ENBİYÂ

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Enbiyâ 21/1)
اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ
İnsanların hesap verme zamanı yaklaştı; oysa onlar umursamazlık içindeler, (bu gerçekle) aralarına mesafe koymaktalar.[*]

[*] A’raf 7/185, Enbiya 21/97, Necm 53/57, Kamer 54/1, Nebe 78/27.


(Enbiyâ 21/2)
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ
Onlara Rablerinden yeni bir zikir[1*] /bilgi gelmeye görsün; onu eğlenerek dinlerler;[2*]

[1*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât ذكر md.). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan âyetler ve indirilen âyetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209). Kur’ân’daki bütün bilgiler doğru olduğu için Allah ona zikir adını vermiştir (Bkz. Hicr 15/9).

 


(Enbiyâ 21/3)
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
kalpleri boş işlere dalmış bir halde (dinlerler). Yanlışlara dalan bu kimseler aralarında gizlice şöyle fısıldaştılar: “Bu da sizin gibi bir beşerden başka bir şey değil ki![*] Göz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?”

[*] En’âm 6/91, Hûd 11/25-27, İbrahim 14/9-10, Mu’minûn 23/24, İsra 17/94, Teğâbün 64/5-6.

 

(Enbiyâ 21/4)
قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
(Elçimiz onlara) Dedi ki: “Rabbim, gökte ve yerde (söylenen) her sözü bilir. O, daima dinleyen ve bilendir.”[*]

[*] Ra’d 13/9-10, Mücadele 58/7.


(Enbiyâ 21/5)
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ
Aslında şunları dediler: “(bunlar) karmakarışık düşler!”, “Hayır hayır, onu (Kur’an’ı) kendisi uydurdu.”,[1*] “Yok yok, o bir şair…”.[2*] “Haydi bize, öncekilere gönderilenler gibi bir mucize getirsin!”[3*]

[1*] Yunus 10/38, Hud 11/13, 35, Furkan 25/4, Secde 32/3, Sebe 34/8, Ahkaf 46/8.

[2*] Saffat 37/36, Tur 52/30, Hakka 69/41.

[3*] İsra 17/90-93, Furkan 25/7-8, Ankebut 29/50-51.

 


(Enbiyâ 21/6)
مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ
Bunlardan önce helak ettiğimiz kentlerden hiçbiri inanmamıştı; şimdi bunlar mı inanacak![*]

[*] Ra’d 13/31, Hicr 15/13, Kamer 54/2. İstedikleri mucizeleri gördükleri halde inanmayan bütün toplumlar helak edilmiştir (İsra 17/59).

 

(Enbiyâ 21/7)
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını elçi göndermedik.[1*] Bilmiyorsanız ehl-i zikre /önceki kitapların uzmanlarına sorun.[2*]

[1*] En’am 6/9, Yusuf 12/109, Nahl 16/43.

[2*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Nahl 16/43-44, Enbiya 21/24). Ehl-i zikir de o kitapta uzmanlaşmış kişi demektir.


(Enbiyâ 21/8)
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَدًا لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ
O elçileri yemek yemeyen bir vücut yapısında oluşturmadık.[1*] Onlar ölümsüz de değillerdi.[2*]

[1*] Mâide 5/75, İsra 17/95, Furkan 25/7.

[2*] Enbiya 21/34.

 

(Enbiyâ 21/9)
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ
Sonunda onlara verdiğimiz sözü tuttuk; onları ve uygun gördüğümüz[1*] kişileri kurtardık.[2*] Aşırı gidenleri ise helak ettik.

[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

[2*] Allah Teâlâ, bütün resullerine ve onların yanında yer alanlara yardım eder ve onları düşmanlarından korur (Maide 5/67, Yunus 10/103,  Rûm 30/47, Saffat 37/171-173). Yahudiler, İsa aleyhisselamı öldürdüklerini söyler (Nisa 4/157), Hıristiyanlar da sistemlerini, İsa aleyhisselamın çarmıha gerilip defnedilmesinden üç gün sonra kabrinden çıkarak Celile’de 11 havarisine gö­ründüğü iddiası üzerine kurarlar (Matta 28/16–20). İncil, Allah’ın İsa aleyhisselama indirdiği kitaptır (Maide 5/46). Onun ölümünden sonrası ile ilgili sözler İncil’e ait olamaz. Bazı İncillere Yahya aleyhisselamın öldürüldüğü iddiaları da sokuşturulmuştur (Matta 14/3-12, Markos 6/17-29). Hâlbuki Kur’an, bu iki nebinin öldürüldüklerinden değil, ecelleri ile öldüklerinden söz eder ve öldükleri gün tam bir güven içinde olduklarını bildirir (Meryem 19/15, 33). Kur’an’da her şeyin örneği verilmiştir (ٍİsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58, Zümer 39/27). Eğer böyle bir şey olsaydı onun da bir örneği olurdu. Nebilerin ve resullerin öldürülmeleri mümkün olmadığına göre onların öldürülmesinden söz eden (Bakara 2/87, 91-92, Al-i İmran 3/112, 183) ayetlerde geçen katl (قتل) sözüne, kelimenin ikinci anlamı olan izlâl  (اذلال) yani değerini düşürme (Müfredât) anlamını vermek gerekir. Nebiler gibi dürüst davranmaya davet eden insanların değerlerini düşürme gayretleri bugün de devam etmektedir (Al-i İmran 3/21-22). Allah onlara da kurtarma sözü vermiştir (A’râf 7/163-166, Hud 11/116).


(Enbiyâ 21/10)
لَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَابًا ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
Size, zikrinizi / aklınızda tutacağınız bilgileri[1*] içeren bir kitap indirdik. Bu (kitapla gerçekler arasındaki) bağı kuramıyor musunuz?[2*]

[1*] Ayette geçen zikir kavramı hakkında bkz: Enbiya 21/2.

 


(Enbiyâ 21/11)
وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَاَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْمًا اٰخَر۪ينَ
Yanlışlara dalmış nice kenti kırıp geçirdik[*] ve arkalarından başka topluluklar oluşturup geliştirdik.

