ÂL-İ İMRAN
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.
[*] Bakara 2/255, Nisa 4/87, Taha 20/8, Neml 27/26, Kasas 28/70, Mü’min 40/65, Rahman 55/29, Haşr 59/22-24, Teğabün 64/13.
[*] Kur’ân, bütün nebilere verilmiş kitapları hem tasdik eder hem de içeriklerini korur. Onlara yapılan ekleme ve çıkarmalar, ancak Kur’an ile tespit edilebilir (Mâide 5/15-16, 48). Kur’an’ın önceki kitapları tasdik edici özelliğine dair ayetler için bkz: Bakara 2/41, 89, 91, 97, Âl-i İmran 3/81, Nisa 4/47, En’am 6/92, Yunus 10/37, Yusuf 12/111, Fatır 35/31, Ahkaf 46/12, 30.
[1*] Rehber diye çevirdiğimiz “hüdâ” kelimesi, hidâyet kökündendir. Hidâyet, nazikçe yol göstermektir (Müfredat). Bakara 2/2; A’raf 7/52; Yunus 10/57; Nahl 16/64, 89, 102; Neml 27/12, 76-77; Lokman 31/1-3.
[2*] Furkân, doğruyu yanlıştan ayırmaktır. Bu özellikte olana da furkan denir. İlahi kitapların tamamı bu özelliktedir (Bakara 2/53, Enbiya 21/48, Furkan 25/1). Allah, kendini yanlışlardan koruyan müminlere furkan yani doğruyu yanlıştan ayırma kabiliyeti verir (Enfal 8/29).
[3*] Çetin”, ayetteki “şedîd (شديد)”in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır (Müfredat). Allah, cezayı, işlenen suça bağlamış (En'âm 6/160) ve şöyle demiştir: “Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür.” (Şurâ 42/40) size kim saldırırsa ona, size yaptığı saldırıya denk bir saldırı ile karşılık verin (Bakara 2/194) Buna göre cezanın, işlenen suça denk olması gerekir bu da ancak suçun iki katı ile olur. Birincisi ile verdiği zarar giderilir, ikincisi ile de o zarara denk bir zarara sokulur. Bu ceza prensibi, cehennemde de uygulanır (A’raf 7/38, Furkan 25/68-69).
[4*] Ayette geçen intikam (انتِقَام) suçla ceza arasındaki dengeyi tam kurma anlamına gelir (el-Ayn).
[*] En’am 6/59, Yunus 10/61, Neml 27/75, Sebe 34/3.
[*] Bu ayet, her insanın kendine özgü ölçülerinin ezelde değil, ana rahminde belirlendiğini bildirmektedir. Bu da kadercilerin insanla ilgili ezeli bilgi iddialarının temelsiz olduğunu gösterir (A’raf 7/11, Meryem 19/67, Mü’min 40/64, Teğabün 64/3, İnsan 76/1-2, İnfitar 82/6-8).
[1*] Muhkem ayet, bir konuda hüküm içeren ayettir. O hüküm, başka ayetlerle ayrıntılı olarak açıklanır (Hûd 11/1-2).
[2*] Kitab (كتاب) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bir şeye eklemektir (Mekayîs). Arapçada kelimeleri ekleyerek yazılan her türlü yazıya kitap denir (Müfredat). Kur’an-ı Kerim, muhkemler yani kısa ve özlü hükümler içeren ayetlerden ve onların benzeri olup onları açıklayan müteşâbih ayetlerden oluşan ikişerli yapıdadır (Zümer 39/23) Kur'ân’ın, bildiğimiz bir kitap halinde inmediği açıktır. Bu ve benzeri ayetler onun, kendisinden kitaplar oluşturulacak şekilde indiğini, her bir kitabın, bir muhkem bir de müteşâbih olmak üzere en az iki ve ikinin katları olan ayetlerden oluştuğunu, doğru hükme yani hikmete bu şekilde ulaşılabileceğini (Bakara 2/269) gösterir.
[3*] Müteşâbih, benzeşen demektir. Birbirine benzeyen iki şeyden her birine müteşâbih denir. Bu kelime, toplam sekiz ayette geçer: Bakara 2/25, 70, 118; Âl-i İmrân 7, Zümer 23, En’âm 99, 141 ve Ra’d 16.
[4*] Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf 7/155), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.
[5*] Te'vîl (تَأْوِيلِ), evl (أول) kökünden türetilmiştir; bir şeyi istenen hedefe çevirme anlamına gelir (Müfredât). Bu ayette tevil, Allah’ın ayetler arasında kurduğu bağlantıyı gösterir.
[6*] Ayetin açılımı şöyledir: Kitaptan kendi eğrilikleriyle /kurgularıyla benzeşene uyarlar. (فيتبعون ما تشابه منه بزيغهم). Necrân’dan bir Hıristiyan heyeti nebimize gelmiş, “Ya Muhammed! Sen, İsa’nın Allah’ın kelimesi ve ondan bir ruh olduğu kanaatindesin değil mi?” demişti. O, “Evet.” deyince“ Bu bize yeter.” demişlerdi. Onlar, kendi eğrilikleriyle benzeşir gördükleri şu ayete dayanıyorlardı: “İsa… Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı sözü ve kendinden bir ruhtur.” (Nisa 4/171) Ayetin başında görmek istemedikleri şu ifade vardır: “Meryem oğlu İsa Mesih, yalnızca Allah’ın elçisidir.” Allah’ın kitabına uyma yerine onu kendilerine uyduranlar hep böyle yaparlar. (Taberî, Âl-i İmran 3/7. ayetin tefsiri)
[7*] Bu ilim, ayetleri ayetlerle açıklama ilmidir (A'raf 7/52). Önceki kitaplara inananların alimleri arasında da bu ilmi bilenler vardı (Nisa 4/162).
[8*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28).
[9*] Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz Bakara 2/179’un dipnotu.
[*] Yola gelmek de yoldan çıkmak da kişinin kararına bağlıdır (Saf 61/5). Bununla birlikte, bu dua, her şeyde olduğu gibi doğru yolda kalmak için de Allah’ın desteğine ihtiyacımız olduğunu gösterir.
[1*] Âl-i İmran 3/25, Nisa 4/87, En’am 6/12, Casiye 45/26.
[2*] Âl-i İmran 3/194.
[1*] Kâfirlerin malları ve evlatları ahirette hiçbir işlerine yaramayacaktır (Âl-i İmran 3/116, Şuarâ 26/88-89, Sebe 34/37, Mücadele 58/17, Hâkka 69/28-29, Leyl 92/11).
[2*] Cehennem yaratılmış ama henüz tutuşturulmamıştır. Ahirette tutuşturulduktan sonra insanlar oraya atılacaktır (Tekvir 81/12). O ateş onların sadece derilerini yakacağından azabı tatmaları için sürekli derileri yenilenecektir (Nisa 4/56). Onlar orada ölmeyecek, birbirleriyle (A’raf 7/38-39), görevli meleklerle (Mümin 40/49-50) ve Cennete gitmiş olanlarla konuşacaklardır (A’raf 7/48-51, Müddessir 74/40-47). Ayetlerdeki “vekud (وقود)” kelimesine “yakıt” anlamı verilir ama onlar, oranın yakıtı olsalar her tarafları yanar, kimseyle konuşamaz ve kısa sürede yok olup giderlerdi. Bütün bunlardan dolayı Cehennemle ilgili ayetlerdeki “vekud (وقود)” kelimesine “yakıt” değil mecazen ‘tutuşturucu” anlamı vermek uygun olur.
[1*] Kezzebe (كذّب) fiili Kur’an’da hem lazım /geçişsiz hem de müteaddi /geçişli olarak kullanılır. Lazım olarak kullanıldığı yerlerde çok yalan söyleme (En’am 6/148, Yunus 10/39) anlamındadır. Bazı ayetlerde bâ (ب) harf-i cerri ile müteaddi olur ve bir şey karşısında yalan söyleme anlamına gelir (En’âm 6/21, 157, A’raf 7/37, Taha 20/48). Harf-i cersiz müteaddi olduğu yerlerde de yalanlama anlamındadır (Âl-i İmran 3/184, Hicr 15/80, Şuara 26/176).
[2*] Enfal 8/52-54, Mü’min 40/21.
[*] Sâd 38/55-56, Nebe 78/21-22.
[1*] Bedir Savaşında Mekkeli müşrikler müminlerin iki katından fazlaydı ama onlara kendilerinin iki katı gösterildiler ki müminler onlarla savaşmak zorunda kalsın. Çünkü müminlere, kendilerinin iki katına kadar düşmanla savaşma görevi verilmişti (Enfâl 8/65-66). Müslümanların Mekke ordusu ile kervan arasında kalması (Enfâl 8/42), düşmanın rüyada Rasulullah’a az gösterilmesi (Enfâl 8/43), iki ordu karşılaştığında birbirlerine olduklarından daha az gösterilmeleri (Enfâl 8/44), Müslümanların üç bin melekle desteklenmesi (Âl-i İmran 3/124), müminlerin rahatlaması için o gün hoş bir uykuya daldırılmaları ve üzerlerine rahatlatıcı bir yağmur yağdırılması da (Enfâl 8/11) Allah’ın onlara olan yardımlarındandı.
[2*] Şâe ( شاء ) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gereğini yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[1*] Kadınlar, kadın erkek her insana hoş gösterilmiştir. Nitekim bir kadının diğer kadınların beğenisini kazanma isteğinin erkeğin beğenisini kazanma isteğinden fazla olduğu gözlemlenebilir.
[2*] Çocuklar diye anlam verdiğimiz kelimenin kök anlamı “bir şeyden doğan şey” olan ibn (إبن)’in çoğulu olan benîn (بنين)’dir (Mekâyîs). Daha çok erkek evlat anlamında kullanılsa da burada uygun olan, erkek ve kız evlatlar olmasıdır; çünkü kadın - erkek ayrımı olmaksızın bütün insanlar Adem’in çocukları (benî Âdem)dir (A’raf 7/26, İsra 17/70). Bu sebeple oğullar yerine “çocuklar” kelimesi tercih edilmiştir.
