SECDE

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Secde 32/1)
الٓمٓ۠
Elif-Lâm-Mîm[*]!

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap Yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.

Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.


(Secde 32/2)
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
Bu kitabın alemlerin Rabbi / Sahibi tarafından indirilmiş olduğunda hiçbir şüphe yoktur[*].

[*] Bakara 2/2, Yunus 10/37, Taha 20/4, Şuara 26/192-193, Zümer 39/1, Mü’min 40/2, Fussilet 41/2, 42, Casiye 45/2, Ahkaf 46/2, Vakıa 56/80, Hakka 69/43,


(Secde 32/3)
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۚ بَلْ هُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ مِنْ قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Yoksa "Onu, o (Muhammed) uydurdu." mu diyorlar[1*]? Hayır! O (kitap), Rabbin tarafından indirilmiş bir gerçektir[2*]. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş bir topluluğu[3*] uyarman içindir. Belki doğru yola girerler.

[1*] Yunus 10/38, Hud 11/13-14, Ahkaf 46/8.

[2*] Kasas 28/46, Sebe 34/44, Yasin 36/5-6.

[3*] Mekke’ye, Muhammed aleyhisselamdan önce gelen nebi, İsmail aleyhisselamdır. Allah ona kitap indirmiştir (Bakara 2/136, Al-i İmran 3/84) ama o kitap Mekkelilere ulaşmadığı ve Muhammed aleyhisselama kadar kendilerine başka bir nebi de gelmediği için onlar, uyarılmamış bir toplum sayılmıştır.


(Secde 32/4)
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ مَا لَكُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا شَف۪يعٍۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
Allah; gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde[1*] yaratmış, sonra arşa /yönetimin başına[2*] geçmiş olandır. Onunla aranıza girecek bir veli /yakınınız[3*] ve şefaatçiniz yoktur. Bilgilerinizi kullanmayacak mısınız[4*]?

[1*] Yer ve göklerin toplam altı günde yaratıldığını gösteren ayetler şunlardır: A'raf 7/54, Yunus 10/3, Hud 11/7, Furkan 25/59, Secde 32/4-5, Fussilet 41/9-12, Kaf 50/38, Hadid 57/4.

[2*] Kur’an, halkın diliyle inmiştir (İbrahim 14/4). Halk dilinde arş, “saltanat koltuğu”dur (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Arşa istiva ise “yönetimin başına geçme” anlamındadır. Türkçede de bu anlamda, “padişah tahta çıktı”, “falan kişi cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu” gibi ifadeler kullanılır. Dolayısıyla “Allah arşa istiva etti.” sözü de kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder (A'raf 7/54, Yunus 10/3, Ra’d 13/2, Taha 20/5, Furkan 25/59, Hadid 57/4).

[3*] Aralarına başka bir şey girmeyecek şekilde birbirine yakın olan iki kişi veya şeyden her birine veli denir. Buradan hareketle akrabalık, dostluk, yardım ve inanç bakımından doğan yakınlık da mecazen bu kelimeyle ifade edilir (Müfredât). İnsana sinir uçlarından daha yakın olan Allah, onun velisi ve en yakınıdır (Kaf 50/16). Ayetler gayet açık olduğu halde tasavvufta bir velayet makamı oluşturulur, o makama veli veya evliya diye nitelenen kişiler yerleştirilerek onlar birer vesile/ aracı konumuna getirilir. Böylece Allah ikinci sıraya konur ve tevbe edilmediği taktirde asla affedilmeyecek şirk günahına girilmiş olur (Bakara 2/257, Nisa 4/48, 116, A’raf 7/3, 30, Ahkaf 46/4-6).

[4*] A'raf 7/54, Yunus 10/3, Hud 11/7, Ra’d 13/2, Taha 20/5, Furkan 25/59, Kaf 50/38, Hadid 57/4.

 


(Secde 32/5)
يُدَبِّرُ الْاَمْرَ مِنَ السَّمَٓاءِ اِلَى الْاَرْضِ ثُمَّ يَعْرُجُ اِلَيْهِ ف۪ي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُٓ اَلْفَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ
Gökten yere her işi o düzenler[1*]; sonra (sonuçları) sizin hesabınıza göre süresi bin yıl olan bir zaman diliminde ona yükselir[2*].

[1*] Yunus 10/3, 31, Ra’d 13/2.

[2*] Hac 22/47.


(Secde 32/6)
ذٰلِكَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُۙ
İşte o, gaybı /algılanamayanı ve şehadeti /algılanabileni de bilen, daima üstün ve ikramı bol olandır[*].

[*] Ra’d 13/9, Haşr 59/22, Teğabun 64/18.


