MÜDDESİR

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla,


(Müddesir 74/1)
يَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ
Ey örtüsüne bürünen kişi!


(Müddesir 74/2)
قُمْ فَاَنْذِرْۙ
Kalk da insanları uyar!


(Müddesir 74/3)
وَرَبَّكَ فَكَبِّرْۙ
Rabbinin (Sahibinin) büyüklüğünü anlat!


(Müddesir 74/4)
وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْۙ
Elbiselerini temiz tut!


(Müddesir 74/5)
وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْۙ
Pis şeylerden uzak dur!


(Müddesir 74/6)
وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُۙ
İyiliği, daha fazlasını isteyerek (kazanç beklentisiyle) yapma!


(Müddesir 74/7)
وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْۜ
Rabbinin(Sahibinin) rızası için sabırlı ol!


(Müddesir 74/8)
فَاِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِۙ
Sura üfürüldüğü gün...


(Müddesir 74/9)
فَذٰلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ
İşte o gün zor gündür.


(Müddesir 74/10)
عَلَى الْكَافِر۪ينَ غَيْرُ يَس۪يرٍ
Hele kâfirler için; hiç de kolay olmayacak!


(Müddesir 74/11)
ذَرْن۪ي وَمَنْ خَلَقْتُ وَح۪يدًاۙ
Tek olarak yarattığım o kişiyi[1*] bana bırak[2*]!

[1*] Velid b. Mugire (الوليد بن المغيرة)

Ebû Abdişems el-Velîd b. el-Mugīre b. Abdillâh el-Mahzûmî (ö. 1/622)

Nebîmiz’in ve İslâmiyet’in azılı düşmanlarından biri milâdî 530 yılı civarında Mekke’de doğdu. Babası Mugīre, Kureyş içerisinde zenginliği ve cömertliğiyle tanınırdı. Onun kabiledeki mevkii dolayısıyla çocuklarına Benî Mugīre denilmiş ve Mugīrî nisbesiyle anılmışlardır. Bunlar şan, şeref, şöhret ve zenginlik bakımından ayrı bir zümre teşkil ediyordu. Resûl-i Ekrem’in babaannesi Fâtıma bint Amr b. Âiz, Mahzûmoğulları’na mensup olduğu için dayıları adına Abdülmuttalib’in, oğlu Abdullah’ı kurban etmesini engelleyenler arasında Mugīre de vardı. Velîd annesi Sahrâ’ya nisbetle İbnü’s-Sahrâ diye de anılır.

