MÜ'MİN

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Mü'min 40/1)
حٰمٓۜ
Hâ-Mîm![*]

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.

Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı söylenebilir. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.


(Mü'min 40/2)
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۙ
Bu kitabın indirilişi Allah katındandır; daima üstün olan, her şeyi bilen[*],

[*] Taha 20/4, Şuara 26/192-193, Secde 32/2, Zümer 39/1, Fussilet 41/2, 42, Casiye 45/2, Ahkaf 46/2, Vakıa 56/80, Hakka 69/43.


(Mü'min 40/3)
غَافِرِ الذَّنْبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَد۪يدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ
günahları bağışlayan, tövbeleri kabul eden[1*], cezası çetin[2*] ve ihsanı bol olanın (katındandır). Ondan başka ilah yoktur, dönüp varılacak yer onun huzurudur.

[1*] İşlenen günah ne olursa olsun, ölüm gelmeden önce terk edilerek tövbe edilir ve doğru yola girilirse Allah, günahı bağışlamakla kalmaz, onu sevaba çevirerek ikramda da bulunur (Al-i İmran 3/135-136, Nisa 4/17, 48, 116, A’raf 7/153, Nahl 16/119, Taha 20/82, Furkan 25/68 -71, Zümer 39/53)

[2*] Çetin, ayetteki şedîd’in (شديد) karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır. Çetinlik, işlenen suçun karşılığının bir misli artırılacak olmasındandır (En'âm 6/160, Nahl 16/126).


(Mü'min 40/4)
مَا يُجَادِلُ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَلَا يَغْرُرْكَ تَقَلُّبُهُمْ فِي الْبِلَادِ
Sadece kafirlik edenler, Allah'ın ayetleri hakkında, tartışmaya girerler[1*]. Onların diyar diyar gezip dolaşmaları seni aldatmasın[2*].

[1*] Mü’min 40/35, 56, 69-70, Şura 42/35.

[2*] Al-i İmran 3/196.


(Mü'min 40/5)
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَالْاَحْزَابُ مِنْ بَعْدِهِمْۖ وَهَمَّتْ كُلُّ اُمَّةٍ بِرَسُولِهِمْ لِيَأْخُذُوهُ وَجَادَلُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ فَاَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ
Onlardan önce Nuh’un halkı ve sonrasında gelen kesimler de yalana sarılmışlardı. Her toplum, kendine gelen elçiyi yakalamaya kalkmış ve hakkı, batılla ortadan kaldırmaya çalışmıştı[1*]. Ama onları ben yakaladım. Cezalandırmam nasılmış (gördüler)[2*]!

[1*] Kehf 18/56.

[2*] Hac 22/42-44, Sad 38/12-14, Kaf 50/12-14.


(Mü'min 40/6)
وَكَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ اَصْحَابُ النَّارِۢ
Rabbinin, ayetleri görmezlikte direnenler hakkında söylediği “Onlar ateş ahalisidir!” sözü, bu şekilde gerçekleşmiş oldu[*].

[*] Yunus 10/33, 96-97, Yasin 36/7.


(Mü'min 40/7)
اَلَّذ۪ينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِه۪ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذ۪ينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَب۪يلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ
Arşı /yönetim merkezini taşıyanlarla onun çevresinde olanlar (melekler), yaptığını mükemmel yapması sebebiyle Rablerine boyun eğer, ona inanıp güvenirler[1*]. Ona inanıp güvenmiş olanlar için de şu şekilde bağışlanma talebinde bulunurlar: "Rabbimiz! Sen, ikramınla ve bilginle her şeyi kuşatmış durumdasın. Tövbe edenleri /dönüş yapanları ve senin yolunda gidenleri bağışla; onları yakıcı ateşin azabından koru![2*]

[1*] Enbiya 21/19-20, Zümer 39/75, Hakka 69/17.

[2*] Şura 42/5.


(Mü'min 40/8)
رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۚ
Rabbimiz! Onları kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy[1*]. Ana-babalarından, eşlerinden ve soylarından uygun durumda olanları da…[2*] Daima üstün ve bütün kararları doğru olan sensin.

[1*] Tevbe 9/72, Ra’d 13/22-24, Meryem 19/60-61.

[2*] Bunlar, şirk günahından uzak kalmış olanlardır (Tûr 52/21).


(Mü'min 40/9)
وَقِهِمُ السَّيِّـَٔاتِۜ وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟
Onları kötü durumlardan koru! O gün kimi kötü durumlardan korursan kesinlikle ona ikram etmiş olursun. Büyük başarı işte budur[*]."

[*] En’am 6/16.


(Mü'min 40/10)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنَادَوْنَ لَمَقْتُ اللّٰهِ اَكْبَرُ مِنْ مَقْتِكُمْ اَنْفُسَكُمْ اِذْ تُدْعَوْنَ اِلَى الْا۪يمَانِ فَتَكْفُرُونَ
Kafirlik edenlere de şöyle seslenilecektir: "Allah'ın kızgınlığı, sizin kendinize olan kızgınlığınızdan fazladır; çünkü (dünyada) imana çağrıldığınızda kâfirlik ediyordunuz[*].”

[*] İmana davet edildikleri halde bu daveti reddeden kafirlere dair birkaç örnek için bkz: İbrahim 14/9, Kasas 28/48, Sad 38/4-8, Nuh 71/5-7, 21-27.


(Mü'min 40/11)
قَالُوا رَبَّنَٓا اَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَاَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ اِلٰى خُرُوجٍ مِنْ سَب۪يلٍ
Onlar şöyle diyeceklerdir: "Rabbimiz! Bizi iki şekilde öldürdün, bize iki şekilde hayat verdin[1*]. Suçlarımızı da itiraf ettik[2*]. Buradan çıkışın bir yolu vardır, değil mi[3*]?”