[*] En’âm 6/6, 131, Yunus 10/13, Hûd 11/117, Kehf 18/59, Hac 22/45, Kasas 28/59.


(Enbiyâ 21/12)
فَلَمَّٓا اَحَسُّوا بَأْسَنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَۜ
Onlar baskınımızı hissedince hemen oradan kaçarlardı.


(Enbiyâ 21/13)
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُٓوا اِلٰى مَٓا اُتْرِفْتُمْ ف۪يهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْـَٔلُونَ
“Kaçmayın, içinde şımartıldığınız şeylere ve evlerinize dönün! Belki sizden bir şeyler istenir!”[*]

[*] İtibarlı olduğunuzdan dolayı belki sizden bir şey isterler.

 

(Enbiyâ 21/14)
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Onlar şöyle dediler: “Vay halimize! Biz gerçekten yanlışlara dalan kimselerdik!”[*]

[*] Enbiyâ 21/46, 97.


(Enbiyâ 21/15)
فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوٰيهُمْ حَتّٰى جَعَلْنَاهُمْ حَص۪يدًا خَامِد۪ينَ
Bu feryatları, onları biçilmiş ekin, alevi sönmüş ateş gibi yapmamıza kadar sürmüştü.[*]

[*] Bunun bir örneği için bkz: Hâkka 69/7.

 

(Enbiyâ 21/16)
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ
Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasında olanları oyun oynayalım diye yaratmadık![*]

[*] Sâd 38/27, Duhan 44/38-39.

 


(Enbiyâ 21/17)
لَوْ اَرَدْنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّاۗ اِنْ كُنَّا فَاعِل۪ينَ
Oyalanacak bir şey edinmek isteseydik onu kendi katımızdan edinirdik! Yapacak olsaydık öyle yapardık.[*]

[*] Allah, gökleri, yeri ve o ikisinin arasındakileri, insanları ve cinleri zorlu bir imtihandan geçirmek için yaratmıştır (Hud 11/7).


(Enbiyâ 21/18)
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌۜ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ
Tam aksine, hakkı bâtılın üstüne atarız, o da onu darmadağın eder; bâtıl bir anda yok olup gider.[1*] (Ey bâtıla saplananlar!) Yaptığınız nitelemelerden dolayı vay halinize![2*]

[1*] İsrâ 17/81, Sebe 34/49.

[2*] Enbiya 21/2-5.


(Enbiyâ 21/19)
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَۚ
Göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah’a aittir. Onun katında olanlar, ona kulluktan geri durup kibirlenmez ve yorgunluk da duymazlar.


(Enbiyâ 21/20)
يُسَبِّحُونَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ
Onlar gece gündüz bir gevşeklik göstermeden tesbih eder / boyun eğerler.[*]

[*] A’raf 7/206, İsrâ 17/44, Nur 24/41, Fussilet 41/38.


(Enbiyâ 21/21)
اَمِ اتَّخَذُٓوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ
“Yoksa, bunlar yeryüzünden ilahlar mı edindiler? O ilahlar mı bunları orada yayıyor”[*]

[*] Kalem 68/36-43.


(Enbiyâ 21/22)
لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
Göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı ikisinin de düzeni bozulurdu. Arş’ın[1*] Rabbi /yönetimin sahibi olan Allah, onların yaptıkları nitelemelerden uzaktır.[2*]

[1*] Arş, üst yönetim makamını gösteren mecaz ifadedir (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Türkçede onun yerine padişahlar için "taht", diğer yöneticiler için "koltuk" kelimesi kullanılır. 

[2*] İsra 17/42, Mü’minun 23/91, Zuhruf 43/82.


(Enbiyâ 21/23)
لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْـَٔلُونَ
Allah, yaptıklarından sorgulanamaz. Ama onlar (insanlar, cinler ve melekler) sorgulanacaklar.[*]

[*] A'raf 7/6, Hicr 15/92, Tekâsür 102/8.

 

(Enbiyâ 21/24)
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ
Yoksa Allah ile aralarına girecek ilahlar mı edindiler? De ki: “Kanıtınızı getirin.[1*] Bu Kur’an, hem benimle birlikte olanların zikri /akıllarında tutmaları gereken doğru bilgi hem de benden öncekilerin zikridir.”[2*] Aslında onların çoğu bu gerçeği bilmez, bu yüzden (Kur’an’la) aralarına mesafe koyarlar.

[1*] Neml 27/64.

[2*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Hicr 15/6, Nahl 16/43-44, Enbiya 21/7).
 

(Enbiyâ 21/25)
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ
Senden önce gönderdiğimiz her elçiye mutlaka şunu vahyettik: “Benden başka ilah yoktur; öyleyse kulluğu bana yapın.”[*]

[*] Nahl 16/36, Enbiya 21/26-29, Zümer 39/65-66.

 

(Enbiyâ 21/26)
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَدًا سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ
“Rahman çocuk edindi.” dediler. Bu O’na yakıştırılamaz! Aslında onlar,[*] değerli kullardır.

[*] Yahudiler Üzeyir’i, Hristiyanlar İsa’yı, Mekke müşrikleri de melekleri Allah’ın çocuğu sayarlar (En’am 6/100-102, Tevbe 9/30, Bakara 2/116, Yunus 10/68, Nahl 16/57Meryem 19/88-92).

 


(Enbiyâ 21/27)
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِاَمْرِه۪ يَعْمَلُونَ
Onlar O’nun sözünün önüne geçmezler; hep O’nun emriyle hareket ederler.[*]

[*] Meryem 19/64.

 

(Enbiyâ 21/28)
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ
O, onların önlerinde olanı da arkalarında kalanı da bilir.[1*] Onlar, O’nun razı olduğu kişiden başkasına şefaat edemez /destek veremezler.[2*] Onlar, O’ndan çekindikleri için korkudan titrerler.

[1*] Önlerinde olan, o anda var olandır. Arkalarında kalan ise önceden yaptıklarıdır (Sebe 34/9, Yasin 36/9). 

[2*] En’am 6/61, Ra’d 13/14, Necm 53/26, Tarık 86/4.


