TÂHÂ

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Tâhâ 20/1)
طٰهٰۜ
Tâ-Hâ![*]

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından dolayı onların dikkatleri toplama görevi yaptığı söylenebilir.. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.  

 

(Tâhâ 20/2)
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ
Biz bu Kur’an’ı sana, mutsuz olasın[1*] diye indirmedik.[2*]

[1*] Kelimeye “mutsuz” anlamı vermemizin sebebi Hud 11/105’te saîd yani mutlu kelimesinin zıddı olarak kullanılmış olmasıdır. 

 


(Tâhâ 20/3)
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ
Sadece (bizden) çekinen kimse için doğru bir bilgilendirme olsun diye (indirdik).[*]

[*] Kur’an, bütün insanlar için doğru bilgidir ama o bilgiden, sadece yanlışlardan sakınanlar yararlanırlar (Yasin 36/11, Kaf 50/45, Zariyat 51/55, Naziat 79/45).


(Tâhâ 20/4)
تَنْز۪يلًا مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ
(Kur’an) Yeri ve yüce gökleri yaratan (Allah) tarafından indirilmiştir.[*]

[*] Şuara 26/192-193, Secde 32/2, Zümer 39/2, Mü’min 40/2, Fussilet 41/2, 42, Casiye 45/2, Ahkaf 46/2, Vakıa 56/80, Hâkka 69/43.


(Tâhâ 20/5)
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى
Rahman /İyiliği sonsuz olan Allah, arşa /yönetimin başına geçmiştir.[*]

[*] Arş, üst yönetim makamını gösteren mecaz ifadedir (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Türkçede onun yerine padişahlar için "taht", diğer yöneticiler için "koltuk" kelimesi kullanılır. Dolayısıyla “Rahman arşa istiva etti.” sözü de kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder (A'raf 7/54, Yunus 10/3, Ra’d 13/2, Furkan 25/59, Secde 32/4, Hadid 57/4).


(Tâhâ 20/6)
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى
Göklerde, yerde, her ikisinin arasında ve yerin altında olan her şey O’nundur.[*]

[*] Nisa 4/126, İbrahim 14/2, Nahl 16/52, Hac 22/64, Şûrâ 42/4.

 

(Tâhâ 20/7)
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى
Sözü açıktan söylesen de (gizlesen de) şüphesiz O, sırları da daha gizli olanı da bilir.[*]

[*] Âl-i İmran 3/5, En’am 6/3, Ra’d 13/10, Enbiya 21/110, Mülk 67/13-14, A’la 87/7.

 

(Tâhâ 20/8)
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى
Allah, kendisinden başka ilah olmayandır.[1*] En güzel isimler / özellikler[2*] O’na aittir.[3*]

[1*] Bakara 2/255, Âl-i İmran 3/2, Nisa 4/87, Neml 27/26, Kasas 28/70, Mü’min 40/65, Rahman 55/29, Haşr 59/22-24, Teğabün 64/13.

[2*] “Özellik” diye meal verdiğimiz kelime “isim”dir. Çünkü Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). Türkçede isim, bu anlamı içermediği için meale “özellik” olarak yazdık (Bakara 2/31). 

[3*] A’raf 7/180, İsra 17/110, Haşr 59/24.

 

(Tâhâ 20/9)
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ
Musa’nın hikayesi sana geldi mi![*]

[*] Naziat 79/15.


(Tâhâ 20/10)
اِذْ رَاٰ نَارًا فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَارًا لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى
Bir gün o, bir ateş görmüştü de ailesine şöyle demişti: “(Siz burada) kalın![1*] Ben bir ateş farkettim. Belki ondan size bir kor getiririm ya da ateşin yanında yol gösterecek birini bulurum.”[2*]

[1*] “Siz burada kalın (امْكُثُوا)” ifadesi çoğul kullanılmıştır. Arapçada çoğul en az üçü gösterdiğinden Musa aleyhisselamın eşinin yanında en az iki çocuğunun olduğu anlaşılıyor. Nitekim, Tevrat’ta Musa Aleyhisselamın o esnada iki oğlu olduğu bilgisi yer almaktadır (Çıkış 4:20, 18:2-4).

[2*] Neml 27/7, Kasas 28/29.

 

(Tâhâ 20/11)
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى
Oraya varınca şöyle seslenildi: “Ey Musa!


(Tâhâ 20/12)
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ
Şüphesiz ben, evet ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar! Çünkü sen, kutsal Tuva Vadisi’ndesin.[*]

[*] Meryem 19/52, Neml 27/8-9, Kasas 28/30, Naziat 79/16. Bu olay, Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış 3:5 pasajında da anlatılmaktadır.


(Tâhâ 20/13)
وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحٰى
Ben seni seçtim. Öyleyse (şimdi sana) vahyedileceklere kulak ver:


(Tâhâ 20/14)
اِنَّن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي
Şüphesiz ben, evet ben Allah’ım![1*] Benden başka ilah yoktur. Öyleyse bana kulluk et ve beni zikretmen[2*] için namazı düzgün ve sürekli kıl!

[1*] Bu ayetin bir benzeri Tevrat’ta da geçmektedir: “Musa Allah’a dedi: İşte, ben İsrailoğullarına geldiğim zaman, onlara: Atalarınızın Allah’ı beni size gönderdi, dersem, ve onlar bana: Onun ismi nedir? derlerse, onlara ne diyeyim?  Ve Allah Musaya dedi: Ben, BEN OLANIM; ve dedi: İsrail oğullarına böyle diyeceksin: Beni size “BEN BEN’İM” diyen gönderdi” (Çıkış 3:13-14)

[2*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (En’âm 6/80, Enbiya 21/24). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerinde düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/286).

 


(Tâhâ 20/15)
اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَكَادُ اُخْف۪يهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى
Onu neredeyse gizleyecek gibi olsam da her kişiye çaba gösterdiği şeylerin karşılığının verilmesi için o saat[*] mutlaka gelecektir.

[*] O saat, yeniden diriliş saatidir En’am 6/31, A’raf 7/187, Nahl 16/77, Hac 22/1-2, 6-7, Rum 30/12-16, Rum 30/55, Lokman 31/34, Sebe 34/3, Zuhruf 43/66, Muhammed 47/18, Naziat 79/42-46.

 


(Tâhâ 20/16)
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى
O saate inanmayan ve arzusuna uyan kişi sakın seni ondan (ona inanmaktan) engellemesin; yoksa yıkılıp gidersin.[*]

[*] Benzer uyarılar Muhammed aleyhisselama da yapılmıştır (Maide 5/49, Şûrâ 42/15, Câsiye 45/18).


(Tâhâ 20/17)
وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى
(Allah dedi ki:) “Şu sağ elindeki nedir, ey Musa?”[*]

[*] Soru bir şeyi, ya öğrenmek ya da kabul ettirmek için sorulur. Öğrenmek için sorulana tasavvur, diğerine tasdik sorusu denir. Mesela “Hasan mı geldi?” sorusu, gelenin kim olduğunu öğrenmek için sorulabileceği gibi Hasan’ın gelip gelmediğini onaylatmak için de sorulabilir. Daha farklı amaçlarla da soru sorulabilir. Bunların en yaygın olanları şunlardır: Bir şeyin varlığını pekiştirmek için soru (İstifham-ı takrîrî): Babanın oğluna, “Ben senin baban mıyım?” diye sorması böyledir. Bir şeyin yokluğunu pekiştirmek için soru (İstifham-ı inkârî):  Yabancı birine, “Ben senin baban mıyım?” diye sorulması böyledir. Bu ayetteki soru istifham-ı takriridir. Bu tarz bir sorunun amacı, bilmediğini öğrenmek değildir. Allah Musa aleyhisselamın elindekinin ne olduğunu elbette biliyordu. Ona bu soruyu sorması onun sıradan bir değnek olduğunu vurgulamak içindir. Allah bu soruyu sormadan direk değneğini yere at deseydi onun yılana dönüşen ve vurulduğunda denizi ikiye bölen farklı bir değnek olduğu sanılır, Allah’ın bir mucizesi olarak algılanmayabilirdi.


(Tâhâ 20/18)
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى
“O, değneğimdir.” dedi. “Ona dayanır, onunla koyun ve keçilerime yaprak silkelerim; başka işlerime de yarar.”


(Tâhâ 20/19)
قَالَ اَلْقِهَا يَا مُوسٰى
Allah, “Onu yere at, ey Musa!” dedi.


