EN'ÂM

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(En'âm 6/1)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
Her şeyi mükemmel yapmak[1*], gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı oluşturan Allah'a özgüdür. Ama bunları görmezlikte direnenler /kâfirler, (kendilerini veya başkalarını[2*]) Rablerine denk tutarlar[3*].

[1*] Bkz. Fatiha 1/2'nin dipnotu.

[2*] Maide 5/76, Furkan 25/43.

[3*] En’am 6/150,


(En'âm 6/2)
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلًاۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ
O, sizi balçıktan yaratan, sonra bir ecel[1*] belirlemiş olandır. Onun katında süresi belirlenmiş bir ecel[2*] daha vardır. Sonra siz, tereddüt ediyorsunuz.

[1*] Vücudun yaratılışı sırasında ölçüleri konan son kullanma tarihi, biyolojik ömür. İnsanın vücut ölçüleri döllenmiş yumurta haline geldiği sırada belirlenir(Abese 80/17-19

[2*] Süresi belirlenmiş ecel (ecel-i müsemmâ), yalnız Allah'ın bildiği yaşama süresidir. O süre dolunca insan ölür. Bazı yanlış davranışlar bu eceli kısaltabilir. Tövbe edip /dönüş yapıp durumunu düzeltenin eceli eski seviyesine çıkar (İbrahim 14/10, Nuh 71/4). Bunun örneği, Yunus aleyhisselamdır.(Saffat 37/139-149)


(En'âm 6/3)
وَهُوَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَفِي الْاَرْضِۜ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ
O, göklerde de Allah’tır yerde de[*]. Sırrınızı da bilir, açığa vurduğunuzu da. Kazandığınız her şeyi bilir.

[*] Zuhruf 43/84


(En'âm 6/4)
وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ
Onlara Rablerinin /Sahiplerinin ayetlerinden hangi ayet[1*] gelse hemen ondan yüz çevirirler[2*].

[1*] Allah’ın ayetleri, Allah’ın kitaplarında olanlarla sınırlı değildir. Tabiatta olan her şey Allah'ın âyetidir. Çevremizde ve vücudumuzda yer alan bu âyetler, Kur'ân ayetleriyle tam bir uyum içindedir. Kendini yaratanın Allah olduğunu bilmeyen yoktur. Kur'an âyetlerinin, kendi yapısı ve tabiatta yaptığı gözlemlerle uyum içinde olduğunu gören herkes, Kur’ân’ın Allah'ın kitabı olduğu konusunda tam bir kanaate varır (Fussilet 41/53). Allah’ın dini, varlıklardaki kanun ve kurallar ile tam bir uyum içindedir (Rum 30/30). Allah’ın yarattığı ayetleri istismar ederek insanları sömürenler de indirilen ayetleri istismar ederek dinden menfaat sağlayanlar gibi yaptıklarından sorumlu tutulurlar. Dürüst davranan ilim adamlarının tamamı, Allah’tan başka ilah olmadığı konusunda kesin bir kanaate sahiptirler (Al-i İmran 3/18).

[2*] Yasin 36/46.


(En'âm 6/5)
فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۜ فَسَوْفَ يَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Kendilerine gelen gerçekler/ayetler karşısında kesinlikle yalana sarıldılar[1*]. Hafife aldıkları şeyin haberleri yakında onlara gelecektir[2*].

[1*] Kâf 50/5.

[2*] Şuara 26/6.


(En'âm 6/6)
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَارًاۖ وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْنًا اٰخَر۪ينَ
Görmediler mi, onlardan önce nice nesilleri helak ettik! Bu topraklarda size vermediğimiz imkânları onlara vermiş, üzerlerine bol yağmurlu bulutlar göndermiş, topraklarından akıp giden ırmaklar oluşturmuştuk. Sonunda onları, günahları yüzünden yok ettik[*] ve arkalarından başka nesiller oluşturup geliştirdik.

[*] Allah ile yüzleşme konusunda yalana sarılanlar, kesinlikle kaybederler (En’âm 6/31).


(En'âm 6/7)
وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَابًا ف۪ي قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِاَيْد۪يهِمْ لَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
Sana kağıda yazılı bir belge indirsek de elleriyle ona dokunsalar, gerçekleri görmezlikte direnenler /kâfirlik edenler şöyle derler: “Bu apaçık büyüden başka bir şey değil ki![*]”

[*] Bunlar, Muhammed aleyhisselamı değil, elçi olarak getirdiği kitabı kabullenemedikleri için ne yaparsa yapsın, ona inanmayacaklardır. Firavun ve hanedanının Musa aleyhisselamın gösterdiği mucizeler karşısında söyledikleri bundan başkası değildi (Yunus 10/75-78, Neml 27/7-14). Aynı şey İsa aleyhisselama da yapılmıştı (Maide 5/110).


(En'âm 6/8)
وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌۜ وَلَوْ اَنْزَلْنَا مَلَكًا لَقُضِيَ الْاَمْرُ ثُمَّ لَا يُنْظَرُونَ
Şunu da derler: “Ona bir melek indirilseydi ya[1*]!”. Eğer melek indirseydik işleri bitirilir, onlara süre verilmezdi[2*].

[1*] Furkan 25/7.

[2*] Lut kavminde olduğu gibi gelen melek, ancak ceza indirmek için gelir (Hud 11/75-83, Hicr 15/8).


(En'âm 6/9)
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكًا لَجَعَلْنَاهُ رَجُلًا وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ
Bu elçiyi melek yapsaydık, onu erkek yapar[*], onları içine düştükleri karmaşaya yine düşürürdük.

[*] Allah’ın nebi olarak gönderdiği resullerin tamamı erkektir (Nahl 16/43-44).


(En'âm 6/10)
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Senden önce gelen elçiler de mutlaka hafife alınmışlardı. Sonunda onlarla alay edenleri, hafife aldıkları şey kuşatıverdi[*].

[*] Ra’d 13/32, Hicr 15/11, Enbiya 21/41, Yasin 36/30, Zuhruf 43/7.


(En'âm 6/11)
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ
De ki “Yeryüzünde dolaşın da yalana sarılanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.”


(En'âm 6/12)
قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلْ لِلّٰهِۜ كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
“Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” diye sor ve de ki “Allah'ındır!” O, bol bol ikramda bulunmayı kendine görev yazmıştır[1*]. Geleceğinde şüphe olmayan Kıyamet /mezardan kalkış günü hepinizi, kesinlikle bir araya toplayacaktır. Kendilerini hüsrana uğratanlar, buna inanmayanlardır[2*].

[1*] Fatır 35/45.

[2*] En’âm 6/30-31.


(En'âm 6/13)
وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Gecenin ve gündüzün içinde barınan her şey onundur. O daima dinleyen ve bilendir.


(En'âm 6/14)
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
De ki: “Gökleri ve yeri bölünme kanunu[1*] ile yaratan, besleyen ama kendisi beslenmeyen Allah’tan başkasını mı veli /en yakın sayacağım!” Bir de “(Allah’a) Herkesten önce benim teslim olmam emredildi.” de ve sakın müşriklerden olma![2*]

[1*] Ayetteki fâtır = فاطر, bir şeyi uzunlamasına bölen anlamındadır (Müfredat). Allah, bütün varlıkları bu kurala göre yaratmıştır.

[2*] Allah’ı ikinci sıraya koyan, ona teslim olamadığı için müşrik olur.


(En'âm 6/15)
قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
De ki: “Eğer Rabbime karşı gelecek olsam azametli bir günün azabından korkarım.”


(En'âm 6/16)
مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ
O gün Allah kimi o azaptan çevirirse[1*] ona ikram etmiş olur. Bu, açık bir başarıdır[2*].

[1*] Meal; Hamza, Kisaî, Yakub ve Ebu Bekr’in Asım’dan naklettikleri “yasrif” kıraatine göre verilmiştir.

[2*] Al-i İmran 3/185, Zümer 39/61.


(En'âm 6/17)
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Allah sana bir sıkıntı verirse onu, ondan başkası gideremez. Sana bir iyilik yaparsa (bil ki) o her şeye bir ölçü koymuştur[*].

[*] Yunus 10/107, Fatır 35/2, Zümer 39/38.


(En'âm 6/18)
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
O, kulları üzerinde tam hâkimdir. O, bütün kararları doğru olan ve her şeyin iç yüzünü bilendir.


(En'âm 6/19)
قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ قُلْ لَٓا اَشْهَدُۚ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ
Onlara “Kimin şahitliği daha büyüktür?” diye sor ve de ki: “Benimle sizin aranızda şahit Allah’tır. Bu Kur'ân bana, sizi ve ulaştığı herkesi onunla uyarayım diye vahyedildi[*]. Siz hiç Allah ile birlikte başka ilahların da olduğuna şahitlik eder misiniz?” De ki: “Ben şahitlik etmem!” Şunu da de: “Şüphesiz o, tek ilahtır. Ben, ona ortak saydığınız her şeyden uzağım!”

[*] En’am 6/93, Şura 42/7.


(En'âm 6/20)
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟
Kitap verdiğimiz kimseler onu[*] kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini hüsrana uğratanlar, ona inanmayanlardır.

[*] “Onu” kelimesi hem son kitap Kur’an’ı hem de son elçi Muhammed aleyhisselamı işaret etmektedir (Bakara 2/89, 146, Araf 7/157, Saf 61/6).

 

(En'âm 6/21)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Bir yalanı[1*] Allah’a mâl edenden veya onun ayetleri karşısında yalana sarılandan daha büyük yanlış yapan kişi kimdir? Şu bir gerçek ki yanlışlar içinde olanlar umduklarına kavuşamazlar[2*].

[1*] Allah ile insanlar arasında aracı olduğunu iddia eden.

[2*] En'am 6/93, A’raf 7/37, Yunus 10/17, Hud 11/18, Ankebut 29/68.


(En'âm 6/22)
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
Bir gün onların hepsini toplayacağız, sonra bize ortak oluşturanlara /müşriklere şöyle diyeceğiz: “Ortaklarımız olduğunu iddia ettikleriniz nerede?[*]”

[*] Kehf 18/52, Kasas 28/62, 74.


(En'âm 6/23)
ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ
Onları yakan şey[1*] şu sözleridir: “Rabbimiz olan Allah’a yemin ederiz ki biz şirk koşan kimseler değildik[2*].”

[1*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat).  Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf  7/155), aldatma (A’râf  7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır. İçinde oldukları durum, altın kaplamalı bir demirin ateşe sokulması gibi yalanlarını ortaya çıkardığı için kelimeye, “onları yakan şey” meali verilmiştir.

[2*] Zümer 39/3, Mücadele 58/18.


(En'âm 6/24)
اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Baksana; kendilerini nasıl da kandırmışlar? Uydurdukları ortaklar da onları terk edip gitmiş!


(En'âm 6/25)
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Bunlardan seni dinleyenler olur; ama (sanki) anlamasınlar diye kalplerinin üzerinde kat kat örtüler oluşturmuşuz, kulaklarında da tıkaç var[1*]. Bütün ayetleri görseler inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde seninle çekişirler. Ayetleri görmezlikte direnen bu kimseler: “Bu, öncekilerin yazılarından[2*] başka bir şey değil ki!” derler.

