ŞUARÂ

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Şuarâ 26/1)
طٰسٓمٓۜ
Tâ-Sîn-Mîm[*]!

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.

Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.


(Şuarâ 26/2)
تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ
Bunlar apaçık[1*] olan Kitab’ın ayetleridir[2*].

[1*] Kur’an-ı Kerim, muhkem /hüküm bildiren ve müteşabih /muhkemlerin benzeri olup, onların ayrıntılarını ortaya koyan ayetlerden oluşur. Bu metot sayesinde Kitab’ın tamamı ayrıntılı olarak açıklanmış (mufassal), böylece kendisi de apaçık (mübin) hale gelmiş olur.

[2*] Yusuf 12/1, Kasas 28/1-2.


(Şuarâ 26/3)
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ
İnanmayacaklar diye neredeyse kendini yiyip bitireceksin[*].

[*] Kehf 18/6, Fatır 35/8.


(Şuarâ 26/4)
اِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ
Farklı tercihte bulunsak[*] gökten üzerlerine bir mucize indiririz de ona boyun eğip kalırlar.

[*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html


(Şuarâ 26/5)
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْدَثٍ اِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِض۪ينَ
Onlara Rahman’dan yeni bir bilgi gelmeye görsün, hemen ondan yüz çevirirler[*].

[*] Enbiya 21/2-3.


(Şuarâ 26/6)
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Onlar kesinlikle yalana sarılırlar. Hafife aldıkları şeyin haberleri yakında onlara gelecektir[*].

[*] En’am 6/5.


(Şuarâ 26/7)
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ كَمْ اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ
Yeryüzüne bakmadılar mı? Onda her güzel çiftten nice bitkiler bitirdik[*]!

[*] Hicr 15/19, Lokman 31/10, Yasin 36/36, Kaf 50/6-8, Zariyat 51/49.


(Şuarâ 26/8)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
İşte bunda tam bir ayet /ibret vardır ama onların çoğu inanıp güvenmezler.


(Şuarâ 26/9)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz senin Rabbin /Sahibin daima üstün ve ikramı bol olandır.


(Şuarâ 26/10)
وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ
Bir gün Rabbin Musa’ya şöyle seslendi: “Yanlışlar içinde olan şu halka git.


(Şuarâ 26/11)
قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ اَلَا يَتَّقُونَ
Firavun’un halkına... Yanlışlardan sakınmayacaklar mı?”


(Şuarâ 26/12)
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ
Musa dedi ki: “Rabbim! Beni yalancı yerine koyarlar diye korkuyorum.


(Şuarâ 26/13)
وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ
Göğsüm daralır, dilim dönmez. Elçilik görevini Harun’a ver[*].

[*] Taha 20/25-36.


(Şuarâ 26/14)
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ
Çünkü onlara göre ben suçluyum; beni öldürmelerinden korkuyorum[*].”

[*] Kasas 28/15-21.


(Şuarâ 26/15)
قَالَ كَلَّاۚ فَاذْهَبَا بِاٰيَاتِنَٓا اِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ
Allah: “Asla! Öyleyse ikiniz, ayetlerimizle /mucizelerimizle birlikte gidin. Biz sizinle beraberiz; her şeyi dinlemekteyiz.” dedi[*].

[*] Taha 20/45-46.


(Şuarâ 26/16)
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
Firavun’a varın ve şöyle deyin: “Biz, Varlıkların Rabbi’nin elçisiyiz,


(Şuarâ 26/17)
اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ
İsrailoğullarını bizimle gönder[*]!”

[*] A’raf 7/103, Taha 20/43-47, Müminûn 23/45-48.


(Şuarâ 26/18)
قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يدًا وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ
(Elçi olarak gidince Firavun Musa’ya) dedi ki: “Yeni doğmuş bir çocukken seni yanımızda yetiştirmedik mi, ömrünün nice yıllarını aramızda geçirdin değil mi?


(Şuarâ 26/19)
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
Yaptığın o işi de yaptın (o adamı öldürdün), sen kâfirin /nankörün tekisin[*]!”

[*] Kâfir, gerçeğin üstünü örten, doğruları görmemekte direnen ve nankörlük eden anlamındadır. Bu ayette kelime, nankörlük anlamında kullanılmıştır. Çünkü Firavun, Musa aleyhisselamı evinde büyüttüğünü, yıllarca içlerinde yaşadığını ama bir cinayet işleyerek kaçıp gittiğini ve kendisine karşı nankörlük ettiğini “kâfir” kelimesi ile ifade etmektedir.


(Şuarâ 26/20)
قَالَ فَعَلْتُهَٓا اِذًا وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ
(Musa şöyle dedi:) “O işi yaptığımda yanlış yolda olanlardandım[*].

[*] Kasas 28/15-17, 33.


(Şuarâ 26/21)
فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْمًا وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
Sizden korkunca da kaçtım[1*]. Sonra Rabbim bana hikmeti bahşetti[2*] ve beni elçilerinden biri yaptı.

[1*] Kasas 28/18-21.

[2*] Kasas 28/14.


(Şuarâ 26/22)
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ
Başıma kaktığın o nimet (beni sarayda yetiştirmen)[*], İsrailoğullarını köleleştirdiğin için oldu.”

[*] Kasas 28/7-13.


(Şuarâ 26/23)
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Firavun: “Peki, Varlıkların Rabbi de ne oluyor?” dedi[*].

[*] Taha 20/49-50.


(Şuarâ 26/24)
قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ
(Musa:) “O; göklerin, yerin ve ikisi arasında olan her şeyin Rabbi /Sahibidir! Eğer ona kesin olarak inanan kimselerseniz (bunu bilirsiniz).”


(Şuarâ 26/25)
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ
(Firavun) Yanındakilere: “Duymuyor musunuz?” dedi.


(Şuarâ 26/26)
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ
(Musa devam etti:) “O, sizin de Rabbinizdir, gelmiş geçmiş bütün atalarınızın da Rabbidir.”


(Şuarâ 26/27)
قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ
(Firavun:) “Size gönderilen elçiniz, kesinlikle cinlerin etkisine girmiş[*]!” dedi.

