ÂL-İ İMRAN

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Âl-i İmran 3/1 TEFSİR)
الٓمٓۚ
Elif-Lâm-Mîm![*]

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.  

 

(Âl-i İmran 3/2 TEFSİR)
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ الْحَيُّ الْقَيُّومُۜ
Allah, kendisinden başka ilah olmayandır. Daima diridir, her şey gözetimi altındadır.[*]

[*] Bakara 2/255, Nisa 4/87, Taha 20/8, Neml 27/26, Kasas 28/70, Mü’min 40/65, Rahman 55/29, Haşr 59/22-24, Teğabün 64/13.

 

(Âl-i İmran 3/3 TEFSİR)
نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَاَنْزَلَ التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۙ
Gerçekleri içeren bu kitabı, kendinden öncekileri tasdik edici özellikte[*] sana, o indirdi. Tevrat’ı ve İncil’i de O indirdi.

[*] Kur’ân, bütün nebilere verilmiş kitapları hem tasdik eder hem de içeriklerini korur. Onlara yapılan ekleme ve çıkarmalar, ancak Kur’an ile tespit edilebilir (Mâide 5/15-16, 48). Kur’an’ın önceki kitapları tasdik edici özelliğine dair ayetler için bkz: Bakara 2/41, 89, 91, 97Âl-i İmran 3/81, Nisa 4/47, En’am 6/92, Yunus 10/37, Yusuf 12/111, Fatır 35/31, Ahkaf 46/12, 30.


(Âl-i İmran 3/4 TEFSİR)
مِنْ قَبْلُ هُدًى لِلنَّاسِ وَاَنْزَلَ الْفُرْقَانَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍ
Bu kitaptan önce onlar, insanlar için birer rehberdi.[1*] Zaten bütün furkanları /doğruyu yanlıştan ayıran kitapları[2*] o indirmiştir. Allah'ın ayetlerini görmezlikte direnenler için çetin bir azap vardır.[3*] Allah daima üstün olan ve cezayı hak edildiği kadar verendir.[4*]

[1*] Rehber diye çevirdiğimiz “hüdâ” kelimesi, hidâyet kökündendir. Hidâyet, nazikçe yol göstermektir (Müfredat). Bakara 2/2; A’raf 7/52; Yunus 10/57; Nahl 16/64, 89, 102; Neml 27/12, 76-77; Lokman 31/1-3.

[2*] Furkân, doğruyu yanlıştan ayırmaktır. Bu özellikte olana da furkan denir. İlahi kitapların tamamı bu özelliktedir (Bakara 2/53, Enbiya 21/48, Furkan 25/1). Allah, kendini yanlışlardan koruyan müminlere furkan yani doğruyu yanlıştan ayırma kabiliyeti verir (Enfal 8/29). 

[3*] Çetin”, ayetteki “şedîd (شديد)”in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır (Müfredat). Allah, cezayı, işlenen suça bağlamış (En'âm 6/160) ve şöyle demiştir: “Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür.” (Şurâ 42/40) size kim saldırırsa ona, size yaptığı saldırıya denk bir saldırı ile karşılık verin (Bakara 2/194) Buna göre cezanın, işlenen suça denk olması gerekir bu da ancak suçun iki katı ile olur. Birincisi ile verdiği zarar giderilir, ikincisi ile de o zarara denk bir zarara sokulur. Bu ceza prensibi, cehennemde de uygulanır (A’raf 7/38, Furkan 25/68-69).

[4*] Ayette geçen intikam (انتِقَام) suçla ceza arasındaki dengeyi tam kurma anlamına gelir (el-Ayn).

 
 

(Âl-i İmran 3/5)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَخْفٰى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۜ
Yerde de gökte de hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.[*]

[*] En’am 6/59, Yunus 10/61, Neml 27/75, Sebe 34/3.

 

(Âl-i İmran 3/6)
هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Kendi tercihine göre, rahimlerde size özgü biçimi veren O’dur.[*] Ondan başka ilah yoktur. Daima üstündür,

[*] Bu ayet, her insanın kendine özgü ölçülerinin ezelde değil, ana rahminde belirlendiğini bildirmektedir. Bu da kadercilerin insanla ilgili ezeli bilgi iddialarının temelsiz olduğunu gösterir (A’raf 7/11, Meryem 19/67, Mü’min 40/64, Teğabün 64/3, İnsan 76/1-2, İnfitar 82/6-8).

 


(Âl-i İmran 3/7)
هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
O, bu kitabı sana indirendir. Onun bir kısmı muhkem /hüküm içeren ayetlerdir;[1*] onlar kitabın[2*] ana ayetleridir. Diğerleri müteşâbihtir[3*] /muhkemlerle benzeşirler. Kalplerinde kayma olanlar, fitne[4*] çıkarmak ve tevil yapmak /istedikleri bağlantıyı kurmak için[5*] kitaptan, (kurgularıyla) benzeşen şeye[6*] uyarlar. Oysa kitabın tevilini /ayetler arasındaki bağlantıyı sadece Allah bilir (ve onu ayetleriyle gösterir). Bu ilmi[7*] /kitabı açıklama ilmini kavramış olanlar şöyle derler: “Biz ona/o ilme inandık, onun tamamı Rabbimiz katındandır.” Bu zikre[8*] /doğru bilgiye, aklıselim sahibi olanlardan[9*] başkası ulaşamaz.

[1*] Muhkem ayet, bir konuda hüküm içeren ayettir. O hüküm, başka ayetlerle ayrıntılı olarak açıklanır (Hûd 11/1-2).

[2*] Kitab (كتاب) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bir şeye eklemektir (Mekayîs). Arapçada kelimeleri ekleyerek yazılan her türlü yazıya kitap denir (Müfredat). Kur’an-ı Kerim, muhkemler yani kısa ve özlü hükümler içeren ayetlerden ve onların benzeri olup onları açıklayan müteşâbih ayetlerden oluşan ikişerli yapıdadır (Zümer 39/23) Kur'ân’ın, bildiğimiz bir kitap halinde inmediği açıktır. Bu ve benzeri ayetler onun, kendisinden kitaplar oluşturulacak şekilde indiğini, her bir kitabın, bir muhkem bir de müteşâbih olmak üzere en az iki ve ikinin katları olan ayetlerden oluştuğunu, doğru hükme yani hikmete bu şekilde ulaşılabileceğini (Bakara 2/269) gösterir.

[3*] Müteşâbih, benzeşen demektir. Birbirine benzeyen iki şeyden her birine müteşâbih denir. Bu kelime, toplam sekiz ayette geçer: Bakara 2/25, 70, 118; Âl-i İmrân 7, Zümer 23, En’âm 99, 141 ve Ra’d 16.

[4*] Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat).  Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf  7/155), aldatma (A’râf  7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.

[5*] Te'vîl (تَأْوِيلِ), evl (أول) kökünden türetilmiştir; bir şeyi istenen hedefe çevirme anlamına gelir (Müfredât). Bu ayette tevil, Allah’ın ayetler arasında kurduğu bağlantıyı gösterir.

[6*] Ayetin açılımı şöyledir: Kitaptan kendi eğrilikleriyle /kurgularıyla benzeşene uyarlar. (فيتبعون ما تشابه منه بزيغهم). Necrân’dan bir Hıristiyan heyeti nebimize gelmiş, “Ya Muhammed! Sen, İsa’nın Allah’ın kelimesi ve ondan bir ruh olduğu kanaatindesin değil mi?” demişti. O, “Evet.” deyince“ Bu bize yeter.” demişlerdi. Onlar, kendi eğrilikleriyle benzeşir gördükleri şu ayete dayanıyorlardı: “İsa… Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı sözü ve kendinden bir ruhtur.” (Nisa 4/171) Ayetin başında görmek istemedikleri şu ifade vardır: “Meryem oğlu İsa Mesih, yalnızca Allah’ın elçisidir.” Allah’ın kitabına uyma yerine onu kendilerine uyduranlar hep böyle yaparlar. (Taberî, Âl-i İmran 3/7. ayetin tefsiri) 

[7*] Bu ilim, ayetleri ayetlerle açıklama ilmidir (A'raf 7/52). Önceki kitaplara inananların alimleri arasında da bu ilmi bilenler vardı (Nisa 4/162).

[8*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). 

[9*] Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz Bakara 2/179’un dipnotu. 


(Âl-i İmran 3/8)
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
Rabbimiz! Bizi yoluna kabul ettikten sonra kalplerimizi kaydırma![*] Bize katından iyilik ve ikramda bulun! Sen Vehhab olan / karşılık beklemeden bol bol verensin.

[*] Yola gelmek de yoldan çıkmak da kişinin kararına bağlıdır (Saf 61/5). Bununla birlikte, bu dua, her şeyde olduğu gibi doğru yolda kalmak için de Allah’ın desteğine ihtiyacımız olduğunu gösterir.


(Âl-i İmran 3/9)
رَبَّنَٓا اِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟
Rabbimiz, geleceğinde şüphe olmayan bir günde insanları toplayacak olan sensin!”[1*] Şüphesiz Allah, vaadinden dönmez.[2*]

[1*] Âl-i İmran 3/25, Nisa 4/87, En’am 6/12, Casiye 45/26.

[2*] Âl-i İmran 3/194.

 

(Âl-i İmran 3/10)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِۙ
Kâfirlik edenlerin /ayetleri görmezlikte direnenlerin malları da çocukları da Allah’tan gelecek hiçbir şeyi onlardan asla savamayacaktır.[1*] Onlar o ateşin tutuşturucusudur.[2*]

[1*] Kâfirlerin malları ve evlatları ahirette hiçbir işlerine yaramayacaktır (Âl-i İmran 3/116, Şuarâ 26/88-89, Sebe 34/37, Mücadele 58/17, Hâkka 69/28-29, Leyl 92/11).

[2*] Cehennem yaratılmış ama henüz tutuşturulmamıştır. Ahirette tutuşturulduktan sonra insanlar oraya atılacaktır (Tekvir 81/12). O ateş onların sadece derilerini yakacağından azabı tatmaları için sürekli derileri yenilenecektir (Nisa 4/56). Onlar orada ölmeyecek, birbirleriyle (A’raf 7/38-39), görevli meleklerle  (Mümin 40/49-50) ve Cennete gitmiş olanlarla konuşacaklardır (A’raf 7/48-51, Müddessir 74/40-47). Ayetlerdeki “vekud (وقود)” kelimesine “yakıt” anlamı verilir ama onlar, oranın yakıtı olsalar her tarafları yanar, kimseyle konuşamaz ve kısa sürede yok olup giderlerdi. Bütün bunlardan dolayı Cehennemle ilgili ayetlerdeki “vekud (وقود)” kelimesine “yakıt” değil mecazen ‘tutuşturucu” anlamı vermek uygun olur.


(Âl-i İmran 3/11)
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
(Onların durumu,) tıpkı Firavun hanedanının ve daha öncekilerin durumu gibidir. Onlar ayetlerimiz karşısında yalana sarıldılar.[1*] Allah da onları günahları sebebiyle yakaladı. Allah cezalandırması çetindir.[2*]

[1*] Kezzebe (كذّب) fiili Kur’an’da hem lazım /geçişsiz hem de müteaddi /geçişli olarak kullanılır. Lazım olarak kullanıldığı yerlerde çok yalan söyleme (En’am 6/148, Yunus 10/39) anlamındadır. Bazı ayetlerde bâ (ب) harf-i cerri ile müteaddi olur ve bir şey karşısında yalan söyleme anlamına gelir (En’âm 6/21, 157, A’raf 7/37, Taha 20/48). Harf-i cersiz müteaddi olduğu yerlerde de yalanlama anlamındadır (Âl-i İmran 3/184, Hicr 15/80, Şuara 26/176). 

[2*] Enfal 8/52-54, Mü’min 40/21.


(Âl-i İmran 3/12)
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ اِلٰى جَهَنَّمَۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ
Kâfirlik edenlere de ki: “Yakında mağlup olacak ve cehenneme götürüleceksiniz! Orası ne kötü bir istirahat yeridir!”[*]

[*] Sâd 38/55-56, Nebe 78/21-22.


(Âl-i İmran 3/13)
قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ
(Bedir’de) Karşı karşıya gelen iki birlikte sizin için bir ayet / bir gösterge vardır. Birliklerden biri Allah yolunda savaşıyordu, diğeri ise kâfirdi. (Müminler) baktıklarında onları kendilerinin iki katı görüyorlardı.[1*] Allah, gereğini yapanı[2*] yardımıyla destekler. İleri görüşlüler için bunda tam bir ibret vardır.

[1*] Bedir Savaşında Mekkeli müşrikler müminlerin iki katından fazlaydı ama onlara kendilerinin iki katı gösterildiler ki müminler onlarla savaşmak zorunda kalsın. Çünkü müminlere, kendilerinin iki katına kadar düşmanla savaşma görevi verilmişti (Enfâl 8/65-66). Müslümanların Mekke ordusu ile kervan arasında kalması (Enfâl 8/42), düşmanın rüyada Rasulullah’a az gösterilmesi (Enfâl 8/43), iki ordu karşılaştığında birbirlerine olduklarından daha az gösterilmeleri (Enfâl 8/44), Müslümanların üç bin melekle desteklenmesi (Âl-i İmran 3/124), müminlerin rahatlaması için o gün hoş bir uykuya daldırılmaları ve üzerlerine rahatlatıcı bir yağmur yağdırılması da (Enfâl 8/11) Allah’ın onlara olan yardımlarındandı.

[2*] Şâe ( شاء ) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gereğini yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

 


(Âl-i İmran 3/14)
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ
Kadınlar,[1*] çocuklar,[2*] yığınla altın ve gümüş, cins atlar, en’âm[3*] ve toprak ürünlerinden ibaret olan çekici şeylerin tutkusu insanlara hoş gösterilmiştir. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Oysa varılıp kalınacak yerin güzeli Allah katındadır.[4*]

[1*] Kadınlar, kadın erkek her insana hoş gösterilmiştir. Nitekim bir kadının diğer kadınların beğenisini kazanma isteğinin erkeğin beğenisini kazanma isteğinden fazla olduğu gözlemlenebilir.

[2*] Çocuklar diye anlam verdiğimiz kelimenin kök anlamı “bir şeyden doğan şey” olan ibn (إبن)’in çoğulu olan benîn (بنين)’dir (Mekâyîs). Daha çok erkek evlat anlamında kullanılsa da burada uygun olan, erkek ve kız evlatlar olmasıdır; çünkü kadın - erkek ayrımı olmaksızın bütün insanlar Adem’in çocukları (benî Âdem)dir (A’raf 7/26, İsra 17/70). Bu sebeple oğullar yerine “çocuklar” kelimesi tercih edilmiştir. 

[3*] En’am; koyun, keçi, sığır ve devenin dişisine ve erkeğine denir (En’âm 6/143-144).

[4*] Kehf 18/46, Sebe 34/37.

 

 


(Âl-i İmran 3/15)
قُلْ اَؤُ۬نَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذٰلِكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَاَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِۚ
De ki: "Size bunlardan daha iyisini haber vereyim mi? Kendini yanlışlardan koruyanlar için Rableri katında, ölümsüz olarak kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler /bahçeler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır.[*] Allah kullarını daima görendir.”

[*] Tevbe 9/72, Şuarâ 26/88-90, Saf 61/12-13, Beyyine 98/7-8.

 

(Âl-i İmran 3/16)
اَلَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اِنَّنَٓا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِۚ
Onlar şöyle derler: "Rabbimiz! Biz sana inanıp güvendik. Sen de günahlarımızı bağışla ve o ateşin azabından bizi koru!"[*]

[*] Âl-i İmran 3/146-147, 193-195, Mü’minun 23/109.


(Âl-i İmran 3/17)
اَلصَّابِر۪ينَ وَالصَّادِق۪ينَ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْمُنْفِق۪ينَ وَالْمُسْتَغْفِر۪ينَ بِالْاَسْحَارِ
O kullar sabırlı /duruşunu bozmayan, doğru sözlü, Allah’a içten boyun eğen, infak eden /hayra harcayan ve seher vakitlerinde[1*] bağışlanma dileyenlerdir.[2*]

[1*] Seher vakti, gecenin sonuna doğru güneş ışıklarının doğu ufkuna ulaşması ve ufkun üst tarafındaki zayıf ışıklı yıldızların kaybolmasıyla başlar. Güneş ufka yaklaştıkça aydınlık üstten aşağıya doğru bir kubbe şeklini alır ve alt taraftaki kara parçası gözükmeye başlar. Kara parçası, ufuk boyunca uzayan siyah bir çizgi haline gelince onun üstünde, çıplak gözle net olarak gözüken beyaz ışık çizgisi oluşur. Tam bu vakitte seher vakti biter, sabah namazı ve oruç tutma vakti başlar (Bakara 2/187). Seher vakti aynı zamanda sahur vaktidir.

[2*] Furkan 25/64, Secde 32/16, Zümer 39/9, Zâriyât 51/17-18.

 


(Âl-i İmran 3/18)
شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِمًا بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ
Allah’tan başka ilah olmadığına; Allah, melekler, hakka ve adalete uygun davranan ilim sahipleri şahittir.[1*] Ondan başka ilah yoktur. O daima üstün ve bütün kararları doğru olandır.[2*]

[1*] Allah’ın varlığı ve birliği konusunda kimsenin şüphesi yoktur. İlah sayılanlar, Allah ile araya konan aracılardır. Ayette, “hakka ve adalete uygun davranan ilim sahipleri” ifadesinin kullanılması, insanların bilmeden Allah’a şirk koşabileceklerini gösterir. (Bakara 2/22, Enfal 8/27). Bunun örneği İbrahim aleyhisselamdır. O, buluğa erdiği andan itibaren (A’raf 7/172-173) putların ilah olamayacağını anlamıştı. Ama gözlemler yapıp kesin kanaate varıncaya kadar gezegenin, ayın ve güneşin kendi rabbi olduğu inancındaydı. Onların rab olamayacaklarını anlar anlamaz kesin tavrını koydu ve bu inanca karşı çıktı (En’am 6/75-79, Enbiya 21/51-64). Onun bu konuda, bile bile yaptığı bir yanlış olmadığı için Allah onu hiçbir zaman müşriklerden saymamıştır (Bakara 2/135, Âl-i İmran 3/67, 95, En’am 6/161, Nahl 16/123, Enbiya 21/52-56). Bugün müslümanların büyük çoğunluğu, Nebimiz Muhammed aleyhisselamın, ilim adamlarının ve din adamlarının ilah yapıldığının farkında değillerdir. Allah Teala Kur’an’ı sadece kendisinin bir ilme göre çok ayrıntılı bir şekilde açıkladığını, (A’raf 7/52) ve o açıklamalara konuyu bilenlerden oluşan bir ekibin ulaşabileceğini (Fussilet 41/3) bildirmiş, başkasının yapacağı açıklamayı kabul etmenin de onu ilah yapmak olduğunu açıkça ifade etmiştir (Hud 11/1). Ama geleneksel yapı, bir çok ayeti gizlemiş, bir çoğuna da yanlış anlamlar vermiş ve Nebimiz Muhammed aleyhisselamın ayetleri açıklama yetkisinin olduğunu bütün Müslümanlara kabul ettirmiştir. Kur’an’ı açıklama yetkisi alimlere de verilerek mezhepler oluşturulmuş ve bir ilahlar piramidi meydana getirilmiştir. Bu, kabul edilebilecek bir şey değildir (Bakara 2/103-105, 213, En’am 6/159, Şura 42/13-14). Bu yapıyı, bilmeden kabul edenlerin bir sorumluluğu olmaz (Bakara 2/22, 120, 145, 286). Ama bunu bile bile yapıp Müslümanları bu hale sokanlar, en ağır cezaya çarptırılacaklardır (A’raf 7/44-45).

[2*] Âl-i İmran 3/6.


(Âl-i İmran 3/19)
اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Allah katında din, İslam’dır.[1*] Kitap verilenler, sadece kendilerine bu bilgi geldikten sonra birbirlerine üstünlük kurma gayretlerinden dolayı ihtilafa düştüler.[2*] Kim Allah'ın ayetlerini görmezlikte direnirse Allah onun hesabını çabuk görür.

