FATIR

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Fatır 35/1)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ جَاعِلِ الْمَلٰٓئِكَةِ رُسُلًا اُو۬ل۪ٓي اَجْنِحَةٍ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۜ يَز۪يدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Yaptığı her şeyi mükemmel yapmak[1*], gökleri ve yeri, bölünme kanunuyla yaratan[2*], melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler[3*] yapan Allah’a özgüdür[4*]. O, yaratmada gerekli gördüğü[5*] ilaveleri yapar. Allah, her şeye bir ölçü koyar.

[1*] “Hamd”, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için “güzel” yerine “mükemmel” kelimesini kullandık.

[2*] Ayetteki “fâtır (فاطر)”, bir şeyi bölen anlamındadır (Lisan’ul-Arab). Allah, bütün varlıkları bölünme kanununa göre yaratmıştır (İsra 17/51, Rum 30/30, Şura 42/11).

[3*] En’am 6/61, Yunus 10/21, Hac 22/75.

[4*] Fatiha 1/2, En’am 6/1, İsra 17/111, Kehf 18/1, Kasas 28/70, Sebe 34/1, Teğabun 64/1.

[5*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html


(Fatır 35/2)
مَا يَفْتَحِ اللّٰهُ لِلنَّاسِ مِنْ رَحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَاۚ وَمَا يُمْسِكْۙ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Allah insanlar için bir rahmet kapısı açarsa onu engelleyebilecek biri yoktur[*]. Allah bir şeyi engellerse artık onu salıverecek biri de yoktur. Daima üstün ve bütün kararları doğru olan odur.

[*] Yunus 10/107, Ra'd 13/11, Enbiya 21/42, Ahzab 33/17, Zümer 39/38, Fetih 48/11.


(Fatır 35/3)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۜ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللّٰهِ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Ey insanlar! Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın; Allah’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı mı var[1*]! Ondan başka ilah yoktur[2*]. Öyleyse nasıl yalana sürükleniyorsunuz?

[1*] Yunus 10/31, Neml 27/64, Rum 30/40, Sebe 34/24, Mü’min 40/13, 64, Mülk 67/21.

[2*] Bakara 2/163, En’am 6/102, Mu’minun 23/116, Neml 27/26, Kasas 28/70, Duhan 44/8.


(Fatır 35/4)
وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ
Seni yalanlıyorlarsa (bil ki) senden önceki elçiler de yalanlandı[*]. Bütün işler Allah’a /onun onayına arz edilir.

[*] Al-i İmran 3/184, En’am 6/34, Hac 22/42, Fatır 35/25.


(Fatır 35/5)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
Ey insanlar! Allah'ın vaadi gerçektir; dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. O çok aldatıcı, (insan ve cin şeytanları da) sakın sizi Allah hakkında aldatmasın[*].

[*] Lokman 31/33, İnfitar 82/6.

 

(Fatır 35/6)
اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّاۜ اِنَّمَا يَدْعُوا حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِۜ
Şüphesiz ki şeytan[1*] size düşmandır[2*]; siz de onu düşman sayın. O sadece, taraftarlarını alevli bir ateşin ahalisi olmaya çağırır[3*].

[1*] Doğru yoldan uzaklaşan ve başkalarını da uzaklaştırmaya çalışan insan ve cinlere şeytan denir (En’am 6/112, Nas 114/4-6).

[2*] Bakara 2/168, 208, En’am 6/142, İsra 17/53, Kehf 18/50, Yasin 36/60, Zuhruf 43/62.

[3*] Mücadele 58/19.


(Fatır 35/7)
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ۟
Kafirlik edenlere çetin bir azap vardır[*]. İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlara ise mağfiret /bağışlanma ve büyük bir ödül vardır[*].

[1*] Al-i İmran 3/4, 56 İbrahim 14/2, Şura 42/26, Talak 65/8-10.

[2*] Al-i İmran 3/57, Maide 5/9, Hud 11/11, Hac 22/50, Yasin 36/11.