[1*] İnsan, biri beden diğeri ruh olmak üzere iki ayrı nefisten oluşur. Ruh, bilgisayarın işletim sistemi gibidir. Onun bedene yerleştirilmesi, vücut yapısının tamamlanmasından sonradır. Böylece insan; dinleyen, basiret ve gönül sahibi olan bir canlı türü haline gelir (Mü'minûn 23/12-14, Secde 32/7-9). Allah’ın öldürmesi, ruhu bedenden almasıdır. Allah, ruhu bedenden iki şekilde alır; birincisi uykuda, ikincisi de ölüm sırasında olur. Allah, hem uyuyan hem de ölen bedenin ruhunu tutar. Uyuyanın ruhu, uyandığında, ölenin ruhu ise ahirette yeniden dirildiğinde bedene geri döner (Zümer 39/42, Tekvîr 81/7). Ayette geçen iki türlü ölme; ruhun bedeni uyku veya ölüm esnasında terk etmesidir. İki türlü hayat verilmesi de ruhun bedene, uyanırken veya yeniden dirilirken geri dönmesidir.

[2*] Mülk 67/11.

[3*] Maide 5/37, Hac 22/22, Mü’minun 23/107-108, Secde 32/20, Fatır 35/37.

 


(Mü'min 40/12)
ذٰلِكُمْ بِاَنَّهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ وَاِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُواۜ فَالْحُكْمُ لِلّٰهِ الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ
(Onlara şöyle denecek:) “(Hayır!) Bu duruma düşmenizin sebebi şudur: Yalnız Allah’a çağrıldığında görmezlikten gelir, ona ortak koşulduğunda inanırdınız[*]. Bu karar, pek yüce ve büyük olan Allah'a aittir."

[*] İsra 17/46, Zümer 39/45.


(Mü'min 40/13)
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ وَيُنَزِّلُ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ رِزْقًاۜ وَمَا يَتَذَكَّرُ اِلَّا مَنْ يُن۪يبُ
O, size ayetlerini gösteren[1*] ve gökten sizin için rızık indirendir[2*]. Doğru bilgileri, sadece Allah'a yönelen kişi gereği gibi kullanır[3*].

[1*] Neml 27/93, Mü’min 40/81, Fussilet 41/53.

[2*] Yunus 10/59, Sebe 34/24, Zariyat 51/22.

[3*] Zikir; doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerinde düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/286). Tezkîr, zikri karşı tarafa ulaştırmak (Ğaşiye 88/21); tezekkür ise o zikri kullanmaktır (Kasas 28/51-52, Zümer 39/9). Herkes doğru bilgiyi kullanabilir; ama Allah’tan başka ilah olmadığını kabul etmeyen kişi, onu gereği gibi kullanmış olmaz. Doğru bilgiler kendisine dünyada bir fayda sağlasa bile, o bilgilerin ahirette ona hiçbir faydası olmaz (İsra 17/82, Zariyat 51/55).


(Mü'min 40/14)
فَادْعُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
O halde siz, kâfirlerin /ayetleri görmezlikte direnenlerin hoşuna gitmese de dine bir şey katmadan[1*] yalnız Allah’a çağırın[2*].

[1*] Dine, Allah’tan başkasının söz ve hükümleri katılırsa Allah’ın dini olmaktan çıkar. Bu yüzden Kur’an’ın, Allah’ın koyduğu kurallar dışında açıklanması en ağır suç, kendini Allah’ın yerine koyma suçu sayılmıştır. (Hûd 11/1-2)

[2*] A’raf 7/29, Mü’min 40/65.


(Mü'min 40/15)
رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِۚ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ
Allah, dereceleri yükseltendir, Arş’ın /yönetimin sahibidir. Kendi işi olan o ruhu /kitabını[1*], (melekleri aracılığı ile) kullarından tercih ettiği kişiye[2*] verir ki (o kişi) huzura varma günü konusunda uyarılarda bulunsun,

[1*] Bu ayetteki Ruh, Allah’ın emirlerini içeren ayetler kümesi yani onun kitabıdır (Nahl 16/2, İsra 17/85). 

[2*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kaderanlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html


(Mü'min 40/16)
يَوْمَ هُمْ بَارِزُونَۚ لَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْهُمْ شَيْءٌۜ لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَۜ لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
onların kabirlerinden çıkacakları gün konusunda...[1*] Onlardan hiçbirinin hiçbir şeyi Allah'a gizli değildir[2*]. O gün bütün yetki kimindir? Tek olan, her şey emri altında olan Allah’ındır[3*].

[1*] İbrahim 14/21, 48; Yasin 36/32, 53.

[2*] Hakka 69/18.

[3*] En'am 6/73, Hac 22/56, Furkan 25/26, İnfitar 82/19.


(Mü'min 40/17)
اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
O gün herkese kazandığının karşılığı verilir. O gün herhangi bir haksızlık olmaz. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir[*].

[*] Bakara 2/281, Al-i İmran 3/25, Nisa 4/40, Nahl 16/111, Enbiya 21/47, Yasin 36/54.


(Mü'min 40/18)
وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ
Yaklaşmakta olan gün, yüreklerin ağza geleceği, yutkunup duracakları gün konusunda[1*] onları uyar. Yanlışa dalanların ne bir can dostu ne de sözü dinlenen bir şefaatçisi olacaktır[2*].

[1*] İbrahim 14/44, Meryem 19/39, Necm 53/57-58.

[2*] Bakara 2/48, En’am 6/51, 70, Şuara 26/100-101, Hakka 69/35.


(Mü'min 40/19)
يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ
Allah, gözlerin hain bakışını ve göğüslerin neyi gizlediğini bilir[*].

