İSRÂ

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(İsrâ 17/1)
سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Bir kısım ayetlerini göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketli kıldığı el-mescidü'l-aksâya[1*] /en uzak mescide çıkaran[2*] Allah, bütün eksikliklerden uzaktır[3*]. O, daima dinleyen ve görendir.

[1*] İsra 17/60, Necm 53/13-18. el-mescidü'l-aksâ /en uzak mescid, yedinci kat semada olan ve sürekli ibadete açık olan el-Beyt’ül-Ma’mûr’dur (Tûr 52/4-5). Gelenekte Mescid-i Aksa’nın Kudüs’te olduğu kabul edilir. Halbuki Ömer (r.a) Kudüs’ü fethettiğinde orada böyle bir mescit yoktu. Bu sebeple Süleyman Mâbedi’nin molozlar altında kalan yerini temizleyip orada namaz kıldırmıştı (Nebi Bozkurt, Mescid-i Aksâ, DİA). Allah Teâlâ, bazı âyetlerini göstermek için bir gece, Mescid-i Haram’dan el-Mescid’ül-Aksâ’ya çıkardığı Muhammed aleyhisselama o âyetleri, yedinci kat göğün son noktasında, Sidret’ül-Müntehâ’nın yanında gösterdi. Oranın yakınında da Cennet vardır (Necm 53/18). Ona, el-Mescidü'l-Aksâ / en uzak mescit denmesinin sebebi bu olmalıdır. Orası ancak meleklerin ibadet yeri olabilir. Çünkü onlar da ibadetle yükümlüdürler (A’raf 7/206, Nahl 16/49-50, Zariyat 51/56). 

[2*] İsrâ (إسراء) kelimesi, “seriy (سرِي)” kökünden türemiş kabul edilerek ona “gece yürüyüşü” anlamı verilir. Bu kökten türemiş fiillerin geçtiği ayetlerde “gece (ليل)” kelimesi de olduğu için bu anlam uygun değildir. Taha 20/77, Şuarâ 26/52. âyetlerde “gece (ليل)” ifadesi açıkça geçmese de ilgili diğer ayetlerden dolayı onlarda da  “gece (ليل)” kelimesi takdir edilir.  İsrâ (إسراء) kelimesi, “her şeyin en yükseği” anlamına gelen “serâh (سَرَاة)”dan türemiştir (Müfredât, (سرى) mad). Kur’an’da isrâ kökünden gelen fiillerin tamamı, “en yükseğe çıkarma” anlamındadır. Necm suresindeki ayetler (Necm 53/13-18) “isrâ”nın, en yükseğe çıkarma anlamında olduğunun en açık delilleridir. Kelimenin geçtiği diğer beş ayetten ikisi, Lut aleyhisselama verilen şu emri içerir: “Gecenin bir bölümünde aileni isrâ et/ en yukarıya çıkar!” (Hud 11/81, Hicr 15/65). Tevrat’ta da yer alan “en yukarıya çıkar!” emri, gelecek azaptan kurtulmaları için Lut aleyhisselamın, ailesini dağa çıkarması emridir (Tekvin 19/17). Diğer üç ayette ise Musa aleyhisselama, “kullarımı en yukarıya (dağa) çıkar!” (Taha 20/77, Şuarâ 26/52, Duhan 44/23) emri vardır. Orası, Kızıldeniz’in kenarı ile Kahire arasında olan ve yüksekliği yer yer 2.000 metreyi geçen sıra dağlar olmalıdır  (Suna Doğaner, Mısır, DİA). Çünkü o dağlar aşılmadan Kızıldeniz’e ulaşılamaz.
 
[3*] Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki left ( لفت ) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır: ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.

(İsrâ 17/2)
وَاٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُون۪ي وَك۪يلًاۜ
Musa’ya o kitabı verdik[1*] ve onu, İsrailoğullarına rehber kıldık ki benimle aralarına bir vekil koymasınlar.[2*]

[1*] Hiçbir ayette Musa aleyhisselama verilen Kitab’ın Tevrat olduğundan söz edilmez ama Müslümanlara bunun tam tersi öğretilmiştir (Bakara 2/53, 87, En'am 6/91, 154, Hud 11/17, 110, Enbiya 21/48, Mü'minun 23/49, Furkan 25/35, Kasas 28/43, Secde 32/23, Saffat 37/117, Mü'min 40/53, Fussilet 41/45, Ahkaf 46/12, Necm 53/36, A’lâ 87/19).Tevrat, Musa aleyhisselam dahil, İsrailoğullarına gönderilen nebilere indirilen kitapların toplamıdır. O nebilerin hepsi Tevrat ile hüküm vermişlerdir (Maide 5/44). İsa aleyhisselam da onlardandır (Maide 5/110, Saf 61/6,14). Ona indirilen kitap, İncil’dır (Maide 5/46). Yahudiler, İsa aleyhisselama inanmadıkları, hatta onu öldürmeye kalktıkları için (Âl-i İmrân 3/55, Nisa 4/156-158) İncil’i Tevrat’a almamışlardır. İsa’ya inananlar bunu yapmış ve İncil ile Tevrat’tan oluşan kitaba, Kitab-ı mukaddes adını vermişlerdir (DİA, Kitab-ı Mukaddes). 

[2*] Önceki ayette olduğu gibi burada da iltifat sanatı vardır.

 

(İsrâ 17/3)
ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۜ اِنَّهُ كَانَ عَبْدًا شَكُورًا
Ey Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızın soyundan gelenler![1*] Nuh, görevini tam olarak yerine getiren[2*] bir kuldu.

[1*] Meryem 19/58. Bu husus Tevrat’ta şöyle anlatılır: “Tufandan sonra kayda geçen, ulus ulus, boy boy yeryüzüne yayılan bütün bu insanlar Nuh'un soyundan gelmedir.” (Yaratılış 10:32)

[2*] Ayette “görevini tam olarak yerine getiren” anlamı verilen (شكور)  şekûr kelimesi şükür kökündendir. Şükür, yapılan iyiliğin değerini bilmek, yapanı övmek ve hak edilen karşılığı vermektir (Müfredât). 


(İsrâ 17/4)
وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَب۪يرًا
O kitaba /Tevrat’a[*] İsrailoğulları için şu kararımızı koyduk: “Kesinlikle yeryüzünde iki kere fesat çıkaracak ve kesinlikle büyüklendikçe büyükleneceksiniz.”

[*] Tevrat’ın Tesniye (28:15-68 ve 33:4), Yeşaya (5:24-30) ve Yeremya (2:28; 18:6-19) bölümlerinde İsrailoğulları’nın yaptıkları yanlışlar nedeniyle başlarına gelecek olaylar hakkında bilgiler vardır.

 

 


(İsrâ 17/5)
فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ اُو۫لٰيهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَادًا لَنَٓا اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِۜ وَكَانَ وَعْدًا مَفْعُولًا
Birincisinin vakti geldiği zaman savaş gücü yüksek kullarımızı üzerinize saldık, onlar da yurtlarınızı didik didik ettiler. Bu, gerçekleşmiş bir sözdür.[*]

[*] Kral Yehoyakim zamanında Bâbil Kralı Nebukadnezzar (Buhtunnasr) Kudüs'e girerek kralı emri altına almış, pek çok insanla birlikte mabedin değerli eşyalarını da götürmüştür. Üç yıl sonra kralın isyan etmesi üzerine M.Ö. 597'de Kudüs'e ikinci defa giren Nebukadnezzar, bu defa mabedin kalan eşyalarıyla birlikte yeni kral Yehoyakin'i Bâbil'e götürmüş, onun yerine Tsedekiya'yı kral yapmıştır. On yıl sonra Tsedekiya'nın saltanatında Nebukadnezzar'ın üçüncü defa Kudüs'e yürüyerek şehri kuşatması üzerine korkunç bir açlık baş göstermiş. Nihayet şehir düşmüş, mâbed, saray ve genel olarak Kudüs ateşe verilmiş, duvarlar yıkılmış ve halkın bir kısmı sürgün edilmiştir. (DİA, Kudüs md.) Bakara 2/259. Ayette bu olaya işaret vardır.

 


(İsrâ 17/6)
ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَاَمْدَدْنَاكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَجَعَلْنَاكُمْ اَكْثَرَ نَف۪يرًا
Sonra sizi tekrar diğerlerine üstün hale getirecek, mallar ve evlatlar verecek ve askeri açıdan en güçlü hale getireceğiz.


(İsrâ 17/7)
اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ وَاِنْ اَسَأْتُمْ فَلَهَاۜ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ لِيَسُٓؤُ۫ا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يرًا
İyi davranırsanız iyiliği kendinize yapmış olursunuz. Kötü davranırsanız o da kendinize olur. Ama (yeryüzünde fesat çıkarmanızdan dolayı) son tehdidin zamanı gelince sizi üzüntüye boğsunlar, o Mescid’e (Beyt-i Makdis’e) ilk girenler gibi girsinler ve hakimiyet kurdukları her şeyi yakıp yıksınlar diye (tekrar kullarımızı üzerinize salacağız.)[*]

[*] MS. 70 yılında Romalı kumandan Titus Kudüs'ü kuşatmış, Beyt-i Makdis başta olmak üzere neredeyse bütün şehri yakmıştı. Bu sırada İsrailoğulları, Roma hakimiyeti altında oldukları için onlara karşı koyacak bir askeri güçleri yoktu (DİA, Kudüs). Bu sebeple o yenilgi, bu ayette anlatılan yenilgi değildir. Zaten öyle olsaydı Allah, onun da gerçekleştiğini söylerdi. Kendilerine haram kılınmasına rağmen faizli kredi vermeyi bırakmayan İsrailoğulları (Nisa 4/161), 18. asırdan itibaren dünyaya hakim olan bankacılık ve kaydi para sistemini iyi kullanarak paraya, silah sanayine ve ekonominin her sahasına hakim oldular. Bu hakimiyet öyle bir noktaya ulaştı ki Gazze’yi ele geçirmek için 7 Ekim 2023’te başlatılan savaşta, hak ve hukuk tanımayan İsrail’i, dünyanın en büyük devleti olan Amerika'nın başkanı Joe Biden, kayıtsız şartsız desteklediğini açıkladı ve bir çok büyük devlet de Amerika gibi davrandı. Böylece, askeri açıdan en üstün konuma geldiklerini bütün dünya gördü. Yapılan bu büyük yanlışlar sebebiyle artık ikinci tehdidin zamanı geldi. Allah’ın görevlendireceği kulları, en yakın zamanda onlara hakim olacak ve her şeylerini, yerle bir edeceklerdir. 