[3*] En’am; koyun, keçi, sığır ve devenin dişisine ve erkeğine denir (En’âm 6/143-144).
[4*] Kehf 18/46, Sebe 34/37.
[*] Tevbe 9/72, Şuarâ 26/88-90, Saf 61/12-13, Beyyine 98/7-8.
[1*] Seher vakti, gecenin sonuna doğru güneş ışıklarının doğu ufkuna ulaşması ve ufkun üst tarafındaki zayıf ışıklı yıldızların kaybolmasıyla başlar. Güneş ufka yaklaştıkça aydınlık üstten aşağıya doğru bir kubbe şeklini alır ve alt taraftaki kara parçası gözükmeye başlar. Kara parçası, ufuk boyunca uzayan siyah bir çizgi haline gelince onun üstünde, çıplak gözle net olarak gözüken beyaz ışık çizgisi oluşur. Tam bu vakitte seher vakti biter, sabah namazı ve oruç tutma vakti başlar (Bakara 2/187). Seher vakti aynı zamanda sahur vaktidir.
[2*] Furkan 25/64, Secde 32/16, Zümer 39/9, Zâriyât 51/17-18.
[1*] Allah’ın varlığı ve birliği konusunda kimsenin şüphesi yoktur. İlah sayılanlar, Allah ile araya konan aracılardır. Ayette, “hakka ve adalete uygun davranan ilim sahipleri” ifadesinin kullanılması, insanların bilmeden Allah’a şirk koşabileceklerini gösterir. (Bakara 2/22, Enfal 8/27). Bunun örneği İbrahim aleyhisselamdır. O, buluğa erdiği andan itibaren (A’raf 7/172-173) putların ilah olamayacağını anlamıştı. Ama gözlemler yapıp kesin kanaate varıncaya kadar gezegenin, ayın ve güneşin kendi rabbi olduğu inancındaydı. Onların rab olamayacaklarını anlar anlamaz kesin tavrını koydu ve bu inanca karşı çıktı (En’am 6/75-79, Enbiya 21/51-64). Onun bu konuda, bile bile yaptığı bir yanlış olmadığı için Allah onu hiçbir zaman müşriklerden saymamıştır (Bakara 2/135, Âl-i İmran 3/67, 95, En’am 6/161, Nahl 16/123, Enbiya 21/52-56). Bugün müslümanların büyük çoğunluğu, Nebimiz Muhammed aleyhisselamın, ilim adamlarının ve din adamlarının ilah yapıldığının farkında değillerdir. Allah Teala Kur’an’ı sadece kendisinin bir ilme göre çok ayrıntılı bir şekilde açıkladığını, (A’raf 7/52) ve o açıklamalara konuyu bilenlerden oluşan bir ekibin ulaşabileceğini (Fussilet 41/3) bildirmiş, başkasının yapacağı açıklamayı kabul etmenin de onu ilah yapmak olduğunu açıkça ifade etmiştir (Hud 11/1). Ama geleneksel yapı, bir çok ayeti gizlemiş, bir çoğuna da yanlış anlamlar vermiş ve Nebimiz Muhammed aleyhisselamın ayetleri açıklama yetkisinin olduğunu bütün Müslümanlara kabul ettirmiştir. Kur’an’ı açıklama yetkisi alimlere de verilerek mezhepler oluşturulmuş ve bir ilahlar piramidi meydana getirilmiştir. Bu, kabul edilebilecek bir şey değildir (Bakara 2/103-105, 213, En’am 6/159, Şura 42/13-14). Bu yapıyı, bilmeden kabul edenlerin bir sorumluluğu olmaz (Bakara 2/22, 120, 145, 286). Ama bunu bile bile yapıp Müslümanları bu hale sokanlar, en ağır cezaya çarptırılacaklardır (A’raf 7/44-45).
[2*] Âl-i İmran 3/6.
[1*] İslam, teslim olmaktır. Allah’a teslim olana “müslim” denir. Türkçede ona “Müslüman” adı verilir. Bütün nebiler insanları İslam’a çağırmışlardır. Onun için Allah katında tek din İslam'dır (Âl-i imrân 3/83-85, Şûrâ 42/13). Bu dinin, Allah tarafından mükemmel hale getirilmiş ve herkesin uyması emredilmiş son şekli, Kur’an’daki İslamdır (Mâide 5/48).
[1*] Ümmî kelimesi Kur’an’da üç farklı anlamda kullanılmıştır. Birincisi, “kendine kitap verilmemiş olan” (Âl-i İmran 3/20), ikincisi “inandığı ilahi kitabın içeriğini bilmeyen” (Bakara 2/78), üçüncüsü de “Mekkeli olan”dır (Âl-i İmran 3/75, Cum’a 62/2).
[2*] Bakara 2/137.
[3*] Maide 5/67, Nahl 16/82, Nur 24/54, Şûrâ 42/48.
[1*] Allah Teâlâ, nebi olan bütün resullerine yardım eder ve onları düşmanlarından korur (Maide 5/67, Yunus 10/102-103, Enbiyâ 21/7-9, Saffat 37/171-173). Nebi olmayan resuller de vardır (Şuara 26/105, 123, 141, 176) Ama her nebi, aynı zamanda resul olduğu için nebilerin ve resullerin öldürülmesi, onların nebiliklerinin ve resullüklerinin öldürülmesidir. İlgili ayetlerde geçen katl (قتل) sözünün kök anlamlarından biri izlâl (اذلال) (Müfredât) yani itibarı ile oynamadır. Yahudiler, İsa aleyhisselamı öldürdüklerini söylerler (Nisa 4/157). Hıristiyanlar da sistemlerini, İsa aleyhisselamın çarmıha gerilip defnedilmesinden üç gün sonra kabrinden çıkarak Celile’de 11 havarisine göründüğü iddiası üzerine kurarlar (Matta 28/16–20). İncil, Allah’ın İsa aleyhisselama indirdiği kitaptır (Maide 5/46). Onun ölümünden sonrası ile ilgili sözler İncil’e ait olamaz. Bazı İncillere Yahya aleyhisselamın öldürüldüğü iddiaları da sokuşturulmuştur (Matta 14/3-12, Markos 6/17-29). Hâlbuki Kur’an, bu iki nebinin öldürüldüklerinden değil, öldüklerinden söz eder ve öldükleri gün tam bir güven içinde olduklarını bildirir (Meryem 19/15 ve 33). Nebiler gibi dürüst davranmaya davet eden insanların kişiliklerini öldürme gayretleri de eskiden olduğu gibi bugün de devam etmektedir. Allah onlara da düşmanlarından kurtarma sözü vermiştir (A’râf 7/163-166, Hud 11/116).
[2*] Bu gibi kişilere mâl ettikleri bazı sözleri kullanarak hem onların kişiliğini öldürmeye hem de Müslümanları saptırmaya çalışırlar. Sahabelerden Hz. Ömer, Ali, ve Abdullah İbn Abbas en çok iftiraya uğrayanlardandır.
[3*] Ayetteki “müjde ver” emrini alan ilk kişi nebimiz Muhammed aleyhisselamdır. Onun karşısında nebiyi öldürmüş biri yoktu. Kimse atalarının günahından da sorumlu tutulamayacağı için (Necm 53/38) buradaki “öldürme”, “nebiliği öldürme” anlamında mecaz olur.
[*] A’raf 7/147.
[1*] Nisa 4/44, 51.
[1*] Bu iddia, Yahudilere aittir (Bakara 2/80). Onların ‘Sözlü Tevrat’ dedikleri Talmud'a göre "Kötülerin Cehennemdeki yargısı 12 ayda son bulur. Bu süre içerisinde günahlarının bedeli ödenmiş olur." [TB, Shabbat 33b]. İslam ulemasından bazıları, bu konuda Yahudileri geride bırakmayı başarmışlardır. Nebimizin, Muâz b. Cebel’e şöyle dediği iddia edilir: “Kim kalbiyle tasdik ederek Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna şehâdet ederse Allah ona cehennemi haram kılar.” (Buhari, İlim, 49) Allah Teâlâ bunun doğru olmadığını bildirmektedir (Bakara 2/80-82). Çünkü günahı sevabından fazla olan cehenneme girecek, cezasını çektikten sonra çıkacaktır (A’raf 7/9, 46-47; Meryem 19/72)
[*] Bakara 2/281, Nisa 4/40, 124, Nahl 16/111, Enbiya 21/47, Yasin 36/54, Mü’min 40/17, Ahkaf 46/19.
[1*] (Şâe = شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz Âl-i İmran 3/13. ayetin dipnotu. Bu iki ayette Allah’ın yaptığı şey, kendi tercihine göre davranmasıdır.
[2*] Nisa 4/139, Yunus 10/65, Fatır 35/10, Münafikun 63/8.
[1*] Gece ile gündüz, Güneş ve Ay gibi, kendilerine ait yörüngelerde dolaşan ayrı varlıklardır (Yasin 36/40). Dünya’nın Güneş ile yaptığı açının daima değişmesi, gece ile gündüzün uzayıp kısalmasına sebep olur. Gece gündüzün içine girince gece kısalır, gündüz uzar. Gündüz gecenin içine girince de gece uzar, gündüz kısalır (Hac 22/61, Lokman 31/29, Fatır 35/13, Hadid 57/6). Ayrıca gece ve gündüz daima yer değiştirir. Akşam gece öne geçer ve gündüz onu bir sarık gibi sarar. Sabah olunca da gündüz öne geçmeye başar. Bu defa da gece gündüzü bir sarık gibi sarar (Zümer 39/5). Karanlık olma gecenin göstergesi olmaktan çıkarıldığı için kutup bölgelerinde güneşli geceler oluşur (İsra 17/12). Dünyanın, uzaydan çekilen fotoğraflarını inceleyenler, gece ile gündüzün ayrı varlıklar olduğunu görebilirler.
