TÂHÂ
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından dolayı onların dikkatleri toplama görevi yaptığı söylenebilir.. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.
[1*] Kelimeye “mutsuz” anlamı vermemizin sebebi Hud 11/105’te saîd yani mutlu kelimesinin zıddı olarak kullanılmış olmasıdır.
[*] Kur’an, bütün insanlar için doğru bilgidir ama o bilgiden, sadece yanlışlardan sakınanlar yararlanırlar (Yasin 36/11, Kaf 50/45, Zariyat 51/55, Naziat 79/45).
[*] Şuara 26/192-193, Secde 32/2, Zümer 39/2, Mü’min 40/2, Fussilet 41/2, 42, Casiye 45/2, Ahkaf 46/2, Vakıa 56/80, Hâkka 69/43.
[*] Arş, üst yönetim makamını gösteren mecaz ifadedir (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Türkçede onun yerine padişahlar için "taht", diğer yöneticiler için "koltuk" kelimesi kullanılır. Dolayısıyla “Rahman arşa istiva etti.” sözü de kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder (A'raf 7/54, Yunus 10/3, Ra’d 13/2, Furkan 25/59, Secde 32/4, Hadid 57/4).
[*] Nisa 4/126, İbrahim 14/2, Nahl 16/52, Hac 22/64, Şûrâ 42/4.
[*] Âl-i İmran 3/5, En’am 6/3, Ra’d 13/10, Enbiya 21/110, Mülk 67/13-14, A’la 87/7.
[1*] Bakara 2/255, Âl-i İmran 3/2, Nisa 4/87, Neml 27/26, Kasas 28/70, Mü’min 40/65, Rahman 55/29, Haşr 59/22-24, Teğabün 64/13.
[2*] “Özellik” diye meal verdiğimiz kelime “isim”dir. Çünkü Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). Türkçede isim, bu anlamı içermediği için meale “özellik” olarak yazdık (Bakara 2/31).
[3*] A’raf 7/180, İsra 17/110, Haşr 59/24.
[1*] “Siz burada kalın (امْكُثُوا)” ifadesi çoğul kullanılmıştır. Arapçada çoğul en az üçü gösterdiğinden Musa aleyhisselamın eşinin yanında en az iki çocuğunun olduğu anlaşılıyor. Nitekim, Tevrat’ta Musa Aleyhisselamın o esnada iki oğlu olduğu bilgisi yer almaktadır (Çıkış 4:20, 18:2-4).
[2*] Neml 27/7, Kasas 28/29.
[*] Meryem 19/52, Neml 27/8-9, Kasas 28/30, Naziat 79/16. Bu olay, Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış 3:5 pasajında da anlatılmaktadır.
[1*] Bu ayetin bir benzeri Tevrat’ta da geçmektedir: “Musa Allah’a dedi: İşte, ben İsrailoğullarına geldiğim zaman, onlara: Atalarınızın Allah’ı beni size gönderdi, dersem, ve onlar bana: Onun ismi nedir? derlerse, onlara ne diyeyim? Ve Allah Musaya dedi: Ben, BEN OLANIM; ve dedi: İsrail oğullarına böyle diyeceksin: Beni size “BEN BEN’İM” diyen gönderdi” (Çıkış 3:13-14)
[*] O saat, yeniden diriliş saatidir En’am 6/31, A’raf 7/187, Nahl 16/77, Hac 22/1-2, 6-7, Rum 30/12-16, Rum 30/55, Lokman 31/34, Sebe 34/3, Zuhruf 43/66, Muhammed 47/18, Naziat 79/42-46.
[*] Benzer uyarılar Muhammed aleyhisselama da yapılmıştır (Maide 5/49, Şûrâ 42/15, Câsiye 45/18).
[*] Soru bir şeyi, ya öğrenmek ya da kabul ettirmek için sorulur. Öğrenmek için sorulana tasavvur, diğerine tasdik sorusu denir. Mesela “Hasan mı geldi?” sorusu, gelenin kim olduğunu öğrenmek için sorulabileceği gibi Hasan’ın gelip gelmediğini onaylatmak için de sorulabilir. Daha farklı amaçlarla da soru sorulabilir. Bunların en yaygın olanları şunlardır: Bir şeyin varlığını pekiştirmek için soru (İstifham-ı takrîrî): Babanın oğluna, “Ben senin baban mıyım?” diye sorması böyledir. Bir şeyin yokluğunu pekiştirmek için soru (İstifham-ı inkârî): Yabancı birine, “Ben senin baban mıyım?” diye sorulması böyledir. Bu ayetteki soru istifham-ı takriridir. Bu tarz bir sorunun amacı, bilmediğini öğrenmek değildir. Allah Musa aleyhisselamın elindekinin ne olduğunu elbette biliyordu. Ona bu soruyu sorması onun sıradan bir değnek olduğunu vurgulamak içindir. Allah bu soruyu sormadan direk değneğini yere at deseydi onun yılana dönüşen ve vurulduğunda denizi ikiye bölen farklı bir değnek olduğu sanılır, Allah’ın bir mucizesi olarak algılanmayabilirdi.