(Tâhâ 20/20)
فَاَلْقٰيهَا فَاِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعٰى
O da onu hemen attı. Bir de ne görsün! Değnek bir yılan olmuş, hızla hareket ediyor!


(Tâhâ 20/21)
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ۠ سَنُع۪يدُهَا س۪يرَتَهَا الْاُولٰى
Allah, “Al onu, korkma! Onu ilk haline çevireceğiz.” dedi.[*]

[*] Neml 27/10, Kasas 28/31. Aynı olay Tevrat’ın Çıkış 4:2-4 pasajlarında anlatılmaktadır.

 


(Tâhâ 20/22)
وَاضْمُمْ يَدَكَ اِلٰى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ اٰيَةً اُخْرٰىۙ
“Şimdi de elini koynuna sok. Bir başka mucize olarak elin kusursuz, bembeyaz bir şekilde çıksın.[*]

[*] Neml 27/12, Kasas 28/32. Aynı olay Tevrat’ın Çıkış 4:6-7 pasajlarında anlatılır; ancak orada Musa’nın (a.s.) elinin bir deri hastalığına yakalandığı için beyazlaştığı söylenmektedir. Ayette “kusursuz” olarak tercüme ettiğimiz “(مِنْ غَيْرِ سُوءٍ)” ifadesi, bu yanlışı düzeltir niteliktedir.

 

(Tâhâ 20/23)
لِنُرِيَكَ مِنْ اٰيَاتِنَا الْكُبْرٰىۚ
Bunlar, en büyük âyetlerimizden /mucizelerimizden bir kısmını sana gösterelim diyedir.


(Tâhâ 20/24)
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟
Haydi, Firavun’a git; o taşkınlık etti.”[*]

[*] Naziat 79/17.


(Tâhâ 20/25)
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ
Musa dedi ki: “Rabbim! Göğsümü ferahlat,


(Tâhâ 20/26)
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ
İşimi kolaylaştır,


(Tâhâ 20/27)
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ
Dilimdeki düğümü çöz.[*]

[*] Musa aleyhisselamın konuşma ve uygun dil kullanma konusunda sorun yaşadığı bilgisi, Tevrat’ın Çıkış 4:10, 6:12 pasajlarında da anlatılmaktadır.

 


(Tâhâ 20/28)
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ
(Çöz de) sözlerimi iyi anlasınlar.


(Tâhâ 20/29)
وَاجْعَلْ ل۪ي وَز۪يرًا مِنْ اَهْل۪يۙ
Ailemden birini de bana yardımcı yap.


(Tâhâ 20/30)
هٰرُونَ اَخ۪يۚ
Kardeşim Harun’u.


(Tâhâ 20/31)
اُشْدُدْ بِه۪ٓ اَزْر۪يۙ
Onunla benim gücümü artır.


(Tâhâ 20/32)
وَاَشْرِكْهُ ف۪ٓي اَمْر۪يۙ
Onu görevime ortak et[*].

[*] Şuara 26/13, Kasas 28/34.


(Tâhâ 20/33)
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَث۪يرًاۙ
Böylece sana çokça ibadet edelim.


(Tâhâ 20/34)
وَنَذْكُرَكَ كَث۪يرًاۜ
Seni çokça zikredelim /emir ve yasaklarını çokça hatırlayalım.[*]

[*] Zikir için bkz. Tâhâ 20/14. ayetin dipnotu.

 

(Tâhâ 20/35)
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَص۪يرًا
Elbette Sen bizi daima görmektesin.”


(Tâhâ 20/36)
قَالَ قَدْ اُو۫ت۪يتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسٰى
Allah dedi ki: “Ey Musa! İstediklerin sana verildi.[*]

[*] Meryem 19/53, Furkan 25/35, Kasas 28/35.

 

(Tâhâ 20/37)
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً اُخْرٰىۙ
Biz sana bir başka zaman da iyilik yapmıştık:[*]

[*] Saffat 37/114.


(Tâhâ 20/38)
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ
Bir gün annene şunu vahyetmiştik:[*]

[*] Sözlükte vahiy; işaret dili, fısıldama, rumuz, yazı veya ima ile konuşma anlamlarına gelir (Müfredat).  Allah’ın vahyi; ilham yoluyla, perde arkasından veya melekleri aracılığı ile olur (Şûrâ 42/51). Bu üç çeşit vahiyden ilk ikisi her insana yapılır. Allah her insanın içine, yaptığının iyi mi yoksa kötü mü olduğunu ilham eder (Şems 91/7-8). Ayrıca rüyada da bazı şeyler bildirebilir (Yusuf 12/4-5, 43-49). Allah bir meleği insan kılığında da gönderebilir (Hicr 15/51-66, Zariyat 51/24-37) Meryem validemize böyle bir vahiy gelmiştir (Meryem 19/16-21). Musa aleyhisselamın annesine gelen de ilham türünde bir vahiydir (Kasas 28/7). Allah’ın yaptığı vahyin üçüncü çeşidi ise insanlara bildirmek istediği sözlerini, insanlardan seçtiği elçilere melekler aracılığı ile ulaştırmasıdır. Bu esnada Allah öyle bir ortam oluşturur ki elçiler, bu vahyin Allah'tan geldiğini kesin olarak anlarlar (Cin 72/26-28). Onlar bu vahyi, insanlara bildirmekle görevli oldukları için Allah'ın resulü yani elçisi olurlar.


(Tâhâ 20/39)
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ
“Onu sandığa koy da denize /Nil’e[1*] bırak. Deniz onu kıyıya atsın ki benim ve onun düşmanı olan biri onu alsın.”[2*] Gözümün önünde yetiştirilesin diye tarafımdan sana sevimlilik de vermiştim.

[1*] Bu âyette ve Kasas 28/7’de Musa aleyhisselamın doğumundan sonra bırakıldığı suyu ifade eden  (اليم) = el-yemm kelimesi (بحر) = bahr anlamındadır. Araplar, ister tuzlu, isterse tatlı olsun, büyük su kütlesine bahr der. Bu sebeple ayette sözü edilen el-yemm kelimesi, tefsirlerde Nil nehri olarak meallendirilmiştir (Lisan’ul-arab). Bu kelime, Firavun’un boğulduğu Kızıldeniz için de kullanılmıştır (A’râf 7/136, Taha 20/78, Kasas 28/40, Zariyat 51/40). Musa aleyhisselam, Samiri’nin altından yaptığı buzağı heykelini erittiğinde de yemme atmıştır (Taha 20/97). 

[2*] Kasas 28/8.


(Tâhâ 20/40)
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى
O sırada kız kardeşin orada dolaşıyor ve “Onun bakımını üstlenecek birini size göstereyim mi?” diyordu. Böylece seni tekrar annene kavuşturduk ki gözü aydın olsun ve üzülmesin.[1*] (Bir gün) birini öldürmüştün[2*] de seni o tasadan kurtarmıştık. Seni, çeşitli sıkıntılarla da imtihan etmiştik. Bu sebeple yıllarca Medyen ahalisinin içinde kalmıştın.[3*] Sonra bir plan dâhilinde buraya geldin, ey Musa!

[1*] Kasas 28/11-13.

[2*] Şuara 26/14-21, Kasas 28/15-16, 33.  

[3*] Kasas 28/23-29.


(Tâhâ 20/41)
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ
Seni kendim için yetiştirdim.[*]

[*] A’raf 7/144. Kitab-ı Mukaddes’in Elçilerin İşleri 7:22 pasajına göre Musa (as), Mısırlıların bütün bilim dallarında eğitilmişti. 

 
 

(Tâhâ 20/42)
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ
(Şimdi) sen ve kardeşin, ayetlerimle gidin.[1*] Benim zikrim (ayetlerimi anlama ve tebliğ) konusunda gevşeklik etmeyin.[2*]

[1*] “Ayetlerimle (بِآيَاتِي) ” kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul, en az üçü gösterir. Allah, Kasas 28/32’de Musa aleyhisselamı, verdiği iki kesin kanıtla Firavun’a gönderdiğini bildirmiş ve onları “en büyük ayetlerinden” (Meryem 19/23) saymıştır. O iki âyetten biri değnek mucizesi, diğeri de elini koltuğunun altına soktuğunda lekesiz, bembeyaz çıkması mucizesidir. Musa ve Harun’u (a.s.) Firavun’a gönderirken verdiği diğer âyet ise onlara verdiği kitaptır (Furkan 25/35-36). Zaten Allah’ın asıl istediğ şey, kitabındaki ayetlere uyulmasıdır.

