İSRÂ
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[1*] İsra 17/60, Necm 53/13-18. el-mescidü'l-aksâ /en uzak mescid, yedinci kat semada olan ve sürekli ibadete açık olan el-Beyt’ül-Ma’mûr’dur (Tûr 52/4-5). Gelenekte Mescid-i Aksa’nın Kudüs’te olduğu kabul edilir. Halbuki Ömer (r.a) Kudüs’ü fethettiğinde orada böyle bir mescit yoktu. Bu sebeple Süleyman Mâbedi’nin molozlar altında kalan yerini temizleyip orada namaz kıldırmıştı (Nebi Bozkurt, Mescid-i Aksâ, DİA). Allah Teâlâ, bazı âyetlerini göstermek için bir gece, Mescid-i Haram’dan el-Mescid’ül-Aksâ’ya çıkardığı Muhammed aleyhisselama o âyetleri, yedinci kat göğün son noktasında, Sidret’ül-Müntehâ’nın yanında gösterdi. Oranın yakınında da Cennet vardır (Necm 53/18). Ona, el-Mescidü'l-Aksâ / en uzak mescit denmesinin sebebi bu olmalıdır. Orası ancak meleklerin ibadet yeri olabilir. Çünkü onlar da ibadetle yükümlüdürler (A’raf 7/206, Nahl 16/49-50, Zariyat 51/56).
[1*] Hiçbir ayette Musa aleyhisselama verilen Kitab’ın Tevrat olduğundan söz edilmez ama Müslümanlara bunun tam tersi öğretilmiştir (Bakara 2/53, 87, En'am 6/91, 154, Hud 11/17, 110, Enbiya 21/48, Mü'minun 23/49, Furkan 25/35, Kasas 28/43, Secde 32/23, Saffat 37/117, Mü'min 40/53, Fussilet 41/45, Ahkaf 46/12, Necm 53/36, A’lâ 87/19).Tevrat, Musa aleyhisselam dahil, İsrailoğullarına gönderilen nebilere indirilen kitapların toplamıdır. O nebilerin hepsi Tevrat ile hüküm vermişlerdir (Maide 5/44). İsa aleyhisselam da onlardandır (Maide 5/110, Saf 61/6,14). Ona indirilen kitap, İncil’dır (Maide 5/46). Yahudiler, İsa aleyhisselama inanmadıkları, hatta onu öldürmeye kalktıkları için (Âl-i İmrân 3/55, Nisa 4/156-158) İncil’i Tevrat’a almamışlardır. İsa’ya inananlar bunu yapmış ve İncil ile Tevrat’tan oluşan kitaba, Kitab-ı mukaddes adını vermişlerdir (DİA, Kitab-ı Mukaddes).
[2*] Önceki ayette olduğu gibi burada da iltifat sanatı vardır.
[1*] Meryem 19/58. Bu husus Tevrat’ta şöyle anlatılır: “Tufandan sonra kayda geçen, ulus ulus, boy boy yeryüzüne yayılan bütün bu insanlar Nuh'un soyundan gelmedir.” (Yaratılış 10:32)
[2*] Ayette “görevini tam olarak yerine getiren” anlamı verilen (شكور) şekûr kelimesi şükür kökündendir. Şükür, yapılan iyiliğin değerini bilmek, yapanı övmek ve hak edilen karşılığı vermektir (Müfredât).
[*] Tevrat’ın Tesniye (28:15-68 ve 33:4), Yeşaya (5:24-30) ve Yeremya (2:28; 18:6-19) bölümlerinde İsrailoğulları’nın yaptıkları yanlışlar nedeniyle başlarına gelecek olaylar hakkında bilgiler vardır.
[*] Kral Yehoyakim zamanında Bâbil Kralı Nebukadnezzar (Buhtunnasr) Kudüs'e girerek kralı emri altına almış, pek çok insanla birlikte mabedin değerli eşyalarını da götürmüştür. Üç yıl sonra kralın isyan etmesi üzerine M.Ö. 597'de Kudüs'e ikinci defa giren Nebukadnezzar, bu defa mabedin kalan eşyalarıyla birlikte yeni kral Yehoyakin'i Bâbil'e götürmüş, onun yerine Tsedekiya'yı kral yapmıştır. On yıl sonra Tsedekiya'nın saltanatında Nebukadnezzar'ın üçüncü defa Kudüs'e yürüyerek şehri kuşatması üzerine korkunç bir açlık baş göstermiş. Nihayet şehir düşmüş, mâbed, saray ve genel olarak Kudüs ateşe verilmiş, duvarlar yıkılmış ve halkın bir kısmı sürgün edilmiştir. (DİA, Kudüs md.) Bakara 2/259. Ayette bu olaya işaret vardır.