[1*] Dinimizden dolayı bizi öldürmeye kalkışmamış, bizi yaşadığınız yerlerden çıkarmamış veya çıkaranlara destek vermemiş kafirlerle dostluk kurmamız yasak değildir (Mümtahine 60/8-9). Yasak olan, dostlukta onlara öncelik vermemizdir, çünkü önceliği daima müminlere vermek gerekir.
[2*]Ayette geçen tukâh (تُقَاةً), “korunma” anlamına gelir (Lisânül-Arab). Bu kökten türeyen takıyye kelimesi terim olarak “Açık ve muhtemel tehlikeden korunmak maksadıyla inancın gizlenmesi” anlamında kullanılır. Can tehlikesi söz konusu olduğunda kişi kalbindeki inancını gizleyebilir (Nahl 16/106). Mekke müşrikleri Ammar b. Yâsir’i annesi ve babasıyla birlikte yakalar ve ağır işkencelerle anne ve babasını gözleri önünde öldürürler. Ammar (r.a.) yapılan işkencelere dayanamayıp Muhammed’den hoşlanmadığını söyler ve Lat ile Uzza’nın iyiliklerini dile getirir. Olup bitenleri nebimize anlatıp “Perişan oldum ya Rasulallah!” deyince, nebimiz: “Kalbini nasıl buldun?” diye sorar. O da: “İman ile dopdolu.” der. Bunun üzerine nebimiz: “Eğer bir daha seni yakalarlarsa aynı şekilde davran!” der (İbn Sa’d, Tabakat, c. III, s. 249). Fakat Şiiler, bu ruhsatı delil göstererek takıyyeyi, inançta asla terk edilmemesi gereken bir farz olarak kabul eder ve Nebimizin takıyye ile ilgili şöyle dediğini iddia ederler: “Siz Allah’ın dini üzeresiniz. Her kim bunu gizlerse Allah onu aziz kılar. Her kim de bunu duyurursa Allah onu zelil kılar.” Ali’ye (r.a.) de şöyle bir söz nispet ederler: “Takıyye mü’minin en faziletli amelidir. Takıyyesi olmayanın dini de yoktur.” (Küleynî,el- Kâfî. bab’ut-takiyye c. II. s. 220).
[1*] İçimizden her şey geçebilir. Biz, onlardan değil içimize yerleştirdiğimiz şeyden sorumluyuz. (Bakara 2/284)
[*] Kıyamet 75/13, Naziat 79/35, Tekvir 81/14, İnfitar 82/5, Fecr 89/23-24.
[*] Âl-i İmran 3/132, Yusuf 12/108, Ahkaf 46/9, Saf 61/10-13.
[1*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir. (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen Allah’ın resulü (رسول اللّه) ifadelerinde asıl vurgu ayetleredir. Muhammed aleyhisselam öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, Kur’an’dır (Âl-i İmrân 3/144, Maide 5/67, Nahl 16/35).
[1*] Tâhâ 20/122.
[2*] el-âlemîn (الْعَالَمِينَ) kelimesine, ‘çağdaşları’ manası verilmiştir. Çünkü kıyaslama, kişinin çağdaşlarıyla yapılır. Allah Teâlâ, Adem’i çağdaşlarına karşı seçkin hale getirdiğine göre nebilik görevine, evlatlarının rüşde ermesinden sonra başlamış olmalıdır.
[3*] Bakara 2/132.
[1*] Âyetteki muharrar (مُحَرَّر) hür olarak, yani ailesine ve başka bir yere karşı sorumluluğu olmadan yalnızca Allah’a adanmış olarak, anlamındadır.
[*] İsrailoğulları’nın içinde mabedin bakımı, kurbanla ilgili görevler, toplu yapılan ibadetlerin gerçekleştirilmesi ve diğer özel görevlerle sorumlu olan kişiler kohenlerdir (rahipler). Harun aleyhisselamın nebiliği döneminden itibaren kohenler, Levililer boyundan olup Harun’un (a.s.) soyundan gelen erkekler olarak seçilmiştir (Çıkış 28:1-3). Kohenlerin kızları da mabette kumaş dokumak, örtü dikmek gibi işler yapabilmekte ancak dini görevler alamamaktaydı. İmran’ın karısı da erkek çocuk beklentisiyle bir adakta bulunmuş; ancak kız doğurduğunu görünce aynı görevleri yapamayacağını düşünerek üzüntüsünü ifade etmiştir. Ayette geçen, “Ve leyse’z- zekeru ke’l-ünsa (وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى)” ifadesi Meryem’in annesinin sözü olsaydı “erkek kız gibi değildir” yerine “kız erkek gibi değildir” demesi beklenirdi. Bu nedenle cümle Allah’a ait olmalıdır; çünkü doğan kız bebeğin ve onun doğuracağı çocuğun ileride birer ayet olacağını (Enbiya 21/91, Mü’minun 23/50) yalnızca Allah bilmektedir. Allah, hiçbir ayette kadın-erkek ayrımı yapmadığı halde bu ayette erkeğin kadın gibi olmadığını belirtmiştir. Bunun nedeni, Meryem’in, büyüdüğünde bir erkekle ilişkiye girmeden çocuk doğuracağına işaret için olmalıdır. Zira erkeğin doğum yapması mümkün değildir.
[1*] Herkes yerden biten bir bitki gibi oluşur (Nuh 71/17). Ayette Meryem validemizin güzel bir bitki gibi yetiştirildiğinin belirtilmesi, onun kendi yapısında bitkiye benzer bir özelliğin olduğunu gösterir. Meryem'in sıradan bir bitkiye değil de güzel bir bitkiye benzetilmesi, onun çiçekli bitkilere benzetildiğini düşündürür. Çoğu çiçekli bitkilerde hem erkeklik hem dişilik özelliği olur ve kendi kendini döller. Meryem’e ruhun üflenmesi ile ilgili iki ayetten birinde erkek (Tahrim 66/12), diğerinde dişi zamir (Enbiya 21/91) ile gönderme yapılması da bunu destekler.
[2*] “Has oda” anlamı verilen “mihrab (مهراب)” kelimesi oda, hünkar mahfili, başoda, sultanın tek başına kaldığı has oda, harem dairesi, insanların oturduğu ve toplandığı yer vs. anlamlarda kullanılır. (Lisân’ul-Arab ve el-Kamus’ul-Muhît) (Meryem 19/11, Sad 38/21).
[3*] İster maddi, ister manevi olsun, nimet olarak Allah tarafından verilen her şeye rızık denir (Bakara 2/22, 172, Hud 11/88, Hac 22/58, Vakıa 56/82).
[*] Meryem 19/3-6, Enbiya 21/89-90.
[1*] Yahya aleyhisselamın tasdik edeceği “söz” Allah’ın İsa aleyhisselamın anasının rahminde oluşmasını sağlayan “Ol” emridir (Âl-i İmrân 3/47, 59). Bundan dolayı Allah İsa’yı, “kelime /söz” olarak tanımlamıştır (Âl-i İmrân 3/45, Nisa 4/171).
[*] Zekeriya aleyhisselam, kendisinden sonra yerine geçecek bir çocuk istemektedir. Ancak eşi kısır, kendisi de çok ileri bir yaşta olduğu için bu çocuğu, Meryem’in evlenip doğurmasını beklediği anlaşılmaktadır. Beklediği çocuğun kendi çocuğu olacağı müjdelenince şaşırması bunu açıkça göstermektedir (Meryem 19/8-9).
[1*] Buraya "konuşmama" şeklinde meal verilemez, çünkü konuşmama, insanın elindedir. Gösterge olması için istediği halde konuşamaması gerekir.
[2*] Meryem 19/10-11.
[*] Tahrim 66/11-12.
[*] “Rüku edenlerle birlikte rüku et!” cümlesindeki “rüku edenler” ifadesi, Arap dili açısından kadınları da kapsar. Meryem aleyhisselama verilen bu emir, kadınların da cemaatle namaz kılacağının açık bir delilidir. Zaten hiçbir ibadette kadın-erkek ayrımı yapılmamıştır (Hac 22/77).
[1*] Var olduğu halde duyu organlarından uzak olana veya kişinin bilmediği şeylere ‘gayb’ denir (Müfredat).
[2*] “Çubuk” diye tercüme ettiğimiz “kalem” kelimesi Arapçada “sert bir şeyden koparılan parça” anlamına gelir (Müfredat). Bu olay, aşağıdaki apokrif sayılan İncil pasajında da anlatılmış ve atılanların birer dal parçası olduğu söylenmiştir: “Rabbin meleği şöyle dedi: "Zekeriya, tapınaktan çık ve halkın dul erkeklerini bir araya topla. Her erkek bir dal parçası getirsin. Rab kime işaret verirse, Meryem o kişinin sorumluluğunda olacak". Bu çağrı tüm Yahudiye bölgesine ilan edildi; Rabbin borusu çalındı ve tüm erkekler tapınağa koştular.” (Yakup İncili VIII.3).
[3*] Yakup İncili’ne göre Meryem ergenlik çağına geldiği için artık mabedi terk etmesi gerekiyordu. Zekeriya (as), Allah’ın emriyle, Meryem’in mabet dışındaki himayesini kimin alacağı konusunda kur’a çekilmesini istemiş, kura sonucunda himaye görevi, Yusuf adında bir adama düşmüştü. Yusuf, dul olduğu ve kendi oğulları da bulunduğu için Meryem’i evine götürmeyi istememiş, İsrailoğulları’nın onunla alay edeceklerini söyleyerek karara itiraz etmişti (Yakup İncili VIII-IX). Ayette belirtilen çekişme de bu olaya işaret ediyor olmalıdır.
