DUHAN

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Duhan 44/1)
حٰمٓۜ
Hâ-Mîm[*]!

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.
Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.


(Duhan 44/2)
وَالْكِتَابِ الْمُب۪ينِۙ
Apaçık[*] Kitab’a yemin olsun ki!

[*] “Apaçık” anlamı verdiğimiz “mübin (مبين)” kelimesi, müteaddi /geçişli veya lazım/ geçişsiz olur. Geçişsiz olduğu zaman “apaçık”, geçişli olduğunda ise “her şeyi açıkça ortaya koyan” anlamına gelir (Zuhruf 43/2).


(Duhan 44/3)
اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ ف۪ي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ اِنَّا كُنَّا مُنْذِر۪ينَ
Şüphesiz biz onu bereketli bir gecede (kadir gecesinde) indirdik[*]. Biz uyarılarda bulunuruz.

[*] Kur’an ayetlerinin inmeye başladığı ilk gece ramazan ayında bulunan Kadir Gecesidir (Bakara 2/185, Kadr 97/1). Bir sonraki ayette (Duhan 44/4) o gece meleklere görev taksimatı yapıldığı ve her birinin, aldığı emirle görev yerlerine gittiklerı ifade edilmektedir. Onların yanlarında bir ruh olur. Ruh, Allah’ın emirlerini içeren talimattır. Kur'an'ın indirilişi de bu emirlerden /ruhlardan biridir (Şura 42/52). O gece Cebrail aleyhisselamın yanındaki ruh, ilk inen ayetlerdi.


(Duhan 44/4)
ف۪يهَا يُفْرَقُ كُلُّ اَمْرٍ حَك۪يمٍۜ
Karara bağlanmış her iş, o gece (görevli melekler arasında) paylaştırılır[*].

[*] Kadir 97/4.


(Duhan 44/5)
اَمْرًا مِنْ عِنْدِنَاۜ اِنَّا كُنَّا مُرْسِل۪ينَۚ
(Bu kitap da) tarafımızdan verilen bir emirle (o gece indirilmiştir). Biz elçiler[*] göndeririz.

[*] Buradaki elçiler, hem insan olan hem de melek olan elçilerdir (Nahl 16/2, 36, Fatır 35/1).


(Duhan 44/6)
رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۙ
Rabbinin bir ikramı olarak[*]. O, her şeyi dinleyen ve bilendir.

[*] Yunus 10/57.


(Duhan 44/7)
رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۢ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ
Göklerin, yerin ve ikisi arasında olan varlıkların sahibi olan (Rabbinin ikramı…[*]) Eğer ona kesin olarak inanan kimselerseniz (bunu bilirsiniz).

[*] Meryem 19/65, Saffat 37/5, Sad 38/66, Zuhruf 43/85, Nebe 78/37.


(Duhan 44/8)
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۜ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ
Ondan başka ilah yoktur[1*]. O, hem hayat verir hem de öldürür[2*]. O sizin Rabbinizdir, gelmiş geçmiş atalarınızın da Rabbidir[3*].

[1*] Kasas 28/70.

[2*] Yunus 10/56, Mü’minun 23/80, Mü’min 40/68.

[3*] Şuara 26/26.


(Duhan 44/9)
بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ يَلْعَبُونَ
Bütün bunlara rağmen onlar ikilem içindeler, eğlenip duruyorlar[*].

[*] Enbiya 21/2, Sad 38/8, Tur 52/11-12.


(Duhan 44/10)
فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَٓاءُ بِدُخَانٍ مُب۪ينٍۙ
Göğün apaçık bir duman getireceği[*] (üzerlerine çaresizlik çökeceği) günü gözle.

[*] Daha sonraki ayetlerde Mekkeli müşriklerin; kendilerine gönderilen nebilere karşı çıkan Firavun’un kavmi, Tübba halkı ve daha öncekiler gibi olacağı ifade edildiği için bu ayetteki duman, gerçek değil, Mekkeli müşrikleri etki altına alacak, onları sersemletecek ve çok üzecek olan durumdur.


