MÜLK
[*] İnsan ortaya çıkıncaya kadar uzunca bir zaman geçer (İnsan 76/1). Onu oluşturan parçalar vardır ama o yoktur. Sonra yaratılır ve yıpratıcı bir imtihandan geçirilir. Sonra ölür ve onu oluşturan parçalar toprak olur. İmtihanın sonucunu görmek için topraktan son kez yaratılacaktır. Böylece her insanın başından iki ölüm ve iki hayat geçmiş olacak ) (Mümin 40/11 ve Bakara 2/28) ve artık ölmeyecektir. Önce ölümün sonra hayatın yaratılması bunu gösterir.
[1] “Biz en yakın göğü (birinci kat semayı) bir süsle, gezgenlerle süsledik. Onu her hayırsız şeytandan koruduk. Onlar Mele-i a’lâ’yı dinleyemezler; her taraftan onlara (ışınlar) atılır. Bu, kovulmaları içindir. Onlara orada daima bir azap vardır. Her kim bir söz kapacak olsa onu da hemen delici bir ışın takip eder.” (Saffât 37/6-10)
[*] Mekâyis’ul-luğa.(s.540) شَهِيقً soluk almak manasına olup zıddı زفير soluk vermek demektir.
[*] “İçten” anlamı verdiğimiz kelime el- ğayb = الغيب‘dır. Bkz:Bakara 2/2 ve dipnotu.
[*] Buradaki نَذِير = nezîr’e ism-i mef’ul anlamı verilmiştir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: Biz elçi göndermeden azap etmeyiz. (İsra 17/15)
[*] İltifat
[*] İyiliği sonsuz olan Allah’tan başkası onları orada tutamaz.(Bkz. Nahl 16/79)
[1*] üçler, yediler, kırklar vs.
[2*] Müfredat (والغرة: غفلة في اليقظة)
[*] Günümüz ilminde İnsan, düşünen veya konuşan canlı diye tarif edilir. Hâlbuki Kur’ân’da kuşların ve karıncaların konuşmalarına ve akıllarını kullanarak yaptıkları işlere yer verilir. Bu ve benzeri âyetlere göre insanın temel farkı, kulaklarında, gözlerinde ve gönlünde olandır. Gönül, kalp diye de adlandırılır. Gözler ve kulaklar kalbin danışmanıdır. Göz doğruları görür, kulak doğruları dinler. Akıl ise ayrı bir organ değil, yanlışları ayıklama işlemidir. Kalp, menfaatlerin, beklentilerin veya özentilerin etkisiyle, akıl süzgecinden geçen bilgileri ya kabul veya reddeder. İnsanı diğer varlıklardan farklı yapan şey ruhudur. Ruhun insana kazandırdıkları ile ilgili olarak Bkz. Secde 32/9 ve dipnotu. İnsanın kişiliğini belirleyen bu ruhtur. İmanın, kalp ile tasdik şartına bağlanması da bundandır. Yoksa peygamberlerin söylediklerinin doğru olduğunu herkes bilir. Ama kendini bir düşünce ve anlayışa esir edenler, o doğruları görmek veya duymak istemezler. Asıl körlük ve sağırlık budur. Kâfir, örten demektir. Bunlar gerçekleri sürekli örtmeye çalışan kimselerdir. Örtecek bir şey yoksa örtme yani kâfirlik de olmaz.
[*] (ذرأ)’nin iki anlamı vardır; biri beyaza çalan renk, diğeri tohum atmaktır. Mekayis, ذرأ md.