[*] Bu “Söz” Allah’ın “Ol” emridir. (Âl-i İmrân 3/47, 59) İsa aleyhisselam anasının karnında o emirle oluşmaya başlamıştır.
[1*] Maide 5/110, Meryem 19/29-33.
[2*] Bunlar, İsa aleyhisselamın sahip olduğu özelliklerdir.
[*] Bakara 2/117, Nahl 16/40, Meryem 19/35, Yasin 36/82, Mü’min 40/68. Bu ayete, “ol der, hemen olur” şeklinde meâl verilir. Allah her şeyi bir ölçüye göre yarattığından (Kamer 54/49) o emirle sadece oluşum başlar. Mesela Allah, bir çocuğun olmasını murad ettiğinde emri, döllenme öncesinde verir ve çocuk oluşmaya başlar (Âl-i İmran 3/59, Meryem 19/19-21, İnsan 76/1-2).
[1*] Hikmet, Allah’ın kitaplarından doğru hüküm çıkarma ve çözümler üretme yöntemidir. Allah onu, indirdiği bütün kitaplara yerleştirmiştir (Âl-i İmrân 3/81).
[*] Yaratma iki türlüdür. Birincisi, maddesi ve benzeri olmayan bir şeyi yoktan var etmektir. Onu Allah’tan başkası yapamaz (En’âm 6/101). İkincisi, bir şeyden bir başka şey üretmektir. Bu tür yaratmayı insanlar da yapabilir. İsa aleyhisselamın yaptığı ikincisidir (Mü’minun 23/14).
[1*] Maide 5/46, Saf 61/6. Matta İncil’inde İsa’ya ait şöyle bir söz geçer: “Kutsal Yasa'yı (Tevrat’ı) ya da elçilerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa'dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek. Bu nedenle, bu buyrukların en küçüklerinden birini kim bozar ve başkalarına öyle yapmayı öğretirse, Göklerin Egemenliğinde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliğinde büyük sayılacak.” (Matta 5/17-19)
[2*] Yahudilere özel olarak nelerin haram kılındığını görmek için: Nisa 4/160, En’am 6/146, Nahl 16/118.
[3*] Zuhruf 43/63.
[*] Zuhruf 43/64.
[1*] İncil’de havarilerin sayısı on ikidir: “… Bunlar, Petrus adıyla bilinen Simun, onun kardeşi Andreya, Zebedi'nin oğulları Yakup ve Yuhanna, Filipus ve Bartalmay, Tomas ve vergi görevlisi Matta, Alfay oğlu Yakup ve Taday, Yurtsever Simun ve İsa'yı sonradan ele veren Yahuda İskariyot.” (Matta 10/2-4) Bunların içinde tek bir din alimi yoktur, hepsi halktan kişilerdir.
[2*] Maide 5/111, Saf 61/14.
[*] Benzer bir dua için bkz: Maide 5/82-84.
[*] “Plan kurma” diye meal verdiğimiz (المكر), birini hedefinden, bir şekilde çevirme anlamındadır (Müfredat). İnsan ve cin şeytanları, insanı doğru yoldan çevirmek için planlar kurarlar. Bu, onların mekridir. Allah Teâlâ da şeytanların planlarından kurtulma yollarını gösterir. Bu da Allah’ın mekridir (Tevbe 9/115). Engellere göğüs gererek hep doğruları arayan, onları bulur (Ankebut 29/69). Bundan sonraki ayette İsa aleyhisselamın Allah’ın mekri /planı sayesinde öldürülmekten nasıl kurtarıldığı anlatılmaktadır.
[1*] Zümer 39/42’ye göre vefat, bedenden ruhun ayrılmasıdır. Allah ruhu iki şekilde vefat ettirir; biri uykuya daldığında diğeri de öldüğünde olur. Ruh, bilgisayarın işletim sistemi gibi bütün bilgileri korur. Onun için Allah, hem uyuyan hem de ölen bedenin ruhunu koruma altına alır. Uyuyan insanın ruhu, uyandığında, ölenin ruhu da vücut yeniden yaratıldığında geri döner. (Mü’minûn 23/100 ve Tekvîr 81/7) İsa aleyhisselam, ruhunun alınmasından sonraki ilk konuşmasını ahirette yapacağı için (Maide 5/117) bu ayetteki vefat, onun öldüğünü gösterir; dünyaya tekrar gelmesi diye bir şey yoktur.
[2*] Ölen her insanın ruhu göğe yükselir ancak gök kapıları kâfirlere açılmaz (Nisa 4/157-158, A’raf 7/40).
[3*] İsa’ya uyanlar, onu Allah’ın oğlu sayanlar değil, Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna inananlardır (Âl-i İmran 3/68).
[5*] Meryem 19/37, Zuhruf 43/65.
[*] Maide 5/10, 86, Rum 30/16, Hac 22/57, Teğabun 64/10.
[1*] Tilavet sözcüğünün kökü olan t-l-v (تلو) "birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanması” anlamındadır (Müfredât). Buna göre tilavet, birbiriyle bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır.
[2*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Hicr 15/6, Nahl 16/43-44, Enbiya 21/24).
[1*] Âdem (a.s.) ile İsa’nın (a.s.) ortak yönü, babasız dünyaya gelmeleridir (Zuhruf 43/61, İnsan 76/1-2).
[2*] Bakara 2/117, Nahl 16/40, Meryem 19/35, Yasin 36/82, Mü’min 40/68. Bu ayete, “ol der, hemen olur” şeklinde meâl verilir. Allah her şeyi bir ölçüye göre yarattığından (Kamer 54/49) "Ol" emri ile sadece oluşum başlar. Mesela Allah, bir çocuğun olmasını murad ettiğinde emri, döllenme öncesinde verir ve çocuk oluşmaya başlar (Âl-i İmran 3/47, Meryem 19/19-21, İnsan 76/1-2)
[*] Bakara 2/147, Yunus 10/94.
[1*] Âl-i İmran 3/20.
[1*] Meryem 19/34.
[2*] Âl-i İmran 3/6, 18.
[1*] Kur’an’da, ellerinde ilahi kitap bulunanları ifade etmek için iki ayrı kavram kullanılır. Bunlardan biri; “ûtu’l-kitab /kendilerine kitap verilenler”dir. Bu, genel bir ifade olup kitapları hakkındaki bilgi seviyelerine bakılmaksızın o toplumun tamamını kapsar (Nisa 4/47,131, Maide 5/5). Diğeri ise “ehl’ül-kitab /ehl-i kitap”tır. Bu kavram, kitaplarının içeriğinden haberdar olanları ifade eder. Allah’ın ayetlerini, doğruluğuna şahitlik edecek derecede kavramış, gerçekleri ve onların nasıl gizlenebileceğini bilen kişiler için daima ehl-i kitap ifadesi kullanılır (Bakara 2/109, Âl-i İmrân 3/70-71, 98-99; Nisâ 4/171, Mâide 5/15). Bakara 2/78’de kitaplarının içeriğini bilmeyenlere ümmi denilmiştir.
[2*] Ankebut 29/46.
[3*] Ayette geçen “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin ve Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın” ifadesinden anlaşıldığı üzere herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmak, canlı veya cansız bir varlığı hatta bir ideolojiyi Allah’ın seviyesine çıkarıp onun sözüne uymaktır. Bunu yapan, o varlığa kulluk etmiş olur. Din adamlarını aracı sayıp onların Allah’ın dinine uymayan sözlerini tutmak veya kendi arzularını gerçekleştirmek için Allah’ın emirlerini görmezlikte direnmek yaygın olarak yapılan şirk örneklerindendir (Tevbe 9/31, Furkan 25/43 ve Casiye 45/23).
[4*] Allah Teala, Üzeyir’i (Bakara 2/259), İsa aleyhisselamı ve annesi Meryem’i birer âyet /mucize yapmıştı (Mü’minun 23/50). Daha sonra Yahudiler Üzeyir’i, Hristiyanlar da İsa aleyhisselamı (Tevbe 9/30) ve annesi Meryem’i birer ilah yapmışlardır (Maide 5/116).
[1*] Bakara 2/140.
[2*] İslam, teslim olmak demektir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’a teslim olarak varlığını sürdürür. (Âl-i imrân 3/83) Ama insanlar ve cinler, imtihan için yaratıldığından (Zariyat 51/56) Allah’a teslim olup olmama konusunda serbest bırakılmışlardır (Kehf 18/29, İnsan 76/3). Bütün resuller insanları İslam’a, Allah’a teslim olmaya çağırmışlardır (Âl-i İmran 3/19, 84-85). Allah’a teslim olan, imtihanı kazanır, teslim olmayanlar kaybederler.
[3*] Bakara 2/135, Âl-i İmran 3/95, En’am 6/74-81, 161, Nahl 16/120-123.
[1*] Nisa 4/125.
[2*] Veli (çoğulu evliya), araya başka bir şey girmeyecek şekilde birbirine yakın olan iki veya daha çok kişiden her birini ifade eder (Müfredât). İnsana sinir uçlarından daha yakın olan Allah (Kaf 50/16), herkesin velisi yani en yakınıdır. Buna inanarak yanlışlardan sakınan kişi, sıkıntılarından kurtulur; artık üzerinde ne korku kalır ne de üzüntü çeker (Bakara 2/257, Yunus 10/62-63). Her şey gayet açık olduğu halde Allah’ı kendine uzak görenler ona, aracılarla ulaşmaya çalışırlar. Onları, veli veya evliya diye tanımlar ve kendilerini Allah’a ulaştırmaları için onlara kul ve köle olurlar (Zümer 39/3, Ahkaf 46/5). Bunu bile bile yapanlar (Bakara 2/22, En’âm 6/75-79), onları ilah yapmış (A’raf 7/3, 30) ve asla affedilmeyecek şirk günahına girmiş olur (Nisa 4/48, 116, A’raf 7/3, 30, Ahkaf 46/4-6).