[1*] Kâfirlerin ön yargıları, istiâre-i temsiliyye /alegori ile canlandırılmıştır (Tefsir’ul-menar). İstiârede benzetme edatı gizlenir. Buradaki mecaz gerçek sanıldığı için benzetme edatı, tarafımızdan “sanki” sözüyle açığa çıkarılmıştır (Yasin 36/8-10, Lokman 31/6-7, Câsiye 45/6-7). “Sanki” edatı yazılmazsa bazı insanlar, Allah’ın kafirlere, tövbe kapısını kapattığını ve özgürce karar almalarını engellediğini sanacaklardır (Nisa 4/18). Oysa tövbe edildiği yani yanlıştan dönüldüğü takdirde (Bakara 2/160) affedilmeyecek bir günah yoktur (Zümer 39/53). Ayetleri görmezlikte direnenler, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini gereği gibi kullanmaz; gerçekleri görmek, duymak ve anlamak istemezler (Fussilet 41/5). Sanki Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine de perde çekmiş gibi davranırlar. Ayrıca Allah, kâfirleri, en’ama yani koyun, keçi, sığır ve deveye benzetmiştir. Bunun sebebi de kalplerini, kulaklarını ve gözlerini bir insan gibi kullanmamalarıdır (A’raf 7/179, Furkan 25/43-44). Ayrıca bakınız: Nisa 4/155, Maide 5/13, En’am 6/46, Araf 7/100-101, Tevbe 9/87,93, Yunus 10/74, Nahl 16/106-108, Rum 30/58-59, Mümin 40/35, Casiye 45/23, Muhammed 47/16, Saf 61/5, Münafikun 63/3, Mutaffifin 83/14.

[2*] Ayette geçen esâtîr (أَسَاطِيرُ) kelimesi, “bir şeye hiza vermek, saf tutturmak” anlamına gelen satr (سطر) kökünden türemiş olan ustûre (اسطورة) kelimesinin çoğuludur (Müfredat). Satara (سَطَرَ) fiilinin “yazı yazmak” anlamına gelmesi, harflerin hizaya sokulması, anlamlı bir şekilde sıralanması sebebiyledir. Dokuz yerde geçen esâtîru’l-evvelîn (أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ) ifadesi, Kur’an’da anlatılanların yeni olmadığını, önceki ilahi kitaplarda, diğer kitaplarda, yazıtlarda ya da anlatılarda zaten var olduğunu belirtmek için ayetleri görmezden gelenler tarafından kullanılan alaycı bir ifadedir. Bunu söyleyerek Kur’an’ın önceki ilahi kitapları tasdik etmesini de istismar etmişlerdir (Enfal 8/31, Nahl 16/24, Mü'minun 23/83, Furkan 25/5, Neml 27/68, Ahkaf 46/17, Kalem 68/15, Mutaffifîn 83/13).


(En'âm 6/26)
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
Onlar, insanları Kur'ân’dan engeller, kendileri de ondan uzak dururlar. Ama sadece kendilerini tüketirler de farkında bile olmazlar.


(En'âm 6/27)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Ateşin önünde durduruldukları gün onları bir görsen! Derler ki “Ah keşke geri çevrilsek de Rabbimizin ayetleri karşısında bir daha yalana sarılmasak, biz de müminlerden olsak!


(En'âm 6/28)
بَلْ بَدَا لَهُمْ مَا كَانُوا يُخْفُونَ مِنْ قَبْلُۜ وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Aslında daha önce gizledikleri şey (imanları[*]) ortaya çıkar. Ama geriye gönderilseler, kendilerine konan yasaklara yine dönerler. Çünkü onlar, yalancıdırlar.

[*] Cehenneme gidecekler, inandıktan sonra kafir olanlardır. Allah Teala şöyle buyurur: "Bazı yüzlerin ak olacağı, bazı yüzlerin de kararacağı günde, yüzleri kararanlara şöyle denir: "Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, değil mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!” (Al-i İmran 3/106)

Küfür örtme; kâfir, örten demektir. Allah’ın her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğunu, koyduğu kurallara uymak gerektiğini bilmeyen yoktur. O kurallar, kişinin hayat tarzına ters düşmeye başlarsa uymak zorlaşır ve onları görmezden gelmeye başlar. Görmezden gelse de üstünü örttüğü imanın kendine yeteceğini, ama Allah’a tam teslim olamadığını, bir gün onu da yapacağını düşünür. “Kâfir olanlar, zaman zaman “Keşke biz de Allah’a teslim olanlardan olsak” diye arzu ederler. Bırak onları yesin, içsin hayatın tadını çıkarsınlar, beklentileri kendilerini oyalasın; nasıl olsa yakında öğreneceklerdir.” (Hicr 15/2-3)

Bunlar cehennemi görünce kendilerine fayda sağlayacak tek şeyin iman olduğunu anlayacak ve gerçek mümin olmak için dünyaya döndürülmek isteyeceklerdir. Ancak menfaatlerinin esiri oldukları için dünyaya döndürülseler bile doğu olanı değil de menfaatlerine uygun gördüklerini yaparak yine kafir olacaklardır.


 


(En'âm 6/29)
وَقَالُٓوا اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَ
Şöyle demişlerdi: “Dünyadaki hayatımızdan başka hayat yoktur. Biz tekrar diriltilecek değiliz[*]!”

[*] Mü’minun 23/37, Duhan 44/34-35, Casiye 45/24.


(En'âm 6/30)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۜ قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ۟
Rablerinin huzurunda durduruldukları gün onları bir görsen! Rableri: “Bu, gerçekmiş değil mi?” der, onlar da “Evet, Rabbimize yemin olsun ki gerçekmiş!” derler. Bunun üzerine Rableri: “Öyleyse kâfirlik etmenize karşılık tadın bu azabı!” der[*].

[*] Ahkaf 46/34.


(En'âm 6/31)
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ
Allah’ın huzuruna varma hakkında yalana sarılanlar, kesinlikle kaybederler. Beklenmedik bir anda son saat gelince günah yüklerini sırtlarında taşırken: “Bu konudaki kusurlarımızdan dolayı vay halimize!” diyeceklerdir. Dikkat edin, yüklenecekleri şey ne kötüdür!


(En'âm 6/32)
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌۜ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
(Allah ile yüzleşmeyi düşünmeyenler için) Dünya hayatı, sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Yanlışlardan sakınanlar için hayırlı olan, elbette o son yurttur. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız[*]?

[*] Ankebut 29/64, Muhammed 47/36, Hadid 57/20.


(En'âm 6/33)
قَدْ نَعْلَمُ اِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذ۪ي يَقُولُونَ فَاِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلٰكِنَّ الظَّالِم۪ينَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
Onların söylediklerinin seni çok üzdüğünü elbette biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, yanlışlar içindeki o kişiler, Allah’ın ayetlerini bile bile inkar ediyorlar.


(En'âm 6/34)
وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلٰى مَا كُذِّبُوا وَاُو۫ذُوا حَتّٰٓى اَتٰيهُمْ نَصْرُنَاۚ وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۚ وَلَقَدْ جَٓاءَكَ مِنْ نَبَا۬ئِ الْمُرْسَل۪ينَ
Senden önceki elçiler de yalanlandı; ama yalanlanmalarına ve eziyet görmelerine rağmen yardımımız gelene kadar sabrettiler /duruşlarını bozmadılar. Allah'ın sözlerini kimse değiştirebilecek değildir. Zaten o elçilerin haberlerinden bir kısmı sana geldi!


(En'âm 6/35)
وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Onların yüz çevirmeleri sana ağır mı geliyor! Öyleyse hadi bakalım, gücün yetiyorsa yer altına inen bir delik veya göğe doğru bir merdiven bul da onlara bir mucize getir. Tercihi (insanlara bırakmayıp) Allah yapsaydı elbette onları doğru yolda toplardı[1*]. O halde sakın cahillik edenlerden olma[2*]!

[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

[2*] Kehf 18/6, Şuara 26/3.


(En'âm 6/36)
اِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۜ وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ
Sadece dinleyenler, çağrıyı kabul ederler. Ölüler gibi davrananları, nasıl olsa Allah yeniden diriltecektir. Sonra hepsi onun huzuruna çıkarılacaklardır.


(En'âm 6/37)
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
“Rabbinden ona bir mucize indirilse olmaz mı?” dediler. De ki: “Allah mucize indirmenin ölçüsünü belirlemiştir[*]. Ama onların çoğu bunu bilmezler.”

[*] Nebilerinden mucize talep edip de, geldiğinde inanmayan toplumlar (Şuara 26/154) helak edilmişlerdir (A'raf 7/103-136, İsra 17/59,90-93).


(En'âm 6/38)
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
Yerde hareket eden tüm canlılar ve iki kanadıyla uçanların tamamı, tıpkı sizin gibi birer toplum /ümmettir. Bu kitapta[1*] hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onlar da Rablerinin huzurunda bir araya getirileceklerdir[2*].

[1*] Allah,  Adem aleyhisselamdan son Nebi Muhammed aleyhisselama kadar, bütün nebilerine kitap vermiştir. İmtihan gereği koyduğu küçük farklar dışında hepsinde ana yol aynı olduğundan biri diğerini tasdik eder (Maide 5/48). Bu ayet indiği sırada henüz Kur'ân tamamlanmamıştı ama En’am 6/84. ayetten 89. ayete kadar bütün nebilere işaret edildikten sonra şöyle buyurulmuştur: “İşte onlar, Allah'ın rehber /kitap verdiği kimselerdir. Sen de onların rehberine /kitaplarına uy." (En’am 6/90) Mekke’de bilinen ilahi kitaplar, sadece Tevrat ve İncil idi (En’am 6/156-157). Kur’an’da hüküm olmayan konularda onlara başvurulunca herhangi bir eksik kalmamış oluyordu. Nitekim kıble değişinceye kadar müslümanlar Tevrat’a uyarak namazlarını Kudüs'teki Beyt-i Makdis’e yönelerek kılmışlardı (Bakara 2/143-144). Kur’an’ın inişi tamamlanınca uyulacak tek kitap o oldu. Artık başkasına uyulamaz (Maide 5/3).

[2*] Şûrâ 42/29


(En'âm 6/39)
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ مَنْ يَشَاِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Ayetlerimiz karşısında yalana sarılanlar; sağırdırlar, dilsizdirler, karanlıklar içindedirler. Allah sapıttığına onay verdiği kişiyi sapık sayar, doğru davrandığına onay verdiğini de doğru bir yola koyar[*].

[*] Ayette geçen (yeşe’ = يشأ) fiilinin kökü, “var etme” anlamında olan (şey = شيء)’dir (Müfredât). Allah her şeyi, bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). Onaylarını, bu ölçülere göre verir.


(En'âm 6/40)
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
De ki: ”Hiç düşündünüz mü! Size Allah’ın azabı gelse ya da son saat gelip çatsa, Allah’tan başkasını mı yardıma çağırırsınız? Dürüstseniz (söyleyin).”


(En'âm 6/41)
بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟
Başkasını değil, yalnız Allah’ı yardıma çağırırsınız. Allah uygun görürse duanızı kabul eder ve sıkıntınızı giderir. O zaman ortak saydıklarınızı unutmuş olursunuz[*].

[*] Yunus 10/22-23, İsra 17/67.


(En'âm 6/42)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ
Senden önceki toplumlara da elçiler göndermiş, belki yalvarıp yakarırlar diye onları çeşitli sıkıntılara ve zararlara uğratmıştık.


