NECM
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[1*] Hevâ (هَوَى) kelimesinin kök anlamı, gök ile yer arasındaki boşluktur (Lisan’ul-arab). Sürekli bu boşlukta asılı olan Kutup yıldızı, güneş ışınları çekilince görünür hale gelir.
[2*] Allah, birçok surede olduğu gibi bu surede de değer verdiği bir şeye yemin ederek bir başka şeyin önemine vurgu yapmaktadır. Burada değer verdiği şey, elif-lam takısı ile belirlilik kazanan "yıldız (necm)" kelimesidir. Nahl 16/16. ayette bu yıldızın yol bulmaya yaradığının anlatılması, buradaki "en-necm (النَّجْمِ)" kelimesinin "Kutup Yıldızı" olduğunu gösterir. Güney Kutbunda Sigma Octantis adı verilen, yıldızın da benzer özellikleri vardır.
[1*] Sebe 34/50.
[2*] Tekvir 81/22.
[*] Rahman 55/2. Ayette bu öğretme işi direkt Allah’a nispet edilmektedir. Allah’ın, elçilerine bir şey öğretmesi ancak gönderdiği elçi aracılığı ile olur (Şûrâ 42/51). Bunun nasıl olduğu da Cin 72/26-28 ayetlerde açıklanmıştır.
[1*] Tekvir 81/23.
[2*] Mekke’nin çevresindeki en yüksek dağ Hira mağarasının bulunduğu Nur dağıdır (Hira, TDV İslam Ansiklopedisi). Kabe’den bakıldığında en yüksek ufuk, o dağın tepesidir. Muhammed aleyhisselam, dağın tepesindeki Hira Mağarasında ibadete çekilmişken en tepede Cebrail aleyhisselamı görmüş, daha sonra Cebrail onun yanına inmiş ve ona ilk vahyi iletmiştir.
[*] Bu ayette geçen kavs (قوس) kelimesi, “yay” anlamına geldiği gibi ölçü birimi olan “zira'” yani dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzaklık anlamına da gelir (Lisan’ul-arab). Burada Cebrail aleyhisselam ile Nebimiz arasındaki mesafe ifade edildiği için uygun olan zira' anlamıdır.
[*] Cebrail, diğer nebiler gibi Allah’ın Muhammed aleyhisselama da gönderdiği elçidir. Elçinin sözü, onu gönderenin sözü olduğu için Kur’an, Cebrail’in sözü değil, onu, elçi olarak gönderen Allah’ın sözüdür (Bakara 2/97, Nahl 16/102, Şuara 26/192-195, Şûrâ 42/51, Hakka 69/40-47, Tekvir 81/19-21).
[*] Melekler, insan şekline de girebilmektedirler (Hud 11/77, Meryem 19/17, Zariyat 51/24-30).
[*] “Sidret'ul-muntehâ”, “en son noktada bulunan sidre ağacı” Türkçede arap kirazı denen bu ağaç cennette de olacaktır (Vakıa 56/28). Allah Teâlâ yeri küre şeklinde ve yedi kat göğün benzeri olarak yarattığı için (Talak 65/12), yerin yedi kat, göklerin de küre şeklinde olduğu anlaşılmaktadır. Yedinci kat gök ise yeryüzü gibi sularla, bitkilerle ve hayvanlarla donanmıştır. Her şeyin hazinesinin göklerde olması (Hicr 15/21) ve en’âmın yani koyun, keçi, sığır ve devenin indirilmiş bulunması (Zümer 39/6) bunun delillerindendir. Bu sebeple Sidret'ul-muntehâ yedinci kat göğün en üst noktasında olur. Mekke’nin Ümmü’l-kurâ yani dünyadaki yerleşim yerlerinin merkezi olması da Sidret'ul-muntehâ’nın bulunduğu yerin, Mekke’nin dik üstünde olmasını gerektirir.
[*] Cennet’ül-Me’vâ, müminlere vaad edilen cennettir (Secde 32/19, Naziat 79/40-41). Orası, şu anda göklerdedir (Zariyat 51/22). Genişliği, gökler ve yer kadardır (Al-i İmran 3/133, Hadîd 57/21).
[*] Sidre’yi kaplayan şey, Tur Suresi’nde Allah’ın Beyt-i ma’mûr’dan sonra üzerine yemin ettiği “yükseltilmiş tavan”dır. Çünkü Allah, bir yerde bir şeyi kısaca anlatır sonra bir başka yerde açıklar (Hud 11/1-2). Allah Teâlâ dünyayı, yedi kat göğün benzeri olarak yarattığı (Talak 65/12) ve gökler de yeryüzü gibi küre şeklinde olduğu için “yükseltilmiş tavan” ifadesi göklerin en uç noktasını ifade eder. Bu, Muhammed aleyhisselam. Miraç yolculuğunda Cenneti görmediğinin delili olur. Zaten o oraya, cenneti görmesi için değil, el-Mescid’ul-Aksâ’nın çevresindeki ayetlerden bazılarını görmesi için götürülmüştü (İsra 17/1).