[*] Neml 27/10, Kasas 28/31. Aynı olay Tevrat’ın Çıkış 4:2-4 pasajlarında anlatılmaktadır.
[*] Neml 27/12, Kasas 28/32. Aynı olay Tevrat’ın Çıkış 4:6-7 pasajlarında anlatılır; ancak orada Musa’nın (a.s.) elinin bir deri hastalığına yakalandığı için beyazlaştığı söylenmektedir. Ayette “kusursuz” olarak tercüme ettiğimiz “(مِنْ غَيْرِ سُوءٍ)” ifadesi, bu yanlışı düzeltir niteliktedir.
[*] Musa aleyhisselamın konuşma ve uygun dil kullanma konusunda sorun yaşadığı bilgisi, Tevrat’ın Çıkış 4:10, 6:12 pasajlarında da anlatılmaktadır.
[*] Zikir için bkz. Tâhâ 20/14. ayetin dipnotu.
[*] Sözlükte vahiy; işaret dili, fısıldama, rumuz, yazı veya ima ile konuşma anlamlarına gelir (Müfredat). Allah’ın vahyi; ilham yoluyla, perde arkasından veya melekleri aracılığı ile olur (Şûrâ 42/51). Bu üç çeşit vahiyden ilk ikisi her insana yapılır. Allah her insanın içine, yaptığının iyi mi yoksa kötü mü olduğunu ilham eder (Şems 91/7-8). Ayrıca rüyada da bazı şeyler bildirebilir (Yusuf 12/4-5, 43-49). Allah bir meleği insan kılığında da gönderebilir (Hicr 15/51-66, Zariyat 51/24-37) Meryem validemize böyle bir vahiy gelmiştir (Meryem 19/16-21). Musa aleyhisselamın annesine gelen de ilham türünde bir vahiydir (Kasas 28/7). Allah’ın yaptığı vahyin üçüncü çeşidi ise insanlara bildirmek istediği sözlerini, insanlardan seçtiği elçilere melekler aracılığı ile ulaştırmasıdır. Bu esnada Allah öyle bir ortam oluşturur ki elçiler, bu vahyin Allah'tan geldiğini kesin olarak anlarlar (Cin 72/26-28). Onlar bu vahyi, insanlara bildirmekle görevli oldukları için Allah'ın resulü yani elçisi olurlar.
[1*] Bu âyette ve Kasas 28/7’de Musa aleyhisselamın doğumundan sonra bırakıldığı suyu ifade eden (اليم) = el-yemm kelimesi (بحر) = bahr anlamındadır. Araplar, ister tuzlu, isterse tatlı olsun, büyük su kütlesine bahr der. Bu sebeple ayette sözü edilen el-yemm kelimesi, tefsirlerde Nil nehri olarak meallendirilmiştir (Lisan’ul-arab). Bu kelime, Firavun’un boğulduğu Kızıldeniz için de kullanılmıştır (A’râf 7/136, Taha 20/78, Kasas 28/40, Zariyat 51/40). Musa aleyhisselam, Samiri’nin altından yaptığı buzağı heykelini erittiğinde de yemme atmıştır (Taha 20/97).
[2*] Kasas 28/8.
[1*] Kasas 28/11-13.
[2*] Şuara 26/14-21, Kasas 28/15-16, 33.
[3*] Kasas 28/23-29.
[*] A’raf 7/144. Kitab-ı Mukaddes’in Elçilerin İşleri 7:22 pasajına göre Musa (as), Mısırlıların bütün bilim dallarında eğitilmişti.