[*] Bakara 2/109, Âl-i İmran 3/99-100.
[*] Âl-i İmran 3/98.
[*] Bakara 2/42, Âl-i İmran 3/78.
[*] Bunlar, örgütlü bir eylemle sabahleyin müslüman olduklarını, akşamleyin de dinden döndüklerini söylüyorlardı ama kendilerine herhangi bir ceza uygulanmıyordu. Eğer Muhammed aleyhisselama mal edilen “Kim dinini değiştirirse onu öldürün.” (Buhârî, Cihad 149) sözü doğru olsaydı onlar böyle bir eyleme cesaret edemezlerdi. İşte Kur’an’ın tanıdığı din hürriyeti budur (Bakara 2/256, Nisa 4/51, Maide 5/13, Yunus 10/99).
[1*] Şâe (شاء) fiilinin kökü, “bir şeyi yapma, var etme” anlamında olan şey (شيء)’dir (Müfredât). Burada Allah’ın yaptığı şey, bazı kullarını tercih ederek onlara ikramda bulunmasıdır. Ayrıca bkz Bakara 2/20. ayetin dipnotu.
[2*] Bakara 2/105.
[1*] Dinar, Rasulullah (s.a.v.) döneminde para olarak kullanılan Bizans altınıdır. Bu paralardan bugün İstanbul Arkeoloji Müzelerinde bulunanların en ağır olanı 4.35 gr. gelmektedir.
[*] Emaneti koruma sorumluluğu, hem Tevrat’ta hem de Kur’an’da mevcuttur; ancak bu insanlar, ümmî olan yani Mekke’den çıkan son elçiye inanmadıkları gibi, ona ve ona inananlara karşı herhangi bir sorumlulukları olmadığını da iddia ederek emanetlerine hıyanet etmektedir (Bakara 2/40-41, Âl-i İmrân 3/81).
[1*] Kalîl (قليل), bir şeyin az olduğu veya kalıcı olmadığı anlamına gelir (Mekâyîs).
[1*] Rab kelimesinin Türkçe karşılığı “sahip”tir. Evin sahibine “rabb’ud-dâr” yani evin rabbi (Müfredât), sermaye sahibine de “rabb’ul-mal” yani sermayenin rabbi denir. Bir ayette Yusuf aleyhisselamın “rab” kelimesini önce “kölenin sahibi olan kral” anlamında, daha sonra da “herşeyin sahibi olan Allah” anlamında kullandığını görmekteyiz (Yusuf 12/50). Allah hepimizin sahibi olduğu için yalnızca ona kulluk etmemiz gerekir. Allah’a daha çok yaklaşmak amacıyla dahi olsa, melekleri, nebileri ya da herhangi bir başka varlığı Allah’la araya koymak şirk sayılmış ve yasaklanmıştır (Zümer 39/3).
[2*] Burada sözü edilenler, Tevrat ve İncil’de uzman olan kesimdendir. Bunlar, Muhammed aleyhisselamın, beklenen son nebi olduğuna kesin olarak inandıktan sonra (Bakara 2/75-80) onu ilahlaştırıp nebiliğini öldürmeye çalışanlardır (Âl- İmran 3/21-22, Mâide 5/41-42, 70). Bunun en etkili yolu, ivec (عوج) yapmak yani çok dikkat edilmedikçe anlaşılamayacak eğrilikler oluşturmaktır (Müfredat). Bunun için önce Muhammed aleyhisselamın Allah’ın resulü olduğuna vurgu yapmışlar ama resulün görevinin, ayetleri tebliğ ile sınırlı olduğunu görmezden gelmişlerdir (Âl-i İmran 3/20, Maide 5/92, 99, Ra’d 13/40, Nahl 16/35, Nur 24/54, Ankebut 29/18, Yasin 36/16-17, Şura 42/48, Teğabun 64/12). Allah’ın resulü, O’nun sözlerini insanlara ulaştıran elçi olduğundan ona itaat, Allah’ın ayetlerine itaattır. Bunu görmek istemeyenler, “Kim Resule itaat ederse, kesinlikle Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa 4/80) ayetinde ve onunla benzeşen ayetlerde ivec yaparak Muhammed aleyhisselamın sözünü, Allah’ın sözü seviyesine çıkarmışlardır (Âl-i İmran 3/32, 132, Nisa 4/59, Enfal 8/1, Nur 24/56, Muhammed 47/33). Yaptıkları en önemli saptırma ise “O, kendi arzusuna göre konuşmuyor. Konuştuğu o şey, kendisine yapılan vahiyden ibarettir.” (Necm 53/3-4) ayetlerini, devamındaki ayetlerden koparıp kendilerine delil yapmaları ve birçok ayeti de görmezden gelmeleridir. (Nisa 4/176, Enfal 8/43, 44, 67, 68, Ahzab 33/37, Fetih 48/2, Mümtahine 60/12, Tahrim 66/1-2). Bir de Kur’an’ın en temel kavramlarından olan sünnet kavramını (Nisa 4/26-28), Muhammed aleyhisselama nisbet edilen söz ve uygulamaları olarak kabul ettirmişler ve hadis uydurmanın kapısını, sonuna kadar açmışlardır (Ahzab 33/37-38).En üzücü olanı da bu saptırmaları, mezheplerin kural haline getirip Müslümanlara kabul ettirmiş olmalarıdır.
[1*] Allah’ın nebilerden söz alması, onlara verdiği kitaplar vasıtası ile ümmetlerinden de söz almasıdır. Bu söz, yanlarında olanı tasdik eden bir resulün gelmesi halinde ona inanma sözüdür. Ayette, “yanlarında olanı tasdik eden bir nebi” değil de “bir resul” ifadesinin kullanılması çok önemlidir. Arap dilinde resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi o sözü iletmek için gönderilen elçi anlamına da gelir (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmak olduğundan Kur’ân’da geçen Allah’ın resulü sözleri ile kastedilen öncelikle kitaptır (Bakara 2/101). Son nebi olan Muhammed aleyhisselam gelmiş, görevini yapmış ve vefat etmiştir (Âl-i İmran 3/144, Ahzab 33/40) ama tebliğ ettiği Kur’an, kıyamete kadar kalacaktır. Dolayısıyla bugün, Yahudi, Hristiyan, Mecusi, Sabii vs. ümmetlere tebliğ edilecek olan resul, Kur’andır. Çünkü Kur’an, önceki kitapların tamamını tasdik eder (Bakara 2/40-41, 91, 97, 101, Âl-i İmran 3/3-4, 50, Nisa 4/47, Maide 5/48-49, En’am 6/92, Fatır 35/31, Ahkaf 46/12, 30, Saf 61/6-9).
[2*] Isr, gelecek nebiye inanma görevidir. Nebimizle birlikte ısr yükü kalkmıştır (A’raf 7/157).
[3*] Tevrat'taki ifade şöyledir: "Onlara kardeşleri (İsmailoğulları) arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek. Adımla konuşan bu peygamberin ilettiği sözleri dinlemeyeni ben cezalandıracağım." (Tesniye 18:18,19). İncil’de de şu ifadeler geçer: “Şimdiyse beni gönderenin yanına gidiyorum. Ne var ki içinizden hiçbiri bana, `Nereye gidiyorsun?' diye sormuyor. Ama size bunları söylediğim için yüreğiniz kederle doldu. Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, Gerçeğin Ruhu (Paraklit) size gelmez. O gelince dünyanın günah, doğruluk ve gelecek yargı konusundaki suçluluğunu dünyaya gösterecektir. Günah konusunda - çünkü bana iman etmezler; doğruluk konusunda - çünkü Baba'ya gidiyorum, artık beni görmeyeceksiniz; yargı konusunda - çünkü bu dünyanın egemeni yargılanmış bulunuyor. Size daha çok söyleyeceklerim var ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O yani Gerçeğin Ruhu (Paraklit) gelince, sizi her gerçeğe yöneltecek. O kendiliğinden konuşmayacak, yalnız işittiklerini söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. O beni yüceltecek.” (İncil Yuhanna 16/5-14).
[*] Nisa 4/80, Ğaşiye 88/23-26.
[1*] Allah’ın koyduğu tabiat kanunlarına herkes ister istemez boyun eğer. Ona Arapçada itaat denmez. İtaat, gönüllü olarak boyun eğmedir. Allah’ın dinine gönüllü olarak boyun eğenler, fıtrata yani yaratılış özelliklerine uygun davranmış ve doğru yola girmiş olurlar. (Rum 30/30).
[2*] Ra’d 13/15, Hac 22/18, Fussilet 41/11.
[1*] Âl-i İmran 3/19 - 20.
[2*] Bakara 2/137.
[1*] Nisa 4/137, Nahl 16/106, Muhammed 47/25.
[2*] Resul için bkz. Al-i İmran 3/32. ayetin dipnotu.
[*] Yaptığı yanlışlardan vaz geçerek tövbe eden ve iyi işler yapmaya başlayan kişilerin işledikleri günah ne olursa olsun Allah onları bağışlar (Zümer 39/53). Bağışlamakla da kalmaz ayrıca onlara iyilik ve ikramda bulunur (Furkan 25/70-71). Burada sözü edilen günah, bütün delilleri görüp iman ettikten sonra kâfir olma yani dinden dönme günahıdır. Bu ayetler (Âl-i İmrân 3/86-89) dinden dönen birine dünyevi ceza uygulanmayacağını gösterir. Dinden dönme eylemini, örgütlü bir hareket olarak yapanlara da dünyevi bir ceza uygulanmaz (Âl-i İmrân 3/72). Ayetler, bu kadar açık olmasına rağmen “Kim dinini değiştirirse onu öldürün.” (Buhârî, Cihad 149) şeklinde uydurulan bir rivayete dayanılarak dinden dönene ölüm cezasının verilmesi, mezhepler tarafından kabul edilmiş ve yaygın bir uygulama haline gelmiştir. Halbuki ayetler, böyle birinin, ömür boyu tövbe etme hakkına sahip olduğunu bildirmektedir. İşte Kur’an’ın tanıdığı din hürriyeti budur (Bakara 2/256, Nisa 4/51, Maide 5/13, Yunus 10/99).
