MÜMİNUN
[*] “Boş şeyler” diye anlam verdiğimiz lağv = اللغو, dikkate alınacak tarafı olmayan her şeydir (Mekâyîs). Bakara 2/225, Mâide 5/89, Furkan 25/72, Kasas 28/55.
[*] Bazıları zekat vermek için çalışır, bazıları da zekatın yerine ulaşması için gayret gösterirler.
[1*] Zorla hakimiyet altına alınanlar sadece savaş esirleridir. Onlar dışında kimse, zorla hakimiyet altına alınamaz. Bütün ticari ilişkiler, iş sözleşmeleri (Nisa 4/29) ve nikah, karşılıklı rızayla olur (Bakara 2/232, Nisa 4/20-21)
[2*] Bütün mezhepler ve onların emrinden çıkmayan tefsir alimleri, bu âyetteki “أَزْوَاجِهِمْ = eşlerine” sözünün, kadını da erkeği de kapsadığını kabul ederken “hâkimiyetleri altındakiler” sözüne, sadece “erkeklerin hakimiyeti altında olan cariyeler” anlamı vererek âyetin anlamını tahrif etmiş ve âyeti, cariyelerle nikâhsız ilişkinin delili saymışlardır. Halbuki cinsel ilişkinin helal olması açısından cariye ile hür kadının farkı yoktur. İkisi de ancak, nikahlı olmaları şartıyla helal olur (Nur 24/32-33) Bunun tek istisnası, Nebî’mize hediye edilen, bu yüzden Kur’an’da savaş esiri değil, fey diye tanımlanan ve nebî’mize özel olmak üzere helal kılınan Mariye’dir. (Ahzab 33/50, Tahrim 66/1-2). Gelenek, Mariye ile ilgili âyetlerin meâlini de bozarak sistemini korumaya çalışmıştır.
Bu âyeti kendi arzularına uydurmaya çalışanlar, âyetteki "veya =أو" bağlacına "ve =و" anlamı vermek zorunda kalmışlardır. Bunu yapmasalardı, yaptıkları çarpıtmadan dolayı burada bir erkeğin veya kadının edep yerlerini ya eşine ya da hakimiyeti altında olan esir kadın veya erkeğe açabileceği, ikisine birden açamayacağı şeklinde bir anlam ortaya çıkardı. Yani cariyesiyle nikahsız ilişkisi olan erkeğin nikahlı eşiyle, kölesiyle nikahsız ilişkisi olan kadının da nikahlı kocasıyla ilişkide bulunamayacağı şeklinde bir anlam ortaya çıkardı ve her şey alt üst olurdu.
İlgili âyetlerde açıkça görüleceği gibi, ister kadın ister erkek olsun, bir Müslümanın eşi ya hür ya da esir olur (Bakara 2/221). Kadının birden fazla eşi olamayacağı için esir erkekle evlenmesini sınırlayan bir şey yoktur.
Ama erkek, hür kadınla evlenebilecek imkana sahipse esir kadınla evlenemez. İmkanı olmadığı için esir kadınla evlenmişse onun üzerine ikinci eş alamaz. İkincisini alması için esir eşini hürriyetine kavuşturması gerekir. (Nisa 4/25). Bu sebeple ayetlerde hür eş ile esir eş, erkek açısından daima farklı değerlendirilmiştir.
Esir kadın her ne kadar hür kadın gibi, evliliğe hür iradesiyle karar verse de (Nisa 4/25) esir olması onun iradesini etkileyeceği için hür eşine düşmanca davranabilir. Bu da ailede huzur bırakmaz. Oysa aile kurumundan beklenen şey huzurdur (A’raf 7/189, Rum 30/21). Bu yüzden Allah Teala, hür kadınlarla evlenecek imkana sahip olmayan erkeklere, esir kadınla evlenmektense sabırlı davranmalarını tavsiye etmiştir (Nisa 4/25).
[*] Firdevs = الْفِرْدَوْسَ” kelimesi, her çeşit ürünü içinde bulunduran geniş bahçe anlamıdadır. (Keşşaf tefsiri)
[*] İnsanın bütün gıdası çamurdan, yani su ile toprağın birleşmesinden oluşur. Dolayısıyla yumurta ve spermin kaynağı da çamurdur. Tüm canlılar toprağın su ile birleşmesi neticesinde oluşan ürünlerle beslenirler.
[*] Erkeğin eşi, soyunu devam ettirme açısından tarlası gibidir. (Bakara 2/223) Onun tohumu/menisi üreme organına bırakılınca karar-ı mekîn’de yani yumurtaya ulaşmasına imkan veren yerde onu, nutfeye /döllenmiş yumurtaya dönüştürür (Abese 77/20-23). Çocuğun cinsiyeti ve özellikleri bu sırada belli olur. Çünkü Allah, “İki eşi, erkeği ve dişiyi, ölçüyü koyduğu sırada nutfeden yaratmıştır” (Necm 53/45-46). Önce döllenme olur, arkasından ölçüler belirlenir (Abese 80/18-19). Bu sebeple döllenmiş yumurtaya da (Nisa 4/1, A’râf 7/189) insan bedenine de nefs denir (Maide 5/32, Enbiya 21/35).