[*] MS. 70 yılında Romalı kumandan Titus Kudüs'ü kuşatmış, Beyt-i Makdis başta olmak üzere neredeyse bütün şehri yakmıştı. Bu sırada İsrailoğulları, Roma hakimiyeti altında oldukları için onlara karşı koyacak bir askeri güçleri yoktu (DİA, Kudüs). Bu sebeple o yenilgi, bu ayette anlatılan yenilgi değildir. Zaten öyle olsaydı Allah, onun da gerçekleştiğini söylerdi. Kendilerine haram kılınmasına rağmen faizli kredi vermeyi bırakmayan İsrailoğulları (Nisa 4/161), 18. asırdan itibaren dünyaya hakim olan bankacılık ve kaydi para sistemini iyi kullanarak paraya, silah sanayine ve ekonominin her sahasına hakim oldular. Bu hakimiyet öyle bir noktaya ulaştı ki Gazze’yi ele geçirmek için 7 Ekim 2023’te başlatılan savaşta, hak ve hukuk tanımayan İsrail’i, dünyanın en büyük devleti olan Amerika'nın başkanı Joe Biden, kayıtsız şartsız desteklediğini açıkladı ve bir çok büyük devlet de Amerika gibi davrandı. Böylece, askeri açıdan en üstün konuma geldiklerini bütün dünya gördü. Yapılan bu büyük yanlışlar sebebiyle artık ikinci tehdidin zamanı geldi. Allah’ın görevlendireceği kulları, en yakın zamanda onlara hakim olacak ve her şeylerini, yerle bir edeceklerdir.
[*] Bu konu Tevrat’ta şöyle ifade edilir: “Bir ulusun ya da krallığın kökünden söküleceğini, yıkılıp yok edileceğini duyururum da uyardığım ulus kötülüğünden dönerse başına felaket getirme kararımdan vazgeçerim. Öte yandan, bir ulusun ya da krallığın kurulup dikileceğini duyururum da o ulus sözümü dinlemeyip gözümde kötü olanı yaparsa ona söz verdiğim iyiliği yapmaktan vazgeçerim.” (Yeremya 18:7-10)
[1*] Bakara 2/2, A’raf 7/52, Yunus 10/57, Yusuf 12/111, Nahl 16/64, 89, Neml 27/77, Lokman 31/3.
[2*] Fussilet 41/2-4, Ahkaf 46/12.
[1*] Enfal 8/32, Ra’d 13/6, Sad 38/16.
[2*] Enbiyâ 21/37, Mearic 70/19-21.
[1*] Yasin 36/37, Fussilet 41/37.
[2*] Gece denilince akla ilk gelen şey karanlıktır. Allah karanlığı, gecenin göstergesi olmaktan çıkardığı için yazın kutup bölgelerinde geceler, tamamen veya kısmen aydınlık olur. Gecenin diğer göstergeleri devam ettiğinden onlara “beyaz geceler” denir. Allah göğü yükseltmiş, bir mizan yani denge koymuş ve o dengeye uymamızı emretmiştir (Rahman 55/7-9). Dengenin orta noktası 45 derece enlemdir. Allah’ın koyduğu denge gereği beyaz geceler yazın 45 derece enlemden itibaren başlar, kutuplara doğru gittikçe uzar, sonra da tümüyle beyaz geceler oluşur. Doğru bir takvim için bu dengenin dikkate alınması zorunludur (Naziat 79/29, Şems 91/1, Duha 93/1-2).
[3*] Gün içindeki vakitler ve Güneş takvimi Güneş’e göre, kamerî ay içindeki vakitler ve kamerî yıllar da Ay’a göre hesaplanır (Bakara 2/189, Yunus 10/5, Yasin 36/38-40, Rahman 55/5).
[4*] Yunus 10/67, Neml 27/86, Mü’min 40/61.
[5*] A’raf 7/52, Hud 11/1.
[1*] Âl-i İmran 3/180, Nisa 4/53, İsra 17/100.
[2*] Mü’minun 23/62, Yasin 36/12, Zuhruf 43/80, Câsiye 45/29, Kâf 50/17-18, Kamer 54/52-53, Mücadele 58/6, Nebe 78/29, İnfitâr 82/10-12.
[*] Kehf 18/49, Hâkka 69/18-32, Kıyamet 75/14, İnşikak 84/6-15, Zilzal 99/6-8.
[1*] En’am 6/104, Yunus 10/108, Neml 27/92, Rum 30/44, Zümer 39/41, Fussilet 41/46.
[2*] En’am 6/164, Fatır 35/18, Zümer 39/7, Necm 53/38.