(Fatır 35/8)
اَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ فَرَاٰهُ حَسَنًاۜ فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Yaptığı işin kötülüğü kendine süslü gösterilen, kendisi de onu güzel gören kişi mi (bağışlanıp ödüllendirilecek)?[1*] Allah, (sapkınlığı) tercih edeni[2*] sapkın sayar, (doğru yolu) tercih edeni de yoluna kabul eder. Onlara çok üzülerek kendini helak etme![3*] Onların ustaca yaptıkları şeyleri Allah bilir.

[1*] Muhammed 47/14.

[2*] Şae ile ilgili olarak bkz; Fatır 35/1. ayetin dipnotu

[3*] Kehf 18/6, Şuara 26/3.

 

(Fatır 35/9)
وَاللّٰهُ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَابًا فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَحْيَيْنَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ كَذٰلِكَ النُّشُورُ
Allah, rüzgarları gönderendir; onlar yağmur bulutunu harekete geçirir. Allah da onu, ölü bir yere sevk eder ve toprağı ölümünden sonra onunla canlandırır[1*]. İşte (yeniden dirilip) yayılış da böyle olacaktır[2*].

[1*] Bu ayette iltifat sanatı vardır. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki left (لفت) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır: ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.

[2*] A’raf 7/57, Rum 30/48, Kaf 50/11.


(Fatır 35/10)
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَم۪يعًاۜ اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُۜ وَالَّذ۪ينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّـَٔاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَمَكْرُ اُو۬لٰٓئِكَ هُوَ يَبُورُ
Kim güç ve şeref isterse bilsin ki bütün güç ve şeref, Allah’ın elindedir[1*]. Güzel söz ona yükselir. O sözü de iyi iş yükseltir[2*]. Kötü plan kuranlar için çetin bir azap vardır. Onların planları boşa çıkacaktır[3*].

[1*] Güç ve şeref tümüyle Allah’ın elinde olduğu için, onları hak eden kişilere verir (Al-i İmran 3/26, Nisa 4/139, Yunus 10/65, Saffat 37/180, Münafikun 63/8).

[2*] İstediğini elde etmek için dua yetmez, çalışmak da gerekir (Bakara 2/201-202).

[3*] Fatır 35/43.


(Fatır 35/11)
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ اَزْوَاجًاۜ وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ وَمَا يُعَمَّرُ مِنْ مُعَمَّرٍ وَلَا يُنْقَصُ مِنْ عُمُرِه۪ٓ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
Allah sizi topraktan, sonra döllenmiş yumurtadan yaratmış, sonra da sizi (ruhu ve bedeni birbiri ile) eşleşmiş hale[1*] getirmiştir[2*]. Onun bilgisi olmaksızın hiçbir dişi ne gebe kalır ne de doğurur[3*]. Kendisine bir ömür biçilenin, ömrünün sonuna kadar yaşatılmasının da ömrünün kısaltılmasının da mutlaka yazılı bir kaydı tutulur[4*]. Bu, Allah için çok kolaydır.

[1*] Buradaki “eş haline gelme”, insanın ana rahminde dişi veya erkek olması değildir; çünkü erkeklik veya dişilik, döllenmeden sonra değil, döllenme esnasında belirlenir (Mü’minun 23/13, Necm 53/45-46, Abese 80/18-19). Ana rahminde vücut yapısının tamamlanmasından sonra vücuda ruh üflenince ruh ile beden eşleşir ve yeni bir yapı oluşur. Bu ayette sözü edilen eşleşme budur (Mü’minun 23/14). Ruh, bedenden iki şekilde ayrılır. Biri uyku diğeri ölüm esnasında olur. Uyuyan kişi uyanınca, ölen kişi de ahirette yeniden dirilince ruhu bedenine geri döner ve eşleşme yeniden gerçekleşir (Zümer 39/42, Tekvir 81/7).

[2*] Hac 22/5, Rum 30/20, Mü’min 40/67, Nebe 78/8.

[3*] Ra’d 13/8, Fussilet 41/47.