[*] Al-i İmran 3/5, 29, Maide 5/99, İbrahim 14/38, Ahzab 33/54.


(Mü'min 40/20)
وَاللّٰهُ يَقْض۪ي بِالْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ۟
Allah hakkıyla yargılama yapacak[*], Allah ile aralarına koyup yardıma çağırdıkları ise hiçbir yargılama yapamayacaktır. Şüphesiz Allah, daima dinleyen ve görendir.

[*] Neml 27/78.


(Mü'min 40/21)
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاٰثَارًا فِي الْاَرْضِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ
Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna baksınlar! Onlar, kuvvetleri ve yeryüzündeki eserleri bakımından bunlardan daha üstündüler[1*]. Allah onları günahları yüzünden yakaladı. Kendilerini Allah'tan koruyan biri de olmadı[2*].

[1*] Fecr 89/6-14.

[2*] Yusuf 12/109, Rum 30/9, Fatır 35/44, Mü’min 40/82, Muhammed 47/10.


(Mü'min 40/22)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانَتْ تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَكَفَرُوا فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّهُ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Bunun sebebi şudur: Onlara gönderilen elçiler açık belgelerle geldi ama onlar kâfirlik ettiler /görmezlikte direndiler. Bu yüzden Allah onları yakaladı. Şüphesiz o güçlüdür, cezalandırması çetindir[*].

[*] A’raf 7/101, Tevbe 9/70, Yunus 10/13, İbrahim 14/9, Fatır 35/25-26, Teğabun 64/5-6.


(Mü'min 40/23)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ
Şu bir gerçek ki Musa'yı, ayetlerimizle /mucizelerimizle, apaçık ve güçlü bir delil ile elçi olarak gönderdik[*].

[*] Hud 11/96, İbrahim 14/5, Mü’minun 23/45, Zuhruf 43/46.


(Mü'min 40/24)
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ
Firavun’a, Haman’a ve Karun'a... Onlar "O bir sihirbazdır, yalancının tekidir!" dediler[*].

[*] A’raf 7/103, Yunus 10/75, Mü’minun 23/45-46, Hud 11/96-97, Zariyat 51/38-39.


(Mü'min 40/25)
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَٓاءَهُمْۜ وَمَا كَيْدُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ
Musa onlara, katımızdan gerçeklerle gelince de şöyle dediler: "Onunla birlikte inanıp güvenenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını ise sağ bırakın[1*].” Halbuki kâfirlerin oyunu boşa çıkar[2*].

[1*] Bakara 2/49, A’raf 7/127, 141, İbrahim 14/6, Kasas 28/4.

[2*] Firavun ve çevresi Musa aleyhisselamın gösterdiği mucizelerin, elçiliğinin açık belgesi olduğunu anladılar (Neml 27/14) ama ona sihirbaz diyerek yalana sarıldılar. Firavun, onu itibarsızlaştırmak için bilgili sihirbazları toplayıp karşısına çıkardı. Onlar da Musa’nın yaptığının sihir değil, gerçek bir mucize olduğunu gördüler ve Allah’ın elçisi olduğuna inandıklarını açıkça ifade ettiler. Bundan rahatsız olan Firavun, onlara şöyle dedi: “İleride öğreneceksiniz, Kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra hepinizi mutlaka asacağım.” Bu tehditin sihirbazları etkilememesi, Firavun’u iyice bunaltınca İsrailoğulları için de şöyle dedi: “Yakında onların oğullarını öldürecek, kadınlarını sağ bırakacağız. Biz onların üzerinde ezici bir güce sahibiz.” Bütün bunlara rağmen Allah, merhametini gösterdi ve akıllarını başlarına alırlar diye Firavun ve halkını, kurak geçen yıllar ve kıtlıkla cezalandırdı. Ama başlarına iyi bir şey gelince “Bu bizim hakkımızdır!” diyor, bir kötülük dokununca da onun, Musa’nın ve yanındakilerin yüzünden olduğunu söylüyor, Musa’ya inanmayacaklarını kesin bir dille tekrarlıyorlardı. Sonra Allah, yine merhametini gösterdi ve onlara su baskınını, çekirge, kımıl zararlısı, kurbağa ve kan afetini ayrı ayrı mucizeler olarak gönderdi. Bir afet geldiğinde: “Ey Musa! Sana verdiği söz sebebiyle Rabbine bizim için dua et! Eğer bu afeti üzerimizden kaldırırsan kesinlikle sana inanacak ve kesinlikle İsrailoğullarını seninle birlikte göndereceğiz.” diyorlar, sözlerini tutabilecekleri bir süreye kadar afet kaldırılınca da sözlerinden dönüyorlardı (A’raf 7/123-136). Sihirbazları bile öldüremeyen Firavun, iyice bunaldı ve bu ayete göre sadece İsrailoğullarının değil, inanan herkesin oğlunun öldürülmesi emrini verdi ama yine de başarılı olamadı.


(Mü'min 40/26)
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ
Firavun şunu da söyledi: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim, o da Rabbini çağırsın! Ben onun, dininizi değiştireceğinden veya bu topraklarda fesat çıkaracağından korkuyorum[*]."

[*] A’raf 7/127, Taha 20/63, Şuara 26/34-35.


(Mü'min 40/27)
وَقَالَ مُوسٰٓى اِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ مِنْ كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ۟
Musa da şöyle dedi: "Ben, hesap gününe inanmayan her bir kibirliden, hem benim Rabbim hem de sizin Rabbiniz olana sığındım[*]."

[*] Duhan 44/20.


