NİSA

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Nisa 4/1)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَث۪يرًا وَنِسَٓاءًۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يبًا
Ey İnsanlar! Sizi nefs-i vâhideden[1*] yaratan, (her birinizin) eşini[2*] de nefs-i vâhideden yaratan ve o ikisinden pek çok erkeği ve kadını yeryüzüne yayan Rabbinize karşı yanlış yapmaktan sakının! Birbirinizden bir şey istediğinizde adını andığınız Allah’a ve akrabalık bağlarına karşı yanlış yapmaktan da sakının! Allah sizi görüp gözetmektedir.

[1*] Nefis kelimesi, hem beden hem de ruh anlamına gelir (Zümer 39/42). Bu ayetteki nefis, bedenin özelliklerini içeren döllenmiş yumurtadır. Nefsin oluşumu, üç karanlık bölgede tamamlanır (Zümer 39/6). Bunlar yumurtalık /karar-ı mekîn (Müminûn 23/13, Mürselat 77/21), rahim kanalı /müstekar ve rahim yani müstevda’dır (En’âm 6/98).

[2*] Zevc /eş kelimesinin müennesi /dişili olan zevce Kur’an’da ve fasih Arapçada kullanılmaz. Kadın erkeğin zevci, erkek de kadının zevcidir. Buradaki eş ifadesinin nefsi vahidenin eşi olduğu görülmektedir. Bunun Adem’in eşi olarak da anlaşılabileceği Araf Suresi 189. ayetteki (ليسكن إليهاifadesindeki zamirin Ademin eşine gitmesi zorunluluğundandır.


(Nisa 4/2)
وَاٰتُوا الْيَتَامٰٓى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَب۪يثَ بِالطَّيِّبِۖ وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَهُمْ اِلٰٓى اَمْوَالِكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حُوبًا كَب۪يرًا
(Rüşt çağına gelen) Yetimlere mallarını verin[1*]. Temiz olanı pis olanla değişmeyin[2*]; onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin; çünkü bu, büyük bir vebaldir.

[1*] Bkz. Nisa 4/6 

[2*] Bu ayette yer alan “tayyib” kelimesi, kişinin kendisine ait olan helal malı, “habîs” ise başkasına ait olan ve haksız yere alınan malı ifade etmektedir. En’âm sûresinin 145. ayetinde bizatihi haram olan şeyler anlatılırken, bu ayet başkasının hakkı olan malı yemek gibi harici bir sebepten dolayı haram olan -ki buna fıkıhta “haram li gayrihî” denir- şeylerin hükmünü açıklamaktadır. Aşağıda gelecek olan “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına sadece ateş doldurmuş olurlar” (Nisa 4/10) ayeti de bunu göstermektedir. Râgıb el-İsfahâni’nin de isabetle belirttiği gibi bir şeyin “tayyib” sayılabilmesi için maddesi /kaynağı helal olan bir şeyden ve helal olan bir yerden alınması şarttır. Mesela hırsızlık yoluyla elde edilen bir ekmek, doğası itibariyle tayyib olduğu halde çalan kişi için habistir.


(Nisa 4/3)
وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ
Yetimler konusunda hakka uygun davranamayacağınızdan korkarsanız (onları değil[1*]) hoşunuza gidenlerden iki, üç ve dört kadını[2*] nikahlayın. Eğer aralarında adaleti yerine getirememekten korkarsanız[3*] bir tek kadını veya hâkimiyetiniz altında olan bir esir kadını nikâhlayın[4*]. Haksızlık etmemeniz için en uygun olan budur.

[1*]  (Nisa 4/127

[2*] Tam tercüme, “ikişer, üçer ve dörder” şeklindedir. Bir kişinin önüne bir çuval ceviz koysanız, “bundan ikişer, üçer ve dörder tane al!” deseniz o kişi cevizlerin tamamını alabilir. Birden fazla kişiye aynı şey söylerseniz hiçbiri dörtten fazlasını alamaz. Bu ayette emir, birden fazla kişiye verildiği için hiçbir erkek, aynı anda dörtten fazla eşle nikahlı olamaz . Bu incelik hemen kavranamadığından meal yukarıdaki şekilde verilmiştir.

[3*] Kişinin birden fazla kadınla evlenmesi durumunda maddi ve manevi yükleri artacak, eşleri arasında adaleti sağlaması zorlaşacaktır (Nisa 4/129). 

[4*] Burada, iki şeyden sadece birinin olabileceğini ifade eden “veya” bağlacının kullanılmış olması son derece önemlidir. Kadının birden fazla eşi olamaz(Nisa 4/24). Ama erkeğin birden fazla eşi olabileceğinden bu hüküm, sadece erkek ile ilgilidir. Erkeğin ya esir ya da hür eşi olabilir, ikisi bir arada olamaz (Nisa 4/25). Edep yerlerini bunlardan sadece birine açabilir (Müminun 23/5-6, Mearic 70/29-30). Hür kadınla nikahsız ilişki nasıl yasaksa esir kadınla da yasaktır (Nisa 4/25, Nur 24/32-33). Bu ayette “mâ meleket eymânukum /ما ملكت أيمانكم = hakimiyetiniz altında olan” ifadesi, “أو = veya” edatı ile vâhideten = واحدة üzerine atfedilmiştir. Vahideten sözünün amili mukadder “inkihu /انكحوا = nikâhlayın” emri olduğu için ona atfedilmiş olan “ ما ملكت أيمانكم” = hâkimiyetiniz altında olan” sözünün amili de “nikâhlayın” emri dışında bir şey olamaz. Çünkü matuf ile matufun-aleyhin amilleri aynı olmak zorundadır. Ayete doğru anlam verilirse kimse hakimiyeti altındaki cariye ile nikahsız ilişkiye giremeyeceği için, Arap dili açısından kabul edilemez bir çarpıtma yapılarak ayette hiç geçmeyen “yetinin” ifadesi tefsir ve meallere yerleştirilmiş ve Allah’ın uzak durulmasını emrettiği zina (En’âm 6/151, İsra 17/32, Necm 53/31-32) meşrulaştırılmıştır.


(Nisa 4/4)
وَاٰتُوا النِّسَٓاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةًۜ فَاِنْ طِبْنَ لَكُمْ عَنْ شَيْءٍ مِنْهُ نَفْسًا فَكُلُوهُ هَن۪ٓيـًٔا مَر۪ٓيـًٔا
Kadınlara mehirlerini[*] bir armağan olarak verin. Ondan bir şeyi size, kendiliğinden verirlerse onu da afiyetle ve ağız tadıyla yiyin.

[*] Mehir diye anlam verilen kelime saduka’dır. Saduka, (sıdk = صدق) kökündendir. Sıdk, ister söz ister başka şekilde olsun bir şeydeki kuvveti gösterir. Kuvvetinden dolayı doğru söze sıdk denir (Mekayis). Nikah sözleşmesi gereği eşine mehir vermek zorunda olan erkek, ona sağlam bir söz vermiş olur (Nisa 4/21). Artık o, evliliğin devamı sırasında da eşini boşadığında da ona verdiği hiçbir şeyi geri alamaz. Ayrılmayı kadın isterse durum değişir. Bu durumda o, eşinden aldıklarının tamamını veya bir kısmını geri vermek zorunda kalır (Bakara 2/229). Bu sebeplerden dolayı mehir evliliğin sigortasıdır. 

 

(Nisa 4/5)
وَلَا تُؤْتُوا السُّفَهَٓاءَ اَمْوَالَكُمُ الَّت۪ي جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ قِيَامًا وَارْزُقُوهُمْ ف۪يهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا
Allah'ın, hayatınızı sürdürmeniz için verdiği mallarınızı olgunlaşmamış kişilere[1*] vermeyin. Onunla onları yedirin, içirin ve giydirin. Onlara marufa uygun[2*] sözler de söyleyin.

[1*] Olgunlaşmamış kişiler” diye anlam verdiğimiz (السُّفَهَاءَ  = es-sufehâ) sefih’in çoğuludur. Sefih, akılsız veya aciz anlamlarına gelir. Burada sözü edilen sefihler, bir sonraki ayette belirtilen özelliklere sahip olmadıkları yani reşit konuma gelmedikleri için veya akli yeterlilikleri olmadığı için akılsızca davranıp malı doğru kullanamayan kişilerdir.

[2*] Maruf, bilinen demektir. Bu bilgi ya Kur’ân’dan ya da ona aykırı olmayan gelenekten elde edilir. Zıttı ‘münker’dir. “Marufa uygun söz”, her bakımdan doğru olan sözdür.


(Nisa 4/6)
وَابْتَلُوا الْيَتَامٰى حَتّٰٓى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَۚ فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُٓوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْۚ وَلَا تَأْكُلُوهَٓا اِسْرَافًا وَبِدَارًا اَنْ يَكْبَرُواۜ وَمَنْ كَانَ غَنِيًّا فَلْيَسْتَعْفِفْۚ وَمَنْ كَانَ فَق۪يرًا فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِۜ فَاِذَا دَفَعْتُمْ اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ فَاَشْهِدُوا عَلَيْهِمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يبًا
Yetimleri, evlenme çağına girene kadar deneyin. Reşit olduklarını /olgunlaştıklarını anlarsanız mallarını kendilerine verin[*]. Büyüyüp alırlar diye aşırıya kaçarak tez elden mallarını yemeyin. İhtiyacı olmayan onlara tenezzül etmesin. İhtiyacı olan da marufa uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine teslim ettiğinizde onlara karşı şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.

[*] Bu ayet, ergenlik (büluğ) çağına gelmemiş ve reşit olmamış kişilerin evlendirilemeyeceğinin açık delilidir. Çünkü erkek, evleneceği kadına mehir vermek zorundadır. Bunun için malı üzerinde tasarruf yetkisini elde etmiş olması gerekir. Bu da ancak büluğa erip reşit olması ile mümkün olur. Mehri kadının kendisi alacağı için onun da büluğa ermiş ve reşit hale gelmiş olması icap eder. Evlenecek kadın ve erkeğin, zinadan uzak durmuş olmaları da şarttır (Nisa 4/4, 24, 25, Mâide 5/5). Eğer zina edip tövbe etmemişse, ancak kendisi gibi zina etmiş biriyle veya bir müşrikle evlenebilir (Nur 24/3); ama zinadan sonra tövbe etmiş, tam bir dönüş yaparak kendini düzeltmişse, ancak o zaman namuslu bir Müslümanla evlenebilir (Nur 24/5, Furkan 25/68-70). Bütün bunların çocuklar için söylenemeyeceği açık olduğu halde mezhepler, Talak 4. ayetteki bir kelimenin anlamını tahrif ederek çocuk evliliklerine cevaz vermiş, tefsirler de bu büyük günahın destekçileri olmuşlardır (Talak 65/4).

 


(Nisa 4/7)
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يبًا مَفْرُوضًا
Ana-baba ve en yakınların bıraktıklarından erkeklerin payı vardır. Ana-baba ve en yakınların bıraktıklarından kadınların da payı vardır. Miras malı az veya çok olsun, her bir pay kesin olarak belirlenmiştir.


(Nisa 4/8)
وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا
Mirasın paylaşımı sırasında akrabalar, yetimler[1*] ve çaresiz kalmış kimseler[2*] bulunursa, mirastan onları da rızıklandırın ve onlara marufa uygun söz söyleyin[3*].

[1*] Ölenin bıraktığı yetimler veya hayatta iken destek olduğu ve ölümüyle birlikte desteksiz kalan yetimler.

[2*] Hayatta iken maddi desteğini görmekte olan ve bu ölüm nedeniyle çaresiz durumuna düşenler. Ölenin karısı, bunların başında gelir (Bakara 2/240).

[3*] Hem onları aç ve açıkta bırakmamak için mirastan, geçimlerini sağlayacak bir desteğin verilmesi gerektiğini hem de paylar, Allah tarafından farz olarak belirlendiği için onların miras paylarını artırmanın mümkün olmadığını söylesinler.


(Nisa 4/9)
وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُوا عَلَيْهِمْۖ فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًا
Geriye korunmaya muhtaç çocuklar bırakmaları durumunda bunların hali ne olur diye korkanlar, Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakınsınlar da dosdoğru sözler söylesinler.


(Nisa 4/10)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْمًا اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَارًاۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يرًا۟
Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına sadece ateş doldurmuş olurlar. Onlar yakında harıl harıl yanan ateşten kurtulamayacaklardır.


(Nisa 4/11)
يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعًاۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا حَك۪يمًا
Allah, ölenin evladı[1*] konusunda size görev yüklemektedir[2*]: Erkeğin payı, iki kızın payı kadardır. (Ölenin oğlu olmaz da ) Kızları (iki veya[3*]) ikinin üstünde olursa bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Tek bir kızı varsa mirasın yarısı onun olur. Ölenin çocuğu varsa ana-babadan her birinin payı altıda birdir[4*]. Ölenin çocuğu olmaz da varisi anası ve babası olursa[5*] anasının payı üçte birdir[6*]. Ölenin (baba bir[7*]) kardeşleri varsa anasının payı altıda bir olur. Paylar, ölenin vasiyet ettiği[8*] veya (yazılı olarak bıraktığı) borcun ödenmesinden sonra verilir. Ana - babanızdan[9*] ve çocuklarınızdan[10*] hangisinin, faydalı olma bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. (Bu sebeple) paylar, Allah tarafından kesin ölçülerle belirlenmiştir. Allah bilir, doğru kararlar verir.

[1*] İltifat, bkz Nisa 4/33’ün dipnotu. İltifat sanatı dikkate alınmadan verilecek meal şöyle olur: "Allah, evladınız konusunda size görev yüklemektedir..." Bir Türk bu cümleden, mirası ölen kişinin paylaştıracağını anlar ve şaşırır.

[2*] أَوْصى= evsa= görev yükledi, anlamındadır (Lisân). Mirası, ayetlerde belirtilen ölçülerde paylaştırma görevini Allah mirasçılara değil, Müslümanlara yüklemiştir (Bakara 2/180-182). Bu emre uyulursa miras kısa sürede paylaştırılır ve mirasçılar arasında, bir çekişme ortamı doğmaz.

[3*] Bu parantezi eklememizin sebebi Nisa 4/176. ayettir. Bu ayette zikredilen kelâle, babası ve çocukları olmadan ölen kişidir. Onun mirasının paylaşımında kardeşleri, evladı gibi sayılmıştır. Burada iki kız kardeşe mirasın üçte ikisi veriliyorsa iki kıza da aynısının verilmesi gerekir. Çünkü ayetlerden biri diğerini açıklamaktadır.

[4*] Bu payların verilmesinden sonra artan kısmın tamamı, ister kız ister erkek olsun, evlada aittir. Mezhepler, hiçbir delile dayanmadan “asabe” diye bir kavram üretmiş, eğer mirasçı durumunda olan, kız ise artan kısmı, en yakın erkek akrabaya vermişlerdir. Halbuki Nisa 4/176’ya göre ölenin çocuğu varsa diğer akrabalar mirastan bir şey alamazlar.

[5*] Buradaki hükümler, ölenin annesinin ve babasının mirasçı olması halinde uygulanır. Yalnız babası mirasçı ise annesinin çocukları Nisa 12. ayetteki kelâle hükümlerine göre miras alırlar. Yalnız annesi mirasçı ise babasının mirasçıları Nisa 176’daki kelâle hükümlerine göre miras alırlar. Mirasçı olarak ölenin sadece kardeşleri kalmışsa annesinin çocukları Nisa 12, babasının çocukları da Nisa 176’ya göre mirasçı olurlar. Bütün paylaşımlar, eşlerin payı ayrıldıktan sonra yapılır (Nisa 4/33).

[6*] Kalanını baba alır.

[7*] Ana baba bir veya baba bir kardeşler, menfaat bakımından kişiye ana bir kardeşlerden daha yakındır. Babanın alacağı miras, onun ölümüyle baba bir kardeşlere kalacaktır. Zaten Nisa 4/176’ya göre babası ve evladı olmayan birinin baba bir kardeşleri, öz evladı gibi mirasçı olurlar. Nisa 4/12. ayete göre anası ve evladı olmadan ölen birinin ana bir kardeşleri öz evladın yerine geçmezler. Onlar annelerinin yerine geçer, anneleri gibi, mirastan en fazla üçte bir pay alabilirler.

[8*] (ٱلْوَصِيَّةُ = el-vasiyyeh), birine yüklenen belli bir görev anlamındadır (Lisân). İki çeşit vasiyet vardır; biri Allah’ın yüklediği mirası paylaştırma görevi (Bakara 2/180-181 Nisa, 4/11), diğeri de miras bırakanın borcu ile ilgili vasiyetidir. Belgelenmiş borca vasiyet denmez (Bakara, 2/282) çünkü o belge, başka bir şeye ihtiyaç bırakmaz. Böyle bir belge yoksa, ölmek üzere olan biri, borcunu, en az iki şahit huzurunda itiraf ederek vasiyette bulunur (Maide 5/106-107). Miras ayetlerinde “vasiyet ve borç” değil de “vasiyet veya borç” ifadesinin geçmesi, ikisinin de birer borç olduğunu ama aralarında böyle bir farkın bulunduğunu gösterir. Esas olan borcu yazmaktır. Nebimiz şöyle demiştir: “Müslüman kişinin, vasiyet etmesi gereken borcu varsa vasiyetini yazılı olarak yanında bulundurmadan iki gün gecelemesi caiz olmaz” (Buhari, Vasaya, 1, Müslim, Vasiyet, Mukaddime, Ebu Davud, Vesaya)

[9*] (آبَآؤُكُمْ = abâukum) ifadesinin kapsamına anneler de girdiği için ana - babanız anlamı verilmiştir.

[10*] Ayetteki (أَبناؤُكُمْ= ebnâukum), erkek ve kız evladı ifade eder (Nahl 16/72).

 


(Nisa 4/12)
وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ فَاِنْ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌۜ
Hanımlarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir, çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Bu paylaşım, vasiyet ettikleri veya (yazılı olarak bıraktıkları) borcun ödenmesinden sonra yapılır. Sizin çocuğunuz yoksa bıraktıklarınızın dörtte biri hanımlarınızındır[1*]. Çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır[2*]. Bu paylaşım vasiyet ettiğiniz veya (yazılı olarak) bıraktığınız borcun ödenmesinden sonra yapılır[3*]. Miras bırakan erkek veya kadın, (ana tarafından) kelâle olur (anası ve çocuğu olmaz da ana bir) erkek veya kız kardeşi bulunursa her birinin payı altıda birdir. Bunlar birden fazla iseler mirasın üçte birini eşit olarak paylaşırlar[4*]. Bu paylaşım da vasiyet edilen[5*] veya (yazılı olarak) bırakılan borcun ödenmesinden[6*] sonra (hiçbir mirasçıya) zarar vermeyecek şekilde yapılır. Bu, Allah tarafından size yüklenen görevdir. Allah daima bilir, pek yumuşak davranır.

[1*] Hanımların sayısı birden fazla ise, dörtte bir mirası aralarında paylaşırlar.

[2*] Miras paylaşılırken önce eşin payı verilir, ondan artan kısım, diğer mirasçılara pay edilir (Nisa 4/33).

[3*] Ölen kişinin borcu, mirasından çok ise miras, alacaklılara alacakları oranında pay edilir. Kalan borç, mirasçıdan istenemez.

[4*] Baba bir 2 kız kardeşin payı 1 erkek kardeş kadar iken (Nisa 4/176) ana bir kardeşlerde erkek ve kız ayrımı olmaz. Çünkü ana bir kardeşler başka aileye mensup olduklarından kişiye faydası açısından kız kardeşin erkek kardeşten farkı yoktur.

[5*] Bu vasiyet, Maide 5/106’ya göre ölen kişinin yaptığı, borcunun ödenmesi ile ilgili vasiyetini de Bakara 2/240’a göre ölen erkeğin eşiyle ilgili olarak Allah’ın mirasçılara yüklediği görevi de kapsar.