[1*] İslam, teslim olmaktır. Allah’a teslim olana “müslim” denir. Türkçede ona “Müslüman” adı verilir. Bütün nebiler insanları İslam’a çağırmışlardır. Onun için Allah katında tek din İslam'dır (Âl-i imrân 3/83-85, Şûrâ 42/13). Bu dinin, Allah tarafından mükemmel hale getirilmiş ve herkesin uyması emredilmiş son şekli, Kur’an’daki İslamdır (Mâide 5/48). 

 
[2*] Bu ayete göre Yahudilik ve Hristiyanlık gibi isimler, birbirlerine üstünlük kurma gayretinden dolayı ortaya çıkmıştır. Nitekim Allah, yaptıkları iddiaların aksine İbrahim aleyhisselamın Yahudi veya Hristiyan olmadığını hep doğruya yönelen bir müslim olduğunu bildirmiştir (Bakara 2/213, Âl-i İmran 3/67, Şûrâ 42/14, Câsiye 45/17). 

(Âl-i İmran 3/20)
فَاِنْ حَٓاجُّوكَ فَقُلْ اَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّٰهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِۜ وَقُلْ لِلَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَالْاُمِّيّ۪نَ ءَاَسْلَمْتُمْۜ فَاِنْ اَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ۟
Seninle tartışırlarsa de ki: “Ben kendimi Allah’a teslim ettim; bana uyanlar da öyle!” Kendilerine kitap verilenlere ve ümmilere /ilahi kitaptan bilgisi olmayanlara,[1*] "Siz de teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim olurlarsa kesinlikle doğru yola girmişlerdir;[2*] ama yüz çevirirlerse sana düşen, sadece tebliğ /ayetleri bildirmektir.[3*] Allah kullarını daima görmektedir.

[1*] Ümmî kelimesi Kur’an’da üç farklı anlamda kullanılmıştır. Birincisi, “kendine kitap verilmemiş olan” (Âl-i İmran 3/20), ikincisi “inandığı ilahi kitabın içeriğini bilmeyen” (Bakara 2/78), üçüncüsü de “Mekkeli olan”dır (Âl-i İmran 3/75, Cum’a 62/2).

[2*] Bakara 2/137.

[3*] Maide 5/67, Nahl 16/82, Nur 24/54, Şûrâ 42/48.

 

(Âl-i İmran 3/21)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ حَقٍّۙ وَيَقْتُلُونَ الَّذ۪ينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ
Allah'ın ayetlerini görmezlikte direnenlere, haklı bir sebep olmadan nebileri öldürenlere /itibarsızlaştıranlara[1*] hakka ve adalete uygun davranılmasını isteyen insanları öldürenlere /itibarsızlaştıranlara[2*] acı veren bir azabın müjdesini ver.[3]

[1*] Allah Teâlâ, nebi olan bütün resullerine yardım eder ve onları düşmanlarından korur (Maide 5/67, Yunus 10/102-103, Enbiyâ 21/7-9, Saffat 37/171-173). Nebi olmayan resuller de vardır (Şuara 26/105, 123, 141, 176) Ama her nebi, aynı zamanda resul olduğu için nebilerin ve resullerin öldürülmesi, onların nebiliklerinin ve resullüklerinin öldürülmesidir. İlgili ayetlerde geçen katl (قتل) sözünün kök anlamlarından biri izlâl (اذلال) (Müfredât) yani itibarı ile oynamadır. Yahudiler, İsa aleyhisselamı öldürdüklerini söylerler (Nisa 4/157). Hıristiyanlar da sistemlerini, İsa aleyhisselamın çarmıha gerilip defnedilmesinden üç gün sonra kabrinden çıkarak Celile’de 11 havarisine gö­ründüğü iddiası üzerine kurarlar (Matta 28/16–20). İncil, Allah’ın İsa aleyhisselama indirdiği kitaptır (Maide 5/46). Onun ölümünden sonrası ile ilgili sözler İncil’e ait olamaz. Bazı İncillere Yahya aleyhisselamın öldürüldüğü iddiaları da sokuşturulmuştur (Matta 14/3-12, Markos 6/17-29). Hâlbuki Kur’an, bu iki nebinin öldürüldüklerinden değil, öldüklerinden söz eder ve öldükleri gün tam bir güven içinde olduklarını bildirir (Meryem 19/15 ve 33). Nebiler gibi dürüst davranmaya davet eden insanların kişiliklerini öldürme gayretleri de eskiden olduğu gibi bugün de devam etmektedir. Allah onlara da düşmanlarından kurtarma sözü vermiştir (A’râf 7/163-166, Hud 11/116).

[2*] Bu gibi kişilere mâl ettikleri bazı sözleri kullanarak hem onların kişiliğini öldürmeye hem de Müslümanları saptırmaya çalışırlar. Sahabelerden Hz. Ömer, Ali, ve Abdullah İbn Abbas en çok iftiraya uğrayanlardandır.

[3*] Ayetteki “müjde ver” emrini alan ilk kişi nebimiz Muhammed aleyhisselamdır. Onun karşısında nebiyi öldürmüş biri yoktu. Kimse atalarının günahından da sorumlu tutulamayacağı için (Necm 53/38) buradaki “öldürme”, “nebiliği öldürme” anlamında mecaz olur.


(Âl-i İmran 3/22)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ
Onlar çalışmaları, dünyada da ahirette de boşa çıkacak olanlardır. Onlara yardım edecek hiç kimse olmayacaktır.[*]

[*] A’raf 7/147.


(Âl-i İmran 3/23)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ اِلٰى كِتَابِ اللّٰهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ وَهُمْ مُعْرِضُونَ
Allah’ın kitabından nasiplendirilmiş olanları görmedin mi?[1*] Aralarında hüküm versin diye Allah'ın kitabına çağrılırlar da sonra bir bölümü yüz çevirerek dönüp giderler.[2*]

[1*] Nisa 4/44, 51.

[2*] Nur 24/47-50.


(Âl-i İmran 3/24)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۖ وَغَرَّهُمْ ف۪ي د۪ينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Bunun sebebi, “O ateş bize, sayılı günler dışında asla dokunmayacak!” diyor olmalarıdır.[1*] Uydurdukları yalanlar, dinleri konusunda kendilerini aldatmıştır.[2*]

[1*] Bu iddia, Yahudilere aittir (Bakara 2/80). Onların ‘Sözlü Tevrat’ dedikleri Talmud'a göre "Kötülerin Cehennemdeki yargısı 12 ayda son bulur. Bu süre içerisinde günahlarının bedeli ödenmiş olur." [TB, Shabbat 33b]. İslam ulemasından bazıları, bu konuda Yahudileri geride bırakmayı başarmışlardır. Nebimizin, Muâz b. Cebel’e şöyle dediği iddia edilir: “Kim kalbiyle tasdik ederek Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna şehâdet ederse Allah ona cehennemi haram kılar.” (Buhari, İlim, 49) Allah Teâlâ  bunun doğru olmadığını bildirmektedir (Bakara 2/80-82). Çünkü günahı sevabından fazla olan cehenneme girecek, cezasını çektikten sonra çıkacaktır (A’raf 7/9, 46-47; Meryem 19/72)


(Âl-i İmran 3/25)
فَكَيْفَ اِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Geleceğinde şüphe olmayan bir günde onları topladığımızda halleri nice olur! O gün herkese, yaptığının karşılığı tam olarak verilecek ve kimseye haksızlık yapılmayacaktır.[*]

[*] Bakara 2/281, Nisa 4/40, 124, Nahl 16/111, Enbiya 21/47, Yasin 36/54, Mü’min 40/17, Ahkaf 46/19.

 

(Âl-i İmran 3/26)
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
De ki: “Ey tüm yetkiler elinde olan Allah’ım! Tercih ettiğin kişiye yetki verir, Tercih ettiğinden yetkiyi alırsın. Tercih ettiğin[1*] kişiyi güçlü ve şerefli kılar yine tercih ettiğin kişiyi alçaltırsın.[2*] Bütün iyilikler senin elindedir. Sen her şeye bir ölçü koyarsın.

[1*] (Şâe = شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi  için bkz Âl-i İmran 3/13. ayetin dipnotu. Bu iki ayette Allah’ın yaptığı şey, kendi tercihine göre davranmasıdır.

[2*] Nisa 4/139, Yunus 10/65, Fatır 35/10, Münafikun 63/8.

 
 

(Âl-i İmran 3/27)
تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü gecenin içine sokarsın.[1*] Ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü çıkarırsın.[2*] Tercih ettiğin kişiye de hesapsız rızık verirsin.”

[1*] Gece ile gündüz, Güneş ve Ay gibi, kendilerine ait yörüngelerde dolaşan ayrı varlıklardır (Yasin 36/40). Dünya’nın Güneş ile yaptığı açının daima değişmesi, gece ile gündüzün uzayıp kısalmasına sebep olur. Gece gündüzün içine girince gece kısalır, gündüz uzar. Gündüz gecenin içine girince de gece uzar, gündüz kısalır (Hac 22/61, Lokman 31/29, Fatır 35/13, Hadid 57/6). Ayrıca gece ve gündüz daima yer değiştirir. Akşam gece öne geçer ve gündüz onu bir sarık gibi sarar. Sabah olunca da gündüz öne geçmeye başar. Bu defa da gece gündüzü bir sarık gibi sarar (Zümer 39/5). Karanlık olma gecenin göstergesi olmaktan çıkarıldığı için kutup bölgelerinde güneşli geceler oluşur (İsra 17/12). Dünyanın, uzaydan çekilen fotoğraflarını inceleyenler, gece ile gündüzün ayrı varlıklar olduğunu görebilirler.

 

(Âl-i İmran 3/28)
لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ ف۪ي شَيْءٍ اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ
Müminler, kafirleri müminlerden daha yakın konumda tutmasınlar.[1*] Bunu yapanın Allah'tan bir beklentisi olamaz. Kafirlerden bir şekilde korunma ihtiyacı[2*] içinde olmanız bunun dışındadır. Allah, sizi kendisine karşı uyarır. Dönüp varacağınız yer, Allah’ın huzurudur.

[1*] Dinimizden dolayı bizi öldürmeye kalkışmamış, bizi yaşadığınız yerlerden çıkarmamış veya çıkaranlara destek vermemiş kafirlerle dostluk kurmamız yasak değildir (Mümtahine 60/8-9). Yasak olan, dostlukta onlara öncelik vermemizdir, çünkü önceliği daima müminlere vermek gerekir.

[2*]Ayette geçen tukâh (تُقَاةً), “korunma” anlamına gelir (Lisânül-Arab). Bu kökten türeyen takıyye kelimesi terim olarak “Açık ve muhtemel tehlikeden korunmak maksadıyla inancın gizlenmesi” anlamında kullanılır. Can tehlikesi söz konusu olduğunda kişi kalbindeki inancını gizleyebilir (Nahl 16/106). Mekke müşrikleri Ammar b. Yâsir’i annesi ve babasıyla birlikte yakalar ve ağır işkencelerle anne ve babasını gözleri önünde öldürürler. Ammar (r.a.) yapılan işkencelere dayanamayıp Muhammed’den hoşlanmadığını söyler ve Lat ile Uzza’nın iyiliklerini dile getirir. Olup bitenleri nebimize  anlatıp “Perişan oldum ya Rasulallah!” deyince, nebimiz: “Kalbini nasıl buldun?” diye sorar. O da: “İman ile dopdolu.” der. Bunun üzerine nebimiz: “Eğer bir daha seni yakalarlarsa aynı şekilde davran!” der (İbn Sa’d, Tabakat, c. III, s. 249). Fakat Şiiler, bu ruhsatı delil göstererek takıyyeyi, inançta asla terk edilmemesi gereken bir farz olarak kabul eder ve Nebimizin takıyye ile ilgili şöyle dediğini iddia ederler: “Siz Allah’ın dini üzeresiniz. Her kim bunu gizlerse Allah onu aziz kılar. Her kim de bunu duyurursa Allah onu zelil kılar.” Ali’ye (r.a.) de şöyle bir söz nispet ederler: “Takıyye mü’minin en faziletli amelidir. Takıyyesi olmayanın dini de yoktur.” (Küleynî,el- Kâfî. bab’ut-takiyye c. II. s. 220). 


(Âl-i İmran 3/29)
قُلْ اِنْ تُخْفُوا مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ اَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
De ki: “Sinelerinizde olanı[1*] gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini o bilir. Allah her şeye bir ölçü koyar.”[2*]

[1*] İçimizden her şey geçebilir. Biz, onlardan değil içimize yerleştirdiğimiz şeyden sorumluyuz. (Bakara 2/284)

 
 

(Âl-i İmran 3/30)
يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًاۚۛ وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُٓوءٍۚۛ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُٓ اَمَدًا بَع۪يدًاۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ۟
Yaptığı iyilikleri de yaptığı kötülükleri de karşısına konmuş olarak bulduğu gün[*] herkes şunu çok isteyecektir: Keşke kötülükleri ile kendi arasında uzak bir mesafe olsa! Allah sizi kendisine karşı uyarır. Allah, kullarına karşı çok şefkatlidir.

[*] Kıyamet 75/13, Naziat 79/35, Tekvir 81/14, İnfitar 82/5, Fecr 89/23-24.

 

(Âl-i İmran 3/31)
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
De ki: "Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.[*] Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.”

[*] Âl-i İmran 3/132, Yusuf 12/108, Ahkaf 46/9, Saf 61/10-13.

 


(Âl-i İmran 3/32)
قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ
De ki: "Allah’a ve resulüne /Kur’an’a[1*] gönülden boyun eğin.”[2*] Eğer yüz çevirirlerse (bilsinler ki) Allah, kâfirleri sevmez.

[1*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir. (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen Allah’ın resulü (رسول اللّه) ifadelerinde asıl vurgu ayetleredir. Muhammed aleyhisselam öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, Kur’an’dır (Âl-i İmrân 3/144, Maide 5/67, Nahl 16/35).

 

(Âl-i İmran 3/33)
اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰٓى اٰدَمَ وَنُوحًا وَاٰلَ اِبْرٰه۪يمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ
Allah Âdem’i,[1*] Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini çağdaşlarına[2*] seçkin konuma getirmiştir.[3*]

[1*] Tâhâ 20/122.

[2*] el-âlemîn (الْعَالَمِينَ) kelimesine, ‘çağdaşları’ manası verilmiştir. Çünkü kıyaslama, kişinin çağdaşlarıyla yapılır. Allah Teâlâ, Adem’i çağdaşlarına karşı seçkin hale getirdiğine göre nebilik görevine, evlatlarının rüşde ermesinden sonra başlamış olmalıdır.

[3*] Bakara 2/132.

 

(Âl-i İmran 3/34)
ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۚ
Bunlardan biri diğerinin soyundandır.[*] Allah daima dinleyen ve her şeyi bilendir.

[*] En’am 6/83-84, Ankebut 29/27, Hadid 57/26.


(Âl-i İmran 3/35)
اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Bir gün İmrân'ın karısı şöyle dedi: "Rabbim! Karnımdakini, hür olarak /sadece senin hizmetinde olacak şekilde[1*] sana adadım;[2*] benden kabul et! Daima dinleyen ve her şeyi bilen sensin!"

[1*] Âyetteki muharrar (مُحَرَّر) hür olarak, yani ailesine ve başka bir yere karşı sorumluluğu olmadan yalnızca Allah’a adanmış olarak, anlamındadır.

[2*] Allah Kur’an’da her şeyin örneğini, değişik açılardan vermiştir (İsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58, Zümer 39/27). Bu ayet de nezir yani adak konusunun örneğidir. Bunun bir benzeri de Meryem validemizin Allah’a susma orucu adayarak İsa aleyhisselamın doğduğu gün insanlarla konuşmamasıdır (Meryem 19/26-29). Her ikisi de ibadet olmamakla birlikte Allah’ın rızasına uygun işlerdir. Demek ki nezir kişinin Allah'ın razı olacağı bir işi yapacağına dair ona verdiği sözdür (Bakara 2/270). 
 

(Âl-i İmran 3/36)
فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي وَضَعْتُهَٓا اُنْثٰىۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْۜ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْاُنْثٰىۚ وَاِنّ۪ي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَاِنّ۪ٓي اُع۪يذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
Onu doğurunca, ne doğurduğunu Allah daha iyi bildiği halde “Rabbim, kız doğurdum!” dedi. Halbuki o (beklediği) erkek, bu kız gibi olamazdı.[*] (Sözünü şöyle sürdürdü:) “Ben ona Meryem adını verdim; onun ve soyunun, kovulmuş şeytandan korunmasını sana bırakıyorum.”

[*] İsrailoğulları’nın içinde mabedin bakımı, kurbanla ilgili görevler, toplu yapılan ibadetlerin gerçekleştirilmesi ve diğer özel görevlerle sorumlu olan kişiler kohenlerdir (rahipler). Harun aleyhisselamın nebiliği döneminden itibaren kohenler, Levililer boyundan olup Harun’un (a.s.) soyundan gelen erkekler olarak seçilmiştir (Çıkış 28:1-3). Kohenlerin kızları da mabette kumaş dokumak, örtü dikmek gibi işler yapabilmekte ancak dini görevler alamamaktaydı. İmran’ın karısı da erkek çocuk beklentisiyle bir adakta bulunmuş; ancak kız doğurduğunu görünce aynı görevleri yapamayacağını düşünerek üzüntüsünü ifade etmiştir. Ayette geçen, “Ve leyse’z- zekeru ke’l-ünsa (وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى)” ifadesi Meryem’in annesinin sözü olsaydı “erkek kız gibi değildir” yerine “kız erkek gibi değildir” demesi beklenirdi. Bu nedenle cümle Allah’a ait olmalıdır; çünkü doğan kız bebeğin ve onun doğuracağı çocuğun ileride birer ayet olacağını (Enbiya 21/91, Mü’minun 23/50) yalnızca Allah bilmektedir. Allah, hiçbir ayette kadın-erkek ayrımı yapmadığı halde bu ayette erkeğin kadın gibi olmadığını belirtmiştir. Bunun nedeni, Meryem’in, büyüdüğünde bir erkekle ilişkiye girmeden çocuk doğuracağına işaret için olmalıdır. Zira erkeğin doğum yapması mümkün değildir.

 

(Âl-i İmran 3/37)
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًاۙ وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًاۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Rabbi Meryem’i, güzel bir şekilde kabul etti ve güzel bir bitki gibi yetiştirdi.[1*] Bakımını da Zekeriya’ya verdi. Zekeriya ne zaman has odaya[2*] girse onun yanında bir rızık[3*] bulur, "Meryem! Bu sana nereden (geldi)?" diye sorardı. O da “Allah katından! Allah, tercih ettiğine hesapsız rızık verir!" derdi.[4*]

[1*] Herkes yerden biten bir bitki gibi oluşur (Nuh 71/17). Ayette Meryem validemizin güzel bir bitki gibi yetiştirildiğinin belirtilmesi, onun kendi yapısında bitkiye benzer bir özelliğin olduğunu gösterir. Meryem'in sıradan bir bitkiye değil de güzel bir bitkiye benzetilmesi, onun çiçekli bitkilere benzetildiğini düşündürür. Çoğu çiçekli bitkilerde hem erkeklik hem dişilik özelliği olur ve kendi kendini döller. Meryem’e ruhun üflenmesi ile ilgili iki ayetten birinde erkek (Tahrim 66/12), diğerinde dişi zamir (Enbiya 21/91) ile gönderme yapılması da bunu destekler.

[2*] “Has oda” anlamı verilen “mihrab (مهراب)” kelimesi oda, hünkar mahfili, başoda, sultanın tek başına kaldığı has oda, harem dairesi, insanların oturduğu ve toplandığı yer vs. anlamlarda kullanılır. (Lisân’ul-Arab ve el-Kamus’ul-Muhît) (Meryem 19/11, Sad 38/21).