Velîd aklı, dirayeti, güzel konuşması, gelişmiş şiir zevki, çocuklarının fazlalığı ve zenginliğiyle de Kureyş içerisinde temayüz etmişti. Onun Mekke ile Tâif arasındaki sulanabilen bahçelerinde yıl boyunca meyve ve sebze yetiştirilirdi. Ticaretle de uğraşan Velîd’in aynı zamanda demirci olduğu zikredilir (İbn Kuteybe, s. 575). Velîd, Hâşimoğulları ile rekabet etmek için hac zamanı Mina’da büyük bir ateş yaktırır ve hacılara yemek ikram ederdi. Velîd’in kendisiyle tartışılmasına izin vermediği, bedevîlerin onu methederken 12.000 dinardan fazla serveti bulunduğunu söyledikleri kaydedilir (Süheylî, III, 80). Onun Kureyş nezdindeki itibarını gösteren iki olaya işaret etmek gerekir. Bunlardan biri, Kureyş’in reisi Abdülmuttalib’in vefatı üzerine kendisiyle birlikte kabileden üç kişinin onun yerini almak istediğini göstermek için Kâbe’nin avlusuna oturmasıdır (diğer ikisi Ebû Tâlib ile Abdullah b. Cüd‘ân idi; Ya‘kubî, II, 10). İkincisi Hz. Muhammed’in Hacerülesved’i yerine koyanlar arasında yer aldığı, Kâbe’nin yıkılıp yeniden yapılması esnasında Kureyşliler’in Kâbe’yi yıkmaktan çekinmesi üzerine Velîd’in mâbedin duvarına çıkıp, “Biz ancak iyilik ve hayır istiyoruz” diyerek kendi kabilesine düşen kısımdan bir bölümü yıkmasıdır. Kureyşliler, ancak onun başına bir felâket gelip gelmeyeceğini bir süre bekledikten sonra yıkım işine başlayabildi (İbn Hişâm, I, 195). Yine Kâbe’nin yapımı için para toplanırken Velîd, Mekkeliler’den helâl kazançlarından sarfetmelerini, ribâ ve zulümle elde edilen paraları bu işe karıştırmamalarını istedi. Diğer taraftan her yıl değiştirilen Kâbe örtüsünü bir yıl kendisinin, bir yıl diğer Kureyş liderlerinin değiştirmesinden dolayı “Idlü Kureyş” (Kureyş’in dengi) unvanını taşıyor ve Yemen’den getirttiği kumaşla bu örtüyü değiştiriyordu (Ezrakī, I, 251-252; Belâzürî, I,133). Kaynaklarda bir hırsızın elini kesmesi, ilk defa kasâme usulüne başvurması gibi icraatlarından dolayı “hükkâmü’l-Arab”dan kabul edilir (İbn Habîb, el-Muĥabber, s. 132, 337-338; el-Münemmaķ, s. 368; Belâzürî, I, 133). Ayrıca Velîd, kendisi şarap içmediği gibi aile fertlerine de içmeyi yasaklayan ve Kâbe’ye girerken pabuçlarını çıkaran ilk kişidir (İbn Habîb, el-Muĥabber, s. 335-337; İbn Kuteybe, s. 551-552). Kureyşliler ona “vahîd” (tek), “kurretü ayni Kureyş” (Kureyş’in göz bebeği) ve “seyyidî” (efendimiz) gibi sıfatlar vermişti.

Velîd b. Mugīre, Hz. Peygamber’in davetini kabul etmedi ve kendisine şiddetle karşı çıktı. Kibir, bencillik ve ihtirası yüzünden şirk ile ruhu kirlenip tabiatı bozulduğundan Kur’ân-ı Kerîm için sihir dedi, Kur’an’ın hasmı ve Resûl-i Ekrem’in rakibi oldu. Putperestliğin hâmisi Ebû Cehil’e akıl hocalığı yaptı. Kendisinin, “Nasıl olur, ben Kureyş kabilesinin büyüğü ve başkanı olduğum halde bir kenara bırakılayım da Muhammed’e vahiy gelsin! Nasıl olur, Ebû Mes‘ûd Amr b. Umeyr es-Sekafî kabilesinin reisi de bir yana bırakılsın!” şeklindeki sözlerine Kur’an’da şöyle cevap verilir: “Gerçeğin bilgisi gelince, ‘Bu bir büyü, biz bunu kabul etmiyoruz. Bu Kur’an şu iki şehirden büyük bir kişiye indirilseydi ya!’ dediler. Rabbinin rahmetini paylaştırmak onlara mı düşmüş? Dünya hayatında onların geçimliklerini biz paylaştırdık …” (Zuhruf 43/30-31; ayrıca bk. En‘âm 6/123-124; İbn Hişâm, I, 361; Taberî, XXV, 39-41).