[*] Her nebiye, cinlerin etkisinde kaldığı, aklını kaybettiği şeklinde suçlamalar yöneltilmiştir (Hud 11/87, Hicr 15/6). Muhammed aleyhisselama da yöneltilen bu suçlamalar ayetlerle çürütülmüştür (A'raf 7/184, Mü’minun 23/70, Sebe 34/46, Tur 52/29, Kalem 68/2, Tekvir 81/22). Nebiler vahiy alırken yanlarına şeytanların yaklaştırılmadığı ve meleklerle korundukları (Cin 72/26-28),  bunun dışında şeytanların onlara vesvese vermeye çalıştıkları ama Allah’ın o vesveseyi giderdiği bildirilmektedir (Hac 22/52).

 

(Şuarâ 26/28)
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
(Musa:) “Eğer aklınızı kullanıyorsanız o, doğunun, batının ve ikisinin arasında olan her şeyin Rabbidir.” dedi.


(Şuarâ 26/29)
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهًا غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ
(Firavun:) “Hele benden başka birini ilah edin, seni kesinlikle zindana atarım!” dedi.


(Şuarâ 26/30)
قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ
(Musa:) “Ya sana apaçık bir şey getirdiysem!” dedi.


(Şuarâ 26/31)
قَالَ فَأْتِ بِه۪ٓ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
(Firavun:) “Getir onu, eğer doğru söyleyenlerdensen!” dedi.


(Şuarâ 26/32)
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ
(Musa) Değneğini attı, bir de ne görsünler; apaçık koskoca bir yılan[*]!

[*] A’raf 7/107.


(Şuarâ 26/33)
وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟
Elini çıkardı, o da seyredenlerin önünde anında bembeyaz kesildi[*].

[*] A’raf 7/108.


(Şuarâ 26/34)
قَالَ لِلْمَلَاِ حَوْلَهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ
(Firavun) Çevresindeki devlet erkanına dedi ki: “Bu, gerçekten bilge bir sihirbaz[*]!

[*] A’raf 7/109, Zariyat 51/38-39.


(Şuarâ 26/35)
يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
Sihriyle sizi ülkenizden çıkarmak istiyor; ne emredersiniz[*]?”

[*] A’raf 7/110, Taha 20/57. "Sizi, yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne emredersiniz?” sözü, Firavun’a aittir. “Bu, bilgin bir sihirbazdır” sözünü ise burada Firavun, Araf 109’da ise çevresindekiler söylemektedir. Bunları bütün halinde düşündüğümüz zaman Firavun ve çevresinin ciddi bir telaşa düştüklerini görürüz. Çünkü onlar, onun yaptığının sihir olmadığını anladıkları halde (Neml 27/14) sihir diyerek birbirlerini teselli etmektedirler. Sihirbazlıkla uğraşan kimselerin Firavun gibi güçlü bir hükümdara bir şey yapamayacağı açık olduğu halde onun; “Sizi, yaptığı sihirle, yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne emredersiniz?” diyerek çevresini yanına çekme çabası, büyük bir korkuya kapıldığını da gösterir. Onun bu korkusu, davranışlarını anlatan bütün ayetlerde görülebilir. Ayrıca Musa’nın (a.s.) niyeti, onları yurdundan çıkartmak değil İsrailoğullarını alıp o ülkeden gitmekti. Bunu açıkça beyan etmiş olmasına rağmen Firavun güncel terimle “kara propaganda” veya “algı yönetimi” tabir edilen bir söylemle, gerçeklerin üstünü örtmeye çalışmaktadır. Günümüz dünyasında da bu tavrı sıklıkla gözlemleyebiliriz.


(Şuarâ 26/36)
قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ
Dediler ki: “Onu ve kardeşini oyala, şehirlerde adam toplayacak kişiler görevlendir.


(Şuarâ 26/37)
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ
Bilgin sihirbazların hepsini alıp sana getirsinler[*].”

[*] A’raf 7/111-112.


(Şuarâ 26/38)
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِم۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍۙ
Böylece, bilinen günün (bayram gününün) belirlenen saati için[*] sihirbazlarla toplantı kararı alındı.

[*] Taha 20/58-60.


(Şuarâ 26/39)
وَق۪يلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ
İnsanlara da şöyle dendi: “Siz de katılırsınız değil mi?


(Şuarâ 26/40)
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ
Galip gelenler sihirbazlar olursa belki biz de onlara uyarız.”


(Şuarâ 26/41)
فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ اَئِنَّ لَنَا لَاَجْرًا اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ
Sihirbazlar gelince Firavun’a şöyle dediler: Galip gelen taraf biz olursak elbette bir ödülümüz olur, değil mi?!


(Şuarâ 26/42)
قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ اِذًا لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ
“Evet, o zaman siz, kesinlikle benim yakın adamlarımdan olacaksınız.” dedi[*].

[*] A’raf 7/113-114.


(Şuarâ 26/43)
قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ
Musa sihirbazlara: “Haydi, atın atacağınızı!” dedi.


(Şuarâ 26/44)
فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ
İplerini ve değneklerini yere attılar ve şöyle dediler: Firavun’un gücü adına, galip gelen taraf elbette biz olacağız!


(Şuarâ 26/45)
فَاَلْقٰى مُوسٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ
Arkasından Musa değneğini attı. Bir de ne görsünler! Değnek, sihirbazların uydurdukları[*] şeyleri yalayıp yutuyor.

[*] “Uydurma” anlamı verilen kelime ifk (إفك) kökündendir. İfk, yalan ve asılsız şeylerle birini bir şeyden çevirmektir. (el-Ayn). Sihirbazların kurdukları düzenekler ve aldatmacalar bu kelimeyle ifade edilmektedir.


(Şuarâ 26/46)
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۙ
Sihirbazlar bir anda kendilerini secdede buldular.


(Şuarâ 26/47)
قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
“Biz, Varlıkların Rabbi’ne inanıp güvendik” dediler.


(Şuarâ 26/48)
رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ
“Musa’nın ve Harun’un Rabbine!”