[4*] En’am 6/59, Hadid 57/22-23.


(Fatır 35/12)
وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِۗ هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَٓائِغٌ شَرَابُهُ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۜ وَمِنْ كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ ف۪يهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Şu iki büyük su kütlesi[1*] bir olmaz: Biri güzel, tatlı ve kolay içimlidir; diğeri tuzlu ve acıdır[2*]. Her birinden taze et yer, takındığınız süsleri çıkarırsınız[3*]. Suyu yara yara giden gemileri görürsün[4*]. Bu, Allah’ın lütuf olarak verdiklerini aramanız içindir. Belki görevlerinizi yerine getirirsiniz.

[1*] Arapçada büyük su kütlelerine; denize, akarsulara, tuzlu veya tuzsuz göllere “bahr (بحر)” denir (Lisan’ul-arab). Nitekim tatlı ve tuzlu su ayrımı olmaksızın Kur’an’da her ikisine de “bahr” denmiştir. Bahr kelimesi Türkçeye deniz diye çevrilir. Deniz deyince kimsenin aklına tatlı su kütlesi gelmeyeceği için kelimenin “büyük su kütlesi” şeklinde meallendirilmesi daha uygundur.

[2*] Furkan 25/53.

[3*] Süs özelliği bulunan eşyalar, takılar: altın, gümüş, değerli taşlar, inci, mercan, sedef bu kelimenin kapsamına girer. Bunların hepsi kadına da erkeğe de helal kılınmıştır (A’raf 7/32, Nahl 16/14).

[4*] İsra 17/66, Rum 30/46, Lokman 31/31, Casiye 45/12.


(Fatır 35/13)
يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۙ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْم۪يرٍۜ
O, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar[1*]. Güneşi ve ayı hizmete koymuştur. Bunların her biri (kendi yörüngesinde[2*]) belli bir süre için akar gider[3*]. İşte bunları yapan Allah’tır, sizin Rabbiniz /sahibinizdir. Bütün hakimiyet ondadır. Onunla aranıza koyup yardıma çağırdıklarınız, bir çekirdeğin zarına bile hükmedemezler[4*].

[1*] Gece ile gündüz, güneş ve ay gibi kendi yörüngesinde dönen ayrı varlıklardır (Yasin 36/40). Dünyanın Güneş ile yaptığı açının daima değişmesi gece ile gündüzün uzayıp kısalmasına sebep olur. Gece gündüzün içine girince gece kısalır, gündüz uzar. Gündüz gecenin içine girince de gece uzar, gündüz kısalır (Al-i İmran 3/27, Hac 22/61, Lokman 31/29, Hadid 57/6). Uzaydan çekilen fotoğrafları inceleyenler gece ile gündüzün, daima var olduğunu görebilirler.

[2*] Yasin 36/40.

[3*] Ra’d 13/2, Lokman 31/29, Zümer 39/5.

[4*] Furkan 25/3, Sebe 34/22.


(Fatır 35/14)
اِنْ تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَٓاءَكُمْۚ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْۜ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْۜ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَب۪يرٍ۟
Onları yardıma çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitseler bile olumlu cevap veremezler[1*]. Kıyamet /mezardan kalkış[2*] gününde de sizin onları Allah’a ortak koştuğunuzu kabul etmezler[3*]. Kimse sana bunları, her şeyin iç yüzünü bilen Allah gibi haber veremez.

[1*] A’raf 7/194-195, Ra’d 13/14.

[2*] Kıyamet ayağa kalkma ve kalkış demektir. Kıyamet günü, insanların yeniden dirilip kabirlerinden kalktığı gündür.

[3*] Yunus 10/28-29, Meryem 19/82, Ankebut 29/25, Ahkaf 46/6.


(Fatır 35/15)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اَنْتُمُ الْفُقَرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِۚ وَاللّٰهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ
Ey insanlar! Siz, Allah'a muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, yaptığını mükemmel yapandır[*].

[*] Muhammed 47/38.