[3*] İster maddi, ister manevi olsun, nimet olarak Allah tarafından verilen her şeye rızık denir (Bakara 2/22, 172, Hud 11/88, Hac 22/58, Vakıa 56/82). 

[4*] Apokrif sayılan Yakup İncili’nde Meryem validemizin bir meleğin elinden yiyecek aldığı bildirilmektedir (Yakup İncili VIII.1). Meryem o meleği insan suretinde görüyor olabilir; ancak yiyecekleri sağlayanın Allah olduğunu biliyordu.
 

(Âl-i İmran 3/38)
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُۚ قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
Orada Zekeriya, Rabbine dua etti ve şöyle dedi: "Rabbim! Bana kendi tarafından temiz bir soy nasip et! Sen duamı işitirsin!".[*]

[*] Meryem 19/3-6, Enbiya 21/89-90.

 
 

(Âl-i İmran 3/39)
فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَهُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ اَنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيٰى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Bunun üzerine has odada, ayakta namaz kılarken melekler Zekeriyya’ya şöyle seslendiler: "Allah sana, Allah’a ait bir sözü tasdik edecek,[1*] efendi, kendine hâkim ve iyilerden olacak bir nebiyi, Yahya’yı müjdeliyor!”[2*]

[1*] Yahya aleyhisselamın tasdik edeceği “söz” Allah’ın İsa aleyhisselamın anasının rahminde oluşmasını sağlayan “Ol” emridir (Âl-i İmrân 3/47, 59). Bundan dolayı Allah İsa’yı, “kelime /söz” olarak tanımlamıştır  (Âl-i İmrân 3/45, Nisa 4/171).

[2*] Meryem 19/7, Enbiya 21/90.


(Âl-i İmran 3/40)
قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَاَت۪ي عَاقِرٌۜ قَالَ كَذٰلِكَ اللّٰهُ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ
Zekeriya:“Rabbim! İhtiyarlık gelmiş çatmış, karım da kısır iken benim nasıl oğlum olabilir!"[*] dedi. Allah: “Böyle olacak! Allah tercih ettiği şeyi yapar.” dedi.

[*] Zekeriya aleyhisselam, kendisinden sonra yerine geçecek bir çocuk istemektedir. Ancak eşi kısır, kendisi de çok ileri bir yaşta olduğu için bu çocuğu, Meryem’in evlenip doğurmasını beklediği anlaşılmaktadır. Beklediği çocuğun kendi çocuğu olacağı müjdelenince şaşırması bunu açıkça göstermektedir (Meryem 19/8-9).

 

 


(Âl-i İmran 3/41)
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍ اِلَّا رَمْزًاۜ وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَث۪يرًا وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ۟
Zekeriya: “Rabbim! Benim için bir ayet /bir gösterge ver!” dedi. Allah: “Senin göstergen üç gün boyunca insanlarla, işaret dili dışında konuşamamandır.[1*] Rabbini çokça an; akşam sabah ona ibadet et.” dedi.[2*]

[1*] Buraya "konuşmama" şeklinde meal verilemez, çünkü konuşmama, insanın elindedir. Gösterge olması için istediği halde konuşamaması gerekir.

[2*] Meryem 19/10-11.


(Âl-i İmran 3/42)
وَاِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفٰيكِ عَلٰى نِسَٓاءِ الْعَالَم۪ينَ
Bir gün melekler Meryem’e şöyle dediler: “Ey Meryem! Allah seni seçti, tertemiz yaptı ve seni, çağdaşın olan kadınlardan üstün bir konuma getirdi.[*]

[*] Tahrim 66/11-12.


(Âl-i İmran 3/43)
يَا مَرْيَمُ اقْنُت۪ي لِرَبِّكِ وَاسْجُد۪ي وَارْكَع۪ي مَعَ الرَّاكِع۪ينَ
Ey Meryem! Rabbine içten boyun eğ, secdeye kapan ve rüku edenlerle birlikte rüku et!”[*]

[*] “Rüku edenlerle birlikte rüku et!” cümlesindeki “rüku edenler” ifadesi, Arap dili açısından kadınları da kapsar. Meryem aleyhisselama verilen bu emir, kadınların da cemaatle namaz kılacağının açık bir delilidir. Zaten hiçbir ibadette kadın-erkek ayrımı yapılmamıştır (Hac 22/77). 

 

 


(Âl-i İmran 3/44)
ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۜ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَۖ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ
İşte bu, sana vahiy yoluyla bildirdiğimiz gayb[1*] haberlerindendir. Yoksa Meryem'in bakımını kim üstlenecek diye (kur’a için) çubuklarını[2*] atarlarken sen yanlarında değildin.[3*] Aralarında çekişirlerken de yanlarında değildin.

[1*] Var olduğu halde duyu organlarından uzak olana veya kişinin bilmediği şeylere ‘gayb’ denir (Müfredat).

[2*] “Çubuk” diye tercüme ettiğimiz “kalem” kelimesi Arapçada “sert bir şeyden koparılan parça” anlamına gelir (Müfredat). Bu olay, aşağıdaki apokrif sayılan İncil pasajında da anlatılmış ve atılanların birer dal parçası olduğu söylenmiştir: “Rabbin meleği şöyle dedi: "Zekeriya, tapınaktan çık ve halkın dul erkeklerini bir araya topla. Her erkek bir dal parçası getirsin. Rab kime işaret verirse, Meryem o kişinin sorumluluğunda olacak". Bu çağrı tüm Yahudiye bölgesine ilan edildi; Rabbin borusu çalındı ve tüm erkekler tapınağa koştular.” (Yakup İncili VIII.3). 

[3*] Yakup İncili’ne göre Meryem ergenlik çağına geldiği için artık mabedi terk etmesi gerekiyordu. Zekeriya (as), Allah’ın emriyle, Meryem’in mabet dışındaki himayesini kimin alacağı konusunda kur’a çekilmesini istemiş, kura sonucunda himaye görevi, Yusuf adında bir adama düşmüştü. Yusuf, dul olduğu ve kendi oğulları da bulunduğu için Meryem’i evine götürmeyi istememiş, İsrailoğulları’nın onunla alay edeceklerini söyleyerek karara itiraz etmişti (Yakup İncili VIII-IX). Ayette belirtilen çekişme de bu olaya işaret ediyor olmalıdır.


(Âl-i İmran 3/45)
اِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُۗ اِسْمُهُ الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَج۪يهًا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ
Yine bir gün melekler Meryem’e şöyle dediler: “Meryem! Allah sana kendisinden bir sözü[*] müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da ahirette de itibarlı ve Allah'a yakınlığı onaylanmış kişilerdendir.

[*] Bu “Söz” Allah’ın “Ol” emridir. (Âl-i İmrân 3/47, 59) İsa aleyhisselam anasının karnında o emirle oluşmaya başlamıştır. 

 

(Âl-i İmran 3/46)
وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَمِنَ الصَّالِح۪ينَ
Beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşacak[1*] ve iyi kimselerden olacaktır.”[2*]

[1*] Maide 5/110, Meryem 19/29-33.

[2*] Bunlar, İsa aleyhisselamın sahip olduğu özelliklerdir. 


(Âl-i İmran 3/47)
قَالَتْ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْن۪ي بَشَرٌۜ قَالَ كَذٰلِكِ اللّٰهُ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Meryem, “Rabbim! Bana bir insan eli değmediği halde benim nasıl çocuğum olabilir!” dedi. (Onunla konuşan melek) şöyle dedi: “Evet, öyle! Ama Allah gerek gördüğü şeyi yaratır. Bir işe karar verdi mi sadece ‘Ol!’ der, o şey oluşur.[*]

[*] Bakara 2/117, Nahl 16/40, Meryem 19/35, Yasin 36/82, Mü’min 40/68. Bu ayete, “ol der, hemen olur” şeklinde meâl verilir. Allah her şeyi bir ölçüye göre yarattığından (Kamer 54/49) o emirle sadece oluşum başlar. Mesela Allah, bir çocuğun olmasını murad ettiğinde emri, döllenme öncesinde verir ve çocuk oluşmaya başlar (Âl-i İmran 3/59, Meryem 19/19-21İnsan 76/1-2).

 

(Âl-i İmran 3/48)
وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ
Allah İsa’ya kitabı ve hikmeti;[1*] Tevrat'ı ve İncil’i[2*] öğretecektir.

[1*] Hikmet, Allah’ın kitaplarından doğru hüküm çıkarma ve çözümler üretme yöntemidir. Allah onu, indirdiği bütün kitaplara yerleştirmiştir (Âl-i İmrân 3/81).

[2*] Tevrat ve İncil, tıpkı Kur’an gibi içinde hikmeti barındıran kitaplardır. Bu sebeple bunlar, kitap ve hikmetin atf-ı tefsiridirler yani Kitap ve Hikmet ile neyin kastedildiğini gösterirler (Maide 5/110).
 

(Âl-i İmran 3/49)
وَرَسُولًا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَنّ۪ي قَدْ جِئْتُكُمْ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْۙ اَنّ۪ٓي اَخْلُقُ لَكُمْ مِنَ الطّ۪ينِ كَهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ فَاَنْفُخُ ف۪يهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِاِذْنِ اللّٰهِۚ وَاُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ وَاُحْيِ الْمَوْتٰى بِاِذْنِ اللّٰهِۚ وَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَۙ ف۪ي بُيُوتِكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ
(İsa) İsrailoğullarına gönderilmiş bir elçi olarak (onlara şöyle dedi): "Size, Rabbinizin ayeti /mucizesi ile geldim. Sizin için balçıktan kuş şeklinde bir şey yaratırım[*] sonra ona üflerim de Allah'ın izni ile bir kuş olur. Doğuştan kör olan ve alaca hastalığı olanı iyileştirir, Allah'ın izni ile ölüleri diriltirim. Evlerinizde neler yediğinizi ve neleri biriktirdiğinizi de size bildiririm. Eğer inanıp güvenen kimselerseniz bunlarda sizin için gerçekten birer ayet /mucize vardır.

[*] Yaratma iki türlüdür. Birincisi, maddesi ve benzeri olmayan bir şeyi yoktan var etmektir. Onu Allah’tan başkası yapamaz (En’âm 6/101). İkincisi, bir şeyden bir başka şey üretmektir. Bu tür yaratmayı insanlar da yapabilir. İsa aleyhisselamın yaptığı ikincisidir (Mü’minun 23/14). 

 


(Âl-i İmran 3/50)
وَمُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَلِاُحِلَّ لَكُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِئْتُكُمْ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِ
Önümdeki Tevrat'ı tasdik eden biri olarak[1*] ve size haram kılınmış bazı şeyleri helal kılmak için geldim.[2*] Size, Rabbinizin ayeti/mucizesi ile geldim. Artık Allah'a karşı yanlış yapmaktan sakının ve bana gönülden boyun eğin.[3*]

[1*] Maide 5/46, Saf 61/6. Matta İncil’inde İsa’ya ait şöyle bir söz geçer: “Kutsal Yasa'yı (Tevrat’ı) ya da elçilerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa'dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek. Bu nedenle, bu buyrukların en küçüklerinden birini kim bozar ve başkalarına öyle yapmayı öğretirse, Göklerin Egemenliğinde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliğinde büyük sayılacak.” (Matta 5/17-19)

[2*] Yahudilere özel olarak nelerin haram kılındığını görmek için: Nisa 4/160En’am 6/146, Nahl 16/118.

[3*] Zuhruf 43/63.

 

 

(Âl-i İmran 3/51)
اِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ
Şüphesiz Allah benim de Rabbimdir sizin de Rabbinizdir. Öyleyse ona kulluk edin; bu dosdoğru bir yoldur.”[*]

[*] Zuhruf 43/64.

 

(Âl-i İmran 3/52)
فَلَمَّٓا اَحَسَّ ع۪يسٰى مِنْهُمُ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِۚ اٰمَنَّا بِاللّٰهِۚ وَاشْهَدْ بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
İsa, onların kafirliklerini hissedince: Allah için benim yardımcılarım kimlerdir?" diye seslendi. Havariler[1*] dediler ki: Allah için senin yardımcıların biziz. Allah'a inanıp güvendik. Şahit ol, biz ona teslim olmuş kimseleriz![2*]

[1*] İncil’de havarilerin sayısı on ikidir: “… Bunlar, Petrus adıyla bilinen Simun, onun kardeşi Andreya, Zebedi'nin oğulları Yakup ve Yuhanna, Filipus ve Bartalmay, Tomas ve vergi görevlisi Matta, Alfay oğlu Yakup ve Taday, Yurtsever Simun ve İsa'yı sonradan ele veren Yahuda İskariyot.” (Matta 10/2-4) Bunların içinde tek bir din alimi yoktur, hepsi halktan kişilerdir.

[2*] Maide 5/111, Saf 61/14.


(Âl-i İmran 3/53)
رَبَّنَٓا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ
Rabbimiz! indirdiğin kitaba inanıp güvendik ve bu elçiye uyduk. Sen de bizi (buna) şahit olanlarla birlikte yaz.”[*]

[*] Benzer bir dua için bkz: Maide 5/82-84.


(Âl-i İmran 3/54)
وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟
(Kâfirlik edenler İsa’ya karşı) bir plan kurdular; Allah da plan kurdu.[*] Allah, plan kuranların en iyisidir.

[*] “Plan kurma” diye meal verdiğimiz (المكر), birini hedefinden, bir şekilde çevirme anlamındadır (Müfredat).  İnsan ve cin şeytanları, insanı doğru yoldan çevirmek için planlar kurarlar. Bu, onların mekridir. Allah Teâlâ da şeytanların planlarından kurtulma yollarını gösterir. Bu da Allah’ın mekridir (Tevbe 9/115). Engellere göğüs gererek hep doğruları arayan, onları bulur (Ankebut 29/69). Bundan sonraki ayette İsa aleyhisselamın Allah’ın mekri /planı sayesinde öldürülmekten nasıl kurtarıldığı anlatılmaktadır.


(Âl-i İmran 3/55)
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسٰٓى اِنّ۪ي مُتَوَفّ۪يكَ وَرَافِعُكَ اِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۚ ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
Bir gün Allah şöyle dedi: “Ey İsa! Seni vefat ettireceğim[1*] ve katıma yükselteceğim.[2*] Kafirlik eden şu insanlardan seni arındıracağım. Sana uyanları, kıyamet /mezardan kalkış gününe kadar, kâfirlik edenlere üstün kılacağım.[3*] Sonra dönüp geleceğiniz yer huzurumdur. Anlaşmazlığa düştüğünüz konularda, o zaman hüküm vereceğim.[4*]

[1*] Zümer 39/42’ye göre vefat, bedenden ruhun ayrılmasıdır. Allah ruhu iki şekilde vefat ettirir; biri uykuya daldığında diğeri de öldüğünde olur. Ruh, bilgisayarın işletim sistemi gibi bütün bilgileri korur. Onun için Allah, hem uyuyan hem de ölen bedenin ruhunu koruma altına alır. Uyuyan insanın ruhu, uyandığında, ölenin ruhu da vücut yeniden yaratıldığında geri döner. (Mü’minûn 23/100 ve Tekvîr 81/7) İsa aleyhisselam, ruhunun alınmasından sonraki ilk konuşmasını ahirette yapacağı için (Maide 5/117) bu ayetteki vefat, onun öldüğünü gösterir; dünyaya tekrar gelmesi diye bir şey yoktur. 

[2*] Ölen her insanın ruhu göğe yükselir ancak gök kapıları kâfirlere açılmaz (Nisa 4/157-158, A’raf 7/40). 

[3*] İsa’ya uyanlar, onu Allah’ın oğlu sayanlar değil, Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna inananlardır (Âl-i İmran 3/68).

[5*] Meryem 19/37, Zuhruf 43/65.

 

(Âl-i İmran 3/56)
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَاُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ
Kâfirlik edenler var ya onları hem dünyada hem ahirette çetin bir azapla cezalandıracağım. Onlara yardım edecek hiç kimse de olmayacaktır.[*]

[*] Maide 5/10, 86, Rum 30/16, Hac 22/57, Teğabun 64/10.

 

(Âl-i İmran 3/57)
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ
İnanıp güvenen ve iyi iş yapanlara gelince, Allah onların ödüllerini tam olarak verecektir.[*] Allah yanlışa dalanları sevmez.”

[*] Nisa 4/173, Rum 30/15, Secde 32/19, Casiye 45/30.


(Âl-i İmran 3/58)
ذٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْاٰيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَك۪يمِ
Bunları sana[1*] ayetlerden; doğru hükümler içeren Zikir’den[2*] /Kitap’tan bağlantılarıyla birlikte okuyoruz.

[1*] Tilavet sözcüğünün kökü olan t-l-v (تلو) "birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanması” anlamındadır (Müfredât). Buna göre tilavet, birbiriyle bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır.

[2*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Hicr 15/6, Nahl 16/43-44, Enbiya 21/24). 

 

 


(Âl-i İmran 3/59)
اِنَّ مَثَلَ ع۪يسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَۜ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Allah katında İsa’nın durumu tıpkı Âdem’in durumu gibidir.[1*] Allah Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona “Ol!" dedi; o da oluştu.[2*]

[1*] Âdem (a.s.) ile İsa’nın (a.s.) ortak yönü, babasız dünyaya gelmeleridir (Zuhruf 43/61, İnsan 76/1-2). 

[2*] Bakara 2/117, Nahl 16/40, Meryem 19/35, Yasin 36/82, Mü’min 40/68. Bu ayete, “ol der, hemen olur” şeklinde meâl verilir. Allah her şeyi bir ölçüye göre yarattığından (Kamer 54/49) "Ol" emri ile sadece oluşum başlar. Mesela Allah, bir çocuğun olmasını murad ettiğinde emri, döllenme öncesinde verir ve çocuk oluşmaya başlar (Âl-i İmran 3/47, Meryem 19/19-21İnsan 76/1-2)

 

 


(Âl-i İmran 3/60)
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ
Bütün gerçekler, senin Rabbinden gelendir. Sakın tereddüt edenlerden olma![*]

[*] Bakara 2/147, Yunus 10/94.

 

(Âl-i İmran 3/61)
فَمَنْ حَٓاجَّكَ ف۪يهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ
Bu bilgi sana geldikten sonra kim seninle bu gerçek hakkında tartışmaya kalkarsa[1*] de ki: “Gelin; çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım, sizler ve bizler de katılalım, sonra gönülden yalvaralım da yalan söyleyen tarafı Allah’ın lanetlemesini /dışlamasını isteyelim.”[2*]

[1*] Âl-i İmran 3/20.

[2*] Necran Hristiyanlarından bir heyet, Hicri 9. yılda (m. 631) Medine'ye gelip Nebimizle görüştüler ama kendilerine okunan ayetlere kulaklarını tıkadılar. Bunun üzerine Nebimiz, bu ayet gereği onları lanetleşmeye çağırdı ama onlar kabul etmediler (Mübâhale, DİA).
 

 


(Âl-i İmran 3/62)
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّۚ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
İşte bu (anlatılanlar), kesinlikle doğru kıssalardır.[1*] Allah'tan başka ilah yoktur. Elbette Allah, daima üstün ve bütün kararları doğru olandır.[2*]

[1*] Meryem 19/34.

[2*] Âl-i İmran 3/6, 18.

 

(Âl-i İmran 3/63)
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟
Eğer yüz çevirirlerse elbette Allah o bozguncuları bilir.[*]

[*] Bakara 2/137, Enbiya 21/109.


(Âl-i İmran 3/64)
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـًٔا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
De ki: "Ey ehlikitap /kitaplarında uzman kişiler![1*] Sizinle bizim aramızda ortak olan şu söze gelin:[2*] Allah'tan başkasına[3*] kulluk etmeyelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Kimimiz, kimilerini Allah ile araya koyarak rabler edinmesin.”[4*] Eğer yine de yüz çevirirlerse onlara deyin ki: "Şahit olun, biz Allah’a teslim olmuş kimseleriz."

