)
قَالَ كَذٰلِكَۚ قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْـًٔا
(Melek) “Evet öyle" dedi; “Ama Rabbin dedi ki: ‘O bana kolaydır. Sen daha hiçbir şey değilken seni yaratmıştım’.”


(Meryem 19/10)
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَ لَيَالٍ سَوِيًّا
Dedi ki: “Rabbim, bana bir gösterge ver.” Allah dedi ki: “Senin göstergen, sapasağlam olduğun halde üç gece[1*] insanlarla konuşamamandır[2*].”

[1*] Al-i İmran 3/41. ayette “üç gün” ifadesi geçtiği için ikisi birleşince üç gün üç gece olur.

[2*] "Konuşamaması, bu göstergeyi kendisi için istemesinden dolayıdır. Buraya "konuşmama" şeklinde meal verilemez, çünkü konuşmama, insanın elindedir. Gösterge olması için istediği halde konuşamaması gerekir.


(Meryem 19/11)
فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ مِنَ الْمِحْرَابِ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ اَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِيًّا
Sonra mabeddeki has odadan[1*] halkının karşısına çıktı, onlara: “Sabah akşam ibadet edin” diye işarette bulundu[2*].

[1*] “Mabeddeki has oda” anlamı verdiğimiz kelime mihrab (المحراب)’dır. ”Mihrab; oda, hünkar mahfili, başoda, sultanın tek başına kaldığı has oda, harem dairesi, insanların oturduğu ve toplandığı yer vs. anlamlarda kullanılır (Lisân’ul-Arab ve el-Kamus’ul-Muhît). (Al-i İmran 3/37-39, Sad 38/21).

[2*] Burada “işarette bulundu” olarak anlamlandırılan kelime “vahyetti” kelimesidir. Bu anlam Al-i İmran 3/41’den dolayı verilmiştir.


(Meryem 19/12)
يَا يَحْيٰى خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍۜ وَاٰتَيْنَاهُ الْحُكْمَ صَبِيًّاۙ
(Çocuk büyüyünce dedik ki:) “Yahya, Kitab’a sıkı sarıl!” Zaten daha çocukken ona hikmeti /doğru karar verme yeteneğini vermiştik.


(Meryem 19/13)
وَحَنَانًا مِنْ لَدُنَّا وَزَكٰوةًۜ وَكَانَ تَقِيًّاۙ
Ona katımızdan şefkat duygusu ve temiz huy da verdik. O, yanlışlardan sakınan biriydi.


(Meryem 19/14)
وَبَرًّا بِوَالِدَيْهِ وَلَمْ يَكُنْ جَبَّارًا عَصِيًّا
Anasına - babasına iyilik eden bir kişiydi. Zorba ve isyankâr da olmadı[*].

[*] Al-i İmran 3/39, Enbiya 21/90.


(Meryem 19/15)
وَسَلَامٌ عَلَيْهِ يَوْمَ وُلِدَ وَيَوْمَ يَمُوتُ وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَيًّا۟
Doğduğu gün, öldüğü gün ve diri olarak kaldırılacağı gün tam bir esenlik ve güvenlik içinde olsun[*].

[*] Buradaki ayetler, bazı İncillerde yer alan, Yahya aleyhisselamın öldürüldüğü iddialarının (Matta 14/3-12, Markos 6/17-29) gerçek dışı olduğunu gösterir. Allah’ın ona verdiği Yahya ismi (Meryem 19/7), bunun ilk delilidir. Yahya, yaşayan kişi anlamındadır. Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan sözdür (Müfredat).  İkinci delil de bu ayette, doğduğu gün, öldüğü gün ve yeniden diriltileceği gün tam bir esenlik ve güvenlik içinde olacağının bildirilmiş olmasıdır. Doğumundan ölümüne kadar güven içinde olacağı bildirilen ikinci kişi, İsa aleyhisselamdır (Meryem 19/ 33). Halbuki Yahudiler, İsa aleyhisselamı da öldürdüklerini söylerler (Nisa 4/157). Hıristiyanlar da sistemlerini, onun çarmıha gerilip defnedilmesinden üç gün sonra kabrinden çıkarak Celile’de 11 havarisine gö­ründüğü iddiası üzerine kurarlar (Matta 28/16–20). İncil, Allah’ın İsa aleyhisselama indirdiği kitaptır (Maide 5/46). Onun ölümünden sonrası ile ilgili sözler İncil’e ait olamaz.


(Meryem 19/16)
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَۢ اِذِ انْتَبَذَتْ مِنْ اَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّاۙ
Bu kitapta Meryem’i de anlat. Bir gün ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekilmiş,


(Meryem 19/17)
فَاتَّخَذَتْ مِنْ دُونِهِمْ حِجَابًا فَاَرْسَلْنَٓا اِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا
onlarla kendi arasına bir engel koymuştu. Derken Ruhumuzu (Cebrail’i)[*] gönderdik, ona tam bir beşer gibi gözüktü.

[*] Bu ruh, Ruh’ül-kudüs yani Cebrail aleyhisselamdır. Allah İsa aleyhisselamı daima onunla desteklemiştir (Bakara 2/87, 253, Maide 5/110).