(Fatır 35/16)
اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۚ
Gerek görürse[1*] sizi yok eder ve yeni bir halk getirir[2*].

[1*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Fatır 35/1. ayetin dipnotu.


(Fatır 35/17)
وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ
Bu, Allah için güç değildir[*].

[*] İbrahim 14/19-20.


(Fatır 35/18)
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ وَاِنْ تَدْعُ مُثْقَلَةٌ اِلٰى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۜ اِنَّمَا تُنْذِرُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ وَمَنْ تَزَكّٰى فَاِنَّمَا يَتَزَكّٰى لِنَفْسِه۪ۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ
(Ahirette) Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez[1*]. Günah yükü ağır olan, günahının taşınması için yardım istese onun bir parçası dahi taşınmaz, yardıma çağırdığı isterse akrabası olsun[2*]. Sen sadece, içten içe[3*] Rablerinden çekinenleri, namazını özenle ve sürekli kılanları uyarabilirsin[4*]. Kim kendini geliştirirse onu sadece kendisi için yapmış olur[5*]. Dönüp varılacak yer Allah’ın huzurudur.

[1*] En’am 6/164, İsra 17/15, Zümer 39/7, Necm 53/38.

[2*] Abese 80/34-37.

[3*] “İçten içe” anlamı verdiğimiz kelime “el-ğayb (الغيب)”dır.  Ondaki el (ال) takısı muzafunileyhten ıvazdır yani tamlananın yerine geçer ve “gayblarıyla (بغيبهم)” anlamındadır (Bakara 2/3). Kişinin gaybı kendi içi olduğu için, burada tamlamaya “içten içe” anlamı verilmiştir.

[4*] Yasin 36/11.

[5*] A’la 87/14.


(Fatır 35/19)
وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ
Kör ile gören bir olmaz[*].

[*] En’am 6/50, Mü’min 40/58.


(Fatır 35/20)
وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُۙ
Karanlıklarla aydınlık da[*].

[*] Ra’d 13/16.


(Fatır 35/21)
وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُۚ
Gölge ile güneşin sıcağı bir olmaz.


(Fatır 35/22)
وَمَا يَسْتَوِي الْاَحْيَٓاءُ وَلَا الْاَمْوَاتُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ
Dirilerle ölüler de bir olmaz. Allah, dinlemek isteyene dinletir. Sen, kabirlerde olanlara dinletemezsin[*].

[*] Neml 27/80-81, Rum 30/52-53.


(Fatır 35/23)
اِنْ اَنْتَ اِلَّا نَذ۪يرٌ
Sen sadece bir uyarıcısın[*].

[*] Hud 11/2, 12, Hac 22/49.


(Fatır 35/24)
اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۜ وَاِنْ مِنْ اُمَّةٍ اِلَّا خَلَا ف۪يهَا نَذ۪يرٌ
Biz seni, bu gerçekle (Kur’an ile) müjdeleyen ve uyaran bir elçi olarak gönderdik[1*]. Hiç bir toplum yoktur ki aralarında uyarıcılık yapan biri gelip geçmiş olmasın[2*].

[1*] Bakara 2/119, Sebe 34/28.

[2*] Ra’d 13/7, Mülk 67/8-9.


(Fatır 35/25)
وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ
Eğer seni yalanlıyorlarsa (bil ki) bunlardan öncekiler de (elçilerini) yalanlamışlardı[1*]. Halbuki onların elçileri belgelerle, zebûrlarla[2*] ve aydınlatıcı kitaplarla[3*] gelmişlerdi.

[1*] Al-i İmran 3/184, En’am 6/34, Hac 22/42, Fatır 35/4.

