HÂKKA

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Hâkka 69/1)
اَلْحَٓاقَّةُۙ
Gerçekleşeceği kesin olan![*]

[*] Hicr 15/85, Hac 22/7, Mü’min 40/59.


(Hâkka 69/2)
مَا الْحَٓاقَّةُۚ
Gerçekleşeceği kesin olan nedir?


(Hâkka 69/3)
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحَٓاقَّةُۜ
Gerçekleşeceği kesin olanın ne olduğunu sana kim bildirebilir![*]

[*] A’raf 7/187, Ahzab 33/63, Şûrâ 42/17, Naziat 79/42. 


(Hâkka 69/4)
كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ
(Salih’in kavmi) Semud ve (Hud’un kavmi) Âd, (ansızın) kapıyı çalacak olan (o gün)[*] konusunda yalana sarılmışlardı.

[*] Bu kavimlerin, karşısında yalana sarıldıkları şey, öldükten sonra ahirette dirilip hesap verecekleri günün varlığıdır. O gün neler olacağı Kâria Suresinde anlatılmıştır (Kâria 101/1-11).


(Hâkka 69/5)
فَاَمَّا ثَمُودُ فَاُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ
Sonra Semud (insanın dayanma) sınırını aşan bir şeyle (sesle)[*] helak edildi.

[*] Hud 11/67, Hicr 15/83, Fussilet 41/17, Kamer 54/31.


(Hâkka 69/6)
وَاَمَّا عَادٌ فَاُهْلِكُوا بِر۪يحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍۙ
Âd ise kasıp kavuran soğuk ve şiddetli bir rüzgar ile helak edildi[*].

[*] Ahkaf 46/24, Zariyât 51/41, Kamer 54/18-19.


(Hâkka 69/7)
سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ اَيَّامٍۙ حُسُومًا فَتَرَى الْقَوْمَ ف۪يهَا صَرْعٰىۙ كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍۚ
Allah o rüzgarı, her şeyi silip süpürecek şekilde yedi gece, sekiz gün onların üzerine saldı. O gün (orada olsaydın) bütün halkı yere serilmiş halde görürdün; sanki onlar, içi boş hurma kütükleri gibiydiler[*].

[*] Fussilet 41/16, Ahkaf 46/25, Zariyat 51/42, Kamer 54/20.


(Hâkka 69/8)
فَهَلْ تَرٰى لَهُمْ مِنْ بَاقِيَةٍ
Şimdi sen, onlardan geriye kalan birini[*] görebilir misin!

[*] Bu ayet, Hud aleyhisselam ve ona inananlar hariç (A’raf 7/72, Hud 11/58, Fussilet 41/18) Âd kavminden geriye kimsenin kalmadığını göstermektedir. Ama yaşadıkları yerlerin kalıntıları, ibret için korunmuştur (Ankebut 29/38, Ahkaf 46/25).

 

(Hâkka 69/9)
وَجَٓاءَ فِرْعَوْنُ وَمَنْ قَبْلَهُ وَالْمُؤْتَفِكَاتُ بِالْخَاطِئَةِۚ
Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen yerlerin halkı hep aynı hataya düştü[*].

[*] Tevbe 9/70, Hac 22/42-45, Sad 38/12-14, Kâf 50/12-14, Necm 53/50-53.


(Hâkka 69/10)
فَعَصَوْا رَسُولَ رَبِّهِمْ فَاَخَذَهُمْ اَخْذَةً رَابِيَةً
Her biri, Rablerinin resulüne /onun elçi olarak getirdiklerine[1*] karşı geldiler. Rableri de onları etkisi arttıkça artan bir azapla yakaladı[2*].

[1*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen Allah’ın resulü (رسول اللّه) ifadelerinde asıl vurgu ayetleredir. Resul kelimesi yerine  "onun elçi olarak getirdikleri” ifadesi bunun için yazılmıştır (Maide 5/67, Nahl 16/35).

[2*] Âl-i İmran 3/11, Hud 11/102, Hac 22/45, Rum 30/9, Mü’min 40/21-22, Kamer 54/41-42, Muhammed 47/10, Fecr 89/6-14.