Velîd, Kureyşliler’in Resûlullah’a karşı düşmanca faaliyetlerine aktif biçimde katıldı. Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’e üç defa başvuran Kureyş heyetinde o da yer aldı. Üçüncü gidişlerinde Velîd yanına genç ve yakışıklı oğlu Umâre’yi de aldı. Heyettekiler, Ebû Tâlib’den, Hz. Muhammed’in yerine bu genci alıp öldürülmek üzere yeğenini kendilerine teslim etmesini istediler. Ebû Tâlib bu teklifi şiddetle reddetti (İbn Hişâm, I, 266-268; Umâre için bk. Süheylî, III, 252-255; Fayda, s. 81-84). İbn Habîb, Kureyş kabilesine mensup sekiz zındık arasında Velîd’i de zikreder ve bunların sapık düşüncelerini Hîreli bir hıristiyandan öğrendiklerini yazar (el-Muĥabber, s. 337). Câhiliye devri şiirini ve Arap dilinin inceliklerini çok iyi bilen Velîd, hac mevsiminde Mekke’ye gelecek kişilere söylenmek üzere Kureyşliler’in Muhammed hakkında bir fikir etrafında toplanmalarını istemişti. Kendi görüşünün oluşması için günlerce düşündü; Kureyşliler’in ileri sürdüğü kâhin, deli, şair gibi nitelemelerin doğru olmadığının hemen anlaşılacağını belirttikten sonra, “En iyisi onun evlâdı babadan, kardeşi kardeşten, karıyı kocadan, kişiyi ailesinden ayıran bir büyücü olduğunu söyleyelim” dedi. Bu iddialar üzerine şu âyetler nâzil oldu: “Yarattığım o kişiyi tek başına bana bırak; geniş bir; geniş bir ervet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisine nimetleri serdikçe serdiğim, arkasından daha fazla vermemi bekleyen kişiyi. Hayır, umduğu gibi olmayacak. Çünkü o bizim âyetlerimize karşı inatla direnmektedir. Ben de onu sarp bir yokuşa süreceğim. Zira o düşündü taşındı, ölçtü biçti. Kahrolsun, ne biçim ölçme biçme bu! Ardından yine kahrolsun, ne biçim ölçtü biçti! Sonra baktı, sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda arkasını dönüp gitti ve kibrine yenildi. ‘Bu’ dedi, ‘olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir; bu bildiğiniz insan sözünden başka bir şey değildir.’ Ben onu cehenneme sokacağım …” (Müddessir 74/11-26).

[2*] Herkes, onun gibi tek olarak yaratılır.


(Müddesir 74/12)
وَجَعَلْتُ لَهُ مَالًا مَمْدُودًاۙ
Ona ardı arkası kesilmeyen mallar,


(Müddesir 74/13)
وَبَن۪ينَ شُهُودًاۙ
Yanından ayrılmayan oğullar[*] verdim.

[*] Arapça’da kızlardan oluşan bir topluluğun içinde bir tane oğlan olsa, o topluluğa erkek zamir gider. Dolayısıyla ayette belirtilen “oğullar (beni)” erkek ve kız evlatlar anlamına gelir. Aynı kullanım şekli “İsrailoğulları (beni israil)” geçen ayetlerde de vardır ve Yakub’un (a.s.) soyundan gelen kadın ve erkekler anlamına gelir. Türkçe’de de ‘oğul’ ve ‘adam’ kelimelerinin hem kadın hem erkekleri ifade edecek şekilde kullanımı vardır. Örneğin: karamanoğulları, bilim adamı, işa damı. Son yıllarda cinsiyet ayrımcılığı konusunda yaşanan gelişmeler nedeniyle bu konuda bir duyarlılık oluşmuş ve toplum nezdinde içinde kadın olan topluluğa erkek zamir kullanılmasına yönelik bir tavır sergilenmeye başlanmıştır. Bu haklı tavır nedeniyle Kur’an metnine ön yargılı davranabilecek Türk okuyucuyu bilgilendirmek, onu bir nebze olsun ön yargılardan uzak ve dil bilimine uygun bir yaklaşımla ayetleri okuyabilmesine yardımcı olabilmek üzere bu ek açıklamaya ihtiyaç duyulmuştur. Her dilin kendine has kuralları ve yapısı vardır. Kur’an Arapça olarak indirildiğinden o dilin kurallarına uygundur. Erkek zamirli ifadelerin kullanılmış olması o dili kullanan topluluğun ayrımcılığına delil olabilir ancak o dilde indirilen kutsal kitapların cinsiyet ayrımcılığına delil olmaz. Bu örneğin tam zıttı olarak, Arapça’da, bir topluluk için “kızlar, kadınlar’ ifadesi kullanıldığı takdirde o topluluğun içinde hiç erkek yoktur.


(Müddesir 74/14)
وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْه۪يدًاۙ
Her şeyi önüne serdim.


(Müddesir 74/15)
ثُمَّ يَطْمَعُ اَنْ اَز۪يدَۙ
Hâlâ da artırmamı bekliyor!


(Müddesir 74/16)
كَلَّاۜ اِنَّهُ كَانَ لِاٰيَاتِنَا عَن۪يدًاۜ
Asla! Çünkü o, ayetlerimiz karşısında inatçılık ediyor.