[2*] Musa ve Harun aleyhisselamın gevşeklik etmemesi gereken zikir, Allah’ın onlara verdiği kitabı (Furkan 25/35-36) anlama ve tebliğ konusunda ihmalkarlık etmemeleridir. Zikir için bkz. Tâhâ 20/14. ayetin dipnotu. 

 


(Tâhâ 20/43)
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ
Haydi ikiniz Firavun’a gidin; çünkü o taşkınlaştı.[*]

[*] Tâhâ 20/24, Kasas 28/4.

 

(Tâhâ 20/44)
فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَيِّنًا لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
Ona yumuşak sözler söyleyin. Belki doğru bilgilerini kullanır veya çekinir.”[*]

[*] Naziat 79/17-19.

 


(Tâhâ 20/45)
قَالَا رَبَّنَٓا اِنَّنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى
Dediler ki: “Rabbimiz! Onun bize karşı ileri gitmesinden veya taşkınlık etmesinden korkuyoruz.”


(Tâhâ 20/46)
قَالَ لَا تَخَافَٓا اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى
(Allah,) “Korkmayın! Çünkü ben sizinle beraberim; (her daim) sizi duyuyor ve görüyorum.” dedi.[*]

[*] Şuara 26/15.


(Tâhâ 20/47)
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰى
Ona varın da şöyle deyin: “Biz Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle gönder,[1*] onlara azap etme! Sana Rabbinden bir ayet /kitap da getirdik. Selam /esenlik ve güvenlik, o rehbere /kitaba[2*] uyanadır.[3*]

[1*] Firavun İsrailoğullarını köleleştirmişti (A'raf 7/105, Müminûn 23/45-48, Şuara 26/16-22). Onların erkek çocuklarını öldürüyor, kızlarını hayatta bırakıyordu (Kasas 28/4). Musa ve Harun’un (a.s.) söyleyecekleri bu sözler, Tevrat’ın Çıkış 5:1 pasajında da aktarılmaktadır. 

[2*] Rehber diye anlam verilen hüdâ (هدى) Allah’ın kitaplarının ortak özelliğidir. Ona uyanların üzerinde ne bir korku olur ne de üzüntü kalır (Bakara 2/38-39). Allah Teala, Musa ve Harun’u (a.s.) Firavun’a gönderirken onlara bir kitap vermişti (Furkan 25/35-36). Burada sözü edilen kitap o kitaptır. 

[3*] Bu cümle, Musa ve Harun ‘un (a.s.) Firavun’a bir kitapla gittiğinin göstergelerindendir. İlgili ayetler için bkz. Tâhâ 20/42 ve dipnotu.

 

 

(Tâhâ 20/48)
اِنَّا قَدْ اُوحِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى
Bize şu vahyedildi: Azap, yalana sarılan ve (doğrulara) yüz çevirenleredir.”[*]

[*] Leyl 92/15-16.

 

(Tâhâ 20/49)
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
(Firavun:) “İkinizin Rabbi de kim Ey Musa?” dedi.[*]

[*] Şuara 26/23-28. Firavun’un bu sözü Tevrat’ın Çıkış 5:2 pasajında aktarılmaktadır.


(Tâhâ 20/50)
قَالَ رَبُّنَا الَّذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى
Musa: “Bizim Rabbimiz her şeye kendine has bir yapı veren, sonra da doğru yolu gösterendir.”[*] dedi.

[*] Abese 80/17-20A’la 87/2-3.


(Tâhâ 20/51)
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُولٰى
Firavun dedi ki: “Peki, ya önceki nesillerin hali ne olacak?”


(Tâhâ 20/52)
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪ي ف۪ي كِتَابٍۚ لَا يَضِلُّ رَبّ۪ي وَلَا يَنْسٰىۘ
Musa şöyle dedi: “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır.[1*] Benim Rabbim ne yanılır ne de unutur.[2*]

[1*] Bu kitap, her varlık ve olaya ilişkin ilâhî bilginin kayıtlı bulunduğu kitaptır (En’am 6/59, Yunus 12/61, Ra’d 13/39, Hicr 15/4, Vakıa 56/77-78, Hadid 57/22).


(Tâhâ 20/53)
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلًا وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى
O, yeryüzünü sizin için bir beşik[1*] yapan, orada size yollar açan[2*] ve gökten su indirendir.” İşte biz o suyla (erkek-dişi) eşler halinde, çeşit çeşit bitkiler[3*] çıkardık.

[1*] Zuhruf 43/10, Zariyat 51/48, Nebe 78/6. Dünyanın beşik olması iki yana eğilmesini gerektirir. Eğilme şekline göre ekvatorun bir tarafı güneşin karşısına geçerken diğer tarafı uzakta kalır. Güneş ışınlarının, yılın bir bölümünde dünyanın kuzeyine, bir bölümünde de güneyine daha dik gelmesi bundandır.

[2*] Nahl 16/15, Enbiya 21/31, Zuhruf 43/10, Nuh 71/19-20.

[3*] Ra’d 13/3, Nahl 16/15, Enbiya 21/31, Zariyat 51/49.


(Tâhâ 20/54)
كُلُوا وَارْعَوْا اَنْعَامَكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
Onlardan yiyin, en’âm (koyun, keçi, sığır ve deve) cinsi hayvanları da otlatın.[*] Yanlışlardan engelleyen bir akla sahip olanlar için bunda kesin ayetler /göstergeler vardır.

[*] En’am 6/143-144, Nahl 16/5-6, Naziat 79/30-33, Abese 80/24-33.

 
 

(Tâhâ 20/55)
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى
Sizi topraktan yarattık, oraya iade edeceğiz ve sizi (tekrar yaratıp) bir kez daha oradan çıkaracağız.[*]

[*] A’raf 7/25, Kaf 50/9-11, Nuh 71/17-18.


(Tâhâ 20/56)
وَلَقَدْ اَرَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَاَبٰى
Ayetlerimizin tamamını Firavun’a gösterdik;[1*] ama o, yalana sarıldı ve direndi.[2*]

[1*] Bu ayete göre Musa ve Harun (a.s.), hem kendilerine verilen Firavun’a ve çevresine göstermiş hem de tebliğ etmeleri gereken ayetlerin tamamını tebliğ etmişlerdir (Furkan 25/35-36). 

 


(Tâhâ 20/57)
قَالَ اَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ اَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسٰى
Dedi ki: “Ey Musa! Sihrinle bizi topraklarımızdan çıkarmak için mi geldin?[*]

[*] A’raf 7/109-110, Şuara 26/33-34.


(Tâhâ 20/58)
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِه۪ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَٓا اَنْتَ مَكَانًا سُوًى
Kesinlikle biz de sana seninki gibi bir sihir getireceğiz. Şimdi aramızda, uygun bir yerde, senin de bizim de karşı çıkmayacağımız bir buluşma zamanı belirle."


(Tâhâ 20/59)
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزّ۪ينَةِ وَاَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى
Musa dedi ki: “İstediğiniz buluşma, süslenme (bayram) günü,[*] insanların toplanacağı kuşluk vakti olsun.”

[*] Bu süslenme günü, bir kraliyet gösterisi günü olabilir. Firavunlar, otoritelerini ve ilahi bağlantıları olduğu fikrini güçlendirmek için halka açık etkinlikler kullanırlardı. Bu nedenle, Firavun'un sihirbazlarının gücünü sergilemek üzere halka açık bir toplantı düzenlemesi, Mısır kraliyet uygulamaları hakkında bilinenlerle örtüşmektedir.


(Tâhâ 20/60)
فَتَوَلّٰى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ اَتٰى
Firavun döndü, oyun kuran adamlarını topladı[*] ve sonra (buluşma yerine) geldi.

[*] A’raf 7/111, Şuara 26/36-38.


(Tâhâ 20/61)
قَالَ لَهُمْ مُوسٰى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍۚ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرٰى
Musa onlara dedi ki: “Yazık size! Sakın bir yalanı Allah’a mâl etmeyin; yoksa Allah, bir azap ile kökünüzü kazır. Allah’a iftira edenlerin hayalleri kesinlikle boşa çıkar.”[*]

[*] İbrahim 14/15.


(Tâhâ 20/62)
فَتَنَازَعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى
Gizlice fısıldaşarak ne yapacaklarını aralarında tartıştılar.