(Hâkka 69/11)
اِنَّا لَمَّا طَغَا الْمَٓاءُ حَمَلْنَاكُمْ فِي الْجَارِيَةِۙ
(Yeryüzünü) sular basınca sizi /sizin atalarınızı[*] gemide biz taşıdık.

[*] Nuh Tufanı’ndan sonraki insanların tamamı, Nuh aleyhisselam ve onunla birlikte gemide taşınan insanların soyundandır (İsra 17/3, Saffat 37/77, 82).


(Hâkka 69/12)
لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَٓا اُذُنٌ وَاعِيَةٌ
Biz bunları, aklınızdan çıkarmayacağınız bir bilgi yapmak için ve kulağa küpe olsun diye (anlatıyoruz)[*].

[*] Hud 11/120, Yusuf 12/111, Taha 20/99.


(Hâkka 69/13)
فَاِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌۙ

(Hâkka 69/14)
وَحُمِلَتِ الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةً وَاحِدَةً
ve yeryüzü ile dağlar kaldırılıp (un ufak edilerek) tek bir düzlük haline getirildiğinde[*],

[*] İbrahim 14/48, Kehf 18/47, Taha 20/105-107, Vakıa 56/5-6, Mearic 70/9, Müzzemmil 73/14, Mürselat 77/10, Nebe 78/20, Tekvir 81/3, Fecr 89/21, Karia 101/5.


(Hâkka 69/15)
فَيَوْمَئِذٍ وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ
olacak olan işte o gün olur[*].

[*] Vakıa 56/1-3.


(Hâkka 69/16)
وَانْشَقَّتِ السَّمَٓاءُ فَهِيَ يَوْمَئِذٍ وَاهِيَةٌۙ
Gök yarılır, artık o gün çökmeye yüz tutmuş hale gelir[*].

[*] İnsanların yeniden dirileceği günden önce göklerin durumunu anlatan ayetler için bkz: Enbiya 21/104, Furkan 25/25, Tur 52/9, Rahman 55/37, Mearic 70/8, Müzzemmil 73/18, Mürselat 77/9, Nebe 78/19, Tekvir 81/11, İnfitar 82/1, İnşikak 84/1-2.


(Hâkka 69/17)
وَالْمَلَكُ عَلٰٓى اَرْجَٓائِهَاۜ وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌۜ
Melekler onun kenarlarında olurlar. O gün, o meleklerin üst tarafında da sekiz melek, Rabbinin arşını (yönetim merkezini) taşır[*].

[*] Zümer 39/75, Mü’min 40/7.


(Hâkka 69/18)
يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لَا تَخْفٰى مِنْكُمْ خَافِيَةٌ
İşte o gün Allah’a arz edilirsiniz, sizin gizliniz saklınız kalmaz[*].

[*] İbrahim 14/48, Kehf 18/49, Mü’min 40/16.


(Hâkka 69/19)
فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَيَقُولُ هَٓاؤُ۬مُ اقْرَؤُ۫ا كِتَابِيَهْۚ
Amel defteri sağından verilen kişi[*] şöyle der: “İşte alın, okuyun defterimi!

[*] Amel defteri sağından verilenlerin hepsi cennete gider ve oranın nimetlerinden yararlanırlar (İsra 17/71, Vakıa 56/27, 90-91, Müddessir 74/39-40, İnşikak 84/7-9). Ancak hepsi aynı konumda olmazlar. Allah, kendi yolunda malı ve canıyla elinden geleni yapanları, özürsüz olarak oturup kalanlarla bir tutmayacak, vereceği büyük bir ödülle diğerlerinden üstün kılacaktır (Nisa 4/95-96, İsra 17/21).

 

(Hâkka 69/20)
اِنّ۪ي ظَنَنْتُ اَنّ۪ي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْۚ
Ben, hesabımla mutlaka yüzleşeceğimi anlamıştım[*].”

[*] Bakara 2/46, İsra 17/13-15.