[6*] Mezhepler, bir ayet veya hadise dayanmadan bir kişinin, malının üçte birini vasiyet edebileceğini söylerler. Bu, mirasçıların malının haksız olarak başkasına verilmesidir. Bir yere bağışta bulunacak olan, bağışı hayatta iken yapmalıdır. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Sizden birine ölüm gelmeden, verdiğimiz rızıktan hayra harcasın. Yoksa (ölüm gelince) şöyle der: ‘Rabbim! Kısa bir süreliğine ölümü ertelesen de sadaka versem ve salihlerden olsam!’ Allah eceli gelmiş olan hiç kimseyi ertelemez. Allah yaptığınız her şeyin iç yüzünü bilir.” (Münâfikûn, 63/10-11) Nebimize “Hangi sadaka daha faziletlidir?” diye sorulunca şöyle demiştir: “Sağlıklı ve hırslı olduğun, fakirlikten korkarak zenginlik beklentisi içinde olduğun sırada verdiğin sadakadır. Can boğaza gelinceye kadar erteleyip o sırada şuna şu kadar, buna bu kadar deme. Artık o mal başkasının olmuştur” (Buhari, Zekât, 10; Müslim, Zekât, 92).  Bu konuda Sa’d b. Ebî Vakkas’ın oğlu Amir’in, kendi doğumundan öncesi ile ilgili olarak babasından duyduğu şu sözler delil alınır: “Veda Haccı sırasında şiddetli bir ağrıya tutuldum. Allah’ın elçisi (s.a.v.) ziyaretime geldi. Dedim ki; “Sancım iyice arttı. Ben malı olan birisiyim. Kızımdan başka mirasçım da yok; malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtsam mı?” Hayır! dedi. “Yarısı olmaz mı?” dedim; şöyle dedi: “Hayır! Üçte biri olur ama üçte bir de büyüktür veya çoktur. Mirasçılarını zengin olarak bırakman, başkalarına el açacak şekilde fakir bırakmandan hayırlıdır.” (Buhârî) Bu hadisin vasiyetle ilgisi yoktur. Öyleyse bir malın, ölümünden sonra bir yere verilmesini vasiyet eden kişinin yaptığı vasiyet geçersizdir.

[7*] Yunus 10/11, Nahl 16/61, Fatır 35/45.


(Nisa 4/13)
تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Allah'a ve resulüne /elçisinin getirdiği ayetlere[*] kim gönülden boyun eğerse Allah onları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada ölümsüz olacaklardır. Büyük başarı işte budur.

[*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir. (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen  Allah’ın resulü (رسول اللّه ) ifadelerinde asıl vurgu ayetleredir. Muhammed aleyhisselam öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, sadece Kur’an’dır (Al-i İmrân 3/144). Resul kelimesi yerine ”resul /elçisinin getirdiği ayetler” ifadesi bunun için yazılmıştır (Maide 5/67, Nahl 16/35).


(Nisa 4/14)
وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَاۖ وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟
Kim koyduğu sınırları aşarak Allah'a ve resulüne /onun elçi olarak getirdiklerine karşı gelirse Allah onu, ölmemek üzere kalacağı[*] bir ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.

[*] “Ölmemek üzere kalan” ifadesinin cennetliklerle ilgili olan önceki ayette çoğul, cehennemliklerle ilgili olan bu âyette tekil olması, cennetliklerin eş-dost ve yakınları ile birlikte olacaklarını, cehennemliklerin ise tek başlarına kalacaklarını gösterir (Bakara 2/165-167, Zuhruf 43/66-67).


(Nisa 4/15)
وَالّٰت۪ي يَأْت۪ينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَٓائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ اَرْبَعَةً مِنْكُمْۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَاَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتّٰى يَتَوَفّٰيهُنَّ الْمَوْتُ اَوْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لَهُنَّ سَب۪يلًا
Kadınlarınızdan zina[1*] yapanlara karşı sizden dört şahit getirin[2*], onlar şahitlik ederlerse, ölünceye veya Allah onların lehine bir yol açıncaya kadar o kadınları evlerinde tutun[3*].

[1*] Zina diye meal verdiğimiz kelime, fuhuş anlamında olan (el-fahişe = الْفَاحِشَةَ)'dir. Türkçede para karşılığı yapılan cinsel ilişkiye fuhuş dendiği için, yanlış anlamaya yol açmasın diye o kelime kullanılmamıştır. Kur’an’a göre her zina fuhuştur. Bir ayet şöyledir: “Zinaya yaklaşmayın! O, bir fuhuş ve çok kötü bir yoldur.”(İsra 17/32)

[2*] Allah Teala dört şahit getirme şartını, namuslu kadının zina ettiği iddiasını ispat için şart koşmuş, dört şahit getiremeyeni iftiracı saymış ve ona seksen kırbaç vurulmasını emretmiştir. Ayrıca tevbe edip kendini düzeltinceye kadar şahitliğinin kabul edilmemesini de hükme bağlayarak (Nûr 24/4-5 ve 13) kadını koruma altına almıştır.  Bu koruma erkek için getirilmemiştir.

[3*] Muhammed aleyhisselam Mekke’de iken önceki kitaplara uyma emri almıştı (En’âm 6/90). Medine’de ceza uygulayabileceği konuma gelince zina suçu işleyenlere Tevrat’ta bulunan recm yani taşlayarak öldürme cezasını (Levililer 20/10-21, Tesniye 22/22-26) uygulamıştı (Buhârî, Hudûd, 24 ve 30). Bu âyetler recm cezasını ilk aşamada kadın için ev hapsi ve sözle incitme, erkek için sadece sözle incitme cezasına çevirmiştir. Tevbe edip ıslah oldukları ortaya çıkınca sözle incitme cezası, her ikisi için de ortadan kalkardı. Daha sonra bu ceza hafifletilerek 100 celdeye çevrilmiştir (Nûr 24/2).


(Nisa 4/16)
وَالَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاٰذُوهُمَاۚ فَاِنْ تَابَا وَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَوَّابًا رَح۪يمًا
Sizden zina yapan o iki kişiyi (kadını ve erkeği)[*] sözle incitin. Eğer tövbe eder /günahlarından dönüş yapar ve kendilerini düzeltirlerse artık onlara ilişmeyin. Allah tövbeleri kabul eder ve ikramda bulunur.

[*] Allah Teala fuhuş çeşitlerini yasaklamış (A’raf 7/33) ve onlardan uzak durmayı emretmiştir (En’am 6/151, Şurâ 42/57, Necm 53/31-32). Onların ilki zina (İsra 17/32) ikincisi de erkek erkeğe ilişkidir (A’raf 7/80-81). Arap dilinde çoğul, en az üçü gösterdiğinden fuhşun üçüncü çeşidi lezbiyenlik olur. 15. ayette, fuhuş yapan kadınlara verilen ev hapsi cezasının, onların lehine olacak bir cezaya çevrileceği bildirilmiştir. Fuhuş suçu ile ilgili olarak, bundan sonra inen tek ayet zina cezasını belirleyen ayet olduğu için (Nûr 24/2), Nisa 15’te ev hapsi cezasına çarptırılan kadınlar, zina suçu dışında bir suç işlemiş olamazlar. Nisa 16’da hem onu hem de suç ortağı olan erkeği sözle incitme emri de verilmiştir. Burada kadına daha fazla ceza verildiği düşünülebilir. Ama ev hapsi onu, kötü niyetli erkeklerden koruyacağı için kadının lehine olur. Bu cezalar, Nûr Suresi 2. âyet ile kaldırılmış, hem kadın hem de erkek için 100 celdeye dönüştürülmüştür. Konu bu kadar açık olduğu halde Nisâ 15’in kadın kadına ilişki /lezbiyenlik ile ilgili olduğu, ayette açılacağı bildirilen yolun da evlilik olduğu iddia edilmektedir. Halbuki ayette evli bekar ayrımı yapılmamış, sadece ev hapsine mahkum edilen kadınlar için “lehine bir yol açıncaya kadar” ifadesi kullanılmıştır. Bu yol ancak, ev hapsini sona erdirecek bir ceza türü olabilir. İşte 100 celde cezası (Nûr 24/2) budur. Ayetler arası ilişkileri dikkate almayanlar, 16. ayetin erkek erkeğe cinsel ilişki ile ilgili olduğunu da iddia ederler. Onlara göre ayetin başındaki “ellezâni /o ikisi” ifadesi fuhuş eylemini yapan iki erkek anlamındadır. Bu iddianın da doğru olma ihtimali yoktur. Arap dilinde kadınlar için dişil, erkekler için eril kalıplar kullanılır ama erkek ile kadının ortak eylemini anlatan kelimeler, mutlaka eril kalıpta olur. Bu sebeple ilgili ayetleri yok sayıp Nisa 16’nın başındaki “ellezâni” ifadesine dayanılarak o ayette erkek erkeğe cinsel ilişkinin kastedildiği söylenemez.

 


(Nisa 4/17)
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا
Allah’ın kabul sözü verdiği tövbe /günahtan dönüş yapma, kendini tutamayarak[*] kötülük işleyen sonra vakit geçirmeden dönüş yapanların tövbesidir. Allah, işte bu kişilerin tövbelerini kabul eder. Allah bilir, doğru kararlar verir.

[*Ayette geçen cehâlet (جهول) kelimesi ‘bilmemek, yanlış düşünmek, yanlış hareket etmek’ anlamlarına gelir (Müfredat). Yusuf aleyhisselamın “Rabbim! ... Kadınların oyununu benden savmazsan onlara kapılırım ve cahillik edenlerden olurum. (Yusuf 12/33)” demesi de, Musa aleyhisselamın “Cahillik edenlerden/kendini bilmez biri olmaktan Allah’a sığınırım! (Bakara 2/67)” demesi de kendini tutamayarak yanlış yapma anlamındaki cehalettir.


(Nisa 4/18)
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا
Kötülükleri işlemeye devam eden, ölüm gelip çatınca da "Ben şimdi tövbe ettim /günahımdan dönüş yaptım[*]" diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tövbesi, Allah’ın kabul edeceği tövbe değildir. Onlar için acıklı bir azap hazırlamışızdır.

[*] Yunus aleyhisselam ve kavmi, ölümle yüz yüze gelmeden tövbe ettikleri /dönüş yaptıkları için Allah tövbelerini kabul etti (Enbiya 21/87-88). Nuh aleyhisselam da oğlu bildiği kişiyi, kurtulma ümidi varken, tövbeye çağırmıştı (Hûd 11/42-43). Firavun ise tövbeyi, ölümle yüz yüze geldiği anda yaptı (Yunus 10/90-92). Böyle bir tövbe kabul edilmez (Müminun 23/99-100, Secde 32/12-15). Günahkar müminler de ölünce hayata dönüp iyi işler yapmak isterler ama iş işten geçmiş olur (Münafikun 63/9-11). Nebîmiz şöyle demiştir: “Allah kulunun tövbesini, can boğaza gelinceye kadar kabul eder.” (Tirmizi, Daavat 98; İbn Mace, Zühd 30; Ahmed b. Hanbel, 2/132, 153). Can boğaza gelince artık her şey bitmiş olur.


(Nisa 4/19)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَرِثُوا النِّسَٓاءَ كَرْهًاۜ وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۚ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ فَاِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَيَجْعَلَ اللّٰهُ ف۪يهِ خَيْرًا كَث۪يرًا
Ey inanıp güvenenler! Kadınlarınızı zorla nikahınızda tutmanız[1*] size helal değildir. Onların zina yaptıkları şüphe götürmez bir şekilde belli olmadıkça verdiğinizden bir kısmını dahi geri almak için onlara baskı yapmayın. Kadınlarınızla güzel[2*] geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmıyorsanız (bilin ki,) hoşlanmadığınız şeyde bile Allah birçok hayırlar yaratabilir.

[1*] “Kadınlarınızı zorla nikahınızda tutmanız” şeklinde anlam verdiğimiz cümlenin hakiki anlamı “kadınlarınıza zorla mirasçı olmanız”dır. Kimin daha önce öleceği belli olmadığı için kimse kimseye zorla mirasçı olamayacağından “mirasçı olma” kelimesine, mecaz anlamı verme zorunluluğu doğar. Mecaz ile hakikat arasında bir ilgi bulunmalıdır. Bir erkek, ancak nikahında iken ölen kadına mirasçı olabileceği için buradaki ilgi, ölene kadar birlikte olma isteğidir. Bunun gerçekleşmesi için erkek, zor kullanarak eşinin boşanma isteğini engelleyebilir. Ayete yukarıdaki anlamın verilmesinin sebebi budur. Kadının da tek taraflı boşama hakkı vardır (Bakara 2/229, Nisa 4/34-35, Mümtehine 60/10-11). Mezhepler kadının boşama hakkını elinden alıp yerine, son kararın erkekte olduğu ‘muhâlaa’yı koyduğundan ilgili bütün ayetler gibi bu ayete de yanlış anlam vermek zorunda kalmışlardır.

[2*] “Güzel” diye tercüme ettiğimiz kelime “maruf” kelimesidir. Maruf, Kur’an’da belirtilen ölçüler veya evrensel doğrular sayesinde öğrenilir. Kur’an’da özel olarak kadınlara ait hak ve sorumlulukların bildirildiği ayetler, onlarla geçinme konusundaki marufu açıklar: Bakara 2/187, 222, 225-237; Nisa 4/3-4,15,19,21,32-35,127-128; Nur 24/31,33; Ahzab 33/59; Mücadile 58/2-3; Talak 65/1-7.


(Nisa 4/20)
وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍۙ وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَارًا فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْـًٔاۜ اَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَانًا وَاِثْمًا مُب۪ينًا
Bir eşi bırakıp bir başka eşle evlenmek isterseniz, bıraktığınıza yığınla mal vermiş bile olsanız ondan hiçbir şey almayın. İftira ederek ve apaçık günaha girerek mi alacaksınız[*]!

[*] Erkek; eşinin zina ettiğini iddia ederse özel bir yargılama ile iddiasını ispatlama, eşine de kendisini aklama imkanı verilir (Nur 24/6-10). Bu yolla erkek eşinden bir şey alamaz; ama verdiği mehir ve hediyeleri geri almak için  eşine, boşama hakkını onun kullanmasını, (Bakara 2/229) aksi takdirde zina ettiği iddiasıyla yargıya baş vuracağını söyleyerek baskı yapabilir. Bunu yapan hem iftira etmiş hem de büyük bir günaha girmiş olur.


(Nisa 4/21)
وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ اَفْضٰى بَعْضُكُمْ اِلٰى بَعْضٍ وَاَخَذْنَ مِنْكُمْ م۪يثَاقًا غَل۪يظًا
Verdiğinizi nasıl geri alabilirsiniz ki! Onlar (nikahla) sizden sağlam bir söz aldılar[*] ve birbirinizle baş başa kaldınız.

[*] Küçük çocuklar, bütün mezheplere göre velileri tarafından evlendirilebilir. Ayrıca Şafiî, Mâlikî ve Hanbelîler, bakire kızın babası tarafından ona sormadan evlendirilebileceğini; Hanefîler de baskı altında kıyılan nikahın geçerli olduğunu kabul ederler. Bu şekilde evlendirilen bir kadın, eşinden sağlam bir söz almış olamayacağı için ayet, bu tür nikahların geçersizliğinin açık delillerindendir.


(Nisa 4/22)
وَلَا تَنْكِحُوا مَا نَكَحَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتًاۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلًا۟
Babalarınızın nikâhladığı kadınları nikâhlamayın. Geçmişte olan oldu. O çok çirkin, nefret uyandıran bir iş ve çok kötü bir yol idi!


(Nisa 4/23)
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ وَبَنَاتُ الْاُخْتِ وَاُمَّهَاتُكُمُ الّٰت۪ٓي اَرْضَعْنَكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ مِنَ الرَّضَاعَةِ وَاُمَّهَاتُ نِسَٓائِكُمْ وَرَبَٓائِبُكُمُ الّٰت۪ي ف۪ي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَٓائِكُمُ الّٰت۪ي دَخَلْتُمْ بِهِنَّۘ فَاِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْۘ وَحَلَٓائِلُ اَبْنَٓائِكُمُ الَّذ۪ينَ مِنْ اَصْلَابِكُمْۙ وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًاۙ
Şunlar (ile evlenmeniz[1*]) size haram kılınmıştır: Analarınız[2*], kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emzirmiş olan süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz[3*], kadınlarınızın anaları, gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızın (önceki evliliklerinden) olan ve artık ailenizden sayılan üvey kızlarınız[4*]. Ama gerdeğe girmeden ayrılmışsanız onlarla evlenmenizin bir günahı olmaz. Kendi soyunuzdan olan oğullarınızın eşleri ile nikahlanmanız ve iki kız kardeşle aynı anda nikâhlı olmanız da haram kılınmıştır. Geçmişte olan oldu. Allah daima bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[1*] Haram kılınan şeyin evlilik olduğu hem bu ayetten hem de bunu takip eden ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır.

[2*] “Analarınız” ifadesi sadece anneyi değil, anneanne, babaanne ve onların anneleri gibi bütün büyük anneleri içine alır. Aynı şekilde anne ve baba soyundan olan dedeler ve onların babaları gibi tüm büyük babalar da kişinin kendi öz babası hükmündedir.

[3*] Bir kadından süt emen çocuk o kadının süt çocuğu, kadının doğurduğu veya emzirdiği çocukların da süt kardeşi olur ve aralarında ebedi evlenme engeli doğar. Fakat bu yasak, süt emen çocuğun bu kadından süt emmeyen kardeşlerini kapsamaz. Bu yüzden fıkıhta “süt emenin nefsi (yani sadece kendisi) emzirenin nesline haramdır” kuralı geliştirilmiştir. Buna göre bir kadın kendi çocuğu olmayan birini emzirdiğinde sadece o çocuk onun süt çocuğu olur. Süt hısımlığının doğması için bir kadının 0-2 yaş arasındaki çocuğu beslemek/doyurmak maksadıyla emzirmesi gerekir (Bakara 2/233).

[4*] Herkes annesinin evine girme hakkına sahiptir (Nûr 24/61). Anne dul kalır da bir başkasıyla evlenirse yeni eşinin tahsis ettiği evin kendi evi sayılabilmesi için onunla kapalı alanda baş başa kalması gerekir (Nisa 4/20-21). Bundan sonra Allah, o kadının kızını, bu yeni kocasının öz kızı gibi sayarak evlenilmesi yasak olanlar arasına sokmuş ve onun o eve girmesinin önündeki engeli kaldırmıştır.


(Nisa 4/24)
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۚ كِتَابَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۘ وَاُحِلَّ لَكُمْ مَا وَرَٓاءَ ذٰلِكُمْ اَنْ تَبْتَغُوا بِاَمْوَالِكُمْ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَۜ فَمَا اسْتَمْتَعْتُمْ بِه۪ مِنْهُنَّ فَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ فَر۪يضَةًۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا تَرَاضَيْتُمْ بِه۪ مِنْ بَعْدِ الْفَر۪يضَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا حَك۪يمًا
Evli kadınları[1*] nikâhlamanız da haramdır. Ama evli olduğu halde hakimiyetiniz altına girmiş olan (savaş esiri kadınlar) ile evlenebilirsiniz[2*]. Bunlar, Allah’ın size yazdığı hükümlerdir. Diğer kadınlar; iffetli olmanız, zinadan uzak durmanız ve mehirlerini vermeniz şartıyla size helal kılınmıştır. Onların hangisinden nikâh ile yararlanırsanız[3*] mehirlerini aranızda belirlediğiniz miktarda verin[4*]. Mehri belirledikten sonra başka bir miktar üzerinde anlaşmanızın sakıncası yoktur. Allah bilir, doğru kararlar verir.

[1*] Müslüman - kâfir, hür - esir, evli - bekar ayrımı yapılmaksızın, namusunu koruyan bütün kadınlar Kur’an hükümleriyle de koruma altına alınmış ve onlara “muhsana” yani kalenin içindeymiş gibi korunmuş kadın denmiştir. Bunlardan hür olanları için bu kelime, Mâide 5/5. ayette, esir olanları için de Nisâ 4/25’te geçer. Nûr 24/4 ve 23. ayetler ise her ikisini de kapsar. Kadın, nikâh ile birlikte kocasının da koruması altına girer ve bir kez daha muhsana olur. Bu ayette muhsana, evli kadın anlamında kullanılmıştır. 