(Mü'min 40/28)
وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌۗ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ اَتَقْتُلُونَ رَجُلًا اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ وَقَدْ جَٓاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاِنْ يَكُ كَاذِبًا فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ وَاِنْ يَكُ صَادِقًا يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ
Firavun hanedanından olup imanını gizleyen mümin bir adam şöyle dedi: "Bir adamı, ‘Rabbim Allah'tır’ dediği için mi öldüreceksiniz? Halbuki o size, Rabbinizden açık belgeler /mucizeler getirdi. Eğer o yalancıysa yalanı kendi aleyhine. Ama eğer doğru söylüyorsa başınıza geleceğini söylediklerinin bir kısmı sizi bulur. Allah, aşırılık eden ve yalan söyleyip duran birini yoluna kabul etmez.


(Mü'min 40/29)
يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ فَمَنْ يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ اِنْ جَٓاءَنَاۜ قَالَ فِرْعَوْنُ مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى وَمَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ
Ey kavmim! Bugün bütün yetki sizdedir, bu toprağa hakim konumdasınız. Peki, Allah’ın baskını gelirse ona karşı bize kim yardım edecek?” Firavun dedi ki: "Ben size sadece kendi gördüğümü gösteriyorum. Sizi sadece akla uygun olan yola yöneltiyorum[*]."

[*] Hud 11/97.


(Mü'min 40/30)
وَقَالَ الَّذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ
O inanmış adam şöyle dedi: "Ey kavmim! Birçok topluluğun yaşadığı kötü günlerin benzeri sizin de başınıza gelir diye korkuyorum;


(Mü'min 40/31)
مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْمًا لِلْعِبَادِ
(Sizin sonunuz) Nuh’un halkı, Âd, Semûd ve onlardan sonrakilerin sonu gibi (olur diye korkuyorum)[1*]. Allah kullarına haksızlık etmek istemez[2*].

[1*] Furkan 25/37-39, Sad 38/12-14, Fussilet 41/13-17, Kaf 50/12-14, Necm 53/51-54, Hakka 69/4-8.

[2*] Fussilet 41/46.


(Mü'min 40/32)
وَيَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِۙ
Ey kavmim! Feryat figan edilecek o günden sizin için korkuyorum;


(Mü'min 40/33)
يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
birbirinize sırt çevireceğiniz günden… (O gün ) Sizi Allah'a karşı koruyacak hiç kimse yoktur! Allah’ın sapık saydığını, yola getirecek kimse yoktur[*].”

[*] A’raf 7/186, Şura 42/44-46.


(Mü'min 40/34)
وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولًاۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ
Daha önce Yusuf da size açık belgelerle gelmişti. Size getirdikleri hakkında sürekli ikilemde kalmış, öldüğü zaman da “Allah, Yusuf'tan sonra asla elçi göndermez!” demiştiniz. Allah (onları nasıl sapık saydıysa) aşırı giden ve (hakta) şüphe edeni de aynı şekilde sapık sayar.


(Mü'min 40/35)
اَلَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۜ كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ
Onlar, kendilerine gelmiş bir delil olmadan Allah'ın ayetleri hakkında tartışmaya girenlerdir[1*]. Bu davranış, hem Allah katında hem de inanıp güvenenler katında ne büyük öfke sebebidir! Allah, kibirli ve zorba olan herkesin kalbinde işte böyle bir tabiat oluşturur[2*].

[1*] Mü’min 40/4, 56, 69-70, Şura 42/35.

[2*] Bu durum, kişi tövbe edip kendini düzeltinceye kadar devam eder (Nisa 4/17-18, Furkan 25/68-71).


(Mü'min 40/36)
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا هَامَانُ ابْنِ ل۪ي صَرْحًا لَعَلّ۪ٓي اَبْلُغُ الْاَسْبَابَۙ
Firavun dedi ki: "Ey Haman! Bana bir kule inşa et; belki o yollara ulaşırım;


(Mü'min 40/37)
اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِبًاۜ وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ۟
göklerin yollarına… Çıkıp da Musa'nın ilahına bir bakayım. Ben gerçekten onun yalancı olduğunu düşünüyorum[*]." Firavun’un bu kötü davranışı, böylece kendine süslü gösterildi ve o, doğru yoldan engellendi. Firavun'un oyunu, boşa çıkan bir oyundur.

[*] Kasas 28/38.


(Mü'min 40/38)
وَقَالَ الَّذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ اَهْدِكُمْ سَب۪يلَ الرَّشَادِۚ
O inanmış adam şöyle dedi: "Ey kavmim! Bana uyun ki size akla uygun olan yolu göstereyim.


(Mü'min 40/39)
يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ
Ey kavmim! Bu dünya hayatı sadece geçici bir yararlanmadır. Ahiret ise sürekli kalınacak yurttur[*].

[*] En’am 6/32, Ra’d 13/26, Kasas 28/60, Ankebut 29/64, Şura 42/36, Hadid 57/20.


(Mü'min 40/40)
مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَاۚ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ
Kim bir kötülük yaparsa ona sadece yaptığının dengi bir karşılık verilir. Erkek olsun, kadın olsun, kim mümin olarak iyi iş yaparsa işte onlar cennete girer, orada onlara hesapsız rızık verilir[*].

[*] Nisa 4/124, En’am 6/160, Nahl 16/97, Neml 27/89-90, Kasas 28/84, Rum 30/44, Fussilet 41/46, Casiye 45/15.


(Mü'min 40/41)
وَيَا قَوْمِ مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ وَتَدْعُونَن۪ٓي اِلَى النَّارِۜ
Ey kavmim! Ne oluyor? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz!


(Mü'min 40/42)
تَدْعُونَن۪ي لِاَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَاُشْرِكَ بِه۪ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۘ وَاَنَا۬ اَدْعُوكُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ
Siz beni Allah’ı görmezlikten gelmeye ve hakkında bilgim olmayan bir şeyi ona ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, daima üstün olan, çok bağışlayan Allah'a çağırıyorum.


