ABESE
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[*] Bu ayetlerin iniş sebebi ile ilgili bir rivayete göre, âmâ olan Abdullah b. Ümmü Mektûm, Allah’ın Elçisi’ne (a.s.) gelerek “Ey Muhammed, beni yanına al ve bilgilendir.” dedi. Nebi, yanında müşriklerin büyüklerinden birisi olduğu için, âmâ olan kişiden yüz çevirip onunla ilgilenmeye devam etti (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’an, 72; Muvatta, Kur’ân, 8) Burada Nebîmizin, bilgi almak isteyen âmâ kişiye yüzünü ekşitip, Allah’ın ayetlerini umursamayan nüfuzlu kişiyle ilgilenmesi yerilmektedir.
[1*] “Doğru bilgi” diye çevrilen kelime “zikir”dir. Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât ذكر md.). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan âyetler ve indirilen âyetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/286).
[*] Bakara 2/119, En’am 6/107, Ra’d 13/40, Kâf 50/45, Ğâşiye 88/21-26.
[*] Allah Teâlâ bu gibi davranışları Nebimize yasaklamıştır (En’âm 6/52, Kehf 18/28, Duhâ 93/10.)
[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[1*] Nahl 16/4, Yasin 36/77, İnsan 76/2.
[2*] Mürselat 77/20-23.
[*] Burada bahsedilen üç türlü yol olabilir: Biri, döllenmiş yumurtanın rahme ulaşana kadar içinde ilerlediği tüplerdir. İkincisi, bebeğin gelişimini tamamladıktan sonra dünyaya gelmek için geçtiği doğum kanalıdır (En’am 6/98, Müminûn 23/12-14, Zümer 39/6). Üçüncüsü de insanın hayatı boyunca tuttuğu yoldur (İnsan 76/3).
[1*] Bakara 2/28, Hac 22/66, Rum 30/40, Casiye 45/26.
[2*] Ölen insanların bir kabre defnedilmesi gerektiğine dair bkz: Maide 5/31.
[*] Yağan yağmurlar, kuru toprağa nüfuz ederek onu çok küçük parçalara ayrıştırıp toprağa karışır. Böylece toprak, bitki bitmesine elverişli hale gelir (Fussilet 41/39).
[*] En’am 6/99, 141, Hicr 15/20, Nahl 16/10-11, Mü’minun 23/18-20, Yasin 36/33-36, Zümer 39/21, Kaf 50/7-11, Naziat 79/30-33.
[*] Bunları bu hale getiren, ellerindeki imkanları kaybettiklerini görmeleridir (Hakka 69/28-29).
[*] Yunus 10/27, Zümer 39/60, Kıyamet 75/24-25, Ğaşiye 88/2-4.