 

(Hâkka 69/21)
فَهُوَ ف۪ي ع۪يشَةٍ رَاضِيَةٍۙ
Artık o, bütün beklentileri karşılayan bir yaşayış içindedir.[*]

[*] Fecr 89/27-28, Beyyine 98/8, Kâria 101/6-7.


(Hâkka 69/22)
ف۪ي جَنَّةٍ عَالِيَةٍۙ
Yüce bir cennette /bahçededir[*].

[*] Ğaşiye 88/8-10.


(Hâkka 69/23)
قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ
O bahçenin olgunlaşmış meyveleri (ona) yaklaşır[*].

[*] Rahman 55/54, İnsan 76/14.


(Hâkka 69/24)
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـًٔا بِمَٓا اَسْلَفْتُمْ فِي الْاَيَّامِ الْخَالِيَةِ
(Cennettekilere şöyle denir:) “Afiyetle yiyin için! Bunlar, geçmiş günlerde (Allah’ın rızasını) önceleyerek yaptıklarınıza karşılıktır[*].”

[*] Tur 52/19, Mürselat 77/41-44.


(Hâkka 69/25)
وَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِه۪ فَيَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُو۫تَ كِتَابِيَهْۚ
Amel defteri solundan verilen kişi[*] de şöyle der: “Keşke defterim bana verilmeseydi!

[*] Vakıa 56/41-46, İnşikak 84/10.


(Hâkka 69/26)
وَلَمْ اَدْرِ مَا حِسَابِيَهْۚ
Hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim![*]

[*] Kehf 18/49, Kamer 54/52-53.


(Hâkka 69/27)
يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَۚ
Ah, keşke ölüm her şeyi bitirseydi![*]

[*] Nebe 78/40, İnşikak 84/11.


(Hâkka 69/28)
مَٓا اَغْنٰى عَنّ۪ي مَالِيَهْۚ
Malım bir işe yaramadı![*]

[*] Âl-i İmran 3/10, 116, Mücadele 58/17, Leyl 92/11.

 

(Hâkka 69/29)
هَلَكَ عَنّ۪ي سُلْطَانِيَهْۚ
Yetkilerim de elimden gitti![*]”

[*] Nahl 16/107-109, Casiye 45/27.


(Hâkka 69/30)
خُذُوهُ فَغُلُّوهُۙ
(Onunla ilgili şöyle denir:) “Tutun da prangaya vurun onu![*]

[*] İbrahim 14/49.


(Hâkka 69/31)
ثُمَّ الْجَح۪يمَ صَلُّوهُۙ
Sonra yakıcı ateşe /cehenneme sokun onu![*]

[*] Duhan 44/47-49, İnşikak 84/12.


(Hâkka 69/32)
ثُمَّ ف۪ي سِلْسِلَةٍ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعًا فَاسْلُكُوهُۜ
Yetmiş arşın[1*] uzunluğunda bir zincire de[2*] vurun onu![3*]”

[1*] Arşın, eski bir uzunluk ölçüsüdür. Bir arşın yaklaşık 68 santimetredir (TDK).

[2*]Ayetteki “sümme = ثمَ” edatına birliktelik ifade eden bir anlam verilmiştir. Çünkü “sümme” dört türlü kullanımı olan bir edattır. Bu kullanımlardan biri, sıralama veya öncelik-sonralık kastedilmeksizin mutlak beraberliği ifade eder (Mu’cemu'l-Lugati'l-Arabiyyeti'l-Muasıra). Nitekim Yunus 10/103, Hud 11/3, 52, Beled 90/11 ayetlerinde de bu anlamda kullanılmıştır.

[3*] Mü’min 40/70-72.


(Hâkka 69/33)
اِنَّهُ كَانَ لَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ الْعَظ۪يمِۙ
Çünkü o, Muazzam olan Allah’a inanıp güvenmezdi[*].

[*] Bakara 2/8, 13; Âl-i İmran 3/86-91.


(Hâkka 69/34)
وَلَا يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۜ
Çaresizin yiyeceği konusunda teşvikte bile bulunmazdı[*].