Bu ayet, evli iken esir düşen kadınların, kocalarından boşanmış sayılacağını gösterir.

[2*] “Babalarınızın nikâhladığı kadınları nikâhlamayın” emriyle başlayıp buraya kadar sayılan kadınları nikâhlamak haramdır. Bu ayette yer alan “Hakimiyetiniz altında olan (savaş esirleri) dışındaki evli kadınları nikâhlamanız da haramdır” hükmü, evli savaş esiri kadınlarla evlenmeye onay vermiştir. Çünkü Muhammed 47/4’e göre savaş esirleri köleleştirilemez; onları karşılıklı (fidye ile) veya karşılıksız serbest bırakmak gerekir. Karşılıksız serbest bırakılmayan, fidyeleri de ödenmeyen kadınlara evlilik yolu açılarak esirlikten kurtulmalarına imkan verilmiştir. Esir kadın, evlenme konusundaki kararını, kendi hür iradesiyle vereceği için bu hükm onun lehinedir.

[3*] Bu ayet, gerdeğe girilmişse,  nikahtan önce veya nikah sırasında belirlenmiş mehri vermenin erkeğin görevi, almanın da kadının hakkı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu yüzden erkek, mehir belirlendikten ve gerdekten sonra karısını boşarsa, ona olan mehir borcunun tek kuruşunu dahi kesemez (Bakara, 2/228; Nisâ, 4/20). Boşanma durumunda mehirle ilgili diğer  hükümler için bkz: Bakara, 2/236-237; Ahzâb, 33/49.

[4*] "Mehirlerini” diye tercüme ettiğimiz kelime;أجر = ecr”in çoğuluأجور = ücûr”dur. Ecr, yapılan işe karşılık hak edilen şeye denir. Kadının nikah akdi karşılığında hak ettiği mehre de mecaz olarak ecr denmiştir (Müfredat). Durum böyle olduğu halde Nisa 24. ayetin iç bütünlüğü, anlamı, diğer ayetlerle ilişkisi ve Arap dilinin kuralları ihlal edilerek onun şu bölümünden mut’âya yani geçici nikaha fetva çıkarılmıştır. Bunu yapanlar (فَمَا اسْتَمْتَعْتُم بِهِ’) ifadesindeki nikaha giden هِ= o zamirini herhangi bir şekilde "elde etmek" diye takdir ederek muta'ya delil çıkarırlar. Halbuki Nisa 22. ayetten itibaren kadını elde etmekten değil, nikahtan bahsedilir. Dolayısıyla (فَمَا اسْتَمْتَعْتُم بِهِ’ifadesindeki (هِ= o ) zamiri nikaha gitmektedir. Böylece Kur'an, tek bir nikahtan bahsettiği halde Şia, ayetteki ifadeleri tahrif etmek suretiyle bu tür geçici nikahın İslam'da var olduğunu ve hatta uygulanmasının sevap olduğunu söyler.Bu konuda Sünniler de Mut'a nikahının İslam'da var olduğunu fakat sonradan Ömer (r.a.) tarafından kaldırıldığını iddia ederler. Bu dinde Allah'tan başka hüküm koyma veya kaldırma yetkisine sahip biri olamayacağı için bu iddiaların doğru olma ihtimali yoktur. 


(Nisa 4/25)
وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ مِنْكُمْ طَوْلًا اَنْ يَنْكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِكُمْۜ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَانْكِحُوهُنَّ بِاِذْنِ اَهْلِهِنَّ وَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ اَخْدَانٍۚ فَاِذَٓا اُحْصِنَّ فَاِنْ اَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْۜ وَاَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
İçinizden, mümin olan iffetli hür kadınları[1*] nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar, hakimiyetiniz altında olan mümin esir kızlarınızı nikahlayabilirler. İmanınızı en iyi bilen Allah’tır. Hepiniz birbirinizdensiniz[2*]. Onları (esir kadınları), iffetli olmaları, zinadan uzak durmuş ve gizli dostlar edinmemiş olmaları şartıyla ailelerinin[3*] izni ile nikahlayın ve mehirlerini kendilerine, marufa (Kur’an ölçülerine) uygun olarak verin. Evlendikten[4*] sonra zina ederlerse onlara verilecek ceza, evli hür kadınlara verilen cezanın[5*] yarısı kadardır. Bu ruhsat[6*], içinizden (evlenme imkanı bulamayacağını düşünüp) çıkmaza girmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz /duruşunuzu bozmamanız daha iyi olur. Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[1*]  Bu ayete göre hür kadınla evlenmeye gücü yeten erkek, esir kadınla evlenemez. Hür eşi olan, onun üzerine esir bir eş de alamaz. Eğer evlenmek istiyorsa, onu önce hürriyetine kavuşturur (Muhammed 47/4), sonra evlenir. Ödediği fidyenin mehir sayılması için onunla anlaşabilir. Nebimiz, esir kadınlardan Cüveyriye, Safiye ve Reyhâne’yi, hürriyetine kavuşturduktan sonra nikâhlamıştır. Nebimize fey olarak verilen ve savaş esiri olmayan Mâriye, Ahzâb 33/50. ayet ile ona özel olarak helal kılınmıştır (Tahrim 66/1-2).

[2*] Her kadın bir erkeğin kızı, her erkek de bir kadının oğludur (Hucurât 49/13).

[3*] Savaş esirleri ailelere dağıtılır ve ailenin bir ferdi gibi muamele görürler (Nur 24/58-59). Yanında bulunduğu aile, esirin ailesi sayılır. Ailenin yetkisi, sadece evliliği denetlemekle sınırlıdır. Esir kız/kadın, evlenme kararını kendi hür iradesiyle verir ve eşinin ödeyeceği mehrin de sahibi olur.

[4*] Bir önceki ayetin dipnotunda da belirtildiği gibi hür-esir, evli-bekar ayrımı olmaksızın bütün kadınlar  “muhsana” yani kalenin içindeymiş gibi korunmuş olarak vasıflanmış ve evlilik dışı ilişkiye izin verilmemiştir. Hem bu iki ayetin hem de Nisa 4/3, Nur 24/32-33. ayetlerin açıkça ortaya koyduğu gibi esir kadının cinselliğinden, evlilik dışında herhangi bir yolla yararlanılamaz. Bu ayet, esir kadının evlenmesini, hür kadın gibi kendi iradesine bırakmış, evliliği denetleme görevini de yanında bulunduğu aileye yüklemiştir. Bu ayete ve Bakara 232. ayete göre ailenin yetkisi, esir kadının kararının marufa yani Kur'an ölçülerine uygun olup olmadığını denetlemekle sınırlıdır. İlgili bütün ayetlerin ortak hükmünü Nebimiz şöyle ifade etmiştir: “(Evlenmek isteyen kadın) Eğer velisiyle anlaşamazsa sultan (yetkili kişi), velisi olmayanın velisidir (Ebû Dâvûd Nikâh 26; İbn Mâce Nikâh 12; Nesâî Nikâh 35). Her kadın gibi esir kadın da nikâh ile birlikte kocasının da koruması altına girer ve evli kadın anlamında yeniden muhsana olur.

[5*] Zinanın cezası 100 celde yani yüz kamçıdır. Hür olmayan kadınlardan bu suçu işleyenler yarısı kadar ceza verilir. Kur’an’da zina eden kadın ve erkekler için taşlanma (recm) cezası yoktur. Zaten taşlanarak öldürülme cezasının yarısı diye bir ölçü olamaz (Nur 24/2 ve 4).

[6*] Hür olmayan kadınlarla ayette belirtilen kurallara uygun şekilde evlenme izni. Bu ayete göre gücü yeten bir kişi, bir esir kadınla evlenmek isterse onu hürriyetine kavuşturmadan evlenemez.


(Nisa 4/26)
يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Allah, her şeyi size açık açık göstermek, sizi sizden öncekilerin sünnetlerine /yollarına[*] yöneltmek ve tövbenizi kabul etmek ister. Allah, daima bilen ve kararları doğru olandır.

[*] “Yollar” diye meal verdiğimiz kelime, sünnet (السنة)‘in çoğulu olan sünen (سنن)'dir. Sünnet,, bütün nebilerin gittiği doğru yolu ifade eder. O yola girmeyenler kaybederler (İsra 17/76-77, Kehf 18/55). Sünnet, Allah’ın belirlediği yol olduğu için üç âyette sünnetullah /Allah’ın sünneti şeklinde geçer (Ahzab 33/38, 62, Fetih 48/23).


(Nisa 4/27)
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلًا عَظ۪يمًا
Allah, tövbenizi /dönüşünüzü kabul etmek ister /irade eder. Arzularının peşine takılanlar ise büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler /irade ederler[*].

[*] İrâde, istemek ve dilemektir. Allah’ın iradesinin ezelî olduğuna ve irade ettiği şeyin mutlaka gerçekleşeceğine inanılır. Ayetler bu inancın yanlış olduğunu açıkça göstermektedir. Bir şey Allah’ın sadece iradesi ile değil, iradesinin ardından vereceği “ol” emri ile gerçekleşir (Yasin 36/82). Allah, “ol” emrini verince iradesi meşiete dönüşür ve o şey mutlaka olur (En’am 6/149, Nahl 16/9). O, insanların imtihanı ile ilgili konularda bu emri, sadece gereğini yapanlar için verir (Ra’d 13/27, Taha 20/82). Allah böyle bir kural koymasaydı bu ayetlerde geçen şu ifadeye göre her kafirin mümin ve her günahkarın tövbekar olması gerekirdi. “(Allah) sizi sizden öncekilerin doğru yollarına yönlendirmeyi ve tövbenizi kabul etmeyi irade eder.”


(Nisa 4/28)
يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْۚ وَخُلِقَ الْاِنْسَانُ ضَع۪يفًا
Allah yükünüzü hafifletmek ister /irade eder; çünkü insan zayıf yaratılmıştır.


(Nisa 4/29)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمْ رَح۪يمًا
Ey inanıp güvenenler! Mallarınızı aranızda batıl[1*] yolla yemeyin! Ama karşılıklı rızaya dayalı ticaretle[2*] yiyebilirsiniz[3*]. Kendi kendinizi öldürmeyin; Allah size karşı çok merhametlidir.

[1*] Batıl yolla mal yemek şu şekillerde olur: Ölçüde ve tartıda eksiltme yapmak (Mutaffifin 83/1-3, İsra 17/35), faiz yemek (Bakara 2/275, 278-279, Al-i İmran 3/130), kumar ve şans oyunları (Bakara 2/219, Maide 5/90-91), gasp (Kehf 18/79), hırsızlık (Maide 5/38), yetim malı yemek (Nisa 4/2, 6,10), boşadığı hanıma verdiği bir şeyi geri almak (Bakara 2/229, Nisa 4/20-21), başkasının malını yemek için yetkililere rüşvet vermek (Bakara 2/188), ayetleri gizlemek (Bakara 2/174) ve din istismarı (Tevbe 9/34).

[2*] Ticaret, mal ve hizmet alım satımıdır. Bunlar tarafların hür iradesiyle yapılmalıdır. Bir zamanlar Medine’de fiyatlar yükselmiş, halk Nebimizden narh koymasını istemişti. Narh, bir malın en çok kaça satılabileceğinin yetkili makam tarafından belirlenmesidir. Nebimiz aleyhisselam şöyle dedi: “Fiyatları belirleyen, daraltan, genişleten ve rızkı veren Allah’tır. Benim asıl istediğim, sizden birinizin kanı ve malı konusundaki bir haksızlıktan dolayı benden bir talebi olmadan Rabbime kavuşmaktır” (Tirmizi, Büyû’, 73). Bu sözün anlamı şudur: Fiyatlar, Allah’ın bu ayette koyduğu kurallara göre oluşur. Buna aykırı her müdahale zulümdür. Devletin müdahalesi, piyasaya daha az mal gelmesine, daralmasına, kıtlık ve karaborsaya yol açar. Serbest piyasada fiyatların artması, ucuzluğun en iyi habercisidir. Çünkü fiyatların arttığını duyan herkes oraya mal getirir ve kısa sürede bolluk ve ucuzluk başlar.

[3*] Buradaki (الا = illa) edatına istisna-i munkatı anlamı verilmiştir.


(Nisa 4/30)
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ عُدْوَانًا وَظُلْمًا فَسَوْفَ نُصْل۪يهِ نَارًاۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرًا
Kim bunu, sınırı aşarak ve yanlışa saparak yaparsa ilerisinde onu bir ateşe sokacağız. Bu, Allah’a göre kolaydır


(Nisa 4/31)
اِنْ تَجْتَنِبُوا كَبَٓائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلًا كَر۪يمًا
Yasaklandığınız günahların büyüklerinden[*] kaçınırsanız diğer kötü davranışlarınızı örter, sizi değerli bir yere sokarız.

[*] Büyük günahlara “kebâir” denir. Bunların belli başlıları şunlardır: Ayetleri gizlemek (Bakara 2/159-163, 174-177), şirk (Nisa 4/48), zina etmek (İsra 17/32, Nur 24/2), namuslu bir kadına zina iftirasında bulunmak (Nur 24/4, 11-13), adam öldürmek (Furkan 25/68) yetim malı yemek (Nisa 4/2, 6, 10), ölçüde tartıda eksiltme yapmak (Mutaffifîn 83/1-3İsra 17/35), hırsızlık (Maide 5/38), Allah’ın koyduğu sınırları aşmak (Nisa 4/14), kendi yalanını Allah’a mal etmek (Hud 11/18, Nahl 16/116), haram yiyecekleri yemek (Bakara 2/173, Maide 5/3, En’am 6/145, Nahl 16/115) savastan kacmak (Enfal; 8/15-16), faiz yemek (Bakara 2/275, 278-279, Al-i İmran 3/130) ana-babaya kötü davranmak (İsrâ 17/23), kibirli olmak (Nisa 4/36), sarhoş edici ve uyuşturucu maddeleri kullanmak, kumar oynamak (Maide 5/90-91, Bakara 2/219) haram aylarda savasmak (Bakara 2/217), evlenilmesi haram olan kadınlarla evlenmek (Nisa 4/22-24), insanlari mescitlerden engellemek (Bakara 2/114), Allah’tan vahiy aldığını iddia etmek (En’am 6/93) ve ayetlerden yüz çevirmektir (En’am 6/157, Taha 20/124-127).


(Nisa 4/32)
وَلَا تَتَمَنَّوْا مَا فَضَّلَ اللّٰهُ بِه۪ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَۜ وَسْـَٔلُوا اللّٰهَ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا
Allah'ın birinizi diğerinizden üstün kıldığı şeylere özenmeyin[*]. Erkeklere, kendi kazandıklarından bir pay, kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. Siz, Allah’ın ikramını isteyin. Her şeyi bilen Allah’tır.

[*] Bunlar, Allah’ın yaratılıştan, kadınıyla erkeği ile her insana verdiği üstün özelliklerdir. İnsan bu özelliklerini keşfettiği oranda öne çıkar. Bir de kadınlara erkeklerde olmayan özellikler, erkeklere de kadınlarda olmayan özellikler verilmiştir. Böylece bunlar birbirlerini tamamlar ve hayatın uyumlu bir şekilde yaşanmasını sağlarlar (Zuhruf 43/32).


(Nisa 4/33)
وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ فَاٰتُوهُمْ نَص۪يبَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدًا۟
Herkese, ana baba ve en yakınlarının bıraktıklarına mirasçı olma hakkı tanıdık[1*]. Ama önce kendileriyle güçlü sözleşme yapılanların (eşlerin)[2*] paylarını verin[3*]. Allah her şeye şahittir.

[1*] Mirasta esas olan kan bağıdır. Din veya ülke farkı mirasa engel olmaz (Nisa 4/7, Enfal 8/75, Ahzab 33/6).

[2*] İltifat, Sözlükte eğmek/bükmek/çevirmek anlamındaki (left = لفت) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır: ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.

[3*] Sözleşme ile mirasçı olma hakkını kazananlar sadece eşler (Nisa 4/12) olduğu için ‘güçlü sözleşme’, nikah sözleşmesinden başkası olamaz (Nisa 4/20-21). Mirasçılar ve alacakları paylar, Allah tarafından kesin olarak belirlenmiş, onun çizdiği sınırları aşanların ağır bir şekilde cezalandırılacağı bildirilmiştir (Nisa 4/13-14). Bu ayet, önce eşlerin paylarının verilmesini, kalan kısmın, aileden olan mirasçılara, belirlenen şekilde pay edilmesini emretmektedir. Ayete yanlış anlamlar verildiği için payların toplamının ortak paydayı geçtiği dengesizlikler ortaya çıkmıştır. Fıkıhta ‘avliye’ denen bu dengesizlik, paydanın yükseltilerek paya eşitlenmesi ile çözülmektedir. Bu da eşlerin paylarının bir kısmının diğer mirasçılara geçmesine yol açmaktadır. Mesela bir erkek ölse, geriye annesi, babası, karısı ve iki kızı kalsa, bu ayete göre öncelikle karısına mirasın ⅛’i verilir (Nisa 4/12). Mirasın kalanı altı paya bölünerek 1 pay anneye, 1 pay babaya 2’şer pay da kızlara verilir (Nisa 4/11). Mezhepler ise mirası 24’e böler, 3 pay eşe, 4 pay anneye, 4 pay babaya, 8 pay bir kıza 8 pay da diğer kıza vererek payların toplamını 27’ye çıkarır ve ‘avliye’ yaparlar. Eşin payı ⅛’den 1/9 ’a düşmüş ve onun azalan payı, diğer mirasçılara verilmiş olur. Eğer bu ayete göre davranılsaydı avliye diye bir dengesizlik doğmazdı.

 


(Nisa 4/34)
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلًاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِيًّا كَب۪يرًا
Erkekler, hanımlarını koruyup kollamakla görevlidirler. Bu, Allah'ın her birine diğerinde olmayan üstünlükler vermesi[1*] ve erkeklerin mallarından (eşleri için) harcamaları[2*] sebebiyledir. İyi kadınlar, Allah’a içten boyun eğen ve Allah'ın korumasına karşılık[3*] kimse görmezken de[4*] kendilerini özenle koruyanlardır. Ayrılmasından[5*] korktuğunuz kadınlarınıza gönül alıcı sözler söyleyin, yatakta onlardan uzaklaşın[6*] ve onları rahat bırakın[7*]. Sizi gönülden kabul ederlerse[8*] onlara karşı başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah pek yücedir, büyüktür.

[1*] Bazı konularda erkekler, bazı konularda da kadınlar üstündür. Bu farktan dolayı biri diğerinin eksiğini tamamlar. Bu sebeple taraflardan biri diğerine özenmemelidir.

[2*] Mehir sorumluluğu ve aileyi geçindirme sorumluluğu (Bakara 2/233; Nisa 4/4, 24; Talak 65/6).

[3*] Allah’ın kadını koruması, kadının zina ettiğini iddia eden kişinin 4 şahit getirme zorunluluğu (Nisa 4/15, Nur 24/4,6,13), evi geçindirme sorumluluğunun erkeğe ait olması, kadının evlilik ve boşanma hukukunun mehir ile maddi güvence altına alınmış olmasıdır (Bakara 2/229, Nisa 4/20-21).

[4*] “Kimse görmezken” anlamı verdiğimiz kelime (li’l-ğayb= للغيب)‘dır, (fî’l-ğayb = في الغيب) takdirindedir. Gayb, “beş duyuyla algılanamayan” şey için kullanılır. Görülmeyen, duyulmayan yani şahit olunmayan şey insanlar için gaybdır.  Kadınların zina suçunun sabit olması için dört şahit aranır (Nisa 4/15). Demek ki ayette “lil gayb” ifadesiyle, şahitlerin olmadığı durumdan bahsedilmektedir. Kötü kadınlar bunu fırsat bilip ahlaksızlık yapabilirler. Ama iyi kadınlar, Allah’a içten boyun eğdikleri için bunlardan uzak dururlar.

