YUNUS
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[1*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı söylenebilir. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.
[2*] Hakîm, hikmetli demektir. Hikmet, Allah’ın indirdiği ve yarattığı ayetlerden çıkarılan doğru hükümdür. Allah Teâlâ, Kur’ân’dan hikmet çıkarma yöntemini ayrı bir ilim olarak ortaya koymuştur (A’raf 7/52).
[1*] Bu ve Yusuf 12/109, Nahl 16/43, Enbiya 21/7 ayetler gayet açık olduğu halde farklı yorumlar yaparak kadın nebiler de bulunduğunu iddia edenler mevcuttur. Bu iddia, Musa aleyhisselamın annesine “vahyedildiğini” (Kasas 28/7-9) ve Meryem Validemizi “Allah’ın seçtiğini” (Âl-i İmran 3/42) bildiren ayetler nedeniyle ortaya atılmıştır. Oysa Kur’an’da arıya da vahyedildiği bildirilir (Nahl 16/68). Nebilere yapılan vahiy ile diğer insan ve varlıklara yapılan vahiy arasındaki fark, nebilere gelen vahyin insanlara tebliğ edilmesi mecburiyetinin bulunmasıdır. Musa’nın (a.s.) annesine yapılan vahiy, onun bir karar vermesi için yalnızca kendisine yapılan ilhamdır. Allah herkesle ilham yoluyla konuşur (Şems 91/8-10). Meryem Validemizin “seçildiği” ibaresi ise, onun çağdaşı olan kadınlardan faziletli olduğunu bildiren ifadeyle devam eder. Kur’an’da “Allah seçti” ifadesi yalnızca nebiler için kullanılmamıştır. Bakara Suresi 247. ayette komutan yapılan Talut için de “Allah onu seçti” denmiş olması, Meryem Validemizin seçildiği ifadesinin nebiliğe işaret etme zorunluluğu olmadığını gösterir.
[2*] Kamer 54/54-55.
[1*] A'raf 7/54, Hud 11/7, Furkan 25/59, Secde 32/4-5, Fussilet 41/9-12, Kaf 50/38, Hadid, 57/4.
[2*] Arş, üst yönetim makamını gösteren mecaz ifadedir (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Türkçede onun yerine padişahlar için "taht", diğer yöneticiler için "koltuk" kelimesi kullanılır. Dolayısıyla “Allah arşa istiva etti.” sözü de kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder (A'raf 7/54, Ra’d 13/2, Tâhâ 20/5, Furkan 25/59, Secde 32/4, Hadid 57/4).
[3*] Ra’d 13/2, Secde 32/5.
[4*] Şefaat, birine yardımcı olmak veya birinden bir şey istemek için onunla bir araya gelmektir. Daha çok saygın ve üst derecede olan birinin alt derecede olan birini yanına alması anlamında kullanılır. İyi veya kötü bir işte bir başkasıyla yardımlaşmak da şefaat sayılır (Müfredat). Dünyada insanlar birbirlerine şefaat edebilir yani yardım edip destek olabilir (Nisa 4/85). Ama mahşer günü nebiler dahil kimse kimseye şefaat edemez (Bakara 2/123, 255, En’âm 6/51, Secde 32/4, İnfitar 82/17-19). Allah, bilerek işlediği şirk günahı ile değil de (Bakara 2/22) diğer günahlarından dolayı cehenneme girip cezasını çekmiş birini cennetteki bir yakınının yanına koyarak ona şefaat eder (Tur 52/21). Bu ayete göre Allah, o yakınına. şefaat etme izni verecektir (A’râf 7/48-49).
[5*] En’am 6/102.
[1*] Hud 11/4.
[2*] Yunus 10/34, Neml 27/64, Rum 30/11, 27.
[2*] Bu ayette nûr, “münîr” anlamındadır (Furkân 25/61), ışığı yansıtan demektir.
[3*] En’am 6/96, İsra 17/12, Yasin 36/40, Rahman 55/5.