(Müddesir 74/17)
سَاُرْهِقُهُ صَعُودًاۜ
Onu dik yokuşa süreceğim.


(Müddesir 74/18)
اِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَۙ
O düşündü, ölçtü biçti.


(Müddesir 74/19)
فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ
Kahrolasıca, ne biçim ölçtü biçti!


(Müddesir 74/20)
ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ
Ah kahrolasıca, ne biçim ölçtü biçti!


(Müddesir 74/21)
ثُمَّ نَظَرَۙ
Şöyle bir bakındı.


(Müddesir 74/22)
ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَۙ
Sonra kaşlarını çattı, suratını astı;


(Müddesir 74/23)
ثُمَّ اَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَۙ
Daha sonra geri döndü ve bü­yük­lendi.


(Müddesir 74/24)
فَقَالَ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُۙ
Arkasından şöyle dedi: “Bu olsa olsa etkilenilen bir büyü olur!”


(Müddesir 74/25)
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِۜ
"Bu, olsa olsa bir insan sö­zü olur!"


(Müddesir 74/26)
سَاُصْل۪يهِ سَقَرَ
Onu Sakar’da kızartacağım.


(Müddesir 74/27)
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا سَقَرُۜ
Sakar nedir? Onu nereden bileceksin? (Öyleyse dinle!)


(Müddesir 74/28)
لَا تُبْق۪ي وَلَا تَذَرُۚ
O, ne yaşatır ne yok eder[*]!

[*] “Rabbine günahkâr olarak gelenin yeri cehennemdir. Orada ne ölür, ne de hayat sürer.” (Taha 20/74)


(Müddesir 74/29)
لَوَّاحَةٌ لِلْبَشَرِۚ
İnsanın derisini kavurur!


(Müddesir 74/30)
عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَۜ
Onun üzerinde görevli on dokuz (melek) vardır.


(Müddesir 74/31)
وَمَا جَعَلْنَٓا اَصْحَابَ النَّارِ اِلَّا مَلٰٓئِكَةًۖ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ اِلَّا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ لِيَسْتَيْقِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ا۪يمَانًا وَلَا يَرْتَابَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَۙ وَلِيَقُولَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ اِلَّا هُوَۜ وَمَا هِيَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْبَشَرِ۟
O ateşin yöneticilerini[1*] meleklerden başkası yapmadık. Sayılarını da sırf kafirler için bir imtihan sebebi yaptık. Böylece kendilerine kitap verilenler kesin kanaate varır; müminlerin güvenleri artar, kendilerine kitap verilenler ile müminler kuşkuya düşmezler. Kalplerinde hastalık olanlarla[2*] kafirler de “Allah bu örnekle ne demek istiyor?” derler. Allah, sapıklığın gereğini yapanın sapıklığını onaylar, doğru yolda olmanın gereğini yapanı da yola getirir. Allah’ın ordularını kendi dışında kimse bilmez. O (Kur’an), tüm insanlık için doğru bilgiden başkası değildir.

[1*] “Ateşin yöneticileri” diye meal verdiğimiz kavram, ashab’un-nâr’dır. Ashab = أَصْحَابٌ, sahib = صاحب kelimesinin çoğuludur. Sahib, bir şeyden ayrılmayana denir. Ayrılmadığı şey insan olabilir. Nitekim Musa aleyhisselamla birlikte olanlar bu şekilde anılmışlardır.

{فَلَمَّا تَرَاءَى الْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَابُ مُوسَى إِنَّا لَمُدْرَكُونَ} [الشعراء: 61]

Bir araç olabilir. Mesela gemide yolculuk edenler böyle anılır.

{فَأَنْجَيْنَاهُ وَأَصْحَابَ السَّفِينَةِ وَجَعَلْنَاهَا آيَةً لِلْعَالَمِينَ} [العنكبوت: 15]

Hayvan olabilir.

{أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ} [الفيل: 1]

Zaman olabilir

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ آمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَطْمِسَ وُجُوهًا فَنَرُدَّهَا عَلَى أَدْبَارِهَا أَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّا أَصْحَابَ السَّبْتِ وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ مَفْعُولًا } [النساء: 47]

Yaşadığı yer olabilir

{وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ } [الحجر: 80]

Yönettiği yer olabilir.  Bahçe sahiplerini = ashab’ul-cennet’i anlatan şu ayet öyledir.

{إِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَا أَصْحَابَ الْجَنَّةِ إِذْ أَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ} [القلم: 17]

Insanları bir ateş çukurunda yakarak cezalandıran = ashab’un-narı da şu ayette görürüz.

{قُتِلَ أَصْحَابُ الْأُخْدُودِ (4) النَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِ (5) إِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ (6) وَهُمْ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ } [البروج: 4 - 7]

[2*] Bunlar münafıklardır. Allah Teala bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur: Kimi insanlar da “Allah’a ve ahiret gününe inandık” derler; ama inanıp güvenmezler.

Allah’a ve müminlere karşı oyun kurmaya çalışırlar. Onlar oyunu, sadece kendi aleyhlerine kurarlar da farkına bile varmazlar.
Kalplerinde, (kâfirliklerinden dolayı) bir hastalık oluşur; Allah onlara bir hastalık daha (yalancılık hastalığını da) ilave eder. Yalan söylemelerine karşılık hak ettikleri ise içlerini acıtan bir sıkıntıdır.” (Bakara 2/8-10)


(Müddesir 74/32)
كَلَّا وَالْقَمَرِۙ
Hayır; Ay’ı[*],

[*] Âyetin tam meâli şöyledir: “Hayır Aya yemin olsun”. Türkçede yemini, doğru söylediğinden şüphe edilen kişi yapar. Allah’ın yaptığı bu gibi yeminler ise yemin edilen şeyin önemini göstermek içindir. (Bkz. İbn Kayyim el-Cevzî, et-Tibyân fî Ahkâm’il-Kur'ân girişi) Türkçe’de böyle bir kullanım olmadığından meâl, maksadı ifade edecek şekilde yapılmıştır.


(Müddesir 74/33)
وَالَّيْلِ اِذْ اَدْبَرَۙ
dönüp gittiğinde geceyi[*],

[*] ...


(Müddesir 74/34)
وَالصُّبْحِ اِذَٓا اَسْفَرَۙ
ağarırken tan yerini[*] iyi düşünün!

[*] ..


(Müddesir 74/35)
اِنَّهَا لَاِحْدَى الْكُبَرِۙ
İyi anlayın ki Sakar, (Ahiretin) en büyüklerinden biridir;


(Müddesir 74/36)
نَذ۪يرًا لِلْبَشَرِۙ
insanoğlu için uyarıdır.


(Müddesir 74/37)
لِمَنْ شَٓاءَ مِنْكُمْ اَنْ يَتَقَدَّمَ اَوْ يَتَاَخَّرَۜ
İçinizden aşırılık eden veya iyilikten geri kalanlar[*] için uyarıdır.

[*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir (Müfredât). Nesnesine göre anlamı değişir.

 

(Müddesir 74/38)
كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَه۪ينَةٌۙ
Herkes kendi yaptığına karşılık rehindir.


(Müddesir 74/39)
اِلَّٓا اَصْحَابَ الْيَم۪ينِۜۛ
Doğrulardan yana olanların hali başkadır[*].

[*] “(O zaman) Siz, üç sınıf olursunuz: (Birincisi) uğurlular sınıfıdır. Ne mutlu o uğurlu olanlara!(İkinci sınıf) uğursuzlardır. Ne yazık o uğursuzlara! Bir de önde gidenler (sınıfı) var; hep önde gidenler!” Bkz. Vakia 56/7-10 


(Müddesir 74/40)
ف۪ي جَنَّاتٍۜۛ يَتَسَٓاءَلُونَۙ
Onlar bahçelerde olur, sorup soruştururlar;


(Müddesir 74/41)
عَنِ الْمُجْرِم۪ينَۙ
suçlu olanları...


(Müddesir 74/42)
مَا سَلَكَكُمْ ف۪ي سَقَرَ
Onlara, “Sizi Sakar’a sürükleyen ne oldu?” diye sorarlar.