[3*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir. (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen Allah’ın resulü (رسول اللّه) ifadelerinde asıl vurgu ayetleredir. Muhammed aleyhisselam öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, sadece Kur’an’dır (Al-i İmrân 3/144). Resul kelimesi yerine ”resul /kitap” ifadesi bunun için yazılmıştır (Maide 5/67, Nahl 16/35).
[4*] Nisa 4/165, Tevbe 9/115, Taha 20/134, Şuara 26/208, Kasas 28/59.
[1*] Fasık olanlar şu ayetlerde anlatılmıştır: Bakara 2/26-27, Haşr 59/19. َ
[2*] Nisa 4/147, En’am 6/123, 131, A’raf 7/96-99, Yunus 10/13, Hud 11/117, Ra’d 13/11, Kasas 28/59, Fatır 35/42-43.
[*] Sâd 38/3.
[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[*] Bakara 2/201, Âl-i İmran 3/145, Nisa 4/134, Şûrâ 42/20, İnsan 76/22, Ğaşiye 88/8-9.
[*] Bakara 2/202, Necm 53/39-41.
[1*] Nisa 4/32, En’am 6/165, Nahl 16/71, Zuhruf 43/32.
[2*] Nisa 4/95-96, En’am 6/132, Tâhâ 20/75-76, Ahkaf 46/19, Hadid 57/10.
[*] İsra 17/39.
[1*] Bakara 2/83, Nisa 4/36, En’am 6/151, Ankebut 29/8, Lokman 31/14-15, Ahkaf 46/15-17.
[2*] "İlgisiz davranma!" anlamını verdiğimiz velâ tenherhumâ (وَلَا تَنْهَرْهُمَا) ifadesindeki fiilin kökü olan nehr (نهر), bir şeyin açılması veya onu açma anlamına gelir (Mekayis). İki kıyı arasından akıp giden suyun yerine nehir (نهر), güneşin doğuşu ile batışı arasına giren aydınlığa da nehar (نهار) yani gündüz denir.
[*] Ahkaf 46/15.
[*] İsra 17/54.
[*] Şeytanlar, doğru yoldan çıkmış olan ama başkalarını da çıkarmak için doğru yolun üstünde oturan insanlar ve cinlerdir (Bakara 2/14, En’âm 6/71, 112, A’raf 7/30, Şuara 26/221-223, Nas 114/1-6).
[*] Bakara 2/263.
[*] Furkan 25/67.
[1*] Şâe (شاء) ile ilgili detaylı bilgi için bkz Ra’d 13/13. ayetin dipnotu.
[*] Ayette, “Zina etmeyin” yerine, “Zinaya yaklaşmayın” denilmiş olması, sadece zina fiilinin değil; kişiyi zinaya götürecek davranışların da yasak kapsamına girdiğini gösterir (Nur 24/30-31). Zina fiili ile ilgili diğer ayetler için bkz: Nur 24/2-3, Furkan 25/68, Mümtahine 60/12.
[1*] Adam öldürmenin meşru olduğu durumlar, savaş (Bakara 2/190), kısas (Bakara 2/178-179, En'am 6/151) ve terör suçu işleyenlerden bir kısmına verilen ceza (Maide 5/33) ile sınırlıdır.
[2*] Buradaki yetki, kısas yetkisidir. Kısas, işlenen suç ile verilen ceza arasındaki denkliği ifade eder. Mahkemede suçu sabit olduktan sonra katil, öldürülen kişinin velisi tarafından öldürülür. Veli isterse katili affetme hakkına da sahiptir. Affetmesi Allah tarafından teşvik edilmiştir (Bakara 2/178-179, Nisa 4/92).
[3*] İnfazı mahkeme kararıyla bizzat maktulün velisi (en yakınlarından biri) yapar. Eziyet ederek öldürmek ya da katilden başkasını da öldürmeye çalışmak öldürme işinde aşırı gitmek olur.
[1*] Nisa 4/2,6,10, En’am 6/152.
[2*] Bakara 2/220.
[3*] Maide 5/1, Mü’minun 23/8.
[*] En’am 6/152, Rahman 55/9, Mutaffifin 83/1-6.
[1*] Ayette geçen “lâ takfu (لا تقف)” ibaresi, “Öndekinin ense köküne bakarak gitme!” anlamında olduğu için “peşine düşme!” anlamı verilmiştir.
[2*] Bunlar insana ruh üflenmesi ile kazanılan ve onu diğer canlılardan farklı yapan özelliklerdir (Secde 32/9).