[1*] Bu ayet, döllenmiş yumurtanın rahim kanalını geçtikten sonraki üçüncü safhasını anlatmaktadır. Döllenerek birinci ve ikinci evreleri geçen yumurta üçüncü ve son evrede rahim cidarına asılı hale gelir, oluşum burada tamamlanır.
[2*] Başka bir yaratık haline gelmesi, yaratılışı tamamlanan cenine ruhun üflenmesi ile olur. Ruhun üflenmesi, bilgisayara işletim sisteminin yüklenmesi gibidir. İnsanı diğer tüm canlılardan ayıran şey, ruhun üflenmesi ile birlikte kazandığı özelliklerdir. Allah Teala şöyle buyurur: “Yarattığı her şeyi güzel yaratan ve o insanı (Âdem’i) yaratmaya çamurdan başlayan O’dur. Sonra onun soyunu bir özden; zayıf bir sudan yaratmıştır. Sonra (organlarını tamamlayarak) dengesini kurmuş ve ona ruhundan üflemiştir. (Böylece) size dinleme, ileri görüşlü olma (basiret) yeteneği ve gönüller vermiştir. (Bu yetenekleri) Ne kadar az değerlendiriyorsunuz! (Secde 32/7-9)
[3*] Yaratma iki türlüdür. Birincisi, maddesi ve benzeri olmayan bir şeyi yoktan var etmektir. Onu Allah’tan başkası yapamaz. “O, gökleri ve yeri, bir örneği yokken yaratmıştır.” (En’âm 6/101) İkincisi, bir şeyden bir başka şey üretmektir. Bu tür yaratmayı insanlar da yapabilir. Nitekim İsa aleyhisselam, çamurdan bir kuş heykeli yaratmıştır. (Â-i İmrân 3/49) Bu ayette Allah’ın kendisi için, “Yaratanların en güzeli” demesi önemlidir. Demek ki biz de insan organı yaratabiliriz ama Allah’ın yarattığı gibi olamaz.
[*] Göklere çıkan 7 yol. Bkz. Hicr 15/14,
[*] Mukatil b. Süleyman’a göre meyvelerle dolu her güzel dağ sina dağıdır. (Mukatil b. Süleyman Tefsiri)
[*] Koyun, keçi, sığır ve deve. Bkz. En’am 6/143-144. âyetler.
[1*] “Kulak tıkama” anlamı verdiğimiz kelime küfr =كفر’dür. Küfr, örtme; kâfir, örten anlamındadır (Müfredât).
[1*] Kazanın kaynaması, geminin harekete hazır hale gelmesidir. Bu ifade, o geminin tahrik sisteminin, buharlı kazan veya ısı enerjisini kinetik enerjiye dönüştüren bir başka sistem olduğunu gösterir.
[2*] “Sonunda emrimiz çıktı ve geminin tandırı (kazanı) kaynadı. Nuh’a dedik ki: “Erkekli dişili her türden birer çifti ve hakkında önceden karar çıkan (oğlun sandığın) kişi dışındaki aileni, bir de inanıp güvenenleri gemiye bindir.” Onunla birlikte inananlar pek az sayıdaydı.” (Hud 11/40)
[*] Üç tip övgü vardır. Birincisi, kişiyi kendi katkısı olmayan bir şeyden dolayı övmektir. Boyu uzun, zeki, iyi bir aileye mensup sözleri böyledir. Arapçada ona medih= المدح denir. İkincisi, iyi bir şey yaptığı için övmektir. Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir gibi sözler buna girer. Bu tür övgüye Arapçada hamd = الحمد denir. Üçüncüsü, bize yaptığı bir iyilikten dolayı övmektir. Bana güzel bir yemek ikram etti demek gibi. Arapçada ona şükür = الشكر denir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için güzel yerine mükemmel kelimesini kullandık.
[*] Tenasüh yani reenkarnasyonun olduğunu iddia etmiş oluyorlar. Reenkarnasyon, ölen bir kişinin ruhunun bir başka bedene geçerek yaşamaya devam edeceği iddiasıdır.
[*] “Gün doğarken korkunç bir ses onları yakaladı.” (Hicr 15/73)
[*] Bkz. Araf 7/34, Hicr 15/5, Yunus 10/49, Yunus 10/98, Nahl 16/61.
[*] Bkz. Taha 20/41-47.
[*] Ümmet, din anlamına da gelir (Müfredat).
[*] Arap edebiyatında Türkçede olmayan iltifat sanatı vardır, şimdiki zaman kipiyle anlatılacak bir şey geçmiş zaman kipiyle anlatılabilir. Geçmiş zaman kipine şimdiki zaman anlamı vermemiz bundandır.
[*] Şirk, Allah’tan başka ilah olduğunu iddia ederek, Allah’ı ikinci sıraya itmektir. Bkz. A’râf 7/30.