(Tâhâ 20/63)
قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى
(Firavun ve adamları oyun kuranlara) dediler ki: “Bu ikisi (Musa ile Harun) kesinlikle sihirbazdır. Sizi sihirleriyle topraklarınızdan çıkarmak ve örnek düzeninizi[*] ortadan kaldırmak istiyorlar.

[*] Mü'min 40/26.


(Tâhâ 20/64)
فَاَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفًّاۚ وَقَدْ اَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلٰى
Haydi oyunlarınızı birleştirin ve tek saf olun. Bugün üstün gelen umduğuna kavuşacaktır.”[*]

[*] A’raf 7/113-114, Şuara 26/41-42.


(Tâhâ 20/65)
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى
(Oyun kuranlar:) “Musa! (Değneğini) Sen mi atarsın, yoksa ilk atan biz mi olalım?” dediler.[*]

[*] Bunlar, Firavun’un isteği ile harekete geçen bilim adamlarıdır. Firavun onlara, Musa ile Harun’un birer sihirbaz olduğunu, sihirleriyle onları topraklarından çıkarmak istediklerini söyleyerek (Tâhâ 20/63) durumun çok vahim olduğunu anlatmış ve başarılı olmaları halinde onlara en yüksek makamları vaat etmişti (A’râf 7/111-114). Onlar da Musa aleyhisselama verilen değnek mucizesini etkisiz hale getirmek için civa kullanmışlardı (İbn Kesir Tefsiri). Onların yere attıkları değnekler ve ipler, içini civa ile karışık sıvıyla doldurdukları hayvan bağırsakları olmalıdır. Böyle bir bağırsağı ucundan tutup kaldırınca değnek gibi ortasından tutunca ip gibi gözükür. Yere atınca da ısının civayı harekete geçirmesi ile hareket eden bir yılana benzer. Ama Musa aleyhisselamın değneği, onların attıklarını yutunca onun bir sihir değil mucize olduğunu anlamış, secdeye kapanmış ve Firavun’un ölüm tehditlerine aldırmamışlardı. Bir de o sihri, Firavun’un ağır baskıları sonucu yaptıklarını söyleyerek Allah’tan bağışlanma dilemişlerdi. (Tâhâ 20/73).

 


(Tâhâ 20/66)
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى
Musa dedi ki: “Hayır, siz atın!”[1*] Sihirlerinden dolayı birdenbire ipleri ve değnekleri Musa’ya, koşuyor gibi göründü.[2*]

[1*] Yunus 10/80, Şuara 26/43.

[2*] A’raf 7/116.


(Tâhâ 20/67)
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى
Musa birden, içinde bir korku hissetti.


(Tâhâ 20/68)
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى
Ona: “Korkma, üstün gelecek olan sensin!” dedik.[*]

[*] Yunus 10/81.

 

(Tâhâ 20/69)
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى
“Sağ elindeki değneği at da onların ustaca yaptıklarını yalayıp yutsun! Onların yaptıkları sadece bir sihirbaz oyunudur. Sihirbaz ne yaparsa yapsın umduğuna kavuşamaz.”[*]

[*] A’raf 7/117-119, Şuara 26/45.


(Tâhâ 20/70)
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى
(Yaptıklarının yutulduğunu gören) Sihirbazlar bir anda kendilerini secdede buldular. “Biz Harun’un ve Musa’nın Rabbine inandık.” dediler.[*]

[*] A’raf 7/120-122, Şuara 26/46-48.


(Tâhâ 20/71)
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّنَٓا اَشَدُّ عَذَابًا وَاَبْقٰى
Firavun: “Ben izin vermeden ona inandınız, öyle mi! Demek ki size sihri öğreten büyüğünüz oymuş. Öyleyse ben de ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabının daha güçlü ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle öğreneceksiniz.”[*]

[*] A’raf 7/123-124, Şuara 26/49.

 

(Tâhâ 20/72)
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ
Dediler ki: “Seni, bize gelen bu apaçık mucizelere ve bizi bölünme kanununa göre yaratana asla tercih etmeyeceğiz. Elinden geleni yap. Sen yapacağını sadece bu dünya hayatında yapabilirsin.[*]

[*] A’raf 7/125, Şuara 26/50.


(Tâhâ 20/73)
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
Biz Rabbimize inanıp güvendik ki hatalarımızı ve bize zorla yaptırdığın bu sihirden dolayı bizi bağışlasın. O’nun vereceği mükafat, daha iyi ve daha kalıcıdır.”[*]

[*] A’raf 7/126, Şuara 26/51.

 

(Tâhâ 20/74)
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى
Kim Rabbinin huzuruna suçlu olarak gelirse ona cehennem (azabı) vardır. Orada ne ölür ne de yaşar.[*]

[*] İbrahim 14/17, Fatır 35/36, Müddessir 74/28, A’la 87/13.


(Tâhâ 20/75)
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ
Her kim de O’nun huzuruna, iyi işler yapmış bir mümin olarak gelirse işte onlara yüksek dereceler vardır;


(Tâhâ 20/76)
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟
ölümsüz olarak kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri… İşte bu, kendini arındırıp geliştirenlerin alacakları karşılıktır.[*]

[*] Ankebut 29/58, A’la 87/14, Şems 91/9-10.

 

(Tâhâ 20/77)
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًاۚ لَا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشٰى
Musa’ya şöyle vahyettik:[1*] “Kullarımı (geceleyin) en tepeye çıkar![2*] Sonra, yakalanmaktan korkmadan ve çekinmeden onlar için denizde kupkuru bir yol aç.”

[1*] Şuara 26/52-63, Duhan 44/23-24.

[2*] “en tepeye çıkar” anlamı verdiğimiz kelime, “her şeyin en yükseği” anlamına gelen “serâh (سَرَاة)”dan türemiş olan esri (أَسْرِ) emridir (Müfredât, (سرى). Musa aleyhisselama verilen bu emir, İsrailoğullarını, Kızıldeniz’in kenarı ile Kahire arasında olan ve yüksekliği yer yer 2.000 metreyi geçen sıra dağların (Suna Doğaner, Mısır, DİA) tepesine çıkarma emridir. Çünkü o dağlar aşılmadan Kızıldeniz’e ulaşılamaz.
 

(Tâhâ 20/78)
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ
(Musa yola çıkınca) Firavun, ordularıyla birlikte peşlerine düştü. Fakat deniz üstlerine kapanıp onları içine aldı.[*]

[*] Bakara 2/50, A’raf 7/136, Enfal 8/54, Yunus 10/90, İsra 17/103, Şuara 26/64-66, Zuhruf 43/55, Zariyat 51/40. İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışı, Firavun ve ordularının onları takip edip boğulmaları, Tevrat’ın Çıkış 14 bâbında da ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. 


(Tâhâ 20/79)
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى
Firavun, halkını saptırmış ve doğru yolu göstermemişti.[*]

[*] Yunus 10/90-92, Kasas 28/40, Duhan 44/23-29.

 

(Tâhâ 20/80)
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى
Ey İsrailoğulları! Biz sizi düşmanınızdan kurtarmış,[1*] Tûr’un /Sina Dağı’nın sağ yanında sizinle sözleşmiş,[2*] üzerinize men /ekmek[3*] ile bıldırcın indirmiştik.

[1*] Bkz. Bakara 2/49 ve dipnotu. 

[2*] İsrailoğullarından alınan bu söz, Tevrat’ın Çıkış 19 ve devamı bâblarında anlatılmaktadır. 

[3*] Tevrat’ta “men” ile ilgili şu ifadeler vardır: “Rab Musa’ya, “Size gökten ekmek yağdıracağım” dedi, “Halk her gün gidip günlük ekmeğini toplayacak. Böylece onları sınayacağım: Benim yasama göre yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı, göreceğim.” (Çıkış 16:4-5) “Akşam bıldırcınlar geldi, ordugahı sardı. Sabah ordugahın çevresini çiy kaplamıştı. Çiy eriyince, toprakta, çölün yüzeyinde kırağıya benzer ince pulcuklar göründü. Bunu görünce İsrailliler birbirlerine, “Bu da ne?” diye sordular. Çünkü ne olduğunu anlayamamışlardı. Musa, “Rabbin size yemek için verdiği ekmektir bu.” dedi” (Çıkış 16:13-15). İsrailoğulları, Allah’ın men ve selva ikramı için “Tek çeşit yemeğe katlanamayacağız” diye yakınmışlardı (Bakara 2/61). Buna göre men ve selvâ bir arada tek çeşit yemek sayılmaktadır. Bu da men’in ekmek gibi yenecek veya ekmek yapmaya yarayacak bir gıda maddesi olmasını gerektirir. Nitekim men ile ilgili şu bilgiler de mevcuttur: “Menin kırağı şeklinde küçük ve yuvarlak, kişniş tohumu gibi beyaz ve ak günnük görünüşünde olduğu, lezzetinin ballı yufkaya benzediği belirtilmektedir (Çıkış 16:14, 31). Men hiçbir işleme tâbi tutulmaksızın tabii haliyle yenebildiği gibi ondan çeşitli yiyecekler de yapılıyordu. İsrâiloğulları men’i toplar, değirmende öğütür veya havanda döverek tencerede haşlar, pide yaparlardı ve bu taze yağ tadında olurdu (Sayılar 11:8).” (DİA) (Bakara 2/57, A’râf 7/160).