(Meryem 19/18)
قَالَتْ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِالرَّحْمٰنِ مِنْكَ اِنْ كُنْتَ تَقِيًّا
Meryem dedi ki: “Senden Rahman’a sığınırım! Eğer yanlışlardan sakınan biri isen (bana dokunma!)”


(Meryem 19/19)
قَالَ اِنَّمَٓا اَنَا۬ رَسُولُ رَبِّكِۗ لِاَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا
(Cebrail) Dedi ki: “Ben sadece Rabbinin elçisiyim; sana temiz huylu bir oğul vermek için geldim.”


(Meryem 19/20)
قَالَتْ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَلَمْ يَمْسَسْن۪ي بَشَرٌ وَلَمْ اَكُ بَغِيًّا
Meryem dedi ki: “Benim nasıl oğlum olabilir! Bana erkek dokunmadı, yoldan çıkmış biri de değilim.”


(Meryem 19/21)
قَالَ كَذٰلِكِۚ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌۚ وَلِنَجْعَلَهُٓ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِنَّاۚ وَكَانَ اَمْرًا مَقْضِيًّا
“(Cebrail:) ‘Evet öyle’ dedi. Ama Rabbin dedi ki: ‘O bana kolaydır, onu insanlar için bir ayet/ gösterge ve katımızdan bir ikram kılacağız.’ Bu, karara bağlanmış bir iştir.”


(Meryem 19/22)
فَحَمَلَتْهُ فَانْتَبَذَتْ بِه۪ مَكَانًا قَصِيًّا
Arkasından çocuğa hamile kaldı. Sonra uzak bir yere çekildi.


(Meryem 19/23)
فَاَجَٓاءَهَا الْمَخَاضُ اِلٰى جِذْعِ النَّخْلَةِۚ قَالَتْ يَا لَيْتَن۪ي مِتُّ قَبْلَ هٰذَا وَكُنْتُ نَسْيًا مَنْسِيًّا
Sonra doğum sancıları onu, bir hurma ağacının dibine getirdi. “Keşke daha önce ölseydim de unutulup gitseydim!” dedi.


(Meryem 19/24)
فَنَادٰيهَا مِنْ تَحْتِهَٓا اَلَّا تَحْزَن۪ي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا
(Cebrail, Meryem’in) alt tarafından ona şöyle seslendi: “Üzülme! Rabbin senin alt tarafından bir su arkı oluşturdu.


(Meryem 19/25)
وَهُزّ۪ٓي اِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّاۘ
Hurma ağacını kendine doğru salla da, ağaç üzerine taze ve olgun hurma döksün[*].

[*] Hurma, içeriğindeki oksitosin sayesinde rahim ağzını uyarır. Kaslara uyarıcı etkide bulunması doğumu kolaylaştırır. Hatta doğumun başlamadığı zamanlarda suni sancı denen yapay oksitosin verilerek anne doğuma başlatılır. Bu içerik hurmada oldukça yüksektir. Bu ayete göre İsa aleyhisselamın doğumu hurmaların hasat zamanındadır. Filistin'de hurma hasadı Ağustos - Eylül aylarındadır.


(Meryem 19/26)
فَكُل۪ي وَاشْرَب۪ي وَقَرّ۪ي عَيْنًاۚ فَاِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ اَحَدًاۙ فَقُول۪ٓي اِنّ۪ي نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْمًا فَلَنْ اُكَلِّمَ الْيَوْمَ اِنْسِيًّاۚ
Haydi, ye, iç; gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görürsen şöyle de: "Rahman’a susma orucu adadım, o yüzden bugün kimseyle konuşmayacağım[*]!"

[*] Susma orucu anlamı verdiğimiz kelime “savm (صوم)”dır. Yeme-içme, konuşma ve yürüme eylemlerinden birini yapmaktan kendini engellemek anlamına gelir (Müfredat). Savm kelimesi Kur'an'da sadece susma orucu anlamındadır ve yalnız bu ayette geçer. Yeme - içme ve cinsel ilişkiden uzak kalma anlamındaki oruç içinse aynı kökten sıyâm (صيام) kelimesi kullanılır (Bakara 2/183, 187, 196, Nisa 4/92, Maide 5/89, 95, Mücadele 58/4).


(Meryem 19/27)
فَاَتَتْ بِه۪ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُۜ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْـًٔا فَرِيًّا
Bebeği kucağına alıp halkına getirdi. Dediler ki: “Meryem! Sen gerçekten çok şaşırtıcı bir şey yapmışsın.


(Meryem 19/28)
يَٓا اُخْتَ هٰرُونَ مَا كَانَ اَبُوكِ امْرَاَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ اُمُّكِ بَغِيًّاۚ
Ey Harun’un kız kardeşi! Baban kötü bir kişi değildir, annen de yoldan çıkmış değildir.”


(Meryem 19/29)
فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا
Bunun üzerine Meryem bebeği işaret etti. Dediler ki: “Beşikteki bebekle nasıl konuşalım[*]?”

[*] Maide 5/110.


(Meryem 19/30)
قَالَ اِنّ۪ي عَبْدُ اللّٰهِ۠ اٰتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَن۪ي نَبِيًّاۙ
Bebek şöyle dedi: “Ben Allah’ın kuluyum. O, bana Kitab’ı verdi[*] ve beni nebi yaptı.