 

 

 

(İsrâ 17/8)
عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يَرْحَمَكُمْۚ وَاِنْ عُدْتُمْ عُدْنَاۢ وَجَعَلْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِر۪ينَ حَص۪يرًا
Belki Rabbiniz size merhamet eder. Ama siz dönerseniz biz de döneriz (sizi yine cezalandırırız).[*] Biz Cehennemi kâfirler için tıkılıp kalma yeri yaptık.

[*] Bu konu Tevrat’ta şöyle ifade edilir: “Bir ulusun ya da krallığın kökünden söküleceğini, yıkılıp yok edileceğini duyururum da uyardığım ulus kötülüğünden dönerse başına felaket getirme kararımdan vazgeçerim. Öte yandan, bir ulusun ya da krallığın kurulup dikileceğini duyururum da o ulus sözümü dinlemeyip gözümde kötü olanı yaparsa ona söz verdiğim iyiliği yapmaktan vazgeçerim.” (Yeremya 18:7-10)

 
 

(İsrâ 17/9)
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَهْد۪ي لِلَّت۪ي هِيَ اَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْرًا كَب۪يرًاۙ
Bu Kur’ân, en doğru olanı gösterir.[1*] İyi işler yapan müminlere, kendileri için büyük bir ödül olduğunu,[2*]

[1*] Bakara 2/2, A’raf 7/52, Yunus 10/57, Yusuf 12/111, Nahl 16/64, 89, Neml 27/77, Lokman 31/3.

[2*] Fussilet 41/2-4, Ahkaf 46/12.

 

(İsrâ 17/10)
وَاَنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا۟
ahirete inanmayanlar için de acıklı bir azap hazırladığımızı müjdeler.[*]

[*] Kehf 18/1-4,


(İsrâ 17/11)
وَيَدْعُ الْاِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَٓاءَهُ بِالْخَيْرِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ عَجُولًا
İnsan; sanki hayrı istiyormuş gibi şerri ister.[1*] İnsan pek acelecidir[2*].

[1*] Enfal 8/32, Ra’d 13/6, Sad 38/16.

[2*] Enbiyâ 21/37Mearic 70/19-21.

 

(İsrâ 17/12)
وَجَعَلْنَا الَّيْلَ وَالنَّهَارَ اٰيَتَيْنِ فَمَحَوْنَٓا اٰيَةَ الَّيْلِ وَجَعَلْنَٓا اٰيَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُوا فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَۜ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْص۪يلًا
Geceyi ve gündüzü iki ayet /gösterge yaptık,[1*] sonra gecenin göstergesini (karanlık olma şartını) kaldırdık.[2*] Hem Rabbinizin lütfunu arayasınız hem de yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye[3*] gündüzün göstergesini aydınlatıcı kıldık.[4*] Biz her şeyi ayrıntılı olarak açıkladık.[5*]

[1*] Yasin 36/37, Fussilet 41/37.

[2*] Gece denilince akla ilk gelen şey karanlıktır. Allah karanlığı, gecenin göstergesi olmaktan çıkardığı için yazın kutup bölgelerinde geceler, tamamen veya kısmen aydınlık olur. Gecenin diğer göstergeleri devam ettiğinden onlara “beyaz geceler” denir. Allah göğü yükseltmiş, bir mizan yani denge koymuş ve o dengeye uymamızı emretmiştir (Rahman 55/7-9). Dengenin orta noktası 45 derece enlemdir. Allah’ın koyduğu denge gereği beyaz geceler yazın 45 derece enlemden itibaren başlar, kutuplara doğru gittikçe uzar, sonra da tümüyle beyaz geceler oluşur. Doğru bir takvim için bu dengenin dikkate alınması zorunludur (Naziat 79/29, Şems 91/1, Duha 93/1-2).

[3*] Gün içindeki vakitler ve Güneş takvimi Güneş’e göre, kamerî ay içindeki vakitler ve kamerî yıllar da Ay’a göre hesaplanır (Bakara 2/189, Yunus 10/5, Yasin 36/38-40, Rahman 55/5). 

[4*] Yunus 10/67, Neml 27/86, Mü’min 40/61.

[5*] A’raf 7/52, Hud 11/1.


(İsrâ 17/13)
وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَابًا يَلْقٰيهُ مَنْشُورًا
Her insanın uçup gider sandığı (cimrilik edip kimseye vermediği) şeyini de boynuna dolarız.[1*] Kıyamet /mezardan kalkış günü önüne kendisini açık bir şekilde karşılayacak bir amel defteri de çıkarırız.[2*]

[1*] Âl-i İmran 3/180, Nisa 4/53, İsra 17/100.

[2*] Mü’minun 23/62, Yasin 36/12, Zuhruf 43/80, Câsiye 45/29, Kâf 50/17-18, Kamer 54/52-53, Mücadele 58/6, Nebe 78/29, İnfitâr 82/10-12.


(İsrâ 17/14)
اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يبًاۜ
“Oku amel defterini!” deriz. “Bugün kendi hesabını görmeye kendin yetersin.”[*]

[*] Kehf 18/49, Hâkka 69/18-32, Kıyamet 75/14, İnşikak 84/6-15Zilzal 99/6-8.

 


(İsrâ 17/15)
مَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ وَمَا كُنَّا مُعَذِّب۪ينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولًا
Kim yola gelirse kendisi için gelir, kim de yoldan çıkarsa kendi aleyhine çıkar.[1*] Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez.[2*] Biz bir resul /kitap[3*] göndermeden azap edecek değiliz.[4*]

[1*] En’am 6/104, Yunus 10/108, Neml 27/92, Rum 30/44, Zümer 39/41, Fussilet 41/46.

[2*] En’am 6/164, Fatır 35/18, Zümer 39/7, Necm 53/38.  

[3*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir.  (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen  Allah’ın resulü (رسول اللّه) ifadelerinde asıl vurgu ayetleredir. Muhammed aleyhisselam öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, sadece Kur’an’dır (Al-i İmrân 3/144). Resul kelimesi yerine ”resul /kitap” ifadesi bunun için yazılmıştır (Maide 5/67, Nahl 16/35).

[4*] Nisa 4/165, Tevbe 9/115, Taha 20/134, Şuara 26/208, Kasas 28/59.


(İsrâ 17/16)
وَاِذَٓا اَرَدْنَٓا اَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً اَمَرْنَا مُتْرَف۪يهَا فَفَسَقُوا ف۪يهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْم۪يرًا
(Günaha dalmış) Bir kenti helak etmek istediğimizde oranın şımartılmışlarına emirlerimizi ulaştırırız. Bunun üzerine onlar orada yoldan çıkarlar.[1*] Artık helakin şartları oluşur,[2*] sonra da orayı yerle bir ederiz.

[1*] Fasık olanlar şu ayetlerde anlatılmıştır: Bakara 2/26-27, Haşr 59/19.  َ

[2*] Nisa 4/147, En’am 6/123, 131, A’raf 7/96-99, Yunus 10/13, Hud 11/117, Ra’d 13/11, Kasas 28/59, Fatır 35/42-43.

 


(İsrâ 17/17)
وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِنْ بَعْدِ نُوحٍۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِه۪ خَب۪يرًا بَص۪يرًا
Nuh’tan sonra nice nesilleri helak ettik..[*] Rabbinin, kullarının günahını ayrıntıları ile bilmesi ve görmesi yeterlidir.

[*] Sâd 38/3.


(İsrâ 17/18)
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ يَصْلٰيهَا مَذْمُومًا مَدْحُورًا
Kim (sadece) bir an önce eline geçecek olanı /dünyayı isterse istediğimiz kişiye gerek gördüğümüz kadarını[1*] burada çabucak verir, sonra ona cehennemi yerilmiş ve kovulmuş olarak kalacağı bir yurt yaparız.[2*]

[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

 

(İsrâ 17/19)
وَمَنْ اَرَادَ الْاٰخِرَةَ وَسَعٰى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُورًا
Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak onun için gereği gibi çalışırsa işte onların çalışması karşılığını bulacaktır.[*]

[*] Bakara 2/201, Âl-i İmran 3/145, Nisa 4/134, Şûrâ 42/20, İnsan 76/22, Ğaşiye 88/8-9.

 

(İsrâ 17/20)
كُلًّا نُمِدُّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مِنْ عَطَٓاءِ رَبِّكَۜ وَمَا كَانَ عَطَٓاءُ رَبِّكَ مَحْظُورًا
Bunlardan her birine Rabbinin ödülünden veririz.[*] Rabbinin ödüllendirmesi engellenemez.

[*] Bakara 2/202, Necm 53/39-41.

 


(İsrâ 17/21)
اُنْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ وَلَلْاٰخِرَةُ اَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَاَكْبَرُ تَفْض۪يلًا
Onlardan kimini kimine nasıl üstün kıldığımıza bir bak![1*] Ahiretteki derece farkları elbette daha büyüktür, üstünlükler de daha büyüktür.[2*]

[1*] Nisa 4/32, En’am 6/165, Nahl 16/71, Zuhruf 43/32.

[2*] Nisa 4/95-96, En’am 6/132, Tâhâ 20/75-76, Ahkaf 46/19, Hadid 57/10.

 


(İsrâ 17/22)
لَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُومًا مَخْذُولًا۟
Allah’ın yanı sıra başka bir ilah oluşturma! Yoksa yerilmiş ve yüzüstü bırakılmış olarak oturup kalırsın[*].

[*] İsra 17/39.


(İsrâ 17/23)
وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًاۜ اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَر۪يمًا
Rabbin şöyle hükmetmiştir: Ondan başkasına kulluk etmeyin, ana-babaya da iyi davranın![1*] Onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşacak olurlarsa onlara “öf!” deme ve ilgisiz davranma![2*] Onlara gönül alıcı sözler söyle!

[1*] Bakara 2/83, Nisa 4/36, En’am 6/151, Ankebut 29/8, Lokman 31/14-15, Ahkaf 46/15-17.