[5*] “Ayrılma” anlamı verdiğimiz kelime (nüşûz =نُشُوزً)'dur. Kalkıp gideceği zaman kişinin oturduğu yerden hafifçe kalkması anlamındadır (el-Ayn). Bir ayet şöyledir: “Ey inanıp güvenenler! Size toplantılarda “Yer açın!” denince yer açın ki Allah da size yer açsın. “Nüşûz edin = Kalkın!” denince de kalkın ki Allah, içinizden inanıp güvenenler ile kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızın iç yüzünü bilir.” (Mücadele 58/11). Nüşuz kelimesi koca için kullanılınca "eşini terk etmesi yani boşaması" anlamına gelir. İlgili ayet şöyledir: “Bir kadın, kocasının nüşûzundan/ayrımasından veya yüz çevirmesinden korkarsa aralarında uzlaşmaları, ikisine de günah olmaz. Uzlaşmak iyidir. Nefisler doyumsuzluğa yatkın kılınmıştır. Eğer iyi davranır ve Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakınırsanız bilin ki Allah, yaptığınız şeylerin iç yüzünü bilir.” (Nisa 4/128). Durum böyle olduğu için nüşuz kelimesi, bu ayette de zorunlu olarak “kadının eşini terk etmesi, boşanıp gitmesi” anlamında kullanılmış olacaktır.

[6*] Erkeğin yatakta eşini yalnız bırakması, hem kadının kararını gözden geçirmesini sağlar hem de ayrılmak istediği kocadan hamile kalmasını engeller. Bu süre içinde erkek, eşini evden uzaklaştıramaz. Kadının evden ayrılmaması, sadece kadının değil, erkeğin boşamasında da uygulanan bir kuraldır (Talak 65/1).

[7*] “Rahat bırakma” anlamı verdiğimiz (darb =ضرب) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bir şeyin üstüne vurma veya sabitlemedir (Müfredat). Hemen hemen her iş için kullanılan bu fiilin anlamı, vurulan veya sabitlenen şeye göre değişir (el-Ayn). Burada kelimeye, erkeğin yatağı terk etmesinden sonra eşini boşanma olmaksızın bırakması, daha güzel bir ifade ile eşi kesin kararını verene kadar onu, rahatsız etmemesi ve evden çıkarmaması anlamını vermek gerekir. Çünkü kadının ayrılma yetkisini kullanmaktan vazgeçmesi ancak kendi hür iradesiyle gerçekleşebilir. Bunu ayetin takip eden bölümü gösterir.

[8*] "Gönülden kabul etme" itaatın Arap dilindeki sözlük anlamıdır. Zıddı ikrahtır (Müfredat). Bir işi dayak sonucu yapmak ikrâh altında yapmaktır. İkrahın dinimizde yeri yoktur (Bakara 2/256).“Onları darb edin” emrinden sonra gelen “size itaat ederlerse” ifadesi, darb kelimesine dayak anlamı vermeyi imkânsız hale getirir. Ona verilebilecek tek anlam, ayrılmak isteyen kadını evinde bırakmak, zorla çıkarmamak olur. Çünkü Allah Teâlâ, kadınlara da erkekler gibi eşinden ayrılma hakkı tanımıştır (Bakara 2/229).

 


(Nisa 4/35)
وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَمًا مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَمًا مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحًا يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا خَب۪يرًا
(Ey müminler)[*] Eşlerin ayrılacağından korkarsanız, bir hakem erkeğin ailesinden, bir hakem de kadının ailesinden gönderin. Eşlerin ikisi de arayı düzeltmek isterse, Allah onları uzlaştırır. Allah bilir ve her işin iç yüzünden haberdardır.

[*] Karı koca dışında olup, onların aralarının açılacağı hakkında bilgi ve şüphe sahibi olan yakınlar, arkadaşlar.


(Nisa 4/36)
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـًٔا وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالًا فَخُورًاۙ
Allah'a kulluk edin. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya iyilik edin. Akrabaya, yetimlere, çaresizlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve hakimiyetiniz altında bulunan esirlere de iyilik edin. Allah, kendini beğenen ve övünen hiç kimseyi sevmez.


(Nisa 4/37)
اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابًا مُه۪ينًاۚ
Onlar; cimrilik eden, insanlara cimrilik etmelerini söyleyen, Allah'ın kendilerine yaptığı ikramı da gizleyenlerdir. Ayetleri görmezlikte direnenlere aşağılayıcı bir azap hazırladık.


(Nisa 4/38)
وَالَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَمَنْ يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَر۪ينًا فَسَٓاءَ قَر۪ينًا
Mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah'a da ahiret gününe de inanmayanlar vardır. Şeytan kimin yakını olursa o ne kötü arkadaştır[*]!

[*] Zuhruf 43/36-38.


(Nisa 4/39)
وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَل۪يمًا
Onlar Allah'a ve ahiret gününe inansalar ve (bir mümin olarak) Allah'ın verdiği rızıktan hayra harcasalardı ne kaybederlerdi! Allah, onların durumunu bilir.


(Nisa 4/40)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍۚ وَاِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ اَجْرًا عَظ۪يمًا
Allah zerre kadar haksızlık yapmaz. Yapılan şey bir iyilik ise onu kat kat artırır ve kendi katından büyük bir ödül de verir[*].

[*] Bakara 2/261.


(Nisa 4/41)
فَكَيْفَ اِذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ بِشَه۪يدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شَه۪يدًاۜ
Her toplumdan bir şahit getirdiğimiz ve seni de bu topluma şahit getirdiğimiz zaman halleri nice olur[*]!

[*] Nahl 16/89. Zümer 39/69.

 


(Nisa 4/42)
يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَعَصَوُا الرَّسُولَ لَوْ تُسَوّٰى بِهِمُ الْاَرْضُۜ وَلَا يَكْتُمُونَ اللّٰهَ حَد۪يثًا۟
Resule /elçinin getirdiğine karşı gelerek kâfirlik[*] edenler, o gün toprağa karışıp gitmiş olmayı çok isterler. Allah'tan tek bir sözü bile gizleyemezler.

[*] Arapça’da kefere (küfr) bir şeyin üstünü örtmek veya kendini o şeye kapatmak, görmezlik etmek, görmezlikte direnmek anlamına gelir. Allah’ın ayetlerini kafasına göre açıklamak, onları bağlamından koparıp başka tarafa çekmek, kelimelerin anlamlarını değiştirmek, görmezden gelmek, o ayetler karşısında yalan yanlış şeylere sarılmak, inkar etmek eylemlerinin hepsi küfür olup bunu yapana kâfir denir. 


(Nisa 4/43)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ وَلَا جُنُبًا اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُوًّا غَفُورًا
Ey inanıp güvenenler! Sarhoşken ne dediğinizi bilinceye kadar[1*], cünüpken de -yolda olmanız[2*] dışında- yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Hasta veya yolculuk halinde olursanız ya da sizden biri abdest bozduğu yerden gelmişse yahut kadınlarınızla birleşmiş olur[3*] da su kullanma imkanı bulamazsanız[4*] temiz bir yüzeye[5*] yönelip yüzünüzü ve ellerinizi[6*] meshedin. Allah daima affeden ve bağışlayandır[7*].

[1*] Bilinciniz yerine gelinceye kadar.

[2*] “Yolda olma” şeklinde tercüme edilen (âbirî-sebil = عَابِرِي سَبِيلٍ) şehir içindeki kısa yollar dahil her türlü yolda olma durumunu kapsar. Sonraki cümlede gelen “yolculuk halinde olma” ise seferî sayılmayı gerektiren uzun yolculuktur.

[3*] Cinsel ilişki veya başka yolla meydana gelen orgazm hali.

[4*] Suyu kullanacak durumda değilseniz (Müfredat وجد md.)

[5*] (Saîd =صَعٖيدً) üste çıkmış şey anlamındadır. Dünya’nın dış yüzeyine (Kehf 18/8) ve yüzeyde olan her şeye said (Kehf 18/40) denir.

[6*] Arapçada “el” anlamına gelen  (يد = yed) kelimesi, sözlüklere göre omuzdan parmak uçlarına kadar tüm kolu ifade eder. Ancak kelimenin Kur’an’daki kullanımları, bilekten parmak uçlarına kadar olan, bir şeyi tutmaya yarayan bölümü ifade etmektedir. Bu durum A’râf 7/195 ve Taha 20/22. ayetlerde görülebilir. Bu sebeple Mâide Suresi 6. ayette abdest tarif edilirken, “ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayın” denilerek, sadece ellerin yıkanıp bırakılmaması, yıkanacak bölgenin dirseklere kadar uzatılması emredilmiştir. Ayrıca Nisâ 43 ve Mâide 6. ayetlerde “yüzünüzü ve ellerinizi meshedin” şeklinde tarif edilen teyemmümü, “dirseklere kadar” ifadesi kullanılmadığı için Nebimiz de ellerini bileklerine kadar mesh ederek yerine getirmiş, dirseklerine kadar mesh etmemiştir (Buhari, Teyemmüm 3; Ebu Davud, Taharet 123).

[7*] Gusletmek veya abdest almak gerektiğinde su yoksa veya suyun kullanımına engel bir durum (hastalık, yıkanmanın mümkün olmaması) varsa teyemmüm yapılır (Maide 5/6). Alınan teyemmüm hem gusül hem abdest sayılır. Bazı kişiler zaman zaman ‘gusül gereken durumlarda teyemmümün yetmeyeceği’ veya ‘gusül ve abdestte yıkanması gereken yerleri tam olarak yıkayamadığı’ vehmine kapılabilir. Bu vehimler kişinin namaz kılmasını zorlaştıracak hatta engelleyecek hale gelebilir. Ayetteki (عَفُوًّا غَفُورًا = daima affeden ve bağışlayan) ifadesi böyle bir vehimle karşılaşan kişinin vehimlerinden kurtulabilmesi açısından önem taşır; çünkü Allah Tealâ affedici (günahları yok sayan) ve bağışlayıcı olduğunu belirtmiştir. Bu affedicilik ve bağışlayıcılık, istemeden eksik yıkanan bir yer varsa onu da kapsar.


(Nisa 4/44)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ
Allah’ın kitabından nasiplenmiş olanları görmedin mi? (Kitabı bırakıp) Sapıklığı satın alıyor, sizin de sapıtmanızı istiyorlar.


(Nisa 4/45)
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَعْدَٓائِكُمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَلِيًّاۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ نَص۪يرًا
Düşmanlarınızı en iyi bilen Allah’tır. Veli olarak Allah size yeter; yardımcı olarak da Allah yeter.


(Nisa 4/46)
مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَيًّا بِاَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْنًا فِي الدّ۪ينِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ وَلٰكِنْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلًا
Kimi Yahudiler kelimelerin anlamlarını kaydırarak sana: “Dinledik ve sıkı sarıldık /isyan ettik”, “Dinle! Sana dinle denemez!” ve “Bizi kolla /güt!” derler. Bunu, bu dine saldırma maksadıyla dillerini eğip bükerek yaparlar. Eğer bunların yerine “dinledik ve içten boyun eğdik”, "dinle!” ve “bizi gözet!” deselerdi elbette daha iyi ve daha doğru olurdu. Ama (ayetleri) görmezlikte direnmeleri sebebiyle Allah onları lanetledi /dışladı. Artık onların pek azı inanıp güvenir[*].

[*] Buradaki cümleler tevriyelidir. Tevriye; birden çok anlamı olan sözü, uzak anlamı da kastedecek şekilde kullanmaktır. Ayetteki birinci cümle: “semi’nâ ve asaynâ”dır. Bunun bir anlamı “dinledik ve sıkı sarıldık” diğeri ise “dinledik ve isyan ettik” şeklindedir. Çünkü (asâ =عصى) fiili birbirine zıt iki anlama gelir . Ama (سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا =semi’nâ ve ata’nâ) ifadesi “dinledik ve içten boyun eğdik” dışında bir anlama çekilemez.

İkinci cümle (وَاسْمَعْ غـَيْرَ مُسْمَعٍ = isma gayre musmain) cümlesidir. Bu sözün iki anlamı vardır, biri “lütfen dinle, sana dinle demek haddimize değil ama...” diğeri ise “dinle, söz dinletilmez adam!” şeklindedir (Neml 27/80). Eğer sadece “dinle” anlamına gelen, (اسْمَع=isma) denseydi başka anlama çekilemezdi. Ayetteki üçüncü cümle olan (رَاعـِنَا =râinâ)'ya “Bizi gözet” anlamı verilebilir. Ama kelime, bir işin birden çok özne tarafından ortaklaşa yapıldığını gösteren mufâale (مفاعلة) kalıbında olduğu için ona “birbirimizi gözetelim” anlamı da verilebilir. Bu da Yahudilerin kendilerini Allah’ın elçisi ile eşit gördükleri izlemini doğurur. Hiç kimse elçilik görevi ile ilgili olarak ona: “birbirimizi gözetelim”  diyemez (Nûr 24/63, Hucurât 49/3).

Mufâale kalıbı, bir işi tek başına yapma anlamında da kullanıldığından (رَاعـِنَا =râinâ)’ya “Bizi güt!” anlamı da verilebilir. O zaman “bizi, hayvan güder gibi güt!” diyerek üstü kapalı bir şekilde Allah’ın elçisini aşağılamış olurlar. (رَاعـِنَا =râinâ) yerine (انظُرْنَا=unzurnâ) deselerdi “bizi gözet” dışında bir anlama çekilemezdi.


(Nisa 4/47)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اٰمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَطْمِسَ وُجُوهًا فَنَرُدَّهَا عَلٰٓى اَدْبَارِهَٓا اَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّٓا اَصْحَابَ السَّبْتِۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولًا
Ey kendilerine kitap verilenler! Sizin yanınızda olanı tasdik edici olarak indirdiğimize (bu kitaba) inanıp güvenin. Bunu, itibarınızı yok edip sizi yüzünüze bakılmaz hale getirmeden veya cumartesi yasağını çiğneyen ahaliyi[*] lanetlediğimiz /dışladığımız gibi sizi de lanetlemeden önce yapın. Allah'ın emri daima yerine gelir.

[*] Araf 7/163-166

 


(Nisa 4/48)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْمًا عَظ۪يمًا
Allah, kendisine ortak /şirk koşulmasını bağışlamaz[1*]. Bunun altındaki günahları, gerekeni yapan için[2*] bağışlar[3*]. Kim Allah'a ortak koşarsa, (‘bunu isteyen Allah’tır’ diyerek[4*]) büyük bir günahı ona mal etmiş olur[5*].

[1*] Her insan, kendi gözlemi ile Allah’tan başkasının ilah olamayacağını kavrar. Bu yüzden Allah, herkesi bundan sorumlu tutacaktır (A’raf 7/172-174, Ankebut 29/25, Fatır 35/13-14). Bunun dışında şirk sayılan bazı tutum ve davranışlar da vardır. Bunları Allah, kendi kitabında bildirmiştir (Bakara 2/22,165, Nisa 4/171, Maide 5/116, A’raf 7/190-198, Tevbe 9/31, Nahl 16/36, Furkan 25/43, Casiye 45/23, Necm 53/19-23). Bu sayede hiç kimsenin şirk konusunda ileri sürebileceği bir mazereti kalmamıştır. Bu nedenle Allah kendisine şirk /ortak koşulmasını bağışlamaz. Ancak ortak koştuktan sonra tam bir dönüş yaparak tövbe edenler bu kapsamın dışındadır.

[2*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

[3*] Bir şeyi insanın var etmesi için çalışması gerekir. Şirkten uzak kalan ve büyük günahlardan kaçınan (Nisa 4/31, Necm 53/31-32) veya günah işledikten sonra tövbe edip /dönüş yapıp kendilerini düzeltenler (Furkan 25/68-71) ile sevapları günahlarından fazla olanlar doğrudan cennete gider, cehennemin hışırtısını bile duymazlar. (Enbiya 21/101-102) Günahları sevaplarından fazla olanlar da cehenneme giderler (Araf 7/9, Meryem 19/71-72, 86-87, Müminun 23/103-104, Karia 101/8-11). Bunlar, cezalarını çektikten sonra cennetteki yakınlarının yanına yerleştirilirler.(Tûr 52/21)
 
[4*] En’am 6/148
 

(Nisa 4/49)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ بَلِ اللّٰهُ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلًا
Kendilerini (bu şekilde) temize çıkaranları gözünde canlandırmaz mısın[*]? Hayır! Allah, gerekeni yapanı temize çıkarır. Onlara kıl kadar bile haksızlık yapılmaz.

[*] Bakara 2/111, Maide 5/18.

 


(Nisa 4/50)
اُنْظُرْ كَيْفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَكَفٰى بِه۪ٓ اِثْمًا مُب۪ينًا۟
Baksana, o yalanı /şirki nasıl da Allah'a mal ediyorlar! Açık bir günah olarak bu onlara yeter.


(Nisa 4/51)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلًا
Allah’ın kitabından bir bilgisi olan şu kimseleri de gözünde canlandırmaz mısın? İnsanları ayartanlara ve tağutlara[*] güveniyor da kâfirler için şöyle diyorlar: "Bunların yolu, müminlerin yolundan daha doğrudur".

[*] Tağut, haddini aşmakta ileri giden insan ve cin şeytanlarıdır. Bunlar, yoldan çıkmakla kalmaz ayetleri ya yok sayarak ya da anlamlarını bozarak başkalarının da haddini aşmasına ve yoldan çıkmasına sebep olurlar (Bakara 2/256, 257; Nisa 4/60, 76; Maide 5/60; Nahl 16/36; Zümer 39/17).


(Nisa 4/52)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُۜ وَمَنْ يَلْعَنِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَص۪يرًاۜ
Onlar, Allah'ın lanetlediği /dışladığı kimselerdir. Allah kimi dışlarsa ona yardım edecek birini asla bulamazsın.


(Nisa 4/53)
اَمْ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِنَ الْمُلْكِ فَاِذًا لَا يُؤْتُونَ النَّاسَ نَق۪يرًاۙ
Yoksa Allah’ın mülkünden bir payları mı var? Öyle olsa insanlara zerresini vermezler[*].

[*] İsra 17/100


(Nisa 4/54)
اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكًا عَظ۪يمًا
Yoksa Allah'ın özel ikramda bulunduğu kimseleri mi çekemiyorlar? Halbuki biz İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermiştik; onlara büyük bir mülk vermiştik.


(Nisa 4/55)
فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُۜ وَكَفٰى بِجَهَنَّمَ سَع۪يرًا
Onlardan kimi o kitaba inanıp güvendi, kimi de yüz çevirdi. Cehennemin harıl harıl yanan ateşi onlara yeter.


(Nisa 4/56)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَارًاۜ كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزًا حَك۪يمًا
Kâfirleri /ayetlerimizi görmezlikte direnenleri yakın zamanda bir ateşte kızartacağız; derileri yandıkça[*] başka derilerle değiştireceğiz ki o azabı tatsınlar. Daima üstün ve bütün kararları doğru olan Allah’tır.

[*] Yanıklar üç derecelidir: Birincisinde deride kızarıklık, ağrı ve ödem oluşur ve yaklaşık 48 saatte iyileşir. İkincisinde deride içi su dolu kabarcıklar (bül) oluşur ve ağrılıdır. Derinin kendini yenilemesiyle iyileşir. Üçüncü derece yanık derinin tüm tabakalarını. özellikle de damar, sinir ve kasları etkiler. Beyaz ve kara yaradan siyah renge kadar aşamaları vardır. Sinirler zarar gördüğü için ağrı olmaz. Deri yenilenince tekrar acı çekmeye başlar.


(Nisa 4/57)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ لَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌۘ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلًّا ظَل۪يلًا
İnanıp güvenmiş ve iyi işler yapmış olanları ise içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız; orada ölümsüz olarak sonsuza dek kalacaklardır[1*]. Orada onların tertemiz eşleri[2*] olacak ve onları uzayıp giden gölgelikler içine sokacağız.[3*]

[1*] Kur’an’da, cennetlik ve cehennemlik olanlar için iki kelime kullanılır. Birisi “sonsuza kadar” anlamına gelen “ebeden (أَبَدًا)” diğeri de “ölümsüz olan” anlamındaki “hâlid (خَالِد)”dir. Cennetlikler için Nisa 4/57,122; Maide 5/119, Tevbe 9/22,100; Tegabun 64/9, Talak 65/11, Beyyine 98/8 ayetlerine; cehennemlikler için Nisa 4/168-169, Ahzab 33/64-65, Cin 72/23 ayetlerine bakınız.