[*] Ona kitap verilmesi, kitaba ait bilgilerin ana rahmindeyken öğretilmesidir. İsa (a.s.) da Tevrat’a uymakla sorumludur (Al-i İmran 3/48); ancak ona, İsrailoğullarına haram kılınmış bazı yiyecekleri helal kılma görevi  verilmiştir (Âl-i İmran 3/51). Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Yahudilere (sığır ve davar hariç) tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve davarların da sırtlarına ve bağırsaklarına yapışık olanlar ile kemiklerine karışanlar hariç iç yağlarını haram kıldık. Bu, (batıl yolla) üstünlük kurma çabalarına karşılık onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğruyu söyleriz.” (En’âm 6/146) Tevrat’a göre de Yahudiler, karada yaşayan hayvanlardan sadece çatal ve yarık tırnaklı olup geviş getirenleri yiyebilirler. Çatal tırnaklı olmayan deve, yaban faresi ve tavşan ile geviş getirmeyen domuz haramdır. Karada yaşayan gelincik, fare, kara kurbağası türleri, kirpi, bukalemun, kertenkele türleri, salyangoz ve köstebek gibi küçük canlılar da haramdır. (Bkz. Levililer 11, Tesniye 14)

 


(Meryem 19/31)
وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكًا اَيْنَ مَا كُنْتُۖ وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَيًّاۖ
Bulunduğum her yerde beni çok faydalı bir kişi yaptı; yaşadığım sürece bana namaz ve zekât görevi yükledi.


(Meryem 19/32)
وَبَرًّا بِوَالِدَت۪يۘ وَلَمْ يَجْعَلْن۪ي جَبَّارًا شَقِيًّا
Anama iyilik eden biri yaptı. Beni zorba ve hayırsız biri yapmadı.”


(Meryem 19/33)
وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ اَمُوتُ وَيَوْمَ اُبْعَثُ حَيًّا
Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kaldırılacağım gün, esenlik ve güvenlik içinde olayım[*].”

[*] İsa aleyhisselama, öldüğü gün esenlik ve güvenlik içinde olacağını söyleten Allah Teala’dır. Düşmanlarının onu öldürme planlarını, boşa çıkarmıştır (Al-i İmran 3/54-55, Nisa 4/157).


(Meryem 19/34)
ذٰلِكَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَۚ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذ۪ي ف۪يهِ يَمْتَرُونَ
İşte Meryem oğlu İsa! Hakkında tartışıp durdukları konuda, sözün doğrusu budur[*].

[*] Al-i İmran 3/59-60.


(Meryem 19/35)
مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ سُبْحَانَهُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ
Çocuk edinmek Allah’a yakıştırılamaz! O, bundan uzaktır. Allah bir işe karar verdiği zaman onun için sadece “Ol!” der, o şey oluşur[*].

[*] Bakara 2/116-117, En’am 6/100-101, Cin 72/3.


(Meryem 19/36)
وَاِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ
(İsa dedi ki) “Allah benim Rabbim /Sahibimdir, sizin de Sahibinizdir. Siz, ona kulluk edin; doğru yol budur.”


(Meryem 19/37)
فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
İçlerinden bazı kesimler anlaşmazlığa düştü. O azametli günde görüp yaşayacaklarından dolayı, kâfirlik edenlerin vay haline![*]

[*] Zuhruf 43/65.


(Meryem 19/38)
اَسْمِعْ بِهِمْ وَاَبْصِرْۙ يَوْمَ يَأْتُونَنَاۚ لٰكِنِ الظَّالِمُونَ الْيَوْمَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Bize gelecekleri gün öyle iyi işitecek ve öyle iyi görecekler ki[*]! Ama yanlış yapan o kimseler bugün açık bir sapıklık içindedirler.

[*] Secde 32/12.


(Meryem 19/39)
وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ اِذْ قُضِيَ الْاَمْرُۚ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
İş bitirilip yürek acısı çekecekleri güne dair onları uyar. Onlar umursamazlık içindeler. Onlar inanmıyorlar[*].

[*] İbrahim 14/44, Mü’min 40/18.


(Meryem 19/40)
اِنَّا نَحْنُ نَرِثُ الْاَرْضَ وَمَنْ عَلَيْهَا وَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ۟
Yeryüzüne ve üzerindeki herkese biz varis olacağız[*]. Hepsi huzurumuza çıkarılacaktır.

[*] Hicr 15/23, Mü’min 40/16, Rahman 55/26-27.


(Meryem 19/41)
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِبْرٰه۪يمَۜ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقًا نَبِيًّا
Bu kitapta İbrahim’i de anlat. O, özü sözü doğru biri ve bir nebî idi.


(Meryem 19/42)
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْن۪ي عَنْكَ شَيْـًٔا
Bir gün babasına dedi ki: “Ey babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve senin hiçbir ihtiyacını karşılamayan şeye neden kulluk ediyorsun[*]?

[*] En’am 6/74.