[4*] Bu ayetle beraber bir ayette daha aya nur denilmiştir (Nuh 71/16). Nur (نور) mastar olduğu için hem ‘ışık’ hem de ‘ışığı yansıtan’ anlamlarına gelir. Furkan 25/61’deki “ışık yansıtan ay” (قَمَرًا مُّنِيرًا) ifadesi de o iki ayetteki nur kelimelerinin bu anlamda olduğunu gösterir. Güneş “ısı ve ışık yayan bir kandil” (Nebe 78/13) olduğundan ay, ışığını güneşten alır. Kamerî ay, güneşin batmasının ardından batan hilal ile başlar. Ay’ın görüntüsünün her gün değişmesi onu, insanların gözlemleyebileceği bir takvim yapar. Bu sebeple ayetlerdeki iniş yerleri (menâzil) ifadesi, ışığın aya iniş yerlerini bildirir (Furkan 25/61, Yasin 36/39). Yoksa ay, her zaman aynıdır. Ay’ı farklı gösteren, ondan yansıyan güneş ışıklarının bize görünen kısmıdır.
[5*] Ra’d 13/2.
[1*] Gece ile gündüz, tıpkı güneş ve ay gibi kendi yörüngesinde dolaşan iki ayrı katmandır (Yasin 36/40). ُBunlar, dünyanın çevresini bir küre gibi sarar ve biri diğerinin üstüne çıkarak geceyi ve gündüzü oluştururlar (Zümer 39/5). Gündüz üste çıkınca gündüz, gece üste çıkınca da gece olur. Dünyanın uzaydan çekilen fotoğraflarını dikkatle inceleyen bunu görebilir. Dünyanın Güneş ile yaptığı açının daima değişmesi gece ile gündüzün uzayıp kısalmasına sebep olur (Taha 20/53, Zuhruf 43/10). Gece kısalınca gündüz uzar. Gündüz kısalınca da gece uzar (Âl-i İmran 3/27, Hac 22/61, Fatır 35/13, Hadid 57/6). Bu, gölge boylarının her gün değişmesinden anlaşılır (Furkan 25/45). Allah, gecenin göstergesini kaldırmış, aydınlatıcı olmayı gündüzün göstergesi yapmıştır (İsra 17/12). Kutup bölgelerinde kısmen veya tamamen beyaz gecelerin yaşanması bundandır. Güneş, gecenin de gündüzün de göstergesi değildir. Bu sebeple kutup bölgelerinde güneşsiz gündüzler olduğu gibi güneşli geceler de olmaktadır. Kablonun içinden gelen elektriğin, ampulde aydınlığa dönüşmesi gibi dünya ile güneş arasındaki zifiri karanlıktan geçip gelen güneş ışınları, gündüze ulaşınca aydınlığa dönüşür. Allah, kurduğu mizana göre gece-gündüz dengesini sağlamış ve bize, doğru bir takvim yapma imkanı vermiştir (En’âm 6/96, Rahman 55/5, Naziat 79/29, Şems 91/1, Duha 93/1-2). Gece sakin ve dinlendirici, gündüz de çalışıp kazanmaya elverişli bir özelliğe sahiptir (İsra 17/12, Neml 27/86, Kasas 28/73, Mü’min 40/61).
[1*] A’raf 7/147, Yunus 10/45, Rum 30/8, Secde 32/10, Ankebut 29/23.
[2*] Yunus 10/92, Rum 30/7.
[*] Bakara 2/82, Nisa 4/122, Ra’d 13/29, Kehf 18/30-31, 107-108, Hac 22/50, Ankebut 29/58.
[1*] İbrahim 14/23.
[3*] Hamd, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir” gibi sözler buna girer. “Her şeyi mükemmel yapmak Allah’a özgüdür” demek, en üstün övgüdür. Övgünün bir diğer çeşidi olan “şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için ‘güzel’ yerine ‘mükemmel’ kelimesini kullandık.