(Mü'min 40/43)
لَا جَرَمَ اَنَّمَا تَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْاٰخِرَةِ وَاَنَّ مَرَدَّنَٓا اِلَى اللّٰهِ وَاَنَّ الْمُسْرِف۪ينَ هُمْ اَصْحَابُ النَّارِ
Hiç şüphesiz ki beni çağırdığınız şeyin dünya hakkında da ahiret hakkında da bir çağrısı yoktur, hepimizin dönüp varacağı yer Allah'ın huzurudur ve aşırı gidenler o ateşin ahalisidir.


(Mü'min 40/44)
فَسَتَذْكُرُونَ مَٓا اَقُولُ لَكُمْۜ وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ
Size söylediklerimi yakında anlarsınız. Ben işimi (bundan sonrasını) Allah'a bırakıyorum. Allah, kullarını daima görmektedir."


(Mü'min 40/45)
فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِۚ
Allah, o mümin kişiyi, onların kurduğu tuzağın kötü sonuçlarından korudu. Firavun hanedanını da o kötü azap kuşattı;


(Mü'min 40/46)
اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّاۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ
sabah akşam karşısına çıkarıldıkları ateş azabı...[1*] Kıyamet /mezardan kalkış saati geldiği gün ise (Allah şöyle diyecektir:) "Firavun hanedanını daha çetin[2*] bir azaba sokun!"

[1*] Bu ayet kabir azabına delil getirilir. Halbuki ölüm ile yeniden diriliş arasında geçen süre, insanın algılaması açısından gözü kapayıp açma hatta daha kısa bir süre gibidir. Kimse aradan geçen sürenin farkında olmaz (Nahl 16/77, Yasin 36/51-52, Kamer 54/46-50). Firavun gibi kafirler yeniden dirildiklerinde: “Vay halimize, uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı?” diyeceklerdir (Yasin 36/52). Eğer kabir azabı çekiyor olsalardı, "Oh kurtulduk!" diye sevinmeleri gerekirdi. Dolayısıyla bu ayet kabir azabına delil getirilemez. Ayet, Firavun ailesinden birinin Musa aleyhisselama inandığını gören Firavun ve adamlarının nasıl çaresiz kaldıklarını ve hayatın onlara nasıl zindan olduğunu gösterme dışında bir anlama gelmez. Bu azab, bir önceki ayette “kötü azap” diye nitelenen azap ile ilgili bir tanımlamadır. Dünyadaki bu kötü azabı, nebilerine karşı çıkan bütün kafirler yaşarlar (En’am 6/155-157, Neml 27/4-5).

[2*] Çetin, ayetteki (شديد) şedîd’in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır (En'am 6/160).


(Mü'min 40/47)
وَاِذْ يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يبًا مِنَ النَّارِ
O ateşin /cehennemin içinde birbirleriyle tartışırlarken, güçsüzler, büyüklük taslamış olanlara şöyle derler: "Biz hep sizin takipçiniz olduk. Şimdi ateş azabının bir kısmını bizden savarsınız değil mi[*]?"

[*] İbrahim 14/21, Sebe 34/31-33, Saffat 37/27-32, Sad 38/59-64.


(Mü'min 40/48)
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُلٌّ ف۪يهَٓا اِنَّ اللّٰهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ
Büyüklük taslamış olanlar şöyle derler: "(Hayır!) Hepimiz birden ateşin içindeyiz. Allah kulları arasındaki hükmü kesin olarak verdi[*]."

[*] A’raf 7/38, Saffat 37/33, Zuhruf 43/39.


(Mü'min 40/49)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْمًا مِنَ الْعَذَابِ
Ateşte olanlar, cehennem görevlilerine şöyle derler: "Rabbinize yalvarın da bu azabı bizden bir günlüğüne de olsa hafifletsin[*]!"

[*] Bakara 2/161-162, Al-i İmran 3/86-88, Nahl 16/85, Fatır 35/36.


(Mü'min 40/50)
قَالُٓوا اَوَلَمْ تَكُ تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ قَالُوا بَلٰىۜ قَالُوا فَادْعُواۚ وَمَا دُعٰٓؤُا الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ۟
Görevliler: "Size gönderilen elçiler, apaçık belgelerle gelmediler mi?" deyince onlar "Elbette geldiler." cevabını verirler[1*]. Görevliler: "O halde kendiniz yalvarın!" derler ama kafirlerin yalvarışları boşunadır[2*].

[1*] En’am 6/130, Zümer 39/71, Mülk 67/6-11.

[2*] Mümin 40/47-50 ayetlerinde, cehenneme gitmiş kişilerin önce dünyada büyük gördükleri kişilerden sonra da cehennem görevlilerinden yardım istedikleri görülmektedir. Yani dünyadayken kendileriyle Allah’ın arasına aracı koymuş, şirk koşmuş olan kişiler, bu davranışlarını sürdürüyor ve doğrudan Allah’tan istemek yerine araya aracı koymak istiyorlar.


(Mü'min 40/51)
اِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْاَشْهَادُۙ
Elçilerimize ve inanıp güvenenlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin getirileceği günde, kesinlikle yardım ederiz[*].

[*] Yunus 10/103, Hac 22/40, Rum 30/47.


(Mü'min 40/52)
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
Artık o gün, yanlışa dalanlara mazeretleri fayda vermez[1*]. Onların hak ettiği lanetlenmedir /dışlanmadır. O kötü yurt /cehennem onlarındır[2*].

[1*] Nahl 16/84, Rum 30/57, Casiye 45/35, Tahrim 66/7, Mürselat 77/35-36.

