ZUHRUF

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Zuhruf 43/1)
حٰمٓۜ
Hâ-Mîm[*]!

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.
Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.


(Zuhruf 43/2)
وَالْكِتَابِ الْمُب۪ينِۙ
Apaçık Kitab’a yemin olsun ki[*]

[*] Apaçık” anlamı verdiğimiz “mübin (مبين)” kelimesi, müteaddi /geçişli veya lazım/ geçişsiz olur. Geçişsiz olduğu zaman “apaçık”, geçişli olduğunda ise “her şeyi açıkça ortaya koyan” anlamına gelir (Duhan 44/2).


(Zuhruf 43/3)
اِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْءٰنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَۚ
şüphesiz biz onu, aklınızı kullanasınız/ doğru bağlantılar kurasınız diye Arapça kur’anlar /ayet kümeleri[1*] haline getirdik[2*].

[1*] Kur'ân, karaa (قرأ) fiilinin mastarı olup toplama ve birleştirme anlamındadır. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın son kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Arapçada Kur’ân (قُرْآنً) kelimesinin çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن) kelimesine, bağlamına göre, kur’ânlar diye de anlam verilebilir.

[2*] Yusuf 12/2, Taha 20/113-114, Zümer 39/28, Fussilet 41/3, Şura 42/7, Ahkaf 46/12.


(Zuhruf 43/4)
وَاِنَّهُ ف۪ٓي اُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِيٌّ حَك۪يمٌۜ
Şüphesiz o, katımızdaki Ana Kitap’tadır[1*]; elbette pek yücedir, doğru hükümler içerir[2*].

[1*] Bu kitap, her varlık ve olaya ilişkin ilâhî bilginin kayıtlı bulunduğu kitaptır (Ra’d 13/39, Hicr 15/4, Vakıa 56/77-78, Hadid 57/22).

[2*] Doğru olan hükme “hikmet” denir. Kur’an’ın “hakîm” yani hikmetli olması doğru hükümler içerdiği anlamına gelir (Hud 11/1).


(Zuhruf 43/5)
اَفَنَضْرِبُ عَنْكُمُ الذِّكْرَ صَفْحًا اَنْ كُنْتُمْ قَوْمًا مُسْرِف۪ينَ
Aşırı giden bir topluluksunuz diye hoşgörülü davranarak bu zikri[1*] /Kur’an’ı size ulaştırmaktan vaz mı geçelim[2*]?

[1*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Hicr 15/9, Nahl 16/43-44, Enbiya 21/7-8, 24).

[2*] Hicr 15/94, Kaf 50/45, Tur 52/29, Ğaşiye 88/21-22.


(Zuhruf 43/6)
وَكَمْ اَرْسَلْنَا مِنْ نَبِيٍّ فِي الْاَوَّل۪ينَ
Sizden (Mekkelilerden) öncekilere de nice nebiler gönderdik[*].

[*] Nebî, kendisine Kitap ve hikmet verilen kişidir. Bu bilgileri insanlara ulaştırmakla görevli olduğu için her nebi, aynı zamanda resuldür (Bakara 2/136, 213, Al-i İmran 3/81, 84, En'âm 6/83-90, Meryem 19/30, 51, 54).


(Zuhruf 43/7)
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Onlara ne zaman bir nebi gelse mutlaka hafife alırlardı[*].

[*] Hicr 15/11, Yasin 36/30.


(Zuhruf 43/8)
فَاَهْلَكْنَٓا اَشَدَّ مِنْهُمْ بَطْشًا وَمَضٰى مَثَلُ الْاَوَّل۪ينَ
Bu yüzden bunlardan /Mekkelilerden daha güçlü olanları bile helak ettik. Öncekilerin örnekleri (bu kitapta) geçti[*].

[*] Yusuf 12/109, Rum 30/9, Fatır 35/44, Mü’min 40/21, 82, Muhammed 47/10, 13.


(Zuhruf 43/9)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۙ
Onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan kesinlikle şöyle derler: “Onları, daima üstün ve bilgili olan Allah yarattı[*].”

[*] Yunus 10/31, Mu’minun 23/84-89, Ankebut 29/61, Lokman 31/25, Zümer 39/38, Zuhruf 43/87.


(Zuhruf 43/10)
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْدًا وَجَعَلَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۚ
O, yeryüzünü sizin için bir beşik[1*] yapan ve gideceğiniz yere ulaşmanız için orada yollar oluşturandır[2*].

[1*] Taha 20/53, Zariyat 51/48, Nebe 78/6. Dünyanın beşik olması iki yana eğilmesini gerektirir. Eğilme şekline göre ekvatorun bir tarafı güneşin karşısına geçerken diğer tarafı uzakta kalır. Güneş ışınlarının, yılın bir bölümünde dünyanın kuzeyine, bir bölümünde de güneyine daha dik gelmesi bundandır.

[2*] Nahl 16/15, Enbiya 21/31, Nuh 71/19-20.


(Zuhruf 43/11)
وَالَّذ۪ي نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍۚ فَاَنْشَرْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتًاۚ كَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ
O, gökten bir ölçüye göre su indirendir. Onunla ölü bir beldeyi canlandırır[1*]. Siz de (öldükten sonra topraktan) aynı şekilde çıkarılacaksınız[2*].