(Enbiyâ 21/29)
وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟
Onlardan her kim “Ben Allah ile aranızda bir ilahım!” derse onu Cehennem ile cezalandırırız.[*] Biz yanlışa dalanları işte böyle cezalandırırız.

[*] Âl-i İmrân 3/79-80, Nisa 4/172-173, Maide 5/116-118.

 

(Enbiyâ 21/30)
اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ
Kâfirlik edenler, göklerin ve yerin bitişik olduğunu; daha sonra onları ayırdığımızı[1*] ve her canlı varlığı sudan yarattığımızı[2*] gözlerinde canlandırmadılar mı?[3*] Hâlâ inanıp güvenmeyecekler mi?

[1*] Başlangıçta gökle yer bitişikti, Allah onları ayırdı (Enbiya 21/30) ve iki günde yeri yarattı (Fussilet 41/9). Sonra duman halindeki göğe yöneldi (Fussilet 41/11) ve orayı yedi kat gök olarak düzenledi (Bakara 2/29). Bu esnada geceyi ve gündüzü oluşturdu, yeryüzünü yayıp döşedi (Zariyat 51/48), yaşanabilir hale getirdi ve oraya dağları sabitledi (Bakara 2/22, Naziat 79/30-32). Göklerin ve yerin yaratılışı toplam altı gün sürdü (A’râf 7/54). Allah katında bir gün, bize göre bin yıla karşılık geldiği için (Hac 22/47) gökler ve yer, altı bin yılda yaratılmıştır. Allah yeri de göklere benzer bir şekilde yedi kat olarak yapılandırmıştır (Talak 65/12).

[3*] Ankebut 29/20.

 

(Enbiyâ 21/31)
وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Yer kabuğu onları kaydırıp götürür diye yerde sabit dağlar oluşturduk.[1*] Gidecekleri yere ulaşabilsinler diye orada geniş yollar da oluşturduk.[2*]

[1*] “Sabit dağlar” anlamındaki “revâsî” (رواسي) kelimesi, bu ayetle birlikte toplam üç ayette “meyd” (ميد) kökünden türeyen fiil ile birlikte geçer (Nahl 16/15, Lokman 31/10). Meyd (ميد) kelimesinin temel iki anlamından biri hareket etme ve eğilmedir (Mekâyîs). “Revâsî” (رواسي) ile aynı kökten gelen kelimeler Kur’an’da, dağların sabitlenmesi anlamında kullanıldığı gibi (Naziât 79/32) geminin demir atması anlamında da kullanılmıştır (Hud 11/41). Allah, yeryüzünü bir yaygı gibi döşeyip suyunu ve otlağını çıkarmış ve dağlarını sabitlemiştir (Bakara 2/22, Naziât 79/30-32). Her dağın, bir kazık olduğu da ifade edilir (Nebe 78/7). Allah bunu, yeryüzü, insanları kaydırıp götürmesin diye yapmıştır (Lokman 31/10). Yerde çatlaklar yani fay hatları da vardır (Tarık 86/12). Bu sebeple deprem, yerin doğal yapısından kaynaklanır. Onunla yeni çatlaklar oluşur. Yeniden yaratılışta kabirlerin açılıp insanların oradan çıkması, böyle bir depremle olacaktır (Zilzal 99/1-2). 

[2*] Nahl 16/15, Taha 20/53, Zuhruf 43/10, Nuh 71/19-20.


(Enbiyâ 21/32)
وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًاۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ
Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık.[1*] Ama onlar göğün ayetleri /göstergeleri ile aralarına mesafe koyuyorlar.[2*]

[1*] Hac 22/65, Rum 30/25, Fatır 35/41.

[2*] Yusuf 12/105, Casiye 45/3. Bu konuda şu ayetlere de bakılabilir (Âl-i İmrân 3/190-191). 

 

(Enbiyâ 21/33)
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
O; geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzüp gider.[*]

[*] Gece ile gündüz, Güneş ve Ay gibi birer varlıktır. Bunların her birinin kendi yörüngesi vardır (Yasin 36/38, 40).

 


(Enbiyâ 21/34)
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ
Biz senden önce hiçbir beşeri ölümsüz yapmadık.[1*] Şimdi sen öleceksin de onlar ölümsüz olarak mı kalacak![2*]

[1*] Enbiya 21/7-8.

 


(Enbiyâ 21/35)
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Her canlı ölümü tadacaktır.[1*] Sizi imtihan[2*] için, şerle de hayırla da yıpratıcı bir denemeden geçireceğiz.[3*] (Sonunda) huzurumuza çıkarılacaksınız.

[1*] Âl-i İmrân 3/185, Ankebût 29/57.

[2*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf  7/155), aldatma (A’râf  7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.

[3*] Bakara 2/155, En’am 6/42-45, A’raf 7/94-95,168, Fecr 89/15-16.


(Enbiyâ 21/36)
وَاِذَا رَاٰكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُوًاۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي يَذْكُرُ اٰلِهَتَكُمْۚ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمٰنِ هُمْ كَافِرُونَ
Kâfirlik edenler, seni gördüklerinde, “İlâhlarınıza dil uzatan bu mu!” diyerek sadece hafife alırlar.[1*] Onlar, Rahmân’ın zikrini /kitabını görmezlikte direnenlerdir.[2*]

[1*] Furkan 25/41.

[2*] En’âm 6/33.

 


(Enbiyâ 21/37)
خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ
İnsan aceleci bir yapıda yaratılmıştır.[1*] Ben ayetlerimi (onlarda bildirilenleri) yakında size göstereceğim;[2*] o yüzden bunu benden hemen istemeyin!

[1*] İsrâ 17/11.

[2*] Fussilet 41/53, Neml 27/93.


(Enbiyâ 21/38)
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Onlar: “Doğru sözlü kimselerseniz (söyleyin) bu vaat ne zaman?” derler.[*]

[*] Yunus 10/48, Neml 27/71, Secde 32/28, Sebe 34/29, Yasin 36/48, Mülk 67/25.


(Enbiyâ 21/39)
لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
Kâfirlik edenler o ateşi, yüzlerinden ve sırtlarından savamayacakları, yardım da göremeyecekleri zamanı (o zaman olacakları) keşke bilseler![*]

[*] Mü’minun 23/103-104, Tekasür 102/1-8.