[2*] Ra’d 13/25.


(Mü'min 40/53)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْهُدٰى وَاَوْرَثْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ الْكِتَابَۙ
Biz Musa'ya o rehberi /kitabı verdik[1*]. İsrailoğullarını da o kitaba mirasçı kıldık[2*].

[1*] Bakara 2/53, A’raf 7/154, Mü’minun 23/49, Furkan 25/35, Kasas 28/43, Secde 32/23.

[2*] A’raf 7/169-170.


(Mü'min 40/54)
هُدًى وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ
(O kitap,) aklıselim sahipleri[1*] için bir rehber[2*] ve doğru bilgidir.

[1*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.

[2*] İsra 17/2.


(Mü'min 40/55)
فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ
Sen, sabırlı ol. Allah'ın sözü gerçektir[1*]. Günahın için de bağışlanma dile[2*]; akşamleyin ve sabahın erken vakitlerinde her şeyi güzel yaptığından dolayı Rabbine (Sahibine) ibadet et[3*].

[1*] Nahl 16/127, Rum 30/60, Ahkaf 46/35, Kalem 68/48.

[2*] Muhammed 47/19.

[3*] Taha 20/130, Kaf 50/39-40, Tur 52/48.


(Mü'min 40/56)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۙ اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Kendilerine ulaşmış güçlü bir delil olmadan Allah'ın ayetleri hakkında tartışmaya girenlerin içlerinde sadece büyük olma (hevesi) vardır ki o büyüklüğe asla ulaşamazlar[*]. Sen Allah'a sığın. O dinleyen ve görendir.

[*] Mü’min 40/4, 35, 69-70, Şura 42/35.


(Mü'min 40/57)
لَخَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَكْبَرُ مِنْ خَلْقِ النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Gökleri ve yeri yaratmak, insanları yaratmaktan elbette daha büyük bir iştir[*]. Fakat insanların çoğu bunu bilmez.

[*] Naziat 79/27-28.


(Mü'min 40/58)
وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُس۪ٓيءُۜ قَل۪يلًا مَا تَتَذَكَّرُونَ
Kör ile gören[1*], inanıp güvenen ve iyi işler yapanlarla da kötülük yapan bir olmaz[2*]. Bilginizi ne kadar az kullanıyorsunuz?

[1*] En’am 6/50, Hac 22/46, Fatır 35/19.

[2*] Secde 32/18, Sad 38/28, Zümer 39/9, Casiye 45/20-21, Haşr 59/20.


(Mü'min 40/59)
اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
O saat /mezardan kalkış saati elbette gelecektir, onda şüphe yoktur[*]; ama insanların çoğu inanmaz.

[*] Hicr 15/85, Hac 22/7.


(Mü'min 40/60)
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟
Rabbiniz şöyle dedi: "Bana dua edin ki size karşılık vereyim[1*]. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler boyunlarını bükmüş olarak cehenneme gireceklerdir[2*]."

[1*] Bakara 2/186, Furkan 25/77.

[2*] Nisa 4/172.


(Mü'min 40/61)
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, aydınlatıcı olarak da gündüzü sizin için oluşturandır[1*]. Allah kesinlikle insanlara karşı lütuf sahibidir ama insanların çoğu şükretmez /görevlerini yerine getirmez[2*].

[1*] Yunus 10/67, İsra 17/12, Furkan 25/47, Neml 27/86, Kasas 28/73, Nebe 78/10-11.

[2*] Neml 27/73.


(Mü'min 40/62)
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
İşte o Allah’tır, sizin Rabbinizdir /Sahibinizdir. Her şeyin yaratıcısıdır. Ondan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl yalana sürükleniyorsunuz[*]?

[*] Allah, indirdiği ayetlerle kevnî ayetler yani yaratılmış varlıklar arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir (En’am 6/95, 102; Zümer 39/6). İnsanlar bu ilişkiyi inceleyerek Kitab’ın gerçek olduğunu anlayıp ona aykırı olan yalanlara sürüklenmeyeceklerdir.


(Mü'min 40/63)
كَذٰلِكَ يُؤْفَكُ الَّذ۪ينَ كَانُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
Allah'ın ayetlerini bile bile inkar edip duranlar yalana işte böyle sürüklenirler[*].

[*] En’am 6/32-33.


(Mü'min 40/64)
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ قَرَارًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Allah sizin için yeryüzünü yerleşmeye uygun kılan ve göğü bina gibi yapılandırandır[1*]. O her birinize özgün bir biçim vermiş, biçimlerinizi güzel yapmış[2*], sizi temiz ve lezzetli şeylerle rızıklandırmıştır. İşte o Allah’tır, sizin Rabbinizdir /Sahibinizdir. Bütün varlıkların da sahibi olan Allah ne yüce bir bereket kaynağıdır[3*]!

[1*] Bakara 2/22, Neml 27/61.

[2*] Al-i İmran 3/6, Teğabun 64/3, İnfitar 82/7-8.

[3*] A’raf 7/54, Mü’minun 23/14.


(Mü'min 40/65)
هُوَ الْحَيُّ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
O daima diridir, ondan başka ilah yoktur[1*]. Öyleyse onun dinine bir şey katmadan[2*] sadece ona çağırın[3*]. Her şeyi mükemmel yapmak[4*] bütün varlıkların rabbi olan Allah’a özgüdür.

[1*] Bakara 2/255.