[*] Müddessir 74/42-47, Fecr 89/18, Mâûn 107/1-3.

 

(Hâkka 69/35)
فَلَيْسَ لَهُ الْيَوْمَ هٰهُنَا حَم۪يمٌۙ
Artık o gün orada onun bir can dostu olmaz[*].

[*] Şuara 26/100-101, Mü’min 40/18, Mearic 70/10.


(Hâkka 69/36)
وَلَا طَعَامٌ اِلَّا مِنْ غِسْل۪ينٍۙ
İrinden başka yiyeceği de bulunmaz[*].

[*] Bu ayette cehennemdekilerin ancak irin, diğer bir ayette (Ğâşiye 88/6) ise sadece dikenli bir bitki yiyeceği söylenir. Birbiriyle çeliştiği sanılan bu iki ayette iki farklı yiyecekten bahsedilse de, diğer ayetlere bakılınca bunların aynı ağacın ürünü olduğu anlaşılacaktır; çünkü cehennemdekilerin, cehennemin dibinde biten, şeytanların başı gibi meyveleri olan ve yiyenlerin karnında kaynar su gibi kaynayan zakkum ağacından yiyecekleri bildirilmektedir (Saffat 37/62-66, Duhan 44/43-46, Vakıa 56/52-53). Öyleyse bu ayetteki “irin”, Müzzemmil 73/13’teki “boğaza tıkanan yiyecek” ve Ğâşiye 88/6’deki “dikenli bitki”nin, zakkum ağacının ürünlerinin farklı vasıfları olduğu ortaya çıkar.


(Hâkka 69/37)
لَا يَأْكُلُهُٓ اِلَّا الْخَاطِؤُ۫نَ۟
Onu sadece, o hatayı[1*] (şirk suçunu bile bile[2*]) işleyenler yer[3*].

[1*] Ayette “o hatayı işleyenler (الْخَاطِؤُونَ)” anlamına gelen kelimenin başında belirlilik takısı olan elif-lam bulunduğu için, önceki ayetlerde belirtilen hatayı işleyen kişileri gösterir. Bunların temel hatası, Allah’a güvenmemeleridir. Allah’a güvenmeyen kişi ya bir başka şeye ya da kendi kurgularına güvenir. İşte bu suç, Allah’a ortak oluşturmak, ona ortak koşmak anlamına gelen şirk suçudur. Bu suçu işleyene müşrik denir.

[2*] Burada “bile bile” denmesi, bilmeden yapılan yanlışların affedileceğinden dolayıdır (Bakara 2/22, 286). Bunun örneği İbrahim aleyhisselamdır. O, büluğa erdiği andan itibaren (A’raf 7/172-173, Enbiya 21/60) putların ilah olmayacağını anlamıştı. Ama gözlemler yapıp kesin kanaate varıncaya kadar yıldızın, ayın ve güneşin kendi rabbi olduğu inancındaydı. Onların rab olamayacaklarını anlar anlamaz kesin tavrını ortaya koydu (En’am 6/75-79). Onun bu konuda bile bile yaptığı bir yanlış olmadığı için Allah onu hiçbir zaman müşriklerden saymamıştır (Bakara 2/135, Âl-i imran 3/67, 95, En’am 6/161, Nahl 16/123).

[3*] Duhan 44/43-46.


(Hâkka 69/38)
فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَۙ
Hayır! Görebildiklerinize yemin ederim,


(Hâkka 69/39)
وَمَا لَا تُبْصِرُونَۙ
Göremediklerinize de (yemin ederim ki)[*]

[*] Vakıa 56/75, Mearic 70/40, Kıyamet 75/1-2, Tekvir 81/15-16, İnşikak 84/16, Beled 90/1-3.


(Hâkka 69/40)
اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۚ
Kur’an, kesinlikle değerli bir elçinin sözüdür[*].