[1*] Kur’an’da, ellerinde ilahi kitap bulunanları ifade etmek için iki ayrı kavram kullanılır. Bunlardan biri; “ûtu’l-kitab /kendilerine kitap verilenler”dir. Bu, genel bir ifade olup  kitapları hakkındaki bilgi seviyelerine bakılmaksızın o toplumun tamamını kapsar (Nisa 4/47,131, Maide 5/5). Diğeri ise “ehl’ül-kitab /ehl-i kitap”tır. Bu kavram, kitaplarının içeriğinden haberdar olanları ifade eder. Allah’ın ayetlerini, doğruluğuna şahitlik edecek derecede kavramış, gerçekleri ve onların nasıl gizlenebileceğini bilen kişiler için daima ehl-i kitap ifadesi kullanılır (Bakara 2/109, Âl-i İmrân 3/70-71, 98-99; Nisâ 4/171, Mâide 5/15). Bakara 2/78’de kitaplarının içeriğini bilmeyenlere ümmi denilmiştir.

[2*] Ankebut 29/46.

[3*] Ayette geçen “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin ve Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın” ifadesinden anlaşıldığı üzere herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmak, canlı veya cansız bir varlığı hatta bir ideolojiyi Allah’ın seviyesine çıkarıp onun sözüne uymaktır. Bunu yapan, o varlığa kulluk etmiş olur. Din adamlarını aracı sayıp onların Allah’ın dinine uymayan sözlerini tutmak veya kendi arzularını gerçekleştirmek için Allah’ın emirlerini görmezlikte direnmek yaygın olarak yapılan şirk örneklerindendir (Tevbe 9/31, Furkan 25/43 ve Casiye 45/23). 

[4*] Allah Teala, Üzeyir’i (Bakara 2/259), İsa aleyhisselamı ve annesi Meryem’i birer âyet /mucize yapmıştı (Mü’minun 23/50). Daha sonra Yahudiler Üzeyir’i, Hristiyanlar da İsa aleyhisselamı (Tevbe 9/30) ve annesi Meryem’i birer ilah yapmışlardır (Maide 5/116).


(Âl-i İmran 3/65)
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَمَٓا اُنْزِلَتِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْج۪يلُ اِلَّا مِنْ بَعْدِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Ey ehlikitap /kitaplarında uzman kişiler! İbrahim hakkında niye tartışıyorsunuz? Tevrat da İncil de ondan sonra indirildi. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?[*]

[*] Bakara 2/140, Âl-i İmran 3/67.


(Âl-i İmran 3/66)
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Siz, bilginiz olan konuda tartışan kimselersiniz. Peki, bilginiz olmayan bir konuda ne diye tartışıyorsunuz![*] Oysa Allah (her şeyi) bilir, siz bilmezsiniz.

[*] İsra 17/36, Kehf 18/54.


(Âl-i İmran 3/67)
مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفًا مُسْلِمًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
İbrahim ne Yahudiydi ne de Hristiyan![1*] Ama o, hep doğruya yönelen, Allah’a teslim olan biriydi.[2*] O, hiç müşriklerden olmadı.[3*]

[1*] Bakara 2/140.

[2*] İslam, teslim olmak demektir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’a teslim olarak varlığını sürdürür. (Âl-i imrân 3/83) Ama insanlar ve cinler, imtihan için yaratıldığından (Zariyat 51/56) Allah’a teslim olup olmama konusunda serbest bırakılmışlardır (Kehf 18/29, İnsan 76/3). Bütün resuller insanları İslam’a, Allah’a teslim olmaya çağırmışlardır (Âl-i İmran 3/19, 84-85). Allah’a teslim olan, imtihanı kazanır, teslim olmayanlar kaybederler.

[3*] Bakara 2/135, Âl-i İmran 3/95, En’am 6/74-81, 161, Nahl 16/120-123.

 
 

(Âl-i İmran 3/68)
اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰه۪يمَ لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ وَهٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِن۪ينَ
İnsanların İbrahim'e en yakın olanları, elbette ona uyanlar ile bu nebi (Muhammed) ve inanıp güvenenlerdir.[1*] Allah, müminlerin velisi /en yakınıdır.[2*]

[1*] Nisa 4/125.

[2*] Veli (çoğulu evliya), araya başka bir şey girmeyecek şekilde birbirine yakın olan iki veya daha çok kişiden her birini ifade eder (Müfredât). İnsana sinir uçlarından daha yakın olan Allah (Kaf 50/16), herkesin velisi yani en yakınıdır. Buna inanarak yanlışlardan sakınan kişi, sıkıntılarından kurtulur; artık üzerinde ne korku kalır ne de üzüntü çeker (Bakara 2/257, Yunus 10/62-63). Her şey gayet açık olduğu halde Allah’ı kendine uzak görenler ona, aracılarla ulaşmaya çalışırlar. Onları, veli veya evliya diye tanımlar ve kendilerini Allah’a ulaştırmaları için onlara kul ve köle olurlar (Zümer 39/3, Ahkaf 46/5). Bunu bile bile yapanlar (Bakara 2/22, En’âm 6/75-79), onları ilah yapmış (A’raf 7/3, 30) ve asla affedilmeyecek şirk günahına girmiş olur (Nisa 4/48, 116, A’raf 7/3, 30, Ahkaf 46/4-6). 

 

(Âl-i İmran 3/69)
وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
Ehlikitabın bir kesimi, sizi saptırabilmeyi çok ister.[*] Onlar sadece kendilerini saptırırlar; ama bunun bilincinde değillerdir.

[*] Bakara 2/109, Âl-i İmran 3/99-100.

 

(Âl-i İmran 3/70)
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ
Ey ehlikitap /kitaplarında uzman olan kişiler! Gerçekliğine şahit olduğunuz halde niçin Allah’ın ayetlerini görmezlikte direniyorsunuz?[*]

[*] Âl-i İmran 3/98.

 

(Âl-i İmran 3/71)
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟
Ey ehlikitap /kitaplarında uzman kişiler! Niye gerçekleri uydurma şeylerle karıştırıyor ve gerçekleri bile bile gizliyorsunuz?[*]

[*] Bakara 2/42, Âl-i İmran 3/78.

 

(Âl-i İmran 3/72)
وَقَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اٰمِنُوا بِالَّذ۪ٓي اُنْزِلَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُٓوا اٰخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَۚ
Ehlikitaptan bir kesimi şöyle dedi: “Şu müminlere indirilene günün başında inanın, sonunda inkar edin; belki onlar (dinlerinden) dönerler.[*]

[*] Bunlar, örgütlü bir eylemle sabahleyin müslüman olduklarını, akşamleyin de dinden döndüklerini söylüyorlardı ama kendilerine herhangi bir ceza uygulanmıyordu. Eğer Muhammed aleyhisselama mal edilen “Kim dinini değiştirirse onu öldürün.” (Buhârî, Cihad 149) sözü doğru olsaydı onlar böyle bir eyleme cesaret edemezlerdi. İşte Kur’an’ın tanıdığı din hürriyeti budur (Bakara 2/256, Nisa 4/51, Maide 5/13, Yunus 10/99).


(Âl-i İmran 3/73)
وَلَا تُؤْمِنُٓوا اِلَّا لِمَنْ تَبِعَ د۪ينَكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْهُدٰى هُدَى اللّٰهِۙ اَنْ يُؤْتٰٓى اَحَدٌ مِثْلَ مَٓا اُو۫ت۪يتُمْ اَوْ يُحَٓاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِۚ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ
Sizin dininize uymuş olandan başkasına inanıp güvenmeyin!” (dediler.) Sen de ki: “Doğru yol, Allah’ın gösterdiği yoldur.” (Onlar şunu da söylediler:) “Size verilenin bir denginin başkasına da verildiğine veya Allah katında size karşı delil getireceklerine de inanmayın!” De ki: “Lütuf, Allah’ın elindedir. Onu, tercih ettiği kişiye verir. Allah, imkânları geniş olan ve daima bilendir.”[*]

[*] Bakara 2/120, En’am 6/71.


(Âl-i İmran 3/74)
يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
Allah, tercih ettiği[1*] kişilere özel ikramda bulunur. Allah büyük lütuf sahibidir.[2*]

[1*] Şâe (شاء) fiilinin kökü, “bir şeyi yapma, var etme” anlamında olan şey (شيء)’dir (Müfredât). Burada Allah’ın yaptığı şey, bazı kullarını tercih ederek onlara ikramda bulunmasıdır. Ayrıca bkz Bakara 2/20. ayetin dipnotu.

[2*] Bakara 2/105.

 

(Âl-i İmran 3/75)
وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِمًاۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْاُمِّيّ۪نَ سَب۪يلٌۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Ehlikitaptan /kitaplarında uzman olanlardan öyleleri var ki yığınla mal emanet etsen onu sana tastamam geri verir. Öyleleri de var ki bir dinarı[1*] emanet etsen tepesine dikilip durmadığın sürece onu sana geri vermez. Bunun sebebi, "Bizim, ümmilere /Mekkelilere[2*] karşı bir sorumluluğumuz yoktur.” demeleridir.[3*] Onlar Allah’a karşı, bile bile yalan söylerler.[4*]

[1*] Dinar, Rasulullah (s.a.v.) döneminde para olarak kullanılan Bizans altınıdır. Bu paralardan bugün İstanbul Arkeoloji Müzelerinde bulunanların en ağır olanı 4.35 gr. gelmektedir.

[2*] Bu ve Cum’a 62/2. ayette geçen “ümmiler”, “Mekkeliler” anlamındadır. Mekke, Ümmü’l-Kurâ yani yerleşim yerlerinin ana merkezidir. Yeryüzünde ilk kamu binası orada yapılmıştır (Âl-i İmran 3/96). Bu sebeple Arap dilinde Mekkeli olanlara ümmî denir (Müfredat). Muhammed aleyhisselam da ümmilerin yani Mekkelilerin içinden çıkarılmış bir elçidir (Cum’a 62/2) ve Ümmü’l-Kurâ’yı /Mekke ve çevresini uyarsın diye gönderilmiştir (En’am 6/92, Şûra 42/7). Ümmî kelimesi, bunun dışında, iki farklı anlamda da kullanılmıştır. Birincisi, “kendine kitap verilmemiş olan” (Âl-i İmran 3/20), ikincisi “inandığı ilahi kitabın içeriğini bilmeyen”dir (Bakara 2/78). Nebimiz daha önce ilahî kitap bilgisine sahip değildi (Ankebut 29/47-48, Şûrâ 42/52-53) ama Kur’an’da ona, bundan dolayı ümmî denilmemiştir. Son nebinin Mekke’den çıkacağı Tevrat ve İncil’de yazılı olduğundan (A’raf 7/157-158) Kur’an’da onunla ilgili olarak kullanılan ümmî kavramı, Mekkeli anlamındadır. Arapçada anasından doğduğu gibi kalıp okuma yazma bilmeyen kişiye de ümmi denir (Lisan’ul-Arab). Mekkeli müşrikler, Kur’an’ın Muhammed aleyhisselama birileri tarafından yazdırıldığı iddia ederler (Furkan 25/5). Eğer o, okuma yazma bilmeseydi onu yakından tanıyan Mekkeliler, böyle bir iddiada bulunamazdı.
 
[3*] Yahudiler de Hıristiyanlar da kendilerini çok yüce görür kendilerinden olmayanlara değer vermezler (Bakara 2/111, 113, 135, Maide 5/16). 
   
[4*] Allah, son nebinin ümmi yani Mekkeli olacağının, Tevrat ve İncil’de yazılı olduğunu bildirir (A’raf 7/157-158). Ama elimizdeki Tevrat ve İncil’de bu bilgi yoktur. Allah Teala, ehl-i kitabın yani kitaplarında uzman olanların, kitaplarındaki bir çok bilgiyi gizlediklerini ve onların bir kısmının Kur’an’da açıklandığını haber verir (Maide 5/15). Bu ayet, o bilgileri gizleyenlerin, Allah’a karşı, bile bile yalan söylediklerini anlatmaktadır.
 

(Âl-i İmran 3/76)
بَلٰى مَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ وَاتَّقٰى فَاِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ
Hayır! (sorumluluğunuz var.) Kim üstlendiği sorumluluğu[*] yerine getirir, yanlış yapmaktan da sakınırsa (bilsin ki) Allah yanlışlardan sakınanları sever.

[*] Emaneti koruma sorumluluğu, hem Tevrat’ta hem de Kur’an’da mevcuttur; ancak bu insanlar, ümmî olan yani Mekke’den çıkan son elçiye inanmadıkları gibi, ona ve ona inananlara karşı herhangi bir sorumlulukları olmadığını da iddia ederek emanetlerine hıyanet etmektedir (Bakara 2/40-41, Âl-i İmrân 3/81).


(Âl-i İmran 3/77)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَل۪يلًا اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini geçici[1*] bir çıkarla değiştirenler var ya işte ahirette onların ellerine geçecek hiçbir şey yoktur. Kıyamet /mezardan kalkış günü Allah, onlarla konuşmayacak, yüzlerine bakmayacak ve onları aklamayacaktır. Onlar için acıklı bir azap vardır.[2*]

[1*] Kalîl (قليل), bir şeyin az olduğu veya kalıcı olmadığı anlamına gelir (Mekâyîs).


(Âl-i İmran 3/78)
وَاِنَّ مِنْهُمْ لَفَر۪يقًا يَلْوُ۫نَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِۚ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Onların bir takımı, sözlerini Kitap ile ilişkilendirir (bağlamından kopardıkları ayetlerle destekler) ki onu Kitap’tan sanasınız. Ama söyledikleri kitaptan değildir. Bir de “O, Allah katındandır.” derler; ama o, Allah katından değildir. Allah’a karşı bile bile yalan söylerler.


(Âl-i İmran 3/79)
مَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُؤْتِيَهُ اللّٰهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُوا عِبَادًا ل۪ي مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ كُونُوا رَبَّانِيّ۪نَ بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَۙ
Allah’ın kendisine kitap, hikmet ve nebilik verdiği bir beşerin kalkıp da insanlara, “Beni Allah ile aranıza koyarak bana kulluk eden kişiler olun!” demeye hakkı yoktur.[*] Onun diyeceği şudur: “Kitabı öğretmeniz ve üzerinde çalışmanız sebebiyle kendini Rabbinin yoluna adayan kişiler olun!”

[*] Yusuf 12/108, Zümer 39/65, Hakka 69/44-46.


(Âl-i İmran 3/80)
وَلَا يَأْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰٓئِكَةَ وَالنَّبِيّ۪نَ اَرْبَابًاۜ اَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟
Melekleri ve nebileri Rab[1*] edinmenizi de isteyemez. Siz (Allah’a) teslim olduktan sonra kâfir olmanızı mı isteyecek?[2*]

[1*] Rab kelimesinin Türkçe karşılığı “sahip”tir. Evin sahibine “rabb’ud-dâr” yani evin rabbi (Müfredât), sermaye sahibine de “rabb’ul-mal” yani sermayenin rabbi denir. Bir ayette Yusuf aleyhisselamın “rab” kelimesini önce “kölenin sahibi olan kral” anlamında, daha sonra da “herşeyin sahibi olan Allah” anlamında kullandığını görmekteyiz (Yusuf 12/50). Allah hepimizin sahibi olduğu için yalnızca ona kulluk etmemiz gerekir. Allah’a daha çok yaklaşmak amacıyla dahi olsa,  melekleri, nebileri ya da herhangi bir başka varlığı Allah’la araya koymak şirk sayılmış ve yasaklanmıştır (Zümer 39/3).

[2*] Burada sözü edilenler, Tevrat ve İncil’de uzman olan  kesimdendir. Bunlar, Muhammed aleyhisselamın, beklenen son nebi olduğuna kesin olarak inandıktan sonra (Bakara 2/75-80) onu ilahlaştırıp nebiliğini öldürmeye çalışanlardır (Âl- İmran 3/21-22, Mâide 5/41-42, 70). Bunun en etkili yolu, ivec (عوج) yapmak yani çok dikkat edilmedikçe anlaşılamayacak eğrilikler oluşturmaktır (Müfredat). Bunun için önce Muhammed aleyhisselamın Allah’ın resulü olduğuna vurgu yapmışlar ama resulün görevinin, ayetleri tebliğ ile sınırlı olduğunu görmezden gelmişlerdir (Âl-i İmran 3/20, Maide 5/92, 99, Ra’d 13/40, Nahl 16/35, Nur 24/54, Ankebut 29/18, Yasin 36/16-17, Şura 42/48, Teğabun 64/12). Allah’ın resulü, O’nun sözlerini insanlara ulaştıran elçi olduğundan ona itaat, Allah’ın ayetlerine itaattır. Bunu görmek istemeyenler, “Kim Resule itaat ederse, kesinlikle Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa 4/80) ayetinde ve onunla benzeşen ayetlerde ivec yaparak Muhammed aleyhisselamın sözünü, Allah’ın sözü seviyesine çıkarmışlardır (Âl-i İmran 3/32, 132, Nisa 4/59, Enfal 8/1, Nur 24/56, Muhammed 47/33). Yaptıkları en önemli saptırma ise “O, kendi arzusuna göre konuşmuyor. Konuştuğu o şey, kendisine yapılan vahiyden ibarettir.” (Necm 53/3-4) ayetlerini, devamındaki ayetlerden koparıp kendilerine delil yapmaları ve birçok ayeti de görmezden gelmeleridir. (Nisa 4/176, Enfal 8/43, 44, 67, 68, Ahzab 33/37, Fetih 48/2, Mümtahine 60/12, Tahrim 66/1-2). Bir de Kur’an’ın en temel kavramlarından olan sünnet kavramını (Nisa 4/26-28),  Muhammed aleyhisselama nisbet edilen söz ve uygulamaları olarak kabul ettirmişler ve hadis uydurmanın kapısını, sonuna kadar açmışlardır (Ahzab 33/37-38).En üzücü olanı da bu saptırmaları, mezheplerin kural haline getirip Müslümanlara kabul ettirmiş olmalarıdır.


(Âl-i İmran 3/81)
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ لَمَٓا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪ وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
Allah, nebilerden kesin söz aldığında şöyle dedi: "Size kitap ve hikmet veririm de daha sonra yanınızda olanı tasdik eden bir resul /bir kitap[1*] gelirse kesinlikle ona inanacaksınız ve yardımcı olacaksınız. Bunu kabul ettiniz mi? Bu ısrı /ağır yükü[2*] yüklendiniz mi?”[3*] Onlar: "Kabul ettik!" dediler. Allah: "Siz şahit olun, sizinle beraber ben de şahidim.” dedi.

[1*] Allah’ın nebilerden söz alması, onlara verdiği kitaplar vasıtası ile ümmetlerinden de söz almasıdır. Bu söz, yanlarında olanı tasdik eden bir resulün gelmesi halinde ona inanma sözüdür. Ayette, “yanlarında olanı tasdik eden bir nebi” değil de “bir resul” ifadesinin kullanılması çok önemlidir. Arap dilinde resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi o sözü iletmek için gönderilen elçi anlamına da gelir (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmak olduğundan Kur’ân’da geçen Allah’ın resulü sözleri ile kastedilen öncelikle kitaptır (Bakara 2/101). Son nebi olan Muhammed aleyhisselam gelmiş, görevini yapmış ve vefat etmiştir (Âl-i İmran 3/144, Ahzab 33/40) ama tebliğ ettiği Kur’an, kıyamete kadar kalacaktır. Dolayısıyla bugün, Yahudi, Hristiyan, Mecusi, Sabii vs. ümmetlere tebliğ edilecek olan resul, Kur’andır. Çünkü Kur’an, önceki kitapların tamamını tasdik eder (Bakara 2/40-41, 91, 97, 101, Âl-i İmran 3/3-4, 50, Nisa 4/47, Maide 5/48-49, En’am 6/92, Fatır 35/31, Ahkaf 46/12, 30, Saf 61/6-9). 

[2*] Isr, gelecek nebiye inanma görevidir. Nebimizle birlikte ısr yükü kalkmıştır (A’raf 7/157).