[2*] “Eş” diye tercüme ettiğimiz "zevc (زوج)" kelimesi Kur’ân’da hem kadın hem de erkek için kullanılır. Cennete giden eşler, kusurlarından arındırıldığı için, biri diğerinde herhangi bir eksik bulamayacaktır (Vakıa 56/61). Cennetteki gılman, vildan ve huriler eş değil hizmetçidirler (Duhân 44/54, Tûr 52/20-24, Vakıa 56/17-24, İnsan 76/19).

[3*] Vakıa 56/30, Yasin 36/56, Mürselat 77/41.


(Nisa 4/58)
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعًا بَص۪يرًا
Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah’ın size verdiği öğüt ne güzeldir! Allah daima dinleyen ve görendir.


(Nisa 4/59)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلًا۟
Ey inanıp güvenenler! Allah'a gönüllü olarak boyun eğin, Resulüne[1*] gönüllü olarak boyun eğin[2*] ve sizden olan yetkililere de. Yetkililerle bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve resulüne /elçisinin getirdiği ayetlere[3*] götürün. Allah’a ve ahiret gününe inanıp güveniyorsanız böyle yaparsınız. Böylesi hayırlı olur ve en güzel sonucu verir.

[1*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi o sözü iletmek için gönderilen elçi anlamına da gelir (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da, Allah’ın resulü ile ilgili ifadelerde asıl vurgu ayetleredir. Uhud savaşında nebîmizin öldüğüne dair haberlerin yayılması üzerine şu ayet inmişti: “Muhammed sadece elçidir. Ondan önce de elçiler geldi. O ölse veya öldürülse, gerisin geri mi döneceksiniz?” (Âl-i İmrân 3/144) Allah’ın son resulü öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, sadece Kur’an’dır.  Resul kelimesine “resulün /elçinin getirdiği” meali bunun için verilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Resullere apaçık tebliğden başka ne düşer?" (Nahl 16/35) "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, bunu yapmazsan onun resullüğünü yapmamış olursun" (Maide 5/67)

[2*] Nisa 4/80.

[3*] Yetkililerle anlaşmazlığa düşülen bir konunun Allah’a ve elçisine götürme emri, anlaşmazlığı Kur’an’a göre çözme emridir (Maide 5/48-50, Nur 24/54, Şura 42/9-10). Çünkü dinin tek kaynağı Kur’an’dır. Resulün görevi Kur’an’ı tebliğ ile sınırlı olduğu için (Âl-i İmran 3/20, Maide 5/67,92,99, Ra’d 13/30, Nahl 16/82, Ankebut 29/18, Şûra 42/48, Tegabun 64/12), resule itaat onun tebliğ ettiği Kur’an’a itaattir (Nisa 4/80). Aksi takdirde Allah ile resulünün arası ayrılmış ve yeni bir din ortaya çıkmış olur (Nisa 4/150-152). Bugün Müslümanlar, Nebîmize şöyle bir söz mâl ederek yöneticileri tanrı, insanları da onun kulu yerine koyarlar: “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden Allah’a isyan etmiş olur. Emire (yetkiliye) itaat eden bana itaat etmiş olur. Emire isyan eden bana isyan etmiş olur. İmam (devlet başkanı) kalkandır; arkasında savaşılır ve onunla korunma sağlanır. Allah’tan çekinmeyi emreder ve adil olursa sevap kazanır. Farklı emir verirse günahı kendinedir” (Buhari, Cihad, 109). Oysa itaat Allah’a ve Allah’ın emrine uygun hareket eden yöneticiye yapılır. Bu yüzden Muhammed aleyhisselamın resul yani Allah’ın Elçisi sıfatıyla tebliğ ettiği ayetler dışındaki sözlerini bile Kur’an’a uygunluk açısından denetlemek gerekir. Nitekim hicret edip Medine’ye sığınan kadınlarla yaptığı biat /bağlılık sözleşmesinin maddelerinden biri de “ma’rufta isyan etmemeleri” şartı idi (Mümtahine 60/12). Bir diğer örnek, Nebimizin evlatlık olarak yetiştirdiği Zeyd’in, eşi Zeyneb’i boşaması üzerine Nebimizin ona: “Eşini nikahında tut, Allah'a karşı yanlış yapmaktan sakın!” demesine rağmen Zeyd’in onu dinlemeyip eşinden ayırlamısıdır. Bundan dolayı Allah Zeyd’i değil, Nebimizi ayıplamıştır (Ahzab 33/37). Çünkü Zeyd’e boşama yetkisini veren Allah’tır (Bakara 2/228-231, Talak 65/1-2). Nebimiz, bu yetkiyi onun elinden alamazdı. Bir örnek de Bedir Savaşıdır. Allah Teala, bu savaştan önce indirdiği bir ayette müslümanların kendilerinin 10 katı kafiri yeneceklerini bildirmişti. Savaş başlamadan önce Müslümanlardaki zayıflığı görünce bunu iki kata indirdi (Enfal 8/65-66) ama Mekkelilerin onların iki katından fazla idi. Arada bir anlaşmazlık çıkmasın diye Allah düşmanı Nebimize rüyasında az gösterdi. İki ordu karşılaşınca da düşmanı Müslümanlara, Müslümanları da düşmana az gösterdi (Enfal 8/43-44). Müslümanlar onları, kendilerinin iki katı olarak gördüler (Âl-i İmran 3/13) ve anlaşmazlık için bir sebep kalmadı. 


(Nisa 4/60)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا
Hem sana indirilene hem de senden önce indirilenlere inandığını sanan kişileri görmedin mi; kendilerine tağutu /haddini iyice aşanı[1*] tanımama emri verildiği halde[2*] onun hakemliğine başvurmak istiyorlar. Şeytan ise bunları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.

[1*] Tağut, bkz. Nisa 4/51’in dipnotu.

[2*] Bakara 2/256 ve Bakara 2/257

 


(Nisa 4/61)
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًاۚ
Onlara "Allah'ın indirdiğine /Kur'an'a ve Resul’e gelin" dendiği zaman o münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.


(Nisa 4/62)
فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَانًا وَتَوْف۪يقًا
Kendi elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir iş geldiğinde halleri ne olur? O zaman sana gelip Allah’a yemin ederek derler ki “Biz sadece iyilik yapmak ve arayı bulmak istemiştik.”


(Nisa 4/63)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَوْلًا بَل۪يغًا
Onlar var ya onlar! Onların kalplerinde olanı Allah bilir. Onlara karşı mesafeli ol ama yine de öğüt ver. Onların içlerine işleyecek etkili sözler söyle.


(Nisa 4/64)
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَوَّابًا رَح۪يمًا
Biz hangi elçiyi gönderdiysek, bizim[1*] onayımızla kendisine gönüllü olarak boyun eğilsin diye göndermişizdir. O münafıklar, kendilerini kötü duruma düşürdüklerinde sana gelseler ve (senin huzurunda) Allah’tan bağışlanma dileseler, elçimiz olarak sen[2*] de onların bağışlanması için dua etsen[3*] o zaman, Allah’ın dönüş yapanları kabul ettiğini ve bol ikramda bulunduğunu elbette görürler[4*].

[1*]  İltifat, bkz Nisa 4/33’ün dipnotu.

[2*] İltifat, bkz Nisa 4/33’ün dipnotu.

[3*] Allah Teala nebîmize hem kendi günahının hem de müminlerin günahının bağışlanması için dua etmesini emrettiği için (Muhammed 47/19) burada “Sen de onların bağışlanması için dua etsen” ifadesini kullanmıştır. Bir kişiden dua etmesi istenebilir (Yusuf 12/97). Müşrik olmaması şartıyla bir başkası için dua etme sözü vermek de caizdir (Tevbe 9/113-114, Meryem 19/47).

[4*] İltifat, bkz Nisa 4/33’ün dipnotu.


(Nisa 4/65)
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا
Hayır, hayır! Rabbine yemin olsun! Bunlar anlaşamadıkları konularda seni hakem yapıp verdiğin karardan dolayı içlerinde en küçük bir sıkıntı duymaksızın tam teslim olmadıkça, inanıp güvenmiş sayılmazlar[*].

[*] Ahzab 33/36.


(Nisa 4/66)
وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتًاۙ
Şayet onlara: “Nefislerinizi öldürün ya da yurdunuzdan çıkın!” diye emretseydik, pek azı dışındakiler bunu yapmazlardı. Ama kendilerine verilen öğüde uysalardı onlar için iyi olurdu ve daha da güçlenirlerdi.


(Nisa 4/67)
وَاِذًا لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْرًا عَظ۪يمًاۙ
O zaman biz de onlara katımızdan büyük bir ödül verirdik.


(Nisa 4/68)
وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًا
Onları doğru bir yola yönlendirirdik[*].

[*] Burada nefislerini öldürenlerin doğru yola yönlendirilmesinden söz edilmektedir. Gerçek anlamda ölen kişilerin doğru yola yönlendirilmesi söz konusu olamayacağı için Nisa 4/66. ayette geçen “nefisleri öldürme” ifadesi yanlışlardan vazgeçip fıtrata yönelme anlamında olur.

 

 


(Nisa 4/69)
وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ
Kim Allah'a ve resulüne /elçisinin getirdiği ayetlere gönülden boyun eğerse onlar, Allah'ın nimet verdiği nebiler, özü sözü doğru kişiler, bilginler[1*] ve iyilerle beraber olacaklardır[2*]. Onlar ne iyi yoldaştır!

[1*] Ayetteki (şuhedâ = الشُّهَدَاءِ) kelimesi (şehid = شهيد) kelimesinin çoğuludur, şahitler anlamına gelir. Bilgisini, gözüyle görmüş gibi kesinleştiren alimler demektir.

[2*] Fatiha 1/6.


(Nisa 4/70)
ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يمًا۟
Bu, Allah'ın onlara bir lütfudur. Bunu Allah’ın bilmesi yeter.


(Nisa 4/71)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعًا
Ey İnanıp güvenenler (müminler)! Tedbirinizi alın[*] (gerektiğinde) bölükler halinde veya toplu olarak hızla harekete geçin.

[*] Al-i İmrân, 3/200; Enfal 8/60


(Nisa 4/72)
وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يدًا
İçinizden ağır davrananlar mutlaka olacaktır. Başınıza bir iş gelse "Gerçekten Allah bana lütufta bulunmuş da onlarla birlikte olmamışım.” diyeceklerdir.


(Nisa 4/73)
وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزًا عَظ۪يمًا
Allah'ın size bir ikramı olsa, bu defa sanki aranızda sevgi bağı yokmuş gibi "Ah keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarı gösterseydim." diyeceklerdir.


(Nisa 4/74)
فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا
Dünya hayatını ahirete feda edebilenler, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, Allah ona yakında büyük bir ödül verecektir[*].

[*] İltifat, bkz Nisa 4/33’ün dipnotu.

 


(Nisa 4/75)
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يرًاۜ
Size ne oluyor ki Allah yolunda ve ezilen erkekler, kadınlar, çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz! Onlar şöyle yalvarıp durmaktalar: "Rabbimiz! Halkı zalim olan bu ülkeden bizi çıkar, katından bize sahip çıkacak birini gönder, bize katından bir yardımcı gönder."


(Nisa 4/76)
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفًا۟
İnanıp güvenenler Allah’ın yolunda savaşırlar, kafirlik edenler /ayetleri görmezlikte direnenler ise tağutların[*] yolunda savaşırlar. Siz, şeytanın dostlarıyla savaşın. Şeytanın kurduğu oyun zayıftır.

[*] Tağut, bkz. Nisa 4/51’in dipnotu.


(Nisa 4/77)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلًا
(Zayıf durumda iken) Kendilerine: "Ellerinizi (savaştan) çekin, namazı özenle ve sürekli kılın, zekâtı verin" denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaşma görevi yazılınca içlerinden birtakımı, Allah'tan korkar gibi insanlardan korkar oldular. Hatta insanlardan duydukları korku daha fazla oldu. Dediler ki: "Rabbimiz! Bize niçin savaşma görevini yazdın; biraz daha süre tanısaydın olmaz mıydı?” De ki: "Dünya menfaati pek azdır. Yanlış yapmaktan sakınanlar için Ahiret daha hayırlıdır; size kıl kadar bile haksızlık yapılmayacaktır[*]”

[*] Enfal 8/5-6


(Nisa 4/78)
اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ فَمَالِ‌ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثًا
Nerede olursanız olun, isterseniz sağlam kaleler içinde olun, ölüm sizi yakalayacaktır. Onlara bir iyilik gelse "Bu Allah katındandır[1*]!” derler. Başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden!" derler. De ki: "Olan biten her şey Allah katındandır /onun onayıyla olur[2*].” Bu topluluğa ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar[3*]?

[1*] Bakara 2/216

[2*] Yasin 36/82, Teğabün 64/11.

[3*] Bkz. Nisa 4/79, Ali İmran 3/154 ve Ali İmran 3/186, Şura 42/30, Mülk 67/2, Ankebut 29/2-3, Muhammed 47/31, Bakara 2/214
 

 

(Nisa 4/79)
مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولًاۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا
Sana ne iyilik gelse Allah'tandır, sana ne kötülük gelse senden kaynaklanır[*]. Seni insanlara elçi gönderdik, şahit olarak Allah yeter.

[*] Al-i İmran 3/152-153, Şura 42/30.


(Nisa 4/80)
مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ
Kim resule /elçiye gönüllü olarak boyun eğerse Allah'a boyun eğmiş olur. Yüz çeviren çevirsin; seni başlarına bekçi olarak göndermedik.


(Nisa 4/81)
وَيَقُولُونَ طَاعَةٌۘ فَاِذَا بَرَزُوا مِنْ عِنْدِكَ بَيَّتَ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ غَيْرَ الَّذ۪ي تَقُولُۜ وَاللّٰهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَۚ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا
Onlar, "Başüstüne!" diyorlar, fakat yanından ayrılınca içlerinden bir kesimi, geceleyin senin söylediklerinin dışında şeyler tasarlıyor. Allah onların, gece tasarladıklarını yazıyor. Allah onların tasarladıklarını yazıyor. Onlara karşı mesafeli ol! Sen Allah'a dayan. Vekil olarak Allah yeter.


(Nisa 4/82)
اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَۜ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوا ف۪يهِ اخْتِلَافًا كَث۪يرًا
Kur’an’ı hiç mi etraflıca düşünmezler! Eğer o, Allah'tan başkasından gelseydi, onda kesinlikle pek çok çelişki bulurlardı.


(Nisa 4/83)
وَاِذَا جَٓاءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوا بِه۪ۜ وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلٰٓى اُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذ۪ينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَل۪يلًا
Onlara, güven veya korku doğuracak bir haber geldiğinde onu yayarlar. Halbuki onu elçimize ve içlerinden o konuda yetkin kişilere götürselerdi, onların doğru hüküm çıkarabilenleri konuyu çözerdi[*]. Allah'ın lütfu ve ikramı olmasaydı, pek azınız hariç, şeytana uyardınız.

[*] Hucurat 49/6


(Nisa 4/84)
فَقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ لَا تُكَلَّفُ اِلَّا نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَكُفَّ بَأْسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَاللّٰهُ اَشَدُّ بَأْسًا وَاَشَدُّ تَنْك۪يلًا
Sen Allah yolunda savaş! Sen sadece kendinden sorumlusun[*]. Müminleri de teşvik et. Belki Allah, o kâfirlerin baskınını önler. Allah’ın baskını daha güçlü, caydırıcılığı daha kuvvetlidir.

[*] A’raf 7/42, Mü’minun 23/62.


(Nisa 4/85)
مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتًا
İyi bir işe destek veren[*] ondan bir pay alır; kötü bir işe destek veren de ondan dolayı bir sorumluluk üstlenir. Allah her şeyi görüp gözetir.

[*] Burada şefaat kelimesine “destek veren” anlamı verilmiştir. Çünkü şefaat, birinin eşlik etmesini istemek, eşlik etmek veya arka çıkmaktır (El-Ayn, Müfredât).


(Nisa 4/86)
وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يبًا
Size herhangi bir şekilde sağlık ve esenlik dileğinde bulunulduğunda, siz daha güzeliyle veya aynısıyla karşılık verin[*]. Allah her şeyi hesaba katar.

[*] "Selamun aleykum", (Kasas 28/55) "selam" (Hud, 11/69), "merhaba" (Sad 38/59) veya "günaydın", "iyi günler" gibi kelimelerin hepsi birer "sağlık ve esenlik" dileğidir. Ayette bu gibi dileklerde bulunan birine din, ırk farkı gözetilmeden daha güzeliyle karşılık verilmesi istenmektedir.


(Nisa 4/87)
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَد۪يثًا۟
Allah, kendisinden başka ilah olmayandır. O geleceğinde şüphe olmayan kıyamet /mezardan kalkış günü[*] sizi bir araya toplayacaktır. Kimin sözü Allah'ın sözünden daha doğru olabilir?

[*] Kıyamet ayağa kalkma ve kalkış demektir. Kıyamet günü, insanların yeniden dirilip kabirlerinden kalktığı gündür.

 

(Nisa 4/88)
فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِق۪ينَ فِئَتَيْنِ وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَهْدُوا مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلًا
Size ne oluyor ki münafıklar[*] hakkında ikiye bölündünüz? Allah onları, yaptıklarından dolayı baş aşağı etmiştir. Allah'ın sapık saydığını yola gelmiş saymak mı istiyorsunuz? Allah'ın sapık saydığını iyi göstermenin bir yolunu bulamazsın.

[*] Bunlar müslüman gözüküp müşriklerin yanında yer aldıkları için onları tanımak kolaydır (Al-i İmran 3/176-177). 


(Nisa 4/89)
وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَٓاءً فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ اَوْلِيَٓاءَ حَتّٰى يُهَاجِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْۖ وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًاۙ
Çok isterler ki kendileri nasıl kâfir olmuşsa siz de aynı şekilde kâfir olup onlarla eşit duruma gelesiniz. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan hiçbirini veli/yakın dost edinmeyin. Eğer (hicretten) kaçınırlarsa onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir veli edinin ne de yardımcı.


(Nisa 4/90)
اِلَّا الَّذ۪ينَ يَصِلُونَ اِلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ اَوْ جَٓاؤُ۫كُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ اَنْ يُقَاتِلُوكُمْ اَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْۚ فَاِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَاَلْقَوْا اِلَيْكُمُ السَّلَمَۙ فَمَا جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَب۪يلًا
Ancak sizinle antlaşması olan bir topluluğa sığınanlar ile sizinle savaşmayı veya kendi topluluklarıyla savaşmayı göze alamayarak size gelenler olursa durum değişir. Allah farklı tercihte bulunsaydı onları üzerinize salardı da sizinle savaşırlardı. Eğer sizden uzak durur, sizinle savaşmaz, size barış teklif ederlerse artık Allah, onlara dokunmanıza izin vermez.


(Nisa 4/91)
سَتَجِدُونَ اٰخَر۪ينَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْۜ كُلَّمَا رُدُّٓوا اِلَى الْفِتْنَةِ اُرْكِسُوا ف۪يهَاۚ فَاِنْ لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُٓوا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّٓوا اَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا مُب۪ينًا۟
Sizden yana güvende olmak isteyen, kendi halklarından yana da güvende olmak isteyen başka münafıklar da göreceksiniz. Bunlar ne zaman bir fitneye[*] /sizinle savaşmaya yönlendirilseler balıklama dalarlar. Sizden uzak durmaz, size barış teklifinde bulunmaz ve ellerini sizden tamamen çekmezlerse onları yakalayın, tespit ettiğiniz yerde de öldürün. İşte kendilerine karşı size açık yetki verdiğimiz kişiler onlardır.

[*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf  7/155), aldatma (A’râf  7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/217) anlamlarında kullanılmıştır.