[1*] Bu tövbe /dönüş, ölmekte olan kişinin tövbesidir (Müminun 23/99-100). Bunun örneği Firavun’dur (Yunus 10/90-91, Neml 27/14). Ölüm gelmeden tövbe edenin tövbesi kabul edilir (Nisa 4/17-18).
[*] Maide 5/36, Yunus 10/54, Ra’d 13/18, Zümer 39/47, Mearic 70/11-14.
[1*] Bakara 2/267, İnsan 76/8.
[2*] Bakara 2/215, 272-274.
[1*] Ayette geçen “de ki (قُلْ)” ifadesi ayetin baş tarafında yer alan “bütün yiyecekler…” şeklinde başlayan ifadenin Yahudilerin iddiası olduğunu gösterir. Parantez içinde, (Yahudiler dediler ki) ifadesi, bunun için yazılmıştır. Yani ayet, Yahudilerin bir iddiasını dile getirmekte ve devamında da iddialarında samimi iseler Tevrat’ı getirmeleri istenmektedir. Ayrıca Âl-i İmran 3/94. ayette de bu yalanı Allah’a mal edenlerin büyük yanlış yapmış olacaklarının bildirilmesi, 93. ayetin başındaki ifadenin bir iddia olduğunu desteklemektedir.
[1*] “Dini yaşama biçimi” olarak meal verilen ‘Millet’ kelimesi genellikle ‘din’ olarak tercüme edilir. Halbuki Kur’an’da “Allah’ın dini” ifadesi bulunduğu halde “Allah’ın milleti” ifadesi yoktur. Bu kelime, İbrahim, İshak ve Yakup nebilere nispetle kullanıldığı gibi, kâfirlere nispetle de kullanılmıştır (Yusuf 12/37). Olumlu kullanımlarının tamamında şirkten uzak, Allah’a doğrudan ve tam teslimiyet gösterilen bir dinî anlayışa vurgu yapılmaktadır. Bu da gösteriyor ki millet, dinin kendisi değil, ister kâfir ister mümin olsun o kişilerin “dini yaşama biçimi”dir (Bakara 2/120, 130).
[1*] Arap dilinde beyt, insanın gece kalabileceği yerdir (Müfredât). İnsanlar için kurulan ilk Beyt, Bekke’dedir. Bekke, milyonlarca hacıyı barındıracak kapasitede olan Arafat ile başlar ve Ka'be'ye kadar uzanır. Orası insanlığın ilk yerleşim yeri olduğundan Adem aleyhisselam ve eşinin yerleştirildiği cennet /bahçe Arafat'tır. Arafat, bugün de bir bahçe konumundadır. Ondan sonrası ekin bitmeyen bir vadidir (İbrâhîm 14/37). Mekke’nin batı sınırı, 17 km uzağındaki Hudeybiye’ye kadar uzanır (Fetih 48/24). Mekke için Mescid-i Haram ifadesi de kullanılır (Tevbe 9/7). Kâbe’ye beyt denildiği gibi (Bakara 2/127) el-beyt’ül-haram da denir (Mâide 5/97).
[1*] Zannedildiği gibi Makam-ı İbrahim, Kâbe’nin yanında korunan 50 cm. uzunluğundaki taş değildir. Makam, durulan yer veya yerler demektir. Arap dili açısından makam bedel, “ayâtun beyyinâtun = açık göstergeler” ifadesi de mübdelün minh olur yani açık göstergelerin, İbrahim aleyhisselamın hac ibadeti için durduğu yerler olduğunu ifade eder. O yerler; Arafat, Müzdelife, Mina, Kâbe, Safa ve Merve’dir. Hac ibadeti oralarda yapılır. Nuh tufanında Kabe yıkılmış, hac ibadetinin yapıldığı yerler unutulmuştu. İbrahim aleyhisselam Kâbe’yi yeniden yapınca Allah’a: “Bize hac ibadetini yapacağımız yerleri (menâsikimizi) göster.” (Bakara 2/128) diye dua etmiş, Allah da göstermişti. Nuh tufanından sonraki ilk haccı İbrahim aleyhisselam yaptığından onun hac ibadeti için durduğu yerlere Makam-ı İbrahim denilmiştir. İnsanlar o yerleri, ondan öğrenmiştir.
[*] Âl-i İmran 3/70.
[*] İvec (عوج), çok dikkat etmedikçe anlaşılamayacak eğriliktir (Müfredat). Allah’ın yolunda böyle bir eğrilik isteyenler, yaptıkları yanlışlar kolaylıkla anlaşılmasın diye doğruya çok yakın görünecek çarpıtmalar yaparlar. Ayette sözü edilen kişilerin en çok istediği budur. Bu sebeple en tehlikeli yanlış, doğruya en çok benzeyendir. (A’raf 7/45, İbrahim 14/3, Kehf 18/1, Zümer 39/28)
[*] Bakara 2/256, Nisa 4/175, Teğabün 64/11.
[1*] Tevbe 9/119, Ahzab 33/70, Haşr 59/18, Teğabün 64/16.
[2*] İnsan ne zaman öleceğini bilemeyeceği için sürekli Allah’a tam teslim olmuş halde yaşamalıdır (Bakara 2/132, Yusuf 12/101).
[1*] Bu ayetteki “Hablullah /Allah’ın ipi” ifadesine Kur’an anlamı vermemizin sebebi şu ayetlerdir: Nisa 4/146, 175, En’am 6/155, Araf 7/3, Zümer 39/55, Zuhruf 43/43-44. Ayrıca Nebimizin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Kur’an Allah’ın sağlam ipidir.” (Tirmizi, Fezâili’l Kur’an, 14)
[2*] Âl-i İmran 3/105, En’am 6/159, Enfal 8/46, Rum 30/32, Şûrâ 42/13-14, Beyyine 98/1-4.
[3*] Allah’ın burada sözü geçen nimeti, indirdiği Kitaptır. İnsanlar ona iman edip sıkı sarılınca, durumlarının düzelmesi ve birbirleriyle kardeş olmaları gibi daha pek çok nimete kavuşurlar.
[4*] Enfal 8/63.
[5*] Hucurat 49/10.
[*] Âl-i İmran 3/19, 103, Şûrâ 42/14, Casiye 45/17.
[1*] Küfür örtme; kâfir, örten demektir. Allah’ın her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğunu, koyduğu kurallara uymak gerektiğini bilmeyen yoktur. Kişinin hayat tarzı o kurallara ters düşmeye başlarsa uymak zorlaşır ve onları görmezden gelmeye başlar. Böyleleri, üstünü örttüğü imanın kendine yettiğini, ama Allah’a tam teslim olamadığını düşünür (Hicr 15/2-3).
[2*] Yunus 10/27, Rahman 55/41, Kıyamet 75/24-25, Abese 80/40-42, Gaşiye 88/2-7.
[*] Yunus 10/26, Kıyamet 75/22-23, Abese 80/38-39, Gaşiye 88/8-11.
[1*] Bakara 2/252, Casiye 45/6.
[2*] Nisa 4/40, Yunus 10/44.
[*] Bakara 2/284, Âl-i İmran 3/129, Nisa 4/126, 131-132, Yunus 10/55, Nur 24/64, Lokman 31/26, Necm 53/31.
[1*] Muhammed aleyhisselam son nebi, onun getirdiği kitap da Allah’ın son kitabıdır. Bu kitaba uyanlar, insanlık için örnek bir toplum oluştururlar (Bakara 2/143). Allah, inanıp güvenen her topluma bu vaadde bulunmuştur (Âl-i İmran 3/139). Müslümanların günümüzde örnek teşkil edememelerinin nedeni Allah’a tam anlamıyla güvenmedikleri için Kur’an’a uymamaları, özellikle de iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir toplum olma konusundaki duyarsızlıklarıdır.
[2*] Âl-i İmran 3/113.
[*] Haşr 59/12-13.
[1*] Mümtahine 60/8-9.
[2*] Bakara 2/61.
[4*] Bunlar Muhammed aleyhisselama çeşitli iftiralarda bulunarak onun nebiliğini öldürmeye çalışmaktadırlar. Bakara 2/61 ve Âl-i İmran 3/21 ayetlerinin dipnotlarına bakınız.
[1*] Gece, üç bölümden oluşur. Eşite yakın uzunlukta olan birinci ve üçüncü bölümü alacakaranlık, ikisinin arası ve en uzun bölümü, gecenin ortasıdır. Akşamın alaca karanlığına “şafak”, sabahın alaca karanlığına “fecr”, gecenin ortasına da “vasat-ul leyl” denir. Akşamın alaca karanlığının birinci bölümü akşam, ikincisi yatsı vakti, sabahın alaca karanlığının birinci bölümü seher ve sahur, ikincisi de sabah namazı vaktidir. Seher vakti ile gecenin ortası, teheccüd namazı vaktidir. O vakitte farz namaz kılınmaz. Ayrıntılı bilgi için Bkz Müzzemmil 73/20, Hud 11/114, İsra 17/78,79, Ta-Ha 20/130, Rum 30/17-18.
[2*] Kur’an’la henüz tanışmamış olan ehlikitap, kendi kitabına uymaktan sorumludur (Bakara 2/62, 121; Hac 22/17).
[*] Maide 5/83-84, Kasas 28/52-53.
[*] Kâfirlerin malları ve evlatları ahirette hiçbir işlerine yaramayacaktır (Âl-i İmran 3/10, Şuarâ 26/88-89, Sebe 34/37, Mücadele 58/17, Hâkka 69/28-29, Leyl 92/11).