[1*] “Ayetlerimle (بِآيَاتِي) ” kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul, en az üçü gösterir. Allah, Kasas 28/32’de Musa aleyhisselamı, verdiği iki kesin kanıtla Firavun’a gönderdiğini bildirmiş ve onları “en büyük ayetlerinden” (Meryem 19/23) saymıştır. O iki âyetten biri değnek mucizesi, diğeri de elini koltuğunun altına soktuğunda lekesiz, bembeyaz çıkması mucizesidir. Musa ve Harun’u (a.s.) Firavun’a gönderirken verdiği diğer âyet ise onlara verdiği kitaptır (Furkan 25/35-36). Zaten Allah’ın asıl istediğ şey, kitabındaki ayetlere uyulmasıdır.
[2*] Musa ve Harun aleyhisselamın gevşeklik etmemesi gereken zikir, Allah’ın onlara verdiği kitabı (Furkan 25/35-36) anlama ve tebliğ konusunda ihmalkarlık etmemeleridir. Zikir için bkz. Tâhâ 20/14. ayetin dipnotu.
[*] Naziat 79/17-19.
[*] Şuara 26/15.
[1*] Firavun İsrailoğullarını köleleştirmişti (A'raf 7/105, Müminûn 23/45-48, Şuara 26/16-22). Onların erkek çocuklarını öldürüyor, kızlarını hayatta bırakıyordu (Kasas 28/4). Musa ve Harun’un (a.s.) söyleyecekleri bu sözler, Tevrat’ın Çıkış 5:1 pasajında da aktarılmaktadır.
[2*] Rehber diye anlam verilen hüdâ (هدى) Allah’ın kitaplarının ortak özelliğidir. Ona uyanların üzerinde ne bir korku olur ne de üzüntü kalır (Bakara 2/38-39). Allah Teala, Musa ve Harun’u (a.s.) Firavun’a gönderirken onlara bir kitap vermişti (Furkan 25/35-36). Burada sözü edilen kitap o kitaptır.
[*] Şuara 26/23-28. Firavun’un bu sözü Tevrat’ın Çıkış 5:2 pasajında aktarılmaktadır.
[*] Abese 80/17-20, A’la 87/2-3.
[1*] Bu kitap, her varlık ve olaya ilişkin ilâhî bilginin kayıtlı bulunduğu kitaptır (En’am 6/59, Yunus 12/61, Ra’d 13/39, Hicr 15/4, Vakıa 56/77-78, Hadid 57/22).
[1*] Zuhruf 43/10, Zariyat 51/48, Nebe 78/6. Dünyanın beşik olması iki yana eğilmesini gerektirir. Eğilme şekline göre ekvatorun bir tarafı güneşin karşısına geçerken diğer tarafı uzakta kalır. Güneş ışınlarının, yılın bir bölümünde dünyanın kuzeyine, bir bölümünde de güneyine daha dik gelmesi bundandır.
[*] En’am 6/143-144, Nahl 16/5-6, Naziat 79/30-33, Abese 80/24-33.
[1*] Bu ayete göre Musa ve Harun (a.s.), hem kendilerine verilen Firavun’a ve çevresine göstermiş hem de tebliğ etmeleri gereken ayetlerin tamamını tebliğ etmişlerdir (Furkan 25/35-36).
[*] A’raf 7/109-110, Şuara 26/33-34.
[*] Bu süslenme günü, bir kraliyet gösterisi günü olabilir. Firavunlar, otoritelerini ve ilahi bağlantıları olduğu fikrini güçlendirmek için halka açık etkinlikler kullanırlardı. Bu nedenle, Firavun'un sihirbazlarının gücünü sergilemek üzere halka açık bir toplantı düzenlemesi, Mısır kraliyet uygulamaları hakkında bilinenlerle örtüşmektedir.
[*] İbrahim 14/15.
[*] Mü'min 40/26.
[*] A’raf 7/113-114, Şuara 26/41-42.
[*] Bunlar, Firavun’un isteği ile harekete geçen bilim adamlarıdır. Firavun onlara, Musa ile Harun’un birer sihirbaz olduğunu, sihirleriyle onları topraklarından çıkarmak istediklerini söyleyerek (Tâhâ 20/63) durumun çok vahim olduğunu anlatmış ve başarılı olmaları halinde onlara en yüksek makamları vaat etmişti (A’râf 7/111-114). Onlar da Musa aleyhisselama verilen değnek mucizesini etkisiz hale getirmek için civa kullanmışlardı (İbn Kesir Tefsiri). Onların yere attıkları değnekler ve ipler, içini civa ile karışık sıvıyla doldurdukları hayvan bağırsakları olmalıdır. Böyle bir bağırsağı ucundan tutup kaldırınca değnek gibi ortasından tutunca ip gibi gözükür. Yere atınca da ısının civayı harekete geçirmesi ile hareket eden bir yılana benzer. Ama Musa aleyhisselamın değneği, onların attıklarını yutunca onun bir sihir değil mucize olduğunu anlamış, secdeye kapanmış ve Firavun’un ölüm tehditlerine aldırmamışlardı. Bir de o sihri, Firavun’un ağır baskıları sonucu yaptıklarını söyleyerek Allah’tan bağışlanma dilemişlerdi. (Tâhâ 20/73).