(Şuarâ 26/49)
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَۜ لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ
(Firavun:) “Ben size izin vermeden ona inandınız öyle mi! Demek ki size sihri öğreten büyüğünüz oymuş. Yakında[1*] öğreneceksiniz; kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi mutlaka asacağım!” dedi[2*].

[1*] Yakında anlamı vermemize sebep olan sevfe (سوف) edatı, Arap dilinde uzak geleceği ifade eder. Demek ki Firavun o anda bu gücü kendinde bulamıyor. Zaten sihirbazlara böyle bir ceza uygulandığına dair bir bilgi de yoktur.

[2*] A’raf 7/123-124, Taha 20/71


(Şuarâ 26/50)
قَالُوا لَا ضَيْرَۘ اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ
(Sihirbazlar:) “Ziyanı yok! Biz Rabbimize döneceğiz.” dediler[*].

[*] A’raf 7/125. Taha 20/72.


(Şuarâ 26/51)
اِنَّا نَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَٓا اَنْ كُنَّٓا اَوَّلَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ۟
“İlk inananlar biz olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlamasını umarız.”


(Şuarâ 26/52)
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ٓي اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ
Musa’ya şunu vahyettik: “Geceleyin kullarımı en tepeye (dağa) çıkar[*], çünkü siz takip edileceksiniz.”

[*]İsrâ (إسراء) kelimesi, “seriy (سرِي)” kökünden türemiş sayılarak ona “gece yürüyüşü” anlamı verilmiştir. İsrâ kökünden fiillerin geçtiği ayetleren çoğunda “gece (ليل)” kelimesi de olduğu için bu kelimeye “gece yürüyüşü” anlamı vermek yanlıştır. Bu ayette ve (Taha 20/77).. âyette “gece (ليل)” ifadesi açıkça geçmese de ilgili ayetlerden dolayı bu ayeterde de o kelime takdir edilir. Bu sebeple ona “gece yürüyüşü” anlamı verilemez. Kelime, “her şeyin en yükseği” anlamına gelen “serâh (سَرَاة)”dan türemiştir (Müfredat, (سرى) mad) Çünkü âyetlerdeki isrâ kökünden fiillerin tamamı, “en yükseğe çıkarma” anlamındadır. Musa aleyhisselamın, İsrailoğullarını çıkardığı dağ, Kızıldeniz’in kenarı ile Kahire arasında olan ve yüksekliği yer yer 2000 metreyi geçen sıra dağlar olmalıdır  (SUNA DOĞANER, Mısır, DİA). Çünkü o dağlar aşılmadan Kızıldeniz’e ulaşılamaz .(Taha 20/77, Duhan 44/23).


(Şuarâ 26/53)
فَاَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۚ
Firavun hemen şehirlere adam toplayacak kişiler gönderdi.


(Şuarâ 26/54)
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ
(Şöyle dedi:) “Bunlar bölük pörçük birkaç kişi!


(Şuarâ 26/55)
وَاِنَّهُمْ لَنَا لَغَٓائِظُونَۙ
Onlar bize karşı kin ve nefretle dolular.


(Şuarâ 26/56)
وَاِنَّا لَجَم۪يعٌ حَاذِرُونَۜ
Ama biz tedbirli bir topluluğuz.”


(Şuarâ 26/57)
فَاَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
Böylece onları (Firavun’u ve yandaşlarını) bahçelerden ve pınar başlarından çıkardık.


(Şuarâ 26/58)
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ
Hazinelerden ve değerli konaklardan da...


(Şuarâ 26/59)
كَذٰلِكَۜ وَاَوْرَثْنَاهَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۚ
Böyle yaptık. Çünkü bunları İsrailoğullarına miras bıraktık.


(Şuarâ 26/60)
فَاَتْبَعُوهُمْ مُشْرِق۪ينَ
Gün doğarken onların ardına düştüler.


(Şuarâ 26/61)
فَلَمَّا تَرَٓاءَ الْجَمْعَانِ قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ
İki kesim birbirini görünce, Musa’nın beraberindekiler: “Kesinlikle yakalanacağız!” dediler.


(Şuarâ 26/62)
قَالَ كَلَّاۚ اِنَّ مَعِيَ رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ
Musa dedi ki: ”Asla, çünkü Rabbim benimledir, bana bir yol açacaktır[*].”,

[*] Taha 20/77.


(Şuarâ 26/63)
فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ
Bunun üzerine Musa’ya: “Değneğinle denize vur!” diye vahyettik. Vurunca, deniz hemen ikiye ayrıldı. Her parçası koca bir dağ gibi oldu.


(Şuarâ 26/64)
وَاَزْلَفْنَا ثَمَّ الْاٰخَر۪ينَۚ
Öbür kesimi de orada onlara yaklaştırdık


(Şuarâ 26/65)
وَاَنْجَيْنَا مُوسٰى وَمَنْ مَعَهُٓ اَجْمَع۪ينَۚ
Musa’yı ve beraberinde olan herkesi kurtardık.


(Şuarâ 26/66)
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَۜ
Sonra öbür kesimi suda boğduk.


(Şuarâ 26/67)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
İşte bu anlatılanlarda tam bir ayet /ibret vardır. Onların çoğu inanıp güvenmiş değillerdi.


(Şuarâ 26/68)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz senin Rabbin daima üstün ve ikramı bol olandır.


(Şuarâ 26/69)
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ اِبْرٰه۪يمَۢ
Onlara İbrahim’le ilgili şu haberi anlat[*]:

[*] En’am 6/74-81, Meryem 19/41-50, Enbiya 21/51-73, Ankebut 29/16-27.


(Şuarâ 26/70)
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا تَعْبُدُونَ
Bir gün babasına ve halkına şöyle dedi: “Siz neye kulluk ediyorsunuz?”


(Şuarâ 26/71)
قَالُوا نَعْبُدُ اَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِف۪ينَ
Dediler ki: “Putlara kulluk ediyoruz. Onların karşısında saygıyla durmaya da devam edeceğiz.”


(Şuarâ 26/72)
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ اِذْ تَدْعُونَۙ
“Peki, dua ettiğinizde sizi duyuyorlar mı?” dedi.