(Duhan 44/11)
يَغْشَى النَّاسَۜ هٰذَا عَذَابٌ اَل۪يمٌ
(Duman/çaresizlik) bu insanları /Mekkelileri saracak. İşte o, acı bir azaptır!


(Duhan 44/12)
رَبَّنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ اِنَّا مُؤْمِنُونَ
(Şöyle diyecekler:) “Rabbimiz, bu azabı üzerimizden kaldır; biz kesinlikle inanan kimseleriz!”


(Duhan 44/13)
اَنّٰى لَهُمُ الذِّكْرٰى وَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مُب۪ينٌۙ
(Azabı gördüklerinde) bilgilerinin onlara ne faydası olacak ki[1*]! Halbuki bunlara, her şeyi ortaya koyan bir elçi gelmişti[2*].

[1*] Muhammed 47/18.

[2*] Zuhruf 43/29.


(Duhan 44/14)
ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَجْنُونٌۢ
Sonra ondan yüz çevirmiş ve şöyle demişlerdi: “(Bu bilgiler) ona öğretilmiş[1*]. O, cinlerin etkisine girmiş[2*]!”

[1*] Nahl 16/103.

[2*] Her nebi, sihirbazlıkla veya cinlerin etkisine girmekle suçlanmıştır (Şuara 26/27, Zariyat 51/39, 52, Kamer 54/9). Muhammed aleyhisselama da yöneltilen bu tarz suçlamalar ayetlerle reddedilmiştir (A’raf 7/184, Mü’minun 23/70, Sebe 34/46, Kalem 68/2, Tekvir 81/22).


(Duhan 44/15)
اِنَّا كَاشِفُوا الْعَذَابِ قَل۪يلًا اِنَّكُمْ عَٓائِدُونَۢ
O azabı kısa süreliğine kaldıracağız ama siz kesinlikle eski halinize dönersiniz[*].

[*] Bu azap, müşriklerin Mekke hakimiyetini kaybetme azabıdır. Müslümanları göçe zorlamaları üzerine inen ayette, onların Mekke’de fazla kalamayacakları bildirilmişti (İsra 17/76-77). Hudeybiye’de zaferin tüm şartları oluştuğu halde Allah Teala Müslümanların Mekke’ye girmelerine müsaade etmedi, onlarla sulh antlaşması yaptırdı. Bu antlaşma, Müslümanların bilmedikleri din kardeşlerine karşı yanlış davranmalarını önlediği gibi (Fetih 48/24-25) o azabın bir süreliğine Mekkeli müşriklerin üzerlerinden kaldırılmasını da sağladı. Ama  müşrikler, ayette belirtildiği gibi bu antlaşmayı daha sonra bozdular (Tevbe 9/1-4) ve cezayı hak ettiler.


(Duhan 44/16)
يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرٰىۚ اِنَّا مُنْتَقِمُونَ
Bunlara en büyük darbeyi indireceğimiz gün(ü gözle), biz hak ettikleri cezayı elbette vereceğiz[*].

[*] Müşriklerin hak ettikleri ceza, Mekke’yi Müslümanlara bırakmak zorunda kalacak olmalarıdır (İsra 17/76-77). Müslümanları göçe zorlayan Mekkeli müşrikler; Bedir (Enfal 8/67-70), Uhud (Al-i İmran 3/172-174) ve Hendek (Ahzab 33/25) savaşlarında ağır darbeler aldılar. Sonra Müslümanlarla Mekke’nin yanı başında, Hudeybiye’de bir antlaşma yapmak zorunda kaldılar (Tevbe 9/7). Müşriklerin antlaşmayı bozmaları üzerine, Müslümanlar Mekke çevresine kadar gelince, onlar paniğe kapılıp çaresiz kaldılar. İslâm ordusuna karşı koyamayacaklarını anladılar ve Ebû Süfyân başkanlığında bir heyeti Muhammed aleyhisselamın karargahına gönderdiler. Ebû Süfyân, Kâbe’nin avlusunda Mekkelilere kendisinin İslâmiyet’i kabul ettiğini ve teslim olmaktan başka çarelerinin kalmadığını söyledi (DİA, Mekke md.). Ama onun Müslüman olduğunu söylemesi, Mekke’nin Müslümanların eline geçmesine engel olmadı. Mekke’yi de kaybedince müşrikler en ağır darbeyi yediler ve bütün hakimiyetleri yok oldu.