(Nisa 4/92)
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِنًا اِلَّا خَطَـًٔاۚ وَمَنْ قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَـًٔا فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا
Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir; hata ile olmuşsa başka. Kim bir mümini hata ile öldürürse, boyunduruk altındaki bir mümini özgürleştirmesi ve öldürülenin ailesine diyet[1*] vermesi gerekir; onlar bağışta bulunurlarsa başka. Eğer öldürdüğü mümin, size düşman olan topluluktan ise[2*] (yalnızca) boyunduruk altındaki bir mümini özgürleştirmesi gerekir. Eğer aranızda anlaşma olan bir topluluktan ise ailesine diyet ödemesi ve boyunduruk altındaki bir mümini özgürleştirmesi gerekir. Boyunduruk altında birini bulamayan kişi, art arda iki ay oruç tutar. Bu, tövbesinin /dönüşünün Allah tarafından kabul edilmesi içindir. Allah bilir ve daima doğru kararlar verir.

[1*] Hataen adam öldürmenin diyeti, beş cins deveden yirmişer tane olmak üzere toplam 100 devedir. Beş cins deve şöyledir: İki  yaşına  binti mehaz İki yaşına girmiş dişi deve: 20 adet - Binti lebûn: Üç yaşına girmiş dişi deve: 20 adet Hikka: Dört yaşına girmiş dişi deve: 20 adet - Cezea: Beş yaşına girmiş dişi deve: 20 adet İbn mehaz: İki yaşına girmiş erkek deve: 20 adet (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, cilt: 3, sayfa: 48) - Bugün bu 100 devenin kaç lira ettiği hesaplanır ve maktülün ailesine ödenir. Azad edecek esir bulamayanın iki ay peş peşe oruç tutması gerekir. Nebîmiz zamanında bunların değeri 1.000 dinar yani 4.350 gr. altın ediyormuş. Bu sebeple fıkıh kitapları diyet olarak 1.000 dinar ödemenin de yeterli olacağını söylerler.Alınacak diyeti Nebîmiz şöyle açıklamıştır: “Kim bir mümini kasten öldürürse öldürülenin velilerine teslim edilir. İsterlerse onu öldürürler, isterlerse diyetini alırlar. Diyet otuz hıkka yani dört yaşına girmiş dişi deve, otuz cezea yani beş yaşına girmiş dişi deve ve kırk halifa yani hamile devedir. Bu, kasten öldürmenin diyetidir. Taraflar karşılıklı olarak bir şey üzerinde de anlaşabilirler. Bu, diyet-i muğallazadır.” Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 217. Diyet-i muğallaza, ağırlaştırılmış diyet demektir.

[2*] Antlaşma yaptığımız bir toplumun bütün fertlerinin ve o topluma sığınanların can güvenliği sağlanmış olur (Nisa 4/90).


(Nisa 4/93)
وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ خَالِدًا ف۪يهَا وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظ۪يمًا
Bir mümin[1*] bir mümini kasten öldürürse onun cezası, içinde ölmemek üzere kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş /dışlamış ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır[2*].

[1*] Bu ayet, Nisa 4/92. ayetin devamı niteliğinde olduğu için burada adam öldürme işini yapan kişi müminden başkası olamaz.

[2*] Bakara 2/178-179.


(Nisa 4/94)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِنًاۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا
Ey inanıp güvenenler! Allah yolunda savaşa çıktığınızda, size teslim olduğunu bildiren birini (gerçek amacını anlayana kadar) iyice araştırın[1*]. Dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek ona, "Sen mümin değilsin!" demeyin[2*]. Allah katında pek çok ganimet vardır. Önceden siz de onlar gibiydiniz[3*], Allah size ikramda bulundu (da mümin oldunuz). Öyleyse amaçlarını iyice araştırın. Allah, yaptığınız her şeyin iç yüzünü bilir.

[1*] Nahl 16/28, 87.

[2*] Ayetteki ifadeye genelde “size selam verene” veya “size barış teklif edene” şeklinde anlam verilir. Oysa burada savaş durumunda silah bırakarak Müslüman ordusuna sığınan kişi konu edilmektedir. Böyle bir kişinin can ve mal güvenliğini elde etmesi için teslim olması yeterlidir, mümin olup olmamasına bakılmaz. Ama onun hakkında her türlü araştırmayı yapıp güvenilir olup olmadığını tespit zorunluluğu vardır.

[3*] Al-i İmran 3/164.


(Nisa 4/95)
لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ وَكُلًّا وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْرًا عَظ۪يمًاۙ
Müminlerden bir özrü olmadan[1*] oturup kalanlarla, malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler /elinden geleni yapanlar[2*] bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenlerin derecesini oturup kalanlardan üstün kılmıştır. Yine de Allah her birine (yaptıklarının) en güzeliyle karşılık vermeyi vaat etmiştir[3*]. Ama vereceği büyük bir ödülle Allah, cihad edenleri oturup kalanlardan üstün kılmıştır.

[1*] Tevbe 9/91Fetih 48/17

[2*] Cihad (جهاد), düşmanın, şeytanın veya arzuların baskısına karşı Allah’ın emrine uymak için verilen her türlü mücadeledir (Müfredat). Allah yolunda savaş, cihadın çok önemli bir parçasıdır.

[3*] Yaptıklarının en güzeli ile karşılama sözü verdiklerimiz Cehennemden uzak tutulacaklardır. (Enbiyâ 21/101) Bunlar büyük günahlardan uzak duran kişilerdir. (Nisa 4/31, Necm 53/31-32)

 


(Nisa 4/96)
دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةًۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟
O büyük ödül; vereceği dereceler, bağışlama[*] ve yapacağı ikramdır. Allah daima bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[*] İstiğfar, “söz ve davranışla mağfiret talep etmek”tir. Mağfiret ise, Allah’ın, kulunu azaptan korumasıdır (Müfredat). “Başı koruyan zırhlı başlık” anlamındaki “miğfer” kelimesi de aynı köktendir.


(Nisa 4/97)
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًاۙ
Melekler, kendilerini yanlışlar içine sokanların canlarını alırken[1*] onlara "Ne haldeydiniz?" diye soracaklar, onlar da: "Biz kendi toprağımızda ezilmiş kimselerdik" diye cevap vereceklerdir. Bunun üzerine melekler "Allah'ın toprağı geniş değil miydi, göç /hicret etseydiniz ya[2*]!" diyeceklerdir. Onların varıp kalacakları yer cehennemdir. Ne kötü hale düşmektir o[3*]!

[1*] Halk arasında, Azrail adında tek bir ölüm meleği olduğuna inanılır. Kur’an’a göre, insanların canını almakla görevli meleklerler (melekü’l-mevt) birden fazladır (En’am 6/61, Nahl 16/28-32,Secde 32/11). Hadislerde de bunlara “melekü’l-mevt” denir (Buhârî, Cenâʾiz, 69, Enbiyâ, 31; Müslim, Feżâʾil, 157, 158; Tirmizî, Tefsîr, 7; İbn Mâce, Cihâd, 10; Müsned, II, 269, 351; IV, 287; V, 395). Azrail kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahih hadislerde yoktur.

[2*] Ankebut 29/56

[3*] Bunların bir örneği Nisa 4/88-91. ayetlerde anlatılan Mekkeli münafıklardır.


(Nisa 4/98)
اِلَّا الْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ح۪يلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَب۪يلًا
Hiçbir çözüme gücü yetmeyen, bir çıkış yolu da bulamayan ezilmiş erkek, kadın ve çocuklar bunların dışındadır.


(Nisa 4/99)
فَاُو۬لٰٓئِكَ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَفُوًّا غَفُورًا
Allah'ın işte bunları affetmesi beklenir. Allah, daima affeden ve bağışlayandır.


(Nisa 4/100)
وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَمًا كَث۪يرًا وَسَعَةًۜ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِرًا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟
Kim Allah yolunda göç /hicret ederse, yeryüzünde sığınacak çok yer ve genişlik bulur. Kim Allah'ın ve elçisinin yolunda hicret için evinden çıkar sonra ölüm onu yakalarsa ödülü Allah’a ait olur. Allah daima bağışlayan ve ikramı bol olandır.


(Nisa 4/101)
وَاِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَقْصُرُوا مِنَ الصَّلٰوةِۗ اِنْ خِفْتُمْ اَنْ يَفْتِنَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ اِنَّ الْكَافِر۪ينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُوًّا مُب۪ينًا
Yolculuğa çıktığınızda, kâfirlik edenlerin size saldırı yapmasından korkarsanız, o namazı / yolculukta kıldığınız namazı kısaltmanızda[*] bir günah yoktur. Kâfirler, sizin açık düşmanınızdır.

[*] Allah’ın bize vakitle sınırlı bir ibadet olmak üzere farz kıldığı namaz için 4 farklı durum söz konusudur. Normal koşullar altında kıldığımız namaz, yolculuk halinde kıldığımız namaz, korku halinde (Bakara 2/238-239) ve saldırıya uğrama korkusu halindeyken kıldığımız namaz. Yolculukta kılınan namazın, saldırıya uğrama korkusu altında nasıl kısaltılacağı bir sonraki ayette açıklanmıştır.

 


(Nisa 4/102)
وَاِذَا كُنْتَ ف۪يهِمْ فَاَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلٰوةَ فَلْتَقُمْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُٓوا اَسْلِحَتَهُمْ۠ فَاِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَٓائِكُمْۖ وَلْتَأْتِ طَٓائِفَةٌ اُخْرٰى لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَاَسْلِحَتَهُمْۚ وَدَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ اَسْلِحَتِكُمْ وَاَمْتِعَتِكُمْ فَيَم۪يلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةًۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ كَانَ بِكُمْ اَذًى مِنْ مَطَرٍ اَوْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَنْ تَضَعُٓوا اَسْلِحَتَكُمْۚ وَخُذُوا حِذْرَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابًا مُه۪ينًا
(Ey Muhammed!) İçlerinde olur da namazı seninle birlikte kılsınlar diye sen tam kılarsan[*], bir kısmı seninle namaza dursun ama silahlarını kuşanmış olsunlar. (Onlar ilk rekattaki) secdeleri yaptıklarında derhal arkanızda olsunlar (nöbeti devralsınlar). Namazı kılmamış olan öbür kesim hemen gelsin, onlar da seninle namaz kılsınlar ama tedbirli olsunlar ve silahlarını kuşansınlar. Kâfirlik eden o kimseler isterler ki silahlarınızdan ve eşyanızdan uzak kalasınız da size ani bir baskın yapsınlar. Yağmurun verdiği bir sıkıntıdan veya hasta olmanızdan dolayı silahlarınızı bir yere koymanızın günahı olmaz ama yine de tedbiri elden bırakmayın. Allah o kâfirlere, küçük düşürücü bir azap hazırlamıştır.

[*] Yolculukta akşam namazı hariç bütün namazlar 2 rekâttır. Bu bir kısaltma olmayıp yolculuktaki namazın tam halidir; çünkü bu ayetteki (ekame = أقام = tam kılma) fiilinin mef’ûlü olan “es-salat”, yolculukta kılınan namazdır. Buradaki üç ayet (Nisâ 4/101-103), bu namazı kısaltmanın yani 2 rekattan 1 rekata düşürmenin sadece "saldırıya uğrama korkusu" durumuna has olduğunu göstermektedir. Demek ki saldırıya uğrama korkusu yoksa yolculukta akşam namazı dışındaki namazlar iki rekat olarak kılınır.


(Nisa 4/103)
فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
O (bir rekatlık) namazı kılarken[1*] Allah’ı ayakta, oturur halde[2*] ve yanlarınız üzerinde anın[3*]. Güvene kavuştuğunuzda ise namazı tam kılın[4*]. Çünkü namaz, müminlere, vakitle sınırlı olarak[5*] farz kılınmıştır.

[1*] (قضي = kazâ) bir işi tam ve sağlam yapma ve yürürlüğe koyma anlamındadır (Mekâyis). Bir konuda karar verme (İsrâ 17/23) ve bir işi tamamlama (Fussilet 41/12) anlamında kullanıldığı gibi işi tam ve sağlam yapma anlamında da kullanılır (Bakara 2/200, Taha 20/72). Bu ayette kazâ, namaz kılma anlamındadır.

[2*] Tek rekâtta oturma ancak secdeden sonra olabilir. Önceki ayete göre tek rekât secde ile bittiği için oturduktan sonra bir secde daha yapmak gerekir. Bu da her rekâtta iki secdenin, secdeler arasında oturmanın ve bu sıradaki zikrin farz olduğunu gösterir.

[3*] "Yanlar" anlamı verilen "cünûb (جنوب)" kelimesi "yan" anlamına gelen "cenb (جنب)"in çoğuludur. Arap diinde çoğul, üç ve daha fazasını gösterdiği için insanın yanları üçten az olamaz. Aynı kelime, hayvanların kol ve bacaklarını ifade için de kullanıldığından (Hac 22/36) insanın yanları da kol ve bacakları olur. Vücut, kol ve bacaklar üzerinde iki şekilde durabilir. Birincisinde eller, dizler üzerine konarak dizler ve dirsekler dik tutulur ve rüka varılır. İkincisinde de  dizler ve eller yere yerleştirilir, karın dizlerden uzak tutulur, baş yere konur, vücut yanların üzerine getirilerek secdeye varılır. Bu durumda ayet, bir rekâtta kıyam, rüku ve secdenin şeklini bize anlatmış olur. Şöyle bir emir daha vardır: “Secdelerin ardından tesbih et.” (Kaf 50/40). Secdeler sözü çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Her rekatta iki secde olduğu için ikiden sonraki en az secde dört olur ve iki rekattan sonra oturup tesbihte bulunmak yani Allah'a boyu eğdiğini gösteren dualar okumak farz olur. Bu da tahiyyat ve benzeri duaların bu ayetin gereği olduğunu gösterir. Üçüncü ve dördüncü rekatlardan sonra oturulmasının sebebi de aynıdır. Nebimizle birlikte tek rekatlık korku namazı kılanların ikinci secdeden sonra oturmamaları da secde sayısından dolayıdır.

[4*] “Tam kılın emri”, “Korku geçtikten sonra artık bir rekâta düşürmeyin.” anlamındadır.

[5*] Bu nedenle herhangi bir namaz kendisi için belirlenen vakit sınırlarının dışında kılınamaz.


(Nisa 4/104)
وَلَا تَهِنُوا فِي ابْتِغَٓاءِ الْقَوْمِۜ اِنْ تَكُونُوا تَأْلَمُونَ فَاِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمُونَۚ وَتَرْجُونَ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا يَرْجُونَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا۟
(Size saldıran) topluluğu takipte gevşeklik göstermeyin[*]. Siz acı çekiyorsanız onlar da sizin acı çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Üstelik siz Allah'tan, onların beklemediği şeyleri bekliyorsunuz. Bilen ve doğru kararlar veren Allah’tır.

[*] Enfal 8/15-16.


(Nisa 4/105)
اِنَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُۜ وَلَا تَكُنْ لِلْخَٓائِن۪ينَ خَص۪يمًاۙ
Gerçekleri içeren bu kitabı sana biz indirdik ki sana gösterdiğimiz[1*] şekilde[2*] insanlar arasında hüküm veresin[3*]. Hainlerin savunucusu olma.

[1*] İltifat, bkz Nisa 4/33’ün dipnotu.

[2*] Yüce Allah, Kur’ân’ın açıklanmasını kendi üzerine almış, bu konuda nebiler dahil kimseye bir yetki vermemiş (Hud 11/1-2), açıklamaları bir usûle göre yapmış (A’raf 7/52), usulün ana kavram ve ilkelerini kitabında bildirmiştir (Fussilet 41/3; Zuhruf 43/2-3; Yusuf 12/1-2). Kur’ân âyetlerinin “muhkem” ve “müteşâbih” olarak ikiye ayrılması (Al-i İmran 3/7), bunların, “mesânî” prensibine (Zümer 39/23) göre anlam kümeleri oluşturup her konuda detaylara ulaşma imkanı sunması bu usûlün birer parçasıdır. Ayrıca Kur’ân, bu detaylara ulaşmak isteyenler için Arap diline (Nahl 16/103; Şu’arâ 26/195; Yûsuf 12/2; Ra’d 13/37; Taha 20/113; Zümer 39/28; Şûrâ 42/7; Ahkâf 46/12), fıtrata (Rûm 30/30; Fussilet 41/53), Resûlullah’ın örnekliğine (Ahzâb 33/21) ve ekip çalışmalarına (Fussilet 41/3) dikkat çekmektedir. Ayette geçen “bimâ erâkellah / Allah’ın sana gösterdiği şekilde” ifadesi, Kur’an’ın içerdiği sonsuz çözümlere /hikmete ulaşmak ve bunları hayata uygulamak için bu usulün takip edilmesinin zorunlu olduğunu gösterir.

[3*] Bakara 2/213, Maide 5/48-49.


(Nisa 4/106)
وَاسْتَغْفِرِ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًاۚ
Allah'tan bağışlanma dile[*]! Çünkü Allah, daima bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[*] Bu ayet nebilerde ismet sıfatının olmadığının delillerindendir (Enfal 8/67-68, Tevbe 9/43, Hud 11/12, İsra 17/73-75, Neml 27/10-11, Tahrim 66/1-2). Yani nebiler günahlardan korunmuş değillerdir.


(Nisa 4/107)
وَلَا تُجَادِلْ عَنِ الَّذ۪ينَ يَخْتَانُونَ اَنْفُسَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ خَوَّانًا اَث۪يمًاۚ
Hainliği asıl kendilerine yapmış olan o kimselere arka çıkma. Allah, hainlikte direnen günahkârları sevmez.


(Nisa 4/108)
يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّٰهِ وَهُوَ مَعَهُمْ اِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لَا يَرْضٰى مِنَ الْقَوْلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطًا
Onlar insanlardan saklanmaya çalışırlar ama Allah’tan saklanma gereği duymazlar[*]. Halbuki geceleyin konuşup Allah'ın razı olmayacağı şeyleri planladıkları sırada Allah onlarla beraberdir. Yaptıkları her şeyi çepeçevre kuşatan Allah’tır.

[*] Hiçbir şey Allah’tan saklanamaz (Al-i İmran 3/5Mücadele 58/7)


(Nisa 4/109)
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فَمَنْ يُجَادِلُ اللّٰهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَمْ مَنْ يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَك۪يلًا
Hadi şimdi siz dünya hayatında onlara arka çıktınız. Peki, ya tekrar dirilip kalkış günü Allah'a karşı onlara kim arka çıkacak ya da kim onların vekili / savunucusu olacak?


(Nisa 4/110)
وَمَنْ يَعْمَلْ سُٓوءًا اَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّٰهَ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُورًا رَح۪يمًا
Kim bir kötülük işler veya kendini yanlışa sürükler de sonra Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ın bağışlamasının bol, ikramının çok olduğunu görecektir.


(Nisa 4/111)
وَمَنْ يَكْسِبْ اِثْمًا فَاِنَّمَا يَكْسِبُهُ عَلٰى نَفْسِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا
Kim bir günah işlerse onu sadece kendi aleyhine işler. Allah bilir, doğru kararlar verir.


(Nisa 4/112)
وَمَنْ يَكْسِبْ خَط۪ٓيـَٔةً اَوْ اِثْمًا ثُمَّ يَرْمِ بِه۪ بَر۪ٓيـًٔا فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَانًا وَاِثْمًا مُب۪ينًا۟
Kim bir hata yapar veya günah işler de onu bir suçsuzun üzerine atarsa, bir iftirayı ve açık bir günahı yüklenmiş olur.


(Nisa 4/113)
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ اَنْ يُضِلُّوكَۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِنْ شَيْءٍۜ وَاَنْزَلَ اللّٰهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُۜ وَكَانَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ عَظ۪يمًا
Eğer Allah'ın sana lütfu ve ikramı olmasaydı, onların bir kesimi seni saptırmakta kararlıydı. Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar. Sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah, sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın sana olan lütfu muazzamdır.