 

(Enbiyâ 21/40)
بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
Aslında o, hiç beklemedikleri bir anda[1*] gelecek ve onları şaşırtacaktır. Artık onu ne geri çevirebilecekler ne de kendilerine süre verilecektir.[2*]

[1*] En’âm 6/31, A’râf 7/187, Zuhruf 43/66, Muhammed 47/18.

[2*] Bakara 2/162, Âl-i İmrân 3/88, Nahl 16/85.


(Enbiyâ 21/41)
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Senden önceki elçiler de mutlaka hafife alınmışlardı. Sonunda onlarla alay edenleri, hafife aldıkları şey kuşatıverdi.[*]

[*] En’âm 6/10, Ra’d 13/32, Hicr 15/11, Yasin 36/30, Zuhruf 43/7.


(Enbiyâ 21/42)
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ
Onlara de ki: “Sizi, gece-gündüz Rahmana karşı kim koruyabilir!”[1*] Aslında onlar, Rablerinin zikri /kitabı ile aralarına mesafe koyuyorlar.[2*]

[1*] Yunus 10/50.

 


(Enbiyâ 21/43)
اَمْ لَهُمْ اٰلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَاۜ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَ اَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ
Yoksa onların bizimle aralarına girerek onları (kötü duruma düşmekten) engelleyecek ilahları mı var? Onların (ilah saydıklarının), kendilerine bile bir hayrı olamaz, bizden bir yakınlık da göremezler.[*]

[*] A’raf 7/197, Furkan 25/3, Yasin 36/74-75.


(Enbiyâ 21/44)
بَلْ مَتَّعْنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۜ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ
Aslında onları ve atalarını nimetlerden yararlandırdık, hatta ömürleri kendilerine bile uzun geldi.[1*] Şimdi, yurtlarına gelip onu parça parça ellerinden aldığımızı görmüyorlar mı?[2*] Bu durumda onlar mı bize galip gelecekler!

[1*] Hadid 57/16.

[2*] Allah’ın gelmesi, Allah’ın dininin gelmesidir. Bir yere Allah’ın dini gelince onun etki alanı genişlerken diğerlerininki daralır (Ra’d 13/41). Nebimizin Mekke’de dini tebliğ etmeye başlamasından sonra İslam’ın etkisi sürekli artarken kâfirlerin etkisi azalıyordu.


(Enbiyâ 21/45)
قُلْ اِنَّمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ
De ki: “Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum.”[1*] Ama o sağırlar, uyarıldıklarında çağrıya kulak vermezler![2*]

[1*] En’âm 6/19, 51, 92, A’raf 7/2, İbrahim 14/52, Tâhâ 20/1-3, Kâf 50/45.

[2*] Yunus 10/42, Neml 27/80, Rum 30/52, Zuhruf 43/40.


(Enbiyâ 21/46)
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Onlara Rabbinin azabından küçük bir şey dokunacak olsa kesinlikle: “Vay halimize! Biz yanlışlara dalan kimseleriz.” derler.[*]

[*] Enbiyâ 21/14, 97.


(Enbiyâ 21/47)
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـًٔاۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ
Biz, kıyamet /mezardan kalkış günü hassas teraziler kurarız;[1*] hiç kimseye hiçbir şekilde haksızlık yapılmaz.[2*] (Yaptıkları) Bir hardal dânesi ağırlığında da olsa onu (teraziye) getiririz.[3*] Hesap görücü olarak biz yeteriz.

[1*] A’râf 7/8-9, Mu’minun 23/102-103, Kâria 101/6-11.

[2*] Nisa 4/40.

[3*] Lokman 31/16, Zilzal 99/7-8.

 


(Enbiyâ 21/48)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْرًا لِلْمُتَّق۪ينَۙ
Musa ve Harun’a, hak ile bâtılı ayıran;[1*] yanlışlardan korunanlar için bir aydınlanma kaynağı olan ve akılda tutmaları gereken bilgileri içeren kitabı verdik.[2*]

[1*] Doğruyu yanlıştan ayıran şeye furkan denir. İlahi kitapların tamamı bu özelliktedir (Âl-i İmrân 3/4).

[2*] Bakara 2/53, En'am 6/87, 154, Hud 11/110, İsra 17/2, Mü'minun 23/49, Furkan 25/35, Kasas 28/43, Mü'min 40/53, Fussilet 41/45.

 


(Enbiyâ 21/49)
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
Kendilerini yanlışlardan koruyanlar; içten içe[1*] Rablerinden çekinen ve o saatten (hesap verme saatinden) dolayı korkudan titreyen kimselerdir.[2*]

[1*]  “İçten içe” anlamı verdiğimiz kelime “el-ğayb (الغيب)”dır.  Ondaki el (ال) takısı muzafun ileyhten ıvazdır yani tamlananın yerine geçer ve “gayblarıyla (بغيبهم)” anlamındadır (Bakara 2/3). Kişinin gaybı, kendi içi olduğu için burada tamlamaya “içten içe” anlamı verilmiştir.

 

(Enbiyâ 21/50)
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟
Bu (Kur’ân) da akılda tutulması gereken bir bilgidir,[1*] bereketlidir,[2*] onu biz indirdik. Şimdi siz onu inkar mı ediyorsunuz?

[1*] Yusuf 12/104, Enbiya 21/10, 24, Sâd 38/1, Zuhruf 43/44, Tekvir 81/27.


(Enbiyâ 21/51)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ
Biz daha önce (Musa ve Harun’dan önce) İbrahim’e de ona has bir olgunluk vermiştik.[*] Biz onu biliyorduk.

[*] En’am 6/74-83.

 

(Enbiyâ 21/52)
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ
Bir gün babasına ve halkına şöyle demişti: “Karşılarında saygıyla durduğunuz şu heykeller nedir?”[*]

[*] Meryem 19/41-42, Şuara 26/69-70, Sâffât 37/85.


(Enbiyâ 21/53)
قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ
Dediler ki: “Biz bildik bileli atalarımız onlara kulluk eder.”[*]

[*] Şuara 26/74.