[2*] "İlgisiz davranma!" anlamını verdiğimiz velâ tenherhumâ (وَلَا تَنْهَرْهُمَا) ifadesindeki fiilin kökü olan nehr (نهر), bir şeyin açılması veya onu açma anlamına gelir (Mekayis). İki kıyı arasından akıp giden suyun yerine nehir (نهر), güneşin doğuşu ile batışı arasına giren aydınlığa da nehar (نهار) yani gündüz denir.

 


(İsrâ 17/24)
وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ي صَغ۪يرًاۜ
Onlara olan merhametinden dolayı, alçak gönüllülükle kol kanat ger. De ki: “Rabbim! Küçükken onlar beni nasıl büyütüp yetiştirdilerse sen de onlara o şekilde iyilik ve ikramda bulun.”[*]

[*] Ahkaf 46/15.


(İsrâ 17/25)
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ي نُفُوسِكُمْۜ اِنْ تَكُونُوا صَالِح۪ينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّاب۪ينَ غَفُورًا
Rabbiniz, içlerinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kimseler olursanız (bilin ki) o, kendisine yönelenleri daima bağışlar.[*]

[*] İsra 17/54.


(İsrâ 17/26)
وَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذ۪يرًا
Akrabaya, çaresize ve yolcuya hakkını ver;[*] ama saçıp savurma!

[*] Nahl 16/90, Rum 30/38Zariyat 51/19, Mearic 70/24-25.


(İsrâ 17/27)
اِنَّ الْمُبَذِّر۪ينَ كَانُٓوا اِخْوَانَ الشَّيَاط۪ينِۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه۪ كَفُورًا
Saçıp savuranlar şeytanların[*] kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.

[*] Şeytanlar, doğru yoldan çıkmış olan ama başkalarını da çıkarmak için doğru yolun üstünde oturan insanlar ve cinlerdir (Bakara 2/14, En’âm 6/71, 112, A’raf 7/30, Şuara 26/221-223, Nas 114/1-6).


(İsrâ 17/28)
وَاِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَٓاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلًا مَيْسُورًا
Rabbinden beklediğin bir ikramın peşinde olduğun için onlardan uzak kalırsan onlara teselli edici sözler söyle.[*]

[*] Bakara 2/263.

 

(İsrâ 17/29)
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا
Eli sıkı olma; aşırı derecede eli açık da olma![*] Yoksa kınanmış ve eli boş bir şekilde oturup kalırsın!

[*] Furkan 25/67.


(İsrâ 17/30)
اِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرًا بَص۪يرًا۟
Rabbin, tercih ettiği kişi için[1*] rızkı genişletir de daraltır da.[2*] Şüphesiz o, kullarının durumundan haberdar olan ve onları görendir.

[1*] Şâe (شاء)  ile ilgili detaylı bilgi için bkz Ra’d 13/13. ayetin dipnotu.

 

 


(İsrâ 17/31)
وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْۜ اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـًٔا كَب۪يرًا
Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin! Onlara da size de biz rızık veriyoruz. Onları öldürmek büyük bir hatadır.[*]

[*] En’am 6/137, 140, 151; Tekvir 81/8-9.


(İsrâ 17/32)
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلًا
Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o, çok çirkin bir iştir ve ne kötü bir yoldur![*]

[*] Ayette, “Zina etmeyin” yerine, “Zinaya yaklaşmayın” denilmiş olması, sadece zina fiilinin değil; kişiyi zinaya götürecek davranışların da yasak kapsamına girdiğini gösterir (Nur 24/30-31). Zina fiili ile ilgili diğer ayetler için bkz: Nur 24/2-3, Furkan 25/68, Mümtahine 60/12.


(İsrâ 17/33)
وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُومًا فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّه۪ سُلْطَانًا فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِۜ اِنَّهُ كَانَ مَنْصُورًا
Haklı bir sebeple olması dışında[1*] Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıymayın! Kim haksız yere öldürülürse (bilin ki) biz onun en yakınına bir yetki[2*] verdik. O da (katili) öldürme işinde aşırıya kaçmasın.[3*] Çünkü o (verilen bu yetkiyle) gerekli yardımı görmüştür.

[1*] Adam öldürmenin meşru olduğu durumlar, savaş (Bakara 2/190), kısas (Bakara 2/178-179, En'am 6/151) ve terör suçu işleyenlerden bir kısmına verilen ceza (Maide 5/33) ile sınırlıdır. 

[2*] Buradaki yetki, kısas yetkisidir. Kısas, işlenen suç ile verilen ceza arasındaki denkliği ifade eder. Mahkemede suçu sabit olduktan sonra katil, öldürülen kişinin velisi tarafından öldürülür. Veli isterse katili affetme hakkına da sahiptir. Affetmesi Allah tarafından teşvik edilmiştir (Bakara 2/178-179Nisa 4/92).

[3*] İnfazı mahkeme kararıyla bizzat maktulün velisi (en yakınlarından biri) yapar. Eziyet ederek öldürmek ya da katilden başkasını da öldürmeye çalışmak öldürme işinde aşırı gitmek olur. 

 

(İsrâ 17/34)
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۖ وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِۚ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُ۫لًا
Ergin hale gelinceye kadar yetimin malına yaklaşmayın,[1*] onun için en yararlı bir yolla olursa başka.[2*] Bir de verdiğiniz sözü yerine getirin.[3*] Çünkü verilen söz sorumluluk doğurur.

[1*] Nisa 4/2,6,10, En’am 6/152.

[2*] Bakara 2/220.

[3*] Maide 5/1Mü’minun 23/8.


(İsrâ 17/35)
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلًا
Ölçerken ölçeği tam doldurun ve doğru tartıyla tartın.[*] Böylesi hayırlı olur ve en güzel sonucu verir.

[*] En’am 6/152, Rahman 55/9, Mutaffifin 83/1-6.

 


(İsrâ 17/36)
وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لًا
Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme![1*] Çünkü sen dinleme, görme (basiret) ve gönül özelliklerinden[2*] dolayı sorumlu tutulacaksın.[3*]

[1*] Ayette geçen “lâ takfu (لا تقف)” ibaresi, “Öndekinin ense köküne bakarak gitme!” anlamında olduğu için “peşine düşme!” anlamı verilmiştir.

[2*] Bunlar insana ruh üflenmesi ile kazanılan ve onu diğer canlılardan farklı yapan özelliklerdir (Secde 32/9).

[3*] Bakara 2/170, Maide 5/104, Nur 24/11-14, Nur 24/11, Ankebut 29/8, Lokman 31/15,21, Zuhruf 43/22-24, Hucurat 49/6.

 

(İsrâ 17/37)
وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحًاۚ اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولًا
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Sen ne bastığın yeri delebilirsin ne de uzayıp dağlara ulaşabilirsin.[*]

[*] Furkan 25/63, Lokman 31/18-19.


(İsrâ 17/38)
كُلُّ ذٰلِكَ كَانَ سَيِّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهًا
Bu sayılanların kötü olanları, Rabbin katında hoş karşılanmayan şeylerdir.[*]

[*] A‘raf 7/33.

 

(İsrâ 17/39)
ذٰلِكَ مِمَّٓا اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِۜ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَتُلْقٰى ف۪ي جَهَنَّمَ مَلُومًا مَدْحُورًا
Bütün bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerden /doğru hükümlerdendir. Allah’ın yanı sıra başka bir ilah oluşturma![*] Yoksa kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.

[*] İlah, kulluk edilen, kayıtsız şartsız boyun eğilen varlıktır. Allah’tan başka ilah yoktur. Kendine veya başkasına ait bir görüşü, Allah’ın emrine aykırı olduğunu bile bile doğru kabul eden, kendini veya başkasını, Allah’ın yanında ikinci ilah yapmış olur. O görüşü yanlış kabul etmesine rağmen uygularsa o zaman da günahkar olur. 

 

 


(İsrâ 17/40)
اَفَاَصْفٰيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَن۪ينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ اِنَاثًاۜ اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلًا عَظ۪يمًا۟
Rabbiniz, oğulları size özel kıldı da kendisi meleklerden kızlar mı edindi? Siz gerçekten büyük laflar ediyorsunuz![*]

[*] En’am 6/100-101, Nahl 16/57, Saffat 37/149-159, Zuhruf 43/16-19, Tûr 52/39, Necm 53/21-22, 27-28.

 

(İsrâ 17/41)
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِيَذَّكَّرُواۜ وَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا نُفُورًا
Biz bu Kur’ân’da anlatımı değişik biçimlerde yaptık[1*] ki (insanlar) akıllarında tutmaları gereken doğru bilgiyi[2*] edinsinler. Ama bu, onların sadece uzaklaşmalarını artırıyor.[3*]

[1*] İsra 17/89, Kehf 18/54, Tâhâ 20/113.

[2*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerinde düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/286).

[3*] İsra 17/82, Furkan 25/60, Fatır 35/42.


(İsrâ 17/42)
قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذًا لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلًا
De ki: “Onların dediği Söyledikleri gibi Allah’ın yanı sıra başka ilahlar olsaydı onlar /o ilahlar, Arş’ın sahibine (galip gelmek için) bir yol ararlardı.”[*]

[*] Arş’ın sahibi, kainatın yönetimini elinde tutan Allah’tır (Tevbe 9/129).  Allah ile birlikte başka ilahlar olsaydı onlar, Allah’ı hakimiyetleri altına almanın bir yolunu ararlardı. Bu da büyük bir fesadın doğmasına yol açardı (Enbiya 21/22).


(İsrâ 17/43)
سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَب۪يرًا
O, bunların söylediklerinden tamamen uzaktır, yüceler yücesidir.[*]

[*] Saffat 37/180.

 

(İsrâ 17/44)
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا
Yedi gök, yeryüzü ve bunların içindeki her şey Allah’ı tesbih eder /ona boyun eğer. Her şeyi mükemmel yapması sebebiyle ona boyun eğmeyen tek bir şey dahi yoktur; ama siz onların boyun eğişlerini kavrayamazsınız.[*] Allah pek yumuşak davranan ve çok bağışlayandır.

[*] Gökler, yer ve onlarda bulunan her şey Allah’ın koyduğu kurallara gönüllü olarak boyun eğer (Nur 24/41, Fussilet 41/11, Haşr 59/1, Saf 61/1). İmtihan için yaratılan insanlar ve cinler (Hûd 11/7, Kehf 18/7, Zariyat 51/56, Mülk 67/2) ise imtihan konusu olan işlerde serbest bırakılmışlardır. Bunun dışındaki alanlarda; nefes alıp verme, yeme, içme, giyinme, barınma, dinlenme ve benzeri konularda; Allah’ın doğada koyduğu kanunlara boyun eğmeden yaşayamazlar.