[1*] Yunus 10/80, Şuara 26/43.
[2*] A’raf 7/116.
[*] A’raf 7/123-124, Şuara 26/49.
[*] İbrahim 14/17, Fatır 35/36, Müddessir 74/28, A’la 87/13.
[*] Ankebut 29/58, A’la 87/14, Şems 91/9-10.
[1*] Şuara 26/52-63, Duhan 44/23-24.
[*] Bakara 2/50, A’raf 7/136, Enfal 8/54, Yunus 10/90, İsra 17/103, Şuara 26/64-66, Zuhruf 43/55, Zariyat 51/40. İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışı, Firavun ve ordularının onları takip edip boğulmaları, Tevrat’ın Çıkış 14 bâbında da ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
[*] Yunus 10/90-92, Kasas 28/40, Duhan 44/23-29.
[1*] Bkz. Bakara 2/49 ve dipnotu.
[2*] İsrailoğullarından alınan bu söz, Tevrat’ın Çıkış 19 ve devamı bâblarında anlatılmaktadır.
[3*] Tevrat’ta “men” ile ilgili şu ifadeler vardır: “Rab Musa’ya, “Size gökten ekmek yağdıracağım” dedi, “Halk her gün gidip günlük ekmeğini toplayacak. Böylece onları sınayacağım: Benim yasama göre yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı, göreceğim.” (Çıkış 16:4-5) “Akşam bıldırcınlar geldi, ordugahı sardı. Sabah ordugahın çevresini çiy kaplamıştı. Çiy eriyince, toprakta, çölün yüzeyinde kırağıya benzer ince pulcuklar göründü. Bunu görünce İsrailliler birbirlerine, “Bu da ne?” diye sordular. Çünkü ne olduğunu anlayamamışlardı. Musa, “Rabbin size yemek için verdiği ekmektir bu.” dedi” (Çıkış 16:13-15). İsrailoğulları, Allah’ın men ve selva ikramı için “Tek çeşit yemeğe katlanamayacağız” diye yakınmışlardı (Bakara 2/61). Buna göre men ve selvâ bir arada tek çeşit yemek sayılmaktadır. Bu da men’in ekmek gibi yenecek veya ekmek yapmaya yarayacak bir gıda maddesi olmasını gerektirir. Nitekim men ile ilgili şu bilgiler de mevcuttur: “Menin kırağı şeklinde küçük ve yuvarlak, kişniş tohumu gibi beyaz ve ak günnük görünüşünde olduğu, lezzetinin ballı yufkaya benzediği belirtilmektedir (Çıkış 16:14, 31). Men hiçbir işleme tâbi tutulmaksızın tabii haliyle yenebildiği gibi ondan çeşitli yiyecekler de yapılıyordu. İsrâiloğulları men’i toplar, değirmende öğütür veya havanda döverek tencerede haşlar, pide yaparlardı ve bu taze yağ tadında olurdu (Sayılar 11:8).” (DİA) (Bakara 2/57, A’râf 7/160).
[1*] Burada özel olarak İsrailoğullarına verilen emir, Maide 5/87-88’de bütün mü’minlere verilmiştir.
[2*] Allah İsrailoğullarını uyardığı halde onlar, kendilerine verilen yiyecekler konusunda taşkınlık yaptılar. Yaptıkları taşkınlıklar Tevrat’ta, Allah’ın yasaklamasına rağmen onlara indirilen günlük yiyeceği ertesi güne kadar saklamaları (Çıkış 16:16-20) ve Şabat yani iş bırakma gününde yiyecek aramaları yasaklanmışken yiyecek bulmak için dışarı çıkmaları (Çıkış 16:27) şeklinde açıklanmıştır. Böyle davranarak Allah’ın sözlerine güvenmediklerini ortaya koymuş oldular (Çıkış 16:28). İsrailoğulları bununla da yetinmeyip, Allah’ın onlara hazır gönderdiği men ve selvadan sıkılarak çeşitli toprak ürünleri istemeye başlamışlardı (Bakara 2/61). Bu olay da Tevrat’ın Sayılar 11:4-6 pasajlarında anlatılmaktadır.