[*] Çaresizi, yetimi ve esiri, sevdikleri yiyeceklerle doyururlar. (Şöyle derler:) “Biz sizi, sırf Allah yüzümüze baksın diye doyuruyoruz. Yoksa sizden bir karşılık da teşekkür de beklemiyoruz. Çünkü bizler, zor ve insanı iyice bunaltacak bir günde, Rabbimizden (Sahibimizden) gelecek cezadan korkuyoruz”. Allah da onları o günün sıkıntılarından korur; zengin ve mutlu edecek şeylerle karşılar. (İnsan 76/8-11)
[*] Mekkelilerin eski ataları olan İbrahim ve İsmail aleyhisselama, tıpkı Kur'an gibi bir kitap inmişti. Bkz. Bakara 2/136-137 ve Al-i İmran 3/84-85
[*] Bu ayetteki cinneh = جِنَّةٌ kelimesi cinler anlamına gelir. (Nas 114/6)
[1*] Men = من kelimesi akıllı varlıklar için kullanılır. Akıllı varlıklar ile akılsızlarla birlikte anlatılıyorsa onları da içerecek şekilde kullanılır. Bunu Türkçede en iyi karşılığı “şey”dir.
[*] El-azâb = الْعَذَابِ’daki elif lam, muzafun ileyhten ıvaz sayılarak “kendi cezasını” anlamı verilmiştir.
[1*] Âyetteki = شديد şedîd, sıkıca bağlı demektir. Allah’ın ödülü veya cezası, kulun fiili ile tam orantılıdır: “Kim bir iyilikle gelirse ona, on katı verilir. Kim de kötülükle gelirse sadece bir katı ile cezalandırılır. Kimseye haksızlık yapılmaz.” (En'âm 6/160)
[*] Bu özellikler insandaki ruh nedeniyle oluşan özelliklerdir. Bkz. Secde 32/9
[*] (ذرأ)’nin iki anlamı vardır; biri beyaza çalan renk, diğeri tohum atmaktır. (Mekayis, ذرأ md.)
[*] Esâtîr = أَسَاطِيرُ, aslı astarı olmayan yazılar anlamına gelir. (El-Ayn)
[*] Men = من kelimesi akıllı varlıklar için kullanılır. Akıllı varlıklar ile akılsızlarla birlikte anlatılıyorsa onları da içerecek şekilde kullanılır. Bunu Türkçede en iyi karşılığı “şey”dir.
[*] Burası, kainatın yönetim merkezidir. Bkz. Saffât 37/6-10.
[*] Sihir, doğru şeyi, yanlış yerde kullanıp farklı bir algı oluşturmaya çalışmaktır. Buna Türkçede büyüleme denir. Arapçada sihir, bir şeyi olduğundan farklı gösterme, aldatma, oyalama ve hiledir. (Lisânü’l-Arab) Ayrıntılı bilgi için bkz. Felak 113/4 ve dipnotu.
[*] Bu sözler, ruhun melekler tarafından alındığı sırada söylenen sözlerdir. Bunlar Allah ile araya koyduklarını da işe katarak yardım istedikleri için kelimeyi çoğul kullanarak yalvarırlar. Bu hitabı yaparken Allah’ı ve melekleri birlikte düşünmüş olabilir.
[*] "بَرْزَخٌ = Berzah engel demektir (Müfredat). Her insanda iki nefis vardır; birincisi beden, ikincisi ruhudur. Ana rahminde bedene ruhun üflenmesi, bütün organların tamamlanmasından sonra olur. Böylece o, dinleyebilen, basiret ve gönül sahibi olan farklı bir canlı türü haline gelir (Müminûn 23/12-14 ve Secde 32/7-9)
Ruh, bedeni ev gibi kullanır; beden uykuya dalınca çekip gider, uyanınca geri gelir. Ölen beden yıkılan ev gibi olur, yeniden dirilinceye kadar ruh oraya dönmez. Ölen kişinin yalvarması boşunadır, çünkü ona ek süre tanınmaz (Münafikun 63/11). Ruhla bedenin tekrar birleşmesi yeniden diriliş sırasında olacaktır. (Tekvir 81/7)
Allah’ın kabul sözü verdiği tevbe (dönüş), bir cahillik ederek# kötülük işleyen sonra vakit geçirmeden dönüş yapanların tevbesidir. Allah, onların tevbesini (dönüşlerini) kabul eder. Allah bilir, doğru kararlar verir. Kötülükleri işlemeye devam eden, ölüm gelip çatınca da "Ben şimdi tevbe ettim (dönüş yaptım)" diyenlerinki, tevbe değildir. Kâfir olarak ölenlerinki de değildir. Onlar için acıklı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa 4/17-18)
[*] Sabır, bir şeyi yapma veya yapmama konusunda aklın ve dinin gerektirdiği davranışa odaklanmaktır. (Müfredat)
[*] Allah’tan başka ilah olduğunu iddia ederek, Allah’ı ikinci sıraya itenler. Bkz. A’râf 7/30