[1*] Bu ayette iltifat sanatı kullanılmıştır. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki left (لفت) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır; ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.

[2*] A’raf 7/57, Furkan 25/48-49, Rum 30/19, Fatır 35/9, Kaf 50/9-11.


(Zuhruf 43/12)
وَالَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْفُلْكِ وَالْاَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَۙ
O, bütün çiftleri yaratmış olandır[1*]. Sizin için bineceğiniz gemiler ve en’am[2*] var etmiştir[3*].

[1*] Yasin 36/36.

[2*] Koyun, keçi, sığır, deve (Bkz. En’am 6/143-144).

[3*] Nahl 16/5-7, Müminun 23/21-22, Yasin 36/71-72, Mü’min 40/79-81.


(Zuhruf 43/13)
لِتَسْتَوُ۫ا عَلٰى ظُهُورِه۪ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ اِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحَانَ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَنَا هٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِن۪ينَۙ
Bu, onlardan birinin üzerine kurulmanız, kurulduğunuzda da Rabbinizin nimetini aklınıza getirmeniz ve şöyle demeniz içindir: “Bunu hizmetimize veren Allah, bütün eksikliklerden uzaktır; yoksa biz bunu (bu gemiyi /bu hayvanı) yanımıza yaklaştıramazdık.


(Zuhruf 43/14)
وَاِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا لَمُنْقَلِبُونَ
Biz kesinlikle Rabbimize döneceğiz.”


(Zuhruf 43/15)
وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِه۪ جُزْءًاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُب۪ينٌۜ
Bazı kullarını, Allah’ın bir parçası (evladı) saydılar[*]. Gerçekten insan apaçık nankördür.

[*] Burada “bazı kullar” ifadesiyle kastedilen meleklerdir; çünkü melekler de Allah’a kulluk etmekle sorumludurlar (Nisa 4/172-173, Enbiya 21/26-27). Mekke müşrikleri melekleri Allah’ın kızları sayar ve onlara kulluk ederlerdi. (En’am 6/100, Nahl 16/57, Meryem 19/88-93, Saffat 37/158).


(Zuhruf 43/16)
اَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَاَصْفٰيكُمْ بِالْبَن۪ينَ۟
Yoksa Allah, yarattıkları içinden, kendine kızlar edindi de erkekleri size mi ayırdı[*]?

[*] İsra 17/40,  Saffat 37/149, Tur 52/39, Necm 53/21-22.


(Zuhruf 43/17)
وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمٰنِ مَثَلًا ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظ۪يمٌ
Onlardan biri, Rahman’a yakıştırdığı (bir kız çocuğu) ile müjdelenince üzüntüsünü belli etmemeye çalışırken yüzü simsiyah kesilir.


(Zuhruf 43/18)
اَوَمَنْ يُنَشَّؤُ۬ا فِي الْحِلْيَةِ وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُب۪ينٍ
O, açığa vurmadığı bir çatışma içine girer[*]: (Şöyle der:) “Süsler içinde yetiştirilecek biri ha!”

[*] Yaşadığı iç çatışma Nahl 16/58-59’da anlatılmaktadır.


(Zuhruf 43/19)
وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذ۪ينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثًاۜ اَشَهِدُوا خَلْقَهُمْۜ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ
Rahman’ın kulları olan melekleri dişi saydılar. Yoksa onların yaratılışlarına şahit mi oldular[*]? Onların bu söylemleri kayda geçirilecek ve sorguya çekileceklerdir.

[*] Saffat 37/150, Necm 53/27-28.


(Zuhruf 43/20)
وَقَالُوا لَوْ شَٓاءَ الرَّحْمٰنُ مَا عَبَدْنَاهُمْۜ مَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۗ اِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَۜ
Bir de şöyle dediler: “Rahman farklı bir tercihte bulunsaydı[1*] onlara (meleklere) kulluk etmezdik.” Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece delilsiz konuşurlar[2*].

[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

[2*] En’am 6/148, Yunus 10/66, Nahl 16/35.


(Zuhruf 43/21)
اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَابًا مِنْ قَبْلِه۪ فَهُمْ بِه۪ مُسْتَمْسِكُونَ
Yoksa onlara (Mekkelilere), bundan /Kur’an’dan önce bir Kitap verdik de ona mı sarılıyorlar[*]?

[*] Kalem 68/37.


(Zuhruf 43/22)
بَلْ قَالُٓوا اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ وَاِنَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ مُهْتَدُونَ
Aslında onların dedikleri şudur: “Biz atalarımızı bir inanç üzere bulduk. Biz elbette onların izindeyiz, doğru yoldayız[*].”

[*] Bakara 2/170, Maide 5/104, A’raf 7/28, Lokman 31/21.


(Zuhruf 43/23)
وَكَذٰلِكَ مَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَذ۪يرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَٓاۙ اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ وَاِنَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ مُقْتَدُونَ
Hep böyle oldu; senden önce de hangi kente bir uyarıcı gönderdiysek oranın şımartılmış olanları ona şöyle dediler: “Biz atalarımızı bir inanç üzere bulduk. Biz elbette onların izindeyiz, onlara uyarız[*].”