[*] İşlenen günah ne olursa olsun, terk edilerek tövbe edilir ve doğru yola girilirse Allah, günahları bağışlar (Âl-i İmran 3/135-136; Nisa 4/17, 48, 116; Kasas 28/67), ayrıca kuluna ikramda bulunur (A’raf 7/153, Nahl 16/119, Furkan 25/68-71, Zümer 39/53).
[*] A’râf 7/142. ayete göre Musa aleyhisselam, Sina Dağı’na otuz günlüğüne çağrılmış sonra on gün eklenerek süre kırk gün kırk geceye çıkarılmıştır. Bu ayette, Musa aleyhisselamın oraya erken geldiği ifade edildiği için, bu on günün, sürenin baş tarafına eklendiği anlaşılmaktadır. Tevrat’ın Çıkış 24:18 pasajına göre de bu süre 40 gün 40 gecedir.
[*] “İzimdeler” şeklinde tercüme edilen (عَلَى أَثَرِي) ifadesi, İsrailoğullarının, Musa’nın (a.s.) öğretilerini takip ettiği anlamındadır. Bu, “peşimden geliyorlar” anlamında fiziksel bir takibi ifade etmez; çünkü Allah, Musa aleyhisselamı dağa tek başına çağırmış, halkın dağa yaklaşmasını yasaklamıştır. Bu bilgiler, Tevrat’ın Çıkış 19:12-13 ve 24:1-2 pasajlarında anlatılmaktadır. Tâhâ 20/85’te Allah’ın Musa’ya (a.s.) cevaben bildirdiği “Sâmirî onları saptırdı” haberi de Musa’nın (a.s.) “onlar benim yolumdalar” anlamında bir ifade kullandığını teyit eder.
[*] Samirî’nin halkı saptırması için önemli bir konumda olması gerekir. Ateşte eritilen altınlardan böğürebilen boğa şeklinde bir heykel çıkarması (Tâhâ 20/87-89) onun, bilgin bir sanatkar olduğunu gösterir. Musa aleyhisselamın getirdiği kitaba sıkı bir şekilde sarılması da dindar kişiliği ile tanındığını, Kitab’ı terkettikten sonra (Tâhâ 20/96) halkına: “Bu sizin ilahınızdır, Musa’nın da ilahıdır ama o, (onu) unuttu.” (Tâhâ 20/88) demesi ise İblis gibi doğru yolun üstüne oturup insanları saptırdığını gösterir. Onun bu ustaca tavırları halkın, Harun aleyhisselamı değil onu dinlemesine yol açmıştır.
[1*] A’raf 7/150.
[2*] Allah’ın bu vaadi, Tevrat’ın Çıkış 19:5-6 pasajlarında anlatılmaktadır.
[3*] İsrailoğulları Musa aleyhisselama, Allah’ın bütün söylediklerini yapacaklarına dair söz vermişlerdi (Tevrat/ Çıkış 19:7-8).
[*] Şuara 26/57-59, Duhan 44/25-28. âyetlerini ve Tevrat’ın Çıkış 12:29-37 pasajlarına göre de İsrailoğulları Mısır’dan çıkarken, Allah onlara, Mısırlı komşularından altın ve gümüş süslerini /eşyalarını istemelerini emretmiştir. Mısırlılar, İsrailoğullarından ve onlar yüzünden başlarına gelen afetlerden kurtulmak için bunları vermiş, İsrailoğulları da yanlarında bu ziynetlerle yola çıkmıştır. Tevrat’ın Yaratılış 15:13-14 pasajlarına göre bu olay, Allah’ın İbrahim aleyhisselama verdiği, ‘soyunun dört yüz yıl kölelik yapıp, sonra köle oldukları topraklardan büyük bir mal varlığıyla çıkacakları’ sözünün yerine getirilmesidir.
[1*] Bakara 2/51 ve 92, A’râf 7/148. Tevrat’ın Çıkış 32:2, 23-24, 35 pasajlarına göre, buzağının yapımında Harun aleyhisselam aktif rol oynadığı iddia edilmektedir. Tevrat’a sokulan bu iddia, bu ayetlerle çelişmektedir.