(Tâhâ 20/81)
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى
Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin.[1*] Sakın bu hususta taşkınlık etmeyin;[2*] yoksa öfkem üzerinize çöker. Her kimin üzerine öfkem çökerse o kesinlikle yıkılıp gider.

[1*] Burada özel olarak İsrailoğullarına verilen emir, Maide 5/87-88’de bütün mü’minlere verilmiştir.

[2*] Allah İsrailoğullarını uyardığı halde onlar, kendilerine verilen yiyecekler konusunda taşkınlık yaptılar. Yaptıkları taşkınlıklar Tevrat’ta, Allah’ın yasaklamasına rağmen onlara indirilen günlük yiyeceği ertesi güne kadar saklamaları (Çıkış 16:16-20) ve Şabat yani iş bırakma gününde yiyecek aramaları yasaklanmışken yiyecek bulmak için dışarı çıkmaları (Çıkış 16:27) şeklinde açıklanmıştır. Böyle davranarak Allah’ın sözlerine güvenmediklerini ortaya koymuş oldular (Çıkış 16:28). İsrailoğulları bununla da yetinmeyip, Allah’ın onlara hazır gönderdiği men ve selvadan sıkılarak çeşitli toprak ürünleri istemeye başlamışlardı (Bakara 2/61). Bu olay da Tevrat’ın Sayılar 11:4-6 pasajlarında anlatılmaktadır.

 
 

(Tâhâ 20/82)
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدٰى
Fakat şu da kesin ki tövbe eden /dönüş yapan, inanıp güvenen, iyi işler yapan ve bundan sonra da doğru yolda gideni ben mutlaka bağışlarım.[*]

[*] İşlenen günah ne olursa olsun, terk edilerek tövbe edilir ve doğru yola girilirse Allah, günahları bağışlar (Âl-i İmran 3/135-136; Nisa 4/17, 48, 116; Kasas 28/67), ayrıca kuluna ikramda bulunur (A’raf 7/153, Nahl 16/119, Furkan 25/68-71, Zümer 39/53).

 

(Tâhâ 20/83)
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى
(Allah Tûr Dağı’nda Musa’ya şöyle dedi:) “Ey Musa! Seni vaktinden önce halkından ayıran nedir?”[*]

[*] A’râf 7/142. ayete göre Musa aleyhisselam, Sina Dağı’na otuz günlüğüne çağrılmış sonra on gün eklenerek süre kırk gün kırk geceye çıkarılmıştır. Bu ayette, Musa aleyhisselamın oraya erken geldiği ifade edildiği için, bu on günün, sürenin baş tarafına eklendiği anlaşılmaktadır. Tevrat’ın Çıkış 24:18 pasajına göre de bu süre 40 gün 40 gecedir.

 

 


(Tâhâ 20/84)
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى
(Musa:) “Onlar benim izimdeler.[*] Ben de sen hoşnut olasın diye huzuruna erken geldim Rabbim!” dedi.

[*] “İzimdeler” şeklinde tercüme edilen (عَلَى أَثَرِي) ifadesi, İsrailoğullarının, Musa’nın (a.s.) öğretilerini takip ettiği anlamındadır. Bu, “peşimden geliyorlar” anlamında fiziksel bir takibi ifade etmez; çünkü Allah, Musa aleyhisselamı dağa tek başına çağırmış, halkın dağa yaklaşmasını yasaklamıştır. Bu bilgiler, Tevrat’ın Çıkış 19:12-13 ve 24:1-2 pasajlarında anlatılmaktadır. Tâhâ 20/85’te Allah’ın Musa’ya (a.s.) cevaben bildirdiği “Sâmirî onları saptırdı” haberi de Musa’nın (a.s.) “onlar benim yolumdalar” anlamında bir ifade kullandığını teyit eder.

 

(Tâhâ 20/85)
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ
Allah dedi ki: “Ama biz senden sonra halkını ağır bir imtihana soktuk. Sâmirî onları saptırdı.”[*]

[*] Samirî’nin halkı saptırması için önemli bir konumda olması gerekir. Ateşte eritilen altınlardan böğürebilen boğa şeklinde bir heykel çıkarması (Tâhâ 20/87-89) onun, bilgin bir sanatkar olduğunu gösterir. Musa aleyhisselamın getirdiği kitaba sıkı bir şekilde sarılması da dindar kişiliği ile tanındığını, Kitab’ı terkettikten sonra (Tâhâ 20/96) halkına: “Bu sizin ilahınızdır, Musa’nın da ilahıdır ama o, (onu) unuttu.” (Tâhâ 20/88) demesi ise İblis gibi doğru yolun üstüne oturup insanları saptırdığını gösterir. Onun bu ustaca tavırları halkın, Harun aleyhisselamı değil onu dinlemesine yol açmıştır. 

 

 


(Tâhâ 20/86)
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفًاۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًاۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي
Musa öfkeli ve üzüntülü bir şekilde halkına döndü.[1*] Dedi ki: “Ey halkım! Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmadı mı? Süre mi size uzun geldi yoksa Rabbinizin öfkesinin üzerinize çökmesini istediniz de onun için mi[2*] bana olan vaadinizden caydınız?”[3*]

[1*] A’raf 7/150.

[2*] Allah’ın bu vaadi, Tevrat’ın Çıkış 19:5-6 pasajlarında anlatılmaktadır.

[3*] İsrailoğulları Musa aleyhisselama, Allah’ın bütün söylediklerini yapacaklarına dair söz vermişlerdi (Tevrat/ Çıkış 19:7-8).


(Tâhâ 20/87)
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْنَٓا اَوْزَارًا مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ
Dediler ki: “Biz sana olan vaadimizden kendiliğimizden caymadık. Üzerimize (Mısırlı) halkın ziynet eşyalarından yüklendi (onları yanımızda getirdik).[*] Onları (eritmek için ateşe) attık. Sâmirî de aynı şekilde attı.”

[*] Şuara 26/57-59, Duhan 44/25-28. âyetlerini ve Tevrat’ın Çıkış 12:29-37 pasajlarına göre de İsrailoğulları Mısır’dan çıkarken, Allah onlara, Mısırlı komşularından altın ve gümüş süslerini /eşyalarını istemelerini emretmiştir. Mısırlılar, İsrailoğullarından ve onlar yüzünden başlarına gelen afetlerden kurtulmak için bunları vermiş, İsrailoğulları da yanlarında bu ziynetlerle yola çıkmıştır. Tevrat’ın Yaratılış 15:13-14 pasajlarına göre bu olay, Allah’ın İbrahim aleyhisselama verdiği, ‘soyunun dört yüz yıl kölelik yapıp, sonra köle oldukları topraklardan büyük bir mal varlığıyla çıkacakları’ sözünün yerine getirilmesidir. 

 

 


(Tâhâ 20/88)
فَاَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هٰذَٓا اِلٰهُكُمْ وَاِلٰهُ مُوسٰى فَنَسِيَۜ
Sonra (Sâmirî) onlara böğürebilen bir boğa heykeli çıkardı.[1*] (Sâmirî ve taraftarları)[2*] “Bu sizin ilahınızdır, Musa’nın da ilahıdır ama o, (onu) unuttu.” dediler.[3*]

[1*] Bakara 2/51 ve 92, A’râf 7/148. Tevrat’ın Çıkış 32:2, 23-24, 35 pasajlarına göre, buzağının yapımında Harun aleyhisselam aktif rol oynadığı iddia edilmektedir. Tevrat’a sokulan bu iddia, bu ayetlerle çelişmektedir.