(Meryem 19/43)
يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي قَدْ جَٓاءَن۪ي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ فَاتَّبِعْن۪ٓي اَهْدِكَ صِرَاطًا سَوِيًّا
Ey babacığım! Sana gelmemiş olan bir bilgi bana geldi. Artık bana uy ki seni düzgün bir yola yönelteyim.


(Meryem 19/44)
يَٓا اَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ عَصِيًّا
Ey Babacığım! Şeytana kulluk etme! Şeytan, Rahman’a karşı isyankardır.


(Meryem 19/45)
يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيًّا
Ey Babacığım! Rahman’dan gelecek bir azap seni yakalar da o zaman şeytanın dostu haline gelirsin diye korkuyorum.”


(Meryem 19/46)
قَالَ اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي يَٓا اِبْرٰه۪يمُۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ لَاَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْن۪ي مَلِيًّا
Babası dedi ki: “Sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun İbrahim! Eğer vazgeçmezsen, kesinlikle seni taşa tutarım! Uzunca bir süre benden uzak dur!”


(Meryem 19/47)
قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَۚ سَاَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ كَانَ ب۪ي حَفِيًّا
İbrahim dedi ki: “Esenlik ve güvenlik içinde kal! Rabbimden senin için bağışlanma[1*] dileyeceğim[2*]. O, bana çok lütufkârdır.

[1*] Mağfiretin kök anlamı örtmektir. Başı korumaya miğfer denir. (el-Ayn) Türkçede miğfer, savaşçıların ve itfaiyecilerin başlarını korumak için örttükleri demir başlığa denir. Allah’ın mağfireti, kulunu azaptan korumasıdır. (Müfredat)

[2*] Tevbe 9/114, Şuara 26/86, Mümtahine 60/4


(Meryem 19/48)
وَاَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَاَدْعُوا رَبّ۪يۘ عَسٰٓى اَلَّٓا اَكُونَ بِدُعَٓاءِ رَبّ۪ي شَقِيًّا
Sizi, Allah ile aranıza koyup yalvardıklarınızla baş başa bırakıyorum. Ben Rabbime yalvarırım, Rabbime yaptığım duadan eli boş dönmeyeceğimi umuyorum.”


(Meryem 19/49)
فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۙ وَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ وَكُلًّا جَعَلْنَا نَبِيًّا
Onlardan ve Allah ile aralarına koyup kulluk ettiklerinden uzaklaşınca ona İshak’ı ve (İshak’ın oğlu) Yakub’u bağışladık[*]. Onların hepsini de nebi yaptık.

[*] Bu ifade, İbrahim aleyhisselamın, torunu Yakub’u gördüğünü gösterir. Hud 11/71, Enbiya 21/72.


(Meryem 19/50)
وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِنْ رَحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِيًّا۟
Onlara ikramımızdan bahşettik; onları, doğruluklarıyla dillere destan yaptık[*].

[*] Şuara 26/84.


(Meryem 19/51)
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسٰىۘ اِنَّهُ كَانَ مُخْلَصًا وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا
Bu kitapta Musa’yı da anlat. O, samimiyeti onaylanmış biriydi[1*] ve nebî olan resuldü[2*].

[1*] Kul; Allah rızasını kazanmak amacıyla Allah'ın emir ve yasaklarına içten bir şekilde uyarsa ihlaslı yani muhlis olur. Kulun ihlaslı olduğu, Allah tarafından da kabul görürse o kul için 'muhlas /samimiyeti onaylanmış biri' denilir.

[2*] Nebi, kendisine kitap ve hikmet verilen kişidir ( l-i İmrân 3/81-82, En’âm 6/83-90). Resul (رسول), “gönderilen”dir. “Birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü tebliğ için gönderilen elçi” anlamına da gelir (Müfredat). Nebi, Allah’ın ayetlerini tebliğ ile görevli olduğu için her nebi aynı zamanda resuldür.


(Meryem 19/52)
وَنَادَيْنَاهُ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْاَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِيًّا
Ona, Tûr’un sağ yanından seslenmiş, onu özel bir konuşma için yaklaştırmıştık[*].

[*] Taha 20/9-10, Neml 27/7, Kasas 28/29-30.


(Meryem 19/53)
وَوَهَبْنَا لَهُ مِنْ رَحْمَتِنَٓا اَخَاهُ هٰرُونَ نَبِيًّا
Bizden bir ikram olarak ona, kardeşi Harun’u da nebi olarak bahşettik[*].

[*] Furkan 25/35.


(Meryem 19/54)
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِسْمٰع۪يلَۘ اِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّاۚ
Bu kitapta İsmail’i de anlat. O, sözünü tutan biriydi[1*]; nebi olan resuldü[2*].

[1*] İsmail aleyhisselamın tuttuğu sözlerden Kur’an’da geçeni, babası İbrahim aleyhisselama verdiği sözdür (Saffât 37/100-109). Buradan, İbrahim aleyhisselamın kurban etmekle emrolunduğu oğlunun İsmail aleyhisselam olduğu anlaşılmaktadır.