[2*] Zebûrlar diye meal verdiğimiz ez-Zübür (الزُّبر), zebûr’un çoğuludur, hikmet dolu kitaplar anlamındadır (ez-Zeccâc, Meânî’l-Kur’ân ve İ’râbuhu). Al-i İmrân 3/81’de bütün nebîlere kitap ve hikmet verildiği açıklandığı için bu ayetteki ‘zübür’ün, hikmet dolu kitaplar dışında bir anlamı olamaz. Kelime, Şuarâ 26/196, Fatır 35/25 ve Kamer 54/43’te aynı anlamı ifade etmektedir. Bu zebûrlardan biri de Davut aleyhisselama verilmiştir. (Nisa 4/163, İsra 17/55) Zebûr, Davut aleyhisselama verilen kitabın özel ismi olmadığı için ez-Zebûr şeklinde geçmemektedir. Kelime, ez-Zebûr şeklinde elif lâmlı olarak sadece Enbiyâ 21/105’te geçer ve bütün nebîlere verilen kitapları ifade eder.

[3*] Bu kitaplar, bütün nebileri ilgilendirdiği için buradaki “el-kitab” cins kabul edilerek çoğul anlam verilmiştir.


(Fatır 35/26)
ثُمَّ اَخَذْتُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ۟
Sonra kafirlik edenleri yakaladım da benim onları tanımamam neymiş (gördüler)[*]!

[*] Ra’d 13/32, Hac 22/44, Sebe 34/45, Mülk 67/18.


(Fatır 35/27)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ ثَمَرَاتٍ مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهَاۜ وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ ب۪يضٌ وَحُمْرٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهَا وَغَرَاب۪يبُ سُودٌ
Allah’ın, gökten su indirdiğini ve onunla farklı farklı renklerde ürünler çıkardığını görmedin mi[1*]? Dağlardan beyaz, kırmızı, farklı farklı renklerde katmanları olanlar bulunduğu gibi simsiyah olanlar da vardır[2*].

[1*] İltifat sanatı için bkz. Fatır 35/9. ayetin dipnotu.

[2*] En’am 6/99, Nahl 16/10-11, Taha 20/53, Hac 22/63, Zümer 39/21, Kaf 50/9-10.


(Fatır 35/28)
وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَٓابِّ وَالْاَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ كَذٰلِكَۜ اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ غَفُورٌ
Aynı şekilde; insanlar, hayvanlar ve en’âm /koyun, keçi, sığır ve deve de farklı farklı renklerdedir[1*]. Kullarının içinden ancak bilgi sahibi olanlar, Allah’tan (gerektiği gibi) çekinir[2*]. Allah daima üstün olan ve çokça bağışlayandır.

[1*] Nahl 16/13, Rum 30/22.

[2*] Herkes bildiği konuda alim, bilmediği konuda cahildir (Rum 30/22, Zümer 39/9).


(Fatır 35/29)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللّٰهِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَنْ تَبُورَۙ
Allah'ın kitabını bağlantılarıyla birlikte okuyan[1*], namazı özenle ve sürekli kılan, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli-açık infak eden /hayra harcayanlar asla boşa gitmeyecek bir ticaret umarlar[2*].

[1*] Tilavet sözcüğünün kökü olan t-l-v (تلو ) "birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanması” anlamındadır (Müfredât). Buna göre tilavet, birbiriyle bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır.

[2*] Bakara 2/274, Ra’d 13/22, Saf 61/10-13.


(Fatır 35/30)
لِيُوَفِّيَهُمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدَهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ غَفُورٌ شَكُورٌ
Allah onlara hak ettikleri karşılıkları tam versin ve lütfederek daha da fazlasını versin diye böyle yaparlar[1*]. Şüphesiz ki Allah, çokça bağışlayan ve üzerine düşeni eksiksiz yapandır[2*].

[1*] Nisa 4/173, Nur 24/37, 38, Rum 30/45, Şura 42/26.

[2*] Şükür, yapılan iyiliğin değerini bilmek, yapanı övmek ve hak edilen karşılığı vermektir (Müfredat). Ayette geçen ”şekûr (شكور)” ise aynı kökten mübalağa siğası olduğu için “üzerine düşeni eksiksiz yapan” anlamına gelir.