[*] A’raf 7/70, Yunus 10/78, Hud 11/62, 87, İbrahim 14/10, Enbiya 21/52-53, Şuara 26/69-74.


(Zuhruf 43/24)
قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكُمْ بِاَهْدٰى مِمَّا وَجَدْتُمْ عَلَيْهِ اٰبَٓاءَكُمْۜ قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ
O da: “Peki ya size, atalarınızı üzerinde bulduğunuz inançtan daha doğrusunu getirdiysem?” deyince, onlar şöyle dediler: “Biz sizinle gönderilen mesajları tanımayız[*].”

[*] Sebe 34/34, Fussilet 41/13-14.


(Zuhruf 43/25)
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ۟
Sonra onlara hak ettikleri cezayı verdik. Yalan söyleyip duranların sonunun ne olduğuna bir bak[*]!

[*] Al-i İmran 3/137, En’am 6/11, Nahl 16/36, Rum 30/47.


(Zuhruf 43/26)
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ٓ اِنَّن۪ي بَرَٓاءٌ مِمَّا تَعْبُدُونَۙ
Bir gün İbrahim, babasına ve halkına şöyle dedi: “Ben, sizin kulluk ettiklerinizden tamamen uzağım[*],

[*] En’am 6/74, Enbiya 21/51-54, Şuara 26/70-77, Saffat 37/83-87, Mümtahine 60/4.


(Zuhruf 43/27)
اِلَّا الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي فَاِنَّهُ سَيَهْد۪ينِ
ama beni yaratan hariç[1*]. O, muhakkak bana bir yol gösterecektir[2*].”

[1*] İbrahim aleyhisselamın kavmi, Allah’ı inkar etmiyor ama diğer bütün müşrikler gibi Allah ile aralarına aracılar koyuyor, onlara da kulluk ediyordu. İbrahim aleyhisselam, onların Allah dışında taptıkları her şeyden uzak olduğunu ifade etmektedir.

[2*] En’am 6/78-79, Enbiya 21/56, Şuara 26/77-82.


(Zuhruf 43/28)
وَجَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً ف۪ي عَقِبِه۪ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Allah bu sözü, onun arkasından gelenler arasında kalıcı bir söz yaptı. Belki (yanlışlarından) dönerler[*].

[*] Mümtehine 60/4.


(Zuhruf 43/29)
بَلْ مَتَّعْتُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُب۪ينٌ
Aslında kendilerine bu gerçek (Kur’an) ve resul olduğu apaçık olan kişi (Muhammed) gelinceye kadar bunları da atalarını da nimetlerden yararlandırdım.


(Zuhruf 43/30)
وَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ وَاِنَّا بِه۪ كَافِرُونَ
Ne zaman ki bu gerçek (Kur’an) onlara geldi, ”Bu bir sihirdir[1*]; biz onu reddediyoruz.” dediler[2*].

[1*] Sebe 34/43, Ahkaf 46/7.

[2*] Enbiya 21/36, Kasas 28/48.


(Zuhruf 43/31)
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ عَلٰى رَجُلٍ مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظ۪يمٍ
Şunu da dediler: “Bu Kur’an, iki kentin[1*] birinden bir büyük adama indirilseydi ya[2*]!”

[1*] Bu iki şehir Mekke ve Medine olabileceği gibi Mekke ve Taif de olabilir.

[2*] Sad 38/8.


(Zuhruf 43/32)
اَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَۜ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَع۪يشَتَهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا سُخْرِيًّاۜ وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
Rabbinin ikramını onlar mı paylaştıracak[1*]! Oysa dünya hayatındaki geçimliklerini bile aralarında biz paylaştırdık. Her birini, diğerlerine göre derece derece üstün kıldık[2*] ki biri diğerine iş gördürsün. Rabbinin ikramı onların biriktirebilecekleri her şeyden daha hayırlıdır[3*].

[1*] Bakara 2/105, Al-i İmran 3/73-74, En’am 6/124.

[2*] Nisa 4/32, En’am 6/165, Nahl 16/71, İsra 17/21.

[3*] Yunus 10/58.


(Zuhruf 43/33)
وَلَوْلَٓا اَنْ يَكُونَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِنْ فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَۙ
İnsanlar tek bir topluma /kâfirler topluluğuna dönüşecek olmasaydı Rahman’a karşı kâfirlik edenlerin evlerine kesinlikle gümüşten tavanlar, bir de üzerlerinde yükselecekleri şeyler yapardık.


(Zuhruf 43/34)
وَلِبُيُوتِهِمْ اَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِؤُ۫نَۙ
Evleri için birçok kapı, üzerine kurulacakları koltuklar,


(Zuhruf 43/35)
وَزُخْرُفًاۜ وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَالْاٰخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟
bir de altın işlemeler yapardık. Bütün bunlar, sadece dünya hayatının menfaatleridir[1*]. Ahiret (hayatının menfaatleri) ise Rabbinin katında yalnızca müttakiler /yanlışlardan sakınanlar içindir[2*].

[1*] Al-i İmran 3/14-15, Kasas 28/60, Şûrâ 42/36.

[2*] Kasas 28/83.


(Zuhruf 43/36)
وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ
Kim Rahman’ın zikrine[1*] kör gibi bakarak yüz çevirirse onun başına bir şeytan[2*] sararız; artık o, onun arkadaşı olur[3*].