[2*] Mezheplerin İslam inancıyla ilgili kitaplarında, nebi ve resul kavramlarıyla ilgili pek çok farklı bilgi yer alır. Kur’an’a göre ise bütün nebilere kitap verilmiştir (Bakara 2/136, 213; Al-i İmran 3/84). Nebilerin, aldıkları vahyi tebliğ etme zorunluluğu olduğundan dolayı her nebi aynı zamanda resuldür (Ankebut 29/18). Bu ayette de İsmail aleyhisselam için “nebi olan resuldu” denmektedir.


(Meryem 19/55)
وَكَانَ يَأْمُرُ اَهْلَهُ بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِۖ وَكَانَ عِنْدَ رَبِّه۪ مَرْضِيًّا
Ailesine namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbinin katında kendisinden razı olunan bir kişiydi.


(Meryem 19/56)
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِدْر۪يسَۘ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقًا نَبِيًّاۗ
Bu kitapta İdris’i de anlat. O, özü sözü doğru biri ve bir nebî idi.


(Meryem 19/57)
وَرَفَعْنَاهُ مَكَانًا عَلِيًّا
Onu yüce bir mekana yükseltmiştik[*].

[*] İdris'in (a.s.) kim olduğu konusunda çok çeşitli iddialar vardır. Bunlardan en makul olanı Tevrat'ta anlatılan Enok'tur. Enok, Nuh'un a.s büyük dedesidir. Tevrat'ta Enok’tan bahseden bölüm şöyledir:

“Enok 65 yaşındayken oğlu Metuşelah doğdu. Metuşelah’ın doğumundan sonra Enok 300 yıl Tanrı yolunda yürüdü. Başka oğulları, kızları oldu. Enok toplam 365 yıl yaşadı. Tanrı yolunda yürüdü, sonra ortadan kayboldu; çünkü Tanrı onu yanına almıştı.” Yaratılış 5:21-24.

Yeni Ahit’te Enok hakkında söylenenler de Tevrat’ı destekler niteliktedir:

“Kimse onu bulamadı, çünkü Tanrı onu yukarı almıştı. Yukarı alınmadan önce Tanrı’yı hoşnut eden biri olduğuna tanıklık edildi. İman olmadan Tanrı’yı hoşnut etmek olanaksızdır.” İbraniler 11:5.

Enok’un göklere olan yolculuğu aynı zamanda onun kimsenin sahip olmadığı bilgeliklere ulaştığının da bir göstergesi olarak yorumlanmıştır. Hem Kur'an, hem Eski Ahit, hem de Yeni Ahit’te Enok’un göksel yolculuğunun ön plana çıkıyor oluşu dikkat çekicidir.

Enok ismi İbranice “Hanak” kökünden gelir, manası “eğitim vermek, eğitmek” şeklindedir. Kur’an’daki İdris kelimesinin de “de-ra-se” (ders vermek, eğitmek) kökünden geldiği dikkate alınırsa, mana bakımından birbirlerine yakın oldukları düşünülebilir.


(Meryem 19/58)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ مِنْ ذُرِّيَّةِ اٰدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۘ وَمِنْ ذُرِّيَّةِ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْرَٓاء۪يلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَاۜ اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُ الرَّحْمٰنِ خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا
İşte bunlar, Allah’ın nimet verdiği nebilerdendir. Âdem’in ve Nuh ile birlikte taşıdıklarımızın soyundan, İbrahim’in ve İsrail’in[1*] soyundandır. Seçip doğru yolu gösterdiğimiz kimselerdendir[2*]. Rahman’ın ayetleri kendilerine bağlantılarıyla okununca ağlayarak secdeye kapanırlardı.

[1*] İsrail, Yakub aleyhisselamın lakabıdır (Tevrat/Yaratılış 32:22-28, 35:9-10). Bu nedenle onun soyundan gelenlere İsrailoğulları denir.

[2*] Nisa 4/69, En’am 6/83-87.


(Meryem 19/59)
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ اَضَاعُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّاۙ
Onların ardından namazı ihmal eden ve çekici şeylerin peşine düşen bir nesil geldi[1*]. Onlar, yaptıkları yanlışların sonuçlarıyla[2*] ileride yüzleşeceklerdir.

[1*] Ankebut 29/45, Müddessir 74/42-47.

[2*] “Ğayy  (غَيُّ)”, yanlış inançtan dolayı kendine hakim olamama anlamına gelir (Müfredat). Bu ayette “kendine hakim olamamaktan kaynaklanan davranışa verilecek ceza”yı ifade etmek için “yaptıkları yanlışların sonuçları” şeklinde mecaz anlamı verilmiştir.


(Meryem 19/60)
اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْـًٔاۙ
Ama tövbe eden /dönüş yapan, inanıp güvenen ve iyi iş yapanlar başka. İşte onlar cennete gireceklerdir. Onlara hiçbir haksızlık yapılmayacaktır.


(Meryem 19/61)
جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدَ الرَّحْمٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِۜ اِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِيًّا
Rahman’ın, görmedikleri halde kullarına söz verdiği Adn cennetlerine (gireceklerdir). Onun verdiği söz mutlaka yerine getirilir.


(Meryem 19/62)
لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْوًا اِلَّا سَلَامًاۜ وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ ف۪يهَا بُكْرَةً وَعَشِيًّا
Orada boş sözler değil, sadece hoş sözler işiteceklerdir[*]. Orada onlar için sabahleyin ve akşamleyin rızıklar vardır.