[3*] Bakara 2/170, Maide 5/104, Nur 24/11-14, Nur 24/11, Ankebut 29/8, Lokman 31/15,21, Zuhruf 43/22-24, Hucurat 49/6.
[*] İlah, kulluk edilen, kayıtsız şartsız boyun eğilen varlıktır. Allah’tan başka ilah yoktur. Kendine veya başkasına ait bir görüşü, Allah’ın emrine aykırı olduğunu bile bile doğru kabul eden, kendini veya başkasını, Allah’ın yanında ikinci ilah yapmış olur. O görüşü yanlış kabul etmesine rağmen uygularsa o zaman da günahkar olur.
[*] En’am 6/100-101, Nahl 16/57, Saffat 37/149-159, Zuhruf 43/16-19, Tûr 52/39, Necm 53/21-22, 27-28.
[1*] İsra 17/89, Kehf 18/54, Tâhâ 20/113.
[2*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerinde düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/286).
[*] Arş’ın sahibi, kainatın yönetimini elinde tutan Allah’tır (Tevbe 9/129). Allah ile birlikte başka ilahlar olsaydı onlar, Allah’ı hakimiyetleri altına almanın bir yolunu ararlardı. Bu da büyük bir fesadın doğmasına yol açardı (Enbiya 21/22).
[*] Gökler, yer ve onlarda bulunan her şey Allah’ın koyduğu kurallara gönüllü olarak boyun eğer (Nur 24/41, Fussilet 41/11, Haşr 59/1, Saf 61/1). İmtihan için yaratılan insanlar ve cinler (Hûd 11/7, Kehf 18/7, Zariyat 51/56, Mülk 67/2) ise imtihan konusu olan işlerde serbest bırakılmışlardır. Bunun dışındaki alanlarda; nefes alıp verme, yeme, içme, giyinme, barınma, dinlenme ve benzeri konularda; Allah’ın doğada koyduğu kanunlara boyun eğmeden yaşayamazlar.
[1*] En’am 6/25, Kehf 18/57.
[*] Yunus 10/42-43, Furkan 25/8, Muhammed 47/16.
[*] İsra 17/98, Mü’minun 23/82, Yasin 36/78, Saffat 37/16, 53, Vakıa 56/47, Kıyamet 75/3, Naziât 79/10-12.
[*] Ra’d 13/5, Nahl 16/38, Meryem 19/66-67, Mü’minun 23/35, Secde 32/10, Yasin 36/79, Kaf 50/3, Vakıa 56/50, Kıyamet 75/4.
[*] Yunus 10/45, Taha 20/103-104, Mü’minun 23/112-114, Rum 30/55, Ahkaf 46/35, Naziat 79/46.
[1*] Ahzab 33/70-71.
[2*] Fatır 35/6, Yasin 36/60, Zuhruf 43/62.
[1*] İsra 17/25.
[2*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili olarak bkz. İsra 17/18. ayetin dipnotu. Burada yaratılacak olan, o kişilerin hak ettikleri şartlardır.
[1*] Göklerde ve yerde insanların göremediği akıllı varlıklar olarak cinler ve onların içinden Allah’ın görevlendirdiği melekler vardır (Nahl 16/49, Meryem 19/93, Saffat 37/6-10, Cin 72/8).
[2*] Bakara 2/253.
[3*] Zebûr”, kelime olarak “kitap, mülk, fırka, parça” gibi anlamlara gelir. “Fırka, parça” anlamındaki kullanımı, çoğul haldeki “zübür” şeklindedir (Mü’minûn 23/53). Bu ayetle birlikte Nisa 4/163’te Davud aleyhisselama bir zebûr verildiği bildirilir. Enbiya 21/105. ayette belirlilik takısı (elif-lam) ile ez-zebûr şeklinde, beş ayette de kelimenin çoğul hali olan “zübür” şeklinde öncekilere indirilen bütün kitaplara atıfta bulunulması (Âl-i İmrân 3/184, Nahl 16/43-44, Şuara 26/196, Fatır 35/25, Kamer 54/43), “zebûr” kelimesi ile kitap kelimesi arasındaki ilişkiyi göstermektedir.
[*] A’raf 7/194-195, Sebe 34/22-23, Fatır 35/13-14, 40, Zümer 39/38.
[1*] Bu ayette geçen vesile, kulu Allah’a yaklaştıran şeydir. Bunlar iman ve salih amellerdir (Maide 5/35, Sebe 34/37, Alak 96/19). Allah, kendisine yaklaşmak için nebileri, melekleri, salih kulları veya başka varlıkları vesile kılmayı yasaklamıştır. Çünkü bu, Allah’a yaklaşmak değil, onu ikinci sıraya koyup ondan uzaklaşmaktır (A’raf 7/3, Zümer 39/3). Bu da Allah’ın asla affetmeyeceği şirk günahıdır (Nisa 4/48, 116).