[1*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Hicr 15/9, Nahl 16/43-44, Enbiya 21/7-8, 24).

[2*] Doğru yoldan uzaklaşan ve başkalarını da uzaklaştırmaya çalışan insan ve cinlere şeytan denir (En’am 6/112, Nas 114/4-6).

[3*] Nisa 4/38, Meryem 19/83, Furkan 25/28-29, Şuara 26/221-223, Fussilet 41/25.


(Zuhruf 43/37)
وَاِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ
Şeytanlar kesinlikle onları yoldan çıkarır; ama onlar kendilerini doğru yolda sanırlar[*].

[*] A’raf 7/30, Nahl 16/63.


(Zuhruf 43/38)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْن۪ي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَر۪ينُ
Nihayet huzurumuza gelince (onlardan her biri kendi şeytanına) şöyle diyecektir: “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı kadar bir mesafe olsaydı! Sen ne kötü bir arkadaşmışsın[*]!”

[*] Furkan 25/28-29, Zuhruf 43/67.


(Zuhruf 43/39)
وَلَنْ يَنْفَعَكُمُ الْيَوْمَ اِذْ ظَلَمْتُمْ اَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
Yakınmanızın bugün size bir yararı olmayacak, çünkü yanlış yapmıştınız. (Bilin ki) Siz bu azabı birlikte çekeceksiniz[*].

[*] A’raf 7/38, İbrahim 14/21, Saffat 37/27-33, Mü’min 40/47-48.


(Zuhruf 43/40)
اَفَاَنْتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Sağırlık edenlere sen mi işittireceksin! Ya da körlük edenleri ve açık bir sapkınlık içinde bulunanları doğru yola sen mi getireceksin[*]!

[*] Yunus 10/43, Hac 22/46, Neml 27/80-81.


(Zuhruf 43/41)
فَاِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَاِنَّا مِنْهُمْ مُنْتَقِمُونَۙ
Seni (onların arasından) alıp götürürsek[1*] hak ettikleri cezayı onlara elbette veririz[2*].

[1*] Enfal 8/33, İbrahim 14/47.

[2*] Ayette geçen (intikam = انتِقَام) suçla ceza arasındaki dengeyi tam kurma anlamına gelir (El-Ayn).


(Zuhruf 43/42)
اَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذ۪ي وَعَدْنَاهُمْ فَاِنَّا عَلَيْهِمْ مُقْتَدِرُونَ
Veya onları tehdit ettiğimiz şeyi (azaba uğradıklarını) senin görmeni sağlarız. Onların üzerinde elbette tam hakimiyetimiz vardır[*].

[*] Yunus 10/46, Ra’d 13/40, Mü’min 40/77


(Zuhruf 43/43)
فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذ۪ٓي اُو۫حِيَ اِلَيْكَۚ اِنَّكَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl[1*]. Sen dosdoğru bir yoldasın[2*].

[1*] En’am 6/106, Yunus 10/109, Ahzab 33/2.

[2*] En’am 6/161, Yasin 36/4.


(Zuhruf 43/44)
وَاِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَۚ وَسَوْفَ تُسْـَٔلُونَ
O, hem senin için hem de halkın için doğru bilgidir[1*]. İleride sorguya çekileceksiniz[2*].

[1*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerinde düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209).

[2*] A’raf 7/6-9.


(Zuhruf 43/45)
وَسْـَٔلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَاۗ اَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَ۟
Senden önce kendilerine elçilerimizi /kitaplarımızı[1*] gönderdiğimiz kişilere sor bakalım, Rahman ile onların arasında, kulluk edilecek ilahlar[2*] var etmiş miyiz hiç[3*]!

[1*] Ayette “elçiler” diye anlam verdiğimiz kelime resul’ün çoğulu olan rusül = (رسل)’dür. Arap dilinde resul, hem birine gönderilen söz hem de o sözü ileten elçi anlamındadır (Müfredat). Allah’ın elçilerinin ilettikleri sözler, onlara verdiği kitaplardır. Muhammed aleyhisselam ve müslümanlar, Allah’ın daha önce gönderdiği elçilere birşey soramayacakları için aracı ilahların olamayacağını ancak onların getirdikleri kitaplardan öğrenebilirler.

[2*] İlah, kulluk edilen varlıktır. Tek ilah Allah’tır. Din adamlarının birçoğu, ayetlerde anlam kayması yaparak Allah’ın nebilerinin sözlerini, Allah’ın kitabına uyup uymadığına bakmaksızın, Allah’ın sözü gibi sayıp nebileri ilahlaştırmışlardır. İbadet, kayıtsız şartsız boyun eğmektir. Bu ayete göre Allah, kendi dışında hiçbir şeye kayıtsız şartsız boyun eğilmesini kabul etmemiştir (Enfal 8/67-68, Ahzab 33/36-37). Resule itaat emri de buna istisna teşkil etmez çünkü Allah’ın resulü, onun sözlerini olduğu gibi ileten elçidir (Nisa 4/80, Nur 24/54).

[3*] İsra 17/42, Enbiya 21/22, Mü’minun 23/91, Muhammed 47/19.