(Şuarâ 26/73)
اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ
“Yahut size fayda sağlıyor veya zarar verebiliyorlar mı?”


(Şuarâ 26/74)
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا كَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
Dediler ki: “Yok, ama biz atalarımızın böyle yaptığını gördük.”


(Şuarâ 26/75)
قَالَ اَفَرَاَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ
Dedi ki: “Peki hiç düşündünüz mü? Neye kulluk ediyorsunuz,


(Şuarâ 26/76)
اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمُ الْاَقْدَمُونَ
hem siz hem de gelip geçmiş atalarınız?”


(Şuarâ 26/77)
فَاِنَّهُمْ عَدُوٌّ ل۪ٓي اِلَّا رَبَّ الْعَالَم۪ينَۙ
Kulluk ettiklerinizden, Varlıkların Sahibi dışında kalanlar benim için birer düşmandır.


(Şuarâ 26/78)
اَلَّذ۪ي خَلَقَن۪ي فَهُوَ يَهْد۪ينِۙ
Beni yaratan, bana doğru yolu gösteren Varlıkların Sahibi’dir.


(Şuarâ 26/79)
وَالَّذ۪ي هُوَ يُطْعِمُن۪ي وَيَسْق۪ينِۙ
Beni yediren ve içiren de odur.


(Şuarâ 26/80)
وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِۖ
Hastalandığımda bana o şifa verir.


(Şuarâ 26/81)
وَالَّذ۪ي يُم۪يتُن۪ي ثُمَّ يُحْي۪ينِۙ
Beni öldürecek sonra tekrar hayat verecektir.


(Şuarâ 26/82)
وَالَّذ۪ٓي اَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ ل۪ي خَط۪ٓيـَٔت۪ي يَوْمَ الدّ۪ينِۜ
Hesap günü hatalarımı bağışlamasını beklediğim de odur.


(Şuarâ 26/83)
رَبِّ هَبْ ل۪ي حُكْمًا وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَۙ
Rabbim! Bana hikmet /doğru karar verme yeteneği ver ve beni iyiler arasına kat[*]!

[*] İbrahim aleyhisselam bu mücadeleye, erginlik çağına girdiği sırada başladı. O zaman henüz nebi değildi. Eğer nebi olsaydı Allah ona kitap ve hikmet vermiş olacağından “Bana hikmet ver” diye dua etmezdi (En’am 6/75-80).


(Şuarâ 26/84)
وَاجْعَلْ ل۪ي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْاٰخِر۪ينَۙ
Gelecek nesiller içinde benim doğru anılmamı nasip eyle!


(Şuarâ 26/85)
وَاجْعَلْن۪ي مِنْ وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّع۪يمِۙ
Beni nimetlerle dolu Cennet’in varislerinden eyle!


(Şuarâ 26/86)
وَاغْفِرْ لِاَب۪ٓي اِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۙ
Babamı da bağışla, çünkü o da yanlış yolda olanlardandır[*]!

[*] Tevbe 9/114, Meryem 19/47, Mümtahine 60/4.


(Şuarâ 26/87)
وَلَا تُخْزِن۪ي يَوْمَ يُبْعَثُونَۙ
Tekrar diriltilecekleri gün beni rezil etme!”


(Şuarâ 26/88)
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ
O gün ne malın bir faydası olacak, ne de evladın!


(Şuarâ 26/89)
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ
Allah’ın huzuruna selim (şirkten arınmış) bir kalple gelenler hariç!


(Şuarâ 26/90)
وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّق۪ينَۙ
O gün Cennet, müttakilere /yanlışlardan sakınanlara yaklaştırılır,


(Şuarâ 26/91)
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِلْغَاو۪ينَۙ
Yakıcı ateş (cehennem) boş hayale kapılıp yoldan çıkanların önüne çıkarılır.


(Şuarâ 26/92)
وَق۪يلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ
Onlara şöyle denir: “Nerede kulluk edip durduklarınız...


(Şuarâ 26/93)
مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ هَلْ يَنْصُرُونَكُمْ اَوْ يَنْتَصِرُونَۜ
Allah ile aranıza koyduklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerine bir faydaları oluyor mu?”


(Şuarâ 26/94)
فَكُبْكِبُوا ف۪يهَا هُمْ وَالْغَاوُ۫نَۙ
Sonunda onlar ve boş hayale kapılıp yoldan çıkanlar baş aşağı cehenneme atılırlar.


(Şuarâ 26/95)
وَجُنُودُ اِبْل۪يسَ اَجْمَعُونَۜ
Ve bütün o İblis orduları!


(Şuarâ 26/96)
قَالُوا وَهُمْ ف۪يهَا يَخْتَصِمُونَۙ
Onlar orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler:


(Şuarâ 26/97)
تَاللّٰهِ اِنْ كُنَّا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ
“Vallahi biz apaçık bir sapkınlık içindeydik.


(Şuarâ 26/98)
اِذْ نُسَوّ۪يكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Çünkü sizi Varlıkların Sahibi ile aynı seviyede tutardık.


(Şuarâ 26/99)
وَمَٓا اَضَلَّنَٓا اِلَّا الْمُجْرِمُونَ
Bizi yoldan çıkaranlar sadece bu suçlulardır.


(Şuarâ 26/100)
فَمَا لَنَا مِنْ شَافِع۪ينَۙ
Artık bize şefaat edecek /arka çıkacak hiç kimse yok,


(Şuarâ 26/101)
وَلَا صَد۪يقٍ حَم۪يمٍ
bir can dostumuz da yok!


(Şuarâ 26/102)
فَلَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Keşke elimizde bir fırsat daha olsa da biz de mü’minlerden olsak!”


(Şuarâ 26/103)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
İşte bu anlatılanlarda tam bir ayet /bir ibret vardır. Onların çoğu inanıp güvenmiş değillerdi.


(Şuarâ 26/104)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz senin Rabbin /Sahibin daima üstün ve ikramı bol olandır.


(Şuarâ 26/105)
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Nuh’un halkı da elçileri[1*] yalancılıkla suçlamıştı[2*].