[*] “Değerli bir elçinin sözüdür” ifadesi, Tekvir 81/19’da Cebrail (a.s.) için kullanılmıştır. Ancak bu ayetteki bağlam Muhammed aleyhisselamın kastedildiğini göstermektedir; çünkü sonraki ayetlerde elçinin sözler uydurması halinde atardamarının koparılacağı söylenmiştir. İster Cebrail (a.s.) ister Muhammed (a.s.) olsun, resul yani elçi kendi sözünü değil onu gönderenin sözünü ilettiğinden, Kur’an elçiyi gönderen Allah’ın sözüdür.

 

(Hâkka 69/41)
وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍۜ قَل۪يلًا مَا تُؤْمِنُونَۙ
O, bir şair sözü değildir. Ne kadar az inanıp güveniyorsunuz[*]!

[*] Enbiya 21/5, Yasin 36/69-70, Saffat 37/36, Tur 52/30.


(Hâkka 69/42)
وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍۜ قَل۪يلًا مَا تَذَكَّرُونَۜ
Bir kâhin sözü de değildir[*]. Bilginizi ne kadar az kullanıyorsunuz!

[*] Tur 52/29.


(Hâkka 69/43)
تَنْز۪يلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
(Bu Kur’an) varlıkların Rabbi / Sahibi tarafından indirilmiştir[*].

[*] Taha 20/4, Şuara 26/192-193, Secde 32/2, Zümer 39/2, Mü’min 40/2, Fussilet 41/2, 42, Casiye 45/2, Ahkaf 46/2, Vakıa 56/80.


(Hâkka 69/44)
وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْاَقَاو۪يلِۙ
(Resulümüz Muhammed) Eğer bizim adımıza bazı sözler uydurmuş olsaydı[*],

[*] Maide 5/67, Yunus 10/15-16, Tur 52/33, Necm 53/3-5.


(Hâkka 69/45)
لَاَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَم۪ينِۙ
Elbette onu kıskıvrak yakalardık.


(Hâkka 69/46)
ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَت۪ينَۘ
Sonra kesinlikle onun ana atardamarını koparırdık[*].

[*] İsra 17/73-75. Tevrat’ta bu konuda şu pasaj bulunmaktadır: “Adıma konuşan peygamberin ilettiği sözleri dinlemeyeni ben cezalandıracağım. Ancak, kendisine buyurmadığım bir sözü benim adıma söylemeye kalkışan ya da başka ilahlar adına konuşan peygamber öldürülecektir.” (Yasa’nın Tekrarı 18:19-20).


(Hâkka 69/47)
فَمَا مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ عَنْهُ حَاجِز۪ينَ
İçinizden bunu engelleyebilecek hiç kimse de olmazdı[*].

[*] Bakara 2/120, 145. Ra’d 13/37.


(Hâkka 69/48)
وَاِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ
Kur’an, yanlışlardan sakınanlara kesinlikle doğru bilgi vermektedir[*].

[*] Zikir akılda tutulması gereken doğru bilgi anlamındadır. Ayrıca, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Hicr 15/9, Nahl 16/43-44, Enbiya 21/7, 24, Müddessir 74/54).


(Hâkka 69/49)
وَاِنَّا لَنَعْلَمُ اَنَّ مِنْكُمْ مُكَذِّب۪ينَ
Çok iyi biliyoruz ki içinizde (Kur’an karşısında) yalana sarılanlar var[*].

[*] En’am 6/33, Vakıa 56/82.


(Hâkka 69/50)
وَاِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْكَافِر۪ينَ
Kur’an, ayetleri görmezlikten gelenler için kesinlikle bir yürek acısıdır[*].

[*] Kur’an’ın gerçek olduğunu bildikleri halde ona uymamaları, kafirleri büyük bir iç sıkıntısına sokar (Hicr 15/2, İsra 17/82).


(Hâkka 69/51)
وَاِنَّهُ لَحَقُّ الْيَق۪ينِ
Şüphesiz Kur’an, doğruluğu kesin olarak bilinebilir bir gerçektir[*].

[*] Fussilet 41/53, Vakıa 56/95.


(Hâkka 69/52)
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ
Öyleyse sen, Rabbinin muazzam adı /özelliği sebebiyle ona boyun eğ![*]

[*] Vakıa 56/74, 96.