(Duhan 44/17)
وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ وَجَٓاءَهُمْ رَسُولٌ كَر۪يمٌۙ
Bunlardan önce Firavun’un[1*] halkını imtihana[2*] sokmuştuk[3*]; onlara da değerli bir elçi[4*] gelmişti,

[1*] Musa (a.s.) ile ilgili ayetlerde geçen “firavun” kelimesinin tek bir kişinin özel ismi olduğu sanılır. Oysa firavun sözcüğü, özel isim değil, Mısır krallarına verilen unvanın adıdır (TDV İslam Ansiklopedisi, firavun). Tevrat'a göre, Musa (a.s.) doğduğunda yönetimde olan firavun, Musa'nın ilk çocuğunun doğumundan sonra, nebi olmasından önce, ölmüştür (Çıkış 2:22). Tevrat’a göre Musa 80 yaşında nebi olmuştur (Çıkış 7:7). Tarihî bilgilere göre en uzun iktidar süren firavun dahi 67 yıl tahtta kalmıştır yani Musa doğduğunda firavun olan kralın, Musa nebi olduğunda iktidarda olması mümkün değildir. Ayrıca Musa (a.s.) bebekken İsrailoğullarının erkek çocuklarının öldürülmesi emri zaten yürürlükteydi (Kasas 28/4-7). A’râf 7/127 ayetinde konuşan firavun ise Musa’nın ona elçi gitmesinden sonra “oğullarını öldürüp kızlarını sağ bırakacağız” diyerek, gelecek zaman kipinde planını anlatmıştır. Bu, eski planın yeni iktidarda tekrar hayata geçirilmesinin kararıdır. Özetle, Kur’an, Tevrat’ta bulunan, Musa’nın hayatı süresince iki farklı firavunun hüküm sürdüğü bilgisini tasdik etmektedir.

[2*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf 7/155), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.

[3*] A’raf 7/130-136, Zuhruf 43/46-50.

[4*] Firavun’un halkına elçi olarak  hem Musa (a.s.) hem Harun (a.s.) gitmesine rağmen ayette “değerli bir elçi” denerek tekil kişi kullanılmıştır. Bu bilgi Kur’an’ın Tevrat’ı tasdiki açısından önemlidir; çünkü Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış 4:14-16 pasajlarında Allah, Musa aleyhisselamı görevlendirirken, onun Harun’a ne söylemesi gerektiğini bildireceğini, Harun’un onun sözcüsü gibi olacağını işaret etmektedir. Yani ikisi tek elçi gibi hareket etmektedir.


(Duhan 44/18)
اَنْ اَدُّٓوا اِلَيَّ عِبَادَ اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
(Şöyle demişti:) “Allah’ın kullarını (İsrailoğullarını) bana teslim edin. Ben sizin için güvenilir bir elçiyim[*].

[*] A’raf 7/104-105, Taha 20/47, Şuara 26/16-17.


(Duhan 44/19)
وَاَنْ لَا تَعْلُوا عَلَى اللّٰهِۚ اِنّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۚ
Sakın Allah’a karşı diklenmeyin; çünkü size apaçık ve güçlü bir delil ile geldim[*].

[*] Hud 11/96-97, Mü’minun 23/45, Mü’min 40/23, Zariyat 51/38.