(Zuhruf 43/46)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَقَالَ اِنّ۪ي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve ileri gelenlerine elçi gönderdik. Onlara: “Ben varlıkların Rabbinin /Sahibinin elçisiyim.” dedi[*].

[*] A’raf 7/103-104, Yunus 10/75, Hud 11/96-97, Mü’minun 23/45-46, Mü’min 40/23-24.


(Zuhruf 43/47)
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِاٰيَاتِنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ
Musa onlara ayetlerimizle geldiğinde bir de ne görsün, hepsi onlara gülüyor[*].

[*] Allah’ın ayetleri karşısında yalana sarılan ve onları hafife alan bu gibi kimselerin akıbeti hakkında bkz: Kehf 18/106, Rum 30/9-10, Casiye 45/7-11.


(Zuhruf 43/48)
وَمَا نُر۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ اِلَّا هِيَ اَكْبَرُ مِنْ اُخْتِهَاۘ وَاَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Onlara[1*] gösterdiğimiz her ayet /mucize mutlaka bir öncekinden daha büyüktü[2*]. Belki yaptıklarından vazgeçerler diye onlara azap da çektirdik[3*].

[1*] Allah’ın, Firavun ve halkına çektirdiği azaptan İsrailoğulları etkilenmemiştir. Azaplar sadece Firavun ve halkı üzerine gelmiştir. (Tevrat/Mısır’dan Çıkış 7:21,24; 8:8,22-23; 9:3-4,6-7,23-26; 10:21-23).

[2*] A’raf 7/133, İsra 17/101, Şuara 26/32-33, 45, 60-67.

[3*] A’raf 7/130.


(Zuhruf 43/49)
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَ السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ اِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ
Dediler ki: “Ey sihirbaz! Madem sana sözü var, bizim için Rabbine yalvar (da bu azabı gidersin, o zaman) biz mutlaka yola geleceğiz[*].”

[*] Allah, Firavun ve halkına yola gelmeleri için çok sıkıntılar çektirmiş, yaptıklarından dönerlerse azabı üstlerinden kaldıracağı sözünü vermiştir (A’raf 7/134; Tevrat/Mısır’dan Çıkış 8:7-13, 28-32; 9:27-35; 10:16-19)


(Zuhruf 43/50)
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ
Biz onlardan azabı kaldırır kaldırmaz sözlerinden döndüler[*].

[*] Firavun ve halkı, kendilerine çektirilen bu büyük azaplara dayanamayıp yaptıklarından dönme sözü verseler de bu azaplar üzerlerinden kaldırıldığında tekrar büyüklenip sözlerinden döndüler (A’raf 7/135;Tevrat/Mısır’dan Çıkış 8:8-15, 28-32; 9:7, 27-33; 10:16-20).


(Zuhruf 43/51)
وَنَادٰى فِرْعَوْنُ ف۪ي قَوْمِه۪ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَيْسَ ل۪ي مُلْكُ مِصْرَ وَهٰذِهِ الْاَنْهَارُ تَجْر۪ي مِنْ تَحْت۪يۚ اَفَلَا تُبْصِرُونَۜ
Firavun, halkına şöyle seslendi: “Ey halkım! Mısır’ın yönetimi bende değil mi? Şu ırmaklar hakimiyetim altında akmıyor mu? Bunu görmüyor musunuz[*]?

[*] Naziat 79/23-24.


(Zuhruf 43/52)
اَمْ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْ هٰذَا الَّذ۪ي هُوَ مَه۪ينٌ وَلَا يَكَادُ يُب۪ينُ
Yoksa ben, değersiz ve neredeyse meramını bile anlatamayan şu kişiden daha iyi değil miyim[*]?

[*] Musa aleyhisselam, Allah’ın nebisi oluncaya kadar akıcı konuşamayan bir kişiydi. Allah onu elçi olarak Firavun’a göndereceğini bildirince kendisindeki bu sıkıntıyı dile getirmiş ve Allah’tan, dilindeki düğümü çözmesini, kardeşi Harun’u kendine yardımcı yapmasını istemiş, Allah da onun isteklerini kabul etmişti (Taha 20/25-36, Şuara 26/12-13, Kasas  28/34). Musa aleyhisselamın çocukluğu Firavun’un yanında geçmişti (Şuara 26/18, Kasas 28/6-13). Firavun’un bu sözleri, onun, iyice bunaldığını ve önceki halini dile getirerek Musa aleyhisselamı aşağılamaya çalıştığını göstermektedir.


(Zuhruf 43/53)
فَلَوْلَٓا اُلْقِيَ عَلَيْهِ اَسْوِرَةٌ مِنْ ذَهَبٍ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ الْمَلٰٓئِكَةُ مُقْتَرِن۪ينَ
Ona altın bileklikler verilseydi ya! Ya da onunla beraber dizi dizi melekler gelseydi[*]!”

[*] Firavun’dan asırlar sonra Mekke müşrikleri de Muhammed aleyhisselam için benzer şeyleri söylemişlerdir (En’am 6/8, Hud 11/12, Hicr 15/6-7, İsra 17/90-95, Furkan 25/7-8).


(Zuhruf 43/54)
فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَاَطَاعُوهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ
Böylece Firavun, kendi toplumunu aşağıladı[1*]; ama onlar ona gönülden boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplumdu[2*].

[1*] Kasas 28/4.