[1*] Kasas 28/88, Rahman 55/26-27.
[2*] En’am 6/131, Hud 11/117, İsra 17/15-16, Şuara 26/208-209, Kasas 28/59.
[1*] Kendilerine mucizeler gönderilen kavimler, buna rağmen yaptıkları yanlışlardan dönmedikleri için helak edilmişlerdir. Allah, bu sebeple son nebi olan Muhammed aleyhisselama, diğerlerine verilenler gibi bir mucize vermemiştir. Verseydi o mucizeyi gördüğü halde inanmayanların da toplu olarak yok edilmesi gerekirdi. Muhammed aleyhisselam tüm insanlığa gönderilen son nebi olduğu için Allah Teala, yalnızca Kur’an-ı Kerîm’in içeriğinin mucizevî olmasıyla yetinmiş, başka türden mucize vermemiştir (İsra 17/90-95, Tâhâ 20/133, Ankebut 29/50-51).
[2*] Enbiya 21/5-6.
[1*] Nisa 4/126, Fussilet 41/54, Buruc 85/20.
[3*] Bu ağaç, Zakkum ağacıdır (Saffat 37/62-70, Duhân 44/43-46, Vakıa 56/51-52).
[1*] Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda, vücudumuz ayaklar, eller ve dizler üzerinde yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamındaki secdedir (Nisa 4/102-103).
[1*] A’raf 7/14-18, Hicr 15/34-35, 43, Sâd 38/84-85.
[2*] Allah’ın ödülü de cezası da kulun yaptıkları ile orantılıdır (Nisa 4/40, En'âm 6/160, İsra 17/63, Neml 27/89-90, Kasas 28/84, Mü’min 40/40, Nebe 78/26).
[1*] Buradaki ses, Şeytan’ın fısıldaması yani vesvesesidir (Nas 114/1-6).
[2*] Nisa 4/118, Şuara 26/95. Bunlar İblis'e uyan insanlar ve cinlerdir. En'am 6/112 ve Nas suresinde insan ve cin şeytanlarından ve insanları yoldan çıkarmak için yaptıkları davranışlardan söz edilir. Burada da İblis'in, insanları saptırmak için bütün yolları deneyeceği ifade edilmektedir (A'raf 7/17).
[3*] Şeytan insanı haram yoldan mal edinmeye, nikahla meşru aile kurma dışında çocuk sahibi olmaya ve yanlış yollara girmeye teşvik eder. Bu şekilde mallara ve evlatlara ortak olur.
[1*] İster Müslüman, ister kâfir olsun, şeytan hiç kimseye boyun eğdirecek güce sahip değildir. O, sadece kendisine uyanları etki altına alabilir. Bu da şeytanın üstünlüğünden değil, ona uyanların kendi tercihinden kaynaklanır (Nisa 4/118-120, İbrahim 14/22, Hicr 15/40-42, Nahl 16/99-100 Hadid 57/14).
[2*] Ahzab 33/3.
[*] Yunus 10/22 -23, İbrahim 14/32, Hac 22/65, Rum 30/46, Lokman 31/31, Fatır 35/12.
[1*] En’am 6/63-64, Yunus 10/22-23, Ankebut 29/65-66, Lokman 31/32.
[*] A’raf 7/96-99, Nahl 16/46-47, Ankebut 29/40, Mülk 67/17.
[1*] Tîn 95/4.
[2*] Yunus 10/22, Yasin 36/41.
[3*] Nahl 16/72, Mü’min 40/64.
[4*] Bakara 2/30-33, İsra 17/62.
[1*] Nisa 4/69, Hud 11/97-99, Enbiya 21/73, Kasas 28/41, Secde 32/24.
[2*] Amel defteri sağından verilenlerin hepsi cennete gider ve oranın nimetlerinden yararlanırlar (Vakıa 56/27, 90-91, Hâkka 69/19-24, Müddessir 74/39-40, İnşikak 84/7-9). Ancak hepsi aynı konumda olmazlar. Allah, kendi yolunda malı ve canıyla elinden geleni yapanları, özürsüz olarak oturup kalanlarla bir tutmayacak, vereceği büyük bir ödülle diğerlerinden üstün kılacaktır (Nisa 4/95-96, İsra 17/21).