(Secde 32/7)
اَلَّذ۪ٓي اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَاَ خَلْقَ الْاِنْسَانِ مِنْ ط۪ينٍۚ
O, yarattığı her şeyi güzel yaratandır. İnsanı yaratmaya çamurdan başlamıştır[*].

[*] Çamurdan yaratılanlar Adem ile Havva’dır. Adem’in çamurdan yaratıldığına dair bir çok ayet vardır (A’raf 7/12, Hicr 15/26-28,  İsra 17/61, Sad 38/71, 76). Havva’nın da çamurdan yaratıldığı bir sonraki ayetten anlaşılmaktadır (Secde 32/8). Çünkü o ayette, insan neslinin ‘bir özden; dayanıksız bir sudan’ yaratıldığı ifade edilmektedir. Havva olmadan Adem’in nesli oluşamayacağı için o ayet, Havva’nın da çamurdan yaratıldığını gösterir. Zaten Allah, insanların, bir kadın ile bir erkeğin neslinden geldiğini açıkça ifade etmiştir (Nisa 4/1, Hucurat 49/13).


(Secde 32/8)
ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ مَٓاءٍ مَه۪ينٍۚ
Sonra onun soyunu bir özden; dayanıksız bir sudan /sıvıdan oluşturmuştur[*].

[*] Mu’minun 23/12-14, Kıyamet 75/37-39, Mürselat 77/20-23.


(Secde 32/9)
ثُمَّ سَوّٰيهُ وَنَفَخَ ف۪يهِ مِنْ رُوحِه۪ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ
Sonra insana son şeklini vermiş[1*], içine ruhundan üflemiş, sizin için[2*] dinleme yeteneği, basiret /ileri görüşlülük ve gönüller oluşturmuştur[3*]. Görevlerinizi ne kadar az yerine getiriyorsunuz!

[1*] Kehf 18/37, İnfitar 82/6-8, Şems 91/7.

[2*] ‘İnsan’ kelimesi cins isimdir. Tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu kelime, Secde 32/7’de Adem ve Havva’yı ifade ettiği halde burada üç ve daha fazla kişi anlamına gelen ‘sizin için’ ifadesine geçilmesi, Adem’e üflenen ruh ile onun soyundan gelen insanlara üflenen ruhun aynı olduğunu gösterir. Bu ruh sayesinde oluşan dinleme yeteneği, basiret ve gönül; insanda bilgiyi işleme kapasitesi meydana getirir. Bütün insanlara anne karnındayken üflenen bu ruhtan farklı olarak, Adem’e üflenen bir ruh daha vardır. Bu Ruhun da Allah’a ait bir bilgi olduğu Kur’an’da belirtilmiştir (İsra 17/85). Allah, Adem’e göklerde ve yerdeki tüm varlıkların bilgisini öğrettikten sonra meleklerin ona secde etmelerini emretmiştir. İşte meleklerin secdesine sebep olan o ruh, Allah’ın kendi ilminden Adem’e öğrettiği bilgidir (Bakara 2/31-34, Hicr 15/26-29, Sad 38/71-74). İsa’ya (a.s.) diğer insanlardan farklı olarak üflenen ruh da ona ana rahminde iken öğretilen Tevrat ve İncil bilgisidir (Al-i İmran 3/48, Maide 5/110).

[3*] Nahl 16/78, Mu’minun 23/78, Mülk 67/23.


(Secde 32/10)
وَقَالُٓوا ءَاِذَا ضَلَلْنَا فِي الْاَرْضِ ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ بَلْ هُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ كَافِرُونَ
Dediler ki: “Toprakta kaybolup gitmişken mi, biz gerçekten yeni bir yaratılışla mı (diriltileceğiz)[1*]?" Aslında onlar Rablerinin huzuruna varmayı göz ardı edenlerdir[2*].

[1*] Ra’d 13/5, İsra 17/49, Mü’minun 23/82, Kaf 50/15. Naziât 79/10-11.

[2*] Rum 30/8.


(Secde 32/11)
قُلْ يَتَوَفّٰيكُمْ مَلَكُ الْمَوْتِ الَّذ۪ي وُكِّلَ بِكُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ۟
De ki: "Sizin için görevlendirilen ölüm meleği[1*] sizi vefat ettirecek[2*] ve daha sonra Rabbinizin huzuruna çıkarılacaksınız.”

[1*] Azrail adında tek bir ölüm meleği olduğuna inanılır. Bu ve daha bir çok ayete göre, insanların canını almakla görevli melekler birden fazladır (En’am 6/61, Nahl 16/28,33). Hadislerde de durum aynıdır (Buhârî, Cenâiz, 69, Enbiyâ, 31; Müslim, Feżâil, 157, 158; Tirmizî, Tefsîr, 7; İbn Mâce, Cihâd, 10; Müsned, II, 269, 351; IV, 287; V, 395). Azrail kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahih hadislerde yoktur. Bu kelimenin, muhtemelen İbrânice asıllı olduğu, önceleri Yahudi iken daha sonra Müslüman olduğu söylenen Ka’b el-Ahbâr ve Vehb b. Münebbih gibi şahısların etkisiyle İslami eserlere geçtiği düşünülmektedir. Çünkü Rabbiler’e (Yahudi din bilginlerine) ait eserlerde ondan fazla ölüm meleği adı zikredilir, bunlardan bir tanesi de Azrael’dir. (Ahmet Sâim Kılavuz, “Azrâil”, TDV İslam Ansiklopedisi).