[2*] Neml 27/12, Kasas 28/32.


(Zuhruf 43/55)
فَلَمَّٓا اٰسَفُونَا انْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Onlar bizi üzüp kızdırınca[1*] biz de onlara hak ettikleri cezayı verdik ve hepsini suda boğduk[2*].

[1*] Allah, Firavun ve halkının yola gelmesi için her şeyi yaptı ama bir türlü yola gelmediler (A’raf 7/134-135, Taha 20/43-44).

[2*] Bakara 2/50, A’raf 7/136, Enfal 8/54, İsra 17/103, Taha 20/78, Şuara 26/66, Zariyat 51/40.


(Zuhruf 43/56)
فَجَعَلْنَاهُمْ سَلَفًا وَمَثَلًا لِلْاٰخِر۪ينَ۟
Onları tarihe karıştırdık ve sonrakiler için ibret-i âlem yaptık[*].

[*] Yunus 10/92, Naziat 79/25-26.


(Zuhruf 43/57)
وَلَمَّا ضُرِبَ ابْنُ مَرْيَمَ مَثَلًا اِذَا قَوْمُكَ مِنْهُ يَصِدُّونَ
Senin halkın Meryemoğlu (İsa) örnek verilince hemen yaygarayı basıyor.


(Zuhruf 43/58)
وَقَالُٓوا ءَاٰلِهَتُنَا خَيْرٌ اَمْ هُوَۜ مَا ضَرَبُوهُ لَكَ اِلَّا جَدَلًاۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ
Şöyle diyorlar: “Bizim ilahlarımız mı iyi, yoksa Meryemoğlu mu[*]?” Bu karşılaştırmayı sadece seninle çekişmek için yapıyorlar. Aslında onlar, düşmanca davranan bir topluluktur.

[*] Kur’an, İsa aleyhisselamın ilah olmadığını vurguladığı halde bunlar konuyu saptırarak sanki Kur’an onu ilah saymış gibi tepki gösteriyorlar.


(Zuhruf 43/59)
اِنْ هُوَ اِلَّا عَبْدٌ اَنْعَمْنَا عَلَيْهِ وَجَعَلْنَاهُ مَثَلًا لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ
Meryemoğlu sadece, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur[*].

[*] Nisa 4/171-172, Maide 5/75-76, Meryem 19/30-34.


(Zuhruf 43/60)
وَلَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَا مِنْكُمْ مَلٰٓئِكَةً فِي الْاَرْضِ يَخْلُفُونَ
İsteseydik içinizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler var ederdik.


(Zuhruf 43/61)
وَاِنَّهُ لَعِلْمٌ لِلسَّاعَةِ فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا وَاتَّبِعُونِۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ
(De ki:) “İsa, o saat /yeniden diriliş saati için kesinlikle bir ilimdir[1*]. Sakın o saat hakkında tartışmaya girmeyin! Siz bana uyun[2*]; bu dosdoğru bir yoldur.

[1*] Allah Teâlâ, İsa aleyhisselamın kıyamet için bir ilim /bilgi olduğunu bildirmekte, kıyamette yeniden dirilişin nasıl olacağını sorgulayanlara, İsa’nın (a.s.) yaratılışı gibi olacağını söylemektedir. İsa’nın (a.s.) durumunun da Âdem (a.s.)’in durumu gibi olduğu bildirilmektedir (Âl-i İmrân 3/59).  Âdem (a.s.) için anne görevini toprak, İsa (a.s.) için Meryem (r.a.) görmüştü. İkisinin de ortak yönü, babasız dünyaya gelmeleridir. İşte ahirette insanların yeniden yaratılışı da böyle babasız ama anne vasıflı topraktan olacaktır. İsa’nın (a.s.) yeniden diriliş için bir ilim olması, onun aynı zamanda bir mucize olmasına engel değildir (Meryem 19/21, Enbiya 21/91, Mü’minun 23/50) Ayrıca bkz.  Âl-i İmran 3/37’nin dipnotu.

[2*] Al-i İmran 3/31-32.


(Zuhruf 43/62)
وَلَا يَصُدَّنَّكُمُ الشَّيْطَانُۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
Sakın şeytan sizi (yolumdan) engellemesin; çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır[*]!”

[*] Fatır 35/6, Yasin 36/60.


(Zuhruf 43/63)
وَلَمَّا جَٓاءَ ع۪يسٰى بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ قَدْ جِئْتُكُمْ بِالْحِكْمَةِ وَلِاُبَيِّنَ لَكُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي تَخْتَلِفُونَ ف۪يهِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِ
İsa, açık belgelerle gelince[1*] (İsrailoğullarına[2*]) dedi ki: “Ben size hikmeti[3*] getirdim, anlaşmazlığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açık açık anlatmak için geldim. Artık Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve bana gönülden boyun eğin[4*].

[1*] Bakara 2/87, Saf 61/6.

[2*] İsa aleyhisselam, İsrailoğullarına gönderilmiş bir elçiydi (Al-i İmran 3/49, Saf 61/6).