(Enbiyâ 21/54)
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Dedi ki: “Siz de atalarınız da belli ki açık bir sapkınlık içindesiniz.”[*]

[*] Şuara 26/75-86.

 

(Enbiyâ 21/55)
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ
Dediler ki: “Sen bize gerçeği mi getirdin yoksa bizimle oyun mu oynuyorsun?”[*]

[*] En’am 6/80.

 

(Enbiyâ 21/56)
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
İbrahim: “Hayır! Sizin Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir, onları bölünme kanununa göre yaratmış olandır. Ben bunu gözüyle görmüş gibi bilenlerdenim.”[*] dedi.

[*] En’am 6/78-79.


(Enbiyâ 21/57)
وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ
(İçinden şöyle dedi:) Vallahi siz arkanızı dönüp gittikten sonra[*] putlarınıza kesinlikle bir oyun kuracağım.”

[*] Sâffât 37/90.

 

(Enbiyâ 21/58)
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا اِلَّا كَب۪يرًا لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ
Sonra hepsini paramparça etti; ama kendisine başvururlar diye sadece büyüğüne dokunmadı.[*]

[*] Sâffât 37/90-93.

 

(Enbiyâ 21/59)
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
“Bunu ilahlarımıza kim yaptı? O gerçekten yanlışa dalanlardan biridir” dediler.


(Enbiyâ 21/60)
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ
“İbrahim denen bir gencin onları diline doladığını duyduk.” dediler.


(Enbiyâ 21/61)
قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ
“Öyleyse getirin onu halkın önüne; belki onlar (bunu onun yaptığını) görmüşlerdir.” dediler.[*]

[*] Sâffât 37/94.

 

(Enbiyâ 21/62)
قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ
(İbrahim getirilince) “Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın, İbrahim?” dediler.


(Enbiyâ 21/63)
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ
“Belki onların şu büyüğü yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa onlara (kırılan putlara) sorun!” dedi.


(Enbiyâ 21/64)
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ
Bunun üzerine vicdan muhasebesi yaptılar ve şöyle dediler: “Biz, gerçekten yanlışlara dalmış kimseleriz!”[*]

[*] İltifat. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki left (لفت) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır: ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.

 

(Enbiyâ 21/65)
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ
Sonra tekrar eski hallerine çevrildiler[*] (ve şöyle dediler): “İyi biliyorsun ki bunlar konuşamazlar.”

[*] Şirk içinde olduğunu bilmeyen birine, durumunu ortaya koyan ayetler bağlantıları ile birlikte okununca irkilir ve bir müddet sonra gerçekleri görür. Bütün gerçekleri gördükten sonra bazıları doğrulara yönelir (Neml 27/44), bazısı da çıkarlarından vazgeçemediği için (Kasas 28/57) eski inancına geri döner ve artık bile bile müşrik olur (Âl-i İmran 3/105, Şûrâ 42/14).

 


(Enbiyâ 21/66)
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـًٔا وَلَا يَضُرُّكُمْۜ
“Yani size hiçbir şekilde fayda vermeyecek, zararı da dokunmayacak şeyleri, Allah ile aranıza koyup onlara mı kulluk ediyorsunuz?[*]

[*] Şuara 26/72-73, Ankebut 29/17, Sâffât 37/95-96.

 

(Enbiyâ 21/67)
اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
“Sizden de Allah ile aranıza koyarak kulluk ettiklerinizden de bıktım! Hiç aklınızı kullanmayacak mısınız /gerçeklerle bunlar arasında doğru bağlantı kurmayacak mısınız?”[*]

[*] Şuara 26/75-77, Zuhruf 43/26, Mümtahine 60/4.

 

(Enbiyâ 21/68)
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ
Dediler ki: “Bir şey yapacaksanız yakın şunu da ilahlarınıza yardımcı olun!”[*]

[*] Sâffât 37/97.

 

(Enbiyâ 21/69)
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ
Biz de “Ey ateş! İbrahim için serin[1*] ve güvenli ol!” dedik.[2*]

[1*] Ateş yanmaya devam ediyor ama İbrahim aleyhisselamı yakmıyordu. 

[2*] Ankebut 29/24.

 

(Enbiyâ 21/70)
وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ
Ona bir oyun kurmak istediler; ama onları en çok zarar edenler haline getirdik.[*]

[*] Sâffât 37/98.

 

(Enbiyâ 21/71)
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطًا اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ
İbrahim’i ve Lût’u kurtarıp herkes için bereketli kıldığımız topraklara (Filistin’e) götürdük.[*]

[*] Meryem 19/48, Ankebut 29/26, Sâffât 37/99.

 

(Enbiyâ 21/72)
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ
İbrahim’e İshak’ı ve ona ilaveten (İshak’ın oğlu) Yakub'u bahşettik; hepsini de iyi kimseler yaptık.[*]

[*] Bu ifade, İbrahim aleyhisselamın, torunu Yakub’u gördüğünü gösterir. Hud 11/71, Meryem 19/49, Ankebut 29/27, Sâd 38/45-48, Sâffat 37/101-113.


(Enbiyâ 21/73)
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ
Onları, emrimizle yol gösteren önderler yaptık. Onlara hayırlı işler yapmayı, namazı düzgün ve sürekli kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar yalnız bize kulluk eden kimselerdi.[*]

[*] Meryem 19/55, Şuarâ 26/69-87, Sâffât 37/83-101, Zuhruf 43/26-28, Mümtahine 60/4-6.


(Enbiyâ 21/74)
وَلُوطًا اٰتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ
Lût’a doğru karar verme yeteneği ve ilim verdik. Onu, pis işler yapan bir kentten kurtardık. Onlar yoldan çıkmış kötü bir topluluktu.[*]

[*] A’raf 7/80-84, Hud 11/77-83, Hicr 15/61-75, Şuara 26/160-175, Neml 27/54-58, Ankebut 29/28-35.


(Enbiyâ 21/75)
وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟
Onu iyilik ve ikramımız içine aldık; çünkü o, iyi kimselerdendi.[*]

[*] Sâffât 37/133.