[2*] Tevrat’ın Çıkış 12:38 pasajına göre, İsrailoğullarıyla birlikte Mısır’dan çıkan karma bir topluluk (Erev Rav) da vardı. Altın buzağı heykeli oluşturulduktan sonra, Samirî ve onun yolundan gidenler, buzağının İsrailoğullarının tanrısı olduğunu iddia etmişti (Tevrat/Çıkış 32:4).

[3*] Ahzab 33/69, Saf 61/5.


(Tâhâ 20/89)
اَفَلَا يَرَوْنَ اَلَّا يَرْجِعُ اِلَيْهِمْ قَوْلًاۙ وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا۟
Onun kendilerine tek bir sözle olsun karşılık veremediğini, onlara zarar vermeye de fayda sağlamaya da gücünün yetmediğini görmüyorlar mıydı?[*]

[*] Furkan 25/3.


(Tâhâ 20/90)
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي
Harun onlara daha önce şöyle demişti: “Ey halkım! Bununla sadece ağır bir imtihandan geçiriliyorsunuz. Sizin Rabbiniz, Rahman’dır /iyiliği sonsuz olandır. Artık siz bana uyun ve emrime itaat edin.”[*]

[*] Nisa 4/64.

 

(Tâhâ 20/91)
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِف۪ينَ حَتّٰى يَرْجِعَ اِلَيْنَا مُوسٰى
Onlar ise “Musa bize dönüp gelene kadar onun (boğa heykelinin) karşısında saygıyla durmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.” demişlerdi.

 

 

(Tâhâ 20/92)
قَالَ يَا هٰرُونُ مَا مَنَعَكَ اِذْ رَاَيْتَهُمْ ضَلُّواۙ
Musa (dönünce) dedi ki: “Ey Harun! Onların saptığını gördüğünde sana engel olan neydi,


(Tâhâ 20/93)
اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي
bana uymamana (yol açan engel?) Emrime karşı mı geldin?”


(Tâhâ 20/94)
قَالَ يَبْنَؤُ۬مَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَت۪ي وَلَا بِرَأْس۪يۚ اِنّ۪ي خَش۪يتُ اَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْل۪ي
Harun dedi ki: “Ey anamın oğlu! Saçıma sakalıma yapışma! Ben senin ‘İsrailoğullarını böldün; sözümü de dinlemedin’ demenden çekindim.”[*]

[*] A’râf 7/150.


(Tâhâ 20/95)
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ
Musa, Sâmirî’ye: “Ey Sâmirî! Senin amacın ne idi?” dedi.


(Tâhâ 20/96)
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه۪ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي
Sâmirî dedi ki: “Ben onların göremediklerini görmüş de Resul’ün /Kitab’ın yoluna iyice yapışmıştım. Sonra onu bıraktım. Canım böyle istedi.”[*]

[*] Resul (رسول), hem birine gönderilen söz hem de o sözü ileten elçi anlamındadır (Müfredat). Ayette geçen Resul, Allah’ın Musa ve Harun’u (a.s.) elçi olarak görevlendirdiğinde onlara verdiği kitaptır (Furkan 25/35-36). Zaten Allah’ın insanlardan istediğ şey, kitabına sıkı sarılmalarıdır (Âl-i İmrân 3/103). 

 

 


(Tâhâ 20/97)
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِي الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَۖ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَنْ تُخْلَفَهُۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذ۪ي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًاۜ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا
Musa: “Defol!” dedi. “Artık bu hayatta sana düşen: 'Kimse kimseye dokunmasın!'[1*] demendir. Sana (ve senin gibilere ahirette gerçekleşecek) bir tehdit var ki ondan asla vazgeçilmeyecek. Şimdi, karşısında saygıyla durmaya devam ettiğin ilahına bak! Onu, kesinlikle yakıp eritecek, sonra un ufak edip denize savuracağız.[2*]

[1*] Sâmirî bu ifadesiyle, kitaba sıkı sarıldıktan sonra bile bile kafir olduğunu itiraf etmiştir. Bile bile dinden dönen birinin hak ettiği ceza; Allah’ın, meleklerin ve insanların lanetlemesi yani dışlamasıdır (Bakara 2/159-160, Âl-i İmran 3/86-91, A’raf 7/152 -153). Musa aleyhisselamın ona söylediği şu söz, onun dışlanmış olmasının gereğidir: “Defol! Artık bu hayatta sana düşen: 'Kimse kimseye dokunmasın!” demendir.

[2*] Tevrat’ın Çıkış 32/20 pasajında da buzağının yok edilişi anlatılmaktadır.

 


(Tâhâ 20/98)
اِنَّمَٓا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا
Sizin ilahınız ancak, kendinden başka ilah olmayan Allah’tır.[1*] O, bilgisiyle her şeyi kuşatmıştır.”[2*]

[1*] Bakara 2/163.

[2*] En’am 6/80.


(Tâhâ 20/99)
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْرًاۚ
İşte böylece eskilerin haberlerinden bir kısmını sana tam olarak anlatıyoruz.[1*] Biz sana katımızdan bir zikir[2*] /kitap verdik.

[1*] A’raf 7/101, Hud 11/120. 

[2*] Zikir kavramı için bkz Tâhâ 20/14. ayetin dipnotu.

 

 


(Tâhâ 20/100)
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْرًاۙ
Her kim onunla (o zikir ile) arasına mesafe koyarsa[*] kıyamet /mezardan kalkış günü ağır bir günah yüklenecek,

[*] Kehf 18/57, Tâhâ 20/124-127, Secde 32/22.


(Tâhâ 20/101)
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلًاۙ
ölümsüz olarak bu halde kalacaklardır. Onların kıyamet günündeki yükleri ne kötüdür![*]

[*] En’am 6/31, Nahl 16/25.

 

(Tâhâ 20/102)
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًاۚ
Sûra üflendiği günki yükleri...[1*] O gün suçluları gözleri donuk bir halde toplayacağız.[2*]

[1*] En’am 6/73, Kehf 18/99, Mü’minun 23/101, Neml 27/87, Yasin 36/51, Saffat 37/19, Zümer 39/68, Kaf 50/20, Hakka 69/13, Nebe 78/18.

[2*] İbrahim 14/43, İsra 17/97, Enbiya 21/97, Kıyamet 75/7.

 

(Tâhâ 20/103)
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْرًا
Kendi aralarında “Dünyada yalnızca on gün kaldınız.” diye sessiz sessiz konuşacaklar.[*]

[*] Rum 30/55.


(Tâhâ 20/104)
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْمًا۟
Hayat tarzını örnek aldıkları kişi “(Hayır!) Sadece bir gün kaldınız.”[*] derken onların ne konuşacaklarını en iyi biz biliriz.

[*] Yunus 10/45, İsra 17/52, Müminun 23/112-114Ahkaf 46/35, Naziat 79/46.


(Tâhâ 20/105)
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفًاۙ
Sana dağları soruyorlar. De ki: “Rabbim onları un ufak edip savuracak,


(Tâhâ 20/106)
فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًاۙ
yerlerini bomboş ve dümdüz bırakacak,


(Tâhâ 20/107)
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجًا وَلَٓا اَمْتًا
orada herhangi bir çukur da tümsek de göremeyeceksin!”[*]

[*] İnsanların yeniden dirileceği günden önce dağların durumunu anlatan diğer ayetler için bkz: Kehf 18/47, Tur 52/10, Vakıa 56/5-6, Hâkka 69/14, Mearic 70/9, Müzzemmil 73/14, Mürselat 77/10, Nebe 78/20, Tekvir 81/3, Karia 101/5.

 

(Tâhâ 20/108)
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْسًا
O gün, kendilerini çağırana hiçbir tarafa sapmadan uyarlar.[1*] Rahman’a saygıdan dolayı sesler kısılır, bu yüzden fısıltıdan başka bir şey duyamazsın.[2*]

[1*] İsra 17/52, 71Kaf 50/20-23, Kamer 54/6-8.


(Tâhâ 20/109)
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا
O gün[1*] şefaat, Rahman’ın, lehine onay verdiği ve kendisi için söz söylenmesine razı olduğu kişiden başkasına fayda sağlamaz.[2*]

[1*] O gün, yeniden dirilme ile başlayıp sonsuza kadar devam edecek olan kıyamet /mezardan kalkış günüdür (A’raf 7/32).