[3*] Tevrat'taki ifade şöyledir: "Onlara kardeşleri (İsmailoğulları) arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek. Adımla konuşan bu peygamberin ilettiği sözleri dinlemeyeni ben cezalandıracağım." (Tesniye 18:18,19). İncil’de de şu ifadeler geçer: “Şimdiyse beni gönderenin yanına gidiyorum. Ne var ki içinizden hiçbiri bana, `Nereye gidiyorsun?' diye sormuyor. Ama size bunları söylediğim için yüreğiniz kederle doldu. Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, Gerçeğin Ruhu (Paraklit) size gelmez. O gelince dünyanın günah, doğruluk ve gelecek yargı konusundaki suçluluğunu dünyaya gösterecektir. Günah konusunda - çünkü bana iman etmezler; doğruluk konusunda - çünkü Baba'ya gidiyorum, artık beni görmeyeceksiniz; yargı konusunda - çünkü bu dünyanın egemeni yargılanmış bulunuyor. Size daha çok söyleyeceklerim var ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O yani Gerçeğin Ruhu (Paraklit) gelince, sizi her gerçeğe yöneltecek. O kendiliğinden konuşmayacak, yalnız işittiklerini söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. O beni yüceltecek.” (İncil Yuhanna 16/5-14).


(Âl-i İmran 3/82)
فَمَنْ تَوَلّٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Artık bundan sonra kim yüz çevirirse işte onlar yoldan çıkmış olurlar.[*]

[*] Nisa 4/80, Ğaşiye 88/23-26.

 

(Âl-i İmran 3/83)
اَفَغَيْرَ د۪ينِ اللّٰهِ يَبْغُونَ وَلَهُٓ اَسْلَمَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ
Onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa ister gönüllü ister zorunlu olarak O’na teslim olmuştur.[1*] (Sonunda) Onun huzuruna çıkarılacaklardır.[2*]

[1*] Allah’ın koyduğu tabiat kanunlarına herkes ister istemez boyun eğer. Ona Arapçada itaat denmez. İtaat, gönüllü olarak boyun eğmedir. Allah’ın dinine gönüllü olarak boyun eğenler, fıtrata yani yaratılış özelliklerine uygun davranmış ve doğru yola girmiş olurlar. (Rum 30/30).

[2*] Ra’d 13/15, Hac 22/18, Fussilet 41/11.

 

(Âl-i İmran 3/84)
قُلْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَالنَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۖ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Sen şöyle de: "Biz Allah'a inanıp güvendik. Bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve Rableri tarafından bütün nebilere verilenlere inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırmayız. Biz ona teslim olmuş kimseleriz."[*]

[*] Bakara 2/136. ayet ve dipnotuna bkz.
 

(Âl-i İmran 3/85)
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪ينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Kim İslam’dan (Allah’ın kitaplarındaki dinden)[1*] başka bir din arayışına girerse (bilsin ki peşine düştüğü) o din ondan asla kabul edilmeyecektir.[2*] O, ahirette kaybedenlerden olacaktır.

[1*] Âl-i İmran 3/19 - 20.

[2*] Bakara 2/137.


(Âl-i İmran 3/86)
كَيْفَ يَهْدِي اللّٰهُ قَوْمًا كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ وَشَهِدُٓوا اَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
İnanıp güvendikten sonra kâfir olmuş bir topluluğu Allah nasıl doğru yolda sayar![1*] Halbuki onlara açık belgeler gelmiş ve Resul’ün[2*] hak olduğuna şahit olmuşlardı. Allah, bu yanlışın içinde olan topluluğu yola getirmez.

[1*] Nisa 4/137, Nahl 16/106, Muhammed 47/25.

[2*] Resul için bkz. Al-i İmran 3/32. ayetin dipnotu.


(Âl-i İmran 3/87)
اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ اَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ
Onların cezası; Allah, melekler ve bütün insanlar tarafından lanetlenmek /dışlanmaktır.[*]

[*] Bakara 2/89, 161, Nisa 4/51-52, Ahzab 33/64.


(Âl-i İmran 3/88)
خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَۙ
Sürekli lanet /dışlanmışlık içinde kalacaklardır. Ne azapları hafifletilecek ne de yüzlerine bakılacaktır.[*]

[*] Bakara 2/162, En'am 6/8, Nahl 16/85, Enbiya 21/40.


(Âl-i İmran 3/89)
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ancak bundan (kafirliklerinden) sonra tövbe edip /dönüş yapıp kendini düzeltenler bunun dışındadır. Çünkü Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.[*]

[*] Yaptığı yanlışlardan vaz geçerek tövbe eden ve iyi işler yapmaya başlayan kişilerin işledikleri günah ne olursa olsun Allah onları bağışlar (Zümer 39/53). Bağışlamakla da kalmaz ayrıca onlara iyilik ve ikramda bulunur (Furkan 25/70-71). Burada sözü edilen günah, bütün delilleri görüp iman ettikten sonra kâfir olma yani dinden dönme günahıdır. Bu ayetler (Âl-i İmrân 3/86-89) dinden dönen birine dünyevi ceza uygulanmayacağını gösterir. Dinden dönme eylemini, örgütlü bir hareket olarak yapanlara da dünyevi bir ceza uygulanmaz (Âl-i İmrân 3/72). Ayetler, bu kadar açık olmasına rağmen “Kim dinini değiştirirse onu öldürün.” (Buhârî, Cihad 149) şeklinde uydurulan bir rivayete dayanılarak dinden dönene ölüm cezasının verilmesi, mezhepler tarafından kabul edilmiş ve yaygın bir uygulama haline gelmiştir. Halbuki ayetler, böyle birinin, ömür boyu tövbe etme hakkına sahip olduğunu bildirmektedir. İşte Kur’an’ın tanıdığı din hürriyeti budur (Bakara 2/256, Nisa 4/51, Maide 5/13, Yunus 10/99).

 

 


(Âl-i İmran 3/90)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْرًا لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الضَّٓالُّونَ
İnanıp güvendikten sonra kâfir olan ve kâfirliklerini artıranların (ölüm gelince yapacakları) tövbeleri /dönüşleri[1*] asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar yoldan sapmış olanlardır.[2*]

[1*] Bu tövbe /dönüş, ölmekte olan kişinin tövbesidir (Müminun 23/99-100). Bunun örneği Firavun’dur (Yunus 10/90-91, Neml 27/14). Ölüm gelmeden tövbe edenin tövbesi kabul edilir (Nisa 4/17-18).

 

(Âl-i İmran 3/91)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَبًا وَلَوِ افْتَدٰى بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ۟
(İnandıktan sonra) kâfirlik eden ve kâfir olarak ölenlerden herhangi biri, yeryüzünü dolduracak kadar altını fidye olarak verse bile asla kabul edilmeyecektir. Onlar için acı veren bir azap vardır. Kendilerine yardım edecek hiç kimse de olmayacaktır.[*]

[*] Maide 5/36, Yunus 10/54, Ra’d 13/18, Zümer 39/47, Mearic 70/11-14.


(Âl-i İmran 3/92)
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ
Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe / hayra harcamadıkça asla erdemliliğe ulaşamazsınız.[1*] Her ne harcarsanız Allah onu bilir.[2*]

[1*] Bakara 2/267, İnsan 76/8.

[2*] Bakara 2/215, 272-274.

 

(Âl-i İmran 3/93)
كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلًّا لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِلَّا مَا حَرَّمَ اِسْرَٓاء۪يلُ عَلٰى نَفْسِه۪ مِنْ قَبْلِ اَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرٰيةُۜ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرٰيةِ فَاتْلُوهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
(Yahudiler dediler ki:)[1*] “Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in (Yakub'un)[2*] kendisine haram kıldıkları dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldi.” De ki: “Doğru sözlü kimselerseniz Tevrat’ı getirin de bağlantılarıyla birlikte okuyun bakalım!”[3*]

[1*] Ayette geçen “de ki (قُلْ)” ifadesi ayetin baş tarafında yer alan “bütün yiyecekler…” şeklinde başlayan ifadenin Yahudilerin iddiası olduğunu gösterir. Parantez içinde, (Yahudiler dediler ki) ifadesi, bunun için yazılmıştır. Yani ayet, Yahudilerin bir iddiasını dile getirmekte ve devamında da iddialarında samimi iseler Tevrat’ı getirmeleri istenmektedir. Ayrıca Âl-i İmran 3/94. ayette de bu yalanı Allah’a mal edenlerin büyük yanlış yapmış olacaklarının bildirilmesi, 93. ayetin başındaki ifadenin bir iddia olduğunu desteklemektedir.

[2*] İsrail, Yakub aleyhisselamın lakabıdır (Tevrat/Yaratılış 32:22-28, 35:9-10). Bu nedenle onun soyundan gelenlere İsrailoğulları denir. İslam geleneğinde Tevrat’ın yalnızca Musa’ya indirilen kitap olduğu söylenir ama Kur’an’da bunu doğrulayan tek bir ifadeye rastlanmaz (Maîde 5/44).Ya‘kūb aleyhisselamın on iki oğluna ve onların soyundan gelenlere esbât denir. Ayetlere göre esbât içinden nebi olanlara da kitap indirilmiştir (Bakara 2/136, 140; Âl-i İmrân 3/84; Nisâ 4/163). Bunlardan İsa aleyhisselama İncil verildiği için (Mâide 5/46) Tevrat, Musa’dan İsa’ya kadar İsrailoğullarının nebilerine verilen kitapların toplamından ibarettir.
 
[3*] Tevrat’ta, Yahudilere konulan pek çok yiyecek yasağı ile ilgili pasajlar bulunmaktadır (Levililer 7, Levililer 11, Tesniye 14). Günümüz Yahudileri, kendilerinin seçilmiş bir ırk oldukları için bu yasakların konulduğunu iddia etmekte, Allah ise Kur’an’da bu yasakların yaptıkları yanlışlara karşılık konulduğunu söylemektedir. Yahudilere Allah tarafından ceza olarak haram kılınan yiyecekler şu ayetlerde bildirilmiştir: Nisa 4/160-161, En’am 6/146, Nahl 16/118.

(Âl-i İmran 3/94)
فَمَنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Kim bundan sonra bu yalanı hâlâ Allah’a mal ederse işte onlar yanlış yapmış olanlardır.[*]

[*] Nahl 16/116, Saf 61/7.

 

(Âl-i İmran 3/95)
قُلْ صَدَقَ اللّٰهُ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
De ki: "Allah doğru söyler. Öyleyse siz, İbrahim’in dini dosdoğru yaşama biçimine[1*] uyun. O, müşriklerden olmadı.”[2*]

[1*] “Dini yaşama biçimi” olarak meal verilen ‘Millet’ kelimesi genellikle ‘din’ olarak tercüme edilir. Halbuki Kur’an’da “Allah’ın dini” ifadesi bulunduğu halde “Allah’ın milleti” ifadesi yoktur. Bu kelime, İbrahim, İshak ve Yakup nebilere nispetle kullanıldığı gibi, kâfirlere nispetle de kullanılmıştır (Yusuf 12/37). Olumlu kullanımlarının tamamında şirkten uzak, Allah’a doğrudan ve tam teslimiyet gösterilen bir dinî anlayışa vurgu yapılmaktadır. Bu da gösteriyor ki millet, dinin kendisi değil, ister kâfir ister mümin olsun o kişilerin “dini yaşama biçimi”dir (Bakara 2/120, 130).

[2*] Bakara 2/135.
 

 


(Âl-i İmran 3/96)
اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ
İnsanlık için kurulan ilk Beyt, elbette Bekke’de olandır.[1*] Bütün alem için bereket kaynağı olsun[2*] ve doğru yönü (kıbleyi) göstersin diye kurulmuştur”.[3*]

[1*] Arap dilinde beyt, insanın gece kalabileceği yerdir (Müfredât). İnsanlar için kurulan ilk Beyt, Bekke’dedir. Bekke, milyonlarca hacıyı barındıracak kapasitede olan Arafat ile başlar ve Ka'be'ye kadar uzanır. Orası insanlığın ilk yerleşim yeri olduğundan Adem aleyhisselam ve eşinin yerleştirildiği cennet  /bahçe Arafat'tır. Arafat, bugün de bir bahçe konumundadır. Ondan sonrası ekin bitmeyen bir vadidir (İbrâhîm 14/37). Mekke’nin batı sınırı, 17 km uzağındaki Hudeybiye’ye kadar uzanır (Fetih 48/24). Mekke için Mescid-i Haram ifadesi de kullanılır (Tevbe 9/7). Kâbe’ye beyt denildiği gibi (Bakara 2/127) el-beyt’ül-haram da denir (Mâide 5/97). 

[2*] Kâbe ve çevresi, önemli bir ticaret merkezidir. Hac, can ve mal güvenliğinin en üst seviyede sağlandığı haram aylarından üçünün ortasında, Zilhicce’nin 9. Gününden 13. gününe kadar yapılır (Bakara 2/196-203, Tevbe 9/36). Zilkade’nin 1. gününden 20’sine kadar Arafat yakınlarında Ukâz (عـكاظ) panayırı, Zilhicce’nin 1. gününden 9. gününe kadar da Mina yakınlarında Zülmecâz panayırı kurulur, sonra Mina’ya gidilerek Hac görevine başlanırdı. İbrahim aleyhisselamın soyundan gelen Kureyşliler, Kâbe’yi ibadete açık tutar ve hacılara çeşitli hizmetler sunarlardı (Tevbe 9/19). Muhammed aleyhisselam da bu panayırlara katılmış ve insanları Allah’ın dinine çağırmıştı. (Cevad Ali, Tarih’ul-Arab kabl’el-İslâm, c. VII, s. 375-382 tarih ve yer yok.)
 
[3*] İlk kıble Kâbe’dir. Kıble, Süleyman aleyhisselam zamanında (Tevrat/ I Krallar 8:28-30, II Tarihler 6/19-21) son nebi Muhammed aleyhisselam döneminde yaşayanlar için bir imtihan olsun diye, geçici olarak Beytülmakdis’e çevrilmiştir (Bakara 2/142-150).

(Âl-i İmran 3/97)
ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِنًاۜ وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلًاۜ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ
Orada apaçık göstergeler, Makam-ı İbrahim /İbrahim’in ibadet için bulunduğu yerler vardır.[1*] Oraya giren kişi, güvende olur. Bir yolunu bulanların, o Beyt’te hac yapması, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır /insanlara yüklediği görevdir.[2*] Kim bunu (haccın farz olduğunu) görmezlikten gelirse (bilsin ki) Allah’ın hiçbir varlığa ihtiyacı yoktur.

[1*] Zannedildiği gibi Makam-ı İbrahim, Kâbe’nin yanında korunan 50 cm. uzunluğundaki taş değildir. Makam, durulan yer veya yerler demektir. Arap dili açısından makam bedel, “ayâtun beyyinâtun = açık göstergeler” ifadesi de mübdelün minh olur yani açık göstergelerin, İbrahim aleyhisselamın hac ibadeti için durduğu yerler olduğunu ifade eder. O yerler; Arafat, Müzdelife, Mina, Kâbe, Safa ve Merve’dir. Hac ibadeti oralarda yapılır. Nuh tufanında Kabe yıkılmış, hac ibadetinin yapıldığı yerler unutulmuştu. İbrahim aleyhisselam Kâbe’yi yeniden yapınca Allah’a: “Bize hac ibadetini yapacağımız yerleri (menâsikimizi) göster.” (Bakara 2/128) diye dua etmiş, Allah da göstermişti. Nuh tufanından sonraki ilk haccı İbrahim aleyhisselam yaptığından onun hac ibadeti için durduğu yerlere Makam-ı İbrahim denilmiştir. İnsanlar o yerleri, ondan öğrenmiştir. 


(Âl-i İmran 3/98)
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۗ وَاللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا تَعْمَلُونَ
De ki: "Ey ehlikitap /kitaplarında uzman kişiler! Allah yaptıklarınıza şahit olduğu halde, niçin Allah’ın ayetlerini görmezlikte direniyorsunuz?”[*]

[*] Âl-i İmran 3/70.

 

(Âl-i İmran 3/99)
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجًا وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
De ki: "Ey ehlikitap /kitaplarında uzman kişiler! Niçin inanmış kimseleri Allah’ın yolundan engelliyorsunuz? O yolun gerçekliğine şahit olduğunuz halde onda kolayca anlaşılamayacak bir eğrilik[*] oluşturmanın peşinde koşuyorsunuz! Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”

[*] İvec (عوج), çok dikkat etmedikçe anlaşılamayacak eğriliktir (Müfredat). Allah’ın yolunda böyle bir eğrilik isteyenler, yaptıkları yanlışlar kolaylıkla anlaşılmasın diye doğruya çok yakın görünecek çarpıtmalar yaparlar. Ayette sözü edilen kişilerin en çok istediği budur. Bu sebeple en tehlikeli yanlış, doğruya en çok benzeyendir. (A’raf 7/45, İbrahim 14/3, Kehf 18/1, Zümer 39/28)

 

(Âl-i İmran 3/100)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا فَر۪يقًا مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ كَافِر۪ينَ
Ey inanıp güvenenler! Kendilerine kitap verilenlerin bir kesimine gönüllü olarak boyun eğerseniz inanıp güvendikten sonra sizi kafirler haline getirirler.[*]

[*] Bakara 2/109, Âl-i İmran 3/69, 149.


(Âl-i İmran 3/101)
وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟
Size Allah'ın ayetleri bağlantıları ile birlikte okunup dururken ve Allah’ın resulü /kitabı yanınızda iken nasıl olur da kafirlik edersiniz! Kim Allah'a (onun kitabına) sıkı sarılırsa o kesin olarak doğru yola kabul edilmiş olur.[*]

[*] Bakara 2/256, Nisa 4/175, Teğabün 64/11.

 

(Âl-i İmran 3/102)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
Ey inanıp güvenenler! Allah’a karşı yanlış yapmaktan nasıl sakınmak gerekiyorsa öyle sakının![1*] Son nefesinize kadar Allah’a teslim olarak yaşayın!"[2*]

[1*] Tevbe 9/119, Ahzab 33/70, Haşr 59/18, Teğabün 64/16.

[2*] İnsan ne zaman öleceğini bilemeyeceği için sürekli Allah’a tam teslim olmuş halde yaşamalıdır (Bakara 2/132, Yusuf 12/101). 

 

(Âl-i İmran 3/103)
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Hep birlikte Allah'ın ipine /Kur'ân’a[1*] sımsıkı sarılın, bölünüp parçalanmayın![2*] Allah'ın size olan nimetini[3*] daima aklınızda tutun. Siz bir zamanlar düşmandınız; Allah, kalplerinizi birbirine ısındırdı[4*] da onun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz.[5*] Bir ateş çukurunun kenarındaydınız, sizi oradan o kurtardı. Allah, ayetlerini size böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.

[1*] Bu ayetteki “Hablullah /Allah’ın ipi” ifadesine Kur’an anlamı vermemizin sebebi şu ayetlerdir: Nisa 4/146175En’am 6/155Araf 7/3Zümer 39/55Zuhruf 43/43-44. Ayrıca Nebimizin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Kur’an Allah’ın sağlam ipidir.” (Tirmizi, Fezâili’l Kur’an, 14)

[2*] Âl-i İmran 3/105, En’am 6/159, Enfal 8/46, Rum 30/32, Şûrâ 42/13-14, Beyyine 98/1-4.

[3*] Allah’ın burada sözü geçen nimeti, indirdiği Kitaptır. İnsanlar ona iman edip sıkı sarılınca, durumlarının düzelmesi ve birbirleriyle kardeş olmaları gibi daha pek çok nimete kavuşurlar.

[4*] Enfal 8/63.

[5*] Hucurat 49/10.


(Âl-i İmran 3/104)
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
İçinizde hayra çağıran; marufun /iyi şeylerin yapılmasını isteyen ve münkerden /kötü şeylerden sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte onlar, umduklarına kavuşacak olanlardır.[*]

[*] Âl-i İmran 3/110; Tevbe 9/71, 112.