[*] Bakara 2/264, 266, İbrahim 14/18, Kalem 68/17-33.
[1*] Âl-i İmran 3/28, Tevbe 9/16.
[2*] Tevbe 9/8.
[3*] "Akl (عقل) bağlamak yoluyla alıkoymak" anlamında mastardır. Devenin bileğini pazusuna bağladım anlamında “(عقلت البعير)” denir. Böylelikle devenin yerinden kalkıp gitmesi engellenmiş olur (Lisan’ul-Arab). Akıl insana nispet edildiğinde “kötü söz ve davranışlardan alıkoyan şey” anlamındadır (Mekâyîs). Aklın insanı, kötü söz ve davranışlardan engellemesi, ancak bağlantıları doğru kurmasıyla mümkün olur.
[1*] Mümtahine 60/1.
[2*] Maide 5/82.
[3*] Bakara 2/8,14, 75-76, Maide 5/41, 61.
[*] Âl-i İmran 3/186, Mücadele 58/10.
[1*] Enfâl 8/17-18, 43-44.
[2*] Bu ayet, şükretmenin, kendine düşen görevi yerine getirmek olduğunun delilidir.
[*] Enfal 8/9.
[*] Allah Teâlâ melekleri, kâfirleri öldürsünler diye değil; müminler için müjde olsun ve kalpleri yatışsın diye göndermiştir (Enfal 8/66). Allah’ın önceki nebilere de böyle yardımlarda bulunduğunun bir örneği Tevrat’ın 2. Krallar 6:13-17 pasajlarında görülebilir.
[*] Bedir savaşında da benzer bir durum yaşanmıştır (Enfal 8/12-14).
[1*] Uhud’da dağılan iki topluluğun günahlarını Allah affetti (Âl-i İmran 3/122, 155).
[2*] Allah Teâlâ’nın elçilerine yüklediği görevler, ayetleri insanlara ulaştırma (tebliğ), onları açık açık anlatma (tebyîn), kitabı ve hikmeti öğretme (ta’lim), müjdeleme (tebşir) ve uyarmadır (inzar). Hiçbir elçinin koruma görevi yoktur (Âl-i İmran 3/164, En'am 6/107, Hud 11/2, 12, Şura 42/48, Cuma 62/2).
[*] Bakara 2/284.
[*] Kat kat artma, faizin değişmez özelliğidir. Mesela %5 faizle alınan borç zamanında ödenmezse faiz anaparaya eklendikten sonra yeni bir faiz oranı belirlenir ve faiz zamanla anaparayı geçer. Verilen borca ilave edilmesi şart koşulan en küçük bir fazlalık faizdir ve haramdır (Bakara 2/278-279, Nisa 4/29, Rum 30/39).
[*] Âl-i İmran 3/32.
[1*] Bu ayetteki "koşuşun" emri, Âl-i İmran 130. ayette "Ey inanıp güvenenler!" diye başlayıp, buraya kadar müminlerden istenen şeylerin sonuncusudur. İnsanlar bu ayete kadar anlatılan iyi işleri yapma konusunda yarışmalıdır. Bu yarışı kazananlar, cennete gireceklerdir. Dünyada insanlar arasında maddi ve manevi nimetler bakımından derece farkları vardır. Ahirette derece farkları daha büyük olacaktır (İsra 17/21, Vâkıâ 56/10-26).
[*] Şûrâ 42/37.
[1*] “Cinsel bir suç” anlamı verdiğimiz kelime, fuhuş anlamındaki “fahişe (فَاحِشَة)”dir. Türkçede para karşılığı yapılan cinsel ilişkiye fuhuş dendiğinden, yanlış anlamaya yol açmasın diye bu anlam verilmiştir. Ayrıntılar için bkz. Nisa 4/15-16 ve dipnotları.
[2*] Nisa 4/110, En’am 6/54, A’raf 7/153, Hicr 15/49, Nahl 16/119, Taha 20/82, Furkan 25/70, Zümer 39/53, Şûrâ 42/25.
[*] A’raf 7/42-43, Taha 20/75-76, Ankebut 29/58, Zümer 39/74.
[*] Yunus 10/57, Hud 11/120, Nur 24/34.
[*] Muhammed 47/35.
[1*] Âl-i İmran 3/13, 123.
[2*] Allah’ın şahit tutacağı kişiler, savaşta imtihanı kazanan ile kaybedeni yaşayarak gören ve döndüğü zaman bunu diğer insanlara anlatarak Allah’a güven konusunda onları uyaran kişilerdir (Tevbe 9/122).
[*] Enfal 8/18.
[1*] Cihad (جهاد), düşmanın, şeytanın veya arzuların baskısına karşı Allah’ın emrine uymak için verilen her türlü mücadeledir (Müfredat). Allah yolunda savaş, cihadın en önemli parçasıdır.
[1*] Ahzab 33/40.
[2*] Benzer ifade İsa Aleyhisselam için de kullanılmıştır (Maide 5/75).
[1*] Ra’d 13/38, Hadid 57/22, Teğabün 64/11.
[2*] Bakara 2/200-202, Nisa 4/134, En’am 6/160, Yunus 10/26, Hud 11/15-16, İsra 17/18-20, Şûrâ 42/20.
[*] Âl-i İmran 3/139-152.
[*] Bakara 2/250.
[*] Âl-i İmran 3/145 dipnotu.
[1*] "Gönülden boyun eğme" itaatın Arap dilindeki sözlük anlamıdır. Zıddı ikrahtır (Müfredat). Ağır bir baskı altında olunca kafirlere, gönüllü olmasa da zorunlu olarak boyun eğilebilir (Âl-i İmran 3/28, Nahl 16/106)
[1*] Arapçada “küfr (كفر)”, örtme; “kâfir”, örten anlamına gelir (Müfredât). Kendine açık belgeler geldikten ve Resul’ün hak olduğuna şahit olarak ona inanıp güvendikten sonra ayetleri görmezlikten gelen herkes kafir olur (Âl-i İmran 3/86, 106). Bu kişiler, kendilerinin veya başkasının sözlerini Allah’ın sözünün önüne geçirdikleri için de müşrik olurlar. Allah, yaptıklarının yanlış olduğunu içlerine ilham ederek (Şems 91/8) korkuya kapılmalarını sağlar ve onları uyarır. Bu sebeple kafir olanlar, en büyük sıkıntıyı kendi içlerinde duyarlar. Nitekim Musa aleyhisselamın Allah’ın elçisi olduğu konusunda kesin kanaate varan Firavun ve hanedanı, konumlarını korumak için, bile bile yalana sarıldılar (Neml 27/13-14). Onu etkisiz hale getirmek için kurdukları bütün oyunlar boşa çıkınca da hayatları cehenneme döndü (Mümin 40/45-46).
[1*] Âl-i İmran 3/124-127.
[2*] Enfal 8/15-16.
[3*] Benzer durum Bedir savaşında da yaşanmıştı (Enfal 8/67-68).
[4*] Bu sahabiler, Allah’ın emrine uyarak düşmanı tam etkisiz hale getirinceye kadar savaşmak istiyorlardı (Enfal 8/15-16, Muhammed 47/4).
[1*] Anlaşmazlığa düşmelerine sebep olan şey, geri çekilen düşmandan kalan ganimetleri ele geçirme arzusu idi. Halbuki yapmaları gereken, düşmanı takip etmeleri ve onları etkisiz hale getirmeden ganimet almamaları idi (Enfal 8/15-16, Muhammed 47/4). Ayette, Muhammed aleyhisselamın çağrıyı, resul sıfatıyla yaptığı ifade edildiği için onun, ilgili ayetleri sahabeye tebliğ ettiği anlaşılır (Maide 5/99). Onlar bu çağrıya uyarak geri döndüler ve tekrar düşmana galip duruma geldiler (Âl-i İmran 3/172-173).
[2*] Allah’ın onayı olmadan hiçbir şey meydana gelmez. Allah sizi, düşmanınızın eline düşmekten kurtardı ki başınıza gelenlere üzülmeyesiniz (Hadid 57/22-23). Ölümü gösterdi ki sıtmaya razı olasınız.
[1*] Aynı durum Bedir savaşında da olmuştu (Enfal 8/11).
[*] Hazrec Kabilesinin lideri ve aynı zamanda Medine’deki münafıkların reisi olan Abdullah b. Übey b. Selul’un, savaş başlamadan 300 kişi ile birlikte ordudan ayrılıp Medine’ye döndüğü rivayet edilir. (Muhammed Hamidullah, Casim Avcı, Uhud, DİA)
[*] Bakara 2/154, Âl-i İmran 3/169-171.
[1*] Uhud savaşı sırasında nebimize yapılan yanlışlar, dayanılabilecek gibi değildi. Bir kesim savaşa çıkmadı (Al-i İmran 3/167-168), bir kesim de yola çıktıktan sonra geri döndü (Al-i İmran 3/155). Savaş sırasında düşmana zayiat verilmiş ve geri çekilmesi sağlanmıştı ama düşmanı tamamen etkisiz hale getirmeden ganimet alma yasağını (Muhammed 47/4, Enfal 8/67) dinlemeyenler ganimetlere saldırmıştı (Al-i İmran 3/152). Bu fırsatı değerlendiren düşman geri döndü ve Müslümanlar mağlup duruma düştüler. Herkes kendini kurtarmaya çalıştı. Nebimizi tek başına bırakıp dağa kaçtılar (Al-i İmran 3/153). Sonra da onun ganimet malını zimmetine geçirdiği iddiaları ortaya atıldı (Al-i İmran 3/161). Ama o, bunlara aldırmadan, çevresindekilere yumuşak davranmaya devam ederek olağanüstü bir örneklik gösterdi.
[*] Muhammed 47/7.
[1*] Nisa 4/29.
[*] Secde 32/18.
[*] En’am 6/132, İsra 17/21, Ahkaf 46/19.