[*] İbrahim 14/23, Furkan 25/75, Vakıa 56/26, Nebe 78/35.


(Meryem 19/63)
تِلْكَ الْجَنَّةُ الَّت۪ي نُورِثُ مِنْ عِبَادِنَا مَنْ كَانَ تَقِيًّا
Kullarımızdan yanlışlardan sakınanlara bahşedeceğimiz Cennet işte budur[*].

[*] A’raf 7/43, Zuhruf 43/72.


(Meryem 19/64)
وَمَا نَتَنَزَّلُ اِلَّا بِاَمْرِ رَبِّكَۚ لَهُ مَا بَيْنَ اَيْد۪ينَا وَمَا خَلْفَنَا وَمَا بَيْنَ ذٰلِكَۚ وَمَا كَانَ رَبُّكَ نَسِيًّاۚ
(Melekler der ki:) “Biz Rabbinin emri olmadan inmeyiz[1*]. İlerisinde yapacağımız, eskiden yaptığımız ve ikisinin arasında yaptıklarımızın hepsi onun (emrini yerine getirmek) içindir[2*]. Rabbin unutkan değildir[3*].

[1*] Hicr 15/8, Kadir 97/4.

[2*] Bakara 2/255. Taha 20/110, Enbiya 21/27-28, Hac 22/75-76.

[3*] Taha 20/52.


(Meryem 19/65)
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِه۪ۜ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِيًّا۟
O, göklerin, yerin ve onların arasında olan her şeyin Rabbidir /Sahibidir. Öyleyse sen ona kulluk et ve kullukta sebat[1*] et! Onun özelliklerine sahip[2*] başka birini biliyor musun[3*]?”

[1*] Kullukta sebat, her koşulda ve ölene kadar kulluğu sürdürmeyi ifade eder (Hicr 15/99).

[2*] Burada geçen “semiy (سَمِيًّ)” aynı ismi taşıyan anlamındadır. Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). “Allah’ın özellikleri” diye meal vermemizin sebebi budur.

[3*] Şûrâ  42/11.


(Meryem 19/66)
وَيَقُولُ الْاِنْسَانُ ءَاِذَا مَا مِتُّ لَسَوْفَ اُخْرَجُ حَيًّا
İnsan der ki: “Ben öldükten sonra gerçekten diri olarak (topraktan) çıkarılacak mıyım?”


(Meryem 19/67)
اَوَلَا يَذْكُرُ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْـًٔا
Peki o insan, daha önce hiçbir şey değilken onu yarattığımızı aklına getirmez mi[*]!

[*] Yasin 36/78-79, Kıyamet 75/3-4, İnsan 76/1.


(Meryem 19/68)
فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاط۪ينَ ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِيًّاۚ
Rabbine yemin olsun ki onları ve şeytanları[*] toplayacak, sonra cehennem ateşinin çevresinde diz çökmüş olarak bir araya getireceğiz.

[*] Bakara, 2/14, En’âm 6/112, Araf 7/27, 30,  Sad 38/84-85.


(Meryem 19/69)
ثُمَّ لَنَنْزِعَنَّ مِنْ كُلِّ ش۪يعَةٍ اَيُّهُمْ اَشَدُّ عَلَى الرَّحْمٰنِ عِتِيًّاۚ
Sonra belli bir kişi etrafında toplanan her bir gruptan[*] Rahman’a en fazla başkaldıranları çekip ayıracağız.

[*] “Belli bir kişi etrafında toplanan grup” anlamını vediğimiz kelime “şia ( “شيعة )”dır. “Şia”nın diğer insan kümelerinden farkı, bir lider etrafında toplanmış bir grubu göstermesidir (En'am 6/65, 196; Hicr 15/10, Kasas 28/4,15, Rum 30/32, Saffat 37/83).


(Meryem 19/70)
ثُمَّ لَنَحْنُ اَعْلَمُ بِالَّذ۪ينَ هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِيًّا
Zaten orada sürekli kalmayı kimin hak ettiğini iyi biliriz.


(Meryem 19/71)
وَاِنْ مِنْكُمْ اِلَّا وَارِدُهَاۚ كَانَ عَلٰى رَبِّكَ حَتْمًا مَقْضِيًّاۚ
Sizden (Rahman’a baş kaldıranlardan) oraya varmayacak biri yoktur[*]. Bu, Rabbinin uygulamayı üstlendiği kesin hükümdür.

[*] Müminlerin bir kesimi, cehennemin hışırtısını bile duymadan doğrudan cennete gideceklerdir. Burada anlatılanlar, bu kesimin dışında kalanlardır (Enbiya 21/101-103).


(Meryem 19/72)
ثُمَّ نُنَجِّي الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِيًّا
İçinizden kendini (şirkten) korumuş olanları[1*] daha sonra kurtaracak, bile bile yanlışlar içinde kalanları[2*] da orada dizleri üstüne çökmüş olarak bırakacağız[3*].