[4*] Rab kelimesinin Türkçe karşılığı “sahip”tir. Evin sahibine rabb’ud-dâr : evin rabbi (Müfredât), sermaye sahibine de rabb’ül-mal : sermayenin rabbi denir. Yusuf aleyhisselam, kralın gönderdiği köleye şöyle demişti: “Rabbine dön de sor bakalım, ellerini kesen kadınların derdi neymiş? Benim Rabbim onların oyunlarını bilir.” (Yusuf 12/50) Rab kelimesi bu ayette önce “kölenin sahibi olan kral” anlamında, daha sonra da “Allah” anlamında kullanılmıştır.
[1*] Nahl 16/61, Kehf 18/58, Fatır 35/45.
[2*] Kişinin yanlış davranışları, ecelini kısaltabilir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ra’d 13/38-39, Nuh 71/3-4.
[*] Yunus 10/ 21, Hud 11/9-10, İsra 17/83, Rum 30/33-34, Zümer 39/8, 49, Fussilet 41/50-51.
[1*] Hac 22/45, Rum 30/9.
[2*] En’âm 6/131, İsra 17/16.
[1*] Tilavet sözcüğünün kökü olan t-l-v (تلو ) "birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanması” anlamındadır (Müfredât). Buna göre tilavet, birbiriyle bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır.
[2*] “Kur’an” kelimesi “küme” anlamına gelir. Bir konuyu anlatan muhkem bir ayet ile onu açıklayan müteşabih (muhkem ayetle benzeşen) ayetler, o konuya ait ayetler kümesini yani kur’an’ı oluşturur. Kur’an kelimesine bu manayı vermemizin delillerinden biri İsra 17/78’de geçen "kur'ân el fecr" (وَقُرْآنَ الْفَجْرِ) ifadesidir. Sabah kızıllığının kümeleşmesi anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’in bu metodunu ayrıntılı olarak öğrenmek için Hud 11/1-2, Al-i İmran 3/7, Fussilet 41/3 ve ilgili dipnotlara bakınız.
[3*] Necm 53/3-5, Hâkka 69/44-47.
[4*] En’am 6/50, A’raf 7/203, Ahkaf 46/9.
[5*] En’am 6/15, Zümer 39/13.
[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[2*] İsra 17/86-87, Kasas 28/86.
[3*] Mü’minun 23/69.
[*] En’am 6/21, 93, A’raf 7/37, Hud 11/18, Ankebut 29/68, Zümer 39/32, Saf 61/7.
[1*] Nahl 16/73, Hac 22/71, Furkan 25/55.
[2*] Zümer 39/3.
[3*] En’am 6/94, Ra’d 13/33, Rum 30/13, Zümer 39/44, Mü’min 40/18. Zuhruf 43/86, Necm 53/26.
[1*] Allah cezayı hemen vermez, belirlediği sürenin dolmasını bekler Nahl 16/61, Ankebut 29/53, Fatır 33/45.
[2*] Bakara 2/213, Hud 11/110, Tâhâ 20/129, Fussilet 41/45, Şûrâ 42/14.
[*] En’am 6/37, Hud 11/12, Ra’d 13/7, 27, İsra 17/59, 90-95; Tâhâ 20/133; Furkan 25/7-8, Ankebut 29/50-51.
[1*] A’raf 7/94-95, Yunus 10/12, Hud 11/9-11, Rum 30/33-34, Zümer 39/8, 49, Fussilet 41/50-51.
[2*] Zuhruf 43/80, Câsiye 45/29, Kâf 50/17-18; İnfitâr 82/10-12.
[1*] İsra 17/70.
[2*] En’am 6/63-64, İsra 17/67-69, Ankebut 29/65-66, Lokman 31/31-32.
[1*] Şura 42/42.
[2*] Lokman 31/33, Fatır 35/5.
[3*] Yunus 10/4, Hud 11/4.
[1*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili detaylı bilgi için bkz Yunus 10/16. ayetin dipnotu.
[2*] Nisa 4/175, Maide 5/16, En’am 6/127; Ra’d 13/27, Şura 42/13.
[1*] Nisa 4/40, Ra’d 13/18, Nahl 16/30, Enbiya 21/101, Zümer 39/10, Necm 53/31-32, Hadid 57/10.
