FATIR
[*] Üç tip övgü vardır. Birincisi, kişiyi kendi katkısı olmayan bir şeyden dolayı övmektir. Boyu uzun, zeki, iyi bir aileye mensup sözleri böyledir; ona medih denir. İkincisi, iyi bir şey yaptığı için övmektir. Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir gibi sözler buna girer. Övgünün bu türüne hamd denir. Üçüncüsü, bize yapılan bir iyilikten dolayı övmektir. Bana güzel bir yemek ikram etti demek gibi. Buna da şükür denir. El-hamdu’nun başındaki el takısı cins içindir, kelimeye, yaptığı her şeyi güzel yapma anlamı kazandırır. Bunu da Allah’tan başkası yapamaz. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için güzel yerine mükemmel kelimesini kullandık.
[*] Şedîd = شديد, sıkıca bağlı demektir. (Müfredat) Allah’ın ödülü veya cezası kulun fiiline bağlıdır: “Kim bir iyilikle gelirse ona, on katı verilir. Kim de kötülükle gelirse sadece bir katı ile cezalandırılır. Kimseye haksızlık yapılmaz.” (En'âm 6/160)
[*] Bu âyette geçen şâe = شاء fiilinin kökü, “var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. (Müfredât). Allah her şeyi, bir ölçüye göre yaratır. (Kamer 54/49, Ra’d 13/8) İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır. (Enbiyâ 21/35) Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece iyi işler yapanı doğru yolda sayar. (Nur 24/46) Yaptığının iyi mi yoksa kötü mü olduğunu da kuluna ilham eder. (Şems 91/7-10)
Buna göre şâe = شاء fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı” insan olursa “tercihinin gereğini yaptı” anlamına gelir.
Kur’an’da olmayan kader inancını İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe = شاء fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş, bu yanlış anlamı, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Yukarıdaki âyetin meali şöyle olmuştur:
“Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola eriştirir.”
Bunu yapanlar Kur’an’ı, çelişkili bir kitap gibi göstermeyi de başarmışlardır. Ayrıntı için bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-meset-irade-ve-fitrat.html
[*] İltifat Bakara 2/64
[*] Bakara 2/201-202
[*] Ruh ile beden, ana rahminde,vücut yapısının tamamlanmasından sonra eşleşir. Bu safha şöyle açıklanır: Sonra Allah o cenini (organları itibariyle diğer insanlara) eşitledi ve ruhundan üfledi. Böylece sizde, dinleme özelliği, gören gözler ve (karar veren) gönüller oluşturdu. Ne kadar az şükrediyorsunuz! (Secde 32/9) Şu âyete göre ahirette yaratılış tekrar yaratılınca ruh ile beden tekrar eşleşecektir. Bunu, “Nefisler eşleştiğinde” (Tekvir 81/7).
[*] Türkçe’de deniz, büyük su kütlesi anlamına gelir. Arapça’da da öyledir. Büyük su kütlesi olan nil nehri de Kur’an’da bahr yani deniz olarak tanımlanmıştır. Bügün deniz denince sadece birbirne bağlantısı olan çok büyük su kütleleri anlaşılmaktadır.
[*] Gece, gündüz, güneş ve ay, belli bir süreye kadar kendi yörüngelerinde akar gider.
[*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. Özne Allah ise “gereğini yarattı” anlamına gelir. (Bkz. Müfredât). Burada yaratılacak olan, o kişileri etkisizleştirecek şartlardır.
[*] تهذيب اللغة - (1 / 434)
والحرور الشمس
[*] Ölülere verilen talkının ne kadar yanlış olduğu, bu ayetle ortaya çıkmaktadır.
[*] Zebûrlar diye meal verdiğimiz ez-Zübür =الزُّبر, zebûr’un çoğuludur, hikmet dolu kitaplar anlamındadır. (ez-Zeccâ, Meânî’l-Kur’ân ve İ’râbuhu) Ali- İmrân 3/81’de bütün nebîlere kitap ve hikmet verildiği açıklandığı için bu ayetteki zübür’ün, hikmet dolu kitaplar dışında bir anlamı olamaz Kelime, Nahl 16/43-44 Şuarâ 26/196, Fatır 35/25 ve Kamer 54/43’te aynı anlamı ifade etmektedir. Bu zebûrlardan biri de Davut aleyhisselama verilmiştir. (Nisa 4/163, İsra 17/55) Zebûr, Davut aleyhisselama verilen kitabın özel ismi olmadığı için ez- Zebûr şeklinde geçmemektedir. Kelime, ez-Zebûr şeklinde elif lâmlı olarak sadece Enbiyâ 21/105’te geçer ve Davut aleyhisselam da dahil bütün nebîlere verilen kitapları ifade eder. Ayrıca Enbiya 21/105’in dipnotuna bkz.
[*] iltifat Bakara 2/64
[*] Şura 42/23