[1*] Bu ayette elçiler diye meal verdiğimiz mürselin (الْمُرْسَلِينَ) kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Allah’ın o topluma elçi olarak gönderdiği sadece Nuh aleyhisselamdır. Diğer elçiler de ona inen ayetleri toplumlarına tebliğ eden müminlerdir (Yasin 36/13-27).

[2*] Nuh kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/59-72, Yunus 10/71-73, Hud 11/25-48, Mu’minun 23/23-30, Saffat 37/75-82, Kamer 54/9-16, Nuh 71/1-28.


(Şuarâ 26/106)
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ نُوحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Kardeşleri Nuh, bir gün onlara şöyle demişti: “Yanlışlardan sakınmaz mısınız?


(Şuarâ 26/107)
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
Ben sizin için güvenilir bir elçiyim.


(Şuarâ 26/108)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
Artık Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve bana[*] gönülden boyun eğin.

[*] Bu ve önceki ayetten, kayıtsız şartsız  itaatin resule/elçiye yapılacağı anlaşılır; çünkü elçi Allah’ın sözlerini olduğu gibi iletmekle sorumludur. Bu yüzden elçiye itaat Allah’a itaattir (Nisa 4/80).


(Şuarâ 26/109)
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ
Bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece Varlıkların Sahibi’ne aittir.


(Şuarâ 26/110)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۜ
Artık Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve bana gönülden boyun eğin.


(Şuarâ 26/111)
قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْاَرْذَلُونَۜ
(Halkı:) “Şu en alt tabakamız senin peşine takılmışken sana inanır mıyız?” dediler[*].

[*] Hud 11/27.


(Şuarâ 26/112)
قَالَ وَمَا عِلْم۪ي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ
(Nuh:) “Onların ne yaptıkları hakkında bir bilgiye sahip değilim.


(Şuarâ 26/113)
اِنْ حِسَابُهُمْ اِلَّا عَلٰى رَبّ۪ي لَوْ تَشْعُرُونَۚ
Keşke anlasanız! Onlara hesap soracak olan sadece Sahibimdir.


(Şuarâ 26/114)
وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
Ben, müminleri kovamam.


(Şuarâ 26/115)
اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۜ
Ben sadece, doğruları ortaya koyan bir uyarıcıyım!” dedi.


(Şuarâ 26/116)
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُوم۪ينَۜ
(Halkı:) “Bak Nuh! Hele bu işten vaz geçme, kesinlikle taşlananlardan olursun” dediler.


(Şuarâ 26/117)
قَالَ رَبِّ اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِۚ
(Nuh:) “Sahibim! Halkım beni yalancı yerine koyuyor.


(Şuarâ 26/118)
فَافْتَحْ بَيْن۪ي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّن۪ي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Benimle onların arasını iyice aç! Beni ve beraberimdeki müminleri, bunların verdiği sıkıntıdan kurtar.” dedi.


(Şuarâ 26/119)
فَاَنْجَيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۚ
Bunun üzerine onu ve beraberindekileri dopdolu bir gemi ile kurtardık.


(Şuarâ 26/120)
ثُمَّ اَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاق۪ينَۜ
Sonra geri kalan herkesi suda boğduk.


(Şuarâ 26/121)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
İşte bu anlatılanlarda kesin bir âyet /bir ibret vardır. Onların çoğu inanıp güvenmiş değillerdi.


(Şuarâ 26/122)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz senin Rabbin /Sahibin daima üstün ve ikramı bol olandır.


(Şuarâ 26/123)
كَذَّبَتْ عَادٌۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Ad halkı da elçileri[1*] yalancılıkla suçlamıştı[2*].

[1*] Elçilerle ilgili olarak Şuara 26/105. ayetin dipnotuna bkz.

[2*] A’raf 7/65-72, Hud 11/50-60.


(Şuarâ 26/124)
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ هُودٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Bir gün kardeşleri Hud onlara şöyle demişti: “Yanlışlardan sakınmaz mısınız?


(Şuarâ 26/125)
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
Ben sizin için güvenilir bir elçiyim.


(Şuarâ 26/126)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
Artık Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve bana gönülden boyun eğin.


(Şuarâ 26/127)
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
Bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece Varlıkların Sahibi’ne aittir.


(Şuarâ 26/128)
اَتَبْنُونَ بِكُلِّ ر۪يعٍ اٰيَةً تَعْبَثُونَۙ
Siz anlamsız işlerle uğraşarak her yüksek yere bir anıt mı dikiyorsunuz?


(Şuarâ 26/129)
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَۚ
Bir de sanki içlerinde sonsuza dek yaşayacakmış gibi sağlam yapılar ediniyorsunuz.


(Şuarâ 26/130)
وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ
Birinin yakasına yapışınca da zorbalar gibi yapışıyorsunuz.


(Şuarâ 26/131)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
Artık Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve bana gönülden boyun eğin.


(Şuarâ 26/132)
وَاتَّقُوا الَّذ۪ٓي اَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَۚ
Bildiğiniz nimetleri veren Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının!


(Şuarâ 26/133)
اَمَدَّكُمْ بِاَنْعَامٍ وَبَن۪ينَۙ
O size, küçük ve büyükbaş hayvanlar[*] ve evlatlar verdi.

[*] En’am 6/143-144.


(Şuarâ 26/134)
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ
Bahçeler ve pınarlar verdi.


(Şuarâ 26/135)
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍۜ
Ben, size azametli bir günün azabının gelmesinden korkuyorum.”


(Şuarâ 26/136)
قَالُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ
Dediler ki: “Öğüt versen de vermesen de bizim için fark etmez.


(Şuarâ 26/137)
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا خُلُقُ الْاَوَّل۪ينَۙ
Seninkisi sadece öncekilerin davranış tarzıdır.


(Şuarâ 26/138)
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَۚ
Biz azaba uğratılacak değiliz.”


(Şuarâ 26/139)
فَكَذَّبُوهُ فَاَهْلَكْنَاهُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Böylece Hud’u yalancı yerine koydular. Biz de onları helak ettik. İşte bu anlatılanlarda tam bir ayet /bir ibret vardır. Onların çoğu inanıp güvenmiş değillerdi.