(Âl-i İmran 3/105)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ
Kendilerine açık belgeler geldikten sonra bölünüp parçalananlar ve ihtilafa düşenler gibi olmayın![*] Onlar için büyük bir azap vardır.

[*] Âl-i İmran 3/19, 103, Şûrâ 42/14, Casiye 45/17.

 

(Âl-i İmran 3/106)
يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
Bir gün bazı yüzler ak, bazı yüzler de kara olacaktır.Yüzleri kararanlara şöyle denilecek: "Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz[1*] öyle mi! Kâfirlik etmiş olmanıza karşılık tadın şu azabı!”[2*]

[1*] Küfür örtme; kâfir, örten demektir. Allah’ın her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğunu, koyduğu kurallara uymak gerektiğini bilmeyen yoktur. Kişinin hayat tarzı o kurallara ters düşmeye başlarsa uymak zorlaşır ve onları görmezden gelmeye başlar. Böyleleri, üstünü örttüğü imanın kendine yettiğini, ama Allah’a tam teslim olamadığını düşünür (Hicr 15/2-3).

[2*] Yunus 10/27, Rahman 55/41, Kıyamet 75/24-25, Abese 80/40-42, Gaşiye 88/2-7.

 

(Âl-i İmran 3/107)
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Yüzleri ak olanlar ise Allah'ın iyilik ve ikramı içinde olur, orada ölümsüz olarak kalırlar.[*]

[*] Yunus 10/26, Kıyamet 75/22-23, Abese 80/38-39, Gaşiye 88/8-11.

 

(Âl-i İmran 3/108)
تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْمًا لِلْعَالَم۪ينَ
Bunlar Allah’ın ayetleridir. Bunları sana tüm gerçekleri içerecek şekilde sıralıyoruz.[1*] Allah, kimseye haksızlık yapmak istemez.[2*]

[1*] Bakara 2/252, Casiye 45/6.

[2*] Nisa 4/40, Yunus 10/44.

 

(Âl-i İmran 3/109)
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟
Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır.[*] Bütün işler, Allah’a arz edilir.

[*] Bakara 2/284, Âl-i İmran 3/129, Nisa 4/126, 131-132, Yunus 10/55, Nur 24/64, Lokman 31/26, Necm 53/31.

 

(Âl-i İmran 3/110)
كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ وَلَوْ اٰمَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْۜ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı topluluksunuz.[1*] Marufun /iyi şeylerin yapılmasını ister, münkerden /kötü şeylerden sakındırır ve Allah’a inanıp güvenirsiniz. Ehlikitap da inanıp güvense kendileri için elbette iyi olur. Onların içlerinde de inanıp güvenenler vardır[2*] ama çoğu yoldan çıkmıştır.

[1*] Muhammed aleyhisselam son nebi, onun getirdiği kitap da Allah’ın son kitabıdır. Bu kitaba uyanlar, insanlık için örnek bir toplum oluştururlar (Bakara 2/143). Allah, inanıp güvenen her topluma bu vaadde bulunmuştur (Âl-i İmran 3/139). Müslümanların günümüzde örnek teşkil edememelerinin nedeni Allah’a tam anlamıyla güvenmedikleri için Kur’an’a uymamaları, özellikle de iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir toplum olma konusundaki duyarsızlıklarıdır. 

[2*] Âl-i İmran 3/113.

 

(Âl-i İmran 3/111)
لَنْ يَضُرُّوكُمْ اِلَّٓا اَذًىۜ وَاِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْاَدْبَارَ۠ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ
(Yoldan çıkanlar) canınızı sıkmak dışında size asla zarar veremezler. Sizinle savaşacak olsalar gerisin geri dönüp kaçarlar. Sonra yardım da görmezler.[*]

[*] Haşr 59/12-13.

 

(Âl-i İmran 3/112)
ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللّٰهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۠
Allah’ın himayesi veya insanların himayesi[1*] altında olmaları dışında, bulundukları her yerde onlara alçaklık damgası vurulur[2*] ve Allah’ın öfkesini hak ederler. Üzerlerine çaresizlik de çöker. Çünkü Allah'ın ayetlerini görmezlikte direnir ve haklı bir gerekçeye dayanmadan nebileri öldürür /itibarsızlaştırmaya çalışırlar.[3*] Bu ceza, isyan etmelerine ve aşırı gitmelerine karşılıktır.

[1*] Mümtahine 60/8-9.

[2*] Bakara 2/61.

[4*] Bunlar Muhammed aleyhisselama çeşitli iftiralarda bulunarak onun nebiliğini öldürmeye çalışmaktadırlar. Bakara 2/61 ve  Âl-i İmran 3/21 ayetlerinin dipnotlarına bakınız. 

 

(Âl-i İmran 3/113)
لَيْسُوا سَوَٓاءًۜ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠
(Fakat) onların hepsi bir değildir; ehlikitabın içinde dik duruşlu bir topluluk da vardır. Onlar, gecenin bölümlerinde[1*] Allah’ın ayetlerini, (hükümlerine) boyun eğerek bağlantılarıyla birlikte okurlar.[2*]

[1*] Gece, üç bölümden oluşur. Eşite yakın uzunlukta olan birinci ve üçüncü bölümü alacakaranlık, ikisinin arası ve en uzun bölümü, gecenin ortasıdır. Akşamın alaca karanlığına “şafak”, sabahın alaca karanlığına “fecr”, gecenin ortasına da “vasat-ul leyl” denir. Akşamın alaca karanlığının birinci bölümü akşam, ikincisi yatsı vakti, sabahın alaca karanlığının birinci bölümü seher ve sahur, ikincisi de sabah namazı vaktidir. Seher vakti ile gecenin ortası, teheccüd namazı vaktidir. O vakitte farz namaz kılınmaz. Ayrıntılı bilgi için Bkz Müzzemmil 73/20, Hud 11/114, İsra 17/78,79, Ta-Ha 20/130, Rum 30/17-18.

[2*] Kur’an’la henüz tanışmamış olan ehlikitap, kendi kitabına uymaktan sorumludur (Bakara 2/62, 121; Hac 22/17).

 

(Âl-i İmran 3/114)
يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Allah’a ve ahiret gününe inanıp güvenir, marufun /iyi şeylerin yapılmasını ister ve münkerden /kötü şeylerden sakındırırlar. Hayırlı işlerde de yarışırlar. İşte onlar iyi kimselerdendir.[*]

[*] Maide 5/83-84, Kasas 28/52-53.

 

(Âl-i İmran 3/115)
وَمَا يَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَلَنْ يُكْفَرُوهُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالْمُتَّق۪ينَ
Onların yaptığı hiçbir iyilik asla göz ardı edilmeyecektir.[*] Allah, kendini yanlışlardan koruyanları bilir.

[*] Maide 5/85, Kasas 28/54.


(Âl-i İmran 3/116)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Kâfirlik edenlerin ise malları da çocukları da Allah’tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamayacaktır. Onlar o ateşin ahalisidir, orada ölümsüz olarak kalacaklardır.[*]

[*] Kâfirlerin malları ve evlatları ahirette hiçbir işlerine yaramayacaktır (Âl-i İmran 3/10, Şuarâ 26/88-89, Sebe 34/37, Mücadele 58/17, Hâkka 69/28-29, Leyl 92/11).


(Âl-i İmran 3/117)
مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ر۪يحٍ ف۪يهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Onların dünya hayatında yaptıkları harcamalar, tıpkı kendilerine yanlış yapmış bir topluluğun ekinini vurup onu yok eden soğuk bir rüzgâr gibidir.[*] Allah onlara yanlış yapmamıştır; ama onlar yanlışı kendilerine yapmaktadırlar.

[*] Bakara 2/264, 266, İbrahim 14/18, Kalem 68/17-33.

 

(Âl-i İmran 3/118)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالًاۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
Ey inanıp güvenenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin;[1*] onlar kafanızı karıştırmak için yapmadıklarını bırakmazlar. Sıkıntıya düşmenizi çok isterler. Nefretleri konuşmalarından belli olur. Sinelerinde gizledikleri daha da büyüktür.[2*] Eğer doğru bağlantıları kuracak olursanız[3*] (görürsünüz ki) biz ayetleri sizin için tam olarak açıklamışızdır.

[1*] Âl-i İmran 3/28, Tevbe 9/16.

[2*] Tevbe 9/8.

[3*] "Akl (عقل) bağlamak yoluyla alıkoymak" anlamında mastardır. Devenin bileğini pazusuna bağladım anlamında “(عقلت البعير)” denir. Böylelikle devenin yerinden kalkıp gitmesi engellenmiş olur (Lisan’ul-Arab). Akıl insana nispet edildiğinde “kötü söz ve davranışlardan alıkoyan şey” anlamındadır (Mekâyîs). Aklın insanı, kötü söz ve davranışlardan engellemesi, ancak bağlantıları doğru kurmasıyla mümkün olur.

 

(Âl-i İmran 3/119)
هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Bakın, siz öyle kimselersiniz ki tutar onları seversiniz;[1*] ama onlar sizi sevmezler.[2*] Siz bütün kitaplara inanırsınız; ama onlar sizinle karşılaşınca “İnandık!” der, kendi başlarına kalınca size olan kızgınlıklarından dolayı tırnaklarını kemirirler.[3*] Onlara de ki: “Kızgınlığınızdan çatlayın!” Allah, sinelerde olanı daima bilendir.

[1*] Mümtahine 60/1.

[2*] Maide 5/82.

[3*] Bakara 2/8,14, 75-76, Maide 5/41, 61.

 

(Âl-i İmran 3/120)
اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ۟
Size bir iyilik dokunsa bu onları üzer. Ama başınıza bir kötülük gelse mutlu olurlar. Eğer siz sabırlı olur /duruşunuzu bozmaz ve yanlışlardan sakınırsanız onların kurdukları oyunlar size bir zarar vermez. Allah, yaptıkları her şeyi çepeçevre kuşatır.[*]

[*] Âl-i İmran 3/186, Mücadele 58/10.

 

(Âl-i İmran 3/121)
وَاِذْ غَدَوْتَ مِنْ اَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِن۪ينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ
(Ey Muhammed!) Bir sabah erkenden ailenden ayrılmış, (Uhud’da) müminleri savaşacakları yerlere yerleştiriyordun. Allah daima dinleyen ve bilendir.


(Âl-i İmran 3/122)
اِذْ هَمَّتْ طَٓائِفَتَانِ مِنْكُمْ اَنْ تَفْشَلَاۙ وَاللّٰهُ وَلِيُّهُمَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
O sırada sizden iki bölük dağılmaya yüz tutmuştu.[*] Halbuki Allah kendilerinin velisi /en yakınıdır. Müminler yalnız Allah'a güvenip dayansınlar!

[*] Âl-i İmran 3/128.


(Âl-i İmran 3/123)
وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ بِبَدْرٍ وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Siz Bedir'de perişan bir haldeyken de Allah size yardım etmişti.[1*] Öyleyse Allah'a karşı yanlış yapmaktan sakının ki görevinizi yerine getirebilesiniz.[2*]

[1*] Enfâl 8/17-18, 43-44.

[2*] Bu ayet, şükretmenin, kendine düşen görevi yerine getirmek olduğunun delilidir.

 

(Âl-i İmran 3/124)
اِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ اَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلٰثَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُنْزَل۪ينَۜ
O gün müminlere şöyle diyordun: “İndirdiği üç bin melekle, Rabbinizin imdadınıza yetişmesi size yetmez mi?”[*]

[*] Enfal 8/9.


(Âl-i İmran 3/125)
بَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ
Yeter elbette! Eğer sabreder /duruşunuzu bozmaz, korunma tedbirlerini alırsanız ve onlar da burada (Uhud’da) olduğu gibi ani bir baskınla üzerinize gelirlerse Rabbiniz, görevli beş bin melekle imdadınıza yetişir.[*]

[*] Allah Teâlâ melekleri, kâfirleri öldürsünler diye değil; müminler için müjde olsun ve kalpleri yatışsın diye göndermiştir (Enfal 8/66). Allah’ın önceki nebilere de böyle yardımlarda bulunduğunun bir örneği Tevrat’ın 2. Krallar 6:13-17 pasajlarında görülebilir. 

 

(Âl-i İmran 3/126)
وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِۙ
Allah bunu, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Zafer yalnızca, üstün olan ve bütün kararları doğru olan Allah katındandır.[*]

[*] Enfal 8/10, Hac 22/40, Rum 30/47, Mü’min 40/51.


(Âl-i İmran 3/127)
لِيَقْطَعَ طَرَفًا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَٓائِب۪ينَ
(Size bu desteği vermesi, Allah’ın) kâfirlik edenlerin bir bölümünü saf dışı bırakması veya onları sindirmesi içindir ki hayalleri boşa çıkan kimseler haline gelsinler.[*]

[*] Bedir savaşında da benzer bir durum yaşanmıştır (Enfal 8/12-14).


(Âl-i İmran 3/128)
لَيْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَاِنَّهُمْ ظَالِمُونَ
(Sizden dağılmaya yüz tutan o iki bölükle ilgili olarak)[1*] senin yapacağın bir şey yoktur.[2*] Ya Allah onların tövbelerini /dönüşlerini kabul eder ya da yanlışlar içinde olmalarından dolayı onlara azap eder.

[1*] Uhud’da dağılan iki topluluğun günahlarını Allah affetti (Âl-i İmran 3/122, 155).

[2*] Allah Teâlâ’nın elçilerine yüklediği görevler, ayetleri insanlara ulaştırma (tebliğ), onları açık açık anlatma (tebyîn), kitabı ve hikmeti öğretme (ta’lim), müjdeleme (tebşir) ve uyarmadır (inzar). Hiçbir elçinin koruma görevi yoktur (Âl-i İmran 3/164, En'am 6/107, Hud 11/2, 12, Şura 42/48, Cuma 62/2).

 

(Âl-i İmran 3/129)
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. O, bağışlanmayı hak edeni bağışlar, azabı hak edene de azap eder. Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.[*]

[*] Bakara 2/284.

 
 

(Âl-i İmran 3/130)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافًا مُضَاعَفَةًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
Ey inanıp güvenenler! Özelliği, kat kat artma olan faizi yemeyin![*] Allah'a karşı yanlış yapmaktan sakının ki umduğunuza kavuşasınız.

[*] Kat kat artma, faizin değişmez özelliğidir. Mesela %5 faizle alınan borç zamanında ödenmezse faiz anaparaya eklendikten sonra yeni bir faiz oranı belirlenir ve faiz zamanla anaparayı geçer. Verilen borca ilave edilmesi şart koşulan en küçük bir fazlalık faizdir ve haramdır (Bakara 2/278-279, Nisa 4/29, Rum 30/39).

 

(Âl-i İmran 3/131)
وَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ٓي اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَۚ
Kâfirler için hazırlanmış olan o ateşten /cehennemden kendinizi koruyun.[*]

[*] Bakara 2/24.


(Âl-i İmran 3/132)
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ
Allah’a ve resulüne /elçisinin getirdiğine gönülden boyun eğin ki iyilik ve ikram göresiniz.[*]

[*] Âl-i İmran 3/32.

 

(Âl-i İmran 3/133)
وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّق۪ينَۙ
Rabbiniz tarafından bağışlanmak ve genişliği göklerle yer kadar olan cenneti kazanmak için koşuşun. Orası müttakîler /yanlışlardan sakınanlar için hazırlanmıştır.[*]

[1*] Bu ayetteki "koşuşun" emri, Âl-i İmran 130. ayette "Ey inanıp güvenenler!" diye başlayıp, buraya kadar müminlerden istenen şeylerin sonuncusudur. İnsanlar bu ayete kadar anlatılan iyi işleri yapma konusunda yarışmalıdır. Bu yarışı kazananlar, cennete gireceklerdir. Dünyada insanlar arasında maddi ve manevi nimetler bakımından derece farkları vardır. Ahirette derece farkları daha büyük olacaktır (İsra 17/21, Vâkıâ 56/10-26).

 

(Âl-i İmran 3/134)
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ
Onlar, bollukta ve darlıkta infak eden /hayra harcayan, sinirlerine hâkim olan ve insanları affedenlerdir.[*] Allah, (böyle) güzel davrananları sever.

[*] Şûrâ 42/37.


(Âl-i İmran 3/135)
وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Onlar, cinsel bir suç işlediklerinde[1*] veya kendilerini yanlış bir işe soktuklarında Allah'ı hatırlar ve hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki![2*] Bir de onlar yaptıkları yanlışta bile bile ısrar etmezler.

[1*] “Cinsel bir suç” anlamı verdiğimiz kelime, fuhuş anlamındaki “fahişe (فَاحِشَة)”dir. Türkçede para karşılığı yapılan cinsel ilişkiye fuhuş dendiğinden, yanlış anlamaya yol açmasın diye bu anlam verilmiştir. Ayrıntılar için bkz. Nisa 4/15-16 ve dipnotları.

[2*] Nisa 4/110, En’am 6/54, A’raf 7/153, Hicr 15/49, Nahl 16/119, Taha 20/82, Furkan 25/70, Zümer 39/53, Şûrâ 42/25.

 

(Âl-i İmran 3/136)
اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ
Onların alacakları karşılık, Rablerinin bağışlaması ve ölümsüz olarak kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler /bahçelerdir. Böyle yapanların ödülü ne güzeldir![*]

[*] A’raf 7/42-43, Taha 20/75-76, Ankebut 29/58, Zümer 39/74.

 


(Âl-i İmran 3/137)
قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ سُنَنٌۙ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ
Sizden önce (nice topluluklara) sünnetler /Allah’ın koyduğu kurallar uygulandı. Yeryüzünü dolaşın da yalana sarılanların sonu nasıl olmuş bir görün![*]

[*] En’am 6/11, Nahl 16/36, Neml 27/69, Rum 30/42.


(Âl-i İmran 3/138)
هٰذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ
Bu (Kitap), insanlar için yapılan bir açıklama, müttakîler / yanlışlardan sakınanlar için de bir rehber ve bir öğüttür.[*]

[*] Yunus 10/57, Hud 11/120, Nur 24/34.

 

(Âl-i İmran 3/139)
وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Gevşemeyin ve üzülmeyin! Eğer inanıp güvenen kimselerseniz siz, en üstün olanlarsınız.[*]

[*] Muhammed 47/35.

 

(Âl-i İmran 3/140)
اِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُۜ وَتِلْكَ الْاَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِۚ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَٓاءَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَۙ
Siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız karşınızdaki topluluk da (Bedir’de) onun dengi bir yara almıştı.[1*] Böyle günleri, insanlar arasında döndürüp dururuz. Bu, Allah'ın inanıp güvenenleri bilmesi ve içinizden şahitler tutması içindir.[2*] Allah yanlışa dalanları sevmez.

[1*] Âl-i İmran 3/13, 123.

[2*] Allah’ın şahit tutacağı kişiler, savaşta imtihanı kazanan ile kaybedeni yaşayarak gören ve döndüğü zaman bunu diğer insanlara anlatarak Allah’a güven konusunda onları uyaran kişilerdir (Tevbe 9/122).

 

(Âl-i İmran 3/141)
وَلِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِر۪ينَ
Bir de Allah’ın inanıp güvenenleri (günahlardan) arındırması ve kâfirleri darlığa düşürmesi içindir.[*]

[*] Enfal 8/18.

 

(Âl-i İmran 3/142)
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ
Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri /elinden geleni yapanları[1*] bilmeden, sabredenleri de bilmeden cennete gireceğinizi mi hesap etmiştiniz![2*]

[1*] Cihad (جهاد), düşmanın, şeytanın veya arzuların baskısına karşı Allah’ın emrine uymak için verilen her türlü mücadeledir (Müfredat). Allah yolunda savaş, cihadın en önemli parçasıdır. 

 


(Âl-i İmran 3/143)
وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟
Ölümle burun buruna gelinceye kadar, gerçekten ölmek istiyordunuz.[*] Ama ölümü görünce bakakaldınız!