 
 

(İsrâ 17/45)
وَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ حِجَابًا مَسْتُورًاۙ
Sen Kur’ân okuduğunda seninle ahirete inanmayanlar arasına (sanki)[*] görünmez bir perde çekmiş oluruz!

[*] Kâfirlerin ön yargıları, istiâre-i temsiliyye /alegori ile canlandırılmıştır (Keşşaf). İstiârede benzetme edatı gizlenir. Buradaki mecaz gerçek sanıldığı için benzetme edatı, tarafımızdan “sanki” sözüyle açığa çıkarılmıştır (Lokman 31/6-7, Yasin 36/8-10, Câsiye 45/6-7). “Sanki” edatı yazılmazsa bazı insanlar, Allah’ın kafirlere, tövbe kapısını kapattığını ve özgürce karar almalarını engellediğini sanacaklardır (Nisa 4/18). Oysa tövbe edildiği yani yanlıştan dönüldüğü takdirde (Bakara 2/160) affedilmeyecek bir günah yoktur (Zümer 39/53). Ayetleri görmezlikte direnenler, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini gereği gibi kullanmaz; gerçekleri görmek, duymak ve anlamak istemezler (Fussilet 41/5). Sanki Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine de perde çekmiş gibi davranırlar. Ayrıca Allah, kâfirleri, en’ama yani koyun, keçi, sığır ve deveye benzetmiştir. Bunun sebebi de kalplerini, kulaklarını ve gözlerini bir insan gibi kullanmamalarıdır (A’raf 7/179, Furkan 25/43-44). Ayrıca bakınız: Nisa 4/155, Maide 5/13En’am 6/46Araf 7/100-101Tevbe 9/87-93, Yunus 10/74, Nahl 16/106-108Rum 30/58-59, Mümin 40/35, Casiye 45/23, Muhammed 47/16, Saf 61/5, Münafikun 63/3Mutaffifin 83/14.

(İsrâ 17/46)
وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْاٰنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُورًا
Kur’an’ı anlamasınlar diye (sanki) kalplerinin üzerinde kat kat örtüler, kulaklarında da tıkaçlar oluşturmuşuz![1*] Kur’an’da Rabbini tek olarak andığın zaman da uzaklaşarak sırtlarını dönerler.[2*]

[1*] En’am 6/25, Kehf 18/57. 

[2*] Zümer 39/45, Mü’min 40/12.


(İsrâ 17/47)
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا
Onların seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini, aralarında gizli gizli konuşurken de o zalimlerin şöyle dediklerini iyi biliyoruz: “Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!”[*]

[*] Yunus 10/42-43, Furkan 25/8, Muhammed 47/16.

 

 


(İsrâ 17/48)
اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلًا
Baksana, seninle ilgili ne biçim benzetmeler yapıyorlar![*] Onlar bu şekilde saptılar, artık yola gelemezler.

[*] Hicr 15/6, Enbiya 21/5, Furkan 25/8-9, Tur 52/30.


(İsrâ 17/49)
وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَد۪يدًا
Şunu da dediler: “Kemikler haline gelmiş ve un ufak olmuşken mi? Biz gerçekten yeni bir yaratılışla diriltilecek miyiz?”[*]

[*] İsra 17/98, Mü’minun 23/82, Yasin 36/78, Saffat 37/16, 53, Vakıa 56/47, Kıyamet 75/3, Naziât 79/10-12.

 
 

(İsrâ 17/50)
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَد۪يدًاۙ
De ki: “İster taş olun, ister demir


(İsrâ 17/51)
اَوْ خَلْقًا مِمَّا يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْۚ فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُع۪يدُنَاۜ قُلِ الَّذ۪ي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۚ فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُ۫سَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتٰى هُوَۜ قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَر۪يبًا
veya sinelerinizde büyüyen bir mahluk olun (yine de diriltileceksiniz)!” “Bizi tekrardan kim yaratacak?” diyecekler. De ki: “Sizi en başta bölünme kanununa göre yaratan.” Sana başlarını sallayarak “Peki ne zaman?” diyecekler. De ki: “Belki çok yakında olabilir!”[*]

[*] Ra’d 13/5, Nahl 16/38, Meryem 19/66-67, Mü’minun 23/35, Secde 32/10, Yasin 36/79, Kaf 50/3, Vakıa 56/50, Kıyamet 75/4.


(İsrâ 17/52)
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِه۪ وَتَظُنُّونَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلًا۟
Sizi çağıracağı gün, her şeyi mükemmel yapması sebebiyle ona karşılık verecek ve (dünyada) pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.[*]

[*] Yunus 10/45, Taha 20/103-104, Mü’minun 23/112-114, Rum 30/55, Ahkaf 46/35, Naziat 79/46.

 
 

(İsrâ 17/53)
وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوًّا مُب۪ينًا
Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler.[1*] Çünkü Şeytan aralarını bozar. Gerçekten Şeytan insan için apaçık bir düşmandır.[2*]

[1*] Ahzab 33/70-71.

[2*] Fatır 35/6, Yasin 36/60, Zuhruf 43/62.

 

(İsrâ 17/54)
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِكُمْۜ اِنْ يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ اَوْ اِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَك۪يلًا
Sizi en iyi Rabbiniz bilir.[1*] İkramına uygun görürse size ikram eder, azabını hak etmiş görürse sizi azaba uğratır.[2*] (Ey Muhammed!) Biz seni onlara vekil olasın diye göndermedik.[3*]

[1*] İsra 17/25.

[2*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili olarak bkz. İsra 17/18. ayetin dipnotu. Burada yaratılacak olan, o kişilerin hak ettikleri şartlardır.

[3*] En’am 6/107, Zümer 39/41, Şûrâ 42/6.


(İsrâ 17/55)
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِمَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّ۪نَ عَلٰى بَعْضٍ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُورًا
Göklerde ve yerde kimlerin[1*] olduğunu da en iyi Rabbin bilir. Biz, nebilerden kimini kimine üstün kıldık;[2*] Davud’a da bir zebûr /kitap verdik.[3*]

[1*] Göklerde ve yerde insanların göremediği akıllı varlıklar olarak cinler ve onların içinden Allah’ın görevlendirdiği melekler vardır (Nahl 16/49, Meryem 19/93, Saffat 37/6-10, Cin 72/8).

[2*] Bakara 2/253.

[3*] Zebûr”, kelime olarak “kitap, mülk, fırka, parça” gibi anlamlara gelir. “Fırka, parça” anlamındaki kullanımı, çoğul haldeki “zübür” şeklindedir (Mü’minûn 23/53). Bu ayetle birlikte Nisa 4/163’te Davud aleyhisselama bir zebûr verildiği bildirilir. Enbiya 21/105. ayette belirlilik takısı (elif-lam) ile ez-zebûr şeklinde, beş ayette de kelimenin çoğul hali olan “zübür” şeklinde öncekilere indirilen bütün kitaplara atıfta bulunulması (Âl-i İmrân 3/184, Nahl 16/43-44, Şuara 26/196, Fatır 35/25, Kamer 54/43), “zebûr” kelimesi ile kitap kelimesi arasındaki ilişkiyi göstermektedir. 

 


(İsrâ 17/56)
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلًا
De ki: “Allah ile aranıza girdiğini iddia ettiğiniz kimseleri çağırın bakalım! Onlar sizin sıkıntılarınızı gidermeye de onları başka tarafa çevirmeye de güç yetiremezler.”[*]

[*] A’raf 7/194-195, Sebe 34/22-23, Fatır 35/13-14, 40, Zümer 39/38.


(İsrâ 17/57)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَس۪يلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۜ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُورًا
Kaldı ki yardıma çağırdıklarının her biri -hangisi Rablerine daha yakın olacak diye- bir vesilenin[1*] peşindedirler.[2*] O’nun rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınılması gereken bir şeydir.

[1*] Bu ayette geçen vesile, kulu Allah’a yaklaştıran şeydir. Bunlar iman ve salih amellerdir (Maide 5/35, Sebe 34/37, Alak 96/19). Allah, kendisine yaklaşmak için nebileri, melekleri, salih kulları veya başka varlıkları vesile kılmayı yasaklamıştır. Çünkü bu, Allah’a yaklaşmak değil, onu ikinci sıraya koyup ondan uzaklaşmaktır (A’raf 7/3, Zümer 39/3). Bu da Allah’ın asla affetmeyeceği şirk günahıdır (Nisa 4/48, 116).

[2*] Müşriklerin Allah ile aralarına koyarak yardıma çağırdıkları arasında İsa aleyhisselam, salih insanlar ve melekler de vardır. Halbuki onlar, Allah’ın rızasını kazanmanın peşinde olur, kendilerinin Allah ile araya konulmalarını asla kabul etmezler (Nisa 4/172, Maide 5/116-117, Enbiya 21/26-29, Sebe 34/40-41).  

 


(İsrâ 17/58)
وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَابًا شَد۪يدًاۜ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
Kıyamet /mezardan kalkış gününden önce yok etmeyeceğimiz[1*] ya da çetin bir şekilde cezalandırmayacağımız[2*] tek bir yerleşim yeri dahi yoktur! Bu konu, bu kitapta yazılıdır.

[1*] Kasas 28/88, Rahman 55/26-27.

[2*] En’am 6/131, Hud 11/117, İsra 17/15-16, Şuara 26/208-209, Kasas 28/59.

 

(İsrâ 17/59)
وَمَا مَنَعَنَٓا اَنْ نُرْسِلَ بِالْاٰيَاتِ اِلَّٓا اَنْ كَذَّبَ بِهَا الْاَوَّلُونَۜ وَاٰتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا بِهَاۜ وَمَا نُرْسِلُ بِالْاٰيَاتِ اِلَّا تَخْو۪يفًا
(Seni) mucizelerle göndermekten bizi alıkoyan tek şey,[1*] öncekilerin onlar karşısında yalana sarılmış olmalarıdır.[2*] (Salih’in kavmi) Semûd’a gerçeği gösterir şekilde bir dişi deve vermiştik; ama onlar ona karşı yanlış yapmışlardı.[3*] Bizim mucizeler göndermemiz, sadece korkutmak içindir.