[2*] Tevrat’ın Çıkış 12:38 pasajına göre, İsrailoğullarıyla birlikte Mısır’dan çıkan karma bir topluluk (Erev Rav) da vardı. Altın buzağı heykeli oluşturulduktan sonra, Samirî ve onun yolundan gidenler, buzağının İsrailoğullarının tanrısı olduğunu iddia etmişti (Tevrat/Çıkış 32:4).
[3*] Ahzab 33/69, Saf 61/5.
[*] Furkan 25/3.
[*] Nisa 4/64.
[*] A’râf 7/150.
[*] Resul (رسول), hem birine gönderilen söz hem de o sözü ileten elçi anlamındadır (Müfredat). Ayette geçen Resul, Allah’ın Musa ve Harun’u (a.s.) elçi olarak görevlendirdiğinde onlara verdiği kitaptır (Furkan 25/35-36). Zaten Allah’ın insanlardan istediğ şey, kitabına sıkı sarılmalarıdır (Âl-i İmrân 3/103).
[1*] Sâmirî bu ifadesiyle, kitaba sıkı sarıldıktan sonra bile bile kafir olduğunu itiraf etmiştir. Bile bile dinden dönen birinin hak ettiği ceza; Allah’ın, meleklerin ve insanların lanetlemesi yani dışlamasıdır (Bakara 2/159-160, Âl-i İmran 3/86-91, A’raf 7/152 -153). Musa aleyhisselamın ona söylediği şu söz, onun dışlanmış olmasının gereğidir: “Defol! Artık bu hayatta sana düşen: 'Kimse kimseye dokunmasın!” demendir.
[2*] Tevrat’ın Çıkış 32/20 pasajında da buzağının yok edilişi anlatılmaktadır.
[1*] Bakara 2/163.
[2*] En’am 6/80.
[1*] A’raf 7/101, Hud 11/120.
[2*] Zikir kavramı için bkz Tâhâ 20/14. ayetin dipnotu.
[1*] En’am 6/73, Kehf 18/99, Mü’minun 23/101, Neml 27/87, Yasin 36/51, Saffat 37/19, Zümer 39/68, Kaf 50/20, Hakka 69/13, Nebe 78/18.
[2*] İbrahim 14/43, İsra 17/97, Enbiya 21/97, Kıyamet 75/7.
[*] Rum 30/55.
[*] Yunus 10/45, İsra 17/52, Müminun 23/112-114, Ahkaf 46/35, Naziat 79/46.
[*] İnsanların yeniden dirileceği günden önce dağların durumunu anlatan diğer ayetler için bkz: Kehf 18/47, Tur 52/10, Vakıa 56/5-6, Hâkka 69/14, Mearic 70/9, Müzzemmil 73/14, Mürselat 77/10, Nebe 78/20, Tekvir 81/3, Karia 101/5.
[1*] İsra 17/52, 71, Kaf 50/20-23, Kamer 54/6-8.
[1*] O gün, yeniden dirilme ile başlayıp sonsuza kadar devam edecek olan kıyamet /mezardan kalkış günüdür (A’raf 7/32).
[2*] Şefaat, birine yardımcı olmak veya birinden bir şey istemek için onunla bir araya gelmektir. Daha çok saygın ve üst derecede olan birinin alt derecede olan birini yanına alması anlamında kullanılır. İyi veya kötü bir işte bir başkasıyla yardımlaşmak da şefaat sayılır (Müfredat). Dünyada insanlar birbirlerine şefaat edebilir yani yardım edip destek olabilirler (Nisa 4/85). Ama mahşer günü, nebiler dahil, kimse kimseye şefaat edemez (Bakara 2/123, 254, En’âm 6/51, Secde 32/4, İnfitar 82/17-19). Allah, bilerek işlediği şirk günahı ile değil de (Bakara 2/22) diğer günahlarından dolayı cehenneme girip cezasını çekmiş birini, cennetteki bir yakınının yanına almasına izin verir. Böylece cennete olana şefaat hakkı tanımış olur. (A’râf 7/48-49, Yunus 10/3, Tur 52/21)
[1*] Önlerinde olan, o anda var olandır. Arkalarında kalan daha önceden yapıp ettikleridir. (Sebe 34/9, Yasin 36/9).
[2*] Bakara 2/255, En’am 6/103, Şûrâ 42/11.
[1*] En büyük yanlış da şirktir (Lokman 31/13).
[2*] Bakara 2/80-81, Âl-i İmran 3/23-25, A’raf 7/45, Şems 91/10.