[1*] Nisa 4/48116

[2*] Yanlış yapan diye meal verdiğimiz kelime “zalim”dir. Kelimenin kökü olan zulüm (ظلم), sınırları aşarak bir şeyi, olması gereken yerin dışına koymaktır (Mekayîs). Bunun Türkçe karşılığı “bile bile yanlış yapmak” olur. 

[3*] A’raf 7/44-45.

 


(Meryem 19/73)
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓواۙ اَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ خَيْرٌ مَقَامًا وَاَحْسَنُ نَدِيًّا
Onlara ayetlerimiz, birbirini açıklayacak şekilde bağlantılarıyla[*] okununca kâfirlik edenler, müminlere şöyle derlerdi: “(Bizden ve sizden) bu iki kesimden hangisinin konumu daha iyi ve sosyal çevresi daha güzeldir!”

[*] Tilavet sözcüğünün kökü olan t-l-v = تلو, "birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanması” anlamındadır (Müfredât). Buna göre tilavet, birbiriyle bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır.


(Meryem 19/74)
وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ اَحْسَنُ اَثَاثًا وَرِءْيًا
Halbuki kendilerinden önce nice nesilleri yok etmiştik, onların malı, mülkü ve görünüşleri daha güzel idi[*].

[*] En’am 6/6, 135; Rum 30/9, Kaf 50/36.


(Meryem 19/75)
قُلْ مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَدًّاۚ حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ اِمَّا الْعَذَابَ وَاِمَّا السَّاعَةَۜ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَانًا وَاَضْعَفُ جُنْدًا
De ki: “Kim sapıklık içinde ise Rahmân ona ne kadar fırsat verirse versin (ellerine bir şey geçmez)[*]! Sonunda tehdit edildikleri azabı ya da tekrar dirilip kalkış saatini gördüklerinde, kimin yerinin daha kötü ve destekçisinin daha zayıf olduğunu öğrenecekler.

[*] Sapıklık içinde olanlara verilen sürenin onlara bir faydası olmaz (Âl-i İmran 3/178, A’raf 7/182-183).


(Meryem 19/76)
وَيَز۪يدُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا هُدًىۜ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ مَرَدًّا
Allah doğru yola girenlerin hidayetini artırır[1*]. Kalıcılığı olan iyi işler ise Rabbinin katında hem karşılık bakımından hem de sonuç bakımından daha iyidir[2*].

[1*] Ankebut 29/69, Muhammed 47/17.

[2*] Kehf 18/46.


(Meryem 19/77)
اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي كَفَرَ بِاٰيَاتِنَا وَقَالَ لَاُوتَيَنَّ مَالًا وَوَلَدًاۜ
Ayetlerimizi görmezlikte direnen ve “Elbette bana mal da verilecek evlat da!” diyen kişiyi gördün mü!


(Meryem 19/78)
اَطَّلَعَ الْغَيْبَ اَمِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْدًاۙ
O kişi gayba /gizli bilgilere mi ulaştı, yoksa Rahman’ın katından söz mü aldı!


(Meryem 19/79)
كَلَّاۜ سَنَكْتُبُ مَا يَقُولُ وَنَمُدُّ لَهُ مِنَ الْعَذَابِ مَدًّاۙ
Öyle bir şey asla olamaz! Onun bütün sözlerini kayda geçirecek ve azabına azap ekleyeceğiz.


(Meryem 19/80)
وَنَرِثُهُ مَا يَقُولُ وَيَأْت۪ينَا فَرْدًا
Onun sözünü ettiği şeyler (malı ve evladı) bize kalacak, kendisi de karşımıza tek başına gelecektir[*].

[*] En’am 6/94, Meryem 19/95.


(Meryem 19/81)
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزًّاۙ
Kendileri için bir güç ve şeref kaynağı olsunlar diye Allah ile aralarına ilahlar koydular[*].

[*] Nisa 4/139, Fatır 35/10, Yasin 36/74-75.


(Meryem 19/82)
كَلَّاۜ سَيَكْفُرُونَ بِعِبَادَتِهِمْ وَيَكُونُونَ عَلَيْهِمْ ضِدًّا۟
Öyle bir şey asla olamaz! Onlar (ilah saydıkları), bunların yaptıkları kulluğu kabul etmeyecek ve karşılarında yer alacaklardır[*].

[*] Yunus 10/28-29, Ankebut 29/25, Fatır 35/14, Ahkaf 46/6.


(Meryem 19/83)
اَلَمْ تَرَ اَنَّٓا اَرْسَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ عَلَى الْكَافِر۪ينَ تَؤُزُّهُمْ اَزًّاۙ
Şeytanları o kâfirlerin üzerine saldığımızı görmedin mi, onları kışkırtıp duruyorlar[*]

[*] A’raf 7/202, Şuara 26/221-223, Zuhruf 43/36-39.


(Meryem 19/84)
فَلَا تَعْجَلْ عَلَيْهِمْۜ اِنَّمَا نَعُدُّ لَهُمْ عَدًّاۚ
Onlara karşı aceleci tavır takınma (hemen cezalandırılmalarını bekleme)[1*], onlar için sadece gün sayıyoruz[2*].

[1*] Ahkaf 46/35, Tarık 86/17.

[2*] Hud 11/104, Nahl 16/61, Ankebut 29/53.