[2*] Âl-i İmran 3/106-107, Kıyamet 75/22-23, Abese 80/38-39, Gaşiye 88/8-16.
[*] Bakara 2/166-167.
[*] Mâide 5/116-118, En’am 6/94, Nahl 16/86, Meryem 19/81-82, Furkan 25/17-19, Sebe 34/40-42, Fatır 35/14, Ahkaf 46/4-6.
[1*] En’am 6/62.
[2*] En’am 6/24, Hud 11/21, Nahl 16/87, Kasas 28/75, Fussilet 41/48.
[1*] Neml 27/64, Sebe 34/24, Fatır 35/3, Mülk 67/21.
[2*] Mü’minun 23/84-89, Ankebut 29/61-63, Lokman 31/25, Zümer 39/38, Zuhruf 43/9-10, 87.
[*] En’am 6/95, 102, Yunus 10/3, Fatır 35/13, Zümer 39/6, Mü’min 40/62, 64.
[*] Yunus 10/96-97, Yasin 36/7, Mü’min 40/4-6.
[1*] Ra’d 13/16, Enbiya 21/104, Neml 27/64, Rum 30/11, 27, 40.
[1*] Leyl 92/12.
[2*] Saffat 37/154-155.
[1*] Yusuf 12/111.
[2*] Bakara 2/136, 213, Âl-i İmran 3/81, 84 ve En’âm 6/90. ayetlere göre bütün nebîlere kitap verilmiştir. Bu kitaplardan her biri diğerlerini tasdik eder. Kur’an son kitap olduğu için o da önceki kitapların hepsini tasdik eder. Kur’an’ın önceki kitapları tasdik edici özelliğine dair ayetler için bkz: Bakara 2/41, 89, 91, 97, Âl-i İmran 3/3, Nisa 4/47, Maide 5/48, En’am 6/92, Yusuf 12/111, Fatır 35/31, Ahkaf 46/12, 30.
[3*] Secde 32/2.
[*] Bakara 2/23, Hud 11/13, İsra 17/88, Kasas 28/49, Ahkaf 46/8, Tur 52/34.
[1*] Te'vîl (تَأْوِيلِ), evl (أول) kökünden türetilmiştir; bir şeyi istenen hedefe çevirme anlamına gelir (Müfredât). Burada henüz onlara gelmeyen tevilden bahsedildiği için ayetteki tevil, ayetlerle ortaya çıkan olaylar arasında kurulacak bağlantıyı gösterir.
[2*] Nebilere inanmak istemeyenlerin tamamı, onların getirdikleri ayetler karşısında yalana sarılmış ve kaybetmişlerdir (A’raf 7/59-171, Sebe 34/45, Fatır 35/25-26, Zümer 39/25-26, Mülk 67/18).
[*] Ankebut 29/47.
[*] Hud 11/35, Şuara 26/216, Kasas 28/55, Sebe 34/25, Şûrâ 42/15.
[1*] İsra 17/47.
[1*] Yunus 10/42.
[2*] Ayetten anlaşılacağı üzere görme duyusu olmayan insanlar bile basiretli olabilirler. Basiret arka planını görme, akıl gözü ve vizyon olarak Türkçeye çevrilebilir (A’raf 7/179).
[*] Âl-i İmran 3/182, Nisa 4/40, Kehf 18/49, Ankebut 29/40, Mü’min 40/31, Fussilet 41/46.
[1*] İsra 17/52, Taha 20/103-104, Mü’minun 23/112-114, Rum 30/55, Ahkaf 46/35, Naziat 79/46.
[2*] En’am 6/31.
[1*] Zümer 39/42’ye göre vefat, işi biten ruhun bedenden ayrılmasıdır. Allah ruhu iki şekilde vefat ettirir, biri uykuya daldığında, diğeri de öldüğünde olur. Ruh, bilgisayarın işletim sistemi gibi bütün bilgileri korur. Onun için Allah, hem uyuyan hem de ölen bedenin ruhunu koruma altına alır. Uyuyan insanın ruhu uyandığında, ölen kişinin ruhu da vücut yeniden yaratıldığında geri döner (Mü'minûn 23/100, Tekvîr 81/7).