(Şuarâ 26/140)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz senin Rabbin /Sahibin daima üstün ve ikramı bol olandır.


(Şuarâ 26/141)
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Semud halkı da elçileri[1*] yalancılıkla suçlamıştı[2*].

[1*] Elçilerle ilgili olarak Şuara 26/105. ayetin dipnotuna bkz.

[2*] A’raf 7/73-79, Hud 11/61-68, Neml 27/45-53, Kamer 54/23-31.


(Şuarâ 26/142)
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ صَالِحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Bir gün kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: “Yanlış yapmaktan sakınmayacak mısınız?


(Şuarâ 26/143)
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
Ben sizin için güvenilir bir elçiyim.


(Şuarâ 26/144)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
Artık Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve bana gönülden boyun eğin.


(Şuarâ 26/145)
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
Bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece Varlıkların Sahibi’ne aittir.


(Şuarâ 26/146)
اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ
Burada güven içinde mi bırakılacaksınız?


(Şuarâ 26/147)
ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
Bahçelerde, pınar başlarında,


(Şuarâ 26/148)
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ
ekinler ve salkımları sarkmış hurmalıklar arasında mı bırakılacaksınız?


(Şuarâ 26/149)
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا فَارِه۪ينَۚ
Bir de dağlardan ustalıkla evler oyuyorsunuz.


(Şuarâ 26/150)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
Artık Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve bana gönülden boyun eğin.


(Şuarâ 26/151)
وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ
Aşırılık edenlerin isteklerine boyun eğmeyin!


(Şuarâ 26/152)
اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
Onlar, yeryüzünde düzeni bozan ve iyileştirmeye çalışmayanlardır.”


(Şuarâ 26/153)
قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ
Onlar şöyle dediler: “Sen sadece büyülenmiş kişilerdensin.


(Şuarâ 26/154)
مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۚ فَأْتِ بِاٰيَةٍ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Sen sadece bizim gibi bir beşersin. Doğru söyleyenlerdensen haydi bize bir mucize getir!”


(Şuarâ 26/155)
قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ
(Salih:) “İşte bu bir dişi deve! Su içme hakkı belli gün onun, belli gün de sizindir.” dedi[*].

[*] Şehrin suyunu bir gün halk, bir gün de deve içiyordu. Bir devenin, şehrin bütün suyunu içebilecek yapıda olması, onun bir mucize olduğunu açıkça gösteriyordu. Bu mucize, Salih aleyhisselamın elçiliğinin belgesiydi. A’raf 7/73, Kamer 54/27-29.


(Şuarâ 26/156)
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
“Ona bir kötülük etmeyin, yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar.”


(Şuarâ 26/157)
فَعَقَرُوهَا فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ
Yine de o deveyi ayaklarını keserek öldürdüler, sonra pişman oldular.


(Şuarâ 26/158)
فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Sonra o azap onları yakaladı[*]. Bu olayda kesin bir ibret /bir ayet vardır ama bunların çoğu inanıp güvenmiş kimseler değillerdi.

[*] Hud 11/64-67.


(Şuarâ 26/159)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz senin Rabbin /Sahibin daima üstün ve ikramı bol olandır.


(Şuarâ 26/160)
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Lut’un halkı da elçileri[1*] yalanladı[2*].

[1*] Bu ayette elçiler kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Lut aleyhisselama, eşi dahil, halkından inanan olmamıştı. İnananlar sadece kızlarıydı (A’raf 7/83, Hud 11/81, Hicr 15/59-60, Neml 27/57, Ankebut 29/32-33). Demekki Lut aleyhisselamın kızları da babaları gibi Allah’ın ayetlerini halklarına tebliğ görevini üstlenmişlerdi.

[2*] A’raf 7/80-84, Hud 11/77-83, Hicr 15/61-75, Neml 27/54-58, Ankebut 29/28-35, Saffat 37/133-138.


(Şuarâ 26/161)
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ لُوطٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Bir gün kardeşleri Lut onlara şöyle demişti: “Yanlış yapmaktan sakınmayacak mısınız?


(Şuarâ 26/162)
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
Ben sizin için güvenilir bir elçiyim.


(Şuarâ 26/163)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
Artık Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve bana gönülden boyun eğin.


(Şuarâ 26/164)
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
Bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece Varlıkların Sahibi’ne aittir.


(Şuarâ 26/165)
اَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَم۪ينَۙ
Siz bu âlemin erkeklerine yanaşıyor,


(Şuarâ 26/166)
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ
Rabbinizin /Sahibinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyorsunuz öyle mi[*]? Aslında siz sınırları aşan bir topluluksunuz.”

[*] A’raf 7/81, Ankebut 29/28.


(Şuarâ 26/167)
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَج۪ينَ
(Halkı:) “Bak Lut! İşimize karışmaktan vazgeçmezsen mutlaka buradan çıkarılanlardan olursun” dediler.


(Şuarâ 26/168)
قَالَ اِنّ۪ي لِعَمَلِكُمْ مِنَ الْقَال۪ينَۜ
O da şöyle dedi: “Ben, bu işinizden dolayı sizden nefret edenlerden biriyim.


(Şuarâ 26/169)
رَبِّ نَجِّن۪ي وَاَهْل۪ي مِمَّا يَعْمَلُونَ
Rabbim /Sahibim! Beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar.”


(Şuarâ 26/170)
فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ
Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık,


(Şuarâ 26/171)
اِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِر۪ينَۚ
(Bedeninin) Kalıntısı kalacak olan[1*] ihtiyar bir kadın (Lut'un karısı) hariç[2*].

[1*] “(Bedeninin) Kalıntısı kalacak olan” anlamı verdiğimiz kelime ğâbir (غابر)’dir (Lisan’ul-Arab). Bu kelime sadece, İnanmadıkları için yanardağ patlaması sonucu lav külleri altında kalan Lut aleyhisselamın eşi ve diğerleri ile ilgili olarak bu ayetle birlikte tam yedi ayette geçer (Araf 7/83, Hicr 15/60, Neml 27/57, Ankebut 29/32-33, Saffat 37/135). Kur’an’da yanardağ patlaması ile helak olduğu bildirilen diğer topluluk Ashab-ı Fil’dir. Orada ğabir kelimesi “içi yenmiş bitki kabuğu gibi” sözü ile örneklendirilir (Fil 105/5). Demek ki yanardağ külleri altında kalan cesetlerin içi yok olur ama dışında bir şeyler kalır. Saffat 37/137-138

[2*] A’raf 7/83, Hicr 15/60, Hud 11/81, Neml 27/57, Ankebut 29/32, Saffat 37/135.