[1*] Kendilerine mucizeler gönderilen kavimler, buna rağmen yaptıkları yanlışlardan dönmedikleri için helak edilmişlerdir. Allah, bu sebeple son nebi olan Muhammed aleyhisselama, diğerlerine verilenler gibi bir mucize vermemiştir. Verseydi o mucizeyi gördüğü halde inanmayanların da toplu olarak yok edilmesi gerekirdi. Muhammed aleyhisselam tüm insanlığa gönderilen son nebi olduğu için Allah Teala, yalnızca Kur’an-ı Kerîm’in içeriğinin mucizevî olmasıyla yetinmiş, başka türden mucize vermemiştir (İsra 17/90-95, Tâhâ 20/133, Ankebut 29/50-51).

[2*] Enbiya 21/5-6.

 


(İsrâ 17/60)
وَاِذْ قُلْنَا لَكَ اِنَّ رَبَّكَ اَحَاطَ بِالنَّاسِۜ وَمَا جَعَلْنَا الرُّءْيَا الَّت۪ٓي اَرَيْنَاكَ اِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي الْقُرْاٰنِۜ وَنُخَوِّفُهُمْۙ فَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا طُغْيَانًا كَب۪يرًا۟
Bir gün sana: “Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır.” demiştik.[1*] Sana gösterdiğimiz o şeyi insanlar için sadece bir fitne /imtihan sebebi kıldık.[2*] Kur’an’daki lanetli ağacı da öyle.[3*] Biz onları korkutuyoruz; ama bu, onlardaki büyük taşkınlığı artırmaktan başka bir işe yaramıyor.

[1*] Nisa 4/126, Fussilet 41/54, Buruc 85/20.

[2*] Bu ayet, İsra olayına vurgu yapmaktadır. Allah, en büyük ayetlerini /göstergelerini görmesi için bir gece Nebimizi, Mescid-i Haram'dan alıp Sidret'ül-Münteha'nın yanındaki el-Mescid'ul-aksâ'ya yani en uzak mescide götürmüştü (İsra 17/1, Necm 53/13-18). O göstergeler, insanlara değil de Nebimize gösterildiği için bunlar, onun nebiliğini ispat eden bir mucize değil insanlar için bir fitne sebebi oldu. Fitne, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf  7/155), aldatma (A’râf  7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılır. Bu ayet, İsra olayının, ona inanmak istemeyenler için büyük bir sıkıntı kaynağı olduğunu göstermektedir. 

[3*] Bu ağaç, Zakkum ağacıdır (Saffat 37/62-70, Duhân 44/43-46, Vakıa 56/51-52).

 

 


(İsrâ 17/61)
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ ط۪ينًاۚ
Bir gün meleklere: “Âdem’e secde edin /karşısında saygıyla eğilin!”[1*] dedik; İblis hariç hemen secde ettiler. İblis “Ben senin çamurdan yarattığın kişiye hiç secde eder miyim!” dedi.[2*]

[1*] Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda, vücudumuz ayaklar, eller ve dizler üzerinde yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamındaki secdedir (Nisa 4/102-103).

 

 


(İsrâ 17/62)
قَالَ اَرَاَيْتَكَ هٰذَا الَّذ۪ي كَرَّمْتَ عَلَيَّۘ لَئِنْ اَخَّرْتَنِ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَاَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُٓ اِلَّا قَل۪يلًا
(Sonra) Şöyle dedi: “Şu benden değerli kıldığına baktın mı! Kıyamet /mezardan kalkış gününe kadar beni /ölümümü geciktirecek olursan az bir kısmı dışında onun bütün soyunu, kesinlikle parmağımda oynatacağım!”[*]

[*] A’raf 7/13, Hicr 15/36-40, Sâd 38/79-83.


(İsrâ 17/63)
قَالَ اذْهَبْ فَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَاِنَّ جَهَنَّمَ جَزَٓاؤُ۬كُمْ جَزَٓاءً مَوْفُورًا
Allah dedi ki: “Defol git! Onlardan kim sana uyarsa cehennem hepinizin cezası olacak;[1*] eksiksiz bir ceza...[2*]

[1*] A’raf 7/14-18, Hicr 15/34-35, 43, Sâd 38/84-85.

[2*] Allah’ın ödülü de cezası da kulun yaptıkları ile orantılıdır (Nisa 4/40, En'âm 6/160, İsra 17/63, Neml 27/89-90, Kasas 28/84, Mü’min 40/40, Nebe 78/26).

 


(İsrâ 17/64)
وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ وَعِدْهُمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُورًا
Onlardan gücünün yettiğini sesinle[1*] yerinden oynat, süvarilerinle ve piyadelerinle onları ele geçir,[2*] mallarına ve çocuklarına ortak ol![3*] Onlara vaatlerde bulun!” Şeytan onlara, sadece aldatmak için vaadde bulunur.[4*]

[1*] Buradaki ses, Şeytan’ın fısıldaması yani vesvesesidir (Nas 114/1-6). 

[2*] Nisa 4/118, Şuara 26/95. Bunlar İblis'e uyan insanlar ve cinlerdir. En'am 6/112 ve Nas suresinde insan ve cin şeytanlarından ve insanları yoldan çıkarmak için yaptıkları davranışlardan söz edilir. Burada da İblis'in, insanları saptırmak için bütün yolları deneyeceği ifade edilmektedir (A'raf 7/17).

[3*]  Şeytan insanı haram yoldan mal edinmeye, nikahla meşru aile kurma dışında çocuk sahibi olmaya ve yanlış yollara girmeye teşvik eder. Bu şekilde mallara ve evlatlara ortak olur.


(İsrâ 17/65)
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ وَك۪يلًا
“Şu da kesin ki senin kullarıma boyun eğdirecek bir gücün yoktur.”[1*] Vekil /dayanak olarak Rabbin yeter.[2*]

[1*] İster Müslüman, ister kâfir olsun, şeytan hiç kimseye boyun eğdirecek güce sahip değildir. O, sadece kendisine uyanları etki altına alabilir. Bu da şeytanın üstünlüğünden değil, ona uyanların kendi tercihinden kaynaklanır (Nisa 4/118-120, İbrahim 14/22, Hicr 15/40-42, Nahl 16/99-100 Hadid 57/14).

[2*] Ahzab 33/3.


(İsrâ 17/66)
رَبُّكُمُ الَّذ۪ي يُزْج۪ي لَكُمُ الْفُلْكَ فِي الْبَحْرِ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ بِكُمْ رَح۪يمًا
Rabbiniz, lütfunu arayasınız diye gemileri sizin için denizde yüzdürüp götürendir.[*] O, size karşı pek merhametlidir.

[*] Yunus 10/22 -23, İbrahim 14/32, Hac 22/65, Rum 30/46, Lokman 31/31, Fatır 35/12.


(İsrâ 17/67)
وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّٓا اِيَّاهُۚ فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُورًا
Denizde başınıza bir musibet geldiği zaman yardıma çağırdıklarınızın hepsi (zihninizden) kaybolup gider, sadece Allah kalır; ama Allah sizi kurtarıp karaya çıkarınca da araya mesafe koyarsınız![1*] İnsan çok nankördür.[2*]

[1*] En’am 6/63-64, Yunus 10/22-23, Ankebut 29/65-66, Lokman 31/32.

[2*] İbrahim 14/34, Hac 22/66, Abese 80/17, Âdiyat 100/6.


(İsrâ 17/68)
اَفَاَمِنْتُمْ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمْ جَانِبَ الْبَرِّ اَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًا ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ وَك۪يلًاۙ
Peki kara tarafında Allah’ın sizi yere batırmasına ya da üzerinize taş toprak savuran bir kasırga göndermesine karşı güvende misiniz?[*] Sonra kendinize bir vekil /dayanak bulamazsınız.

[*] Nahl 16/45, Mülk 67/16.

 

(İsrâ 17/69)
اَمْ اَمِنْتُمْ اَنْ يُع۪يدَكُمْ ف۪يهِ تَارَةً اُخْرٰى فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفًا مِنَ الرّ۪يحِ فَيُغْرِقَكُمْ بِمَا كَفَرْتُمْۙ ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ عَلَيْنَا بِه۪ تَب۪يعًا
Yahut sizi bir kere daha denize döndürüp nankörlük etmeniz sebebiyle üzerinize şiddetli bir fırtına göndererek sizi boğmasına karşı güvende misiniz?[*] Sonra bu hususta bize karşı size arka çıkacak birini de bulamazsınız.

[*] A’raf 7/96-99, Nahl 16/46-47, Ankebut 29/40, Mülk 67/17.

 


(İsrâ 17/70)
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلٰى كَث۪يرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْض۪يلًا۟
Biz Âdemoğullarını gerçekten çok değerli kıldık.[1*] Onları karada ve denizde taşıdık,[2*] onlara temiz rızıklar verdik.[3*] Onları, yarattıklarımızın birçoğundan da üstün kıldık.[4*]

[1*] Tîn 95/4.

[2*] Yunus 10/22, Yasin 36/41.

[3*] Nahl 16/72, Mü’min 40/64.

[4*] Bakara 2/30-33, İsra 17/62.

 

(İsrâ 17/71)
يَوْمَ نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ فَمَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلًا
Her insan topluluğunu önderiyle[1*] birlikte çağıracağımız gün, kime amel defteri sağından verilirse onlar defterlerini okurlar ve kıl kadar haksızlık görmezler.[2*]

[1*] Nisa 4/69, Hud 11/97-99, Enbiya 21/73, Kasas 28/41, Secde 32/24.

[2*] Amel defteri sağından verilenlerin hepsi cennete gider ve oranın nimetlerinden yararlanırlar (Vakıa 56/27, 90-91, Hâkka 69/19-24, Müddessir 74/39-40, İnşikak 84/7-9). Ancak hepsi aynı konumda olmazlar. Allah, kendi yolunda malı ve canıyla elinden geleni yapanları, özürsüz olarak oturup kalanlarla bir tutmayacak, vereceği büyük bir ödülle diğerlerinden üstün kılacaktır (Nisa 4/95-96, İsra 17/21).

 

(İsrâ 17/72)
وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلًا
Kim burada /Dünyada körlük ederse Ahirette kör olur.[*] O, yolunu iyice şaşırmıştır.