(En'âm 6/43)
فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Verdiğimiz sıkıntılar başlarına gelince bize yalvarıp yakarsalardı olmaz mıydı? Ama kalpleri katılaştı. (Başka yollara başvurdular[1*]) Şeytanları[2*], yapmakta oldukları şeyi kendilerine güzel gösterdi.

[1*] Hac 22/11-15.

[2*] İnsanları saptıranlar insan ve cin şeytanları olduğu için (Nas 114/1-6) (eş-şeytân = الشَّيْطَانُ) kelimesi cins ismi sayılarak meal verilmiştir.


(En'âm 6/44)
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ
Akılda tutulması gereken bilgileri[*] akıllarından çıkardıkları zaman onlara bütün kapıları açtık. Verilen nimetlerle şımardıkları bir sırada da onları ansızın yakaladık. Bütün umutlarını kaybettiler.

[*] A’raf 7/163-166, İsra 17/15,


(En'âm 6/45)
فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Yanlış yapan toplulukların kökleri kurutuldu. Her şeyi mükemmel yapmak[*], bütün varlıkların sahibi olan Allah’a özgüdür.

[*] “Hamd”, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için “güzel” yerine “mükemmel” kelimesini kullandık.


(En'âm 6/46)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ
De ki: “Hiç düşündünüz mü! Allah dinleme ve görme özelliklerinizi alsa, kalplerinizi de mühürlese[*], Allah’ın dışında bunları size geri verecek ilah kimdir?” Bak bakalım, ayetleri değişik açılardan nasıl açıklıyoruz, sonra onlar nasıl kenara çekiliyorlar!

[*] Dinleme, görme ve kalp yani gönül, insana ruh üflenmesi ile birlikte oluşan ve onu diğer canlılardan farklı hale getiren yapıdır. Bkz Secde 32/9 ve dipnotu

 


(En'âm 6/47)
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ
De ki: “Hiç düşündünüz mü? Allah'ın azabı size, beklenmedik bir anda veya göz göre göre gelse, yanlış yapan topluluklardan başkası mı bitirilir?”


(En'âm 6/48)
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Elçileri, sadece birer müjdeci ve uyarıcı olsunlar diye göndeririz. Kim inanıp güvenir ve kendini düzeltirse onların üzerinde ne bir korku olur ne de onlar üzülürler.


(En'âm 6/49)
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Ayetlerimiz karşısında yalana sarılanlar, yoldan çıkmalarına karşılık azaba uğrayacaklardır.


(En'âm 6/50)
قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟
De ki: “Size ‘Allah'ın hazineleri yanımdadır’ demiyorum. Gaybı /gizli şeyleri de bilmem. Size, ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece bana vahyedilen Kur’ân’a uyarım.” De ki: “Gören ile görmeyen bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?”


(En'âm 6/51)
وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Araya girecek bir dostları veya şefaatçileri olmadan Rablerinin huzurunda bir araya getirilmekten korkanları, Kur’an ile uyar[*]. Belki yanlışlardan sakınırlar.

[*] Taha 20/1-3, Fatir 35/18, Yasin 36/11, Kaf 50/45.


(En'âm 6/52)
وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ
Sabah akşam dua edip Rablerinin rızasını kazanmaya odaklananları yanından kovma! Onların hesabı senden sorulmaz. Senin hesabın da onlardan sorulmaz. Onları kovarsan yanlış yapanlardan olursun[*].

[*] Kehf 18/28.


(En'âm 6/53)
وَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ
İşte böyle! Kimilerini kimileriyle zor bir imtihana[*] sokarız ki: “Allah aramızdan bunlara mı ikramda bulundu?” desinler. Görevlerini yerine getirenleri en iyi bilen Allah değil midir?

[*] Fitne için bkz. En’am 6/23’ün dipnotu.


(En'âm 6/54)
وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ayetlerimize inanıp güvenenler sana gelince de ki: “Selam[1*] size! Rabbiniz, bol bol ikramda bulunmayı kendine görev olarak yazmıştır. Şöyle ki içinizden kim bir cahillik ederek[2*] kötülük yapar, ardından da tövbe edip /dönüş yapıp kendini düzeltirse iyi bilsin ki Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.”

[1*] Arapça “Selam size!” (Selâmun aleykum) Türkçe’de “Size selamet (esenlik ve güvenlik) olsun” demektir.

[2*] Ayette geçen (جَهَالَةٍ = cehâlet)’in Türkçe karşılığı cahillik veya cahillik etmektir. Cahillik, bilmemek; cahillik etmek de bildiği halde kendini tutamayarak yanlış iş yapmaktır. Züleyha ve diğer kadınların onu elde etmeye çalışmaları karşısında Yusuf aleyhisselamın söylediği şu sözler, cahillik etme anlamına uygun düşmektedir: “Rabbim! Bu kadınların istediklerini uymaktansa hapsi tercih ederim. Onların oyununu benden savmazsan onlara karşı çocukça davranır ve cahillik edenlerden olurum.” (Yusuf 12/33) . Yusuf (as) kendine hakim olamamaktan korkuyordu. Allah Teâlâ kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemediği için (Bakara 2/286) bu ayette geçen cehalet kelimesine “bilmeden” anlamı verilemez.


(En'âm 6/55)
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟
Ayetlerimizi işte böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki (gerçekler ortaya çıksın) ve suçluların yolu iyice belli olsun.


(En'âm 6/56)
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قُلْ لَٓا اَتَّبِعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ
De ki “Allah ile aranıza koyup yardıma çağırdıklarınıza kulluk etmem bana yasaklanmıştır.” De ki: “Ben sizin arzularınıza uymam. Öyle yaparsam kesin sapıtırım, doğru yolda gidenlerden olmam[*].”

[*] Mü’min 40/66.


(En'âm 6/57)
قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ
De ki: “Ben Rabbimden gelen açık bir delile dayanıyorum ama siz onun karşısında yalana sarılıyorsunuz. Hemen istediğiniz şey (hak ettiğiniz ceza) benim elimde değildir. Onun kararını sadece Allah verir. O, gerçeği tam olarak ortaya koyar. İyi ile kötüyü en iyi ayıran odur.


(En'âm 6/58)
قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ
De ki “Hemen istediğiniz şey (sizi cezalandırmak) elimde olsaydı aramızdaki her şey biterdi. Ama yanlış yapanların kimler olduğunu en iyi bilen Allah’tır.”


(En'âm 6/59)
وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Gaybın /gizli bilgilerin[*] anahtarları Allah katındadır; onları ondan başkası bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi o bilir. Onun bilgisi olmadan bir tek yaprak bile düşmez. Yerin karanlıkları içinde bir dane, yaş veya kuru herhangi bir şey yoktur ki apaçık yazılı bir kaydı olmasın.

[*] Var olduğu halde duyu organlarından uzak olana veya kişinin bilmediği şeylere ‘gayb’ denir. (Mufredat)


(En'âm 6/60)
وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟
Geceleyin sizi vefat ettiren[1*] ve gündüzün nelerle uğraştığınızı bilen odur. Gündüz sizi kaldırır ki belirlenmiş eceliniz[2*] tamamlansın. Sonra dönüp geleceğiniz yer onun huzurudur. Daha sonra da size neler yaptığınızı bildirecektir.

[1*] Ölüm, bedenin canlılığının son bulması, vefat ise ruhun bedenden ayrılmasıdır. Bu ayete göre her gece vefat edilmektedir ancak bu esnada beden ölmüş değil uyku halindedir. Ölen bir bedene ruh geri dönemez. Ölüm (mevt) ve vefat kelimelerinin aynı cümle içinde kullanıldığı 61. ayetten anlaşılacağı üzere ikisi aynı şey değildir. Konu ile ilgili olarak detaylı açıklama Zümer 39/42 ve dipnotunda verilmiştir.

[2*] Ecel-i Müsemma: Belirlenmiş ecel. Bkz.: En’am 6/2 ve dipnotu.

 


(En'âm 6/61)
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ
O, kulları üzerinde tam hâkimdir; size korumalar gönderir[1*]. Birinize ölüm gelince elçilerimiz bir kusur etmeksizin onu vefat ettirirler[2*].

[1*] Ra’d 13/11, Tarık 86/4.

[2*] Halk arasında, Azrail adında tek bir ölüm meleği olduğuna inanılır. Bu ayete ve daha bir çok ayete göre, insanların canını almakla görevli meleklerler birden fazladır (Nahl 16/28-33,Secde 32/11). Hadislerde de durum aynıdır (Buhârî, Cenâiz, 69, Enbiyâ, 31; Müslim, Feżâil, 157, 158; Tirmizî, Tefsîr, 7; İbn Mâce, Cihâd, 10; Müsned, II, 269, 351; IV, 287; V, 395). Azrail kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahih hadislerde yoktur.

 


(En'âm 6/62)
ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ
Sonra onlar, üzerlerinde gerçek yetkili olan Allah'a döndürülürler. Bilin ki karar onun kararıdır. O, hesabı en çabuk görendir[*].

[*] Allah burada ve daha nice ayette (Bakara 2/202, Al-i İmran 3/199, Maide 5/4, Ra’d 13/41, İbrahim 14/51), hesabı çabuk göreceğini bildirdiği  ve mahşerde şefaatin olmayacağını açıkça ifade ettiği halde (Bakara 2/48,254, En’am 6/70, İnfitar 82/19) kendi içerisinde de tutarsızlığı olan birtakım rivayetlere dayanılarak mahşer yerinde hesabın geciktirilmesinden bunalan insanların, arabuluculuk yapsınlar diye bütün nebilere başvuracağı ama hepsinin birer bahane ile arabuluculuğu reddedeceği, bunu sadece Muhammed aleyhisselamın kabul edeceği ama onun da diğerlerini dikkate almadan şefaati kendi ümmeti için yapacağı söylenmiş ve buna şefaat-i kübra denmiştir. (Buhârî, Enbiya 3, 8, Tefsir, Benî İsrail 5; Müslim İman 327; Tirmizî, Kıyamet 11) Halbuki Muhammed aleyhisselamın, kendinin bile nasıl bir muamele ile karşılaşacağını bilemeyeceği (Ahkaf 46/9), gaybı da bilmediği açıkça bildirilmiştir (En’am 6/50, Araf 7/188, Hud 11/31).


(En'âm 6/63)
قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۚ لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
De ki: “Bizi buradan kurtarırsan elbette sana karşı görevlerini yerine getirenlerden oluruz' diye yalvara yalvara içten içe onu yardıma çağırdığınızda, karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır?”


(En'âm 6/64)
قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ
De ki: “Sizi hem oradan hem de her sıkıntıdan Allah kurtarır. Sonra siz yine de ona ortaklar uydurursunuz.”


(En'âm 6/65)
قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ
De ki “Üstünüzden veya ayaklarınızın altından azap göndermenin, sizi farklı topluluklara ayırmanın ve birinize diğerinin baskısını tattırmanın kuralını koyan odur.” Baksana anlasınlar diye ayetlerimizi değişik şekillerde nasıl açıklıyoruz.


(En'âm 6/66)
وَكَذَّبَ بِه۪ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّۜ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ
Senin halkın, Kur'ân karşısında yalana sarıldı. Oysa o, gerçeğin ta kendisidir. De ki: “Ben sizin vekiliniz /savunucunuz değilim.”