(Müddesir 74/43)
قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ
Onlar da, “Biz namaz kılan kişiler değildik.” derler.


(Müddesir 74/44)
وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْك۪ينَۙ
“Yoksulları doyurmazdık.


(Müddesir 74/45)
وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَٓائِض۪ينَۙ
Dünyaya dalanlarla dalar giderdik.


(Müddesir 74/46)
وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۙ
Hesap günü konusunda da yalan söylerdik[*].

[*] “Cehenneme her bir bölük atılınca bekçiler: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” derler. Onlar: “Evet, uyarıcı geldi ama yalana sarıldık; Allah bir şey indirmemiştir, siz büyük bir sapkınlık içindesiniz, dedik. Eğer söz dinleseydik ya da aklımızı kullansaydık, şimdi  bu alevli ateş ahalisi içinde olmazdık” derler. Böylece suçlarını itiraf ederler. Alevli ateş ahalisi için bundan sonrası perişanlıktır.” (Mülk 67/8-11)


(Müddesir 74/47)
حَتّٰٓى اَتٰينَا الْيَق۪ينُۜ
Sonunda ölüm geldi çattı.” derler.


(Müddesir 74/48)
فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ
Artık şefaatçilerinin şefaati onlara bir fayda vermez[*].

 [*] Bütün beklentileri boşa çıkar.  Şefaat bakınız: Bakara 2/48


(Müddesir 74/49)
فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ
Bunlar nelerine güveniyorlar da akıllarında tutmaları gereken bilgiden (Kur’an’dan)[*] yüz çeviriyorlar?

[*] ...“Akılda tutulması gereken bilgi” Kur’an’dır. Bunu şu ayetlerden açıkça öğreniyoruz:

"Görmekte olduklarınıza yemin etmeye gerek yok! Görmediklerinize de (bunların önemi ortadadır). Asıl önemlisi, Kur’an’ın değerli bir elçinin (Cebrail’in) sözü olmasıdır#. O bir şairin sözü değildir. Ne kadar az inanıp güveniyorsunuz! Bir kâhinin# sözü de değildir. Bilginizi ne kadar az kullanıyorsunuz! Bütün varlıkların Sahibi# tarafından indirilmiştir. (Muhammed,) Bize karşı bir takım sözler uydursaydı onu kıskıvrak yakalar,  şah damarını koparırdık. İçinizden hiç biri de bunun önüne geçemezdi. Kur’an, Allah’tan çekinerek kendini koruyanlar için bir tezkiredir (akıllarında tutmaları gereken bilgidir.)  Çok iyi biliyoruz ki içinizde yalancılar var. Kur’an, ayetleri görmezlikten gelen bu kişilerin de yalanını ortaya çıkarır. Çünkü o, kesin gerçektir." (el-Hakka 69/38-51)


(Müddesir 74/50)
كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ
Ürkmüş eşekler gibi davranıyorlar,


(Müddesir 74/51)
فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍۜ
aslandan ürküp kaçan eşeklere benziyorlar.


(Müddesir 74/52)
بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفًا مُنَشَّرَةًۙ
Aslında onlardan her biri, kendine açık seçik sayfalar verilmesini ister.


(Müddesir 74/53)
كَلَّاۜ بَلْ لَا يَخَافُونَ الْاٰخِرَةَۜ
Hayır (herkese sayfa verilmez)! Aslında onlar ahiretten korkmuyorlar.


(Müddesir 74/54)
كَلَّٓا اِنَّهُ تَذْكِرَةٌۚ
Hayır hayır, o (Kur’an) akılda tutulması gereken bilgidir.


(Müddesir 74/55)
فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۜ
Gerekeni yapan herkes o bilgiyi kafasına yerleştirir.


(Müddesir 74/56)
وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ
Allah gerekli desteği vermezse[*] kimse bu bilgiyi kafasına yerleştiremez. Destek verdiği kişi de Allah’a karşı yanlış yapmaktan kaçınan ve affedilmeyi hak edendir.

[*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. Özne Allah ise “gereğini yarattı” anlamına gelir. (Bkz. Müfredât). Burada yaratılması beklenen şey, o bilgiyi kavrama gücüdür.