[*] Bütün bu ayetler, İsra ve Mirac yolculuğunda gidilen el-Mescid’ul-Aksâ’nın yedinci kat semadaki mescid yani el-Beyt’ül-Ma’mûr (Tûr 52/4) olduğunu net olarak anlatır (İsra 17/1, 60).
[*] Nahl 16/57, İsra 17/40, Saffat 37/149-150, Zuhruf 43/16, Tur 52/39.
[1*] Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). Burada sözü edilen Mekkeli müşrikler kendileri için bir takım tanrılar tanımlamış, özelliklerini kendileri uydurmuşlardır. Hud Aleyhisselam’ın kavmi olan Ad (A’raf 7/71) ve Yusuf Aleyhisselamın içinde yaşadığı Mısır toplumu da benzer tanrılar oluşturmuş (Yusuf 12/40) ve onlara tapmışlardır.
[*] İnsan kendi arzularına uyarak değil, Allah’ın istediği şekilde yaşayarak doğru yolda olabilir. İyi niyet, yapılan yanlışları meşru kılmaz (Yunus 10/18, Sebe 34/37, Zümer 39/3).
[1*] “Onların” anlamı verilen “hum = (هم)” zamiri, Arap dilinde yalnızca erkekleri gösterdiği gibi erkek ve dişilerden oluşan topluluğu da gösterir. Bu ifade, melek topluluğunun erkek ve dişilerden oluştuğunun delillerindendir. Zaten Allah, her şeyi, iki eş olacak şekilde çift yaratmıştır (Zariyat 51/49).
[2*] Allah’tan başkasının şefaat yetkisi olmadığı için (En’âm 6/51, Secde 32/4, Zümer 39/43-44) şefaati ancak onun yetki vereceği kişiler yapabilirler. Ahirette kimileri doğrudan cennete gideceklerdir. Bunlar, büyük günah işlemedikleri (Nisa 4/31, Necm 53/31-32) veya sevapları günahlarından fazla olduğu için (A’raf 7/8, Karia 101/6-7) cehennemin hışırtısını dahi duymayacaklardır (Enbiya 21/101-103). Bilerek şirk günahı işlemediği halde (Al-i İmran 3/105-106, Nisa 4/115-116) günahı sevabından fazla olanlar ise cehennemde cezalarını çektikten sonra (Karia 101/8-11) cennete gireceklerdir (Meryem 19/68-72). Cennet ile cehennem arasında bir sur olacaktır (Hadid 57/12-15). Surun yüksek yerleri A’raf’tır (Fahrettin er-Razi). Cennete gidenler oradan cehenneme bakabileceklerdir (Saffat 37/50-59). A’raf üzerinde, herkesi yüzlerinden tanıyan değerli şahsiyetler olacaktır (A’raf 7/46). Çünkü o gün kafirlerin yüzü kara, müminlerininki ak olur (Al-i İmran 3/106-107). Allah’ın şefaatten yararlanma hakkı verdikleri, yüzleri ak olanlardır (Meryem 19/87). Onlara kimin şefaat edeceğini de Allah belirleyecektir (Taha 20/109, Sebe 34/23). Bunlar, şefaatten sonra cennete girecekler (A’raf 7/46-49) ve oradaki yakınlarının yanlarına yerleştirileceklerdir (Tur 52/21).
[*] Necm 53/23.
[1*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan âyetler ve indirilen âyetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24,En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209).
[1*] Al-i İmran 3/109, 129, Nisa 4/126, 131-132.
[2*] En’am 6/ 73,160, Yunus 10/26-27, Hud 11/7, İbrahim 14/19, Hicr 15/85, Nahl 16/96-97, Nur 24/38, Ankebut 29/7, 44, Rum 30/8, Zümer 39/5,33-35, Duhan 44/39, Ahkaf 46/3,16, Teğâbun 64/3.
[1*] Büyük günahlarla ilgili bilgi için bkz: Nisa 4/31 dipnotu (Şûrâ 42/37).
[2*] Ayette geçen “fevâhiş (فواحش)” kelimesi çoğuldur, fuhuş çeşitleri anlamına gelir. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Bunlardan zina yani kadın ve erkeğin nikahsız ilişkisi (İsra 17/32) ile erkek erkeğe ilişki Kur’an’da açıkça “fuhuş (فَاحِشَة)” olarak nitelenmiştir (A’raf 7/80, Ankebut 29/28). Üçüncü fuhuş çeşidi de kadın kadına ilişki olur.