(En'âm 6/67)
لِكُلِّ نَبَاٍ مُسْتَقَرٌّۘ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
“Her haberin gerçekleşeceği bir yer ve zaman vardır[*], yakında siz de öğrenirsiniz.”

[*] Ali- İmran 3/154.


(En'âm 6/68)
وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۜ وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Ayetlerimiz hakkında uygunsuz sözlere dalanları görürsen, başka bir konuya dalmalarına kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan unutturursa hatırladıktan sonra yanlışlar içindeki o topluluğun yanında oturma.


(En'âm 6/69)
وَمَا عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَلٰكِنْ ذِكْرٰى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Onların hesabından hiçbir şey yanlışlardan sakınanlara yüklenmez. Ama (kalkıp gitmeniz) bir hatırlatma olur. Belki yanlışlardan sakınırlar.


(En'âm 6/70)
وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟
Dünya hayatına aldanıp dinlerini oyun ve eğlence haline getirenleri bırak. Kimse yaptığı şeyden dolayı bir mahrumiyet yaşamasın diye Kur’an ile bilgilendir. Allah ile aralarına girecek ne bir dost ne de şefaatçileri olacak, bedel olarak ne verseler kabul edilmeyecektir. Yaptıkları sebebiyle mahrum edilecek olanlar onlardır. Ayetleri görmezlikte direnmelerine karşılık hak ettikleri, kaynar sudan bir içecek ve acıklı bir azaptır.


(En'âm 6/71)
قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
De ki: “Bize yarar sağlayamayacak ve zarar veremeyecek birini Allah ile aramıza koyup da onu mu yardıma çağıralım? Allah bizi yoluna kabul ettikten sonra geri mi döndürülelim? Bulunduğu yerde ‘Bize gel’ diyerek kendini doğruya çağıran arkadaşları olduğu halde şeytanların ayartıp şaşkına çevirdiği kimse gibi mi olalım?” De ki: “Doğru yol sadece Allah'ın yoludur. Bize varlıkların Rabbine /sahibine teslim olmamız emredildi.


(En'âm 6/72)
وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
(Bir de şu emri aldık) namazı özenli ve sürekli kılın ve Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının; huzurunda toplanacağınız odur."


(En'âm 6/73)
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُۜ قَوْلُهُ الْحَقُّۜ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِۜ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
Gökleri ve yeri o gerçek için (sizleri imtihan için)[*] yaratan da odur. “Ol!” dediği gün, her şey oluşur. Onun sözü gerçektir. Sura üfleneceği gün bütün yetki onundur. Gaybı /algılanamayanı da şehadeti /algılanabileni de o bilir. Bütün kararları doğru olan, her şeyin iç yüzünü bilen odur.

[*] Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları, insanları ve cinleri zorlu bir imtihandan geçirmek için yaratmıştır. Bunu Hud Suresinin 7. ayetinde açıklamış, diğer ayetlerde de “(بِالْحَقِّ) o gerçek için” ifadesiyle buna işarette bulunmuştur (Hud 11/7, İbrahim 14/19, Hicr 15/85, Nahl 16/3, Ankebut 29/44, Rum 30/8, Zümer 39/5, Duhan 44/39, Ahkaf 46/3,  Teğabun 64/3).


(En'âm 6/74)
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ اٰزَرَ اَتَتَّخِذُ اَصْنَامًا اٰلِهَةًۚ اِنّ۪ٓي اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
İbrahim bir gün babası Azer'e: “Sen putları ilah mı ediniyorsun! Ben, seni ve halkını açık bir sapıklık içinde görüyorum.” dedi.


(En'âm 6/75)
وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ
İbrahim’e, göklerin ve yerin yönetimini de şu şekilde gösterdik ki kesin bilgiye ulaşanlardan olsun.


(En'âm 6/76)
فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًاۚ قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِل۪ينَ
Gecenin karanlığı üzerine çökünce bir gezegen gördü[*], "Bu benim Rabbimdir." dedi. Gezegen kaybolunca, "Ben kaybolanları sevmem." dedi.

[*] Ayette geçen “kevkeb = كوكب” kelimesi gezegen anlamına gelir. Kur’an’da yıldız için “necm = نجم” kelimesi kullanılır. Nitekim Kıyamet /mezardan kalkış öncesinde yıldızların söneceğinden (Mürselat 77/8, Tekvir 81/2), gezegenlerin de dağılacağından (İnfitar 82/2) bahsedilerek iki kavramın farklı olduğu ortaya konmuştur. Yıldızların sönecek olması, ışıklarının kendilerinden olduğunu vurguladığı gibi gezegenlerin  kendi ışıklarının olmadığını da gösterir. İbrahim aleyhisselamın gördüğü gezegen, dünyadan bakıldığında çok parlak bir yıldız gibi görünen Venüs olmalıdır.


(En'âm 6/77)
فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِن۪ي رَبّ۪ي لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّ۪ينَ
Ay’ı, ışık saçarak doğarken gördüğünde "Bu benim Rabbimdir!" dedi. Kaybolduğunda da "Eğer Rabbim doğruyu göstermezse gerçekten ben de bu sapık topluluktan olacağım." dedi.


(En'âm 6/78)
فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ي هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ
Güneş’i, ışık saçarak doğarken gördüğünde de "Bu benim Rabbimdir! Bu daha büyük!" dedi. O da kaybolunca dedi ki: "Ey halkım! Ben, sizin ortak saydıklarınızdan uzağım.


(En'âm 6/79)
اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ
Ben yüzümü doğrudan doğruya, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben müşriklerden /Allah’ı ikinci sıraya koyanlardan değilim[*]."

[*] Allah’ın varlığı ve birliği konusunda kimsenin şüphesi yoktur. İlah sayılanlar, Allah ile araya konan aracılardır. Heykellerin ilah olamayacağını herkes kolayca anlayacağından o suçu işleyen hiçkimse affedilmez. Ayette, “bile bile” ifadesinin kullanılması, bilmeden yapılan yanlışların affedileceğini gösterir (Bakara 2/286). Bunun örneği İbrahim aleyhisselamdır. O, büluğa erdiği andan itibaren (A’raf 7/172-173) putların ilah olmayacağını anlamıştı. Ama o. bu ayetlerde belirtildiği gibi, gözlemler yapıp kesin kanaate varıncaya kadar yıldızın, ayın ve güneşin kendi rabbi olduğu inancındaydı. Onların rab olamayacaklarını anlar anlamaz kesin tavrını ortaya koydu (Enbiya 21/51-64). Onun bu konuda, bile bile yaptığı bir yanlış olmadığı için Allah onu hiçbir zaman müşriklerden saymamıştır (Bakara 2/135, Al-i imran 3/18, 67, 95, En’am 6/161, Nahl 16/123). (Enbiya 21/52-56).
Hiçbir Müslüman puta tapmaz ama Nebimiz Muhammed aleyhisselamın, ilim adamlarının ve din adamlarının ilah yapıldığının farkında değillerdir. Allah Teala Kur’an’ı sadece kendisinin açıkladığını, bunu bir ilme göre yaptığını (A’raf 7/52), yaptığı açıklamalara, konuyu bilenlerden oluşan bir ekibin ulaşabileceğini (Fussilet 41/3) bildirmiş, başkasının yapacağı açıklamayı kabul etmenin onu ilah yapmak olduğunu açıkça ifade etmiştir (Hud 11/1). Ama geleneksel yapı, bir çok ayeti gizlemiş, bir çoğuna da yanlış anlamlar vermiş ve Nebimiz Muhammed aleyhisselamın da ayetleri açıklama yetkisinin olduğunu, bütün Müslümanlara kabul ettirmiştir. Kur’an’ı açıklama yetkisi alimlere de verilerek mezhepler oluşturulmuş ve bir ilahlar piramidi meydana getirilmiştir. Bu, kabul edilebilecek bir şey değildir (Bakara 2/103-105, 213, En’am 6/159, Şura 42/13-14). Bu yapıyı, bilmeden kabul edenlerin bir sorumluluğu olmaz (Bakara 2/22, 120, 145, 286). Ama bir çok ayeti gizleyip bir çoğunun da anlamını bozarak Müslümanları bu hale sokanlar, en ağır cezaya çarptırılacaklardır (A’raf 7/44-45).


(En'âm 6/80)
وَحَٓاجَّهُ قَوْمُهُۜ قَالَ اَتُحَٓاجُّٓونّ۪ي فِي اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينِۜ وَلَٓا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ رَبّ۪ي شَيْـًٔاۜ وَسِعَ رَبّ۪ي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًاۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
Halkı onunla tartışmaya girdi. İbrahim dedi ki "Benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz? O bana doğru olanı gösterdi! Rabbimin onayı olmadan, ortak saydıklarınızın bana bir şey yapabileceğinden korkmam. Rabbimin bilgisi her şeyi kuşatmıştır. Bilgilerinizi kullanmayacak mısınız?


(En'âm 6/81)
وَكَيْفَ اَخَافُ مَٓا اَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًاۜ فَاَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ اَحَقُّ بِالْاَمْنِۚ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۢ
Siz, hakkında Allah’ın bir delil indirmediği şeyleri ona ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuklarınızdan korkacağım öyle mi! Biliyorsanız söyleyin: Güven içinde olmak, bu iki taraftan hangisinin hakkıdır?


(En'âm 6/82)
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟
İnanıp güvenen ve imanlarına zulüm /şirk[1*] bulaştırmayanlar var ya, güven içinde olmak işte onların hakkıdır[2*]. Onlar doğru yolda olanlardır.

[1*] Lokman 31/13.

[2*] Buraya kadar anlatılanlar, putperest bir aileden doğmuş İbrahim aleyhisselamın henüz nebi olmadığı delikanlılık çağında (Enbiya 21/60) ailesine ve putperest olan toplumuna karşı yaptığı mücadeledir. Tabiat ayetlerini okuyarak elde ettiği doğru bilgileri iyi kavrayan ve Allah’a tam güvenen bir genç olarak güçlü bir mücadeleye girmiş, kralın karşısında dahi duruşunu bozmamıştır (Bakara 2/258). İbrahim ile baş edemeyeceklerini anlayınca onu yakarak öldürmeye karar vermişlerdi. Tabiattan öğrendiği doğru bilgileri insanlara tebliğ eden İbrahim’i Allah korumuş ve ateşe, onu yakmaması emrini vermiş (Enbiya 21/68-69). daha sonra da onu ve onunla aynı inançta olan Lut’u oradan kurtarmıştı (Enbiya 21/70-71). İbrahim aleyhisselam ve beraberindekilerin davranışları bizim için güzel bir örnek olmuştur (Mümtahine 60/4-7).


(En'âm 6/83)
وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
İşte bu, tartışmayı bitiren delilimizdir; onu halkına karşı İbrahim’e verdik[*]. Uygun gördüğümüz kişiyi derece derece böyle yükseltiriz. Senin Rabbin, bütün kararları doğru olan ve her şeyi bilendir.

[*] İbrahim aleyhisselamın 73. ayetten itibaren anlatılan gözlemlerinin benzerlerini her insan yaparak Allah’ın varlığını ve birliğini, gözüyle görmüş ve eliyle dokunmuş gibi kavrar ve bu hususta Allah’a kesin söz verir. Bu da Allah’ın bize karşı delilidir. Bu olay büluğ çağının başında gerçekleşir (A’raf 7/172-174). İbrahim aleyhisselamın halkına "Benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz?" demesi, bu bilgiye onların da ulaşmış olduğunu gösterir (En’am 6/80).