[2*] “Bir şey katmadan” meali verdiğimiz ifade “muhlis olarak” anlamındadır. Muhlis, ihlaslı kişi demektir. İhlas; sözlükte bir şeyi kirlilikten, bulanıklıktan temizleyip arındırmak, saflaştırmak, katıksız, arı, duru hale getirmektir. Bu kelime Kur’an’da, dini Allah’a has kılan yani Allah’ın dinine bir şey katmadan kayıtsız şartsız olarak ona içten boyun eğen, riyadan ve şirkten uzak olan samimi insanların ortak vasfını ifade etmek için kullanılır.

[3*] A’raf 7/29, Mü’min 40/14.

[4*] Üç tip övgü vardır. Birincisi, kişiyi kendi katkısı olmayan bir şeyden dolayı övmektir. Boyu uzun, zeki, iyi bir aileye mensup sözleri böyledir. Arapçada ona medih (المدح) denir. İkincisi, iyi bir şey yaptığı için övmektir. Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir gibi sözler buna girer. Bu tür övgüye Arapçada hamd (الحمد) denir. Üçüncüsü, bize yaptığı bir iyilikten dolayı övmektir. Bana güzel bir yemek ikram etti demek gibi. Arapçada ona şükür (الشكر) denir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için güzel yerine mükemmel kelimesini kullandık.


(Mü'min 40/66)
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَمَّا جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِنْ رَبّ۪ي وَاُمِرْتُ اَنْ اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
De ki: “Rabbimden açık ayetler gelince, sizin Allah ile aranıza koyup çağırdıklarınıza kulluk etmem bana yasaklandı[1*] ve tüm varlıkların Rabbine /sahibine teslim olmam emredildi[2*].”

[1*] En’am 6/56.

[2*] En’am 6/14, 162-163, Yunus 10/104, Neml 27/91, Zümer 39/11-12.


(Mü'min 40/67)
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ يُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْ ثُمَّ لِتَكُونُوا شُيُوخًاۚ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى مِنْ قَبْلُ وَلِتَبْلُغُٓوا اَجَلًا مُسَمًّى وَلَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
O, sizi topraktan, sonra döllenmiş yumurtadan, sonra rahim duvarına asılı embriyodan yaratandır. Sonra sizi bir bebek olarak çıkarır. Sonra güçlü kuvvetli hale gelesiniz daha sonra da ihtiyarlayasınız (diye sizi yaşatır). Fakat kiminiz daha önce vefat ettirilir. Bunlar belirlenmiş ecelinizi tamamlamanız[1*] içindir. Belki aklınızı kullanırsınız[2*].

[1*] Bkz. En’am 6/2. ayetin dipnotları.

[2*] Hac 22/5, Mu’minûn 23/12-16, Rum 30/54, Fatır 35/11, Zümer 39/6, Kıyamet 75/37-40.


(Mü'min 40/68)
هُوَ الَّذ۪ي يُحْي۪ وَيُم۪يتُۚ فَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟
Hayat veren de öldüren de odur[1*]. Bir işin olmasına karar verdiğinde onun için sadece “Ol!” der, sonra o şey oluşur[2*].

[1*] Tevbe 9/116, Yunus 10/56, Mü’minun 23/80, Duhan 44/8, Hadid 57/2.

[2*] Bakara 2/117, Nahl 16/40, Yasin 36/82. Bu ayete, “ol der, hemen olur” şeklinde meâl verilir. Allah her şeyi bir ölçüye göre yarattığından (Kamer 54/49) o emirle sadece oluşum başlar. Mesela Allah, bir çocuğun olmasını murad ettiğinde emri, döllenme öncesinde verir ve çocuk oluşmaya başlar (Al-i İmran 3/59, Meryem 19/35, İnsan 76/1-2).


(Mü'min 40/69)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِۜ اَنّٰى يُصْرَفُونَۚۛ
Allah’ın ayetleri hakkında tartışmaya girenleri görmedin mi? Nasıl oluyor da başka tarafa döndürülüyorlar[*]?

[*] Mü’min 40/4, 35, 56; Şura 42/35.


(Mü'min 40/70)
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِالْكِتَابِ وَبِمَٓا اَرْسَلْنَا بِه۪ رُسُلَنَا۠ۛ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَۙ
Onlar hem bu Kitap karşısında hem de (önceki) elçilerimizle gönderdiklerimiz karşısında yalana sarılanlardır. İleride öğrenecekler[*],

[*] Bakara 2/39, Maide 5/10, 86, Hac 22/57, Rum 30/16, Teğabun 64/10.


(Mü'min 40/71)
اِذِ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ وَالسَّلَاسِلُۜ يُسْحَبُونَۙ
boyunlarındaki halkalarla ve zincirlerle sürüklenirlerken[*],

[*] Ra’d 13/5, İbrahim 14/49, Sebe 34/33, Hakka 69/30-32, İnsan 76/4.


(Mü'min 40/72)
فِي الْحَم۪يمِ ثُمَّ فِي النَّارِ يُسْجَرُونَۚ
şiddetli bir sıcaklıkta (iken öğrenecekler)… Sonra ateşin içine doldurulacaklar[*].

[*] Vakıa 56/42, 93-94.


(Mü'min 40/73)
ثُمَّ ق۪يلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تُشْرِكُونَۙ
Sonra onlara şöyle denilecek: “Ortak koştuklarınız nerede[*],

[*] En’am 6/22, Nahl 16/27, Kasas 28/74, Fussilet 41/47.


(Mü'min 40/74)
مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا بَلْ لَمْ نَكُنْ نَدْعُوا مِنْ قَبْلُ شَيْـًٔاۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ الْكَافِر۪ينَ
(Nerede) Allah ile aranıza koyduklarınız?” Onlar da derler ki: “Bizden ayrıldılar[1*]. İşin aslı biz daha önce (kayda değer) bir şeye dua etmiyormuşuz.” Allah, o kâfirlerin sapıklığını işte böyle onaylar[2*].