(Fatır 35/31)
وَالَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِعِبَادِه۪ لَخَب۪يرٌ بَص۪يرٌ
Sana vahyettiğimiz bu kitap bir gerçektir, kendinden öncekileri[1*] tasdik edendir[2*]. Şüphesiz Allah, kullarının durumundan haberdar olan ve onları görendir.

[1*] Maide 5/48’den dolayı ayete bu meal verilmiştir.

[2*] Kur’ân, bütün nebilere verilmiş kitapları hem tasdik eder hem de içeriklerini korur. Onlara yapılan ekleme ve çıkarmalar, ancak Kur’an ile tespit edilebilir (Bakara 2/41, 89, 91, 97, Al-i İmran 3/3, Nisa 4/47, Mâide 5/48, En’am 6/92, Yunus 10/37, Yusuf 12/111, Ahkaf 46/12, 30).


(Fatır 35/32)
ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذ۪ينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَاۚ فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۚ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُۜ
Sonra, kullarımızdan seçtiğimiz kimseleri, Kitaba mirasçı kıldık[*]. Onlardan kimi kendine karşı yanlış yapar, kimi orta halli davranır. Kimi de Allah’ın onayıyla hayırlı işlerde en önde olur ki bu, büyük bir lütuftur.

[*] A’raf 7/169, Mü’min 40/53, Şura 42/14.


(Fatır 35/33)
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۚ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ
Onlar Adn cennetlerine[1*] gireceklerdir. Onlara altın bileklikler ve inciler takılacak, oradaki elbiseleri ipekten olacaktır[2*].

[1*] Ahiretteki Cennet, “Adn cennetleri” olarak nitelenir (Meryem 19/60-63). Bir diğer niteleme biçimi de “Firdevs”tir (Kehf 18/107-108, Müminun 23/1-11). Bunlar, Cennet’in ortak özelliklerini ifade eden nitelemelerdir.

[2*] Kehf 18/31, Hac 22/23, İnsan 76/21.


(Fatır 35/34)
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ٓي اَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَۜ اِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌۙ
Orada şöyle diyeceklerdir: “Her şeyi mükemmel yapmak[1*], bizden her türlü üzüntüyü gideren Allah’a özgüdür[2*]. Rabbimiz (Sahibimiz) gerçekten çokça bağışlayan, üzerine düşeni eksiksiz yapandır[3*]."

[1*] Hamd, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Her şeyi mükemmel yapmak Allah’a özgüdür.” demek, en üstün övgüdür. Övgünün bir diğer çeşidi olan “şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için ‘güzel’ yerine ‘mükemmel’ kelimesini kullandık.

[2*] Fussilet 41/30, Zuhruf 43/68.

[3*] A’raf 7/43, Zümer 39/73-74.


(Fatır 35/35)
اَلَّذ۪ٓي اَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِنْ فَضْلِه۪ۚ لَا يَمَسُّنَا ف۪يهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا ف۪يهَا لُغُوبٌ
O bizi, kalınacak bu yere, kendi lütfuyla yerleştirendir. Burada hiçbir yorgunluk çekmeyeceğiz, burada halsizlik de hissetmeyeceğiz[*].”

[*] Hicr 15/48, Yasin 36/55-58.


(Fatır 35/36)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَۚ لَا يُقْضٰى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ عَذَابِهَاۜ كَذٰلِكَ نَجْز۪ي كُلَّ كَفُورٍۚ
Ayetleri görmezlikte direnenler /kafirlik edenler için cehennem ateşi vardır[1*]. Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler[2*]; kendilerinden cehennemin azabı da hafifletilmez[3*]. Kafirlik edip duran herkesi işte böyle cezalandırırız[4*].

[1*] Bakara 2/39, Maide 5/10, 86, Hac 22/57, Ankebut 29/23, Casiye 45/11, Teğabun 64/10, Beled 90/19-20.

[2*] İbrahim 14/17, Taha 20/74, A’la 87/12-13.

[3*] Bakara 2/86, 161-162, Al-i İmran 3/86-87, Nahl 16/85,

[4*] Sebe 34/17.