(En'âm 6/84)
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلًّا هَدَيْنَاۚ وَنُوحًا هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ
İbrahim’e, İshak’ı ve Yakub'u armağan ettik, hepsine doğru yolu gösterdik. Daha önce Nuh'a da doğru yolu göstermiştik. Onun soyundan Davud'a, Süleyman'a, Eyyub'a, Yusuf'a, Musa'ya ve Harun'a da gösterdik. Biz, güzel davrananları böyle ödüllendiririz[*].

[*] Kasas 28/56, Ankebut 29/69. Muhammed 47/17.


(En'âm 6/85)
وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ
Zekeriyya’ya, Yahya’ya, İsa’ya ve İlyas’a da... Bunların hepsi iyilerdendir.


(En'âm 6/86)
وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًاۜ وَكُلًّا فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ
İsmail'e, Elyesa'ya, Yunus'a, Lut'a da doğru yolu gösterdik. Hepsini çağdaşlarından üstün kıldık.


(En'âm 6/87)
وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Onların babalarından, soylarından ve kardeşleri içinden de... Onlardan da seçtik ve doğru yola yönlendirdik.


(En'âm 6/88)
ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
İşte (nebilerin gittiği) bu yol, Allah'ın doğru yoludur. O, gereğini yapan kullarını doğru yola kabul eder. Eğer onlar da /o nebiler de şirk[*] koşsalardı bütün yaptıkları boşa giderdi.

[*] Zümer 39/65-66.


(En'âm 6/89)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْمًا لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ
İşte bunlar kendilerine kitap, hikmet ve nebilik verdiğimiz kimselerdir[1*]. Eğer bu insanlar onları (onlara verilen kitapları, hikmeti ve onların nebiliğini) görmezlikte direnirlerse, görmezlik etmeyecek bir topluluğu, onları korumakla görevlendiririz[2*].

[*] Adem aleyhisselam, insanlığın ve bütün nebilerin babasıdır. Bu ayetler, Adem ile başlayıp Muhammed aleyhisselama kadar gelen bütün nebilere işaret etmekte ve onların tamamına kitap ve hikmet verildiğini bildirmektedir.

[*] Mekkeliler, nebimizi ve getirdiği kitabı kabul etmediler, onu ve ona inananları ağır baskılar altına aldılar. Onlar da Medine’ye göç ettiler. Allah, Mekke’den göç eden müslümanlarla onlara kucak açan Medinelilere büyük başarılar nasip etti ve 8 yıl sonra Mekke’nin hakimiyetini onlara verdi (Maide 5/54).


(En'âm 6/90)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًاۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟
İşte onlar, Allah'ın rehber /kitap verdiği kimselerdir. Sen de onların rehberine /kitaplarına uy[1*]. De ki: "Ben yaptığım bu iş için sizden bir karşılık beklemiyorum. O, alemler[2*] için sadece bir öğüt ve akılda tutulması gereken bilgidir!"

[1*] Bu ayetteki  emir gereği Nebimiz, hakkında hüküm indirilmemiş konularda önceki kitaplara uymuştur. Örneğin, kıble değişimi ile ilgili ayetler ininceye kadar namaz kılarken Kudüs’e doğru dönmesinin sebebi buydu (Bakara 2/142-150). Maide Suresinin inmesiyle birlikte dinin tamamlandığı bildirilmiş ve artık her konuda Kur'ân'da olan hükümlere uyulması emredilmiştir (Maide 5/3,48).

[2*] Allah’ın kitaplarından sorumlu olanlar insanlar ve cinlerdir (Ahkaf 46/29-33, Zariyat 51/55-56, Rahman ve Cin sureleri). Bu sebeple buradaki alemler insan ve cin topluluklarını gösterir.


(En'âm 6/91)
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُورًا وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يرًاۚ وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
(Yahudiler ve Hristiyanlar) Allah'a hak ettiği ölçüde değer vermediler. Çünkü “Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" dediler. Onlara de ki: "Öyleyse insanları aydınlatması ve onlara rehber olması için Musa'nın getirdiği o kitabı kim indirdi? Siz onu, sayfalara döküp bir kısmını ortaya çıkarıyor, bir çoğunu da gizliyorsunuz. Size de atalarınıza da bilmediğiniz şeyler (onunla) öğretilmiştir.” De ki: "Onu Allah indirdi”. Sonra onları daldıkları yerde bırak; oyalanıp dursunlar.

 

 


(En'âm 6/92)
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
Bu da (o kitaplardan) bir kitaptır. Onu biz indirdik, çok faydalı bilgilerle doludur ve kendinden önceki kitapları tasdik eder. Bütün kentlerin merkezini (Mekke’yi) ve onun çevresinde olanları uyarman için indirilmiştir[1*]. Ahirete inananlar, bu kitaba da inanırlar. Onlar namazlarına[2*] özen gösteren kimselerdir.

[1*] En’am 6/19, Enbiya 21/107, Furkan 25/1, Cuma 62/2-3.

[2*] Ayetin metninde geçen (es-salât = الصَّلَاة) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır. (Lisan’ul-Arab) Kişinin sürekli yapması gereken, kendine düşen görevlerdir. Her müslümanın hiç aksatmadan yapması gereken tek ibadet namaz olduğu için ona da salat denmiştir.


(En'âm 6/93)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ
Bir yalanı Allah’a mâl edenden veya kendisine bir şey vahiy edilmediği halde “Bana vahyedildi” diyenden ya da “Allah'ın indirdiği gibisini ben de indireceğim[*]" diyen kişiden daha büyük yanlış yapan kişi kimdir? Ölümün bütün etkileri ortaya çıktığında yanlışlar içindeki kimseleri bir görsen! Melekler ellerini uzatıp şöyle derler: “Çıkarın ruhlarınızı!” Bugün, Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylemiş olmanız ve büyüklük taslayarak ayetlerinden uzaklaşmanız sebebiyle alçaltıcı bir azap ile karşılanacaksınız.

[*] Enfal 8/31


(En'âm 6/94)
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟
İlk yarattığımızdaki gibi karşımıza teker teker geldiniz. Size bahşettiğimiz her şeyi arkanızda bıraktınız. Size eşlik edeceğini iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda göremiyoruz. Aranızdaki bağlar kopmuş. Şefaatçileriniz olduğunu iddia ettikleriniz, sizi bırakıp kayıplara karışmışlar.”


(En'âm 6/95)
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Daneleri ve çekirdekleri yaran[*] Allah'tır. O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır. İşte Allah budur! Nasıl da yalana sürükleniyorsunuz?

[*] Bu Allah’ın yaratma kuralıdır.


(En'âm 6/96)
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ
Sabahın alaca karanlığını[1*] yaran, geceyi dinlenme zamanı yapan, Güneş ile Ay’ı da bir hesaba göre düzenleyen odur[2*]. Bunlar daima üstün ve bütün kararları doğru olanın koyduğu ölçüdür.

[1*] (El-ısbâh = الْإِصْباحِ) sabaha giriş, (الصَّبَحُ = sabah) da kızıllıktır. [Mekâyîs’ul-luğa] Fecr-i kâzibin başından itibaren ufku saran bu alacakarınlık, bir kubbe gibi olduğunda ufkun alt tarafında oluşan karanlık çizgiye paralel olarak uzanan beyaz ışık kümeleriyle bölünür (Bakara 2/187) ve sabah namazı vakti girer.

[2*] Yunus 10/5, Ra’d 13/2, Yasin 36/40, Rahman 55/5.


(En'âm 6/97)
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
O, yıldızları sizin için oluşturdu ki karanın ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız. Ayetlerini, bilen bir topluluk için tek tek açıklamıştır[*].

[*] Bu ayette iltifat sanatı kullanılmıştır. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki (left = لفت) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır; ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.


(En'âm 6/98)
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ
Sizi bir tek nefisten[1*] (döllenmiş yumurtadan) oluşturup geliştiren O’dur. Ardından bir süre kalacağı yer /onu rahme götüren kanal, sonra ananın vücuduna veda etme yeri /müstevda’ = ana rahmi gelir[2*]. Ayetlerimizi, anlamaya çalışan bir topluluk için ayrıntılı olarak açıkladık.

[1*] Allah “İki eşi, erkeği ve dişiyi, ölçüyü koyduğu sırada nutfeden yaratmıştır” (Necm 53/45-46) Önce döllenme olur, arkasından ölçüler belirlenir (Abese 80/18-19). Araplar su damlasına benzeyen inciye (nutafe =  نُطَفةٌ) derler (Lisan’ul-Arab). Bu da nutfenin, beyaz inci tanesi görünümünde olduğunu gösterir. Nutfe, karar-ı mekîn’de oluşur. (Müminûn 23/13). Karar, kalınabilecek rahat yer, mekîn ise bir şeyin üzerinde gücü ve etkisi olan şeydir. Nutfenin hem oluşmasına hem de kalmasına imkân veren yer ana rahmidir. Yukarıdaki ayet ana rahmini, müstekar ve mustevda diye ikiye ayırır. Müstakar, döllenme anından rahim cidarına yapışmasına kadar kalınan yerdir. Müstevda ise ceninin doğum ile ananın vücudundan ayrılacağı yerdir. “Kadınlarınız sizin için ekim yeridir.”(Bakara 2/223)

[2*] Zümer 39/6.


(En'âm 6/99)
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُتَرَاكِبًاۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Gökten su indiren Allah'tır. Onunla her türlü bitkinin filizini çıkarır. Ondan yeşilliği çıkarır, ondan da üst üste binmiş daneleri, hurma tomurcuğundan sarkmış salkımları, üzüm bağlarını, birbirine benzeyen ve benzemeyen[1*] zeytini ve narı çıkarır[2*]. Ürün verince ürününe ve olgunlaşmasına bir bakın. Bunda, inanıp güvenen bir topluluk için ayetler /belgeler vardır.

[1*] Ra’d 13/4.

[2*] İltifat, bkz En'am 6/97. ayetin dipnotu


(En'âm 6/100)
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟
Cinleri[*] Allah'ın ortakları saydılar; oysa onları o yaratmıştır. Bir bilgiye dayanmadan, Allah'ın oğulları ve kızları var diye kestirip attılar. O, onların tanımlamalarından uzak ve yücedir.

[*] Saffat 37/149-150, Nahl 16/57.


(En'âm 6/101)
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Gökleri ve yeri, örneği yokken yaratan odur. Karısı olmadığı halde çocuğu nasıl olabilir! Her şeyi o yaratmıştır ve her şeyi bilen odur.


(En'âm 6/102)
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ
İşte o Allah’tır, sizin rabbiniz /sahibinizdir. Ondan başka ilah yoktur. O her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse ona kulluk edin! Ve yine o her şeye vekil /dayanak olandır[*].

[*] Zümer 39/62.


(En'âm 6/103)
لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ
Hiçbir bakış Allah’ı tam olarak kavrayamaz ama o, bütün bakışları kavrar. O, lütufkârdır ve her şeyin iç yüzünü bilir.