[2*] Ra’d 13/40, Mü’min 40/77.
[1*] Nahl 16/36.
[2*] İsra 17/15, Kasas 28/59.
[*] Enbiya 21/38, Neml 27/71, Secde 32/28, Sebe 34/29, Yasin 36/48, Mülk 67/25.
[1*] A’raf 7/188.
[2*] A’raf 7/34, Hicr 15/5, Nahl 16/61, Mü'minun 23/43, Ankebut 29/53.
[1*] En’am 6/47, A’raf 7/96-99.
[*] Zariyat 51/14.
[*] En’am 6/134.
[1*] Âl-i İmran 3/91, Maide 5/36, Ra’d 13/18, Zümer 39/47, Mearic 70/11-14.
[1*] Nur 24/64. Lokman 31/26.
[2*] Fatır 35/5.
[1*] Mü’minun 23/80, Mü’min 40/68.
[2*] Tevbe 9/116, Mü’minun 23/80, Mü’min 40/68, Duhan 44/8, Hadid 57/2.
[1*] Âl-i İmran 3/138, Hud 11/120.
[2*] İsra 17/82, Fussilet 41/44.
[3*] En’am 6/157, A’raf 7/52, 203, Yusuf 12/111, Nahl 16/64, 89, Neml 27/76-77, Lokman 31/3, Casiye 45/20.
[*] Zuhruf 43/32.
[1*] Yunus 10/69, Nahl 16/117.
[2*] Neml 27/73.
[1*] Nur 24/64, Mücadele 58/7.
[2*] Al-i İmran 3/5, Lokman 31/16, Sebe 34/3.
[3*] En’am 6/59, Hud 11/6, Hac 22/70, Neml 27/75, Fatır 35/11, Hadid 57/22.
[1*] Veli (çoğulu evliya), araya başka bir şey girmeyecek şekilde birbirine yakın olan iki veya daha çok kişiden her birini ifade eder (Müfredât). İnsana sinir uçlarından daha yakın olan Allah (Kaf 50/16), herkesin velisi yani en yakınıdır. Buna inanarak yanlışlardan sakınan kişi, sıkıntılarından kurtulur; artık üzerinde ne korku kalır ne de üzüntü çeker (Bakara 2/257, A’raf 7/3). Her şey gayet açık olduğu halde Allah’ı kendine uzak görenler ona, aracılarla ulaşmaya çalışırlar. Aracıları, veli veya evliya diye tanımlar ve kendilerini Allah’a ulaştırmaları için onlara kul köle olurlar (Zümer 39/3, Ahkaf 46/5). Bunu bile bile yapan (Bakara 2/22, En’âm 6/75-79), onları ilahlaştırmış (A’raf 7/3, 30) ve tövbe edilmediği taktirde asla affedilmeyecek şirk günahına girmiş olur (Nisa 4/48, 116; Ahkaf 46/4-6).
[2*] Bu ve benzeri ayetlerde (Bakara 2/38, 62; Taha 20/123, Ahkaf 46/13) Allah’ın kitabına uyan kimselerin üzerinde korku olmayacağı bildirilir. Diğer taraftan Allah, bizleri korku, açlık, can, mal ve ürün noksanlığı ile yıpratıcı bir imtihandan geçireceğini de bildirmiştir (Bakara 2/155). Bunlar birlikte düşünülünce, dünyada korku hissedilecek durumlarla mutlaka karşılaşılacağı ama Allah’ın kitabına uyanların bu imtihanı büyük bir başarının sebebi olarak görecekleri için korku ve üzüntünün etkisi altında kalmayacakları anlaşılır. Böyle kimseler en büyük ödülü ahirette göreceklerdir (Tevbe 9/72) Nitekim Allah'ın nebileri ayette belirtilen zorluklarla karşılaşmalarına rağmen hiç bir zaman gevşeklik göstermeyerek sabretmiş ve hem dünya hem de ahirette güzellikleri hak etmişlerdir. Bunun bir örneği Yakup ve Yusuf (a.s)'dır. Onlar, yaşadıkları korku ve üzüntüler karşısında gösterdikleri sabra karşılık dünyada ödüllendirilmiş (Yusuf 12/100-101), ahirette de büyük nimetleri hak etmişlerdir. Bu ayet Psikolojideki korku duygusunun yönetimine örnektir, Firavun'un sihirbazlarının duygularını yönetmeleri gibi.