[3*] Zümer 39/53.
[4*] Döllenmiş yumurta haline getirdiğinde (Al-i İmran 3/6, Nahl 16/78, Müminûn 23/12-14, İnsan 76/1-2). Zümer 39/6.
[5*] Nisa 4/49, Nur 24/21.
[*] Meryem 19/78.
[*] İbrahim ve Musa aleyhisselama indirilen kitaplar için bkz. Bakara 2/136, Al-i İmran 3/84, A’lâ 87/18-19.
[*] Allah’ın onayı ve yaratması olmadan hiçbir eylem gerçekleşmez (İnsan 76/30, Tekvir 81/29).
[*] “Tümnâ (تُمْنَى ) tümnâ” kelimesi, bir şeyin ölçüsünü koyma ve o ölçüyü geçerli kılma anlamına gelen “(مني ) menâ” kökünden olup [Mekâyîs’ul-luğa] “ölçüsü belirlenen” anlamındadır. Âyete göre insanın ölçüleri döllenme sırasında konur (Nahl 16/4, Hac 22/5, Fatır 35/11, Yasin 36/77, Mü’min 40/67, Kıyamet 75/37, İnsan 76/2, Abese 80/17-20).
[*] Ayetin bağlamında yer alan güldürme - ağlatma, can alma - hayat verme, erkeği ve dişiyi yaratma ifadelerindeki zıtlık, “servet biriktirme” anlamındaki “kanâ (قني)” fiilini if’âl babına çeviren hemzenin (أ), fiile izâle yani giderme anlamı kazandırdığını göstermektedir. “Fakir düşüren” anlamı bu sebeple verilmiştir (Bakara 2/245, Ankebut 29/62).
[*] Bu ayette geçen Şi’râ (الشِّعْرَى) kelimesinin bir yıldız veya gezegen adı olduğu konusunda ittifak vardır. Necm 53/38. ayetten itibaren anlatılan ve Şi’ra yıldızını da kapsayan bilgiler, İbrahim ve Musa aleyhisselamın sayfalarında /kitaplarında da yer aldığı için bu, gökyüzünün eskiden beri bilinen önemli bir gezegeni veya yıldızı olmalıdır. Nitekim Kur’an, denizde ve karada yol ve yön bulma konusunda yıldızların önemini vurgular (En’am 6/97, Nahl 16/6).
Tevrat'ta bahsi geçen (Yaratılış 32:24, Mezmurlar 139:9) gökyüzü olaylarından biri, "seherin doğması"dır. Seherin doğduğu; seher yıldızı, Çoban yıldızı ya da Venüs olarak bilinen gök cisminin gözden kaybolmasıyla belli olur. Aslında bir gezegen olan Venüs, bilinen en parlak yıldız olan Sirius’tan da yaklaşık 18 kat daha parlaktır. Geçtiği pasajlarda seher kelimesine karşılık gelen ve İbranice okunuşu “şahar” olan sözcük bulunmaktadır. Seher vakti, Kur’an’da ibadet açısından önem verilen (Al-i İmran 3/17, Zariyat 51/18) bir başka önemli kavramdır. Bu nedenle, Şi’ra’nın Venüs olduğu da düşünülebilir.
[*] Âd Kavmi ile ilgili ayetler için bkz: A’raf 7/65-72, Hud 11/51-60, Şuara 26/123-140, Ahkaf 46/21-25, Kamer 54/18-21, Zariyat 51/41-42, Hakka 69/6-8, Fecr 89/6-8.
[*] Semûd Kavmi ile ilgili ayetler için bkz. A’raf 7/73-79, Hud 11/61-68, Hicr 15/80-84, Şuara 26/142-159, Neml 27/45-53, Kamer 54/23-31, Hakka 69/4-5, Şems 91/11-15.
[*] Nuh (a.s.) kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/59-64, Yunus 10/71-73, Hud 11/25-48, Mu’minun 23/23-30, Furkan 25/37, Şuara 26/105-122, Saffat 37/75-82, Zariyat 51/46, Kamer 54/9-16, Nuh 71/1-28.
[*] Lut (a.s.) kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/80-84, Hicr 15/61-77, Enbiya 21/74-75, Şuara 26/160-174, Neml 27/54-58, Ankebut 29/28-35, Saffat 37/133-138, Zariyat 51/31-37, Kamer 54/33-40.
[1*] Hud 11/82.
[2*] Necm 53/36-37.
[*] Benzer bir ifade münafıklar için de söylenmiştir (Tevbe 9/82).