(Duhan 44/20)
وَاِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ اَنْ تَرْجُمُونِۘ
Beni taşa tutarsınız diye benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olana sığındım[*].

[*] Mü’min 40/27.


(Duhan 44/21)
وَاِنْ لَمْ تُؤْمِنُوا ل۪ي فَاعْتَزِلُونِ
Eğer bana inanmadıysanız benden uzak durun.”


(Duhan 44/22)
فَدَعَا رَبَّهُٓ اَنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ مُجْرِمُونَ
Daha sonra Rabbine şöyle yalvardı: “Bunlar günaha batmış bir topluluk[*].”

[*] Yunus 10/88.


(Duhan 44/23)
فَاَسْرِ بِعِبَاد۪ي لَيْلًا اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَۙ
(Allah da şöyle dedi:) “Geceleyin kullarımı en tepeye (dağa) çıkar[*]; çünkü siz takip edileceksiniz.

[*] “İsrâ (إسراء) kelimesi, “seriy (سرِي)” kökünden türemiş sayılır ve ona “gece yürüyüşü” anlamı verilir. Oysa hem bu ayette hem de isrâ kökünden kelimelerin geçtiği ayetlerin hepsinde “gece (ليل)” kelimesi de vardır. Bu sebeple ona “gece yürüyüşü” anlamı verilemez. Kelime, “her şeyin en yükseği” anlamına gelen “serâh (سَرَاة)”dan türemiştir (Müfredat, (سرى) mad) Çünkü âyetlerdeki isrâ kökünden fiillerin tamamı, “en yükseğe çıkarma” anlamındadır. Musa aleyhisselamın, İsrailoğullarını çıkardığı dağ, Kızıldeniz’in kenarı ile Kahire arasında olan ve yüksekliği yer yer 2000 metreyi geçen sıra dağlar olmalıdır  (SUNA DOĞANER, Mısır, DİA). Çünkü o dağlar aşılmadan Kızıldeniz’e ulaşılamaz ..(Taha 20/77, Şuarâ 26/52).

 


(Duhan 44/24)
وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْوًاۜ اِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ
Denizi (geçtikten sonra) açık haliyle bırak; çünkü onlar, kesinlikle boğulacak bir ordudur[*].”

[*] Taha 20/77-78, Şuara 26/63-66.


(Duhan 44/25)
كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
Arkalarında nice bahçeler ve pınarlar bıraktılar.


(Duhan 44/26)
وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ
Ekinler, değerli konaklar


(Duhan 44/27)
وَنَعْمَةٍ كَانُوا ف۪يهَا فَاكِه۪ينَۙ
ve içlerinde tadına vardıkları nice nimetler…


(Duhan 44/28)
كَذٰلِكَ۠ وَاَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا اٰخَر۪ينَ
İşte böyle oldu. Biz onları diğer halka (İsrailoğullarına) miras bıraktık[*].

[*] A’raf 7/137, Şuara 26/57-59.


(Duhan 44/29)
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَر۪ينَ۟
Firavun’a ve ordusuna ne gök ağladı ne de yer. Onlara süre de tanınmadı.


(Duhan 44/30)
وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُه۪ينِۙ
Böylece İsrailoğullarını aşağılayıcı azaptan kurtarmış olduk[*];

[*] Bakara 2/49, A’raf 7/141, İbrahim 14/6, Taha 20/80.


(Duhan 44/31)
مِنْ فِرْعَوْنَۜ اِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ
Firavun’un çektirdiği azaptan... O, kesinlikle bir zorbaydı, aşırı gidenlerdendi[*].

[*] Yunus 10/83, Kasas 28/4.


(Duhan 44/32)
وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلٰى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ
Şüphesiz onları (İsrailoğullarını), bir ilimle (verdiğimiz Kitap ve hikmetle) çağdaşlarına tercih etmiştik[*].

[*] Bakara 2/47,122, Araf 7/140, Casiye 45/16.