[2*] Şefaat, birine yardımcı olmak veya birinden bir şey istemek için onunla bir araya gelmektir. Daha çok saygın ve üst derecede olan birinin alt derecede olan birini yanına alması anlamında kullanılır. İyi veya kötü bir işte bir başkasıyla yardımlaşmak da şefaat sayılır (Müfredat). Dünyada insanlar birbirlerine şefaat edebilir yani yardım edip destek olabilirler (Nisa 4/85). Ama mahşer günü, nebiler dahil, kimse kimseye şefaat edemez (Bakara 2/123, 254, En’âm 6/51, Secde 32/4, İnfitar 82/17-19). Allah, bilerek işlediği şirk günahı ile değil de (Bakara 2/22) diğer günahlarından dolayı cehenneme girip cezasını çekmiş birini, cennetteki bir yakınının yanına almasına izin verir. Böylece cennete olana şefaat hakkı tanımış olur. (A’râf 7/48-49, Yunus 10/3, Tur 52/21)

 

(Tâhâ 20/110)
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْمًا
Allah, onların önlerinde[1*] olan ve arkalarında kalan ne varsa hepsini bilir. Ama onlar bilgileriyle Allah’ı kavrayamazlar.[2*]

[1*] Önlerinde olan, o anda var olandır. Arkalarında kalan daha önceden yapıp ettikleridir. (Sebe 34/9, Yasin 36/9).

[2*] Bakara 2/255, En’am 6/103, Şûrâ 42/11.

 

 

(Tâhâ 20/111)
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا
Bütün başlar, daima diri ve her şeyi gözetimi altında tutan Allah için saygıyla eğilmiş, yanlışları yüklenenlerin[1*] hayalleri ise boşa çıkmıştır.[2*]

[1*] En büyük yanlış da şirktir (Lokman 31/13).

[2*] Bakara 2/80-81, Âl-i İmran 3/23-25A’raf 7/45, Şems 91/10.


(Tâhâ 20/112)
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا
İnanıp güvenerek iyi işler yapan, (mahşer günü) haksızlığa uğramaktan da mükafatının eksiltilmesinden de korkmaz.[*]

[*] Nisa 4/124, Enbiya 21/94.


(Tâhâ 20/113)
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا
Böylece bunu /Kur’an’ı, Arapça kur'ânlar /ayet kümeleri[*] oluşacak şekilde indirdik. Tehditleri de onun içinde, değişik biçimlerde anlattık ki yanlışlardan sakınsınlar ya da Kur’an onlar için bir bilgi oluştursun.

[*] Kur'ân (قُرْآنً), karaa (قرأ) fiilinin mastarı olan kur’ (القُرْء) veya kar’ (القَرْء)’dan türetilmiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab).  Arapçada Kur’ân (قُرْآنً)’ın çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır (İsra 17/106, Fussilet 41/3). Bir konuyu anlatan ana ayet (muhkem ayet) ile onu açıklayan benzer ayetler (müteşabih ayetler), o konuya ait anlam kümesini yani “kur’an’ı” oluşturur (Âl-i İmran 3/7, Zümer 39/23). Bir ayet şöyledir: Biz onu, kur’ânlar /anlam kümeleri oluşacak şeklinde ayırdık ki onu (anlam kümesinin tamamlanmasını) bekleyerek insanlara öğretesin. Onu parça parça indirdik (İsra 17/106). Buna göre, bir konu ile ilgili ayetlerin tamamı aynı anda inmeyebilir. Bundan dolayı Nebimiz, kendisine sorulan bazı sorulara hemen cevap vermemiş, ilgili ayet kümesinin tamamlanmasını beklemiştir. Aynı uyarı bizim için de geçerlidir. Herhangi bir konuda bütün ayetleri toplayıp bir araya getirmeden hüküm verilemez.

 

(Tâhâ 20/114)
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْمًا
Gerçek hükümdar olan Allah pek yücedir.[1*] (Ey Muhammed!) Kur'an’ın /ilgili ayet kümelerinin sana vahyedilmesi tamamlanmadan (hüküm vermekte) acele etme[2*] ve “Rabbim, ilmimi artır!” de.

[1*] Mü’minun 23/116.


(Tâhâ 20/115)
وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا۟
Daha önce Âdem’e bir sorumluluk yükledik; ama o (sorumluluğunu) unuttu /aklından çıkardı. Onda bir kararlılık görmedik.[*]

[*] Tâhâ 20/117, 121.


(Tâhâ 20/116)
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى
Bir gün meleklere: “Âdem’e secde edin /onun karşısında saygıyla eğilin!”[1*] dedik; hepsi hemen secde etti, İblis hariç. O direndi.[2*]

[1*] Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda, vücudumuz ayaklar, eller ve dizler üzerinde yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamındaki secdedir (Nisa 4/102-103).

 


(Tâhâ 20/117)
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى
Bunun üzerine dedik ki: “Ey Âdem! Bu, sana da eşine de düşmandır. Sakın sizi bu bahçeden çıkarmasın; yoksa mutsuz olursun![*]

[*] Bakara 2/36.


(Tâhâ 20/118)
اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ
Burada senin için aç kalmak da yok, çıplak kalmak da.[*]

[*] A’raf 7/20.

 

(Tâhâ 20/119)
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى
Burada susuzluk da çekmez, güneş altında da kalmazsın.”


(Tâhâ 20/120)
فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى
Sonra Şeytan ona fısıldadı: “Ey Âdem! Sana ölümsüzlük ağacını ve hiç yıpranmayacak bir saltanatı göstereyim mi?” dedi.[*]

[*] A’raf 7/20-21.


(Tâhâ 20/121)
فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ
Sonra ikisi de o ağaçtan yediler; bunun üzerine tüm bedenleri kendilerine göründü. Bahçenin yapraklarını üstlerine örtmeye başladılar.[1*] Âdem, Rabbine isyan etti ve yanlış kurgulara kapıldı.[2*]

[1*] Adem ve Havva, ilk günden itibaren elbiseli idiler (A’râf 7/26-27). O ağaçtan yedikten sonra elbiseleri soyulup bedenleri ortaya çıkınca çıplaklık onları rahatsız etmiş olmalıdır. Üzerlerine yaprak örtmeye çalışmalarının sebebi bu olabilir  (A’raf 7/22). Çünkü insanın deri yapısı diğer canlılar gibi değildir, birçok açıdan elbiseye ihtiyaç duyar ve farklı elbiseler sayesinde dünyanın her bölgesinde ve her mevsimde yaşayabilir. 

[2*] Ğayy (غَيّ) yanlış yola girmek ve isteğine kavuşamamaktır (Sıhah).

 


(Tâhâ 20/122)
ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى
Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini /dönüşünü kabul etti ve doğru yolu gösterdi.[*]

[*] Bu ayet Âdem’in (a.s.) nebî olduğuna delildir (Âl-i İmran 3/33 En’âm 6/87). Bakara 2/38-39 ile Tâhâ 20/123-126’da da rehberle ilgili genel kurallar ortaya konuyor.


(Tâhâ 20/123)
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعًا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى
(Allah, Âdem ile Havvâ’ya) dedi ki: “Siz ikiniz (ve İblis) hep birlikte, birbirinize düşman olarak oradan inin.[1*] Benden bir rehber /Kitap gelir de kim rehberime uyarsa ne yanlış yola girer ne de mutsuz olur.”[2*]

[1*] Düşman anlamı verdiğimiz kelimenin kökü olan adv (عدو), haddini aşmak ve uyumsuzluk anlamındadır (Müfredât). Burada ikil zamirden çoğul zamire geçilmiştir. Arapçada çoğul en az üçü ifade ettiğinden buradaki üçüncü varlık İblis’tir. Şeytan insana muhaliftir. Muhalefet eşler ve çocuklar arasında da olur (Teğabun 64/14).

[2*] Bakara 2/34-39A’raf 7/11-25, Hicr 15/28-43İsra 17/61-65, Kehf 18/50Sad 38/71-85. Bu ve benzeri ayetlerde (Bakara 2/38, 62; Yunus 10/62, Ahkaf 46/13) Allah’ın kitabına uyan kimselerin üzerinde korku olmayacağı bildirilir. Diğer taraftan Allah, bizleri korku, açlık, can, mal ve ürün noksanlığı ile yıpratıcı bir imtihandan geçireceğini de bildirmiştir (Bakara 2/155). Bunlar birlikte düşünülünce, dünyada korku hissedilecek durumlarla mutlaka karşılaşılacağı ama Allah’ın kitabına uyanların bu imtihanı büyük bir başarının sebebi olarak görecekleri için korku ve üzüntünün etkisi altında kalmayacakları anlaşılır. Böyle kimseler en büyük ödülü ahirette göreceklerdir (Tevbe 9/72) Nitekim Allah'ın nebileri ayette belirtilen zorluklarla karşılaşmalarına rağmen hiçbir zaman gevşeklik göstermeyerek sabretmiş ve hem dünya hem de ahirette güzellikleri hak etmişlerdir. Bunun bir örneği Yakup ve Yusuf (a.s)'dır. Onlar, yaşadıkları korku ve üzüntüler karşısında gösterdikleri sabra karşılık dünyada ödüllendirilmiş (Yusuf 12/100-101), ahirette de büyük nimetleri hak etmişlerdir.