[*] Kur'ân (قُرْآنً), karaa (قرأ) fiilinin mastarı olan kur’ (القُرْء) veya kar’ (القَرْء)’dan türetilmiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Arapçada Kur’ân (قُرْآنً)’ın çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır (İsra 17/106, Fussilet 41/3). Bir konuyu anlatan ana ayet (muhkem ayet) ile onu açıklayan benzer ayetler (müteşabih ayetler), o konuya ait anlam kümesini yani “kur’an’ı” oluşturur (Âl-i İmran 3/7, Zümer 39/23). Bir ayet şöyledir: Biz onu, kur’ânlar /anlam kümeleri oluşacak şeklinde ayırdık ki onu (anlam kümesinin tamamlanmasını) bekleyerek insanlara öğretesin. Onu parça parça indirdik (İsra 17/106). Buna göre, bir konu ile ilgili ayetlerin tamamı aynı anda inmeyebilir. Bundan dolayı Nebimiz, kendisine sorulan bazı sorulara hemen cevap vermemiş, ilgili ayet kümesinin tamamlanmasını beklemiştir. Aynı uyarı bizim için de geçerlidir. Herhangi bir konuda bütün ayetleri toplayıp bir araya getirmeden hüküm verilemez.
[1*] Mü’minun 23/116.
[*] Tâhâ 20/117, 121.
[1*] Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda, vücudumuz ayaklar, eller ve dizler üzerinde yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamındaki secdedir (Nisa 4/102-103).
[*] Bakara 2/36.
[*] A’raf 7/20-21.
[1*] Adem ve Havva, ilk günden itibaren elbiseli idiler (A’râf 7/26-27). O ağaçtan yedikten sonra elbiseleri soyulup bedenleri ortaya çıkınca çıplaklık onları rahatsız etmiş olmalıdır. Üzerlerine yaprak örtmeye çalışmalarının sebebi bu olabilir (A’raf 7/22). Çünkü insanın deri yapısı diğer canlılar gibi değildir, birçok açıdan elbiseye ihtiyaç duyar ve farklı elbiseler sayesinde dünyanın her bölgesinde ve her mevsimde yaşayabilir.
[*] Bu ayet Âdem’in (a.s.) nebî olduğuna delildir (Âl-i İmran 3/33 En’âm 6/87). Bakara 2/38-39 ile Tâhâ 20/123-126’da da rehberle ilgili genel kurallar ortaya konuyor.
[1*] Düşman anlamı verdiğimiz kelimenin kökü olan adv (عدو), haddini aşmak ve uyumsuzluk anlamındadır (Müfredât). Burada ikil zamirden çoğul zamire geçilmiştir. Arapçada çoğul en az üçü ifade ettiğinden buradaki üçüncü varlık İblis’tir. Şeytan insana muhaliftir. Muhalefet eşler ve çocuklar arasında da olur (Teğabun 64/14).
[2*] Bakara 2/34-39, A’raf 7/11-25, Hicr 15/28-43, İsra 17/61-65, Kehf 18/50, Sad 38/71-85. Bu ve benzeri ayetlerde (Bakara 2/38, 62; Yunus 10/62, Ahkaf 46/13) Allah’ın kitabına uyan kimselerin üzerinde korku olmayacağı bildirilir. Diğer taraftan Allah, bizleri korku, açlık, can, mal ve ürün noksanlığı ile yıpratıcı bir imtihandan geçireceğini de bildirmiştir (Bakara 2/155). Bunlar birlikte düşünülünce, dünyada korku hissedilecek durumlarla mutlaka karşılaşılacağı ama Allah’ın kitabına uyanların bu imtihanı büyük bir başarının sebebi olarak görecekleri için korku ve üzüntünün etkisi altında kalmayacakları anlaşılır. Böyle kimseler en büyük ödülü ahirette göreceklerdir (Tevbe 9/72) Nitekim Allah'ın nebileri ayette belirtilen zorluklarla karşılaşmalarına rağmen hiçbir zaman gevşeklik göstermeyerek sabretmiş ve hem dünya hem de ahirette güzellikleri hak etmişlerdir. Bunun bir örneği Yakup ve Yusuf (a.s)'dır. Onlar, yaşadıkları korku ve üzüntüler karşısında gösterdikleri sabra karşılık dünyada ödüllendirilmiş (Yusuf 12/100-101), ahirette de büyük nimetleri hak etmişlerdir.
[1*] Zikir kavramı için bkz Tâhâ 20/14. ayetin dipnotu.