(Fatır 35/37)
وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ ف۪يهَاۚ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ اَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَكَّرُ ف۪يهِ مَنْ تَذَكَّرَ وَجَٓاءَكُمُ النَّذ۪يرُۜ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ نَص۪يرٍ۟
Orada şöyle feryat ederler: "Rabbimiz! Bizi çıkar da iyi işler yapalım; daha önce yaptıklarımızdan başka işler!" (Onlara şöyle deriz:) “Size, doğru bilgisini kullanacak birinin onu kullanabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyarıcı da geldi, değil mi? Öyleyse tadın (azabı)! Bu yanlışı yapanların bir yardımcısı olmaz[*]!"

[*] Bakara 2/167, Maide 5/36-37, Hac 22/22, Mu’minun 23/107-108, Secde 32/20, Zümer 39/58-59, Casiye 45/34-35.


(Fatır 35/38)
اِنَّ اللّٰهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Allah, göklerin ve yerin gaybını /gizlisini saklısını bilendir[*]. O, sinelerde olanı da çok iyi bilir.

[*] Nahl 16/77, Hud 11/123, Hucurat 49/18.


(Fatır 35/39)
هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ فِي الْاَرْضِۜ فَمَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُۜ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُفْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ اِلَّا مَقْتًاۚ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُفْرُهُمْ اِلَّا خَسَارًا
Sizleri yeryüzünde halifeler /öncekilerin yerine geçen kimseler yapan odur[1*]. Kim kâfirlik ederse /ayetleri görmezlikte direnirse onun kâfirliği kendi aleyhine olur[2*]. Kâfirlerin kâfirliği, Rableri katında yalnızca kendilerine karşı nefreti artırır. Kâfirlerin kâfirliği, sadece kendilerinin zararını artırır[3*].

[1*] En’am 6/165, Yunus 10/14,

[2*] Kehf 18/29, Rum 30/44, Zümer 39/7.

[3*] İsra 17/41, 82.


(Fatır 35/40)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ شُرَكَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۚ اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَابًا فَهُمْ عَلٰى بَيِّنَتٍ مِنْهُۚ بَلْ اِنْ يَعِدُ الظَّالِمُونَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا اِلَّا غُرُورًا
De ki: "Allah’a ortak sayıp ondan önce yardıma çağırdıklarınız hakkında hiç düşündünüz mü? Gösterin bana onlar yeryüzünde neyi yaratmışlar! Ya da göklerde bir ortaklıkları mı var[1*]? Yoksa onlara bir kitap verdik de onlar o kitaptan bir delile mi dayanıyorlar[2*]? Hayır! Bu yanlışı yapanlar birbirlerine, sadece aldatmak için vaatte bulunurlar.

[1*] A’raf 7/191, Ra’d 13/16, Nahl 16/20, 73, Hac 22/73, Furkan 25/3, Sebe 34/22, Fatır 35/13, Yasin 36/74-75, Ahkaf 46/4.

[2*] Zuhruf 43/21.


(Fatır 35/41)
اِنَّ اللّٰهَ يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ اَنْ تَزُولَاۚ وَلَئِنْ زَالَتَٓا اِنْ اَمْسَكَهُمَا مِنْ اَحَدٍ مِنْ بَعْدِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا
Yerlerinden oynamasınlar diye gökleri ve yeri Allah tutar[*]. Yerlerinden oynayacak olsalar, ondan sonra onları hiç kimse tutamaz. O pek yumuşak davranan, çokça bağışlayandır.

[*] Ra’d 13/2, Hac 22/65, Lokman 31/10.


(Fatır 35/42)
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ لَيَكُونُنَّ اَهْدٰى مِنْ اِحْدَى الْاُمَمِۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ مَا زَادَهُمْ اِلَّا نُفُورًاۙ
Kendilerine bir uyarıcı gelirse bütün toplumlardan daha doğru bir yola girecekleri konusunda var güçleriyle Allah’a yemin ettiler[1*]. Ne zaman ki onlara bir uyarıcı geldi, bu onların sadece uzaklaşmalarını artırdı[2*].