[*] “Körlük” anlamı verilen kelime a’mâ (أَعْمَى)’dır. Birçoğu gerçekleri görür ama hesabına gelmediği için görmezlikten gelir ve kör gibi davranır (Ra’d 13/19). Bu sebeple kör olan gözler değil kalplerdir (Hac 22/46). Allah’ın ayetleri ile araya mesafe koyanlar, bundan dolayı mahşer yerine kör olarak getirileceklerdir (Tâhâ 20/124-127). Amellerini yazmakla görevli iki melekten biri onu mahşer yerine götürürken diğeri amel defterini taşıyacaktır. Daha sonra gözleri, her şeyi görecek şekilde keskinleşecek (Kaf 50/20-23), amel defterinde olanları bütün ayrıntısıyla görecek ve asıl ceza ondan sonra başlayacaktır (Kehf 18/48-49).
[1*] Bu ayet nebilerde “ismet” sıfatının olmadığının delillerindendir. Yani nebiler günahlardan korunmuş değildirler. İlgili diğer ayetler için bkz: (Nisa 4/105-107, En’am 6/88, Enfal 8/67-68, Tevbe 9/43, Hud 11/12, Neml 27/10-11, Zümer 39/65-66, Tahrim 66/1-2).
[2*] Fitne için bkz. İsra 17/60. ayetin dipnotu.
[*] Allah, herkese davranışlarının iyi mi kötü mü olduğunu ilham eder. Kötü bir işe niyetlenen yahut bunu yapan kişinin içinde hissettiği sıkıntı ve vicdan azabı da iyi iş yapanın hissettiği iç huzuru da Allah’ın ona olan ilhamıdır (Tevbe 9/115, Yusuf 12/24, İbrahim 14/27, Şems 91/7-10).
[1*] Hâkka 69/44-47.
[*] Enfal 8/30, Tevbe 9/13, Rum 30/1-6, Muhammed 47/13, Kamer 54/44-45, Mümtahine 60/1.
[1*] A’raf 7/82-83, 88-89, İbrahim 14/13-14, Şuara 26/167-170, Neml 27/56-57.
[1*] “Tepe noktasını geçme” anlamı verilen “dülûk (دلوك)”, “bir şeyin bir şeyden ayrılması” anlamındadır (Mekayis). Hud 11/114. ayete göre gündüz kılınan sadece iki farz namaz, öğle ve ikindi namazları vardır. Bu ayette ise “güneşin dülûkundan gecenin ğasakına kadar namaz kıl” emri verildiği için güneşin dülûku, “öğlen gökyüzünde en tepeye çıktığı noktadan batıya kayması” anlamına gelir.
[2*] Gecenin ğasakı, “gecenin karanlığı” anlamına geldiği gibi “gecenin soğuk vakti” anlamına da gelir (Lisan’ul-Arab). Bir yerden Güneş ışınlarının tamamen çekilmesi, günün en soğuk vaktinin başlaması demektir. Bu sırada Güneşin ufka uzaklığı en az 18 derece olur ve zayıf ışıklı yıldızlar gözükmeye başlar. Güneşin batmadığı yerlerde ğasaku’l-leyl, gece serinliğinin iyice hissedildiği vakittir. Batı ufkunda oluşan kızıl ve beyaz ışık kuşaklarından beyaz kuşak kızıla karışınca yatsı vakti girer. Bu ince tabaka, başlangıçta bir kubbe gibi olur sonra tamamen kaybolur. Ufuktan Güneş ışınları çekilip en zayıf yıldızlar ortaya çıkınca yatsı vakti çıkmış, gecenin ortası diye de tanımlanan ğasak başlamış olur.
[3*] Kur'ân, karae (قرأ) fiilinin mastarı olan kur’ (قُرْء) veya kar’ (قَرْء)’dan türemiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an demesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Kur’ân el-fecr (قُرْاٰنَ الْفَجْر) doğuda, seher vaktinin yani fecr-i kazibin ilk ışıkları ile Güneş’in doğması arasında, ufkun üst tarafında oluşan kubbemsi beyazlık ile ufkun alt tarafındaki siyah kuşağın ve bu ikisini ayıran ince tabakanın bir araya gelmesidir (Bakara 2/187). Bu ayete göre namaz vakitamalerinin üç değişmez özelliği vardır: Birincisi güneşin dülukü yani tepe noktasından batıya kaymasıdır. Bu, dünyanın her yerinde ve her mevsimde kolaylıkla tespit edilebilir. Bu sırada öğlen namazının vakti girer. İkincisi gecenin ğasakıdır. Bu sırada güneş ışınları çekildiği için batı ufku tamamen kararır ve günün en soğuk vakti başlar. Beyaz gecelerin yaşandığı yerlerde karanlık olmaz ama havadaki soğuma kendini iyice hissettirir. Üçüncüsü de yukarıda açıklanan kur’ân el-fecr’dir. Bu üç değişmez özellik, her mevsimde ve dünyanın her yerinde gözlemlenebilir. Bu sebeple namaz ve oruç vakitleri ile ilgili ayetlerde güneşin doğuşundan ve batışından söz edilmemiş (Bakara 2/187) ama günün başlangıcı ve bitişi ile ilgili işaretlere yer verilmiştir (Şems 91/1-4, Duha 93/1-2). Böylece kutup bölgeleri dahil dünyanın her yerinde namaz ve oruç vakitleri gözlemlenebilmektedir.