[1*] Enfal 8/2-4, Secde 32/15, Hucurat 49/15.
[2*] Bakara 2/2-5. 177, Zümer 39/33.
[*] Nisa 4/13, Maide 5/119, En’am 6/16, Tevbe 9/72, 100, Mü’min 40/9, Casiye 45/30, Hadid 57/12, Saf 61/10-13, Teğabün 64/9, Buruc 85/11.
[1*] En’am 6/33, Hicr 15/97, Nahl 16/127, Neml 27/70, Yasin 36/76.
[1*] Yunus 10/55, Nur 24/64, Lokman 31/26.
[2*] En’am 6/116, 148, Yunus 10/36, Zuhruf 43/20, Necm 53/27-28.
[1*] İsra 17/12, Furkan 25/47, Neml 27/86, Kasas 28/73, Mü’min 40/61, Nebe 78/10-11.
[1*] Bakara 2/116, Kehf 18/4, Meryem 19/88-93, Enbiya 21/26, Saffat 37/151-152, Zümer 39/4, Zuhruf 43/81-82.
[2*] Bakara 2/169.
[1*] Çetin, ayetteki (شديد) şedîd’in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır (En'âm 6/160).
[2*] Nahl 16/117.
[1*] Nuh kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/59-64, Hud 11/25-48, Mü’minun 23/23-30, Şuara 26/105-122, Saffat 37/75-82, Kamer 54/9-16, Nuh 71/1-28.
[2*] Nuh aleyhisselamın, düşmanlarına meydan okuması, Allah Teâlânın, bütün resullerine yardım edip onları koruyacağını bildirmesinden dolayıdır (Maide 5/67, Yunus 10/102-103, Enbiyâ 21/7-9, Saffat 37/171-173).
[*] Şuara 26/109-110.
[*] A’raf 7/64, Enbiya 21/77, Furkan 25/37, Şuara 26/120, Saffat 37/82.
[*] A’raf 7/101, Yunus 10/13, Mü’minun 23/44.
[*] A’raf 7/103, Hud 11/96-97, Mu’minun 23/45-46, Furkan 25/35-36, Mü’min 40/23-24, Zuhruf 43/46.
[*] Neml 27/13-14, Kasas 28/36.
[*] Zuhruf 43/23.
[1*] “Musa’nın halkının ileri gelenleri” şeklinde tercüme edilen ifade “meleihim (مَلَئِهِمْ )”dir. Bu kelimede çoğul olan “hum” zamiri, tekil olan Firavun’u gösteremeyeceği için, buradaki ileri gelenler Musa’nın kavminin yani İsrailoğullarının ileri gelenleri olur. Nitekim Karun da İsrailoğullarındandı ama onlara karşı haddini aşan davranışlarda bulunuyordu (Kasas 28/76).
[3*] A’raf 7/159.
[*] Teğabün 64/13.
[1*] Fitne kelimesi ile ilgili olarak Yunus 10/83. ayetin dipnotuna bkz.
[2*] Benzer bir dua için bkz: Mümtahine 60/5.
[1*] İlk kıble, Mekke’deki Mescid-i Haram’dır (Âl-i İmran 3/96). Kıblenin Kudüs’teki Beytülmakdis’e çevrilmesi, Süleyman aleyhisselam zamanında olmuştur (Tevrat / I Krallar 8:28-30, II Tarihler 6/19-21) Orası, Yahudi ve Hristiyanları imtihan için geçici bir süreliğine kıble yapılmıştır (Bakara 2/143). Dolayısıyla Musa aleyhisselam zamanındaki kıble, içinde Ka’be’nin olduğu Mescid-i Haram’dır.