(Meryem 19/85)
يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّق۪ينَ اِلَى الرَّحْمٰنِ وَفْدًاۙ
Bir gün, müttakileri /yanlışlardan sakınanları, Rahman’ın huzuruna (huzurumuza) seçkin heyetler halinde toplayacağız.


(Meryem 19/86)
وَنَسُوقُ الْمُجْرِم۪ينَ اِلٰى جَهَنَّمَ وِرْدًاۢ
Suçluları da susamış kimseler halinde Cehennem’e sevk edeceğiz[*].

[*] Hud 11/98, Enbiya 21/98.


(Meryem 19/87)
لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْدًاۢ
Rahman’dan söz almış olanlar[1*] dışında kimse şefaat hakkına sahip olamayacaktır[2*].

[1*] Bunlar, yaptıklarının şirk günahı olduğunu bilmeyenlerdir. Allah, bilerek şirk günahı işleyenleri bağışlamayacaktır (Nisa 4/115-116).

[2*] Şefaat, birinin eşlik etmesini istemek, eşlik etmek veya arka çıkmaktır. (El-Ayn, Müfredât) Dünyada insanlar birbirlerine şefaatçi yani destekçi olabilirler (Nisa 4/85) ama mahşer günü kimse kimseye destekçi /şefaatçi olamayacaktır (Bakara 2/48, Bakara 2/254, İnfitar 82/17-19). Meryem Suresinin bu ayetine göre Cennet’e gitmiş biri, Cehennem’de olan birine, Allah’ın onayıyla şefaat edebilir (Taha 20/109, Sebe’ 34/23, Necm 53/26). Şefaat edecek olanlar ile Cehennem’de ebedi kalacaklar arasında konuşmalar olacak (A’raf 7/44-49), Cennet’tekiler, Cehennem’den çıkıp Cennet’e gidecek olanları yüzlerinden tanıyacaklar ve onlara şöyle diyeceklerdir: “Siz Cennet’e girin. Artık üzerinizde ne bir korku kalacak ne de üzüleceksiniz (A’raf 7/49).” Bunlar, Cennet’teki yakınlarının yanına yerleştirileceklerdir (Tur 52/21).


(Meryem 19/88)
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَدًاۜ
“Rahman çocuk edindi” dediler.


(Meryem 19/89)
لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْـًٔا اِدًّاۙ
Gerçekten çok çirkin bir iftirada bulundunuz.


(Meryem 19/90)
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ وَتَنْشَقُّ الْاَرْضُ وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَدًّاۙ
Bundan dolayı neredeyse gökler yarılacak, yer parçalanacak ve dağlar yerle bir olacak.


(Meryem 19/91)
اَنْ دَعَوْا لِلرَّحْمٰنِ وَلَدًاۚ
Bunların sebebi Rahman’ın çocuğu olduğunu iddia etmeleridir.


(Meryem 19/92)
وَمَا يَنْبَغ۪ي لِلرَّحْمٰنِ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَدًاۜ
Çocuk edinmek Rahman'ın şanına yakışmaz!


(Meryem 19/93)
اِنْ كُلُّ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اِلَّٓا اٰتِي الرَّحْمٰنِ عَبْدًاۜ
Göklerde ve yerde kim varsa hepsi, sadece birer kul olarak Rahman’ın huzuruna gelecekler.


(Meryem 19/94)
لَقَدْ اَحْصٰيهُمْ وَعَدَّهُمْ عَدًّاۜ
Allah, hepsini kuşatmış, onları teker teker saymıştır.


(Meryem 19/95)
وَكُلُّهُمْ اٰت۪يهِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَرْدًا
Hepsi kıyamet /mezardan kalkış[1*] günü tek başlarına ona gelecektir[2*].

[1*] Kıyamet ayağa kalkma ve kalkış demektir. Kıyamet günü, insanların yeniden dirilip kabirlerinden kalktığı gündür.

[2*] En’am 6/94, Meryem 19/80.


(Meryem 19/96)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدًّا
İnanıp güvenen ve iyi iş yapanlar var ya, Rahman, onlar için (gönüllerde) bir sevgi oluşturacaktır.


(Meryem 19/97)
فَاِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لِتُبَشِّرَ بِهِ الْمُتَّق۪ينَ وَتُنْذِرَ بِه۪ قَوْمًا لُدًّا
Kur’ân’ı senin dilinde (indirerek) kolay anlaşılır hale getirdik ki[*] yanlışlardan sakınanlara onunla müjde veresin, inatçı bir topluluğu da onunla uyarasın.

[*] Nahl 16/103, Şuara 26/192-195, Duhan 44/58, Ahkaf 46/12, Kamer 54/17, 22, 32, 40.


(Meryem 19/98)
وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍۜ هَلْ تُحِسُّ مِنْهُمْ مِنْ اَحَدٍ اَوْ تَسْمَعُ لَهُمْ رِكْزًا
Bunlardan önce nice nesilleri yok ettik[1*]. Şimdi onlardan herhangi birinin varlığını hissedebiliyor veya onların bir fısıltısını duyabiliyor musun[2*]?

[*] En’am 6/6, 135; Rum 30/9, Kaf 50/36.

[*] Ahkaf 46/25, Hakka 69/3-8.