[4*] Bu vaktin çıplak gözle görüldüğü, Bakara 2/187. ayette ifade edilmiştir.
[1*] Yatsı vaktinin bitmesinden sonra uyuyup sabah namazı vaktinin girmesinden önceki bir vakitte kalkarak (Nur 24/58) kılınan gece namazına “teheccüd namazı” denir. Bu ayete göre teheccüd namazı, Muhammed aleyhisselama farzdır. Diğer mü’minler de bu namazı kılmaya teşvik edilmişlerdir (Furkan 25/64, Secde 32/15-16, Zümer 39/9, Zariyat 51/17-18). Nebimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Gece namazını kılın; çünkü bu sizden önceki sâlih kulların devam ettiği, Allah’a yaklaşmaya vesile olan, günahları örten ve engelleyen bir ibadettir” (Tirmizî, “Daavât”, 115).
[2*] Medine'ye ve daha nice güzel yerlere.
[*] Enfal 8/62-64, Ahzab 33/56.
[1*] Yunus 10/57, Yusuf 12/111, Nahl 16/64, 89, Neml 27/76-77, Lokman 31/3, Fussilet 41/44, Casiye 45/20.
[2*] Bakara 2/121, Maide 5/68, Tevbe 9/125.
[*] Yunus 10/12, 21, Hud 11/9-10, Rum 30/33-34, Zümer 39/8, Şûrâ 42/48, Fussilet 41/51, Fecr 89/16.
[1*] Bakara 2/148, Rum 30/32.
[1*] Bu ayetteki Ruh, Allah’ın emirlerini içeren ayetler kümesi yani Kur’an’dır (Şûrâ 42/52).
[*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili olarak bkz. İsra 17/18. ayetin dipnotu.
[*] Allah’ın Muhammed aleyhisselama olan en büyük ikramı, ona Kitab’ı ve Hikmet’i öğretmesidir (Nisa 4/113). Ayrıca bkz: Duha 93/6-8, İnşirah 94/1-4, Kevser 108/1.
[*] Bakara 2/23-24, Yunus 10/37-38, Hud 11/13, Kasas 28/49-50, Tur 52/33-34.
[1*] İsra 17/41, Kehf 18/54, Tâhâ 20/113, Rum 30/58, Zümer 39/27.
[2*] Kur’an’a ve Elçiye karşı direnir, hiçbir ayete inanmazlar (En’am 6/25, Tur 52/44, Kamer 54/2); ama uydurma şeylere ve Allah'a ortak oluşturmaya (şirke) gelince ona hemen uyarlar (İsra 17/99, Furkan 25/50, Zümer 39/45).
[*] Yunus 10/20, Hud 11/12, Ra’d 13/7, 27, Ankebut 29/50. İsrailoğulları Musa aleyhisselamdan benzer istekte bulunmuş (Tevrat /Çıkış 17:1-6; Çölde Sayım 20:1-11) ve onun asasıyla vurduğu kayadan pınarlar fışkırmıştır (Bakara 2/60, A’raf 7/160). Mekke müşrikleri de benzer bir istekte bulunmuş oluyorlardı.
[*] Furkan 25/7-8.
[1*] Sebe 34/9, Tur 52/43. Zamanında Şuayb aleyhisselamdan da benzer istekte bulunulmuştur (Şuara 26/187).
[2*] Furkan 25/21. İsrailoğulları Musa aleyhisselamdan benzer istekte bulunmuşlardı (Bakara 2/55, Nisa 4/153).
[1*] Bu ayette müşrikler, İsra olayına işaret etmektedir. Demek ki Allah’ın Nebimizi, en büyük ayetlerini /göstergelerini göstermek için bir gece Mescid-i Haram'dan alıp Sidret'ül-Münteha'nın yanındaki el-Mescid'ul-aksâ'ya yani en uzak mescide götürdüğünü biliyorlardı (İsra 17/1, Necm 53/13-18). “Bize bir kitap indirmedikçe çıktığına da asla inanmayız!” demeleri bundan dolayı idi.
[1*] Kehf 18/55.