[2*] Bakara 2/83.
[1*] Âl-i İmran 3/178.
[*] Zümer 39/65-66.
[1*] Bakara 2/50, Taha 20/77, Şuara 26/63-65.
[*] Nisa 4/17-18, En’am 6/158, Mü’minun 23/99-100. Mü’min 40/84-85.
[1*] A’raf 7/137, İsra 17/104, Şuara 26/57-59, Duhan 44/25-28, Casiye 45/16.
[2*] Bakara 2/213, Al-i İmran 3/19, Neml 27/76-78, Şura 42/14, Casiye 45/17.
[1*] Burada el-kitab kelimesine cins yani “indirilmiş bütün kitaplar” anlamı verilmiştir.
[2*] Kur’an birkaç ayette daha Resulullah’ın bazı konularda ehlikitaba sormasını emretmiştir. Bu ayetler için bkz: Bakara 2/211, A’raf 7/163, İsra 17/101, Zuhruf 43/45.
[3*] En’am 6/114, Hud 11/17.
[*] En’am 6/14, 35, Yunus 10/105, Zümer 39/65.
[*] En’am 6/25, 109, 111, A’raf 7/146, Hicr 15/13-15, Şuara 26/201, Kamer 54/2.
[1*] Elçi gönderilmeyen kavimlere azap edilmez (İsra 17/15)
[2*] Saffat 37/147-148.
[1*] Bkz. Yunus 10/16. ayetin dipnotu.
[1*] İman kalpte olduğu için kişinin inancının doğru olup olmadığı ile ilgili onayı Allah’tan başkası veremez (İbrahim 14/4, Nahl 16/93, Kasas 28/56).
[2*] En’am 6/125, Tevbe 9/125.
[1*] Ayetteki “sümme = ثمَ” edatına mutlak beraberliği ifade eden “o sırada” anlamı verilmiştir. Çünkü “sümme” dört türlü kullanımı olan bir edattır. Bu kullanımlardan biri, sıralama veya öncelik-sonralık kastedilmeksizin mutlak beraberliği ifade eder (Mu’cemu'l-Lugati'l-Arabiyyeti'l-Muasıra, lem-ül Kutub; 1429 h., 2008; c:1, s:328; Yunus 10/103; Hud 11/3, 52
[2*] Yusuf 12/110, Enbiya 21/7-9. Kurtarmak anlamına gelen (نجو) ‘ncv’ kelimesi ayette hem if’âl hem de tef’il bâbında geçmektedir. Kelimenin tef’îl bâbındaki kullanımında, “ayırarak kurtarma” şeklinde, kurtarmanın keyfiyetine işaret eden bir anlam bulunduğu için bu durum meale yansıtılmıştır. Çünkü Yunus 10/98. ayete göre insanlık tarihinde topyekün iman eden tek toplum Yunus Aleyhisselamın halkıdır. Bu sebeple onların üzerinden azabın kaldırıldığı bildirilmektedir. Bunun dışındaki toplumlara azap geldiğinde elçileriyle birlikte iman edenlerin inanmayanlardan ayrılarak kurtarıldığı bu ayette ortaya konmaktadır. Nitekim Lut Aleyhisselam ve ailesi ile Nuh Aleyhisselam ve gemiye binen müminler bu durumun örneklerinden ikisidir.
[1*] Kafirun 109/1-6.
[2*] En’am 6/162-163, Neml 27/91-92, Zümer 39/11-15, Mü’min 40/66.
[1*] Nisa 4/170, 174, En’am 6/104, Yunus 10/57, İsrâ 17/105, Kehf 18/29.
[2*] En’am 6/66, 107, İsra 17/15, Neml 27/92, Zümer 39/41, Şura 42/6.
[1*] En’am 6/106, Ahzab 33/2.
[2*] Nahl 16/127, Rum 30/60, Mü’min 40/55, 77, Ahkaf 46/35, Tur 52/48, Kalem 68/48, Müzzemmil 73/10, Müddessir 74/7, İnsan 76/24.