 

(Âl-i İmran 3/144)
وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ اَفَا۬ئِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْۜ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ وَسَيَجْزِي اللّٰهُ الشَّاكِر۪ينَ
Muhammed sadece bir resul /elçi­dir.[1*] Ondan önce de nice resuller gelip geçti.[2*] Şimdi, o ölse[3*] veya öldürülse siz gerisin geri mi döneceksiniz? Kim gerisin geri dönerse o, Allah'a asla bir zarar veremez. Allah şükredenleri /görevini yerine getirenleri ödüllendirecektir.

[1*] Ahzab 33/40.

[2*] Benzer ifade İsa Aleyhisselam için de kullanılmıştır (Maide 5/75).

[3*] Enbiya 21/34, Zümer 39/30.


(Âl-i İmran 3/145)
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَابًا مُؤَجَّلًاۜ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ
Hiç kimse Allah'ın onayı olmadan, yazılı eceli gelmeden ölmez.[1*] Kim dünyalık isterse ona ondan veririz. Kim de ahiret nimetini isterse ona da ondan veririz. Biz, şükredenleri /görevini yerine getirenleri ödüllendireceğiz.[2*]

[1*] Ra’d 13/38, Hadid 57/22, Teğabün 64/11.

[2*] Bakara 2/200-202, Nisa 4/134, En’am 6/160, Yunus 10/26, Hud 11/15-16, İsra 17/18-20, Şûrâ 42/20.

 

(Âl-i İmran 3/146)
وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ
Nice nebi vardı ki kendini Rabbine adamış çok sayıda kişi, onunla birlikte savaşmıştı. Onlar, Allah yolunda başlarına gelenden ötürü gevşememişler, zayıflık göstermemişler ve (düşmana) boyun eğmemişlerdir. Allah sabredenleri /duruşunu bozmayanları sever.[*]

[*] Âl-i İmran 3/139-152.

 

(Âl-i İmran 3/147)
وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
Onların söyledikleri sadece şu olmuştu: "Rabbimiz, günahlarımızı ve davranışlarımızdaki aşırılıkları bağışla! Ayaklarımızı sabit kıl! Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!”[*]

[*] Bakara 2/250.

 

(Âl-i İmran 3/148)
فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟
Allah onlara, (yaptıklarının) dünyadaki karşılığını, ahiretteki karşılığının da güzelini verecektir[*] Allah güzel davrananları sever.

[*] Âl-i İmran 3/145 dipnotu.


(Âl-i İmran 3/149)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ
Ey inanıp güvenenler! Kâfirlik edenlere gönüllü olarak boyun eğerseniz[1*] sizi gerisin geri çevirirler de kaybeden kimseler haline gelirsiniz.[2*]

[1*] "Gönülden boyun eğme" itaatın Arap dilindeki sözlük anlamıdır. Zıddı ikrahtır (Müfredat). Ağır bir baskı altında olunca kafirlere, gönüllü olmasa da zorunlu olarak boyun eğilebilir (Âl-i İmran 3/28, Nahl 16/106)

[2*] Bakara 2/109, Âl-i İmran 3/69, 100.


(Âl-i İmran 3/150)
بَلِ اللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِر۪ينَ
Hayır! Sizin en yakınınız Allah’tır.[*] O, yardım edenlerin en iyisidir.

[*] Enfal 8/40; Tevbe 9/24, 51; Hac 22/78; Muhammed 47/11.


(Âl-i İmran 3/151)
سَنُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَانًاۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ
Kâfirlik edenlerin kalplerine korku salacağız.[1*] Çünkü Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi O’na ortak koşarlar.[2*] Onların sığınacakları yer o ateştir /cehennemdir! Bu yanlışı yapanların yaşayacakları yer ne kötüdür!

[1*] Arapçada “küfr (كفر)”, örtme; “kâfir”, örten anlamına gelir (Müfredât). Kendine açık belgeler geldikten ve Resul’ün hak olduğuna şahit olarak ona inanıp güvendikten sonra ayetleri görmezlikten gelen herkes kafir olur (Âl-i İmran 3/86, 106). Bu kişiler, kendilerinin veya başkasının sözlerini Allah’ın sözünün önüne geçirdikleri için de müşrik olurlar. Allah, yaptıklarının yanlış olduğunu içlerine ilham ederek (Şems 91/8) korkuya kapılmalarını sağlar ve onları uyarır. Bu sebeple kafir olanlar, en büyük sıkıntıyı kendi içlerinde duyarlar. Nitekim Musa aleyhisselamın Allah’ın elçisi olduğu konusunda kesin kanaate varan Firavun ve hanedanı, konumlarını korumak için, bile bile yalana sarıldılar (Neml 27/13-14). Onu etkisiz hale getirmek için kurdukları bütün oyunlar boşa çıkınca da hayatları cehenneme döndü (Mümin 40/45-46).

[2*] Bu ayete göre her kafir müşriktir. A’raf 7/33, Hac 22/71.
 

(Âl-i İmran 3/152)
وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۜ مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ
Allah size verdiği sözü elbette tuttu;[1*] (Uhud savaşında) Allah’ın izniyle kâfirleri kırıp geçiriyordunuz. Nihayet arzu ettiğiniz şeyi (zaferi) size göstermesinden sonra bir anda dağıldınız, yapmanız gereken işler konusunda anlaşmazlığa düştünüz ve isyan ettiniz.[2*] Kiminiz dünyayı (ganimeti) istiyor,[3*] kiminiz de ahireti istiyordu.[4*] Sonra (Allah), yıpratıcı bir imtihandan geçirmek için sizi onları takipten geri çevirdi (galipken mağlup hale getirdi). Ama yine de sizi affetti. Allah inanıp güvenenlere karşı lütufkârdır.

[1*] Âl-i İmran 3/124-127.

[2*] Enfal 8/15-16.

[3*] Benzer durum Bedir savaşında da yaşanmıştı (Enfal 8/67-68).

[4*] Bu sahabiler, Allah’ın emrine uyarak düşmanı tam etkisiz hale getirinceye kadar savaşmak istiyorlardı (Enfal 8/15-16, Muhammed 47/4).

 
 

 


(Âl-i İmran 3/153)
اِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْوُ۫نَ عَلٰٓى اَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ ف۪ٓي اُخْرٰيكُمْ فَاَثَابَكُمْ غَمًّا بِغَمٍّ لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَٓا اَصَابَكُمْۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
O sırada dağa tırmanıyor ve kimseye dönüp bakmıyordunuz. Elçimiz arkanızdan sizi çağırıyordu.[1*] Allah, sizi, gam üstüne gam ile cezalandırdı ki elinizden kaçana da başınıza gelene de üzülmeyesiniz.[2*] Allah yaptığınız her şeyin iç yüzünü bilendir.

[1*] Anlaşmazlığa  düşmelerine sebep olan şey, geri çekilen düşmandan kalan ganimetleri ele geçirme arzusu idi. Halbuki yapmaları gereken, düşmanı takip etmeleri ve onları etkisiz hale getirmeden ganimet almamaları idi (Enfal 8/15-16, Muhammed 47/4). Ayette, Muhammed aleyhisselamın çağrıyı, resul sıfatıyla yaptığı ifade edildiği için onun, ilgili ayetleri sahabeye tebliğ ettiği anlaşılır (Maide 5/99). Onlar bu çağrıya uyarak geri döndüler ve tekrar düşmana galip duruma geldiler (Âl-i İmran 3/172-173).

[2*]  Allah’ın onayı olmadan hiçbir şey meydana gelmez. Allah sizi, düşmanınızın eline düşmekten kurtardı ki başınıza gelenlere üzülmeyesiniz (Hadid 57/22-23). Ölümü gösterdi ki sıtmaya razı olasınız. 

 

(Âl-i İmran 3/154)
ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
O gamdan sonra Allah size, bir güven duygusu ve sizden bir kesimi saran tatlı bir uyku verdi.[1*] Bir kesim de kendi derdine düşmüştü. Allah hakkında gerçek dışı kuruntulara,[2*] cahiliye[3*] kuruntularına, kapılarak "Bu işten elimize ne geçti ki!" diyorlardı. De ki: "Bu iş, bütünüyle Allah içindir." Sana açamadıklarını içlerinde gizliyor,[4*] "Bu iş lehimize olsaydı burada öldürülmezdik." diyorlardı. De ki: "Evlerinizde bile olsaydınız öldürülecekleri yazılmış olanlar, düşüp kalacakları yere kadar giderlerdi.”[5*] Bunlar, Allah'ın sinelerinizde olanı denemesi ve kalplerinizde olanları arındırması içindir. Allah sinelerinizde ne olduğunu bilir."

[1*] Aynı durum Bedir savaşında da olmuştu (Enfal 8/11).

[2*] Benzer bir durum Hendek Savaşında da yaşanmıştı (Ahzab 33/10).
 
[3*] “Cahiliye” terimi, Arapların İslâm’dan önceki dinî hayatını ifade için kullanılır. Kelime aynı zamanda kişilerin ve toplumların günah ve isyanlarını ifade eder.
 
 
[5*] Nisa 4/78.

(Âl-i İmran 3/155)
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۙ اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواۚ وَلَقَدْ عَفَا اللّٰهُ عَنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَل۪يمٌ۟
İki ordunun karşılaştığı gün, sizden geri dönenler[*] var ya! Gerçek şu ki şeytan, yaptıkları bazı şeylerden dolayı onların ayaklarını kaydırmak istedi. Allah, yine de onları affetti. Çünkü Allah çokça bağışlayan ve pek yumuşak davranandır.

[*] Hazrec Kabilesinin lideri ve aynı zamanda Medine’deki münafıkların reisi olan Abdullah b. Übey b. Selul’un, savaş başlamadan  300 kişi ile birlikte ordudan ayrılıp Medine’ye döndüğü rivayet edilir. (Muhammed Hamidullah, Casim Avcı, Uhud, DİA)


(Âl-i İmran 3/156)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُواۚ لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ حَسْرَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Ey inanıp güvenenler, kâfirlik edenler gibi olmayın! Onlar, yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında "Yanımızda olsalardı ne ölür ne de öldürülürlerdi." derler.[*] Bu tavırları, Allah’ın onu kalplerinde bir acıya dönüştürmesinin sebebidir. Allah hem hayat verir hem de öldürür. Allah yaptığınız her şeyi görendir.

[*] Âl-i İmran 3/168.


(Âl-i İmran 3/157)
وَلَئِنْ قُتِلْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz (bilin ki) Allah’ın bağışlaması ve iyiliği, (insanların) biriktirdiği her şeyden elbette daha hayırlıdır.[*]

[*] Bakara 2/154, Âl-i İmran 3/169-171.

 


(Âl-i İmran 3/158)
وَلَئِنْ مُتُّمْ اَوْ قُتِلْتُمْ لَاِلَى اللّٰهِ تُحْشَرُونَ
Ölseniz de öldürülseniz de, kesinlikle Allah’ın huzuruna toplanacaksınız.[*]

[*] Mü’minun 23/79, Mülk 67/24.


(Âl-i İmran 3/159)
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۚ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْاَمْرِۚ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ
(Ey Muhammed!) Sen Allah’ın ikramı sayesinde onlara yumuşak davrandın.[1*] Kaba ve katı yürekli olsaydın[2*] kesinlikle etrafından dağılıp giderlerdi. Sen onları affet, onlar için bağışlanma dile. Her konuda görüşlerini al. Karar verip uygulamaya geçtiğinde de yalnız Allah’a güvenip dayan. Allah kendisine güvenip dayananları sever.[3*]

[1*] Uhud savaşı sırasında nebimize yapılan yanlışlar, dayanılabilecek gibi değildi. Bir kesim savaşa çıkmadı (Al-i İmran 3/167-168), bir kesim de yola çıktıktan sonra geri döndü (Al-i İmran 3/155). Savaş sırasında düşmana zayiat verilmiş ve geri çekilmesi sağlanmıştı ama düşmanı tamamen etkisiz hale getirmeden ganimet alma yasağını (Muhammed 47/4, Enfal 8/67) dinlemeyenler ganimetlere saldırmıştı (Al-i İmran 3/152). Bu fırsatı değerlendiren düşman geri döndü ve Müslümanlar mağlup duruma düştüler. Herkes kendini kurtarmaya çalıştı. Nebimizi tek başına bırakıp dağa kaçtılar (Al-i İmran 3/153). Sonra da onun ganimet malını zimmetine geçirdiği iddiaları ortaya atıldı (Al-i İmran 3/161). Ama o, bunlara aldırmadan, çevresindekilere yumuşak davranmaya devam ederek olağanüstü bir örneklik gösterdi.

 
 
 

(Âl-i İmran 3/160)
اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّٰهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْۚ وَاِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذ۪ي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Allah size yardım ederse sizi kimse yenemez.[*] Eğer yüzüstü bırakırsa ondan sonra size kim yardım edebilir! Müminler, yalnız Allah'a güvenip dayansınlar.

[*] Muhammed 47/7.


(Âl-i İmran 3/161)
وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَغُلَّۜ وَمَنْ يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Hakkı olmayan bir şeyi zimmetine geçirmek, hiçbir nebi için söz konusu olamaz.[1*] Kim hakkı olmayan bir şeyi zimmetine geçirirse kıyamet /mezardan kalkış günü zimmetine geçirdiği şeyle birlikte huzura gelir. Sonra herkese yaptığının karşılığı tam olarak verilir. Kimseye haksızlık yapılmaz.[2*]

[1*] Nisa 4/29.

[2*] Bakara 2/281, Müddessir 74/38.


(Âl-i İmran 3/162)
اَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّٰهِ كَمَنْ بَٓاءَ بِسَخَطٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Allah'ın rızasının peşinde olan kimse, hiç Allah’ın gazabını hak eden kimse gibi olur mu?[*] Gazabı hak edenin sığınacağı yer cehennemdir. Ne kötü hale gelmektir o!

[*] Secde 32/18.


(Âl-i İmran 3/163)
هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟
Onların Allah katındaki dereceleri farklı farklıdır.[*] Allah yapmakta oldukları şeyi daima görür.

[*] En’am 6/132, İsra 17/21, Ahkaf 46/19.

 

(Âl-i İmran 3/164)
لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Allah, kendi içlerinden bir resul /elçi görevlendirmekle müminlere iyilikte bulunmuştur. Bu elçi onlara Allah’ın ayetlerini bağlantılarıyla birlikte okur, onları geliştirir, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Çünkü onlar daha önce açık bir sapkınlık içindeydiler.[*]

[*] Bakara 2/151, Nisa 4/113, Cuma 62/2-4.

 

(Âl-i İmran 3/165)
اَوَلَمَّٓا اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَدْ اَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَاۙ قُلْتُمْ اَنّٰى هٰذَاۜ قُلْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
(Düşmanlarınıza) iki katını verdiğiniz musibet[1*] sizin başınıza geldiğinde “Bu da nereden çıktı?” dediniz. De ki: “O, kendinizden kaynaklandı!”[2*] Muhakkak ki Allah her şeye bir ölçü koyar.[3*]

[1*] Müslümanlar Bedir Savaşında, düşmandan 70 kişiyi öldürmüş, 70 kişiyi de esir almışlardı. Uhud Savaşında da düşmanlar, Müslümanlardan 70 kişiyi şehit etmişti (İbn Kesîr).

[2*] Uhud yenilgisinin sebebi, yukarıdaki ayetlerde belirtilmişti. (Âl-i İmrân 3/152-153)

[3*] Allah’ın savaş ile ilgili olarak koyduğu ölçülere uymayan kaybeder. (Enfal 8/15-16,45-47,57,67,68; Muhammed 47/4)

 

 

(Âl-i İmran 3/166)
وَمَٓا اَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ
İki ordunun karşılaştığı gün (Uhud’da) başınıza ne gelmişse (bilin ki) Allah’ın onayıyla olmuştur. Bu, O’nun inanıp güvenenleri bilmesi içindir.[*]

[*] Âl-i İmran 3/140, 142, Tevbe 9/16, Muhammed 47/31.

 

(Âl-i İmran 3/167)
وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ وَق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوِ ادْفَعُواۜ قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالًا لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ اَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْا۪يمَانِۚ يَقُولُونَ بِاَفْوَاهِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَۚ
Münafıklık /ikiyüzlülük edenleri de bilmesi içindir.[1*] Onlara: "Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapın!" denince “Savaşmayı bilsek elbette size katılırız!" demişlerdi. Onlar o gün, imandan çok kâfirliğe yakın duruyor, kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı.[2*] Onların neyi gizlediklerini en iyi Allah bilir.

[1*] Ankebut 29/3.

[2*] Benzer bir tavır için bkz: Fetih 48/11.

 

(Âl-i İmran 3/168)
اَلَّذ۪ينَ قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُوا لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُواۜ قُلْ فَادْرَؤُ۫ا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Kendileri (savaşa gitmeyip) oturmuşlar, giden kardeşleri için de şöyle demişlerdi: "Onlar bizi dinleselerdi öldürülmezlerdi.” De ki: "Doğru sözlü kimselerseniz haydi kendi ölümünüzü engelleyin de görelim!”[*]

[*] Âl-i İmran 3/156.

 

 

(Âl-i İmran 3/169)
وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتًاۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ
Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Hayır, onlar diridirler; Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar.[*]

[*] Allah yolunda öldürülenlerin diriliği, bizim anlayabileceğimiz bir dirilik değildir (Bakara 2/154).

 

(Âl-i İmran 3/170)
فَرِح۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۙ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْۙ اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۢ
Allah'ın kendi lütfundan verdikleriyle mutludurlar. Arkalarından kendilerine katılmamış olanlara da üzerlerinde bir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler.[*]

[*] Bunun bir örneği için bkz: Yasin 36/26-27.

 

(Âl-i İmran 3/171)
يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍۙ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُؤْمِن۪ينَۚۛ۟
Allah'ın nimetini ve lütfunu, bir de Allah’ın müminlere vereceği ödülü zâyi etmeyeceğini müjdelemek isterler.[*]

[*] Âl-i İmran 3/157.

 

(Âl-i İmran 3/172)
اَلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِلّٰهِ وَالرَّسُولِ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَصَابَهُمُ الْقَرْحُۜۛ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا مِنْهُمْ وَاتَّقَوْا اَجْرٌ عَظ۪يمٌۚ
Savaşta yara aldıktan sonra[1*] Allah’ın ve elçisinin çağrısına[2*] cevap verenlere, özellikle onlardan güzel davranan ve yanlışlardan sakınanlara büyük bir ödül vardır.

[1*] Âl-i İmran 3/140.

[2*] Âl-i İmran 3/153 ve dipnotu.

 

(Âl-i İmran 3/173)
اَلَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَانًاۗ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ
Onlara bazı kimseler şöyle demişlerdi: "O insanlar (geri çekilen Mekke ordusu) size karşı toplandı, onlardan çekinin!"[1*] Bu söz onların imanlarını artırdı ve şöyle dediler: "Bize Allah yeter. O ne güzel vekildir /dayanaktır!"[2*]

[1*] Bunu söyleyenler, münafıklardır. Allah Teala Âl-i İmran 3/174’ten 178. âyete kadar onları anlatmıştır. 

[2*] Benzer bir durum Hendek Savaşında da yaşanmıştı (Ahzab 33/22). 


(Âl-i İmran 3/174)
فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ ذُو فَضْلٍ عَظ۪يمٍ
Sonra onlara bir kötülük dokunmadan Allah’ın nimeti ve lütfu ile geri döndüler. Onlar, Allah’ın rızasının peşindeydiler.[*] Allah büyük lütuf sahibidir.

[*] Âl-i İmran 3/154, 160.


(Âl-i İmran 3/175)
اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُۖ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
O sözü (Mekke ordusunun geri döndüğünü) söyleyen şeytan, sadece kendi dostlarını korkutabilir.[*] İnanıp güveniyorsanız onlardan korkmayın, benden korkun.

[*] Nahl 16/100.