[1*] En’am 6/109,156-157.

[2*] İsra 17/41.


(Fatır 35/43)
اِسْتِكْبَارًا فِي الْاَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِۜ وَلَا يَح۪يقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ اِلَّا بِاَهْلِه۪ۜ فَهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا سُنَّتَ الْاَوَّل۪ينَۚ فَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًاۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَحْو۪يلًا
Yeryüzünde büyüklük tasladılar ve kötü planlar kurdular. Oysa kötü plan, sadece sahibinin başını yakar[1*]. Onlar, öncekilere uygulanan sünnetten /yasadan başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın sünnetinin[2*] yerine geçecek bir şey bulamazsın. Allah'ın sünnetinde bir değişme[3*] de bulamazsın.

[1*] Fatır 35/10.

[2*] Sünnetin anlamı izlenen yol, yöntem ve kuraldır (Lisanu’l-Arab). “Allah’ın sünneti /sünnetullah” ise Allah’ın indirdiği  kitaplarda belirlediği kurallardan oluşan doğru yolu yani sırat-ı müstakimi ifade eder. Allah; başta nebiler olmak üzere herkesin, o kurallara uymasını ister (Nisa 4/26, Ahzab 33/38). Allah’ın sünnetine uyanlar kazanırlar, uymayanlar ise hem dünyada hem de ahirette kaybederler (Al-i İmran 3/137, Enfal 8/38, Hicr 15/10-15, İsra 17/76-77, Kehf 18/55, Ahzab 33/60-62, Fatır 35/43, Mümin 40/84-85, Fetih 48/22-23).

[3*] “Sünnetullah” kavramına “tabiat kanunları” diye yanlış bir anlam verilerek mucizelerin olamayacağı iddia edilmektedir. Mucize; Allah’ın, nebilerine, elçilik belgesi olarak verdiği şeylerdir. Muhammed aleyhisselam dışındaki bazı nebilerin, kitaplarından başka kendi toplumlarına gösterdikleri ve Allah’ın elçisi olduklarını ispat eden mucizeler de vardır. Salih’in (as) devesi (A’raf 7/73, Hud 11/64, Şuara 26/155), Musa’nın (as) dokuz mucizesi (İsra 17/101, Neml 27/12), İsa’nın (as) beşikteyken konuşması, körleri ve alaca hastalarını iyileştirmesi, ölüleri diriltmesi (Al-i İmran 3/49, Maide 5/110) bu tür mucizelerdir. Nebiler dahil hiçbir insan kendi başına mucize gösteremez (Ra’d 13/38). Mesela, insanlar bir araya gelseler Kur’an’ın bir suresinin bile dengini oluşturamazlar (Bakara 2/23-24). Muhammed aleyhisselam son elçi olduğu için, onun mucizesi olan Kur’an kıyamete kadar varlığını devam ettirecektir (Ankebut 29/51 ve dipnotu).


(Fatır 35/44)
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَكَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعْجِزَهُ مِنْ شَيْءٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ اِنَّهُ كَانَ عَل۪يمًا قَد۪يرًا
Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Üstelik öncekiler bunlardan çok daha güçlüydüler[1*]. Göklerde ve yerde hiçbir şey Allah'ı aciz bırakamaz[2*]. O, her şeyi bilen ve ölçüyü koyandır.

[1*] Yusuf 12/109, Rum 30/9, Mü’min 40/21, 82, Muhammed 47/10.

[2*] Tevbe 9/2-3, Ankebut 29/22, Şura 42/31.


(Fatır 35/45)
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلٰى ظَهْرِهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِعِبَادِه۪ بَص۪يرًا
Allah insanlara, yaptıklarının cezasını hemen verseydi yeryüzünde tek bir canlı bırakmazdı. Ama onları, belirlenmiş bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince (gereğini yapar). Şüphesiz Allah, kullarını görmektedir[*].

[*] İbrahim 14/42, Nahl 16/61, Kehf 18/58.