(Nisa 4/114)
لَا خَيْرَ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنْ نَجْوٰيهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِۜ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا
Yaptıkları gizli görüşmelerin çoğunun bir faydası yoktur. Ama sadaka verme, iyilik yapma ya da insanların arasını düzeltme amacıyla yapanlarınki başka. Kim bunları Allah'ın rızasını kazanmak için yaparsa Allah ona muazzam bir ödül verir[*].

[*] İltifat, bkz Nisa 4/33’ün dipnotu.


(Nisa 4/115)
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدٰى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَب۪يلِ الْمُؤْمِن۪ينَ نُوَلِّه۪ مَا تَوَلّٰى وَنُصْلِه۪ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًا۟
Doğru yol kendisi için apaçık belli olduktan sonra kim bu elçiden /onun getirdiği ayetlerden ayrılır ve müminlerin yolundan başka bir yola girerse[1*] onu, saptığı yolda bırakırız[2*] ve cehenneme sokarız. Ne kötü hale gelmektir o!

[1*] Gelenek bu ayeti, Muhammed (s.a.v.)’ın vefatından sonraki bir zamanda, onun ümmetinin dinî bir konuda fikir birliği etmeleri anlamında kullanılan ‘icma’nın delili sayar. Bu anlayışa göre ümmetin dini bir konuda vardığı fikir birliği de ayette geçen “müminlerin yolu” ifadesinin kapsamına girer. Yine bu ayete göre bu yolun dışında bir tercihte bulunmak tıpkı hayatta iken resule muhalefet etmek gibi kişiyi dinden çıkarır. Oysa ayette geçen ‘resulden ayrılmak’, onun tebliğ ettiği şeylere yani doğrudan Allah’ın kitabına muhalefet etme anlamındadır. Allah’a itaat resule itaat ile mümkün olduğu için resulün tebliğ ettiği şeylere muhalefet Allah’a muhalefet anlamına gelir (Nisa 4/80).  Ayrıca bu ayette geçen müminlerin yolu Allah Teâlâ’nın emrettiği ve rasullerin tebliğ ettikleri doğru yoldur. Müminlerin yolunun Allah katında bir değer ifade etmesi, içtihat ehliyetine sahip olduğu söylenenlerin bir konudaki ittifakıyla değil, o yolun resulün gittiği yola yani kitaba uygun olup olmaması ile ilgilidir (En’am 6/153Yusuf 12/108).

[2*] Şikak (شقاق) kelimesi, bir şeyde oluşan yarık ve bir şeyi yarmak manalarındaki şakk (شَقّ) kelimesinin mufaale babından mastarıdır. Yarığın iki tarafındaki her bölüme şikk (شِقّ) denir. Şikak, bir kişinin, arkadaşının durduğu şıktan farklı şıkta bulunmasıdır (Mekayis, Müfredat, Lisan’ul Arab). Kelimenin kökünde her ne kadar hakiki manada yarma, yarılma, yarık ve farklı şıklarda bulunma anlamları varsa da şikak kelimesi ve türevleri Kur'an-ı Kerim'de daha çok manevi anlamdaki farklılık için kullanılmıştır. Bunlar; inanç farklılığı (Bakara 2/137), inanç farklılığı yüzünden muhalefet (Hûd 11/89), haktan uzaklaşma (Bakara 2/176; Hac 22/53; Sad 38/2; Fussilet 41/52), Allah ve resulünün gösterdiği yoldan başka bir yola girmektir (Enfâl 8/13).


(Nisa 4/116)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَع۪يدًا
Allah, kendisine ortak /şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun altındaki günahları, gerekeni yapan kişi için bağışlar[*]. Kim Allah'a ortak koşarsa yanlış yola girip kaybolup gitmiş olur.

[*] Şirkten uzak kalan ve büyük günahlardan kaçınan (Nisa 4/31, Necm 53/31-32) veya günah işledikten sonra tövbe edip /dönüş yapıp kendilerini düzeltenler (Furkan 25/68-71) ile sevapları günahlarından fazla olanlar doğrudan cennete gider, cehennemin hışırtısını bile duymazlar. (Enbiya 21/101-102) Günahları sevaplarından fazla olanlar da cehenneme giderler. (Araf 7/9, Meryem 19/71-72, Meryem 19/86-87, Müminun 23/103-104, el-Karia 101/8-11) Bunlar, cezalarını çektikten sonra cennetteki yakınlarının yanına yerleştirilirler. (Tûr 52/21)

 

(Nisa 4/117)
اِنْ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اِنَاثًاۚ وَاِنْ يَدْعُونَ اِلَّا شَيْطَانًا مَر۪يدًاۙ
Allah ile aralarına koyarak yardıma çağırdıkları, tanrıçalarından başkası değildir[*]. Aslında yardıma çağırdıkları sadece hayırsız şeytandır.

[*] Zuhruf 43/19, Necm 53/19-28, İsrâ 17/40.


(Nisa 4/118)
لَعَنَهُ اللّٰهُۢ وَقَالَ لَاَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَص۪يبًا مَفْرُوضًاۙ
Allah, şeytanı lanetledi /dışladı. Şeytan da şöyle dedi: "Ne olursa olsun, kullarından bir kesimini kendime pay edineceğim[*].

[*] Şeytan’ın insanlar üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktur (İbrahim 14/22). Ancak kendisine uyanları saptırmak için elinden gelen her yolu denemeye kesin karar vermiştir.(Araf 7/16-17, Hicr 15/36-40, İsra 17/62, Sad 38/82-83).


(Nisa 4/119)
وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُب۪ينًاۜ
Onları kesinlikle saptıracağım, kesinlikle beklentilere sokacağım. Onlara mutlaka emredeceğim, en’âm’ın kulaklarını yaracaklar[1*]. Mutlaka emredeceğim, Allah'ın yarattığını değiştirecekler[2*].” (Ey insanlar!) Sizden kim şeytanı, kendine Allah’tan daha yakın sayarsa apaçık bir hüsrana uğramış olur.

[1*] Mekke müşrikleri, putlara kurban edecekleri bazı hayvanları önceden işaretlemek için onların kulaklarını yarar ve onları bir müddet serbest bırakırlardı (Bkz: Mâide, 5/103). O hayvanların etlerinden, sütlerinden ve yünlerinden ölünceye kadar yararlanmazlar, bazılarının sadece erkeklere helal, kadınlara haram olduğunu söylerlerdi (Bkz: En'âm, 6/138-139). Bu ayette kınanan husus budur. Bu, birçok müşrik toplumda görülen bir uygulamadır.

[2*] “Onlara emredeceğim, halkullahı /Allah'ın yarattığını değiştirecekler.” ifadesinde geçen “halkullah”a, Rum Suresi 30. ayette fıtrat denmiş ve Allah'ın dini olarak tanımlanmıştır. Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve onu oluşturan yaratılış, değişim ve gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. İnsan da o varlıklardan olduğu için Allah'ın dini, kişinin doğal yapısı ile tam uyuşur. Kur'an'ın Allah'ın kitabı olduğu da aynı yöntemle anlaşılır (Fussilet 41/53). Sonuç olarak bu ayet, ister indirilen ayetler, isterse yaratılan ayetler olsun, bunlardan herhangi birini bozmanın şeytan işi bir davranış olduğunu gösterir.
 


(Nisa 4/120)
يَعِدُهُمْ وَيُمَنّ۪يهِمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُورًا
O (şeytan), onlara söz verir, onları beklenti içine sokar. Şeytan, sadece aldatmak için söz verir.


(Nisa 4/121)
اُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ وَلَا يَجِدُونَ عَنْهَا مَح۪يصًا
İşte onların varıp kalacakları yer cehennemdir. Oradan bir kaçış yolu bulamayacaklardır.


(Nisa 4/122)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقًّاۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلًا
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanları da ölümsüz olarak sonsuza dek kalmak üzere içinden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Bu, Allah’ın gerçek olan vaadidir[*]. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?

[*] Bkz. Nisa 4/57. ayetin dipnotu, Lokman 31/8-9.

 


(Nisa 4/123)
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءًا يُجْزَ بِه۪ۙ وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا
Ne sizin beklentileriniz ne de ehlikitabın beklentileri geçerlidir[*]. Kim bir kötülük yaparsa cezasını çeker. Allah ile arasına girecek bir dost ve bir yardımcı bulamaz.

[*]  Bakara 2/111


(Nisa 4/124)
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يرًا
İster erkek ister kadın olsun, kim mümin olarak iyi işler yaparsa cennete işte onlar gireceklerdir. Onlara zerre kadar haksızlık yapılmayacaktır.


(Nisa 4/125)
وَمَنْ اَحْسَنُ د۪ينًا مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلًا
Güzel davranarak kendini Allah’a teslim eden[1*] ve İbrahim’in dini dosdoğru yaşama biçimine uyan kişinin girdiği yoldan daha güzel bir yola[2*] kim girmiş olabilir? Allah, İbrahim’i samimi bir dost kabul etmiştir.

[1*] Bakara 2/112, Lokman 31/22.

[2*] Din kelimesine yol anlamı verilmiştir.


(Nisa 4/126)
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطًا۟
Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah, her şeyi çepeçevre kuşatmıştır.


(Nisa 4/127)
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يمًا
Kadınlar hakkında senden fetva[1*] istiyorlar. De ki: Onlarla ilgili fetvayı size Allah veriyor. Yetim (iken bakımını üstlendiğiniz) ve hakları olan mallarını teslim etmeyip[2*] kendileriyle evlenmek istediğiniz kadınlar[3*], hatta güçsüz çocuklar ve bütün yetimlere hakka uygun davranmanız konularındaki fetva, size bu kitapta sıralanan ayetlerdedir. İyilik olarak ne yaparsanız Allah onu mutlaka bilir.

[1*] Fetva, bir konuda sorulan soruya, delile dayanılarak verilen cevaptır.

[2*] Nisa 4/2-3.

[3*] Büluğa ermiş birine yetim denmez. Burada yetim kadın ifadesi, evlilik çağına gelmiş yetim kızlar için kullanılan mecaz anlatımdır.


(Nisa 4/128)
وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا اَوْ اِعْرَاضًا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًاۜ وَالصُّلْحُ خَيْرٌۜ وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا
Bir kadın, kocasının ayrılmasından[1*] veya yüz çevirmesinden[2*] korkarsa aralarında uzlaşmaları, iki taraf için de günah değildir. Uzlaşmak hayırlıdır. Nefisler doyumsuzluğa yatkın kılınmıştır[3*]. Eğer güzel davranır ve yanlış yapmaktan sakınırsanız (bilin ki) Allah, yaptığınız şeylerin iç yüzünden haberdardır.

[1*] “Nüşuzundan”, “boşayıp ayrılmasından” anlamındadır (bkz. Nisa 34. ayetin dipnotu).

[2*] Bir erkeğin birden fazla eşi olabileceği için bir eşinden yüz çevirmesi, ilgisini diğer eşine yöneltmesi demektir.

[3*] Haşr 59/9, Teğabun 64/16, Mearic 70/19-22.


(Nisa 4/129)
وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًا
Ne kadar isteseniz de eşleriniz arasında adaleti sağlamaya güç yetiremezsiniz. Öyleyse bir tarafa büsbütün meyledip diğerini askıda bırakmayın. Eğer uzlaşır ve yanlış yapmaktan sakınırsanız (bilin ki) Allah daima bağışlayan ve ikramı bol olandır.


(Nisa 4/130)
وَاِنْ يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّٰهُ كُلًّا مِنْ سَعَتِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ وَاسِعًا حَك۪يمًا
Eşler ayrılırlarsa Allah, kendi imkanlarından vererek her birini diğerine muhtaç olmaktan kurtarır. İmkanları geniş olan ve doğru kararlar veren Allah’tır.


(Nisa 4/131)
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَنِيًّا حَم۪يدًا
Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size yüklediğimiz görev şudur: “Allah'a karşı yanlış yapmaktan sakının!” Ayetleri görmezlikte direnirseniz şunu bilin ki göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Bir şeye ihtiyacı olmayan ve yaptığını mükemmel yapan Allah’tır.


(Nisa 4/132)
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا
Evet! Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Vekil /dayanak olarak Allah yeter.


(Nisa 4/133)
اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ اَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِاٰخَر۪ينَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى ذٰلِكَ قَد۪يرًا
Ey İnsanlar! Allah, gerek görürse[1*] sizi yok eder ve yerinize başkalarını getirir. Allah, bunun kuralını[2*] koymuştur.

[1*] (Şâe = شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz Nisa 4/48. ayetin dipnotu.  Burada yaratılacak olan, o kişileri etkisizleştirecek şartlardır.


(Nisa 4/134)
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا۟
Kim dünyalık isterse bilsin ki dünyalık da ahiret kazancı da Allah katındandır[*]. Allah, daima dinler ve görür.

[*] Bakara 2/200-202, Al-i İmran 3/145, Hud 11/15-16, İsra 17/18-20, Şûrâ 42/20.


(Nisa 4/135)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ اِنْ يَكُنْ غَنِيًّا اَوْ فَق۪يرًا فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ وَاِنْ تَلْوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا
Ey inanıp güvenenler /müminler! Kendi aleyhinize, ana-babanız veya en yakınlarınızın aleyhine bile olsa hakkı ayakta tutan, Allah için şahitlik eden kişiler olun. Aleyhine şahitlik yaptığınız kişi ister zengin ister fakir olsun; Allah, onlara daha yakındır. Kendi arzunuza uymayın ki adil olasınız. Lafı eğip büker veya şahitlikten kaçınırsanız bilin ki Allah, yaptığınız her işin iç yüzünü bilir.


(Nisa 4/136)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَع۪يدًا
Ey inanıp güvenenler! Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaplara inanıp güvenin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar eder/ görmezden gelirse derin bir sapıklığa düşmüş olur.


(Nisa 4/137)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْرًا لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلًاۜ
Önce inanan, sonra kâfir olan, sonra tekrar inanan, arkasından yine kâfir olan sonra da kâfirliklerini sürekli artıranlar var ya; Allah onları ne bağışlayacak ne de bir çıkış yolu gösterecektir[*].

[*] Al-i İmran 3/90-91


(Nisa 4/138)
بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًاۙ
Münafıklara şu müjdeyi (!) ver: Onların payına düşecek olan acıklı bir azaptır.


(Nisa 4/139)
اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعًاۜ
Onlar, kâfirleri kendilerine müminlerden yakın konumda tutarlar. Kâfirlerin yanında güç ve şeref mi arıyorlar? Oysa bütün güç ve şeref, Allah’ın elindedir[*].

[*] Ali İmran 3/26, Yunus 10/65, Fatır 35/10, Münafikun 63/8.

 


(Nisa 4/140)
وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ اِنَّكُمْ اِذًا مِثْلُهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ جَامِعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعًاۙ
Allah kitabında size şunu indirmiştir[*]: "Allah'ın ayetlerinin görmezden gelindiğini ve hafife alındığını işittiğinizde, başka bir konuya geçmedikçe onlarla oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz!" Allah, bütün münafıkları ve kâfirleri cehennemde toplayacaktır.

[*] En’âm 6/68 Ayetlerle alay edilen mecliste oturmama emri Zebûr’da da mevcuttur: “Ne mutlu o insana ki, kötülerin öğüdüyle yürümez, günahkârların yolunda durmaz, alaycıların arasında oturmaz. Ancak zevkini Rabbin Yasası’ndan alır ve gece gündüz onun üzerinde derin derin düşünür” (Mezmurlar 1:1-2).

 

 


(Nisa 4/141)
اَلَّذ۪ينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِنَ اللّٰهِ قَالُٓوا اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۘ وَاِنْ كَانَ لِلْكَافِر۪ينَ نَص۪يبٌۙ قَالُٓوا اَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُمْ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلَنْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لِلْكَافِر۪ينَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ سَب۪يلًا۟
Münafıklar sizi gözetleyip duran kimselerdir. Allah size bir başarı nasip etse, "Biz de sizinle beraber değil miydik?" derler. Ama eğer ayetleri görmezlikte direnen o kimselerin (o kâfirlerin) lehine bir durum meydana gelse bu defa da onlara: "Sizin arkanızda değil miydik, sizi müminlerden korumadık mı?" derler. Nasıl olsa Allah, tekrar dirilip kalkış günü aranızda hükmünü verecektir. Allah kâfirlere, müminlerin aleyhine olacak bir yolu asla açmaz[*].

[*] Al-i İmran 3/139, Nur 24/55, Rum 30/47, Mümin 40/51, Muhammed 47/35, Münafikun 63/8.


(Nisa 4/142)
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلًاۘ
Münafıklar, Allah'a karşı oyun kurarlar[1*], halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirir[2*]. Namaza kalkarken üşenerek kalkar[3*], insanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı ancak arada sırada hatırlarlar.

[1*] Ayette geçen (hıda = الخداع)’nın anlamı, planlı bir şekilde yanıltma ve aldatmadır (Müfredât). Yeni bir nebi beklentisinde olan bazı Yahudilerin nebimize gösterdikleri tavır buna örnektir (Bakara 2/75-79 ve 90). Hesaplarına uymayan ayetlere farklı anlamlar verip yanlış yola giren herkes bu kapsama girer.

[2*] Bakara 2/9.

[3*] Tevbe 9/54.


(Nisa 4/143)
مُذَبْذَب۪ينَ بَيْنَ ذٰلِكَۗ لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلًا
İki taraf arasında kalırlar. Ne onlardan olabilirler ne de bunlardan. Sen Allah’ın sapık saydığı kişiye bir çıkış yolu bulamazsın.


(Nisa 4/144)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا مُب۪ينًا
Ey inanıp güvenenler! Kâfirleri kendinize, müminlerden yakın konumda tutmayın. Allah’a, aleyhinize olacak apaçık ve güçlü bir delil mi vermek istiyorsunuz?


(Nisa 4/145)
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِۚ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يرًاۙ
Münafıklar, o ateşin en alt tabakasında olacaklardır. Onlara yardım edecek birini bulamazsın.


(Nisa 4/146)
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْرًا عَظ۪يمًا
Ama tövbe eden /dönüş yapan, kendilerini düzelten, Allah'a sarılan ve dinlerini Allah için saf ve katıksız olarak yaşayanlar başka. Onlar, müminlerle beraberdirler. Allah, müminlere büyük bir ödül verecektir.


(Nisa 4/147)
مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِرًا عَل۪يمًا
Eğer inanıp güvenmiş olarak görevlerinizi yerine getirirseniz, Allah size ne diye azap etsin? Allah her iyiliğin karşılığını veren ve her şeyi bilendir.


(Nisa 4/148)
لَا يُحِبُّ اللّٰهُ الْجَهْرَ بِالسُّٓوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعًا عَل۪يمًا
Allah, kötü sözün açıkça dile getirilmesinden hoşlanmaz; haksızlığa uğramış olan söylerse başka[*]. Allah dinler ve bilir.

[*] Haksızlığa uğrayan kişi, maruz kaldığı haksızlığı dile getirebilir. Ayete göre o kişi, yapılan haksızlığı açığa vurma dışında bir hakka sahip değildir. Dolayısıyla kendisi de karşı tarafa kötü söz söyleyemez ve haksız davranışta bulunamaz. (Şura 42/40-41)


(Nisa 4/149)
اِنْ تُبْدُوا خَيْرًا اَوْ تُخْفُوهُ اَوْ تَعْفُوا عَنْ سُٓوءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُوًّا قَد۪يرًا
Bir iyiliği açıktan yapar veya gizlerseniz[1*] ya da bir kötülüğü affederseniz (bilin ki) Allah çok affedicidir, affını da bir kurala bağlamıştır[2*].

[1*] Bakara 2/271

[2*] Nisa 4/48.


(Nisa 4/150)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيَقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍۙ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلًاۙ
Allah ile resullerini /onların getirdikleri kitapları[*] görmezlikten gelen ve Allah ile resullerini /kitaplarını ayırmak isteyen, “onların bir kısmına inanır bir kısmına inanmayız” diyen ve ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler var ya...

[1*]  Bkz, Nisa 4/13. ayetin dipnotu.