[3*] Hikmet, Allah’ın indirdiği ve yarattığı ayetlerden doğru bilgiye ulaşma yöntemi ve bu yöntem ile ulaşılan doğru bilgidir. Tüm nebiler gibi İsa’ya (a.s.) da Allah tarafından hikmet verilmiştir (Al-i İmran 3/48, 81). Ayrıntılı bilgi için bkz. https://www.suleymaniyevakfi.org/kutsanan-gelenek-ve-kuran/kitap-ve-hikmet.html

[4*] Al-i İmran 3/50.


(Zuhruf 43/64)
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ
Şüphesiz Allah benim de Rabbimdir sizin de Rabbinizdir. Öyleyse ona kulluk edin; bu dosdoğru bir yoldur[*].”

[*] Al-i İmran 3/51.


(Zuhruf 43/65)
فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْ عَذَابِ يَوْمٍ اَل۪يمٍ
İçlerinden bazı kesimler anlaşmazlığa düştü. Yanlışa dalanların, acıklı günün azabından dolayı vay haline[*]!

[*] Meryem 19/37.


(Zuhruf 43/66)
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا السَّاعَةَ اَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Onlar, o saatin /yeniden diriliş saatinin kendilerine ansızın gelmesi dışında bir şey mi bekliyorlar? Gelişinin farkına bile varamazlar[*].

[*] Muhammed 47/18.


(Zuhruf 43/67)
اَلْاَخِلَّٓاءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلَّا الْمُتَّق۪ينَۜ۟
O gün, yanlışlardan sakınanlar dışında tüm dostlar birbirine düşman olur[*].

[*] Bakara 2/166-167, Furkan 25/27-29, Ankebut 29/25, Saffat 37/27-33.


(Zuhruf 43/68)
يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَۚ
(Allah, yanlışlardan sakınanlara şöyle der:) “Ey kullarım! Bugün üzerinizde ne bir korku olacak ne de siz üzüleceksiniz![*]

[*] Al-i İmran 3/185,  A’raf 7/49, Yunus 10/62.


(Zuhruf 43/69)
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا مُسْلِم۪ينَۚ
Ayetlerimize güvenen ve tam teslim olan (kullarım)...[*]

[*] Yunus 10/63.


(Zuhruf 43/70)
اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ اَنْتُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ
Siz ve eşleriniz, sevinç içinde[1*] girin Cennet’e[2*]!”

[1*] Rum 30/15.

[2*] Hicr 15/45-46, Yasin 36/55-56, Zümer 39/73, Kaf 50/33-34, Tur 52/18-19.

 

(Zuhruf 43/71)
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ وَاَكْوَابٍۚ وَف۪يهَا مَا تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ وَاَنْتُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَۚ
Çevrelerinde altın tepsiler ve testiler dolaştırılır[1*]. Orada, canların çektiği, gözlerin (bakmaktan) hoşlandığı her şey vardır. Siz orada ölümsüz olarak kalacaksınız[2*].

[1*] Saffat 37/45-47, İnsan 76/15-16.

[2*] Enbiya 21/102, Fussilet 41/31.


(Zuhruf 43/72)
وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّت۪ٓي اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
İşte bu, yapmış olduklarınıza karşılık size bahşedilen Cennettir[*].

[*] A’raf 7/43, Meryem 19/61-63.


(Zuhruf 43/73)
لَكُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ كَث۪يرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ
Sizin için orada pek çok meyve vardır, onlardan yiyeceksiniz[*].

[*] Yasin 36/57, Saffat 37/41-42, Sad 38/51, Duhan 44/55, Tur 52/22, Vakıa 56/20, Mürselat 77/42.


(Zuhruf 43/74)
اِنَّ الْمُجْرِم۪ينَ ف۪ي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ
Suçlular ise Cehennem azabı içinde ölümsüz olarak kalacaklardır[*].

[*] Hud 11/106-107, Kamer 54/47-48.


(Zuhruf 43/75)
لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَۚ
Azaplarına ara verilmeyecek[1*] ve orada umutlarını tamamen kaybetmiş olacaklar[2*].

[1*] Bakara 2/86, 161-162, Al-i İmran 3/86-87, Nahl 16/85, Fatır 35/36.

[2*] Rum 30/12.


(Zuhruf 43/76)
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ
Biz onlara yanlış yapmadık; ama onlar yanlışlar içinde olan kimselerdi[*].

[*] Nisa 4/40, Yunus 10/44, Kehf 18/49, Fussilet 41/46.


(Zuhruf 43/77)
وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَۜ قَالَ اِنَّكُمْ مَاكِثُونَ
Onlar orada, “Ey Yetkili, Rabbin artık işimizi bitirsin!” diye seslenirler. O da şöyle der: “Siz böyle kalacaksınız[*].”

[*] Mü’min 40/49-50.


(Zuhruf 43/78)
لَقَدْ جِئْنَاكُمْ بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ
(Ey insanlar!) Biz size kesinlikle gerçekleri getirdik; ama çoğunuz gerçeklerden hoşlanmayan kimselersiniz[*].

[*] Mü’minun 23/70, Muhammed 47/8-9.


(Zuhruf 43/79)
اَمْ اَبْرَمُٓوا اَمْرًا فَاِنَّا مُبْرِمُونَۚ
Yoksa bunlar işi sağlama mı aldılar? Asıl işi sağlama alan biziz.


