MÜZZEMMİL
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[*] Yük yükleme anlamındaki “zeml (زمل)” (Mekayis) kökünden türeyen “müzzemmil” kelimesi ism-i fâil olduğu yani eylemi yapan kişiyi ifade ettiği için, kendisine verilen nübüvvet görevini üstlenmiş olan Muhammed aleyhisselamı gösterir. Müzzemmil 73/5. ayet ona daha ağır bir görev yükleneceğini bildirmekte, Müddessir 74/1. ayet de Muhammed aleyhisselama verilen görevden bahsetmektedir.
[*] Arapçada “gece (ليل)” sözcüğü, gün batımından gün doğumuna kadarki zaman diliminin tamamını kapsar. Gece üç ana bölümden oluşur. Bu bölümlendirme matematiksel hesaba göre değil, ufkun kararmasına ya da aydınlanmasına göre yapılır; çünkü Hûd 11/114. ayet, gecenin gündüze yakın bölümlerinden bahseder ve bu yakınlık gördüğümüz güneş ışığı ve ısının değişikliğiyle anlaşılır. Uzunluktan bağımsız olarak, bu bölümlerin her birine “gecenin üçte biri” denir. Gecenin birinci bölümü akşam ve yatsı namazlarının vaktidir. İkinci bölümü yatsı vaktinin bitiminden seher vaktine kadar olan uyku ve dinlenme vaktidir (En’am 6/96). Üçüncü bölümü ise seher/sahur vaktiyle sabah namazının vaktidir. Gecenin birinci ve üçüncü bölümleri alacakaranlıktır ve uzunlukları hemen hemen birbirine eşittir. İkinci bölüm ise ikisinin ortasındaki en uzun bölümdür (İnsan 76/26). Bu bölüme “gece yarısı (نصفه)” denir (Müzzemmil 73/20). Kalkmak için yatmış olmak gerekir. Bu yüzden “gece yarısında kalk” emri, yatsı namazı kılınıp bir miktar uyuduktan sonra gecenin orta bölümünde herhangi bir saatte kalkmayı ifade eder. Ayakta kalınan süreyi “biraz eksiltmek” orta bölümün bir kısmında uyumakla, “biraz artırmak” ise orta bölümle birlikte seher vaktinin de bir kısmında ayakta mümkün olur.
[1*] Müzzemmil 73/20.
[2*]“Ayet kümeleri” anlamı verdiğimiz “kur'ân”, karaa (قرأ) fiilinin mastarı olup toplama ve birleştirme anlamındadır. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın son kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Arapçada kur’ân (قُرْآنً) kelimesinin çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân kelimesine, bağlamına göre, kur’ânlar yani ayet kümeleri diye de anlam verilebilir.
[3*]Tertîl, bir şeyin bağlantılarını kurup onu doğru bir şekilde sıralamaktır (Müfredat). Allah, kendi sözlerinden ibaret olan ayetlerin birbirleriyle bağlantılarını da kendisi kurmuş, onları, açık ve anlaşılır bir metotla, hikmet metodu ile düzenlemiştir (A'raf 7/52, İsra 17/106, Furkan 25/32). Burada Muhammed aleyhisselama emredilen tertîl, Allah’ın kurduğu bağlantıları bularak ayet kümelerini ona göre anlamaya çalışmasıdır. Böylece Kur’an’ı, Allah’ın istediği şekilde okumuş olacaktır. Bu ayet, surenin son ayeti ile birlikte düşünülünce Nebimizin Mekke’de, her gece ümmetinden bir kesime, Kitabı ve hikmeti öğrettiğini (Bakara 2/151, Al-i İmran 3/164, Cuma 62/2), 20. ayet ise onun bu metodu Medine’de, uygun zamanlarda öğretmeye devam ettiğini açıkça göstermektedir.
[*] Ağır sorumluluklar yükleyen ayetler indireceğiz (Haşr 59/21).
[1*] Öğrenilen bilginin zihinde kalıcılık kazanması ve bellek oluşumu beyinde önce kısa süreli güçlendirme /potensiasyon ve yapılan tekrarlarla birlikte uzun süreli güçlendirme /potensiasyon denilen süreçlerle oluşur. Bu süreçte sinir hücreleri arasında gözle görülür bağlantılar oluşur ve sinir hücreleri yeniden inşa olurlar.
[2*] Bu Surenin 20. ayetinde, gece yapılan Kur’an’ı anlama çalışmalarına, Nebimizle beraber bir çok Müslümanın da katıldığı ifade edilmektedir.
[1*] “Özellik” diye meal verdiğimiz kelime “isim”dir. Çünkü Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). Türkçede “isim”, bu anlamı içermediği için meale “özellik” olarak yazdık (Bakara 2/31, A’raf 7/180, İsra 17/110, Taha 20/8, Haşr 59/24).
[3*] En’am 6/162-163.
[1*] Güneş, yıl boyunca her gün farklı noktalardan doğar ve batar. 21 Aralık’tan 21 Haziran’a kadar doğuş ve batış noktaları sürekli kuzeye kayar. 20 Haziran’da kuzeydeki en uç doğuş ve batış noktalarına ulaşır, 21 Haziran’da geri dönmeye başlar ve 21 Aralık’a kadar sürekli güneye kayar. 20 Aralık’ta güneydeki en uç doğuş ve batış noktalarına ulaşır ve 21 Aralık’ta geri dönmeye başlar. (Şuara 26/28, Saffat 37/5, Rahman 55/17, Mearic 70/40).
[2*] Ahzab 33/3, 48, Teğabün 64/13.
[*] Nisa 4/140, En’am 6/68, Tâhâ 20/130, Sâd 38/17, Kâf 50/39, Mearic 70/5.
[*] İbrahim 14/49, Mü’min 40/71, Hakka 69/30-32, İnsan 76/4.
[*] Saffat 37/62-65, Duhan 44/43-46. Vakıa 56/51-53, Hâkka 69/36-37, Ğaşiye 88/6-7.
[*] Yeniden diriliş gününden önce dağların durumunu anlatan diğer ayetler için bkz: Kehf 18/47, Taha 20/105-107, Tur 52/10, Vakıa 56/6, Hâkka 69/14, Mearic 70/9, Mürselat 77/10, Nebe 78/20, Tekvir 81/3, Karia 101/5.
[1*] Hud 11/96-97, Mü’minun 23/45-46, Mü’min 40/23-24, Zuhruf 43/46.
[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[1*] Gecenin bölümleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için Müzzemmil 73/3. ayetin dipnotuna bakınız.
[2*] Suredeki bütünlüğün bozulmaması için (مَا تَيَسَّرَ) deki (ما)’yı, fiile mastar ve vakit anlamı yükleyen bağlaç saymak gerekir. Ona “kolayınıza geldiği zaman” anlamı vermemiz bundandır.
[3*] “Karz (قرض)” Arapçada “kesmek” anlamındadır. Ayette geçen “güzel bir ödünç”, kendi malından kesip vermek, infak etmek anlamındadır. Kimseden bir karşılık beklemeden Allah rızası için infak edenlere Allah kat-kat fazlasını verecektir (Bakara 2/245, Hadid 57/11, 18, Teğabün 64/17). Allah’a ödünç verme ifadesi Tevrat’ta da geçer: “Yoksula cömert davranan Rab’be ödünç vermiştir; karşılığını da Rab ona ödeyecektir.” (Tevrat-Özdeyişler 19:17)
[4*] Bakara 2/110, 261-262, 265, 272, Âl-i İmran 3/30, Enfal 8/60.