(En'âm 6/104)
قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ
Rabbinizden size, kendisini tanıtan göstergeler gelmiştir. Kim onları görürse kendi lehine olur. Kim de körlük ederse kendi aleyhine olur. (Onlara de ki:) Ben sizin başınızda bekçi değilim.


(En'âm 6/105)
وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
İşte ayetlerimizi böyle değişik açılardan anlatırız. Sonuçta "Sen birinden öğrenmişsin!" diyeceklerdir; ama böyle yapmamızın sebebi, sana öğrettiğimizi, bilen bir topluluk için de ortaya koymaktır.


(En'âm 6/106)
اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ
Rabbinden sana vahyedilen ne ise sen ona uy! Ondan başka ilah yoktur. Müşriklere[*] aldırma!

[*] Kendini veya başkasını Allah’ın yerine koyarak Allah’ı ikinci sıraya atanlar.


(En'âm 6/107)
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواۜ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ
Tercihi Allah yapsa onlar şirke düşmezlerdi[*]. Seni onlara bekçi yapmadık. Sen onların vekili /savunucusu da değilsin.

[*] (şâe = شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/35. ayetin dipnotu. İmtihanla ilgili konularda ilk kararı insan verir. Çünkü Allah, herkesin yola gelmesini ister (Nisa 4/26) ama sadece “doğruya yöneleni kendine yöneltir” (Ra’d 13/27).


(En'âm 6/108)
وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Siz, (müşriklerin) Allah ile aralarına koyarak[*] yardıma çağırdıkları hakkında çirkin sözler söylemeyin ki onlar da taşkınlık edip bilgisizce Allah hakkında çirkin sözler söylemesinler. Her toplumun yaptığını kendilerine işte böyle süslü gösterdik. Sonra dönüp gelecekleri yer Rablerinin huzurudur. O, onlara bütün yaptıklarını bildirecektir.

[*] Ayette geçen (dûn دون ) kelimesi yakınlaştırma, aşağı görme, üstün altı ve altın üstü anlamlarına gelir (Tâcu’l-arûs). Müşrikler, kutsadıkları varlıkları, bir yönüyle Allah’a, bir yönüyle de insanlara benzeterek Allah ile insan arasında bir yere yerleştirir ve o yolla Allah’a ulaşmaya çalışırlar. Ayetlerdeki (min dûn’illah = من دون الله)  daha çok bu anlamı ifade eder. Hristiyanlar İsa’yı Allah’ın oğlu, Mekkeli müşrikler tanrılarını Allah’ın kızları, büyüklerini aracı koyanlar da onları Allah’ın dostu sayarak Allah ile aralarına koyarlar. Bu inanç, insana sinir uçlarından yakın olan Allah’ı (Kaf 50/16) ikinci sıraya koymaya sebep olur ve kişiyi müşrik yapar.


(En'âm 6/109)
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ
“Bize bir mucize gelsin, ona mutlaka inanacağız[*]” diye var güçleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki "Mucizeler Allah katındadır." Siz nereden bileceksiniz; onlara istedikleri mucize gelse bile inanmazlar!

[*] İltifat, bkz En'am 6/97. ayetin dipnotu


(En'âm 6/110)
وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ۟
Onların gözlerini ve gönüllerini çeviririz de daha önce inanmadıkları gibi olurlar. Onları taşkınlıkları içinde bocalar halde bırakırız.


(En'âm 6/111)
وَلَوْ اَنَّنَا نَزَّلْنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلًا مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ
Biz onlara melekleri indirsek, ölüler onlarla konuşsa ve her şeyi önlerine döksek, yine de inanıp güvenmezler; tercihi Allah yaparsa[*] başka. Ama (tercihi onlara bıraktığı için) çoğu cahilce davranır.

[*] (şâe = شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/35. ayetin dipnotu. Allah sadece “doğruya yöneleni kendine yöneltir” (Ra’d 13/27) ama insanların çoğu, kendini düzeltmeden mümin sayılmak ister.

 


(En'âm 6/112)
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
İşte böyle. Her nebiye, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık[*]. Şeytanlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Tercihi (onlara bırakmasa da) Rabbin yapsa bunu yapamazlar. Sen onları iftiralarıyla baş başa bırak.

[*] Taha 20/117

 

(En'âm 6/113)
وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٔدَةُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ
Bu fısıldama bir de, ahirete inanmayanların o sözlere gönülleri aksın, ondan hoşlansınlar ve suç işlemeye devam etsinler diyedir.


(En'âm 6/114)
اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَمًا وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًاۜ وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ
(De ki:) "Allah bu kitabı size tüm ayrıntılarıyla açıklanmış olarak[1*] indirmişken ben ondan başka bir hakem mi arayayım[2*]!" Kendilerine kitap verdiklerimiz de bilirler ki o, bütün gerçekleri gösterecek şekilde Rabbin tarafından indirilmiştir[3*]. Sakın tereddüt edenlerden olma[4*]!

[1*] Hud 11/1-2, Fussilet 41/1-4.

[2*] Nur 24/51.

[3*] Bakara 2/121, Maide 5/83-85, En’am 6/20, Ra’d 13/36, Kasas 28/52-54, Ankebut 29/47.

[4*] Yunus 10/94.

 

(En'âm 6/115)
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًاۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır[*]. Onun sözlerini değiştirebilecek bir kimse yoktur. O daima dinleyen ve bilendir.

[*] Allah’ın elçisi Muhammed aleyhisselam da dahil hiç kimsenin sözü Allah’ın sözünün yerine konamaz. Şu ayetlere göre herhangi bir kimsenin sözünü Allah’ın sözlerinin yerine koyan, onu ilahlaştırmış ve müşrik olmuş olur (Hud 11/1-2)

 

(En'âm 6/116)
وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
Yeryüzündeki kişilerin çoğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece varsayımlarının peşinden giderler ve delilsiz konuşurlar.


(En'âm 6/117)
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
Rabbin, kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. O, doğru yola girenleri de en iyi bilendir.


(En'âm 6/118)
فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ
Allah'ın ayetlerine inanmış kimselerseniz onun adı anılarak kesilenlerden yiyin.


(En'âm 6/119)
وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ
Size ne oluyor ki Allah’ın adı anılarak kesilenlerden yemiyorsunuz![*] Oysa Allah, haram kıldığı her şeyi size ayrıntılı olarak açıklamıştır; çaresiz kalıp yedikleriniz başka. Birçokları, bir bilgiye dayanmadan kendi arzularına uyarak insanları saptırırlar. Rabbin, sınırları aşanları çok iyi bilir.

[*] En’âm Suresi Mekke’de indiği için bu ayet, oradaki Müslümanların, müşriklerin, Allah’ın adını anarak kestikleri hayvanların etinden yemediklerini gösteriyor. Çünkü onlar, kestikleri hayvanların bir kısmı üzerine Allah’ın adını anmaz (En'am 6/138) sadece onları Allah’tan başkası adına keserlerdi (En'am 6/145). Âyetler çok açık olmasına rağmen Sünni, Şiî bütün mezhepler, müşriklerin kestiklerini yemenin haram olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Haram olan, Allah’tan başkasının adı anılarak kesilenlerdir. O hayvanlar, bu iş için yerleştirilmiş taşlar (nusub) üzerinde kesildiği için o taşların üzerinde kesildiği bilinenler de haramdır. Bkz. En'am 6/121, Maide 5/3.

 

(En'âm 6/120)
وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ
Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Günah işleyenlere, işlediklerinin cezası verilecektir.


(En'âm 6/121)
وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌۜ وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ۟
Üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanın fısk[1*] olduğu kesin ise ondan yemeyin. Şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmelerini fısıldarlar. Onlara, gönüllü olarak boyun eğerseniz[2*] kesinlikle siz de müşrik olursunuz.

[1*] Allah’tan başkası adına kesilmediği sürece besmele çekmeden kesilen hayvan etlerinin yenmeyeceğinin bir delili yoktur (Bakara 2/173, Maide 5/3. En’am 6/145 ve Nahl 16/115). Besmele, sadece Kurban bayramı kurbanı için şarttır (Hac 22/28, Hac 34-36) Ayetler her şeyi açıkça ortaya koyduğu halde tefsir ve meallerde bu ayete yanlış anlam verilerek besmelesiz kesilen hayvan eti haram sayılmıştır. Bunların Arap diline açıkça aykırı olan hataları (وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ) cümlesini, önceki cümleye atfedilmiş saymalarıdır. O cümle fiil ve inşa cümlesi, bu ise isim ve haber olduğundan bu cümle, (وَلاَ تَأْكُلُواْ ) cümlesi için hal olur ve yeme yasağını, kesimin fısk şeklinde olması hali ile sınırlar. Zaten bu Surenin 145. ayetine göre fısk, Allah’tan başkası adına kesilen hayvandır. Eğer fısk hayvanı kesenin eylemi olsaydı hayvanın eti haram olmaz, sadece yapılan iş haram olurdu. Ayrıca hiçbir ayet ve hadiste hayvanı kesenin Müslüman olması şartı yoktur. Bir grup sahabî Resulullah’a: “Ey Allah’ın Resulü! Bazıları bize et getiriyor. Üzerine Allah’ın adını anıp anmadıklarını bilmiyoruz. Ondan yiyelim mi, yemeyelim mi?” diye sordular, dedi ki: “Siz Allah’ın adını anın ve yiyin!” (Buhârî, Zebâih, 21; Ebû Dâvûd, Edâhî, 13–19; İbn Mâce, Zebâih, 4.)


(En'âm 6/122)
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Ölü gibiyken can verip yolunu aydınlattığımız ve o aydınlıkla insanlar arasında yürüyen kişi, girdiği karanlıklardan çıkamayan kişi gibi olur mu? Yaptıkları işler, kâfirlere işte böyle süslü gösterilir.


(En'âm 6/123)
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا ف۪ي كُلِّ قَرْيَةٍ اَكَابِرَ مُجْرِم۪يهَا لِيَمْكُرُوا ف۪يهَاۜ وَمَا يَمْكُرُونَ اِلَّا بِاَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
İşte böyle! Her kentin suça dalmış olanlarını oranın büyükleri haline getiririz ki tuzaklar kurabilsinler. Kurdukları tuzaklar, kendi aleyhlerine döner ama farkında bile olmazlar[*].

[*] İsra 17/15-16. Fatır 35/42-43.


(En'âm 6/124)
وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ
Onlara bir ayet gelince şöyle derler: "Allah’ın elçilerine verilenin aynısı bize de verilmedikçe inanmayız." Allah kitabını kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenler, kurdukları plan yüzünden Allah katında küçük düşme ve çetin bir azapla yüzleşeceklerdir.


(En'âm 6/125)
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
Allah, (doğru davranışlarından dolayı[1*]) yola geldiğini onaylamak istediği kişinin[2*] gönlünü İslam’a açar. (Yanlış davranışlarından dolayı[3*]) yoldan saptığını onaylamak istediği kişinin ise içinde sanki yükseklere çıkıyormuş gibi bunalma ve sıkıntı oluşturur[4*]. Allah, kendisine inanıp güvenmeyenlerin üstünde pisliği işte böyle oluşturur.[5*]

[1*] Ankebut 29/69.