 


(Şuarâ 26/172)
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَۚ
Sonra diğerlerini yerle bir ettik.


(Şuarâ 26/173)
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًاۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ
Üzerlerine bir yağmur (pişmiş balçıktan taş ve kül[*]) yağdırdık; uyarılmış kişilerin yağmuru ne kötüydü!

[*] A’raf 7/84, Hud 11/82, Hicr 15/74, Neml 27/58, Zariyat 51/33.


(Şuarâ 26/174)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
İşte bu anlatılanlarda tam bir ayet /bir ibret vardır. Onların çoğu inanıp güvenmiş değillerdi.


(Şuarâ 26/175)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz senin Rabbin /Sahibin daima üstün ve ikramı bol olandır.


(Şuarâ 26/176)
كَذَّبَ اَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Eyke halkı da elçileri[1*] yalancılıkla suçlamıştı[2*].

[1*] Elçilerle ilgili olarak Şuara 26/105. ayetin dipnotuna bkz.

[2*] A’raf 7/85-93, Hud 11/84-95, Ankebut 29/36-37.


(Şuarâ 26/177)
اِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Bir gün Şuayb onlara şöyle demişti: “Yanlış yapmaktan sakınmayacak mısınız?


(Şuarâ 26/178)
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
“Ben sizin için güvenilir bir elçiyim.


(Şuarâ 26/179)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
Artık Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve bana gönülden boyun eğin.


(Şuarâ 26/180)
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
Bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece Varlıkların Sahibi’ne aittir.


(Şuarâ 26/181)
اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِر۪ينَۚ
Ölçüyü tam yapın, eksik ölçenlerden olmayın.


(Şuarâ 26/182)
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۚ
Doğru tartı ile tartın.


(Şuarâ 26/183)
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَۚ
İnsanlara, mallarını - haklarını eksik vermeyin; bozgunculuk yaparak ortalığı birbirine katmayın.


(Şuarâ 26/184)
وَاتَّقُوا الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْاَوَّل۪ينَۜ
Sizi ve sizden önceki nesilleri yaratana karşı yanlış yapmaktan sakının.”


(Şuarâ 26/185)
قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ
Onlar şöyle dediler: “Sen sadece büyülenmiş kişilerdensin,


(Şuarâ 26/186)
وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ
Sen sadece bizim gibi bir beşersin. Senin gerçekten yalancılardan biri olduğunu düşünüyoruz.


(Şuarâ 26/187)
فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ
Doğru söylüyorsan haydi göğü üstümüze parça parça düşür!”


(Şuarâ 26/188)
قَالَ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ
(Şuayb:) “Ne yaptığınızı Rabbim /Sahibim çok iyi bilir” dedi.


(Şuarâ 26/189)
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Onu yalancı yerine koydular. Bu yüzden gölgeli günün azabı onları yakaladı. O, azametli bir günün azabıydı.


(Şuarâ 26/190)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
İşte bu anlatılanlarda tam bir ayet /ibret vardır ama onların çoğu inanıp güvenmiş değillerdi.


(Şuarâ 26/191)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz senin Rabbin /Sahibin daima üstün ve ikramı bol olandır.


(Şuarâ 26/192)
وَاِنَّهُ لَتَنْز۪يلُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
Bu Kur’ân, elbette Varlıkların Rabbi /Sahibi tarafından indirilmiştir[*].

[*] Secde 32/1-2, Yasin 36/1-6.


(Şuarâ 26/193)
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙ
Bunu, güvenilir Ruh (Cebrail) indirmiştir.


(Şuarâ 26/194)
عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ
Uyarıcılardan olman için senin kalbine indirmiştir[*].

[*] Bakara 2/97, Tekvir 81/19-21.


(Şuarâ 26/195)
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُب۪ينٍۜ

(Şuarâ 26/196)
وَاِنَّهُ لَف۪ي زُبُرِ الْاَوَّل۪ينَ
Bu, elbette öncekilerin zebûrlarında[*] /kitaplarında vardır.

[*] Zebûrlar diye meal verdiğimiz ez-Zübür (الزُّبر ), ‘zebûr’un çoğuludur, hikmet dolu kitaplar anlamındadır (ez-Zeccâc, Meânî’l-Kur’ân ve İ’râbuhu). Al-i İmrân 3/81’de bütün nebîlere kitap ve hikmet verildiği açıklandığı için bu ayetteki ‘zübür’ün, hikmet dolu kitaplar dışında bir anlamı olamaz. Kelime, Fatır 35/25 ve Kamer 54/43’te aynı anlamı ifade etmektedir. Bu zebûrlardan biri de Davut aleyhisselama verilmiştir (Nisa 4/163, İsra 17/55). Zebûr, Davut aleyhisselama verilen kitabın özel ismi olmadığı için ez-Zebûr şeklinde geçmemektedir. Kelime, ez-Zebûr şeklinde elif lâmlı olarak sadece Enbiyâ 21/105’te geçer ve Davut aleyhisselam da dahil bütün nebîlere verilen kitapları ifade eder.


(Şuarâ 26/197)
اَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ اٰيَةً اَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمٰٓؤُ۬ا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ
İsrailoğulları bilginlerinin bunu bilmesi, bunlar için bir ayet /delil değil midir?


(Şuarâ 26/198)
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ
Onu Arap olmayan birine indirseydik[*],

[*] Nahl 16/103, Fussilet 41/44.


(Şuarâ 26/199)
فَقَرَاَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ مُؤْمِن۪ينَۜ
o da bunlara okusaydı, ona inanıp güvenmezlerdi.