(Enbiyâ 21/76)
وَنُوحًا اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ
Nuh’u da (an)... O, bunlardan önce (bize) yalvarmıştı, onun isteğini kabul etmiş, onu ve ailesini büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştık.[*]

[*] Sâffât 37/75-76.

 

(Enbiyâ 21/77)
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ
Ayetlerimiz karşısında yalana sarılan o topluluğa karşı Nuh’a yardım etmiştik. Onlar kötü bir topluluktu. Sonunda hepsini suda boğduk.[*]

[*] A’raf 7/59-64; Yunus 10/73, Hud 11/25-49, Şuara 26/105-122, Saffat 37/75-82Nuh 71/25.


(Enbiyâ 21/78)
وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ
Davut ve Süleyman’ı da (an)… Bir ekin ile ilgili karar veriyorlardı. Bir topluluğun koyun ve keçileri geceleyin orada yayılmıştı. Biz de onların kararlarının şahidi idik.[*]

[*] Zebur tefsiri diyebileceğimiz Midrash Tehillim'de Süleyman'ın çocukluktan itibaren babası Dâvud'un yanında olduğu ve bazen verilen kararlara kendisinin de iştirak ettiği bildirilir. İlgili bölüm şöyledir: "Davud şöyle dua etti: ‘Ya Rab, oğlum gençtir ve deneyimsizdir. Senin hükümlerini ona ver ki halkı adaletle yargılasın.’ Rab ona hikmet verdi. Süleyman daha çocuk yaşta iken bile babasının yanında oturur ve davalara bakardı. Halk onun bilgece verdiği hükümleri görünce hayret ederdi.” (Midraş Tehillim 72:1).

 

(Enbiyâ 21/79)
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلًّا اٰتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًاۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ
İkisine de ilim[1*] ve doğru karar verme yeteneği verdiğimiz halde (konuyu) Süleyman’ın anlamasını sağladık. Dağları ve kuşları da Davud'un emrine verdik; onunla beraber tesbih (ibadet) ederlerdi.[2*] Bunları yapan bizdik.

[1*] Neml 27/15.

[2*] Sebe 34/10, Sâd 38/17-19.


(Enbiyâ 21/80)
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ
Davud’a (savaşta) alacağınız darbelere karşı sizi koruyacak size özel elbiseler /zırhlar yapma sanatını da öğretmiştik.[*] Artık şükredersiniz /görevinizi yerine getirirsiniz, değil mi?

[*] Sebe 34/11.


(Enbiyâ 21/81)
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ
Kuvvetli esen bir rüzgârı da Süleyman’ın emrine verdik. Onun emri ile bereketli kıldığımız yere doğru akıp giderdi.[*] Biz her şeyi biliriz.

[*] Neml 27/16, Sâd 38/36.

 

(Enbiyâ 21/82)
وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذٰلِكَۚ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ
Onun için dalgıçlık yapan ve daha başka işler gören şeytanları da onun emrine verdik. Onları gözetim altında tutuyorduk.[*]

[*] Sebe 34/12-14Sâd 38/37-38.


(Enbiyâ 21/83)
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ
Eyyûb’u da (an)... O bir gün Rabbine şöyle yalvarmıştı: “Başıma bir dert geldi. Sen merhametlilerin en merhametlisisin![*]

[*] Sad 38/41.


(Enbiyâ 21/84)
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ
Biz de onun isteğini kabul edip dertlerini giderdik. Katımızdan bir ikram ve kulluk edenlerin akıllarında tutacakları bir bilgi olsun diye ona ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını daha verdik.[*]

[*] Sâd 38/41-44.


(Enbiyâ 21/85)
وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ
İsmail, İdris ve Zülkifl’i de (an)… Hepsi de sabırlı /duruşunu bozmayan kimselerdendi.[*]

[*] Sâd 38/48.


(Enbiyâ 21/86)
وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Onları iyilik ve ikramımız içine aldık; çünkü onlar iyi kimselerdendi.[*]

[*] Meryem 19/54-56.


(Enbiyâ 21/87)
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ
Zünnûn’u[*] (Yunus’u) da (an)… Dünyayı kendisine dar etmeyeceğimizi düşünerek bir gün öfkeli bir şekilde çekip gitmiş, sonra (balığın ağzındaki) karanlıklar içinde (Allah’a) şöyle yalvarmıştı: “Senden başka ilah yoktur. Sen bütün eksikliklerden uzaksın; ben ise yanlışa dalanlardan oldum.”

[*] “Zünnûn” Yunus aleyhisselamın lakabıdır. Ona, “sahibü’l-hût” da denir (Kalem 68/48-50), her ikisi de balık sahibi anlamındadır. Ona bu lakapların verilmesinin sebebi, elçilik görevini terk etmek üzere bindiği gemiden (Tevrat/Yunus 1) atıldığında onu büyük bir balığın/ balinanın ağzına alması ve tövbe ettikten sonra ondan kurtulmasıdır (Sâffât 37/139-148).  


(Enbiyâ 21/88)
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ
İsteğini kabul ettik ve onu da gamdan kurtardık. İnanıp güvenenleri işte böyle kurtarırız.[*]

[*] Saffât 37/139-148.


(Enbiyâ 21/89)
وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْدًا وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ
Zekeriya’yı da (an)... O da bir gün Rabbine şöyle yalvarıp yakarmıştı: “Rabbim, beni tek başıma bırakma! Gerçi sen vârislerin en iyisisin…”[*]

[*] Âl-i İmran 3/38, Meryem 19/3-6.


(Enbiyâ 21/90)
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًاۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ
Onun da isteğini kabul ettik ve eşini doğum yapabilecek hale getirerek ona Yahya’yı bahşettik. Onlar hayırlarda yarışır, bize umut ve korku ile yalvarırlardı. Bize karşı derin bir saygı içindeydiler.[*]

[*] Âl-i İmran 3/39, Meryem 19/7, 14.