[2*] Meleğin alacağı, can değil ruhtur. Ruhun bedenden alınması vefat, canlılığın son bulması mevt, yani ölümdür (Zümer 39/42).


(Secde 32/12)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ رَبَّنَٓا اَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا اِنَّا مُوقِنُونَ
Suçluların, Rablerinin huzurunda başlarını öne eğerek "Rabbimiz, (gerçeği) gözümüzle gördük ve kulağımızla duyduk; bizi geri çevir de iyi işler yapalım; artık kesin bilgi sahibi kimseleriz[*]." dedikleri sıradaki hallerini bir görsen!

[*] En’am 6/27-28, A’raf 7/53, Fatır 35/36-37, Zümer 39/58-59, Mü’min 40/11.


(Secde 32/13)
وَلَوْ شِئْنَا لَاٰتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدٰيهَا وَلٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنّ۪ي لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ
Tercihi biz yapsaydık[1*] kesinlikle herkesi hidayete erdirirdik[2*]. Ama benim şu sözüm gerçekleşecektir: “Cehennemi tamamen (şeytanlara uyan) cinler ve insanlarla dolduracağım[3*].”

[1*] Şâe ( شاء ) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

[2*] En’am 6/35, 149, Yunus 10/99, Ra’d 13/31, Nahl 16/9.

[3*] A’raf 7/18, Hud 11/118-119, Sad 38/84-86.


(Secde 32/14)
فَذُوقُوا بِمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۚ اِنَّا نَس۪ينَاكُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
(Onlara şöyle denecek:) "Bugününüze varmayı unutmuş olmanızın karşılığını tadın! Biz de sizi unuttuk[1*]. Yaptıklarınıza karşılık kalıcı olan azabı tadın[2*]."

[1*] A’raf 7/51, Tevbe 9/67, Taha 20/126, Sad 38/26, Casiye 45/34.

[2*] Yunus 10/52.


(Secde 32/15)
اِنَّمَا يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
Ayetlerimize sadece, kendilerine anlatıldığında saygıyla boyun eğen[1*] ve her şeyi mükemmel yapmasına karşılık Rablerine ibadet edenler inanıp güvenirler. Onlar büyüklük taslamazlar[2*].

[1*] Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda, vücudumuz ayaklar, eller ve dizler üzerinde yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamındaki secdedir (Nisa 4/102-103).

[2*] Enfal 8/2-4, Hac 22/35, Furkan 25/73.


(Secde 32/16)
تَتَجَافٰى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًاۘ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
Onlar (geceleri ibadet için) yataklarından kalkar[1*], korkarak ve (rahmetini) umarak Rablerine dua ederler[2*]. Verdiğimiz rızıktan da hayra harcarlar[3*].

[1*] Al-i İmran 3/17, Furkan 25/64, Zümer 38/9, Zariyat 51/17-18.

[2*] A’raf 7/55-56.

[3*] Bakara 2/3, Şura 42/38.


(Secde 32/17)
فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَٓا اُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ اَعْيُنٍۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Yaptıklarına ödül olarak onlar için gizli tutulmuş göz aydınlatıcı şeyleri kimse bilemez[*].

[*] Bakara 2/25, Zuhruf 43/70-71, Muhammed 47/15.


(Secde 32/18)
اَفَمَنْ كَانَ مُؤْمِنًا كَمَنْ كَانَ فَاسِقًاۜ لَا يَسْتَوُ۫نَ
İnanıp güvenen kişi, hiç yoldan çıkan kişi gibi olur mu? Bunlar bir olmazlar[*].

[*] Sad 38/28, Zümer 39/9, Mü'min 40/58, Casiye 45/21-22, Haşr 59/20.


(Secde 32/19)
اَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰىۘ نُزُلًا بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlar için, yerleşip kalacakları cennetler vardır. Bunlar, yaptıklarına karşılık ağırlanmaları içindir[*].

[*] Maide 5/9, Hac 22/50, 56, Lokman 31/8, Fatır 35/7, Fussilet 41/8, İnşikak 84/25, Buruc 85/11.