[2*] Kehf 18/57, Secde 32/22.
[3*] Dünyadayken Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelenler, ahirette kabirlerinden kör olarak kaldırılıp mahşer yerine kör olarak getirilecekler (İsra 17/72); ardından Kaf 50/22. ayette belirtildiği gibi gözleri açılacak ve her şeyi görür hale geleceklerdir.
[*] İsra 17/72.
[1*] Nisa 4/123.
[2*] Çetin, ayetteki (’شديد) ‘şedîd’in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır (En'âm 6/160).
[1*] Hud 11/82-83, Hicr 15/74-79, Saffat 37/137-138.
[2*] En’am 6/6, A’raf 7/100, Secde 32/26.
[1*] Bkz. En’am 6/2 ve dipnotu.
[2*] Allah cezayı hemen vermez, belirlediği sürenin dolmasını bekler (Yunus 10/12, İbrahim 14/42, Nahl 16/61, Kehf 18/58, Ankebut 29/53, Fatır 35/45 Şûrâ 42/14).
[1*] Yunus 10/109, Nahl 16/127, Rum 30/60, Mü’min 40/55, 77, Ahkaf 46/35, Tur 52/48, Kalem 68/48, Müzzemmil 73/10, Müddessir 74/7, İnsan 76/24.
[2*] Güneşin doğmasından öncesi, güneşin batmasından doğmasına kadar olan vakti gösterir. Bu vakitte akşam ve yatsı ve sabah namazları, batmasından önce de öğle ve ikindi namazları kılınır.
[3*] Gece 3 ana bölümden oluşur. Eşite yakın uzunlukta olan birinci ve üçüncü bölümü alacakaranlık, ikisinin arası ve en uzun bölümü gecenin ortasıdır (Müzzemmil 73/20 ). Akşamın alaca karanlığı iki bölümden oluşur. Birinci bölümü akşam namazı, ikincisi yatsı namazı vaktidir. Sabahın alaca karanlığı da ikiye ayrılır, birinci bölümü fecr-i kâzib yani seher ve sahur vakti, ikincisi de fecr-i sâdık yani sabah namazı vaktidir. Yatsının sonundan sabah namazı vaktine kadar olan kısım, uyuyup dinlenme (Nur 24/58) ve kalkıp teheccüd namazı kılma vaktidir (İsra 17/79). Farz namazların vakitleri belli olduğu için (Nisa 4/103) yatsı namazı sabaha kadar uzamaz.
[4*] “Gündüzün bölümleri” anlamı verilen etrâfe’n-nehar (أطراف النهار) ifadesindeki “etrâf” kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterdiğinden ayetin bu bölümü, gündüz kılınacak nafile namazların en az üç vakitte olacağını gösterir. Bunlar kuşluk namazı ile öğle ve ikindi namazlarının farzından önce ve sonra kılınan nafilelerdir.
[5*] Farz namazların vakitlerini gösteren iki ayet “Namazı kıl! (أَقِمِ الصَّلاَةَ)” emriyle başlar (Hud 11/114, İsra 17/78). Farz ve nafile namazların vakitlerini birlikte ifade eden ayetlerde ise “sebbih (سَبِّحْ)” yani “tesbih et” emri kullanılır (Rum 30/17-18, Kaf 50/39-40, Tur 52/48-49,, İnsan 76/26). Buradaki emir de “tesbih et” şeklindedir. Ancak Türkçede tesbih etme fiili yalnızca belli sözlerin tekrar tekrar söylenmesi şeklinde anlaşıldığı için “tesbih et” yerine “ibadet et” ifadesi tercih edilmiştir.
[*] Tevbe 9/55, 85, Hicr 15/88.
[1*] Ayetin metninde geçen es-salât (الصَّلَاة) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır (Lisan’ul-Arab). Burada verilen emir, Allah'ın verdiği görevleri, onun rızası için sürekli yapmaktır. Her Müslüman’ın hiç aksatmadan yapması gereken tek ibadet namaz olduğu için ona da salât denmiştir.
[1*] Yunus 10/20, Ra’d 13/7, İsrâ 17/59, Ankebût 29/50-52.
[2*] Bakara 2/89-90, 101, Enbiya 21/5-6, Şuara 26/192-197.
[1*] İsra 17/15, Kasas 28/59.
[2*] Nisa 4/165, Kasas 28/47.
[1*] Tur 52/31.
[2*] Mülk 67/22.