[1*] Bakara 2/165-167, En’am 6/23-24, Hud 11/21, Nahl 16/87, Kehf 18/52, Kasas 28/75.

[2*] Kafirler, hem Allah’la araya koydukları varlıkların bir güce sahip olmadıklarını bilirler hem de onlardan yardım istemeye devam ederler. Allah da onlara bu suçlarını itiraf ettirir.


(Mü'min 40/75)
ذٰلِكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَفْرَحُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَمْرَحُونَۚ
Başınıza gelenler yeryüzünde hem haksız yere seviniyor hem de böbürleniyor olmanızdan dolayıdır[*].

[*] Al-i İmran 3/188, Mü’min 40/83.


(Mü'min 40/76)
اُدْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
(Onlara şöyle denir:) “Ölümsüz olarak kalmak üzere cehennemin kapılarından girin! Büyüklük taslayanların kalacağı yer ne kötüdür[*]!”

[*] Nahl 16/29, Zümer 39/72.


(Mü'min 40/77)
فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّۚ فَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ
Sen sabret /duruşunu bozma; Allah'ın vaadi gerçektir[1*]. Onları tehdit ettiğimiz şeyin bir kısmını sana göstersek de (göstermeyip) seni vefat ettirsek de sonunda huzurumuza getirileceklerdir[2*].

[1*] Mü’min 40/55.

[2*] Yunus 10/46, Ra’d 13/40.


(Mü'min 40/78)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ مِنْهُمْ مَنْ قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُمْ مَنْ لَمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ۟
Şurası kesin ki senden önce de elçiler gönderdik. Onlardan kiminin kıssasını sana anlattık, kiminin kıssasını da anlatmadık[1*]. Hiçbir elçi, Allah'ın izni olmadan bir ayet/ mucize getiremez[2*]. Allah'ın emri gelince hak edilen şekilde iş bitirilir. Batıla dalanlar o son noktada hüsrana uğrarlar[3*].

[1*] Nisa 4/164.

[2*] Ra’d 13/38.

[3*] En’am 6/58.


(Mü'min 40/79)
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَنْعَامَ لِتَرْكَبُوا مِنْهَا وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۘ
Allah, bir kısmına binesiniz diye sizin için en’amı[*] /koyun, keçi, sığır ve deveyi var edendir. Bir de onlardan yersiniz.

[*] En’am 6/143-144.


(Mü'min 40/80)
وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ وَلِتَبْلُغُوا عَلَيْهَا حَاجَةً ف۪ي صُدُورِكُمْ وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَۜ
Onlarda sizin için başka yararlar da vardır. İçinizdeki bir ihtiyacı onlar sayesinde gideresiniz diye (onları var etmiştir). Hem onların üzerinde hem de gemilerde taşınırsınız[*].

[*] Nahl 16/5-7, Mü'minun 23/21-22, Yasin 36/71-73, Zuhruf 43/12-13.


(Mü'min 40/81)
وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ۗ فَاَيَّ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُنْكِرُونَ
O, size (tabiattaki) ayetlerini göstermektedir. Öyleyse Allah'ın ayetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz[*]?

[*] Bakara 2/164, Nahl 16/83, Enbiya 21/37, Fussilet 41/53, Neml 27/93.

 


(Mü'min 40/82)
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْهُمْ وَاَشَدَّ قُوَّةً وَاٰثَارًا فِي الْاَرْضِ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna baksınlar! Onlar bunlardan hem sayıca daha fazla hem de kuvvetleri ve yeryüzündeki eserleri bakımından daha üstündüler. Ama kazandıkları şeyler işlerine yaramadı[*].

[*] Yusuf 12/109, Rum 30/9, Fatır 35/44, Mü’min 40/21, Muhammed 47/10, Fecr 89/6-13.


(Mü'min 40/83)
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرِحُوا بِمَا عِنْدَهُمْ مِنَ الْعِلْمِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Onlara gönderilen elçiler apaçık belgelerle gelince, (onlara inanmayıp) kendilerindeki ilimle şımardılar[1*]. Hafife aldıkları şey onları kuşatıverdi[2*].

[1*] Mü’min 40/75.

[2*] En’am 6/10.


(Mü'min 40/84)
فَلَمَّا رَاَوْا بَأْسَنَا قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَحْدَهُ وَكَفَرْنَا بِمَا كُنَّا بِه۪ مُشْرِك۪ينَ
Baskınımızı görünce şöyle dediler: "Allah’ın tek (ilah) olduğuna inandık; ona ortak saydıklarımızı inkar ettik."


(Mü'min 40/85)
فَلَمْ يَكُ يَنْفَعُهُمْ ا۪يمَانُهُمْ لَمَّا رَاَوْا بَأْسَنَاۜ سُنَّتَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ ف۪ي عِبَادِه۪ۚ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ
Ama baskınımızı görünce inanmalarının onlara bir faydası olmadı[1*]. Bu, Allah'ın kulları hakkında, öteden beri yürürlükte olan sünneti /yasasıdır[2*]. Kâfirler /ayetleri görmezlikten gelenler, işte o son noktada kaybederler[3*].

[1*] Bunun bir örneği Firavun’dur (Yunus 10/90-91).

[2*] Sünnet, Allah’ın bütün nebileri için belirlediği yolu, sırat-ı müstakimi ifade eder. Bu kavram üç âyette sünnetullah /Allah’ın sünneti şeklinde geçer (Ahzab 33/38, 62, Fetih 48/23 ). O yola girmeyenler kaybederler (İsra 17/76-77, Kehf 18/55).

[3*] Nisa 4/17-18, En’am 6/158, Yunus 10/51, Mü’minun 23/99-100, Secde 32/28-29, Sebe 34/51-53, Sad 38/3.