(Duhan 44/33)
وَاٰتَيْنَاهُمْ مِنَ الْاٰيَاتِ مَا ف۪يهِ بَلٰٓؤٌا مُب۪ينٌ
Onlara açık bir imtihan vesilesi olan âyetler vermiştik[*].

[*] İmtihan vesilesi olan ayetler, hem Allah’ın Musa aleyhisselam aracılığıyla onlara ilettiği emir ve yasaklar hem de gösterilen mucizelerdir.


(Duhan 44/34)
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَيَقُولُونَۙ
Bunlar da şöyle deyip duruyorlar:


(Duhan 44/35)
اِنْ هِيَ اِلَّا مَوْتَتُنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُنْشَر۪ينَ
“İlk ölümümüzden başkası yok, biz bir daha (yeniden dirilip) yayılacak değiliz[*].

[*] En’am 6/29, Mü’minun 23/37.


(Duhan 44/36)
فَأْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Doğru söyleyen kimselerseniz haydi (diriltip) getirin atalarımızı[*]!”

[*] Casiye 45/25.


(Duhan 44/37)
اَهُمْ خَيْرٌ اَمْ قَوْمُ تُبَّعٍۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ اَهْلَكْنَاهُمْۘ اِنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ
Şimdi bunlar mı daha iyidir yoksa Tübba’ halkı[1*] ve onlardan öncekiler mi? Hepsini helâk ettik, çünkü onlar suçlu kimselerdi[2*].

[1*] Tübba’, eski Yemen krallarının unvanıdır (DİA, Tübba). Bu ayette ve Kaf 50/14’te Tübba’ halkının, Allah’ın elçilerine karşı geldiği için helak edildiği bildirilmiş ve böylece Mekke müşrikleri uyarılmıştır.

[2*] En’am 6/6, Yunus 10/13, Zuhruf 43/8, Muhammed 47/13, Kaf 50/36, Kamer 54/51.


(Duhan 44/38)
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ
Gökleri, yeri ve ikisinin arasında olanları, oyun oynayalım diye yaratmadık[*].

[*] Enbiya 21/16-17.


(Duhan 44/39)
مَا خَلَقْنَاهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Onları sadece o gerçek için (sizleri imtihan için[1*]) yarattık; ama insanların çoğu bunu bilmez[2*].

[1*] Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları, insanları ve cinleri zorlu bir imtihandan geçirmek için yaratmıştır. Bunu Hud Suresinin 7. ayetinde açıklamış, diğer ayetlerde de “(بِالْحَقِّ) o gerçek için” ifadesiyle buna işarette bulunmuştur (En'am 6/73, Hud 11/7, İbrahim 14/19, Hicr 15/85, Nahl 16/3, Ankebut 29/44, Rum 30/8, Zümer 39/5, Casiye 45/22, Ahkaf 46/3, Tegabun 64/3).

[2*] Hicr 15/85, Rum 30/8, Ahkaf 46/3.


(Duhan 44/40)
اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ م۪يقَاتُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
İyiyi kötüden ayırma günü, onların hepsinin buluşma vaktidir[*].

[*] Saffat 37/21, Mürselat 77/13-15, 35-38, Nebe 78/17-20.


(Duhan 44/41)
يَوْمَ لَا يُغْن۪ي مَوْلًى عَنْ مَوْلًى شَيْـًٔا وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَۙ
O gün hiçbir yakın, diğer bir yakınının herhangi bir ihtiyacını karşılayamayacak[1*]; onlara yardım da edilmeyecektir[2*].

[1*] Lokman 31/33, Mearic 70/10, Abese 80/33-37, İnfitar 82/19.

[2*] Bakara 2/48, 123, Tur 52/46.


(Duhan 44/42)
اِلَّا مَنْ رَحِمَ اللّٰهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Allah’ın ikramda bulunduğu kişiler hariç[*]. O daima üstün ve ikramı bol olandır.

[*] Zuhruf 43/67.