 

 


(Enbiyâ 21/91)
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ
Namusunu korumuş kadına (Meryem’e) gelince: Onun içine ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu, âlemler (insan ve cin toplulukları) için bir ayet /bir mucize kılmıştık.[*]

[*] Allah, indirdiği kitapları “kendi işi olan ruh” diye nitelemiştir (Nahl 16/2). İsa aleyhisselamı da kendinden bir ruh olarak tanımlamış (Nisa 4/171) ve bu ruhu ona, anasının rahminde iken üflediğini söylemiştir (Enbiya 21/91, Tahrim 66/12). Dolayısıyla İsa aleyhisselamın beşikte iken Allah’ın kendine kitap verdiğini ve onu nebi yaptığını söylemesi, Tevrat ve İncil’in ana rahminde iken kendisine öğretildiğini gösterir (Âl-i İmran 3/48).‘İnsan’ kelimesi cins isimdir. Tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu kelime, Secde 32/7’de Adem ve Havva’yı ifade ettiği halde burada üç ve daha fazla kişi anlamına gelen ‘sizin için’ ifadesine geçilmesi, Adem’e üflenen ruh ile onun soyundan gelen insanlara üflenen ruhun aynı olduğunu gösterir. Bu ruh sayesinde oluşan dinleme yeteneği, basiret ve gönül; insanda bilgiyi işleme kapasitesi meydana getirir. Bütün insanlara anne karnındayken üflenen bu ruhtan farklı olarak, Adem’e üflenen bir ruh daha vardır. Bu ruhun da Allah’a ait bir bilgi olduğu Kur’an’da belirtilmiştir (İsrâ 17/85). Allah, Adem’e göklerde ve yerdeki tüm varlıkların bilgisini öğrettikten sonra meleklerin ona secde etmelerini emretmiştir. İşte meleklerin secdesine sebep olan o ruh, Allah’ın kendi ilminden Adem’e öğrettiği bilgidir (Bakara 2/31-34, Hicr 15/26-29, Sad 38/71-74). İsa’ya (a.s.) diğer insanlardan farklı olarak üflenen ruh da ona ana rahminde iken öğretilen Tevrat ve İncil bilgisidir (Âl-i İmran 3/48, Maide 5/110).


(Enbiyâ 21/92)
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ
İşte bu sizin ümmetiniz (nebilerin önderlik ettiği toplum),[1*] tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse yalnızca bana kulluk edin![2*]

[1*] Bakara 2/136-138, Âl-i İmran 3/19-20, 183-185, Maide 5/3.

[2*] Mu’minun 23/52.
 


(Enbiyâ 21/93)
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟
Fakat onlar /nebilere tabi olanlar, işlerini /dinlerini kendi aralarında böldüler.[*] Hepsi huzurumuza çıkacaktır.

[*] Bakara 2/213, 253, En’âm 6/159, Mu’minun 23/53 Rûm 30/31-32.

 

(Enbiyâ 21/94)
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ
Her kim (Allah’a) inanıp güvenmiş biri olarak iyi işler yaparsa onun çabası görmezlikten gelinmez.[1*] Biz (yaptıklarını), onun için kayda geçirmekteyiz.[2*]

[1*] Âl-i İmrân 3/115, Nisa 4/124, Nahl 16/97, Taha 20/112.

[2*] Zuhruf 43/80, Câsiye 45/29, Kâf 50/17-18; İnfitâr 82/10-12.


(Enbiyâ 21/95)
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ
Helak ettiğimiz bir kentin halkının da (ahirette) huzurumuza çıkmaması diye bir şey yoktur.[*]

[*] Yasin 36/31.

 

(Enbiyâ 21/96)
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ
Nihayet Ye’cüc ve Me'cüc’ün önü açıldığında;[1*] onlar her bir tümsekten (kabirlerden)[2*] akın ettiğinde,

[1*] Kehf 18/98-99.

[2*] Bu tümsekler, ahirette yeniden yaratılmış bedenleriyle topraktan çıkmaya hazır insanların kabirlerinin üzerinde oluşan çıkıntılardır.

 

(Enbiyâ 21/97)
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ
tümüyle gerçek olan o vaat (cezalandırma vakti) yaklaşmış olur[1*]. Bir de bakarsın ki (kabirlerinden çıkan bütün) kâfirlerin gözleri yuvalarından fırlamış şöyle diyorlar: “Vay halimize, bu konuda umursamazlık içindeydik,[2*], aslında biz yanlışlara dalan kimselerdik!”

[1*] Gerçek vaad, cehennem azabı ile ilgili vaaddir (Enbiya 21/39-40, Yasin 36/48-54).  

[2*] Yasin 36/52.


(Enbiyâ 21/98)
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ
(Onlara şöyle hitap edilir:) “Siz de Allah ile aranıza koyarak kulluk ettikleriniz de cehennem odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz.”[*]

[*] Burada cehenneme atılacağı söylenenler, kendilerine kulluk edildiğini bile bile buna müsaade edenlerdir (Şuarâ 26/96-103, Kasas 28/62-63, Sebe 34/31-33, Sâffât 37/27-33). İsa (a.s.) ve melekler gibi kendisine kulluk edildiğinden habersiz olup bunu reddedecek olanlar, bu hükmün dışındadır (Mâide 5/116-118, Sebe 34/40-42).


(Enbiyâ 21/99)
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Onlar eğer ilah olsalardı oraya girmezlerdi.[*] Hepsi orada, ölümsüz olarak kalacaklardır.

[*] Yunus 10/28.


(Enbiyâ 21/100)
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ
Orada nefes verişleri hırıltılıdır.[*] Onlar orada (birbirlerini) dinleyemezler.

[*] Hud 11/106.

 

(Enbiyâ 21/101)
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ
Yaptıklarının en güzeli ile karşılama sözü verdiklerimiz var ya[1*] işte onlar oradan (cehennemden) uzak tutulacak olanlardır.[2*]

[1*] Bunlar büyük günahlardan uzak duran kişilerdir. Bkz. Nisa 4/31, 95, Yunus 10/26, Ra’d 13/18, Necm 53/31-32, Hadid 57/10.

[2*] En’am 6/16.

 

(Enbiyâ 21/102)
لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ
Onlar cehennemin hışırtısını dahi duymayacaklar, canlarının çektiği nimetler içinde ölümsüz olarak kalacaklar.[*]

[*] Nahl 16/31, Furkan 25/16, Yasin 36/57, Zümer 39/34, Fussilet 41/31, Şura 42/22, Kaf 50/35.