(Zuhruf 43/80)
اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْۜ بَلٰى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ
Ya da sırlarını ve gizli konuşmalarını dinlemeyeceğimizi mi sanıyorlar[1*]? Hayır, öyle değil! Üstelik yanlarında bulunan elçilerimiz /görevli melekler (her şeyi) kayda geçiriyor[2*].

[1*] Bakara 2/77, En’am 6/3, Hud 11/5, Nahl 16/23, Yasin 36/76.

[2*] Yunus 10/21, Kâf 50/17-18, İnfitâr 82/10-12.


(Zuhruf 43/81)
قُلْ اِنْ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ وَلَدٌۗ فَاَنَا۬ اَوَّلُ الْعَابِد۪ينَ
De ki: “Rahman’ın bir çocuğu olsa[*] ona kulluk edenlerin ilki ben olurum.

[*] En’am 6/101, Meryem 19/35, 92, Mü’minun 23/91, Zümer 39/4, Cin 72/3, İhlas 112/3.


(Zuhruf 43/82)
سُبْحَانَ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
Hem göklerin ve yerin Rabbi /Sahibi hem de arşın /yönetimin[1*] sahibi olan Allah, onların yaptıkları nitelemelerden uzaktır[2*].”

[1*] Arş, “saltanat koltuğu”dur (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Göklerde ve yerde arşın sahibi olan Allah, bütün yetkileri elinde tutandır (Yunus 10/3, Ra’d 13/2, Taha 20/5, Furkan 25/59, Secde 32/4, Hadid 57/4).

[2*] En’am 6/100, Yunus 10/68, Enbiya 21/22, Saffat 37/159, 180.


(Zuhruf 43/83)
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ
Artık onları bırak da tehdit edildikleri günle yüzleşinceye dek boş işlere dalsın, oynayıp dursunlar[*].

[*] Hicr 15/3, Mü’minun 23/54, Tur 52/45, Mearic 70/42.


(Zuhruf 43/84)
وَهُوَ الَّذ۪ي فِي السَّمَٓاءِ اِلٰهٌ وَفِي الْاَرْضِ اِلٰهٌۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ
O, hem gökte ilah[1*] hem de yeryüzünde ilahtır. O, bütün kararları doğru olan ve daima bilendir[2*].

[1*] İlah kavramı için bkz: Zuhruf 43/45.

[2*] En’am 6/3, İsra 17/42, Enbiya 21/22, Müminun 23/91.


(Zuhruf 43/85)
وَتَبَارَكَ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۚ وَعِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Göklerde, yerde ve ikisinin arasında, tüm yetkilerin sahibi olan Allah[1*], pek yüce bir bereket kaynağıdır[2*]! O saatin /yeniden diriliş saatinin bilgisi onun katındadır[3*]. Siz, onun huzuruna çıkarılacaksınız.

[1*] Bakara 2/107, Al-i İmran 3/189, Maide 5/40, 120, Tevbe 9/116, Nur 24/42, Furkan 25/2, Zümer 39/44, Şûrâ 42/49, Casiye 45/27, Fetih 48/14, Hadid 57/2, 5, Buruc 85/9.

[2*] A’raf 7/54, Furkan 25/61, Mü’min 40/64, Mülk 67/1.

[3*] A’raf 7/187, Lokman 31/34, Ahzab 33/63, Fussilet 41/47, Şûrâ 42/17, Naziat 79/42-44.


(Zuhruf 43/86)
وَلَا يَمْلِكُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
(O zaman) bunların Allah ile aralarına koyup yardıma çağırdıkları, şefaat hakkına sahip olamayacaklar ama bilerek doğruya şahitlik edenler hariç[*].

[*] Şefaat, birine eşlik etmek veya arka çıkmaktır (El-Ayn, Müfredât). Dünyada insanlar birbirlerine şefaat edebilir, yani arka çıkıp destek olabilirler (Nisa 4/85); ama mahşer günü kimse kimseye şefaat edemez (Bakara 2/48, 254; İnfitar 82/17-19). Cennete gitmiş biri, şirk günahı ile değil de diğer günahlarından dolayı cehenneme girip cezasını çekmiş olan bir yakınına, Allah’ın onayıyla şefaat edebilir yani onu yanına alabilir (A’raf 7/46-49, Meryem 19/86-87, Tur 52/21). Çünkü Allah’ın onayı olmadan şefaat olmaz (Bakara 2/255, Taha 20/109, Secde 32/4, Sebe 34/23).


(Zuhruf 43/87)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَۙ
Onlara, kendilerini kimin yarattığını sorsan kesinlikle “Allah!” derler. Öyleyse yalana nasıl sürükleniyorlar[*]?

[*] Yunus 10/31, Mu’minun 23/84-89, Ankebut 29/61, Lokman 31/25, Zuhruf 43/9-10.


(Zuhruf 43/88)
وَق۪يلِه۪ يَا رَبِّ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ لَا يُؤْمِنُونَۢ
Elçinin: “Ey Rabbim!” diye yalvarmasına andolsun ki bunlar inanmayacak bir topluluktur[*].

[*] Bakara 2/6, Yasin 36/7, 10.


(Zuhruf 43/89)
فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌۜ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Artık onlara aldırma, “Selam!” de (geç)[1*]! Zaten ileride öğrenecekler[2*].

[1*] Hicr 15/85, Furkan 25/72.

[2*] Mü’min 40/70-74.