 

 


(Tâhâ 20/124)
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى
Kim de zikrimle[1*] /Kitabımla arasına mesafe koyarsa onun sıkıntılı bir hayatı olur.[2*] Onu kıyamet /mezardan kalkış günü mahşer yerine kör olarak getiririz.[3*]

[1*] Zikir kavramı için bkz Tâhâ 20/14. ayetin dipnotu.

[2*] Kehf 18/57, Secde 32/22.

[3*] Dünyadayken Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelenler, ahirette kabirlerinden kör olarak kaldırılıp mahşer yerine kör olarak getirilecekler (İsra 17/72); ardından Kaf 50/22. ayette belirtildiği gibi gözleri açılacak ve her şeyi görür hale geleceklerdir.


(Tâhâ 20/125)
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يرًا
O, “Rabbim, beni mahşer yerine niye kör olarak getirdin? Halbuki ben gören biriydim!”[*] der.

[*] İsra 17/72.


(Tâhâ 20/126)
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى
Allah da der ki: “Evet öyle; ayetlerimiz sana geldi, ama sen onları unuttun /aklından çıkardın. Bugün de sen aynı şekilde unutulacaksın.”[*]

[*] A’raf 7/51, Casiye 45/34, Secde 32/14.


(Tâhâ 20/127)
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى
Aşırı giden ve Rabbinin ayetlerine inanıp güvenmeyenleri işte böyle cezalandırırız.[1*] Şüphesiz ki ahiretteki azap en çetin[2*] ve en kalıcı olandır.

[1*] Nisa 4/123.

[2*] Çetin, ayetteki (’شديد) ‘şedîd’in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır (En'âm 6/160).


(Tâhâ 20/128)
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
Kendilerinden önce nice nesilleri helak etmiş olmamız bunları yola getirmedi mi? Üstelik bunlar, onların yaşadığı yerlerde dolaşıyorlar.[1*] Yanlışlardan engelleyen bir akla sahip olanlar için bunda kesinlikle ayetler /göstergeler vardır.[2*]

[1*] Hud 11/82-83, Hicr 15/74-79, Saffat 37/137-138.

[2*] En’am 6/6, A’raf 7/100, Secde 32/26.

 

(Tâhâ 20/129)
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ
Eğer senin Rabbin tarafından önceden verilmiş bir söz ve belirlenmiş bir ecel[1*] olmasaydı gereken mutlaka yapılırdı (işleri bitirilirdi).[2*]

[1*] Bkz. En’am 6/2 ve dipnotu.

[2*] Allah cezayı hemen vermez, belirlediği sürenin dolmasını bekler (Yunus 10/12, İbrahim 14/42, Nahl 16/61, Kehf 18/58, Ankebut 29/53, Fatır 35/45 Şûrâ 42/14).

 


(Tâhâ 20/130)
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى
Öyleyse sen onların söylediklerine sabret /duruşunu bozma![1*] Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de her şeyi mükemmel yapmasına karşılık Rabbine ibadet et.[2*] Gece saatlerinde[3*] ve gündüzün bölümlerinde[4*] de ibadet et ki memnun kalasın.[5*]

[1*] Yunus 10/109, Nahl 16/127, Rum 30/60, Mü’min 40/55, 77, Ahkaf 46/35, Tur 52/48, Kalem 68/48, Müzzemmil 73/10, Müddessir 74/7, İnsan 76/24.

[2*] Güneşin doğmasından öncesi, güneşin batmasından doğmasına kadar olan vakti gösterir. Bu vakitte akşam ve yatsı ve sabah namazları, batmasından önce de öğle ve ikindi namazları kılınır.

[3*] Gece 3 ana bölümden oluşur. Eşite yakın uzunlukta olan birinci ve üçüncü bölümü alacakaranlık, ikisinin arası ve en uzun bölümü gecenin ortasıdır (Müzzemmil 73/20 ). Akşamın alaca karanlığı iki bölümden oluşur. Birinci bölümü akşam namazı, ikincisi yatsı namazı vaktidir. Sabahın alaca karanlığı da ikiye ayrılır, birinci bölümü fecr-i kâzib yani seher ve sahur vakti, ikincisi de fecr-i sâdık yani sabah namazı vaktidir. Yatsının sonundan sabah namazı vaktine kadar olan kısım, uyuyup dinlenme (Nur 24/58) ve kalkıp teheccüd namazı kılma vaktidir (İsra 17/79). Farz namazların vakitleri belli olduğu için (Nisa 4/103) yatsı namazı sabaha kadar uzamaz. 

[4*] “Gündüzün bölümleri” anlamı verilen etrâfe’n-nehar (أطراف النهار) ifadesindeki “etrâf” kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterdiğinden ayetin bu bölümü, gündüz kılınacak nafile namazların en az üç vakitte olacağını gösterir. Bunlar kuşluk namazı ile öğle ve ikindi namazlarının farzından önce ve sonra kılınan nafilelerdir.

[5*] Farz namazların vakitlerini gösteren iki ayet “Namazı kıl! (أَقِمِ الصَّلاَةَ)” emriyle başlar (Hud 11/114, İsra 17/78). Farz ve nafile namazların vakitlerini birlikte ifade eden ayetlerde ise “sebbih (سَبِّحْ)” yani “tesbih et” emri kullanılır (Rum 30/17-18, Kaf 50/39-40, Tur 52/48-49,İnsan 76/26). Buradaki emir de “tesbih et” şeklindedir. Ancak Türkçede tesbih etme fiili yalnızca belli sözlerin tekrar tekrar söylenmesi şeklinde anlaşıldığı için “tesbih et” yerine “ibadet et” ifadesi tercih edilmiştir.


(Tâhâ 20/131)
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
Onlardan bazı kesimleri yararlandırdığımız dünya hayatının şaşaasına gözünü dikme! Bu, onları, o ortamda ağır bir imtihandan geçirmemiz içindir. Rabbinin (ahirette) vereceği rızık daha hayırlı ve kalıcıdır.[*]

[*] Tevbe 9/55, 85, Hicr 15/88.

 

(Tâhâ 20/132)
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقًاۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى
Ailene namazı[1*] emret,[2*] sen de onu sebatla kıl. Biz senden bir rızık istemiyoruz, sana rızık veren biziz. Mutlu son, yanlışlardan sakınanlar içindir.

[1*] Ayetin metninde geçen es-salât (الصَّلَاة) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır (Lisan’ul-Arab). Burada verilen emir, Allah'ın verdiği görevleri, onun rızası için sürekli yapmaktır. Her Müslüman’ın hiç aksatmadan yapması gereken tek ibadet namaz olduğu için ona da salât denmiştir. 

 

(Tâhâ 20/133)
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُولٰى
Dediler ki: “(Muhammed) Bize Rabbinden bir mucize getirseydi ya?”[1*] (Kur’an’a dair) Önceki kitaplardaki açık belge onlara gelmedi mi?[2*]

[1*] Yunus 10/20, Ra’d 13/7, İsrâ 17/59, Ankebût 29/50-52.

[2*] Bakara 2/89-90, 101, Enbiya 21/5-6Şuara 26/192-197.

 
 

(Tâhâ 20/134)
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى
Bundan / Kur’an gelmeden önce onları bir azap ile helak etseydik[1*] şöyle derlerdi: “Rabbimiz! Böyle rezil hale düşüp sürünmeden önce keşke bize bir elçi gönderseydin de senin ayetlerine uysaydık!”[2*]

[1*] İsra 17/15, Kasas 28/59.

[2*] Nisa 4/165, Kasas 28/47.

 

 


(Tâhâ 20/135)
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى
De ki: “Herkes beklemektedir, siz de bekleyin.[1*] Düzgün yolun yolcularının kimler olduğunu ve kimlerin doğru yola geldiğini yakında öğreneceksiniz.”[2*]

[1*] Tur 52/31.

[2*] Mülk 67/22.