(Duhan 44/43)
اِنَّ شَجَرَتَ الزَّقُّومِۙ
Şüphesiz zakkum ağacı,


(Duhan 44/44)
طَعَامُ الْاَث۪يمِۚۛ
günahkarların yiyeceğidir[*].

[*] İsra 17/60, Saffat 37/62-70, Vakıa 56/51-52.


(Duhan 44/45)
كَالْمُهْلِۚۛ يَغْل۪ي فِي الْبُطُونِۙ
Erimiş maden gibidir, karınlarda kaynar.


(Duhan 44/46)
كَغَلْيِ الْحَم۪يمِ
Sıcak suyun kaynaması gibi…


(Duhan 44/47)
خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ اِلٰى سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِۚ
“Tutun onu, yakıcı ateşin ortasına sürükleyin[*]!

[*] Kaf 50/24-26, Hâkka 69/30-37.


(Duhan 44/48)
ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَأْسِه۪ مِنْ عَذَابِ الْحَم۪يمِۜ
Sonra başından aşağı kaynar su azabından dökün[*].”

[*] Hac 22/19, Muhammed 47/15, Vakıa 56/92-94, Nebe 78/24-25.


(Duhan 44/49)
ذُقْۚۙ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ
(Ona şöyle denecek) “Tat bakalım! Sen çok güçlü ve çok değerlisin ya hani[*]!

[*] Sad 38/57, Tur 52/16.


(Duhan 44/50)
اِنَّ هٰذَا مَا كُنْتُمْ بِه۪ تَمْتَرُونَ
İşte bu (ceza, dünyadayken) hakkında tartışıp durduğunuz şeydir[*].”

[*] Yasin 36/63-64, Tur 52/13-14.


(Duhan 44/51)
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي مَقَامٍ اَم۪ينٍۙ
Müttakiler /yanlış yapmaktan sakınanlar, şüphesiz güvenli yerlerde,


(Duhan 44/52)
ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ
bahçelerde ve pınar başlarında olacaklardır[*].

[*] Hicr 15/45, Zariyat 51/15, Mürselat 77/41.


(Duhan 44/53)
يَلْبَسُونَ مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَقَابِل۪ينَۚ
İnce ve kalın ipekten elbiseler giyecek ve karşılıklı oturacaklar[*].

[*] Kehf 18/31, Hac 22/23, Fatır 35/33, İnsan 76/21.


(Duhan 44/54)
كَذٰلِكَ۠ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍۜ
İşte böyle… Ceylan gözlü hurileri de yanlarına (hizmetçi olarak) veririz[*].

[*] Cennete giden müminlere kadın ve erkek hizmetçiler verilecektir. Kadın hizmetçilere huri, erkek hizmetçilere "vildan" denir. Vücutları, kabuğunda saklı inciler gibi örtülü olan, gözlerini, hizmet ettikleri kişilerin üzerinden ayırmayan huriler (Saffat 37/48-49, Rahman 55/56, 72; Vakıa 56/22-23) yüksek seviyede hizmet veren, birbirleriyle aynı yaşta dişi varlıklar olacaktır (Nebe 78/33). Hurilerle ilgili olarak bu ayette ve Tur 52/20’de geçen “(وَزَوَّجْنَاهُم بِحُورٍعِينٍ) Onlara, iri siyah gözlü hurileri zevc yapmış oluruz.” ifadesinden dolayı hurilerin, cennete giden erkeklere odalık olarak verileceği iddia edilir ama bu iddia yanlıştır. Arapçada aynı görüş etrafında birleşenlerden her birine zevc (Vakıa 56/7) dendiği gibi aynı cinsten canlıların erkeğine, dişisine, bir çift ayakkabıdan her birine, nitelikleri birbirine yakın veya zıt olan iki şeyden her birine zevc denir. Fasih Arapçada "zevce" kelimesi yoktur. Zevc ile aynı kökten olan (زوج) "zevvece" fiili, tek mef’ul /nesne alırsa “bir şeyi çift yapma” (Şûrâ 42/49-50), iki nesne alır da ikinci nesne, fiile doğrudan bağlanırsa "evlendirme" anlamına gelir (Ahzab 33/37). Ama ikinci nesne fiile, harf-i cer ile bağlanırsa onun çok yakına alınması anlamını ifade eder. Bu sebeple ayetlerde geçen “Onlara, iri siyah gözlü hurileri zevc yapmış oluruz.” ifadesinin tek anlamı, hurilerin yakın hizmetçiler yapılacağıdır (Müfredat).  Zaten huri kelimesi, bir şeyden uzaklaşıp tekrar o şeye dönme anlamındaki “havr (حَوْر)” kökünden türemiştir (Lisan’ul-Arab). Bu da onların, hizmet ettikleri kişilere yakın konumda olacaklarını (Sad 38/52), kendilerinden istenen şeyleri, çevrelerinde dolaşan erkek hizmetçilerden (vildandan) alıp getireceklerini gösterir. Erkek hizmetçiler de kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler, çeşit çeşit meyveler, etler, kuş etleri ve zencefil katkılı sularla çevrelerinde, saçılmış inciler gibi dolaşacaklardır (Vakıa 56/17-21; İnsan 76/15-19).