[2*] Allah’ın iki türlü iradesi vardır; biri isteğini, diğeri kararını gösterir. O, her insanın yola gelmesini ve yanlışlardan dönmesini ister (Nisa 4/26-27). İstek anlamındaki bu iradesi yerine gelmeyebilir. Allah bütün insanların tövbe etmesini de ister ama etmezler. Allah’ın karar anlamındaki iradesi kesin olarak yerine gelir ve verdiği "ol" emriyle birlikte o şey oluşmaya başlar (Bakara 2/117, Yasin 36/82). İnsanın, karar anlamındaki iradesi, ancak gereğini yapmasıyla meydana gelebilir (Necm 53/39). Çaba gösterilen şeyin oluşması da  Allah'ın gerekli şartları yaratmasına bağlıdır. Kul kâsib yani çalışan, Allah da hâlik yani yaratandır (Teğabun 64/11,Tekvir 81/29).

[4*] Sapmakta olan kişiyi Allah çeşitli yollarla uyarır. İçinin bu şekilde daralması ondandır (Tevbe 9/115, Şems 91/8-10).

[5*] Yunus 10/100.


(En'âm 6/126)
وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يمًاۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
Bu, Rabbinin izlediği şaşmaz yoldur. Gerekli bilgiye sahip olan[*] bir topluluk için âyetleri ayrıntılı olarak açıklamışızdır.

[*] Hikmet, Allah’ın indirdiği ve yarattığı ayetlerden doğru bilgiye ulaşma yöntemi ve ulaşılan doğru bilgidir. Allah’ın kitabındaki hikmete ulaşma yöntemi, o kitabın içinde anlatılmıştır (Al-i İmran 3/7, Hûd 11/1-2, Fussilet 41/3).


(En'âm 6/127)
لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
O topluluk için, Rablerinin katında esenlik ve güvenlik yurdu vardır. O, yaptıkları iyi şeylerden dolayı onların en yakını /velisidir.


(En'âm 6/128)
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًاۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Herkesi bir araya toplayacağı gün Allah şöyle diyecektir: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan birçoğunu saptırıp aranıza kattınız!” Onların insan dostları da şöyle diyeceklerdir: "Evet, Rabbimiz! Birbirimizden faydalandık. Nihayet bize biçtiğin sürenin sonuna ulaştık." Allah diyecek ki: “Belirlediklerim[1*] hariç[2*] kalacağınız yer, içinde ölmeyeceğiniz ateştir.” Senin Rabbin daima doğru karar verir, her şeyi bilir.

[1*] İltifat, bkz 6/69. ayetin dipnotu

[2*] Bkz. Nisa 4/48 ve dipnotu. Allah, şirkin dışındaki günahları affedebileceğini bildirdiği için müşrik olmadığı halde ebedi cehennem cezasını hak edenler de çıkarılabilirler (Nisa 4/93).

 

(En'âm 6/129)
وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟
Elde ettikleri şeylere karşılık, biz zalimlerin bir kısmını diğerinin dostu yaparız[*].

[*] Maide 5/51.


(En'âm 6/130)
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Ey cin ve insan toplulukları! İçinizden ayetlerimi tam olarak anlatıp bugüne varacağınız hakkında sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar, “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz." diyecekler. Dünya hayatı onları aldatmıştı. Orada kendi kâfirliklerine kendileri şahitlik edecektir.


(En'âm 6/131)
ذٰلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ
Çünkü senin Rabbin, ahalisi ayetlerimizden habersizken, haksız yere kentleri helak etmez.


(En'âm 6/132)
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Herkesin yaptığı işe göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.


(En'âm 6/133)
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَةِۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَٓاءُ كَمَٓا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَۜ
Rabbin sınırsız zengindir, bol ikram sahibidir. Gerek görürse[*] sizi yok eder, sizden sonra yerinize, istediği kimseleri geçirir. Nitekim sizi de bir başka topluluğun soyundan oluşturup geliştirmiştir.

[*] (Şâe = شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/35. ayetin dipnotu. Burada yaratılacak olan, o kişileri etkisizleştirecek şartlardır.


(En'âm 6/134)
اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۙ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
Başınıza geleceği söylenenler, mutlaka gelecektir. Siz bunun önüne geçemezsiniz.


(En'âm 6/135)
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
De ki: “Ey Halkım! Elinizden ne geliyorsa yapın. Ben de yapacağım. Sonunda bu yurt (Mekke) kimin olacak, öğreneceksiniz. Şu bir gerçek ki yanlışlar içinde olanlar umduklarına kavuşamazlar.”


(En'âm 6/136)
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يبًا فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
Allah'ın yaratıp yetiştirdiği ekin ve en’amdan[*] Allah’a bir pay ayırır, kendilerince “Bu Allah’ındır, şu da ona ortak saydıklarımızındır" derler. Onlara göre Allah’a ortak saydıklarının payı Allah'ın payına katılmaz ama Allah’ın payı ona ortak saydıklarının payına katılır. Vardıkları karar ne kötüdür!

[*] Koyun, keçi, sığır, deve


(En'âm 6/137)
وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
Allah’a ortak saydıkları, onları hem geriletmek hem de dinlerini bulandırmak için müşriklerin çoğuna -tıpkı bunun gibi- çocuklarını öldürmeyi de güzel göstermiştir[1*]. Tercihi Allah yapsaydı[2*] bunu yapamazlardı. Öyleyse onları, iftiralarıyla baş başa bırak.

[1*] Bunu yapanlar onların ilah sayıp Allah’a ortak bildikleri varlıklar değil, o varlıkları temsil ettiğine inanılan kişilerdir.

[2*] Bkz. En’am 6/107 ve dipnotları.


(En'âm 6/138)
وَقَالُوا هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Kendilerince: “Şu en’am[1*] ve ekinler kutsaldır[2*], bizim belirlediklerimiz dışında kimse onlardan yiyemez; şu en’ama da yük yüklemek ve binmek haram kılınmıştır.” derler. Bir kısım en’am da var ki onları (kasten) Allah’ın adını anmadan keserler. Bunları, Allah’a mâl ederek yaparlar. Allah onlara, bu iftiralarının cezasını verecektir.

[1*] En'am: Koyun, keçi, sığır ve devedir. Bakınız En'am 6/142-144.

[2*] Maide 5/103. 


(En'âm 6/139)
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
“Şu en’amın karınlarında olanlar yalnız erkeklerimiz içindir; eşlerimize haram kılınmıştır.” derler. Ama karnındaki ölmüşse onların hepsi ortak olur. Allah, onların bu nitelemelerinin cezasını verecektir. O, doğru kararlar verir ve her şeyi bilir.


(En'âm 6/140)
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهًا بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِۜ قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟
Çocuklarını bir bilgiye dayanmadan akılsızca öldürenler ve Allah'ın rızık olarak verdiğini, Allah'a iftira ederek haram sayanlar kesin olarak kaybetmişlerdir. Onlar sapıtmıştır; doğru yolda değillerdir.


(En'âm 6/141)
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ كُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ وَلَا تُسْرِفُواۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَۙ
Asmalı ve asmasız bahçeleri, mahsulleri farklı hurma ağaçlarını ve bitkileri, birbirine benzeyen ve benzemeyen özellikteki zeytin ve nar ağaçlarını oluşturup geliştiren odur. Bunlar ürün verince ürününden yiyin. Hasat günü de hakkını /öşrünü[*] verin. Sakın israf etmeyin. O, israf edenleri sevmez.

[*] Bakara 2/267.


(En'âm 6/142)
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشًاۜ كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ
(Allah) En’amın bazısını yük ve insan taşıması için, bazısını da sırf eti, derisi ve yünü için oluşturup geliştirmiştir. Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden yiyin. Şeytanın izinden gitmeyin; o sizin için açık bir düşmandır.


(En'âm 6/143)
ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۚ مِنَ الضَّأْنِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْمَعْزِ اثْنَيْنِۜ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ نَبِّؤُ۫ن۪ي بِعِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَۙ
(En’amı) Sekiz eş olarak oluşturup geliştirmiştir[*]; koyundan iki, keçiden iki. De ki: “Allah iki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa dişilerin rahimlerindeki yavruları mı haram kıldı? İddianızda haklıysanız bana bir bilgi getirin."

[*] Bu ve bundan önceki ayetin başında gizli enşee = أَنشَأَ fili vardır. Anlam ona göre verilmiştir.


(En'âm 6/144)
وَمِنَ الْاِبِلِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْبَقَرِ اثْنَيْنِۜ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ وَصّٰيكُمُ اللّٰهُ بِهٰذَاۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا لِيُضِلَّ النَّاسَ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟
Deveden iki, sığırdan iki. De ki: “İki erkeği mi, iki dişiyi mi, ya da dişilerin rahimlerindeki yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah’ın size böyle bir görev yüklediğine şahit mi oldunuz?" İnsanları saptırmak amacıyla, bir bilgiye dayanmadan, bir yalanı Allah'a mâl edenden daha büyük yanlış yapan kişi kimdir? Allah yanlışlar içinde kalan bir topluluğu yola getirmez.


(En'âm 6/145)
قُلْ لَٓا اَجِدُ ف۪ي مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيَّ مُحَرَّمًا عَلٰى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُٓ اِلَّٓا اَنْ يَكُونَ مَيْتَةً اَوْ دَمًا مَسْفُوحًا اَوْ لَحْمَ خِنْز۪يرٍ فَاِنَّهُ رِجْسٌ اَوْ فِسْقًا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
De ki: “Bana gelen vahiyde yiyen kişiye, şunlardan başka yemesi haram kılınmış bir şey bulamıyorum: Ölü (leş), akmış kan[1*], domuz eti ki bir pisliktir ya da üzerine Allah'tan başkasının adı anılarak kesildiği için fısk[2*] olan hayvan. Kim çaresiz kalır da birinin hakkına saldırmadan ve ihtiyaç sınırını da aşmadan bunlardan yerse şüphesiz Rabbin, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır[3*].”

[1*] Bu ayete göre sadece akmış kan haramdır, damarlarda kalan kan haram değildir.

[2*] Allah’tan başkası adına kesildiği, net olarak bilinmedikçe, Müslüman olmayanların kestiği veya besmelesiz kesilen hayvanın eti haram değildir. Aksini gösteren ne bir ayet ne de hadis vardır (En’am 6/121).

[3*] Bakara 2/173, Maide 5/3, Nahl 16/115.


(En'âm 6/146)
وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا كُلَّ ذ۪ي ظُفُرٍۚ وَمِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُومَهُمَٓا اِلَّا مَا حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَٓا اَوِ الْحَوَايَٓا اَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍۜ ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِبَغْيِهِمْۘ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Yahudilere (sığır ve davar hariç) tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık[1*]. Sığır ve davarların da sırtlarına ve bağırsaklarına yapışık olanlar ile kemiklerine karışanlar hariç iç yağlarını haram kıldık[2*]. Bu, (batıl yolla) üstünlük kurma çabalarına karşılık onlara verdiğimiz cezadır[3*]. Biz elbette doğruyu söyleriz.