(Secde 32/20)
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ فَسَقُوا فَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ كُلَّمَٓا اَرَادُٓوا اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَٓا اُع۪يدُوا ف۪يهَا وَق۪يلَ لَهُمْ ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ
Yoldan çıkanlara gelince, onların varıp kalacakları yer ateştir. Ne zaman oradan çıkmak isteseler oraya geri çevrilirler. Onlara "Hakkında yalan söyleyip durduğunuz ateş azabını tadın" denir[*].

[*] Bakara 2/167, Maide 5/36-37, Hac 22/22, Mu’minun 23/106-108, Fâtır 35/36-37, Casiye 45/35.


(Secde 32/21)
وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْاَدْنٰى دُونَ الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Onlara en büyük azaptan önce kesinlikle en yakın azaptan (dünya sıkıntılarından) tattıracağız. Belki (doğru yola) dönerler[*].

[*] Sözü edilen azap onlara, belki yanlışlarından dönerler diye hayattayken yapılan uyarıları ifade eder. Bunlardan ders alıp ölmeden önce tövbe eder, doğru yola dönerlerse ahiretteki büyük azaptan kurtulurlar (Nisa 4/17-18, En’am 6/42-43, A’raf 7/94-95, 130; Zuhruf 43/48).


(Secde 32/22)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ ثُمَّ اَعْرَضَ عَنْهَاۜ اِنَّا مِنَ الْمُجْرِم۪ينَ مُنْتَقِمُونَ۟
Rabbinin ayetleri kendisine anlatılan, (ve anladıktan) sonra onlardan yüz çeviren kişiden daha büyük yanlış yapan kişi kimdir[*]? Biz o suçlulara hak ettikleri cezayı veririz.

[*] Kehf 18/57, Taha 20/124-127.


(Secde 32/23)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۚ
Musa'ya Kitap vermiştik. Onunla (o kitapla) yüz yüze geleceğinden şüphen olmasın. Onu, İsrailoğullarına rehber yapmıştık[*].

[*] Bakara 2/53, En'am 6/154, İsra 17/2, Enbiya 21/48, Mü'minun 23/49, Kasas 28/43, Mü'min 40/53.


(Secde 32/24)
وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُواۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يُوقِنُونَ
Onların içinden kimileri ayetlerimize kesin olarak inanıp sabırlı davranınca /duruşlarını bozmayınca, o kişileri emrimizle (kitabımızla) yol gösteren önderler yaptık[*].

[*] A’raf 7/159, Kasas 28/5.


(Secde 32/25)
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Rabbin kıyamet /mezardan kalkış günü, anlaşmazlığa düştükleri konularda (haklıyla haksızın) aralarını ayıracaktır[*].

[*] Yunus 10/93, Casiye 45/16-17.


(Secde 32/26)
اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍۜ اَفَلَا يَسْمَعُونَ
Kendilerinden önce nice nesilleri yok etmiş olmamız, onları yola getirmedi mi? Üstelik öncekilerin yaşadıkları yerlerde dolaşıyorlar. Şüphesiz ki bunlarda ayetler /göstergeler vardır, hala dinlemeyecekler mi[*]?

[*] En'am 6/6, Taha 20/128.


(Secde 32/27)
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ فَنُخْرِجُ بِه۪ زَرْعًا تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ اَفَلَا يُبْصِرُونَ
Kurak toprağa su gönderdiğimizi, onunla hem en’am cinsi hayvanlarının[1*] hem de kendilerinin yediği bitkileri çıkarmakta olduğumuzu da mı görmediler[2*]! Hala kavramıyorlar mı?

[1*] En’am cinsi hayvanlar koyun, keçi, sığır ve devedir (En’âm 6/143-144).

[2*] Yunus 10/24, Taha 20/53-54, Furkan 25/49, Naziat 79/30-33, Abese 80/24-32.


(Secde 32/28)
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْفَتْحُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
“Eğer doğru söyleyen kimselerseniz şu her şeyin ortaya çıkışı ne zaman[*]?” derler.

[*] Yunus 10/48, Enbiya 21/38, Neml 27/71, Sebe 34/29-30, Yasin 36/48, Mülk 67/25.


(Secde 32/29)
قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ا۪يمَانُهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
De ki: "Her şeyin ortaya çıktığı gün, kafirlik edenlere, imana gelmelerinin bir faydası olmaz[1*]. Onlara süre verilmez[2*]."

[1*] En’am 6/158, Sebe 34/51-53.

[2*] Bakara 2/161-162, Al-i İmran 3/86-88, Nahl 16/84-85.


(Secde 32/30)
فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَانْتَظِرْ اِنَّهُمْ مُنْتَظِرُونَ
Öyleyse sen onlara aldırma ve bekle. Onlar da beklemektedirler[*].

[*] En’am 6/106, A’raf 7/199, Yunus 10/20, 102, Hud 11/121-122, Hicr 15/94, Necm 53/29.