(Şuarâ 26/200)
كَذٰلِكَ سَلَكْنَاهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۜ
Biz suçluların kalplerine[1*] onu (inançsızlığı) işte böyle işleriz[2*].

[1*] Fussilet 41/52-53.

[2*] Hicr 15/12.


(Şuarâ 26/201)
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ
Buna rağmen onlar, acıklı azabı görünceye kadar ona inanıp güvenmezler.


(Şuarâ 26/202)
فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ
O azap onlara ansızın[*] gelir de farkına bile varamazlar.

[*] Ölüm ve yeniden diriliş ile kabirde geçen süre fark edilmez bir şekilde, ansızın gelecektir. (En’am 6/31, Araf 7/187)


(Şuarâ 26/203)
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ
O zaman “Bize fırsat tanınsa olmaz mı?” derler.


(Şuarâ 26/204)
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
Azabımızın bir an önce gelmesini mi istiyorlar?


(Şuarâ 26/205)
اَفَرَاَيْتَ اِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِن۪ينَۙ
Hiç düşündün mü, onları yıllarca nimetlerden yararlandırsak,


(Şuarâ 26/206)
ثُمَّ جَٓاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَۙ
sonra tehdit edildikleri azap onlara gelse,


(Şuarâ 26/207)
مَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَۜ
yararlandırıldıkları nimetlerin onlara bir faydası (olur mu,) olmaz!


(Şuarâ 26/208)
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَۗۛ
Uyarıcıları olmayan hiçbir kenti helak etmedik[*].

[*] İsra 17/15.


(Şuarâ 26/209)
ذِكْرٰى۠ۛ وَمَا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Bilgilendirmek için (uyarıcı göndeririz). Biz yanlış yapmayız[*].

[*] Hud 11/101-102.


(Şuarâ 26/210)
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاط۪ينُ
Kur’ân’ı şeytanlar indirmedi[*].

[*] Tekvir 81/25.


(Şuarâ 26/211)
وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُمْ وَمَا يَسْتَط۪يعُونَۜ
Zaten bu, onların yapabileceği bir iş değildir; buna güçleri de yetmez;


(Şuarâ 26/212)
اِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَۜ
çünkü onlar, (iniş sırasında vahyi) dinlemekten bile uzak tutulmuşlardır[*].

[*] Hicr 15/16-18, Saffat 37/5-10, Vakıa 56/75-80, Cin 72/8-9, 26-28.


(Şuarâ 26/213)
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ
Sakın Allah ile birlikte başka bir ilahı yardıma çağırma, yoksa azaba uğratılacaklardan olursun[*]!

[*] Yunus 10/106, Kasas 28/88.


(Şuarâ 26/214)
وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ
En yakın çevreni[1*] uyar[2*].

[1*] Aşiret sözcüğüne çevre anlamının verilmesinin sebebi, kelimenin kişinin kardeşleri, en yakınları ve içinde yaşadığı toplum anlamında kullanılmasıdır. Tevbe 9/24, Mücadele 58/22. ayetlerde  “aşiret”, anne baba, çocuklar, kardeşler ve eşler dışında kalan kimseler için kullanıldığından, “en yakın çevre” anlamı uygun düşmektedir.

[2*] Müddessir 74/1-2.


(Şuarâ 26/215)
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
Sana uyan müminlere kol kanat ger[*].

[*] Hicr 15/88, Kehf 18/28.


(Şuarâ 26/216)
فَاِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ
Sana karşı gelirlerse de ki: “Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım[*].”

[*] Yunus 10/41. Hud 11/35, Kasas 28/55, Sebe 34/25, Şura 42/15.


(Şuarâ 26/217)
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ
Sen, daima üstün ve ikramı bol olana güvenip dayan[*]!

[*] Neml 27/79, Ahzab 33/3.


(Şuarâ 26/218)
اَلَّذ۪ي يَرٰيكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ
Kalktığında seni görene,


(Şuarâ 26/219)
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِد۪ينَ
Ve boyun eğenler arasında dönüp dolaşmanı görene (dayan)[*]!

[*] Muhammed 47/19.


(Şuarâ 26/220)
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Çünkü daima dinleyen ve bilen odur!


(Şuarâ 26/221)
هَلْ اُنَبِّئُكُمْ عَلٰى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاط۪ينُۜ
Şeytanların kime indiğini size bildireyim mi[*]?

[*] Meryem 19/83, Zuhruf 43/36-37.


(Şuarâ 26/222)
تَنَزَّلُ عَلٰى كُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ
Onlar her günahkâr iftiracıya inerler.


(Şuarâ 26/223)
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَۜ
Bu günahkarlar, şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu yalancıdır[*].

[*] Casiye 45/7-9.


(Şuarâ 26/224)
وَالشُّعَرَٓاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُ۫نَۜ
Şairlere[*] gelince, onlara da boş hayale kapılıp yoldan çıkanlar uyarlar.

[*] Şuarâ (الشُّعَرَاء) ‘şairler’ anlamına gelir. Bunlar söz sanatı ile uğraşan kimselerdir. Nasıl her güzel şey istendiği takdirde kötü amaçlarla kullanılabiliyorsa, edebiyat sanatı da algı yönetiminde ve çarpıtma yapmakta kullanılabilir. Ayetin devamından anlaşılacağı üzere Allah, bu tür faaliyetleri sanatsal yönden değil içerik ve amaç yönünden kınamaktadır.


(Şuarâ 26/225)
اَلَمْ تَرَ اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَۙ
Onların her sahada övgü ve yergiyi abarttıklarını görmedin mi[*]?

[*] Lokman 31/6.


(Şuarâ 26/226)
وَاَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَۙ
Yapmayacakları şeyleri söyleyip dururlar[*].

[*] Saff 61/2-3


(Şuarâ 26/227)
اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَث۪يرًا وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُواۜ وَسَيَعْلَمُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ
Fakat inanıp güvenen, iyi işler yapan, Allah’ı çokça anan ve bir de haksızlığa uğradıktan sonra karşılık veren şairler[*] hariç. Haksızlık edenler ise yakında nasıl alt üst olacaklarını öğreneceklerdir.

[*] Nisa 4/148, Şura 42/39-41.