[*] “Körlük” anlamı verilen kelime a’mâ (أَعْمَى)’dır. Birçoğu gerçekleri görür ama hesabına gelmediği için görmezlikten gelir ve kör gibi davranır (Ra’d 13/19). Bu sebeple kör olan gözler değil kalplerdir (Hac 22/46). Allah’ın ayetleri ile araya mesafe koyanlar, bundan dolayı mahşer yerine kör olarak getirileceklerdir (Tâhâ 20/124-127). Amellerini yazmakla görevli iki melekten biri onu mahşer yerine götürürken diğeri amel defterini taşıyacaktır. Daha sonra gözleri, her şeyi görecek şekilde keskinleşecek (Kaf 50/20-23), amel defterinde olanları bütün ayrıntısıyla görecek ve asıl ceza ondan sonra başlayacaktır (Kehf 18/48-49). 

 

(İsrâ 17/73)
وَاِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُۗ وَاِذًا لَاتَّخَذُوكَ خَل۪يلًا
(Ey Muhammed!) Az kalsın, sana vahyettiğimizden başkasını bize mal etmen için, seni ondan uzaklaştırıp[1*] başını yakacaklardı.[2*] O zaman seni kesinlikle dost edinirlerdi.

[1*] Bu ayet nebilerde “ismet” sıfatının olmadığının delillerindendir. Yani nebiler günahlardan korunmuş değildirler. İlgili diğer ayetler için bkz: (Nisa 4/105-107, En’am 6/88, Enfal 8/67-68, Tevbe 9/43, Hud 11/12, Neml 27/10-11, Zümer 39/65-66, Tahrim 66/1-2).

[2*] Fitne için bkz. İsra 17/60. ayetin dipnotu.


(İsrâ 17/74)
وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـًٔا قَل۪يلًاۗ
Eğer biz senin duruşunu sağlamlaştırmasaydık[*] sen neredeyse azıcık da olsa onlara meyledecektin!

[*] Allah, herkese davranışlarının iyi mi kötü mü olduğunu ilham eder. Kötü bir işe niyetlenen yahut bunu yapan kişinin içinde hissettiği sıkıntı ve vicdan azabı da iyi iş yapanın hissettiği iç huzuru da Allah’ın ona olan ilhamıdır (Tevbe 9/115, Yusuf 12/24, İbrahim 14/27, Şems 91/7-10).

 

 


(İsrâ 17/75)
اِذًا لَاَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيٰوةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَص۪يرًا
İşte o zaman sana, kesinlikle hayatın azabını da iki kat, ölümün azabını da iki kat tattırırdık![1*] Sonra bize karşı sana yardım edecek birini de bulamazdın.[2*]

[1*] Hâkka 69/44-47.

[2*] Allah, suça denk ceza verir (Bakara 2/190, Nahl 16/126, Hac 22/60, Şûrâ 42/40-43). Şu âyetlere göre suç ile ceza arasındaki denklik ahirette de olacaktır: En’am 6/160, Furkan 25/68, Kasas 28/84.
 

 


(İsrâ 17/76)
وَاِنْ كَادُوا لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ الْاَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا وَاِذًا لَا يَلْبَثُونَ خِلَافَكَ اِلَّا قَل۪يلًا
Seni o topraklardan (Mekke’den) çıkarmak amacıyla neredeyse yerinden edecekler. Bunu yaparlarsa onlar da senin ardından orada fazla kalamazlar.[*]

[*] Enfal 8/30, Tevbe 9/13, Rum 30/1-6, Muhammed 47/13, Kamer 54/44-45, Mümtahine 60/1.

 

(İsrâ 17/77)
سُنَّةَ مَنْ قَدْ اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْو۪يلًا۟
Senden önce gönderdiğimiz elçilere uyguladığımız sünnet /yasa budur.[1*] Bizim sünnetimizde[2*] bir değişme bulamazsın.

[1*] A’raf 7/82-83, 88-89, İbrahim 14/13-14, Şuara 26/167-170, Neml 27/56-57.

[2*] “Sünnetullah” kavramına “tabiat kanunları” diye yanlış bir anlam verilerek mucizelerin olamayacağı iddia edilmektedir. Mucize; Allah’ın, nebilerine, elçilik belgesi olarak verdiği şeylerdir. İsra 17/59. ayetten, Muhammed aleyhisselamdan önceki nebilere, kitaplarından başka kendi toplumlarına gösterdikleri mucizeler verildiği anlaşılmaktadır. Salih’in (as) devesi (A’raf 7/73, Hud 11/64, Şuara 26/155), Musa’nın (as) dokuz mucizesi (İsra 17/101, Neml 27/12), İsa’nın (as) beşikteyken konuşması, körleri ve alaca hastalarını iyileştirmesi, ölüleri diriltmesi (Âl-i İmran 3/49, Maide 5/110) bu tür mucizelerdir. Nebiler dahil hiçbir insan kendi başına mucize gösteremez (Ra’d 13/38). Mesela, insanlar bir araya gelseler Kur’an’ın bir suresinin bile dengini oluşturamazlar (Bakara 2/23-24). Muhammed aleyhisselam son elçi olduğu için, onun mucizesi olan Kur’an kıyamete kadar varlığını devam ettirecektir (Ankebut 29/51 ve dipnotu).
 

(İsrâ 17/78)
اَقِمِ الصَّلٰوةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ اِلٰى غَسَقِ الَّيْلِ وَقُرْاٰنَ الْفَجْرِۜ اِنَّ قُرْاٰنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا
Namazı, güneşin tepe noktasını geçmesinden[1*] gecenin ğasakına (karanlığının veya soğuğunun bastırmasına)[2*] kadar düzgün ve sürekli kıl! Bir de doğu ufku boyunca dağılmış ışıkların bir araya toplandığı vakitte[3*] kıl! Doğu ufku boyunca dağılmış ışıkların bir araya toplanması gözle görülür.[4*]

[1*] “Tepe noktasını geçme” anlamı verilen “dülûk (دلوك)”, “bir şeyin bir şeyden ayrılması” anlamındadır (Mekayis). Hud 11/114. ayete göre gündüz kılınan sadece iki farz namaz, öğle ve ikindi namazları vardır. Bu ayette ise “güneşin dülûkundan gecenin ğasakına kadar namaz kıl” emri verildiği için güneşin dülûku, “öğlen gökyüzünde en tepeye çıktığı noktadan batıya kayması” anlamına gelir. 

[2*] Gecenin ğasakı, “gecenin karanlığı” anlamına geldiği gibi “gecenin soğuk vakti” anlamına da gelir (Lisan’ul-Arab). Bir yerden Güneş ışınlarının tamamen çekilmesi, günün en soğuk vaktinin başlaması demektir. Bu sırada Güneşin ufka uzaklığı en az 18 derece olur ve zayıf ışıklı yıldızlar gözükmeye başlar. Güneşin batmadığı yerlerde ğasaku’l-leyl, gece serinliğinin iyice hissedildiği vakittir. Batı ufkunda oluşan kızıl ve beyaz ışık kuşaklarından beyaz kuşak kızıla karışınca yatsı vakti girer. Bu ince tabaka, başlangıçta bir kubbe gibi olur sonra tamamen kaybolur. Ufuktan Güneş ışınları çekilip en zayıf yıldızlar ortaya çıkınca yatsı vakti çıkmış, gecenin ortası diye de tanımlanan ğasak başlamış olur.

[3*] Kur'ân, karae (قرأ) fiilinin mastarı olan kur’ (قُرْء) veya kar’ (قَرْء)’dan türemiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an demesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Kur’ân el-fecr (قُرْاٰنَ الْفَجْر) doğuda, seher vaktinin yani fecr-i kazibin ilk ışıkları ile Güneş’in doğması arasında, ufkun üst tarafında oluşan kubbemsi beyazlık ile ufkun alt tarafındaki siyah kuşağın ve bu ikisini ayıran ince tabakanın bir araya gelmesidir (Bakara 2/187). Bu ayete göre namaz vakitamalerinin üç değişmez özelliği vardır: Birincisi güneşin dülukü yani tepe noktasından batıya kaymasıdır. Bu, dünyanın her yerinde ve her mevsimde kolaylıkla tespit edilebilir. Bu sırada öğlen namazının vakti girer. İkincisi gecenin ğasakıdır. Bu sırada güneş ışınları çekildiği için batı ufku tamamen kararır ve günün en soğuk vakti başlar. Beyaz gecelerin yaşandığı yerlerde karanlık olmaz ama havadaki soğuma kendini iyice hissettirir. Üçüncüsü de yukarıda açıklanan kur’ân el-fecr’dir. Bu üç değişmez özellik, her mevsimde ve dünyanın her yerinde gözlemlenebilir. Bu sebeple namaz ve oruç vakitleri ile ilgili ayetlerde güneşin doğuşundan ve batışından söz edilmemiş (Bakara 2/187) ama günün başlangıcı ve bitişi ile ilgili işaretlere yer verilmiştir (Şems 91/1-4, Duha 93/1-2). Böylece kutup bölgeleri dahil dünyanın her yerinde namaz ve oruç vakitleri gözlemlenebilmektedir.

[4*] Bu vaktin çıplak gözle görüldüğü, Bakara 2/187. ayette ifade edilmiştir.


(İsrâ 17/79)
وَمِنَ الَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِه۪ نَافِلَةً لَكَۗ عَسٰٓى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا
Sana özel ek görev olarak gecenin bir kısmında namaz kılmak için uykudan uyan.[1*] Belki Rabbin seni çok övülen bir yere[2*] gönderir.

[1*] Yatsı vaktinin bitmesinden sonra uyuyup sabah namazı vaktinin girmesinden önceki bir vakitte kalkarak (Nur 24/58) kılınan gece namazına “teheccüd namazı” denir. Bu ayete göre teheccüd namazı, Muhammed aleyhisselama farzdır. Diğer mü’minler de bu namazı kılmaya teşvik edilmişlerdir (Furkan 25/64, Secde 32/15-16Zümer 39/9, Zariyat 51/17-18). Nebimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Gece namazını kılın; çünkü bu sizden önceki sâlih kulların devam ettiği, Allah’a yaklaşmaya vesile olan, günahları örten ve engelleyen bir ibadettir” (Tirmizî, “Daavât”, 115).

[2*] Medine'ye ve daha nice güzel yerlere.