[2*] Hud 11/25-27, İbrahim 14/9-10, Enbiya 21/3, Mü’minun 23/24, 33, 47, Şuara 26/154, 186, Yasin 36/15, Kamer 54/24, Teğâbün 64/5-6.
[*] İnsanlara elçi olarak melek gönderilecek olsa “o bir melek, biz nasıl onun yaptıklarını yapabiliriz! O kim, biz kimiz!”denilecek ve örnek alınması mümkün olmayacaktı. Bu da örneksiz, pratiği olmayan bir din ve hayatın dışında kalacak bir resul / elçi ortaya çıkaracaktı. Hâlbuki yaptığı her şeyi güzel yapan Allah, böyle bir şeye imkan vermemiş, beşer cinsine yine kendi cinsinden ve yemek yiyen, çarşıda pazarda dolaşan beşer elçiler göndermiştir (Maide 5/75, İbrahim 14/11, Enbiya 21/8, Mü’minun 23/33, Furkan 25/20, Zuhruf 43/59-60).
[*] Ankebut 29/52.
[1*] A’raf 7/178, Kehf 18/17, Zümer 39/36-37.
[2*] İsra 17/72, Tâhâ 20/124-127, Yasin 36/65.
[*] İsra 17/49.
[1*] Yasin 36/81, Vakıa 56/60-61.
[3*] İsra 17/89.
[*] Nisa 4/53.
[1*] A’raf 7/133, Şuara 26/32-33, 45, 60-67, Neml 27/9-12.
[2*] Birkaç ayette daha Resulullah’a bazı konuları ehlikitaba sorması emredilmiştir. Bu ayetler için bkz: Bakara 2/211, A’raf 7/163, Yunus 10/94, Zuhruf 43/45.
[3*] A’raf 7/109, Şuara 26/34-35, Mü’min 40/23-24, Zariyat 51/38-39.
[*] Neml 27/13-14.
[*] Bakara 2/50, A'raf 7/136, Şuara 26/65-66, Kasas 28/40, Zuhruf 43/54-55, Zariyat 51/40.
[*] A’raf 7/137, İsra 17/76-77, Şuara 26/57-59, Duhan 44/28.
[1*] Âl-i İmran 3/3, Nisa 4/105, Maide 5/48, Zümer 39/2, 41, Şûrâ 42/17.
[2*] Bakara 2/119, Furkan 25/56, Ahzab 33/45, Sebe 34/28, Fetih 48/8, Müzzemmil 73/15.
[1*] Kur’ân, karaa (قرأ) fiilinin mastarı olan kur’ (القُرْء) veya kar’ (القَرْء)’dan türetilmiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Arapçada kur’ân (قُرْآنً)’ın çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن) kelimesine kur’ânlar diye de anlam verilebilir.
[2*] “Bekleyerek” diye meal verdiğimiz müks (مُكْث), “durup bekleme” anlamındadır (Müfredat). Demek ki Resulullah zamanında, bir ayet inince onu açıklayan ayetin inmesi bekleniyordu. Bu da kümeleri oluşturan ayetlerin aynı anda indirilmediğini gösterir. Buna göre, bir konu ile ilgili ayetlerin tamamı aynı anda inmeyebilir. Bundan dolayı Nebimiz, kendisine sorulan bazı sorulara hemen cevap vermemiş, ilgili ayet kümesinin tamamlanmasını beklemiştir (Tâhâ 20/113-114).
[*] Maide 5/83-84, Kasas 28/52-54.
[1*] İltifat, bkz. İsra 17/1. ayetin dipnotu.
[2*] Allah’ın İsrailoğullarına verdiği bu söz, kendi kitaplarını tasdik eden yeni bir resulün geleceği sözüdür. Onlar da gelecek resule inanma sözü verdikleri için, geldiğini anlayınca saygıyla boyun eğerler (Âl-i İmran 3/81,84; A’raf 7/157). Onlardan bazıları, bunu anlayıp iyice kavradıktan ve saygıyla boyun eğdikten sonra yüz çevirerek kafir olur (Bakara 2/75-76, 89-91, Âl-i İmran 3/86-89).
[1*] A’raf 7/180, Tâhâ 20/8, Haşr 59/22-24.
[2*] Gündüz namazları ile gece namazları kılınırken, hangi ses seviyesinde okunacağı, bu ayette ve A’raf 7/205’te bildirilmiştir.
[1*] Fatiha 1/2.
[2*] İhlas 112/3.
[3*] Furkan 25/2.
[4*] Allah bütün müminleri kendine veli edinmiştir. Bu, onları, karanlıklardan aydınlığa çıkarması, onlara iyilik ve ikramda bulunması içindir (Bakara 2/257, 286, Maide 5/55, Muhammed 47/11).