 

(Âl-i İmran 3/176)
وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ اِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Kâfirlikte yarışanlar seni üzmesin;[1*] onlar Allah'a hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah onlara ahirette bir pay vermemeyi ister. Onlar için büyük bir azap vardır.[2*]

[1*] Maide 5/41.

 


(Âl-i İmran 3/177)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـًٔاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
İmanları karşılığında kâfirliği satın alanlar, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler. Onlar için acı veren bir azap vardır.[*]

[*] Âl-i İmran 3/144, Muhammed 47/32.

 

(Âl-i İmran 3/178)
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْۜ اِنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ لِيَزْدَادُٓوا اِثْمًاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ
Kâfirlik edenler, onlara süre tanımamızı kendileri için asla bir iyilik sanmasınlar![1*] Onlara verdiğimiz süre sadece günahlarını artırmalarına yarıyor.[2*] Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.

[1*] Âl-i İmran 3/180, İbrahim 14/42, Lokman 31/23-24.

[2*] Allah bütün kâfirlerin yola gelmelerini ister (Nisa 4/26-27, Zümer 39/7). Bunun için onlara süre verir ve uyarılarda bulunur (Şems 91/8-10). Onların bir kısmı tövbe eder /dönüş yapar, bir kısmı da bu süreyi günahlarını artırmak için kullanır. Yine de ölene kadar tövbe etme imkanları vardır (Âl-i İmran 3/86-91, Nisa 4/17-18). 


(Âl-i İmran 3/179)
مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ
Allah, siz müminleri bulunduğunuz hal üzerinde bırakacak değildir. Sonunda pis olanı temiz olandan ayıracaktır.[1*] Allah, gaybını /gizlisini saklısını size açacak da değildir; ama (onun bir kısmını bildirmek için) elçilerinden tercih ettiği birini seçer.[2*] Öyleyse siz, Allah'a ve elçilerine inanıp güvenin. Eğer onlara inanıp güvenir de yanlışlardan sakınırsanız sizin için büyük bir ödül vardır.

[1*] Ankebut 29/2-3.

[2*] Ayette elçi anlamı verilen kelime ‘resul’dür. Kur’an’da nebi kelimesi, Allah’tan insanlara tebliğ etmek üzere vahiy alan resul için kullanılır. Resul kelimesi ise nebi olsun olmasın, Allah’ın Kitabını insanlara kendi dillerinde ulaştırana denir (ٍİbrahim 14/4, Hicr 15/80, Nahl 16/103, Şuara 26/105, 123, 141, 160, 176). Ayetteki rasuller (رسله) Allah’ın seçtiği kişiler olduğu için onların Allah’ın kitap indirerek gaybını açtığı nebi olan resuller olduğu anlaşılmaktadır (Cin 72/26-28). Dolayısıyla bu ayet, dinde Allah’ın kitabı dışında hiçbir şeyin kaynak olamayacağının delilidir. Ahzab Suresi 33/40. ayette Muhammed aleyhisselamın son nebi olduğunun bildirilmesi de ondan sonra artık kimsenin Allah’tan insanlara tebliğ edilmek üzere vahiy alamayacağını gösterir. Buna rağmen kendisine vahiy geldiğini söyleyenler olacaktır.

 

(Âl-i İmran 3/180)
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ هُوَ خَيْرًا لَهُمْۜ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَهُمْۜ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا بِه۪ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلِلّٰهِ م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ۟
Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği şeylerde cimrilik edenler (infak etmeyenler), bunun kendileri için iyi bir şey olduğunu sanmasınlar! Aksine bu, onlar için kötüdür. Cimrilik ettikleri şeyler kıyamet /mezardan kalkış günü boyunlarına dolandırılacaktır. Göklerin ve yerin bütün mirası (gerçek sahipliği) Allah’a aittir. Allah yaptıklarınızın iç yüzünden haberdardır.[*]

[*] Muhammed 47/38, Hadid 57/10, Leyl 92/8-11.


(Âl-i İmran 3/181)
لَقَدْ سَمِعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ فَق۪يرٌ وَنَحْنُ اَغْنِيَٓاءُۢ سَنَكْتُبُ مَا قَالُوا وَقَتْلَهُمُ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّۙ وَنَقُولُ ذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ
"Allah fakirdir, biz zengin kimseleriz!” diyenlerin sözünü Allah elbette duydu.[1*] Söyledikleri her sözü ve haklı bir sebep olmadan nebileri öldürmelerini /itibarsızlaştırmalarını[2*] yazacak ve şöyle diyeceğiz: “Şu yangın azabını tadın bakalım!

[1*] Maide 5/64.

[2*] Bakara 2/61 ve Âl-i İmran 3/21. Ayet ve dipnotuna bkz.
 
 

(Âl-i İmran 3/182)
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۚ
Bu, ellerinizle yaptıklarınıza karşılıktır. Allah kullarına asla yanlış yapmaz.[*]

[*] Nisa 4/40, Enfal 8/51, Yunus 10/44, Hac 22/10, Fussilet 41/46, Kaf 50/29.

 

(Âl-i İmran 3/183)
اَلَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ عَهِدَ اِلَيْنَٓا اَلَّا نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتّٰى يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَأْكُلُهُ النَّارُۜ قُلْ قَدْ جَٓاءَكُمْ رُسُلٌ مِنْ قَبْل۪ي بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذ۪ي قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
“Allah, ateşin yiyip yutacağı bir kurban getirene kadar hiçbir elçiye iman etmememizi bize görev olarak yükledi” diyenlere de ki: “Benden önce birçok elçi hem açık belgeler hem de bu dediğiniz şeyi (kurbanı) getirmişti.[1*] Doğru sözlü kimselerseniz (söyleyin bakalım) onları niçin öldürdünüz / itibarsızlaştırdınız?”[2*]

[1*] Tevrat'a göre Allah, İsrailoğullarından kurban sunmalarını ister. O zaman Allah'ın yüceliğinin onlara görüneceğini vaat eder. Kurban sunulunca gökten bir ateş gelerek kurbanı küle çevirir. Böylece kurbanın kabul edildiğini görmüş olurlar (Levililer 9:22-24). Yine Tevrat’a göre İlyas aleyhisselam, Allah’ın elçisi olduğunu söylediğinde ona inanmayanlara karşı şunu teklif etmiştir: “Bize iki boğa getirin. Birini Baal'ın peygamberleri alıp kessinler, parçalayıp odunların üzerine koysunlar; ama odunları yakmasınlar. Öbür boğayı da ben kesip hazırlayacağım ve odunların üzerine koyacağım; ama odunları yakmayacağım. Sonra siz kendi ilahınızın adıyla çağırın, ben de RAB'bin adıyla çağırayım. Hangisi ateşle karşılık verirse, Tanrı odur.” İlyas aleyhisselamın sunduğu kurbanı ateş yiyip bitirince halk onun Allah’ın elçisi olduğuna inanarak secdeye kapanmıştır (1. Krallar 18:16-40).

[2*] Âl-i İmran 3/21. Ayet ve dipnotuna bkz.

 
 

(Âl-i İmran 3/184)
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ جَٓاؤُ۫ بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ
Seni yalanlarlarsa (bil ki) senden önceki elçiler de yalanlanmıştı.[1*] Onlar; açık belgelerle ve zeburlarla,[2*] aydınlatıcı kitaplarla[3*] gelmişlerdi.

[1*] En’am 6/34, Hac 22/42, Fatır 35/4, 25.

[2*] Zebûrlar diye meal verdiğimiz (ez-Zübür =الزُّبر), zebûr’un çoğuludur, hikmet dolu kitaplar anlamındadır. (ez-Zeccâ, Meânî’l-Kur’ân ve İ’râbuhu) Ali- İmrân 3/81’de bütün nebîlere kitap ve hikmet verildiği için bu ayetteki zübür’ün, hikmet dolu kitaplar dışında bir anlamı olamaz. Kelime, Nahl 16/43-44 Şuarâ 26/196, Fatır 35/25 ve Kamer 54/43’te aynı anlamı ifade etmektedir. Bu zebûrlardan biri de Davut aleyhisselama verilmiştir. (Nisa 4/163, İsra 17/55) Zebûr, Davut aleyhisselama verilen kitabın özel ismi olmadığı için ez- Zebûr şeklinde geçmemektedir. Kelime, ez-Zebûr şeklinde elif lâmlı olarak sadece Enbiyâ 21/105’te geçer ve Davut aleyhisselam da dahil bütün nebîlere verilen kitapları ifade eder. 

[3*] Bu kitaplar, bütün nebileri ilgilendirdiği için buradaki el-kitab kelimesi cins kabul edilerek çoğul anlam verilmiştir.

 

 


(Âl-i İmran 3/185)
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
Her canlı ölümü tadacaktır.[1*] Ödülleriniz size tam olarak sadece kıyamet /mezardan kalkış günü ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır[2*] da cennete konursa o kesinlikle kurtulmuş olur.[3*] Bu dünya hayatı, aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir.

[1*] Enbiya 21/35, Ankebut 29/57, Vakıa 56/60.

[2*] Cehennemden uzaklaştırılacak olanlar, bile bile şirk günahı işlememiş (Bakara 2/22) ama günahları sevaplarından çok olduğu için cehenneme atılmış olan müminlerdir (A’râf 7/8-9). Kafir olmadıkları için yüzleri kara olmayacak (Âl-i İmran 3/106) ve cennettekiler onları yüzlerinden tanıyacaklardır (A’râf 7/46). Cezalarını çektikten sonra Allah’ın ikramıyla oradan çıkarılacaklardır (Âl-i İmran 3/107, Meryem 19/72), Onlara: “Cennete girin. Artık sizin üzerinizde ne bir korku kalacak ne de siz üzüleceksiniz” (A’râf 7/49) denecek ve cennetteki yakınlarının yanına yerleştirileceklerdir (Tur 52/21).

[3*] En’am 6/16, Tur 52/21.

 

 


(Âl-i İmran 3/186)
لَتُبْلَوُنَّ ف۪ٓي اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَذًى كَث۪يرًاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ
Mallarınız ve canlarınız hususunda kesinlikle yıpratıcı bir imtihandan geçirileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan da mutlaka çok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder /duruşunuzu bozmaz, yanlışlardan da sakınırsanız (bilin ki) bu, kararlılık gerektiren işlerdendir.[*]

[*] Bakara 2/109, 155, Âl-i İmrân 3/120, Lokman 31/17, Ahzab 33/48, Fussilet 41/34-35.

 

(Âl-i İmran 3/187)
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُۘ فَنَبَذُوهُ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ
Allah, kendilerine kitap verilenlerden “Bu kitabı insanlara kesinlikle açık açık anlatacak, asla gizlemeyeceksiniz!” diye söz aldı.[*] Fakat onlar verdikleri sözü göz ardı edip karşılığında geçici bir çıkar elde ettiler. Yaptıkları bu alış-veriş ne kötüdür!

[*] Allah, gönderdiği bütün resullerine, kitabı açık açık anlatma görevi yüklemiştir (Maide 5/15, Nahl 16/43-44, 64). Bu ayet, aynı görevin, kendilerine kitap verilen müminlere de yüklendiğini bildirmektedir (Bakara 2/101,159-162, 174-175
 

(Âl-i İmran 3/188)
لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Yaptıkları ile mutlu olan, yapmadıklarından dolayı da övülmekten hoşlananları bir şey sanma! Sanma ki onlar azaptan kurtulacaklar![*] Onlar için acı veren bir azap vardır.

[*] İbrahim 14/42, Mü’min 40/75.

 

(Âl-i İmran 3/189)
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
Göklerin ve yerin tüm yetkisi Allah'ındır.[*] Allah, her şeye bir ölçü koyar.

[*] Bakara 2/107, Maide 5/40-120, Tevbe 9/116, Nur 24/42, Furkan 25/2, Zümer 39/44, Şûra 42/49, Zuhruf 43/85, Casiye 45/27, Fetih 48/14, Hadid 57/2, 5, Buruc 85/9.


(Âl-i İmran 3/190)
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ
Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelmesinde aklıselim sahibi olanlar[1*] için kesinlikle ayetler /göstergeler vardır.[2*]

[1*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.

[2*] Allah’ın ayetleri ikiye ayrılır: İlki yaratılmış ayetlerdir, bunlar kainattaki tüm varlıklardır (Casiye 45/3-6). İkincisi indirilmiş ayetlerdir ki onlar ilahi kitaplardadır (Fussilet 41/39, Şûra 42/13-14). Yaratılmış ayetler, indirilmiş ayetlerin doğruluğunun göstergesidir; çünkü hem kainatı yaratan hem de onunla ilgili en doğru bilgileri veren Allah’tır. İndirilmiş ve yaratılmış ayetler arasında çelişki olmaz, aksine kopmaz bir bağ vardır. Allah, tüm varlıkları, fıtrat kanunlarına göre yaratmış (En’am 6/14, 79, Hud 11/51, İsra 17/61) ve o kanunları, kendi dini olarak tanımlamıştır (Rum 30/30) Bilimin uğraş alanı Allah’ın yarattığı ayetlerdir. Bu sahada Allah’ın indirdiği ayetlerden de yararlanılırsa bilimde hayallerin ötesinde bir gelişme yaşanacaktır (Bakara 2/164, Yusuf 12/105, Zariyat 51/20-21).

 

(Âl-i İmran 3/191)
اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Onlar; ayakta, oturarak ve yan tarafları (kol ve bacakları) üstünde[1*] Allah’ı zikrederler.[2*] Bir de göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. Derler ki: "Rabbimiz! Sen bunu (kainatı) boşuna yaratmadın,[3*] sana içten boyun eğeriz, bizi o ateşin /cehennemin azabından koru!

[1*] Namaz kılanlar, her rekatta kıyamda yani ayakta olurlar. Kişinin yan tarafları, kolları ve bacaklarıdır. Rükuda ve secdede gövde, kolların ve bacakların üzerinde olur. Namaz kılanların her rekatta yaptıkları oturuş ise iki secde arasındaki oturuştur (Nisa 4/103). Bu sebeple ayetin bu bölümü ulü’l-elbabın yani akl-ı selim sahiplerinin namazı tam ve eksiksiz kıldıklarını ifade etmektedir. 

[2*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Zikretmek, o bilgiyi dikkate alıp kullanmaktır. Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (En’âm 6/80, Enbiya 21/24). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkatinin odağında tutmak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir (Tevbe 9/67, Ahzab 33/41, Haşr 59/19). İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/286).
 
 

(Âl-i İmran 3/192)
رَبَّنَٓا اِنَّكَ مَنْ تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ اَخْزَيْتَهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
Rabbimiz! Sen kimi o ateşe sokarsan onu rezil etmiş olursun.[1*] Yanlışlar içinde kalanların yardımcıları olmaz.[2*]

[1*] Tevbe 9/63, Nahl 16/27.

[2*] Bakara 2/270.

 

(Âl-i İmran 3/193)
رَبَّنَٓا اِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَاد۪ي لِلْا۪يمَانِ اَنْ اٰمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَاٰمَنَّاۗ رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّـَٔاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْاَبْرَارِۚ
Rabbimiz! Bize çağrıda bulunan birini işittik; ‘Rabbinize inanıp güvenin’ diye imana çağırıyordu, biz hemen inanıp güvendik. Rabbimiz! Sen de bizim günahlarımızı bağışla,[1*] kötü işlerimizi ört ve "bizi (Ahirette) erdemlilerle birlikte[2*] olacak şekilde vefat ettir.[3*]

[1*] Âl-i İmran 3/16, Mü’minun 23/109.

[2*]  Bunlar iman ve amel bakımından iyi konumda olan ve Allah’ın müttaki yani kendini yanlışlardan koruyanlardan saydığı kimselerdir (Bakara 2/177).
 
[3*] Vefat, ruhun bedenden alınması demektir (Zümer 39/42). Ruhlar topluca alınmadığı için ayete bu şekilde meal verilmiştir.
 

(Âl-i İmran 3/194)
رَبَّنَا وَاٰتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلٰى رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْم۪يعَادَ
Rabbimiz, elçilerin aracılığı ile söz verdiklerini bize ver![1*] Kıyamet /mezardan kalkış günü bizi rezil etme.[2*] Zaten sen sözünden dönmezsin."[3*]

[1*] Nisa 4/122, Maide 5/9, Tevbe 9/72, 111, Nur 24/55, Furkan 25/15-16, Lokman 31/8-9, Zümer 39/20, Ahkaf 46/16.

[2*] Tahrim 66/8.

[3*] Âl-i İmran 3/9.

 

(Âl-i İmran 3/195)
فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ اَنّ۪ي لَٓا اُض۪يعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰىۚ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَاُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاُو۫ذُوا ف۪ي سَب۪يل۪ي وَقَاتَلُوا وَقُتِلُوا لَاُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ ثَوَابًا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ
Rableri onlara şöyle karşılık verir: “Ben, erkek olsun kadın olsun, sizden iyi bir çaba gösteren kimsenin çabasını boşa çıkarmam.[1*] Hepiniz birbirinizdensiniz.[2*] Hele hicret eden, yurtlarından çıkarılan, benim yolumda eziyet gören, savaşan ve öldürülenler var ya; onların kötü işlerini kesinlikle örter ve onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere /bahçelere sokarım. Bu, Allah katından verilmiş bir ödüldür. Zaten ödülün güzeli Allah katındadır.”[3*]

[1*] Nisa 4/124, Nahl 16/97, Enbiya 21/94, Mü’min 40/40.

[2*] Allah katında cinsiyet farkının amel açısından bir önemi yoktur, kadını ile erkeği ile müminler kardeştir. Üstünlük ancak takva iledir (Hucurat 49/10, 13)

[3*] Allah kendisine inanıp güvenen ve salih amel işleyen herkesin kötülüklerini örteceğini ve onları cennetle ödüllendireceğini müjdelemiştir (Bakara 2/25, Nisa 4/31, 57,122, Enfal 8/29, Nahl 16/41, Hac 22/58, Ankebut 29/7, Muhammed 47/2, Teğabün 64/9, Tahrim 66/8).


(Âl-i İmran 3/196)
لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِۜ
Kâfirlik edenlerin diyar diyar gezip tozmaları seni sakın aldatmasın![*]

[*] Nur 24/57, Mü’min 40/4.


(Âl-i İmran 3/197)
مَتَاعٌ قَل۪يلٌ ثُمَّ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ
Bu, kısa süreli bir yararlanmadır. Sonunda sığınacakları yer cehennemdir! Yatacakları yer ne kötüdür![*]

[*] Yunus 10/69-70, Nahl 16/116-117, Lokman 31/23-24, Zümer 39/8.


(Âl-i İmran 3/198)
لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا نُزُلًا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ لِلْاَبْرَارِ
Ama Rablerine karşı yanlış yapmaktan sakınanlara, içlerinden ırmaklar akan ve ölümsüz olarak kalacakları cennetler /bahçeler vardır. Bu, Allah katından yapılan bir ağırlamadır. Allah katında olan şeyler, erdemliler için en iyisidir.[*]

[*] Kehf 18/107-108, Secde 32/19, Fussilet 41/30-32.

 

(Âl-i İmran 3/199)
وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِع۪ينَ لِلّٰهِۙ لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Ehlikitap /kitaplarında uzman olanlar arasında Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilmiş olana inanıp güvenenler de vardır. Onlar, Allah'a tam bir saygı içindedirler. Allah’ın ayetleri karşılığında geçici bir çıkar elde etmezler. Onların, Rableri katında ödülleri vardır. Allah hesabı çabuk görür.[*]

[*] Bakara 2/121, Âl-i İmran 3/113-114, Nisa 4/162, Maide 5/82-85, Kasas 28/52-54, Ankebut 29/47.

 

(Âl-i İmran 3/200)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey inanıp güvenenler! Sabredin /duruşunuzu bozmayın, sabırda yarışın, (kardeşlik) bağlarınızı güçlü tutun[*] ve Allah'a karşı yanlış yapmaktan sakının ki umduğunuza kavuşabilesiniz.

[*] Âl-i İmran 3/103, Nisa 4/36, Tevbe 9/119, Şûra 42/39, Hucûrat 49/10.