(İsrâ 17/80)
وَقُلْ رَبِّ اَدْخِلْن۪ي مُدْخَلَ صِدْقٍ وَاَخْرِجْن۪ي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ سُلْطَانًا نَص۪يرًا
De ki: “Rabbim! Girdiğim yere dürüstçe girmemi, çıktığım yerden dürüstçe çıkmamı lutfeyle. Bana kendi katından yardımcı bir güç ver.”[*]

[*] Enfal 8/62-64, Ahzab 33/56. 

 

(İsrâ 17/81)
وَقُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُۜ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
De ki: “Hak geldi, batıl /asılsız şeyler yok oldu. Zaten asılsız şeyler yok olmaya mahkumdur.”[*]

[*] Enbiya 21/18, Sebe 34/49.


(İsrâ 17/82)
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ وَلَا يَز۪يدُ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا خَسَارًا
İnanıp güvenenler için şifa[1*] ve rahmet / ikram olan Kur’an’ı indiriyoruz. Bu (Kur’an) yanlışa dalanların ise sadece kaybını artırır.[2*]

[1*] Yunus 10/57, Yusuf 12/111, Nahl 16/64, 89, Neml 27/76-77, Lokman 31/3, Fussilet 41/44, Casiye 45/20.

[2*] Bakara 2/121, Maide 5/68, Tevbe 9/125.  

 

(İsrâ 17/83)
وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ كَانَ يَؤُ۫سًا
İnsana nimet verdiğimiz zaman (onu veren Rabbi ile) arasına mesafe koyar ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de umutsuzluğa kapılır.[*]

[*] Yunus 10/12, 21, Hud 11/9-10, Rum 30/33-34, Zümer 39/8, Şûrâ 42/48, Fussilet 41/51, Fecr 89/16.


(İsrâ 17/84)
قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلٰى شَاكِلَتِه۪ۜ فَرَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ اَهْدٰى سَب۪يلًا۟
De ki: “Herkes yöneldiği yola uygun işler yapar.[1*] Kimin yolunun daha doğru olduğunu ise en iyi Rabbiniz bilir.”[2*]

[1*] Bakara 2/148Rum 30/32.

[2*] İsra 17/25, Necm 53/30, Kalem 68/7.


(İsrâ 17/85)
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَل۪يلًا
Sana bu ruhu (Kur’an’ı)[1*] soruyorlar. De ki: “bu ruh, Rabbimin işindendir. O bilgiden /Allah’ın bilgisinden size sadece az bir şey verilmiştir.”[2*]

[1*] Bu ayetteki Ruh, Allah’ın emirlerini içeren ayetler kümesi yani Kur’an’dır (Şûrâ 42/52).

[2*] Kur’an’da ruh kelimesi, iki anlamda kullanılır. Biri Allah’tan gelen bilgi (Nahl 16/2, Mü’min 40/15), diğeri de insanlara ve cinlere yüklenen yetenektir. Bu yetenek, vücut yapısının tamamlanmasından sonra, bilgisayara işletim sisteminin yüklenmesine benzer şekilde yüklenir ve kişiye, işitmenin yanında dinleme, bakmanın yanında basiret, kan pompalayan kalbin yanında gönül sahibi olma özelliği kazandırır (A’raf 7/179, Mü’minun 23/14, Secde 32/7-9). Böylece kişi, imtihan edilebilir bir varlık haline gelir. Bilgileri saklama görevi de yapan bu ruh, uyku ve ölüm sırasında vücuttan çıkar, uyanınca veya yeniden dirilince gelip tekrar vücuda girer (Zümer 39/42Tekvîr 91/7). Allah’ın bilgisi anlamınaki ruha gelince bu ayet, bize o bilgiden çok az şey verildiği bildirmektedir. Çünkü Allah’ın bilgisi, hayallerin ötesinde bir büyüklüğe sahiptir. (Kehf 18/109, Lokman 31/27) Allah’ın Âdem aleyhisselama üflediği ruh da kendi bilgisinden, ona öğrettiği şeydir (Hicr 15/29Sâd 38/72). O bilgi, İblis’i kıskandırıp isyan ettirmiştir (Bakara 2/30-34). İsa aleyhisselamı beşikte iken konuşturan, kendisine kitap ve nebilik verildiğini, namaz ve zekat görevi yüklendiğini, iyi bir evlat olacağını (Meryem 19/30-33) söyleten ruh da ona, ana rahminde iken öğretilen bilgilerdir (Enbiya 21/91, Tahrim 66/12). Allah’ın, gayretli ve dürüst kişilere yaptığı ilham da O’nun ruhundan yani bilgisindendir (Mücadele 58/22). Allah’tan aldığı bilgileri, onun nebîlerine ulaştırmakla görevli olan Cebrâîl için de “Ruh’ul-emîn” (Şuara/192-193), “Ruh’ül-kudüs” (Nahl 16/102) ve “ruhumuz” (Meryem 19/16-17) ifadeleri kullanılır. Çünkü Cebrail, o bilgileri iyice içselleştirmiştir. 

(İsrâ 17/86)
وَلَئِنْ شِئْنَا لَنَذْهَبَنَّ بِالَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ بِه۪ عَلَيْنَا وَك۪يلًاۙ
Farklı bir tercihte bulunsak[*] sana vahyettiğimizi (bu Ruh’u), kesinlikle geri alırız, sen de bize karşı kendine bir vekil bulamazsın.

[*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili olarak bkz. İsra 17/18. ayetin dipnotu.


(İsrâ 17/87)
اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ اِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَب۪يرًا
(Geri alınmaması) Ancak Rabbinin rahmeti /ikramı sayesindedir. O’nun sana olan lütfu gerçekten büyüktür.[*]

[*] Allah’ın Muhammed aleyhisselama olan en büyük ikramı, ona Kitab’ı ve Hikmet’i öğretmesidir (Nisa 4/113). Ayrıca bkz: Duha 93/6-8, İnşirah 94/1-4, Kevser 108/1.


(İsrâ 17/88)
قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِه۪ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَه۪يرًا
De ki: “İnsanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir dengini getirmek üzere toplansalar ve bunun için birbirlerine destek de olsalar kesinlikle onun bir dengini getiremezler!”[*]

[*] Bakara 2/23-24, Yunus 10/37-38, Hud 11/13, Kasas 28/49-50, Tur 52/33-34.

 


(İsrâ 17/89)
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۘ فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُورًا
Biz bu Kur’an’da insanlar için her örneği değişik biçimlerde verdik.[1*] Ama insanların çoğu, kafirlik dışında her şeye direnç gösterir![2*]

[1*] İsra 17/41, Kehf 18/54, Tâhâ 20/113, Rum 30/58, Zümer 39/27.

[2*] Kur’an’a ve Elçiye karşı direnir, hiçbir ayete inanmazlar (En’am 6/25, Tur 52/44, Kamer 54/2); ama uydurma şeylere ve Allah'a ortak oluşturmaya (şirke) gelince ona hemen uyarlar (İsra 17/99, Furkan 25/50, Zümer 39/45).


(İsrâ 17/90)
وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعًاۙ
(Mekkeli müşrikler) Dediler ki: “Bize yerden bir pınar fışkırtıncaya kadar sana asla inanmayacağız![*]

[*] Yunus 10/20, Hud 11/12, Ra’d 13/7, 27, Ankebut 29/50. İsrailoğulları Musa aleyhisselamdan benzer istekte bulunmuş (Tevrat /Çıkış 17:1-6; Çölde Sayım 20:1-11) ve onun asasıyla vurduğu kayadan pınarlar fışkırmıştır (Bakara 2/60, A’raf 7/160). Mekke müşrikleri de benzer bir istekte bulunmuş oluyorlardı. 


(İsrâ 17/91)
اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يرًاۙ
Veya hurması ve üzümü olan bir bahçen olmalı, onların arasından da nehirler fışkırtıp akıtmalısın![*]

[*] Furkan 25/7-8.

 

(İsrâ 17/92)
اَوْ تُسْقِطَ السَّمَٓاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفًا اَوْ تَأْتِيَ بِاللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ قَب۪يلًاۙ
Ya da iddia ettiğin gibi gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmelisin[1*] veya Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin![2*]

[1*] Sebe 34/9, Tur 52/43. Zamanında Şuayb aleyhisselamdan da benzer istekte bulunulmuştur (Şuara 26/187).

[2*] Furkan 25/21. İsrailoğulları Musa aleyhisselamdan benzer istekte bulunmuşlardı (Bakara 2/55, Nisa 4/153).

 

 


(İsrâ 17/93)
اَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ اَوْ تَرْقٰى فِي السَّمَٓاءِۜ وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتّٰى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَابًا نَقْرَؤُ۬هُۜ قُلْ سُبْحَانَ رَبّ۪ي هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَرًا رَسُولًا۟
Yahut altınlarla bezenmiş bir evin olmalı veyahut gökyüzüne çıkmalısın. Oradan bize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe çıktığına da asla inanmayız!”[1*] Sen de de ki: “Fesübhanallâh! Ben elçi olarak gönderilmiş beşerden başka bir şey değilim[2*] (bu dediklerinizi nasıl yapabilirim!)”[3*]

[1*] Bu ayette müşrikler, İsra olayına işaret etmektedir. Demek ki Allah’ın Nebimizi, en büyük ayetlerini /göstergelerini göstermek için bir gece Mescid-i Haram'dan alıp Sidret'ül-Münteha'nın yanındaki el-Mescid'ul-aksâ'ya yani en uzak mescide götürdüğünü biliyorlardı (İsra 17/1, Necm 53/13-18). “Bize bir kitap indirmedikçe çıktığına da asla inanmayız!” demeleri bundan dolayı idi. 

[2*] Kehf 18/110, Fussilet 41/6.

[3*] İsra 17/59, Tâhâ 20/133, Ankebut 29/51.


(İsrâ 17/94)
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَبَعَثَ اللّٰهُ بَشَرًا رَسُولًا
Kendilerine doğru yolu gösteren rehber /kitap gelince insanları ona inanmaktan alıkoyan şey[1*] sadece şu sözleridir: “Allah (kitap indirecek olsa) elçi olarak bir beşeri mi görevlendirir!”[2*]

[1*] Kehf 18/55.

[2*] Hud 11/25-27, İbrahim 14/9-10, Enbiya 21/3, Mü’minun 23/24, 33, 47, Şuara 26/154, 186, Yasin 36/15, Kamer 54/24, Teğâbün 64/5-6.