(Duhan 44/55)
يَدْعُونَ ف۪يهَا بِكُلِّ فَاكِهَةٍ اٰمِن۪ينَۙ
Orada güven içinde her meyveden isteyecekler[*].

[*] Yasin 36/57, Saffat 37/41-42, Sad 38/51, Zuhruf 43/73, Tur 52/22, Vakıa 56/20, Mürselat 77/42.


(Duhan 44/56)
لَا يَذُوقُونَ ف۪يهَا الْمَوْتَ اِلَّا الْمَوْتَةَ الْاُو۫لٰىۚ وَوَقٰيهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِۙ
Orada ilk ölüm çeşidi (olan uyku[*]) dışında bir ölüm tatmayacaklar, Allah onları yakıcı ateşin azabından da korumuş olacaktır.

[*] İnsan, biri beden diğeri ruh olmak üzere iki ayrı nefisten oluşur. Ruh, bilgisayarın işletim sistemi gibidir. Onun bedene yerleştirilmesi, vücut yapısının tamamlanmasından sonradır. Böylece insan; dinleyen, basiret ve gönül sahibi olan bir canlı türü haline gelir (Mü'minûn 23/12-14, Secde 32/7-9). Allah’ın öldürmesi, ruhu bedenden almasıdır. Allah, ruhu bedenden iki şekilde alır; birincisi uykuda, ikincisi de ölüm sırasında olur. Allah, hem uyuyan hem de ölen bedenin ruhunu tutar. Uyuyanın ruhu, uyandığında, ölenin ruhu ise ahirette yeniden dirildiğinde bedene geri döner (Zümer 39/42, Tekvîr 81/7). Burada “ilk ölüm çeşidi” ile ifade edilen, uykudur.


(Duhan 44/57)
فَضْلًا مِنْ رَبِّكَۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Bütün bunlar, Rabbinin lütfu olarak (verilecektir). İşte bu, büyük bir başarıdır[*]!

[*] Nisa 4/13, Maide 5/119, En’am 6/16, Tevbe 9/72, 100, Saffat 37/60, Mü’min 40/9, Hadid 57/12, Saf 61/10-13.


(Duhan 44/58)
فَاِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Kur’an’ı senin dilinde (indirerek), kolay anlaşılır hale getirdik ki doğru bilgilere ulaşsınlar[*].

[*] Nahl 16/103, Meryem 19/97, Şuara 26/192-195, Ahkaf 46/12, Kamer 54/17, 22, 32, 40.


(Duhan 44/59)
فَارْتَقِبْ اِنَّهُمْ مُرْتَقِبُونَ
Artık sen (olacakları) gözle, onlar da gözlüyorlar[*].

[*] Secde 32/30.