[*] Bakara 2/151, Nisa 4/113, Cuma 62/2-4.
[1*] Müslümanlar Bedir Savaşında, düşmandan 70 kişiyi öldürmüş, 70 kişiyi de esir almışlardı. Uhud Savaşında da düşmanlar, Müslümanlardan 70 kişiyi şehit etmişti (İbn Kesîr).
[2*] Uhud yenilgisinin sebebi, yukarıdaki ayetlerde belirtilmişti. (Âl-i İmrân 3/152-153)
[3*] Allah’ın savaş ile ilgili olarak koyduğu ölçülere uymayan kaybeder. (Enfal 8/15-16,45-47,57,67,68; Muhammed 47/4)
[*] Âl-i İmran 3/140, 142, Tevbe 9/16, Muhammed 47/31.
[1*] Ankebut 29/3.
[2*] Benzer bir tavır için bkz: Fetih 48/11.
[*] Allah yolunda öldürülenlerin diriliği, bizim anlayabileceğimiz bir dirilik değildir (Bakara 2/154).
[*] Bunun bir örneği için bkz: Yasin 36/26-27.
[1*] Âl-i İmran 3/140.
[2*] Âl-i İmran 3/153 ve dipnotu.
[1*] Bunu söyleyenler, münafıklardır. Allah Teala Âl-i İmran 3/174’ten 178. âyete kadar onları anlatmıştır.
[2*] Benzer bir durum Hendek Savaşında da yaşanmıştı (Ahzab 33/22).
[*] Nahl 16/100.
[1*] Maide 5/41.
[*] Âl-i İmran 3/144, Muhammed 47/32.
[1*] Âl-i İmran 3/180, İbrahim 14/42, Lokman 31/23-24.
[2*] Allah bütün kâfirlerin yola gelmelerini ister (Nisa 4/26-27, Zümer 39/7). Bunun için onlara süre verir ve uyarılarda bulunur (Şems 91/8-10). Onların bir kısmı tövbe eder /dönüş yapar, bir kısmı da bu süreyi günahlarını artırmak için kullanır. Yine de ölene kadar tövbe etme imkanları vardır (Âl-i İmran 3/86-91, Nisa 4/17-18).
[1*] Ankebut 29/2-3.
[2*] Ayette elçi anlamı verilen kelime ‘resul’dür. Kur’an’da nebi kelimesi, Allah’tan insanlara tebliğ etmek üzere vahiy alan resul için kullanılır. Resul kelimesi ise nebi olsun olmasın, Allah’ın Kitabını insanlara kendi dillerinde ulaştırana denir (ٍİbrahim 14/4, Hicr 15/80, Nahl 16/103, Şuara 26/105, 123, 141, 160, 176). Ayetteki rasuller (رسله) Allah’ın seçtiği kişiler olduğu için onların Allah’ın kitap indirerek gaybını açtığı nebi olan resuller olduğu anlaşılmaktadır (Cin 72/26-28). Dolayısıyla bu ayet, dinde Allah’ın kitabı dışında hiçbir şeyin kaynak olamayacağının delilidir. Ahzab Suresi 33/40. ayette Muhammed aleyhisselamın son nebi olduğunun bildirilmesi de ondan sonra artık kimsenin Allah’tan insanlara tebliğ edilmek üzere vahiy alamayacağını gösterir. Buna rağmen kendisine vahiy geldiğini söyleyenler olacaktır.
[1*] Maide 5/64.
[*] Nisa 4/40, Enfal 8/51, Yunus 10/44, Hac 22/10, Fussilet 41/46, Kaf 50/29.
[1*] Tevrat'a göre Allah, İsrailoğullarından kurban sunmalarını ister. O zaman Allah'ın yüceliğinin onlara görüneceğini vaat eder. Kurban sunulunca gökten bir ateş gelerek kurbanı küle çevirir. Böylece kurbanın kabul edildiğini görmüş olurlar (Levililer 9:22-24). Yine Tevrat’a göre İlyas aleyhisselam, Allah’ın elçisi olduğunu söylediğinde ona inanmayanlara karşı şunu teklif etmiştir: “Bize iki boğa getirin. Birini Baal'ın peygamberleri alıp kessinler, parçalayıp odunların üzerine koysunlar; ama odunları yakmasınlar. Öbür boğayı da ben kesip hazırlayacağım ve odunların üzerine koyacağım; ama odunları yakmayacağım. Sonra siz kendi ilahınızın adıyla çağırın, ben de RAB'bin adıyla çağırayım. Hangisi ateşle karşılık verirse, Tanrı odur.” İlyas aleyhisselamın sunduğu kurbanı ateş yiyip bitirince halk onun Allah’ın elçisi olduğuna inanarak secdeye kapanmıştır (1. Krallar 18:16-40).
[2*] Âl-i İmran 3/21. Ayet ve dipnotuna bkz.
[1*] En’am 6/34, Hac 22/42, Fatır 35/4, 25.
[3*] Bu kitaplar, bütün nebileri ilgilendirdiği için buradaki el-kitab kelimesi cins kabul edilerek çoğul anlam verilmiştir.
[1*] Enbiya 21/35, Ankebut 29/57, Vakıa 56/60.
[2*] Cehennemden uzaklaştırılacak olanlar, bile bile şirk günahı işlememiş (Bakara 2/22) ama günahları sevaplarından çok olduğu için cehenneme atılmış olan müminlerdir (A’râf 7/8-9). Kafir olmadıkları için yüzleri kara olmayacak (Âl-i İmran 3/106) ve cennettekiler onları yüzlerinden tanıyacaklardır (A’râf 7/46). Cezalarını çektikten sonra Allah’ın ikramıyla oradan çıkarılacaklardır (Âl-i İmran 3/107, Meryem 19/72), Onlara: “Cennete girin. Artık sizin üzerinizde ne bir korku kalacak ne de siz üzüleceksiniz” (A’râf 7/49) denecek ve cennetteki yakınlarının yanına yerleştirileceklerdir (Tur 52/21).
[3*] En’am 6/16, Tur 52/21.
[*] Bakara 2/109, 155, Âl-i İmrân 3/120, Lokman 31/17, Ahzab 33/48, Fussilet 41/34-35.
[*] İbrahim 14/42, Mü’min 40/75.
[*] Bakara 2/107, Maide 5/40-120, Tevbe 9/116, Nur 24/42, Furkan 25/2, Zümer 39/44, Şûra 42/49, Zuhruf 43/85, Casiye 45/27, Fetih 48/14, Hadid 57/2, 5, Buruc 85/9.
[1*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.
[2*] Allah’ın ayetleri ikiye ayrılır: İlki yaratılmış ayetlerdir, bunlar kainattaki tüm varlıklardır (Casiye 45/3-6). İkincisi indirilmiş ayetlerdir ki onlar ilahi kitaplardadır (Fussilet 41/39, Şûra 42/13-14). Yaratılmış ayetler, indirilmiş ayetlerin doğruluğunun göstergesidir; çünkü hem kainatı yaratan hem de onunla ilgili en doğru bilgileri veren Allah’tır. İndirilmiş ve yaratılmış ayetler arasında çelişki olmaz, aksine kopmaz bir bağ vardır. Allah, tüm varlıkları, fıtrat kanunlarına göre yaratmış (En’am 6/14, 79, Hud 11/51, İsra 17/61) ve o kanunları, kendi dini olarak tanımlamıştır (Rum 30/30) Bilimin uğraş alanı Allah’ın yarattığı ayetlerdir. Bu sahada Allah’ın indirdiği ayetlerden de yararlanılırsa bilimde hayallerin ötesinde bir gelişme yaşanacaktır (Bakara 2/164, Yusuf 12/105, Zariyat 51/20-21).
[1*] Namaz kılanlar, her rekatta kıyamda yani ayakta olurlar. Kişinin yan tarafları, kolları ve bacaklarıdır. Rükuda ve secdede gövde, kolların ve bacakların üzerinde olur. Namaz kılanların her rekatta yaptıkları oturuş ise iki secde arasındaki oturuştur (Nisa 4/103). Bu sebeple ayetin bu bölümü ulü’l-elbabın yani akl-ı selim sahiplerinin namazı tam ve eksiksiz kıldıklarını ifade etmektedir.
[1*] Tevbe 9/63, Nahl 16/27.
[2*] Bakara 2/270.
[1*] Âl-i İmran 3/16, Mü’minun 23/109.
[1*] Nisa 4/122, Maide 5/9, Tevbe 9/72, 111, Nur 24/55, Furkan 25/15-16, Lokman 31/8-9, Zümer 39/20, Ahkaf 46/16.
[2*] Tahrim 66/8.
[3*] Âl-i İmran 3/9.
[1*] Nisa 4/124, Nahl 16/97, Enbiya 21/94, Mü’min 40/40.
[2*] Allah katında cinsiyet farkının amel açısından bir önemi yoktur, kadını ile erkeği ile müminler kardeştir. Üstünlük ancak takva iledir (Hucurat 49/10, 13)
[3*] Allah kendisine inanıp güvenen ve salih amel işleyen herkesin kötülüklerini örteceğini ve onları cennetle ödüllendireceğini müjdelemiştir (Bakara 2/25, Nisa 4/31, 57,122, Enfal 8/29, Nahl 16/41, Hac 22/58, Ankebut 29/7, Muhammed 47/2, Teğabün 64/9, Tahrim 66/8).
[*] Yunus 10/69-70, Nahl 16/116-117, Lokman 31/23-24, Zümer 39/8.
[*] Kehf 18/107-108, Secde 32/19, Fussilet 41/30-32.
[*] Bakara 2/121, Âl-i İmran 3/113-114, Nisa 4/162, Maide 5/82-85, Kasas 28/52-54, Ankebut 29/47.
[*] Âl-i İmran 3/103, Nisa 4/36, Tevbe 9/119, Şûra 42/39, Hucûrat 49/10.