[1*] Yahudiler, karada yaşayan hayvanlardan sadece çatal ve yarık tırnaklı olup geviş getirenleri yiyebilirler. [Levililer, 11:1–3; Tesniye, 14:6.] Bu kurala göre sığır, koyun, keçi, geyik, ceylan, karaca, yaban keçisi, gazal, ahu, dağ koyunu gibi hayvanları yemek helal [Tesniye, 14:4–5.], geviş getirmelerine rağmen çatal tırnaklı olmayan deve, yaban faresi ve tavşan ile çatal tırnaklı olmasına rağmen geviş getirmeyen domuz haramdır. [Levililer, 11:4–8; Tesniye, 14:7–8.] Yine karada yaşayan gelincik, fare, kara kurbağası türleri (keler ve kaplumbağa), kirpi, bukalemun, bütün kertenkele türleri, salyangoz ve köstebek gibi küçük canlılar da yasaklanmıştır. [Levililer, 11:29–31]

[2*] Ayette “bakar (بقر)” yani sığır cinsi hayvanlarla “ğanem (غنم)” yani koyun-keçi cinsi hayvanların iç yağlarının da haram kılındığının belirtilmesi, buna mukabil deveden hiç bahsedilmemesi, devenin Yahudilere mutlak manada haram kılındığının delilidir. Yukarıda 143 ve 144. ayetlerde dişili erkekli koyun, keçi, sığır ve deve cinsi hayvanlar - ki bunlara en’âm denir- zikredilip bu ayette  (146. ayet) üçünden bahsedilip sadece deveden bahsedilmemesi, devenin bir bütün olarak haram kılındığını işaret eder. Bu ayet, Tevrat’ta geçen, Yahudilere özel yasağın Kur’an ile tasdik edildiğini göstermektedir.

[3*] Nisa 4/160-161, Nahl 16/118.


(En'âm 6/147)
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُو رَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
Seni yalanlarlarsa de ki: “Rabbiniz geniş ikram sahibidir. Ama onun, suçlular topluluğuna olan baskısı engellenemez[*]."

[*] Bu baskı, onların düşünüp yola gelmelerine yardımcı olmak içindir. (En’âm 6/43, 125-126)


(En'âm 6/148)
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
Şirke düşenler /Allah’ı ikinci sıraya koyanlar diyecekler ki “Allah farklı bir tercihte bulunsaydı[1*] biz de atalarımız da şirke düşmez, hiçbir şeyi de haram saymazdık[2*].” Onlardan öncekiler de bu şekilde yalana sarıldılar[3*] ve sonunda baskınımızı tattılar. De ki “Yanınızda (bu tercihi Allah’ın yaptığına dair) bir bilgi mi var ki karşımıza çıkarabilesiniz. Siz sadece varsayımlarınızın peşinden gidiyorsunuz; siz sadece delilsiz konuşuyorsunuz.”

[1*] Şae fiilinin, cümlenin akışından anlaşılan bir mefulü olur. Buradaki mef’ul “başka bir durumda olmamızı” şeklindedir. Meale ‘farklı’ kelimesini koymamız bu anlamı göstermek içindir.

 
[3*] Bu yalan, insanların iradeli varlıklar olmadığı, Allah neyi emrettiyse onu robot gibi yaptıkları yalanıdır. Bu tip insanlar, yaptıkları hataları Allah’a mal etmek için her şeyin ezelden yazılı olduğu, Allah’ın zaman ve mekana tabi olmadığı gibi bir takım iftiralar üreterek bambaşka bir din sistemi oluşturmaya çalışırlar. Bu iddiaların temelinde kendi kabahatini Allah’a yükleme amacı yatar. Oysa Kasas 28/68’e göre insanların ve meleklerin tercih hakkı vardır.
 

(En'âm 6/149)
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ
De ki: “Kesin delil Allah’ın delilidir. Tercihi (size bırakmayıp) Allah yapsaydı[*] elbette hepinizi yola getirirdi.”

[*] Kur’an’da olmayan kader inancını İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak (şâe = شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş, bu yanlış anlamı, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Yukarıdaki ayete de şu meali vermişlerdir:

“De ki: Kesin delil ancak Allah’ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi” Bunu yapanlar Kur’an’ı, çelişkili bir kitap gibi göstermeyi de başarmışlardır. Ayette geçen (şâe = شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/35. ayetin dipnotu.


(En'âm 6/150)
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟
De ki “Şunları Allah’ın haram kıldığına şahitlik eden şahitlerinizi getirin.” Eğer şahitlik ederlerse, sakın onlarla birlikte şahitlik etme. Ayetlerimiz karşısında yalana sarılanların ve ahirete inanmayanların arzularına uyma. Onlar (kendilerini veya başkalarını[1*]) Rablerine denk tutarlar[2*].

[1*] Maide 5/76, Furkan 25/43.    

[2*] En’am 6/1.


(En'âm 6/151)
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـًٔاۜ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًاۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
De ki: “Gelin, Rabbinizin koyduğu yasakları size sıralayayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın! Ana-babaya iyilikten geri durmayın![1*] Yoksulluktan dolayı çocuklarınızı öldürmeyin; size de onlara da biz rızık vereceğiz. Fuhuş çeşitlerinin[2*] açığına da gizlisine de yaklaşmayın! Haklı sebeple olması dışında Allah'ın dokunulmaz kıldığı cana kıymayın![3*]” Bunlar onun size yüklediği görevlerdir. Belki aklınızı kullanırsınız.

[1*] Allah’ın emrettiği ana-babaya itaat değil, ihsan yani iyi davranmaktır (Nisa 4/36, İsra 17/23, Ahkaf 46/15).

[2*] Fuhuş çeşitleri diye meal verdiğimiz fevahiş kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Bunlardan zina (İsra 17/32) ile erkek erkeğe ilişki (Araf 7/80, Ankebut 29/28) Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Üçüncüsü de kadın kadına ilişki olur.

[3*] Adam öldürmenin meşru olduğu durumlar, savaş (Bakara 2/190), kısas (Bakara 2/178-179, İsra 17/33) ve terör suçu işleyenlerden bir kısmına verilen ceza (Maide 5/33) ile sınırlıdır.


(En'âm 6/152)
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ
Ergin hale gelinceye kadar yetimin malına yaklaşmayın[1*], onun için en yararlı bir yolla olursa başka[2*]. Ölçüyü ve tartıyı hassas olarak tam yapın. Biz kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemeyiz. En yakınınızın aleyhine de olsa[3*], konuştuğunuzda adaletli olun. Allah'a verdiğiniz sözü tam olarak yerine getirin. Onun size yüklediği görev budur. Belki aklınızdaki bilgiyi kullanırsınız.

[1*] Nisa 4/6

[2*] Bakara 2/220.

[3*] Nisa 4/135, Maide 5/8.


(En'âm 6/153)
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يمًا فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
İşte benim doğru yolum budur; siz onu takip edin! Başka yolları takip etmeyin, yoksa o yollar sizi benim yolumdan ayırır[1*]. Bunlar size yüklediğim[2*] görevlerdir. Belki yanlışlardan sakınırsınız.

[1*] İltifat, bkz En'am 6/97. ayetin dipnotu

[2*] İltifat, bkz En'am 6/97. ayetin dipnotu


(En'âm 6/154)
ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَامًا عَلَى الَّذ۪ٓي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ۟
Zaten Musa'ya o kitabı; iyi davranana iyiliklerimizi tamamlasın, her şeyi açıklasın, bir rehber ve bir ikram olsun diye vermiştik. Belki Rablerinin huzuruna varacaklarına inanırlar.


(En'âm 6/155)
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ
Bu da indirdiğimiz bir kitaptır. Çok faydalı bilgilerle doludur. Siz buna uyun ve yanlışlardan sakının ki iyilik ve ikram göresiniz.


(En'âm 6/156)
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ
Yoksa şöyle derdiniz: "Kitap bizden önceki iki topluluğa indirildi. Biz onların okuduklarından habersiz kaldık."


(En'âm 6/157)
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
Ya da şöyle derdiniz: “O kitap bize indirilmiş olsaydı ona, onlardan daha iyi uyardık." İşte size Rabbinizden açık bir belge, bir rehber ve bir ikram geldi. Bundan sonra Allah'ın ayetleri karşısında yalana sarılan ve onlardan uzak duranlardan daha büyük yanlış yapan kişi kimdir? Ayetlerimizden uzak duranları, uzaklaşmalarına karşılık, kötü bir azap ile cezalandıracağız.


(En'âm 6/158)
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ اَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَۜ يَوْمَ يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْسًا ا۪يمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ ف۪ٓي ا۪يمَانِهَا خَيْرًاۜ قُلِ انْتَظِرُٓوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ
Bunlar kendilerine meleklerin gelmesi veya Rabbinin gelmesi[1*] ya da Rabbinin katından bazı göstergelerin gelmesi dışında bir şey mi bekliyorlar? Rabbinin katından bazı göstergeler geldiği gün evvelce inanmamış kimsenin o andaki imanı veya imanlı olarak iyilik etmemiş olanın o an yapacağı iyilik kendine fayda vermez[2*]. De ki “Siz bekleyin, biz de bekliyoruz.”

[1*] Bakara 2/210, Nahl 16/33, Haşr 59/2.

[2*] Nisa 4/18, Münafikûn 63/10-11. 


(En'âm 6/159)
اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ اِنَّمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Dinlerini parça parça edip belli kişiler etrafında toplananlar var ya! Sen hiçbir konuda onlardan değilsin. Onların işi Allah’a kalmıştır[*]. Daha sonra Allah, yaptıklarını kendilerine bildirecektir.

[*] Bu husus İncil’de şöyle geçer: "Akılsız tartışmalardan, soyağacı didişmelerinden, Kutsal Yasa’yla ilgili çekişme ve kavgalardan sakın. Bunlar yararsız ve boş şeylerdir. Birinci ve ikinci uyarıdan sonra fırkacı (bölücü) kişiyle ilişkini kes. Böyle birinin sapmış olduğundan ve günah işlediğinden emin olabilirsin; o kendi kendini mahkûm etmiştir." (İncil, Titus 3:9-11)


(En'âm 6/160)
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Kim (Allah’ın huzuruna) bir iyilikle gelirse ona onun on katı verilir. Bir kötülükle gelen ise sadece dengi ile cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar[*].

[*] Nisa 4/40, Neml 27/89-90, Kasas 28/84, Mümin 40/40.


(En'âm 6/161)
قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ د۪ينًا قِيَمًا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۚ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
De ki: “Rabbim beni doğru yola[*], dosdoğru dine, İbrahim’in dini dosdoğru yaşama biçimine yöneltti. İbrahim, müşriklerden olmamıştı.”

[*] Yasin 36/4, Zuhruf 43/43.


(En'âm 6/162)
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
De ki: “Benim namazım, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, varlıkların sahibi olan Allah içindir.


(En'âm 6/163)
لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ
Onun hiçbir ortağı yoktur. Aldığım emir gereği[*], ona herkesten önce teslim olan benim.”

[*] En’am 6/14.


(En'âm 6/164)
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
De ki: “Allah her şeyin sahibi olduğu halde ondan başka Sahip mi ararım! Herkesin kazancı, sadece kendini bağlar. Hiçbir günahkar, başkasının günahını yüklenmez. Er geç dönüp geleceğiniz yer Sahibinizin huzurudur. O size anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri bildirecektir.


(En'âm 6/165)
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Bu topraklarda sizi öncekilerin yerine geçiren odur. Kiminizi kiminizden birkaç basamak yükseltir ki verdikleriyle sizi zor bir imtihandan geçirsin[*]. Rabbin, suça denk cezayı çabucak belirler. Ama o, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[*] Yunus 10/14, Fatır 35/39.