 

(Enbiyâ 21/103)
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
O en büyük dehşet onları üzmeyecek,[1*] melekler “İşte size söz verilen gün bu gündür!” diyerek onları karşılayacaklardır.[2*]

[1*] Neml 27/89.

 

[2*] Fussilet 41/30.


(Enbiyâ 21/104)
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْدًا عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ
O gün göğü, yazılı kağıtların tomarını dürer gibi dürecek,[1*] yaratmaya ilk nasıl başladıysak onu öylece tekrarlayacağız.[2*] Biz bu sözü verdik, bunu mutlaka yapacağız.

[1*] İbrahim 14/48, Zümer 39/67.

[2*] Bu ayete göre Allah kıyamette, bir tomar kağıdı dürer gibi yedi kat göğü dürecek ve onu başlangıçtaki haline getirecektir (Yunus 10/4, 34, Neml 27/64Rum 30/11, 27). İnsanlar da ilk insanlar olan Adem ve Havva’nın topraktan yaratılması gibi yaratılıp diriltilecektir. 

 

(Enbiyâ 21/105)
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ
Şurası kesin ki tüm zikirlerden/ önceki kitaplardan[1*] sonra bu zeburda/ bu kitapta da şunu yazdık: “Yeryüzüne iyi kullarım varis olacaktır.”[2*]

[1*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Hicr 15/6, Nahl 16/43-44, Enbiya 21/7, 24). ez-Zikr kelimesi, bütün ilahi kitapları işaret eden cins isim olduğu için “tüm zikirler” anlamı verilmiştir.

[2*] Zebûr”, “kitap” anlamındadır; çoğulu “zübür (زُبُر)”dür (Lisan’ul Arab). Birçok ayette zübür, Allah’ın indirdiği kitaplar anlamında kullanılmıştır (Âl-i İmrân 3/184, Nahl 16/44, Şuarâ 26/196, Fâtır 35/25, Kamer 54/43). Kelime, sadece bu ayette ez-Zebûr şeklinde belirlilik takısıyla geçer ve “bu Zebur” yani Kur’an anlamındadır. Nitekim sahabeden İbn Abbas’ın ve tâbiînden Said b. Cübeyr’in de böyle anladığı bilinmektedir. Önceki zebûrlardan/kitaplardan biri de Davut aleyhisselama verilmiştir (Nisa 4/163, İsra 17/55). O kitapta, bu ayetin içeriğini yansıtan ifade şöyledir: “Özü sözü doğru kişiler yeryüzünü miras alacaklar.” (Tevrat, Mezmurlar 37:29). İdris aleyhisselama verildiği kabul edilen ve Enok’un Kitabı olarak bilinen kitapta da aynı ifadeler yer alır: “… Seçilmişler için ışık, sevinç ve huzur olacak. Yeryüzü onlara miras kalacak.” (Enok 1. Kitap 6:9). Tevrat’ın Musa Aleyhisselama verilen bölümünde de benzer ifadeler vardır: “Yaşamak ve Tanrınız Rab’bin size vereceği ülkeyi miras almak için doğruluğun, yalnız doğruluğun ardınca gidin.” (Yasa’nın Tekrarı 16:20). Ayetin İncil’deki benzeri de şöyledir: “Ne mutlu yumuşak huylu olanlara! Çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklar.” (Matta 5:5). Bunların bir benzeri olan ifade Nûr 24/55. ayette de geçer.

(Enbiyâ 21/106)
اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ
İşte bunda, kulluk eden bir topluluk için gerçekten yeterli mesaj vardır.[*]

[*] İbrahim 14/52.


(Enbiyâ 21/107)
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ
Biz seni ancak âlemlere bir rahmet /iyilik ve ikram olsun diye elçi gönderdik.[*]

[*] Gelenekte Muhammed aleyhisselamın yaratılışının rahmet olduğu öne çıkarılır. Halbuki ayetten açıkça anlaşıldığı gibi rahmet olan, onun elçiliğidir (Bakara 2/119, İsra 17/105, Furkan 25/56, Ahzab 33/45, Sebe 34/28, Fatır 35/24, Fetih 48/8). Bu durum bütün nebiler için de geçerlidir (Bakara 2/136, 285, Al-i İmran 3/84, Duhan 44/5, 6). Muhammed aleyhisselamın farkı, bütün insan ve cin topluluklarına gönderilmiş olmasıdır (A’raf 7/158, Furkan 25/1, Sebe 34/28, Ahkaf 46/29-32, Cin 72/1-2). Nebimizin kişiliğinin de önemli olduğunu gösteren ayetler için bkz. Tevbe 9/61, Ahzab 33/6, Kalem 68/4.


(Enbiyâ 21/108)
قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
De ki: Bana ancak ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor.[*] Artık (O’na) teslim olacak mısınız!”

[*] Bakara 2/163.

 

(Enbiyâ 21/109)
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ
Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Ben hepinize aynı şekilde duyurdum. Tehdit edildiğiniz şey yakın mıdır uzak mıdır onu bilmem.[*]

[*] Cin 72/25.

 

(Enbiyâ 21/110)
اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ
Allah, açıkça söylenenleri bilir. O, gizlediklerinizi de bilir.[*]

[*] Tâhâ 20/7.


(Enbiyâ 21/111)
وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ
Bilmiyorum, belki o (azabın gecikmesi) sizin için bir imtihan[1*] ve bir süreye kadar yararlanma imkanıdır.”[2*]

[1*] Fitne için bkz. Enbiya 21/35. ayetin dipnotu.

[2*] Hud 11/3.

 

(Enbiyâ 21/112)
قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّۜ وَرَبُّنَا الرَّحْمٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ
(Elçimiz) Dedi ki: “Rabbim, sen hakka uygun hükmünü ver!” (Ey müşrikler!) Bizim Rabbimiz; iyiliği sonsuz olan ve[*] sizin yakıştırdığınız şeyler karşısında yardımına sığınılacak olandır.

[*] Rahman 55/1.