 

(İsrâ 17/95)
قُلْ لَوْ كَانَ فِي الْاَرْضِ مَلٰٓئِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنّ۪ينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَلَكًا رَسُولًا
De ki: “Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melekler olsaydı biz de gökten onlara elçi olarak bir melek indirirdik.”[*]

[*] İnsanlara elçi olarak melek gönderilecek olsa “o bir melek, biz nasıl onun yaptıklarını yapabiliriz! O kim, biz kimiz!”denilecek ve örnek alınması mümkün olmayacaktı. Bu da örneksiz, pratiği olmayan bir din ve hayatın dışında kalacak bir resul / elçi ortaya çıkaracaktı. Hâlbuki yaptığı her şeyi güzel yapan Allah, böyle bir şeye imkan vermemiş, beşer cinsine yine kendi cinsinden ve yemek yiyen, çarşıda pazarda dolaşan beşer elçiler göndermiştir (Maide 5/75, İbrahim 14/11, Enbiya 21/8, Mü’minun 23/33, Furkan 25/20, Zuhruf 43/59-60). 

 


(İsrâ 17/96)
قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرًا بَص۪يرًا
De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter.[*] Şüphesiz o, kullarının durumundan haberdar olan ve onları görendir.”

[*] Ankebut 29/52.


(İsrâ 17/97)
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِه۪ۜ وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَلٰى وُجُوهِهِمْ عُمْيًا وَبُكْمًا وَصُمًّاۜ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَع۪يرًا
Allah kimin doğru yolda olduğunu onaylarsa o, hidayete ermiş olur. Kimin de yoldan saptığını onaylarsa sen artık onlar için Allah ile aralarına girecek hiçbir veli /yakın bulamazsın.[1*] Onları kıyamet /mezardan kalkış günü yüzleri yere bakar bir şekilde, kör, dilsiz ve sağırlar olarak toplarız.[2*] Onların varıp kalacakları yer cehennemdir; ateşi her ne zaman sakinleşse onlar için alevi daha da artırırız.

[1*] A’raf 7/178, Kehf 18/17, Zümer 39/36-37.

[2*] İsra 17/72, Tâhâ 20/124-127, Yasin 36/65.

 

 

(İsrâ 17/98)
ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَد۪يدًا
Bu, onların ayetlerimiz karşısında kafirlik etmelerinin ve “Kemikler haline gelmiş, un ufak olmuşken mi? Biz gerçekten yeni bir yaratılışla diriltilecek miyiz!”[*] demelerinin karşılığıdır.

[*] İsra 17/49.


(İsrâ 17/99)
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ وَجَعَلَ لَهُمْ اَجَلًا لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَاَبَى الظَّالِمُونَ اِلَّا كُفُورًا
Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın, (yeni bir yaratılışla) kendilerinin benzerini yaratmaya da gücünün yettiğini hiç düşünmediler mi?[1*] Hem onlar için, geleceğinde şüphe olmayan bir ecel de belirlemiştir.[2*] Yanlışlara dalan bu kimseler, kafirlik dışında her şeye direnç gösterir![3*]

[1*] Yasin 36/81Vakıa 56/60-61.

[3*] İsra 17/89.

 


(İsrâ 17/100)
قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي اِذًا لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُورًا۟
De ki: “Rabbimin iyilik ve ikram hazinelerine siz sahip olsaydınız harcanır biter korkusuyla elinizde tutardınız.”[*] İnsan son derece cimridir.

[*] Nisa 4/53.

 

(İsrâ 17/101)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِذْ جَٓاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُورًا
Musa’ya apaçık dokuz ayet /mucize verdik.[1*] İsrailoğullarına sor:[2*] Musa onlara (elçi olarak) geldiğinde Firavun ona: “Ey Musa! Ben gerçekten senin kesinlikle büyülenmiş biri olduğunu sanıyorum!” demişti.[3*]

[1*] A’raf 7/133, Şuara 26/32-33, 45, 60-67, Neml 27/9-12.

[2*] Birkaç ayette daha Resulullah’a bazı konuları ehlikitaba sorması emredilmiştir. Bu ayetler için bkz: Bakara 2/211, A’raf 7/163, Yunus 10/94, Zuhruf 43/45.

[3*] A’raf 7/109, Şuara 26/34-35, Mü’min 40/23-24, Zariyat 51/38-39.

 

 


(İsrâ 17/102)
قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُورًا
Musa dedi ki: “Artık sen de gayet iyi biliyorsun ki bunları birer gösterge olarak indiren, göklerin ve yerin Rabbinden başkası değildir.[*] Ey Firavun! Ben de gerçekten senin sonunun geldiğini sanıyorum.”

[*] Neml 27/13-14.


(İsrâ 17/103)
فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَم۪يعًاۙ
Bunun üzerine Firavun onları topraklarından söküp atmak istedi. Biz de onu ve beraberindekileri topluca suda boğduk.[*]

[*] Bakara 2/50, A'raf 7/136, Şuara 26/65-66, Kasas 28/40, Zuhruf 43/54-55, Zariyat 51/40.

 


(İsrâ 17/104)
وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِه۪ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اسْكُنُوا الْاَرْضَ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفًاۜ
Bu olaydan sonra İsrailoğullarına dedik ki: “Artık o topraklarda siz oturun.[*] Son vaat /yeniden diriliş vakti gelince sizi bir araya getireceğiz.”

[*] A’raf 7/137, İsra 17/76-77, Şuara 26/57-59, Duhan 44/28.


(İsrâ 17/105)
وَبِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۢ
Biz Kur’an’ı gerçekleri içerir bir şekilde indirdik;[1*] o da gerçeklerle indi. Seni ise ancak bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.[2*]

[1*] Âl-i İmran 3/3, Nisa 4/105, Maide 5/48, Zümer 39/2, 41, Şûrâ 42/17.

[2*] Bakara 2/119, Furkan 25/56, Ahzab 33/45, Sebe 34/28, Fetih 48/8, Müzzemmil 73/15.

 


(İsrâ 17/106)
وَقُرْاٰنًا فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَاَهُ۫ عَلَى النَّاسِ عَلٰى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْز۪يلًا
Biz onu, kur’ânlar[1*] /anlam kümeleri şeklinde ayırdık ki onu (anlam kümesinin tamamlanmasını) bekleyerek[2*] insanlara öğretesin. Onu parça parça indirdik.

[1*] Kur’ân, karaa (قرأ) fiilinin mastarı olan kur’ (القُرْء) veya kar’ (القَرْء)’dan türetilmiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Arapçada kur’ân (قُرْآنً)’ın çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن) kelimesine kur’ânlar diye de anlam verilebilir.

[2*] “Bekleyerek” diye meal verdiğimiz müks (مُكْث), “durup bekleme” anlamındadır (Müfredat). Demek ki Resulullah zamanında, bir ayet inince onu açıklayan ayetin inmesi bekleniyordu. Bu da kümeleri oluşturan ayetlerin aynı anda indirilmediğini gösterir. Buna göre, bir konu ile ilgili ayetlerin tamamı aynı anda inmeyebilir. Bundan dolayı Nebimiz, kendisine sorulan bazı sorulara hemen cevap vermemiş, ilgili ayet kümesinin tamamlanmasını beklemiştir (Tâhâ 20/113-114).


(İsrâ 17/107)
قُلْ اٰمِنُوا بِه۪ٓ اَوْ لَا تُؤْمِنُواۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِه۪ٓ اِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّدًاۙ
De ki: “Ona (Kur’an’a) ister inanın, ister inanmayın. Ondan önce kendilerine bilgi verilmiş olanlar, Kur’ân onlara bağlantılarıyla birlikte okunduğu zaman, yüzüstü secdeye kapanırlar.[*]

[*] Maide 5/83-84, Kasas 28/52-54.

 

(İsrâ 17/108)
وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولًا
Derler ki: “Rabbimiz bütün eksikliklerden uzaktır.[1*] Rabbimizin verdiği söz yerine gelmiştir.”[2*]

[1*] İltifat, bkz. İsra 17/1. ayetin dipnotu.

[2*] Allah’ın İsrailoğullarına verdiği bu söz, kendi kitaplarını tasdik eden yeni bir resulün geleceği sözüdür. Onlar da gelecek resule inanma sözü verdikleri için, geldiğini anlayınca saygıyla boyun eğerler (Âl-i İmran 3/81,84; A’raf 7/157). Onlardan bazıları, bunu anlayıp iyice kavradıktan ve saygıyla boyun eğdikten sonra yüz çevirerek kafir olur (Bakara 2/75-76, 89-91, Âl-i İmran 3/86-89).


(İsrâ 17/109)
وَيَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَز۪يدُهُمْ خُشُوعًا
Ağlayarak yüzüstü kapanırlar. Bu, onların saygısını artırır.[*]

[*] Enfal 8/2.


(İsrâ 17/110)
قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَۜ اَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۚ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلًا
De ki: “İster Allah diye dua edin, ister Rahman diye, hangisiyle dua ederseniz edin, (bilin ki) en güzel isimler /özellikler Allah’a aittir.”[1*] Namazında sesini ne çok yükselt ne de iyice kıs; ikisinin arasında bir yol tut.[2*]

[1*] A’raf 7/180, Tâhâ 20/8, Haşr 59/22-24.

[2*] Gündüz namazları ile gece namazları kılınırken, hangi ses seviyesinde okunacağı, bu ayette ve A’raf 7/205’te bildirilmiştir.

 


(İsrâ 17/111)
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْب۪يرًا
De ki: “Her şeyi mükemmel yapmak çocuk edinmemiş olan[1*] Allah’a özgüdür.[2*] Hakimiyette ortağı yoktur.[3*] Onun ihtiyaçtan dolayı edindiği bir velisi de yoktur.[4*] Onu yücelttikçe yücelt /tekbir getirerek ona gereği gibi saygıda bulun!”[5*]

[1*] Fatiha 1/2.

[2*] İhlas 112/3.

[3*] Furkan 25/2.

[4*] Allah bütün müminleri kendine veli edinmiştir. Bu, onları, karanlıklardan aydınlığa çıkarması, onlara iyilik ve ikramda bulunması içindir (Bakara 2/257, 286, Maide 5/55, Muhammed 47/11).