(Nisa 4/151)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّاۚ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابًا مُه۪ينًا
İşte asıl kâfirler onlardır. O kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırladık.


(Nisa 4/152)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَلَمْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ اُو۬لٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟
Allah ile resullerine /getirdikleri kitaplara inanıp güvenen ve onlardan birini diğerinden ayırmayanlara gelince, onlara hak ettikleri karşılığı Allah verecektir. Allah daima bağışlayan ve ikramı bol olandır[*].

[*] Bakara 2/136 -137.

 


(Nisa 4/153)
يَسْـَٔلُكَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَابًا مِنَ السَّمَٓاءِ فَقَدْ سَاَلُوا مُوسٰٓى اَكْبَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَقَالُٓوا اَرِنَا اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْۚ ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَنْ ذٰلِكَۚ وَاٰتَيْنَا مُوسٰى سُلْطَانًا مُب۪ينًا
Ehlikitap /kitaplarında uzman olanlar, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Onlar Musa'dan daha büyük bir istekte bulunmuş, "Bize Allah'ı apaçık göstersene!" demişlerdi. Yanlış yapmalarından ötürü onları yıldırım çarpmıştı[1*]. Sonra onlara onca mucize gelmiş ama yine de o boğayı ilah edinmişlerdi[2*]. Daha sonra onları bu suçlarından dolayı da affetmiş ve Musa'ya apaçık bir yetki vermiştik.

[1*] (Bakara 2/55-56)

[2*] Musa aleyhisselam Tur’a gidip halkından 40 gün kadar uzak kalınca Samiri ve taraftarları bir boğa heykeli yapmış, İsrailoğullarına “Bu sizin ilahınızdır. Musa’nın da ilahıdır ama o, onu unuttu.” demişlerdi. Harun aleyhisselam, içlerinde olmasına rağmen onların heykele tapmalarına engel olamamıştı. Bkz. Taha 20/83-98.

 


(Nisa 4/154)
وَرَفَعْنَا فَوْقَهُمُ الطُّورَ بِم۪يثَاقِهِمْ وَقُلْنَا لَهُمُ ادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُلْنَا لَهُمْ لَا تَعْدُوا فِي السَّبْتِ وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقًا غَل۪يظًا
Onlardan kesin söz almak için Tur’u (Sina Dağı’nı) üzerlerine kaldırmıştık[1*]. Bir de onlara: "O kapıdan boyun eğerek girin!" demiştik. Yine onlara "Cumartesi günleri aşırı gitmeyin![2*]" demiş, bu konularda onlardan sağlam bir söz almıştık.

[1*] Bakara 2/63-64, 93,  A’raf 7/171.  

[2*] Bakara 2/58-60.


(Nisa 4/155)
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِمْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَقَتْلِهِمُ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ بَلْ طَبَعَ اللّٰهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلًاۖ
Sözlerinden caymaları, kâfirlik etmeleri /Allah'ın ayetlerini görmezlikte direnmeleri, nebilerini bir gerçeğe dayanmadan itibarsızlaştırma çabaları[1*] ve “Bizim (bu sözlere) karnımız tok!” demeleri[2*] sebebiyle dışlandılar[3*]. Aslında kâfirlikleri sebebiyle Allah, kalplerinde yeni bir yapı oluşturmuştur. Pek azı hariç artık onlar inanıp güvenmezler.

[1*] (Katele= قتل) fiilinin kök anlamı itibarsızlaştırma ve öldürmedir (Mekâyîs), Al-i İmran 3/21.

[2*] Biz her şeyi biliyoruz, yeni bir bilgiye ihtiyacımız yok.“Bu sözlere karnımız tok!” dediler. Hayır, âyetleri görmezlikte direnmeleri sebebiyle Allah onları dışladı. Artık pek azı inanır. (Bakara 2/88)

[3*] Bakara 2/87-88


(Nisa 4/156)
وَبِكُفْرِهِمْ وَقَوْلِهِمْ عَلٰى مَرْيَمَ بُهْتَانًا عَظ۪يمًاۙ
Kâfirlikleri ve Meryem’e büyük bir iftirada bulunmaları sebebiyle de dışlandılar.


(Nisa 4/157)
وَقَوْلِهِمْ اِنَّا قَتَلْنَا الْمَس۪يحَ ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّٰهِۚ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُۜ مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّۚ وَمَا قَتَلُوهُ يَق۪ينًاۙ
“Biz, Allah’ın elçisi Meryemoğlu İsa Mesih’i öldürdük.” demeleri yüzünden de dışlanmışlardır. Halbuki onu ne öldürdüler ne de astılar; ama (öldürdükleri kişi) onlara onun gibi gösterildi[*]. Bu konuda ihtilaf edenler tam bir ikilem içindedirler. Onların bu konuda bir bilgileri yoktur; sadece varsayımlarının peşinden giderler. Onu kesinlikle öldürmediler.

[*] “ama onlara onun gibi gösterildi” demek, “öldürdükleri kişi onlar için İsa’ya benzetildi.” demektir. Şüpheden kurtulamamaları bundandır.

 


(Nisa 4/158)
بَلْ رَفَعَهُ اللّٰهُ اِلَيْهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزًا حَك۪يمًا
Aslında Allah, onu kendine yükseltmiştir[*]. Daima üstün olan ve bütün kararları doğru olan Allah’tır.

[*] Al-i İmran 3/55’e göre İsa aleyhisselam öldürülmemiş, Allah onu vefat ettirmiş (Meryem 19/33) ve Yahudilerin elinden kurtarmıştır.  Onun ahirette söyleyeceği “Ne zaman ki beni vefat ettirdin onları gözetim altında tutan sadece sen oldun.” sözü (Maide 5/117),  normal şekilde vefat ettiğini gösterir. Zümer 39/42’ye göre vefat, işi biten ruhun bedenden ayrılmasıdır. Allah ruhu iki şekilde vefat ettirir, biri uykuya daldığında, diğeri de öldüğünde olur. Ruh, bilgisayarın işletim sistemi gibi bütün bilgileri korur. Onun için Allah, hem uyuyan hem de ölen bedenin ruhunu koruma altına alır. Uyuyan insanın ruhu uyandığında, ölen kişinin ruhu da vücut yeniden yaratıldığında geri döner (Müminûn 23/100 ve Tekvîr 81/7). İsa aleyhisselamın Allah’ın katına yükseltilmesi, öldükten sonra ruhunun yükseltilmesidir (Araf 7/40, Mearic 70/4). Dünyaya tekrar gelmesi diye bir şey yoktur.


(Nisa 4/159)
وَاِنْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِه۪ قَبْلَ مَوْتِه۪ۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَه۪يدًاۚ
Ehlikitaptan her biri, kendi ölümünden önce, ona (İsa’nın Allah’ın elçisi olduğuna[1*]) mutlaka inanacaktır. O da tekrar dirilip kalkış günü onların aleyhine şahitlik edecektir[2*].

[1*] Yahudi ve Hristiyanların İsa aleyhisselam konusunda kafir olmaları için onun Allah’ın elçisi olduğuna inanmaları ve daha sonra bu inancı örtmeleri gerekir (Al-i İmran 3/106). Bugün Katolikler, onun Allah’ın elçisi olduğunu önce kabul ederler  sonra da onun ilah olduğunu söylerler. (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri İstanbul 2000, par. 465, 858-859).

[2*] Tevrat’ı ve İncil’i iyi bilen bir Yahudi ve Hristiyan, İsa’nın Allah’ın elçisi olduğunu kesin olarak anlar ve inanır. Sonra bu inancına ters bir yol izlerse, ahirette İsa aleyhisselam onun aleyhine şahitlik eder. Onun şahitliği, bir görgü şahitliği değil, yaşadığı sırada yaptığı tebliğ görevi ile ilgili şahitliktir.Maide 5/116-118. 

 


(Nisa 4/160)
فَبِظُلْمٍ مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ اُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ كَث۪يرًاۙ
Yahudilerin yanlış tutum ve davranışları ve ayrıca birçok kimseyi Allah’ın yolundan engellemeleri sebebiyle daha önce onlara helal kılınmış temiz şeyleri haram kıldık[*].

[*] En’am 6/146, Nahl 16/118.


(Nisa 4/161)
وَاَخْذِهِمُ الرِّبٰوا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَاَكْلِهِمْ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ مِنْهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا
(Bunun diğer sebepleri de) Kendilerine yasak edildiği halde faiz almaları[1*] ve insanların mallarını batıl[2*] yollarla yemeleridir. İçlerinden kâfir olanlara acıklı bir azap da hazırladık.

[1*] Bu ayete göre Tevrat çevirilerinde yer alan "Yabancıdan faiz alabilirsin..." ibaresinin doğru olma ihtimali yoktur. Kelimeleri işlerine geldiği gibi sağa sola çeken Yahudilerin burada da bir tahrif yaptıkları çok açıktır. Yabancıdan aldıkları faizi helal, kardeşlerinden aldıkları faizi haram saymaları Tevrat'ın iç bütünlüğüne de aykırıdır. Tevrat'taki genel bir kaide şöyledir: "Yerli yabancı herkes için tek bir yasanız olacak. Tanrınız RAB benim.” (Levililer 24:22)

[2*] Batıl yollar için bkz. Nisa 4/29’un dipnotu.

 


(Nisa 4/162)
لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟
Fakat onlardan (kitaptaki) ilmi kavramış olanlar[*], sana indirilene ve senden önce indirilenlere inanan müminler, hele namazı tam kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe güvenenler var ya! İşte onlara muazzam bir ödül vereceğiz.

[*] Al-i İmran 3/7


(Nisa 4/163)
اِنَّٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ كَمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلٰى نُوحٍ وَالنَّبِيّ۪نَ مِنْ بَعْدِه۪ۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَع۪يسٰى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهٰرُونَ وَسُلَيْمٰنَۚ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُورًاۚ
Biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen nebilere nasıl vahyettiysek sana da öyle vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyetmiş ve Davud'a da bir zebûr /bir kitap[*] vermiştik.

[*] Zebûr”, kelime olarak “kitap, mülk, fırka, parça” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da kelimenin çoğul hali olan “zübür”, “fırka, parça” anlamında kullanılır. (Mü’minûn 23/53) İki ayette Davud aleyhisselama bir Zebûr verildiği bildirilir (Nisa 4/163; İsra 17/55). Enbiya 21/105. ayette harf-i tarifli şekilde geçen Zebûr kelimesi de yine Davud’a verilen kitapla ilişkilendirilir. Bu ayet ile Kitab-ı Mukaddes’in Davud aleyhisselama ait bölümünde geçen şu ifade arasında benzerlik vardır: “Salihler yeryüzünü miras alacak ve orada sonsuza kadaryaşayacak.” (Tevrat, Mezmurlar 37/29). Beş ayette (Al-i İmrân 3/184; Nahl 16/44; Şu’arâ 26/196; Fâtır 35/25; Kamer 54/43) de kelimenin çoğul hali olan “zübür” ile öncekilere indirilenlere atıfta bulunulması, Zebûr ile kitap kelimesi arasındaki ilişkiyi göstermektedir.


(Nisa 4/164)
وَرُسُلًا قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَرُسُلًا لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَۜ وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْل۪يمًاۚ
Daha önce sana kıssalarını anlattığımız elçiler de anlatmadığımız elçiler de gönderdik. Musa ile de Allah doğrudan konuştu[*].

[*] Araf 7/143, Taha 20/11 ve devamı, Kasas 28/30 ve devamı, Şura 42/51.


(Nisa 4/165)
رُسُلًا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزًا حَك۪يمًا
Onları müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik ki o elçilerden sonra insanların Allah’a karşı bir delilleri kalmasın[*]. Daima üstün olan ve bütün kararları doğru olan Allah’tır.

[*]  İsra 17/15 Taha 20/134, Kasas 28/47.


(Nisa 4/166)
لٰكِنِ اللّٰهُ يَشْهَدُ بِمَٓا اَنْزَلَ اِلَيْكَ اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا
(Seni Allah’ın elçisi olarak kabul etmeyebilirler[1*]) Ama Allah sana indirdiği (bu kitap) ile şahitlik eder ki onu sana, kendi bilgisiyle indirmiştir. Buna melekler de şahitlik ederler[2*]. Aslında şahit olarak Allah yeter[3*].

[1*] Ra’d 13/43.

[2*] Cin 72/26-28

[3*] En’am 6/19.


(Nisa 4/167)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ قَدْ ضَلُّوا ضَلَالًا بَع۪يدًا
Kâfirlik eden /ayetleri görmezlikte direnen ve Allah’ın yolundan engelleyenler, yanlış yola girmiş, kaybolup gitmiş olurlar.


(Nisa 4/168)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَر۪يقًاۙ
Kâfirlik eden /ayetleri görmezlikte direnen ve yanlış yapanları[1*] ise Allah bağışlamayacak, (doğru) bir yola da yöneltmeyecektir[2*].

[1*] Lokman 31/13

[2*] Nisa 4/137


(Nisa 4/169)
اِلَّا طَر۪يقَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرًا
Onları yalnızca cehennem yoluna yöneltecektir. Orada ölümsüz olarak sonsuza dek kalacaklardır[*]. Bu, Allah için kolaydır.

[*] Bkz. Nisa 4/57. ayetin dipnotu.


(Nisa 4/170)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَاٰمِنُوا خَيْرًا لَكُمْۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا
Ey insanlar! Bu Elçi, Rabbinizden size gerçek olanı getirdi; ona inanın ki sizin için iyi olsun. Yok eğer ayetleri görmezlikte direnirseniz, bilin ki göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Allah her şeyi bilir, doğru kararlar verir.


(Nisa 4/171)
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ اِنْتَهُوا خَيْرًا لَكُمْۜ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا۟
Ey ehlikitap /kitaplarında uzman olanlar! Dininizde aşırılık etmeyin. Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin. Meryemoğlu İsa Mesih; sadece Allah’ın elçisi, Meryem’e ulaştırdığı “Ol”[1*] sözü ve Allah'tan bir ruhtur[2*]. Öyle ise Allah’a ve elçilerine inanıp güvenin. “Üç“ demeyin[3*]; bundan vazgeçin ki sizin için iyi olsun. Şüphesiz, Allah tek ilahtır. Çocuk edinmek ona yakıştırılamaz! Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi onundur. Dayanak olarak Allah yeter.

[1*] Al-i İmran 3/59, Meryem 19/35.

[2*] Buradaki ruh, Allah’tan gelen bilgidir (İsrâ 17/85). O bilgi, Allah’ın İsa aleyhisselama, anasının rahminde iken (Enbiya 21/91, Tahrim 66/12) öğrettiği kitap ve hikmet bilgisidir (Al-i İmran 3/48, Meryem 19/30-33) Böylece o ve annesi, insanlar için birer ayet /mucize olmuşlardır (Meryem 19/21, Müminun 23/50).

[3*] Maide 5/72-73.


(Nisa 4/172)
لَنْ يَسْتَنْكِفَ الْمَس۪يحُ اَنْ يَكُونَ عَبْدًا لِلّٰهِ وَلَا الْمَلٰٓئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَۜ وَمَنْ يَسْتَنْكِفْ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ اِلَيْهِ جَم۪يعًا
Mesih, Allah'a kul olmaktan geri durmaz[1*]. Mukarreb[2*] melekler de öyle. Kim ona kulluktan geri durur da kibirlenirse Allah, onların hepsini huzuruna toplayacaktır.

[1*] Meryem 19/92-93.

[2*] el- Mukarreb, Allah'ın kendine yakın kabul ettiği  meleklerdir. Mukarreb melekler iyi kişilerin kayıtlarının tutulduğu İliyyûn’a göz kulak olmaktadırlar (Mutaffifîn 83/21). İsa aleyhisselam da mukarreblerdendir (Al-i İmrân 3/45). Ahirette insanlar; ’ashâbü’l-meymene’, ‘ashâbü’l-meş’eme’ ve ‘es- sâbikūn’ diye üç sınıfa ayrılacaktır. En yüksek derecede olan sâbikūn, mukarreblerden oluşacak (Vâkıa 56/10-14), onlardaki huzur, güzel kokular ve bahçeler farklı olacaktır (Vâkıa 56/88-89). İçeçeklerini de Tesnîm adı verilen bir çeşmeden alacaklardır (Mutaffifîn 83/24-28).


(Nisa 4/173)
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًاۙ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlara gelince, Allah onlara hak ettikleri karşılıkları tam verecek, hatta lütfederek fazlasını da verecektir. Kulluktan geri duran ve kibirlenenleri ise acıklı bir azaba çarptıracaktır. Onlar, kendileri için Allah ile aralarına girecek bir dost da bir yardımcı da bulamayacaklardır[*].

[*] Araf 7/53.


(Nisa 4/174)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ نُورًا مُب۪ينًا
Ey insanlar! Size Rabbinizden /Sahibinizden bir kanıt geldi. Size gerçekleri gösteren bir nur indirdik.


(Nisa 4/175)
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ
Allah, kendisine inanıp güvenen ve o nura /Kur’an’a sıkı sarılanları[*], ikramı ve bol nimeti ile kuşatacak ve onları kendisine götüren doğru yola yönlendirecektir.

[*] Al-i İmran 3/101-103; Nisa 4/146; Hac 22/78.


(Nisa 4/176)
يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ وَهُوَ يَرِثُهَٓا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالًا وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Senden fetva istiyorlar. De ki: O kelâle[1*] (babası ve evladı /alt soyu olmayan kişi) ile ilgili fetvâyı size Allah veriyor: Bir kimse çocuğu/ altsoyu olmadan ölür de geride bir kız kardeşi kalırsa, bıraktığı mirasın yarısı onundur; çocuğu /altsoyu olmadan ölen kız, kalan da erkek kardeşi ise mirasçısı o olur. Kardeşler iki kız ise, mirasın üçte ikisi onlarındır. Kardeşler erkekli kızlı iseler erkek, iki kız kadar pay alır. Dalalete düşersiniz /yanlış yola saparsınız diye açıklamayı size Allah yapıyor[2*]. Allah her şeyi bilendir.

[1*] Kelâle, babası ve/veya anası ve çocuğu olmadan ölen kişidir. Anası ve çocuğu olmayanın ana-bir kardeşlerin alacakları miras payları Nisa 12.  anlatılmıştır. Bunların payları, mirasın üçte birini geçmez. Bu ayette sorulan fetva, o kelâleden arta kalan malın paylaşımı ile ilgilidir. Bu ayette anlatılanlar, babası ve çocuğu olmadan ölenin baba-bir kardeşlerine verilecek miras paylarıdır..

[2*] Muhammed aleyhisselam, resul yani Allah’ın elçisi sıfatıyla tebliğ ettiği âyetlerde bir yanlış yapamaz. Yapsa Allah şah damarını koparır ve ona en ağır cezayı verirdi (Hakka 69/4447). Ama nebi olarak yanlış yapabilir. Kur’an’ın açıklamalarına ulaşmak için yapılan işi, nebi sıfatıyla yaptığından o konuda hata edebilir. Nitekim Nebimizin, Hudeybiye antlaşmasından sonra ailelerini bırakıp Mekke’den Medine’ye göç eden hanımlarla yaptığı sözleşmenin bir maddesi şöyledir: “Marufta sana isyan etmeyecekler” (Mümtahine 60/12). Maruf, Kuran’a uygun olan şeydir. Dalalet, bilerek veya bilmeyerek doğru yoldan ayrılmaktır.. Kelâle, miras hukukunun en zor konularındandır. Böyle bir soruya doğru cevap verememek, bilerek doğru yoldan ayrılmak değildir. Muhammed aleyhisselamın, dini bir konuda kendine sorulan soruya vereceği cevap, geleneksel anlamda onun sünneti olur. Büyük çoğunluğa göre Muhammed aleyhisselamın sünnetinin lafzı kendine, içeriği de Allah’a aittir. Bu sebeple ona vahy-i gayr-i metluv derler. Bu iddia doğru olsa, Nebimize sorulan bir soru ile ilgili olarak “Dalalete düşmeyesiniz diye açıklamayı size Allah yapıyor. ” ifadesi Kur’an’da yer alır mıydı!